Her şeyi öğrenmiş bir adamın suskunluğunda, öylece kalakaldım. Ne bir adım ileri gidebildim…Ne de o iğrenç görüntüleri gözümden silebildim.
Şeyma’nın-artık Elif diyen o iğrenç maskenin- tam karşısındaydım. Olmak istediğim son yerdeydim. Yaman, onu sıkı sıkıya tutmuştu. Kıpırdayamıyordu. Ama bana öyle bir bakıyordu ki, gözlerinde hâlâ zafer arıyordu. Sanki Mavi’yi bizden çalmak yetmemiş, bir de kalbimizi söküp yerine öfke koymak istiyordu.
"Bunu bize niye yaptın?" Asıl soru buydu. Neden? "Neden bir kadının kalbini, anılarını, geçmişini bu kadar acımasızca hedef aldın? Neden onu benden aldın?"
Evinden çıkan videolar... Fotoğraflar... İnsan bakarken bile kusacak gibi oluyordu.
Ama o kadın, Mavi… O görüntüleri yaşