43. Bölüm

37. Bölüm : "Tutsak"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Kafamın arka kısmında olan keskin bir sızı, uyandığımda ilk hissettiğim şeylerden biri olmuştu. Nabzım, o sızının olduğu yerde zonkluyordu. Sanki beynimin içine saplanmış paslı bir çivi, her atışta biraz daha içeri gömülüyordu.

Kafamı kaldıramadım bile ilk başta. Midem fazlasıyla bulanıyordu anlamsız bir şekilde. Aslında biliyordum. Kafama yediğim darbe yüzünden olma ihtimali fazlasıyla olası bir ihtimaldi. Mide asidim boğazıma kadar yükselmişti. Ağzımın içinde paslı bir demir tadı dolaşıyordu.

Kafamı kaldıracak gücü kendimde bulduğumda direkt olarak kafamı kaldırıp etrafıma bakınmaya başladım. Boynumda donuk bir ağrı, başımı çevirdikçe keskinleşiyordu. Kafamı kaldırdığım anda karşıma çıkan ilk şey gri bir duvardı. Sıvası dökülmüş, bazı yerleri yosun tutmuş bu duvar, yaşadığım yer değil bir mezar gibiydi.

Olduğum yerin rutubet kokusu zaten bulanan midemi kat ve kat daha fazla bulandırmıştı. İçeride ağır bir küf, idrar ve ter kokusu birbirine karışmıştı. Boğazımı yakıyordu. Aşırı derecede pis bir koku kendini belli ediyordu. Duvarın kenarında akan bir damla, zeminde küçük bir su birikintisi oluşturmuştu. Tavandaki borudan sızan su, her damladığında içeriye yankılanan tiz bir "tik" sesi bırakıyordu. O ses, aklımı zorluyordu.

Göz devirdim bir kez daha. Hayır yani, direkt kafama sıksalar hem kendileri hem de ben kurtulacaktım. Niye boş boş işlerle uğraşıyorlardı ki?

''ALOOO!'' diye bağırdım gür bir sesle. Sesim duvarlardan geri sekip üzerime çarptı. Bir ses çıkmadı kimseden. ''LAN!'' diye bağırdım bir kez daha.

Arka tarafımdan gelen bir ayakkabının çıkardığı tık tık sesleri ile bütün dikkatimi o yöne doğru verdim. Kundura bir ayakkabının, taş zeminde yankılanan tok adımlarına neredeyse emindim. Ayak sesleri, bir mezarlık sessizliğini bölecek kadar netti. Bir erkek bu tarafa doğru geldiğine artık emindim.

O tarafa doğru çevirdim bedenimi. En sonunda başka bir kapının gümbürtülü bir şekilde açıldığını duydum. Paslı menteşelerden gelen acı bir gıcırtı yankılandı.

Birinci demir kapı.

Ayak seslerinin hâlâ devam etmesinden ve hala odaya giren biri olmadığı için kaç tane kapı açmışlarsa sayacaktım. Çıkışım rahat olsun diye yapıyordum bunu. Her yankı bir ihtimali doğururdu.

Daha sonra bir demir kapı daha açıldı gürültülü bir şekilde. Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Daha sonra ise, direkt olarak benim olduğum odanın kapısı da gümbürtülü bir şekilde açıldı en sonunda. Kısa bir toz bulutu havaya kalktı.

İçeriye benden biraz daha büyük olan bir adam girdi. Uzun boylu, suratında günlerdir tıraş olmamış kirli sakallarıyla, kapkara bakışlarıyla içeri doldu. Daha sonra bana sert bir bakış attı. ''Ne oldu da bağırıyorsun sürekli?'' dedi.

Takım elbisenin içinde olan bu adama dik dik baktım. Üzerindeki pahalı kumaş buraya ait değildi. ''Sen garipten sesler mi duyuyorsun lan? Alt tarafı iki kere bağırdım.'' dedim sadece. Bana ters ters bakmaya devam ediyordu. Yaklaşıp tam önümde durduğunda ona baktım ters ters.

''Tamam sus!'' dedi sertçe.

''Bana bak amını siktiğimin evladı,'' dedim sertçe. Bana baktı dik dik. ''Sakın bana komut vermeye kalkma.'' dedim.

Gür bir kahkaha attı. Tiksinti dolu bir ifadeyle ona baktım. Kahverengi gözlerimi gözlerine diktim. İçinde bir damla bile merhamet yoktu. ''Şu durumdayken bile böyle konuşma cesaretini nereden buluyorsun,'' derken sertçe kafa attım.

''Damarlarımda akan Türk kanından,'' dedim direkt. Adama attığım tek kafa, onu yere sermeme yeterli olmuştu. Beton zemine çarpan kafasının çıkardığı ses tatmin ediciydi. Ama yeterli değildi. ''Sen bir Türk askerine bu kadar yakınına yaklaşacak cesareti kimden buluyorsun?'' dedim. Sesim alayla çıkmıştı.

"Ben anlamıyorum ki sizin bu askeriyede güzel kızları mı alıyorlar sadece?" dedi karşımdaki Bişar. Adını biliyordum zaten. Az önce o bana dokunduğunda fark ettiğim bir detay vardı.

Benim üzerimde kıyafet yoktu.

Soğuk tenime yapışan rutubet, her nefes alışımda içime doluyordu. Onun önünde sadece iç çamaşırıyla durmak cidden beni rahatsız ediyordu. Ellerini göğsüme sürdü. Parmakları pis, nasırlı ve soğuktu. Midem bir kez daha kalktı.

"Dokunma bana," dedim hızlıca. Dokunması, cidden vurmuş olduğu kafamı biraz açmıştı.

"Ne yapabilirsin ki?" dedi ve göğsümün birini sıktı. Tırnakları derimi çizecek kadar sertti.

Ellerimi demire sardım ve kendimi havaya kaldırarak sert bir tekme daha attım. "Yedi ceddinin amına koyarım," dedim yerde yatan Bişar’a.

"Malsın kızım sen. Cidden malsın."

"Ebendir," dedim. Ayağa kalktı ve bir iğne vurdu. Kafam iyice bulandı. Hala bana dokununca hissediyordum. Ama kafama bir tişört benzeri bir şey geçirdi. Ve ayaklarımın da zincirlerini açıp şort tarzı bir şey geçirdi.

"Önce benim olman gerekiyor," dedi. Kilitleri açtı ve omzuna attı. Beni bir duvarın dibine bıraktı ve kollarımı yine bağladı. Kıyafetleri alıp bir yere götürdü diğerleriyle beraber. Daha sonra tekrar beni sırtına alıp çıktı. Ellerimi çözüp sırtına attı beni tekrar. Yürüyüp arabanın arka kasasına fırlattı. Arkamdan binip kollarımı kelepçeyle arka tarafına sabitledi.

Korkak köpek.

Arabayı çalıştırdığında ben de baş parmağımı yerinden çıkardım. Kelepçeden elimi kurtardıktan sonra parmağımı geri düzelttim. İlaç yüzünden başım dönüyordu ama ilaçlara karşı artık vücudum alışmıştı.

Babam, o beyaz odaya kapatırken her gün farklı bir ilacı veya zehri üzerimde denerdi. Kimyasal kokular, enjeksiyon izleri, yanıklar, bulanık zihin... Çocukluk anılarım değil, bir işkencenin fragmanlarıydı. O yüzden vücudum ilaçlara karşı baya kuvvetliydi.

Adamın bana vurduğu ilaç da daha önce üzerimde denenmişti. Tadını, etkisini, verdiği baş dönmesini... Hepsini tanıyordum. O yüzden etkisi uzun sürmedi. Vücudum çoktan bu zehirlere karşı bağışıklık geliştirmişti. Babamın beni kilitlediği beyaz odada her gün başka bir bok deniyorlardı üzerimde. İğrenç ama işe yarayan bir alışkanlıktı.

“Salak salak hareketler yapma, sakin!” diye uyardı beni o iğrenç sesiyle.

“Eben salaktır orospu,” dedim ters ters, ağzımdaki metal tadı umurumda olmadan.

Ellerimi kelepçeden kurtardıktan sonra yavaşça arka kapıya yöneldim. Kaslarım ağrıyordu ama dayanabilirdim. Dizlerim titriyordu ama pes etmek gibi bir lüksüm yoktu. Kapıyı araladığım anda dışarıdan gelen toprak kokusu burnuma doldu. Özgürlüğün kokusuydu o, ama henüz benim değildi.

Kapıyı açtığım anda, daha ben atlamadan arabayı hızlandırdı şerefsiz. Dengesizce savruldum. Ayağım dışarıdayken bir yere takıldım ve arabanın içinden olduğu gibi fırladım. Sırtım yere çarptığında bir kemik sesini andıran bir çıtırtı duydum. Sonrası karanlık.

Çocuk sesleriyle uyandım. Zayıf, korkak ama umutlu sesler... Başımı kaldırmaya çalıştığımda kafamın içinde bir çekiç yankılandı sanki. Bacağımda keskin bir acı vardı, sanki biri çiviyi etime çakmış gibiydi.

Etrafıma baktım. Loş, küf kokan bir odadaydım. Duvarlar taş, zemin toprak, tavandaki ampul bozuk bir nefes gibi titreyip duruyordu. Onlarca çocuk hepsi demir parmaklıkların ardında sıkışmıştı. Gözleri kocamandı, bedenleri küçücük.

"Abla iyi misin?" dedi cılız bir ses. Sesin sahibi, saçları örgülü minik bir kızdı. En fazla yedi yaşındaydı. Ayakta zor duruyordu ama bana gülümsüyordu.

"İyiyim güzellik..." dedim, çatlak bir sesle. Yalan söylediğimi ikimiz de biliyorduk. “Nerede olduğumuzu biliyor musun?” diye sordum hafifçe. Sırtımdan soğuk bir ter indi.

"Bizim köye çok yakın bir yerdeyiz abla. Sen kimsin?"

"Ben askerim güzelim. Merak etme, buradan beraber çıkacağız," dedim, dudaklarımı zorla kıvırarak.

Kızın gözlerinde bir ışık yandı. Küçücük yüreğine kocaman bir umut sığdırmıştı. "Bizi kurtarmaya mı geldin?" dedi.

"Tabii. Beraber çıkacağız buradan. Kaç kişisiniz? Saymayı biliyor musun sen?"

"Okul yok ki abla... Yapamadılar. Vardı ama patlattılar. Gidemedim ben. Ama abim gitti, o biliyor," dedi ve hemen yanındaki, toprağın üzerine boylu boyunca uzanmış çocuğu gösterdi. Abisi... On bir yaşında bile yoktu. Solgun teni, titreyen elleri ve kapanan göz kapakları vardı.

"Nesi var abla abimin?" dedi kız, gözleri dolarken.

"Uyuyor... Az önce uyandı. Abla ilaç verdi o adam abime. Bak şuradaki dolapta," dedi, çaprazımda duran paslı bir dolabı işaret ederek.

Dolabın kapağı kırılmıştı, içindeki cam şişelerden yayılan keskin kimyasal koku boğazımı yaktı. Şişelerin arasında panzehir de olmalıydı. Vakit kaybetmeden ona ulaşmalıydım. Ama kapı gürültüyle açıldı. İçeriye o pis herif, Bişar, girdi. Suratındaki sırıtma, alnındaki terle birleşince iğrenç bir görüntüye dönüşmüştü. "Ooo, uyandın mı? Siz Türklerde ne deniyordu, bekle hatırlayacağım..." Düşünür gibi yaptı, o iğrenç oyunbaz gülümsemeyi takınarak. "Hee, şey... Günaydın!" Gülünce daha çirkin oluyordu bu piç. Dişlerinin arasındaki sarı lekeler bile kan kokuyordu. "Ama sana gün aymamış gibi," dedi.

"Sen yaklaş da gün aysın bir," dedim dişlerimi sıkarak.

"Bu kadar seviyor musun beni?"

Yanıma geldi. Soluğunu yüzümde hissettiğim an midem bir kez daha kasıldı. Kafa attım. Sertti. Burun kemiği çatladı o an. O pis sesi duydum çünkü. Kan fışkırdı suratına.

"Doğdu güneşim," dedim alayla. Yüzümde bir tebessüm, elimde zincir.

Bağırdı: "SEN NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN!"

Bana yumruk attı ama gücünü kaybetmişti. İti gibi havladı, ama dişi yoktu artık. "Kızdırmayalım küçük enişteyi, bir yerlerimizi üf yapar sonra..." dedim, kafamı yana eğip pis pis gülerek. Yine kafayı geçirdim. "Geri zekâlı... Ben sana kafa atmaktan bıktım, sen salaklık yapmaktan bıkmadın a-" O sırada gözüm çocuklardan birine takıldı, yarıda kestim. "...ama, sen tabii istiyorsan bir tane daha atarım."

İçimden küfrün yedi katını geçirdim ama dilimi ısırdım. Şimdilik. Kafamı kaldırdım. Zincirler kollarımı yukarı, tavana doğru çekmişti. Soğuk metal bileğimde iz bırakıyordu. Demirin uğultusu, çocukların nefesiyle karışıp yankılanıyordu odada. "Bu kadar mı korkuyorsun lan?" dedim, çatlayan sesimle.

"Senden mi? Güldürme beni."

"Gülme zaten. Daha da çirkin oluyorsun. Türk askerinden bu kadar mı korkuyorsun?"

"Ne korkacağım lan sizden? Korkacak neyiniz var?"

"Vatanımız var. Bayrağımız var. Devletimiz var. Ama en önemlisi ne biliyor musun? Bu saydığım her şey için canını verecek insanımız var. Ben olsam, bende korkardım."

Kıpkırmızı oldu suratı. "Korkmuyorum!"

"Yüzünden belli oluyor," dedim, gözlerimi yukarı kaldırarak. "Bak ben ne fark ettim... Oğlum, sende vatan, bayrak, devlet gibi kavramlar yok ki. Sen ne anlarsın ki bunlardan?"

"Kaşınma," dedi sadece. Tek kelime, ama içine sakladığı korku çığlık gibiydi.

Ay... Çok korktum amına koyayım. Şimdi şuracıkta korkudan altıma sıçtım.

"Ne yaparsın? Ellerim bağlıyken bana yaklaştıkça pestilin çıktı." dedim, pis bir sırıtışla.

Çocuklar bakıyor... ama içimden var ya, her küfrün ağababası geçti. Allah’ım bu çocukları alın buradan, yoksa bu salağa söverken vicdanım tıkanacak.

''Kafa atmaktan başka bir şey mi yapabiliyorsun?''

''İki tekmeyle kaburganı kırdım. Burnun hala yamuk, suratında da botumun izleri var. Sesini kes o yüzden.'' dedim.

''O siktiğimin ilacı seni uyutması gerekiyordu.'' dedi.

''Şansına küs or–'' derken gözüm yine çocuklara kaydı. ''–angutan.''

Oğlum ben küfür etmeden yaşayamam ki.

''Sen cidden salaksın ha. Bu özgüveni siz Türklere özel mi veriyorlar?'' dedi alayla.

''Yok, doğuştan. Kanımızda var. Ne yaparsın.''

''O kanının her damlasını akıtacağım.'' dedi ve bıçağı çıkardı.

Karnıma iki kez sapladı. Gram belli etmedim ama içten içe beynim zonkluyordu. ''Hadi ama, kameralar seni can çekişirken izlemek istiyor.'' dedi ve kapıya yöneldi. Giderken hemen çocuklara döndüm.

''Miniklerim, bakın... Şimdi ne olursa olsun bu tarafa bakmak yok, tamam mı? Arkanızı dönün ve sadece beni bekleyin. Çıkaracağım sizi buradan.''

Bu çocuklar çıkmadan ölüm yok sana Mavi.

Hepsi dediğimi yaptı. Sonra o piç Bişar birini daha içeri getirdi.

Annemdi.

Bana dik dik baktı. Baştan aşağı süzdü.

''Cidden gittin salak salak asker mi oldun Mor?'' dedi tiksintiyle.

Ben ise hâlâ olayın şokundaydım. ''Valla öyle olmuş. Sana hiç çekmemişim Rihem.'' dedim, alayla güldüm.

''Rihem ha... Sana hiç yakışmamış. İsminin anlamına uysaydın bari be.''

"Merhamet..." O yara bile bu kadının varlığı kadar yakmamıştı canımı.

''İsminin anlamını bilmiyorum.''

''Merhamet demek. Ama seninle uzaktan yakından alakası yok. Bence kendine başka bir isim bul, o seni aşar.'' dedim.

Sustu.

''Her neyse, birazdan sana olacaklar çok güzel şeyler olacak.'' dedi Bişar.

''Hâlâ izlerin duruyor mu?'' dedi Rihem. Yaklaştı. ''Dur, bir kontrol edelim.'' deyip tişörtümü kesmeye başladı. Kafa attım.

''Bana bak, öldürürüm seni.''

''Baban ve abin gibi mi? Oğlumu benden aldın!'' diye bağırdı.

''Ben de senin kızındım. Oğlunun bana yaptıklarını görmedin mi?''

''SENİ İSTEMİYORDUM! SEN YAŞAMAYI HAK ETMİYORSUN! ÖLMESİ GEREKEN SENDİN!''

Bu sözler neden bu kadar içimi acıttı?

''Seni çöpe attım ben. Sokakta ölecektin sen. Yaşamasaydın oğlum yaşıyordu şimdi. O gün ölmeliydin. Dört salak seni bulup getirmeseydi, her şey yolundaydı.''

Kendimi yukarı doğru çektim. Tekmeyi suratına geçirdim.

''AİLEM HAKKINDA DÜZGÜN KONUŞ, SİKTİRİK!''

Yere kapaklandı. Kaburgalarında çatlama sesi duydum. Toparlandı, yaklaştı.

''O sevdiğin aile... Onların yanında ölmen gerekiyordu. Ama yine yaşadın. Yine kurtuldun. Ama oğlumun intikamını senden alacağım.''

''Oğlunun intikamı ha? Git babasından al o zaman. Aaa pardon, o da öldü değil mi? Hem de senin sayende.'' dedim, yalandan üzülerek. ''Oğlun bana tecavüz etmeye kalkıştı lan! Sen hâlâ ne saçmalıyorsun?''

''Niye, kimse sana sokakta tecavüz etmedi mi? Başkalarını memnun edeceğine babanı ve abini etseydin ya. Bir kere orospu olmuşsun. Babansa, abinse, yabancı ne fark eder? Oğlum istediyse yapmak zorundaydın!''

Sustum. Bu kadına verilecek cevap yoktu. Boşuna konuşulacak bir çöplüktü o. ''Herkes sen değil. Ben önüme gelenin altına yatmam.''

Sinirlendi.

''Bişar, sustur şunu!'' dedi. Sonra kenara geçip kendine şarap koydu. Karşıma geçti. Benden iki metre uzağa oturdu. Bişar elektrik aletini getirdi.

Göğsüme dokundu. Kafa attım. Acıyla bağırdı ''Yetin artık be!'' dedi ve elektriği verdi.

Sarsıldım ama ses etmedim. ''Bayılması gerekiyordu.''

''Bağışıklık kazanmış. Aynı ilaçlara, zehirlere de. Babası ve abisi çok denedi üzerinde...'' dedi Rihem. Şarabından bir yudum aldı.

Bişar eline kırbacı aldı. Vurmaya başladı. Sırtım zonkluyordu ama ben gözümü ondan ayırmadan bakıyordum. O ise acı arıyordu gözümde. ''Boşuna bakma. Acının zerresini bulamazsın bende. Alışığız biz. Biz askeriz. Sizden farkımız o işte. Sızlamayız, ağlamayız. Susarız. Dayanırız. Ve zamanı gelince yok ederiz. Anladın mı, salak?''

Kafamı yana yatırdım. İçimden abimin adını fısıldadım.

Ilgaz.

Acı beni yakaladığında ona tutunurdum. Şimdi de aynısını yaptım.

"İyi de son hızla vuruyorum. Sırtında kırbaç izleri kanamış durumda. Nasıl, amına koyayım? Robot herhalde!" diye homurdandı Bişar. Elindeki bıçağı aldı ve hiç tereddüt etmeden bir tane daha karnıma geçirdi. Gözümün içine baka baka yaptı bunu. Ben de onun gözlerine bakıyordum. Yüzüme, alnıma değil. Tam gözbebeklerine.

"Hadi ama, biraz insan belirtisi göster be," dedi.

Kafa attım. Sert. Güm diye sesi duyuldu. "Al sana insan belirtisi. Kime yaklaşsan, senden uzaklaşmak için hamle yapar," dedim. Yüzüme bir yumruk patlattı.

"Geri zekâlı!" diye bağırdı. Kanı ağzımda biriktirdim, yüzüne tükürdüm.

"Yüzüme vurma lan! Erkekler beğenmiyor sonra," dedim. Yüzünü sildi, iğrenç bir yüz ifadesiyle.

"Lama, amına koyayım!"

"Sildim işte, iyilik de yaramıyor salağa. Yüzün gözün temizlendi," dedim gülerek.

Sinirden elindeki bıçağı tekrar tekrar karnıma geçirdi. Bıçağın her çıkışında etimden bir parça daha gidiyordu. Yedi tane kesiğim vardı. Saydım. Sayabiliyordum hâlâ. Bu bile onun için başarıydı. Sonra sırtıma geçti. Kırbaçladı. Ardından kızgın demir... Ciğerime değdiğini hissettim. Ama hiçbir şey... Az önce Rihem’in söyledikleri kadar canımı yakmamıştı.

Fiziksel acıya alışabilirdim. Kan, kırık, yırtık... Hepsi geçiyordu bir şekilde. Ama kalp kırıklığı? O geçmiyordu işte. O hâlâ içimdeydi. Aptal kalbim, hâlâ canımın yanmasına izin veriyordu.
Bu, benim en büyük aptallığımdı. Kadın zaten beni çöpe atmıştı. Daha ne bekliyordum ki?

"Ya ben sana ne soracağım. Madem bu babasıyla abisini memnun edemedi, neden beni memnun etmiyor?" dedi, sırıtıyordu.

"O bana dokunan elini götüne sokarım," dedim tiksintiyle.

"Bana ne oğlum. Ne yaparsan yap ama ölmeden yap," dedi. Şarabından bir yudum daha aldı.

"Bu mu beni öldürecek? Hatırlat da sonra güleyim," dedi Bişar. Sonra kafama bir darbe indirdi. Ama bayılmadım. Numara yaptım. Kafamı öne düşürdüm. Bayıldığımı sandı. Çenemi tuttu, kafamı kaldırdı. Göz kapaklarım titremedi bile. İkna oldu.

Önce bacaklarımı çözdü. Ardından ellerimi. Beni sırtına aldı. Bıraktım kendimi. İstediği buysa, veriyormuş gibi yapardım.

"İzninizle bayan. Güzel kızınızla biraz işim var," dedi Rihem'e. Keyfi suratından akıyordu. Bir yatağa bıraktı beni. Yumuşak bir zeminle buluşan sırtım anında irkildi.

Gözlerimi açtım. Suratına tekmeyi geçirdim. Ama kalkmama izin vermeden, yaralı karnımın üzerine oturdu. "BIKTIM SENDEN!" diye bağırdı. Belindeki silaha uzandım. Ama bileğimden yakaladı, yatağa bastırdı.

Bir elini yumruk yaptı, yüzüme geçirdi. Kafasını boynuma gömdü. İtmeye çalıştım. Ama o pis bedenine gücüm yetmedi. Ellerini sütyenimin içine attı, göğsümü dışarı çıkardı.
Avuçladı. Sıktı. Bir hayvan gibiydi. Gözüm kararmaya başladı.

Ama hâlâ bilinçliyim. Silahı hissettim. O ise çoktan göğsümün ucunu ağzına almıştı. Tetikteki parmağım titremedi bile. Karnından vurdum. Ağzı göğsümün ucundan çekildi. Üzerimden attım onu.

Ayağa kalktım, göğsümü kapadım. Tam o an Rihem içeri daldı.

"Yine mi Mor! Bir oğlumu daha senin yüzünden kaybedemem! Hayır hayır hayır!" diye bağırdı. Bişar'ın yanına koştu. Ellerini karnına bastırdı. İçerideki çocukların bağırışları yankılandı.

"MOR GÖZLÜ ABLA!"

"ASKER ABLA!"

"ÖLDÜRDÜ ONU!"

Bir an için başım döndü. Yoksa... Ben yine bir abim tarafından mı tacize uğramıştım?

"İYİYİM!" diye bağırdım. Sesler kesildi.

Hızlıca kapıya gittim, dışarı çıktım. Kapıyı kilitledim. Ellerimi yaralarıma bastırarak yürümeye başladım. Yüzümde tek bir ifade yoktu. Ama içim... Hâlâ yırtılıyordu. Çocukların yanına vardım.

"Şimdi ne yapıyoruz biliyor musunuz? Buradan kaçıyoruz," dedim. O yatan çocuğun panzehrini almak için ilaç kutusunu dirseğimle kırdım. İlacı çıkardım.

"Şimdi beni iyi dinleyin. Hepiniz kapıdan uzaklaşın ve kulaklarınızı kapatın. Tamam mı?" Usulca kafa salladılar. Ayağım ezikti, zor yürüyordum. Üzerime bir ceket geçirdim.

Kanlı ellerimin izi kapılarda kaldı. Bütün çocukların kilitli olduğu kapıları tek tek kurşunla açtım. Ayağımda dayanabildiğim kadar hızla yatan çocuğun yanına gittim. Kan kaybından başım dönüyordu. Ama o çocukları çıkarmadan... Bana ölüm yoktu. İğneyi yaptım. Çocuğu kucağıma aldım. O zehirle yürüyemezdi. Ama ben ayağım ne kadar ağrısa da onu köye kadar taşıyabilirdim.

"Şimdi bana köyünüzün yerini gösterin," dedim.

Ve çıktık oradan. Ayağım yerde sürükleniyordu. Biraz zaman geçti. Köye vardık.

Anneler evlatlarını görünce birden koşmaya başladılar. Hepsi, çocuklarına sarıldı.

Gülümsedim.

"Hele hanımlar, bu çocuk üveydir!" dedim. Sesim güçsüzdü ama hâlâ duyuluyordu. Köyün erkeklerinden biri bana doğru koştu.

"Benim oğlum, kızım... Allah senden razı olsun!" diyerek çocuğu kucağımdan aldı. "Niye uyuyor bu?" diye sordu endişeyle.

"Bugün uyur o. Zehir vermişler. Korkma, panzehrini verdim," dedim.

Adam gözlerime baktı. Sonra ceketteki kana… "Sen yaralısın. Gel bakalım, yaranı saralım."

Herkes bana döndü. "Yok, sağ olun. Benim peşimdeler," dedim. Sonra bir kadının elindeki sopayı gözümle işaret ettim. "Sopayı alabilir miyim? Bu bana yeter de artar bile… Tabi izin verirseniz."

"Tabi al kızım," dedi kadın. Sopaya yaslandım. Ayağım ezikti. Her adımda kemiklerim çatırdıyordu. Ama yürüyordum işte.

Tam uzaklaşırken bir çocuk bağırdı. "MOR GÖZLÜ ABLA ORADA!" Herkes birden dönüp bana baktı.

"ÇOCUKLARINIZI ALIN VE KAÇIN HEMEN!" diye bağırdım. Sesim rüzgâr gibi yayıldı. Kalabalık paniğe kapıldı. Kadınlar çocuklarını kaptığı gibi kaçmaya başladı. Ama o... O hâlâ geliyordu. Bişar.

Eli karnında, kanlar içinde. Ama gözleri hâlâ kin doluydu. Yürümüyordu. Sanki cehennemin içinden yürüyordu bana doğru.

Kaçtım. Ama bir noktada yakaladı. Saçlarımı tuttu. Eline doladı. Sürükledi beni.

"ZAMANIN VARSA ÖLDÜR BENİ BİŞAR! YOKSA BEN SENİ ÖLDÜRÜRÜM!" diye bağırdım. Boğazım yırtıldı. Sesim çatladı. Ama umurumda değildi.

O ise yaklaştı. Eğildi. Ve zehir gibi fısıldadı."Sen sevdiğin adamı bir uçurum kenarında kaybetmişsin. Onunla aynı kaderi yaşaman ne acı." Saçlarımdan tuttu. Yüzüm toprağa sürtüldü. Tırnaklarım kazındı. Tenim yandı. Ama o cümle... O lanet cümle bıçağın karnımdan daha çok acıttı beni.

Kolunu tuttum. Ters çevirdim. "Kırt." Sesini duydum.

Kolunu kırdım. Acıyla haykırdı. Ben sadece, "Kes sesini," dedim.

Artık ne kalbimde sevgi, ne ciğerimde nefes kalmıştı. Gözlerim bile isyan ediyordu. Ama savaşmaktan vazgeçmedim. Çünkü vazgeçmek onun kazanmasıydı.

Yerdeyken kafamı kaldırdım. Gökyüzüne baktım. Boğazımdan çatlak bir fısıltı çıktı. "Sana geliyorum, yakışıklı…" Gözlerimi kapattım.

 

 

BÖLÜM SONU.

2640 kelime bir bölüm yazdim. Parmağım kırık olduğunu söylemiştim zaten. Oy ve yorumu çok görmeyin bee

 

Bölüm : 21.11.2024 17:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 37. Bölüm : 'Tutsak'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...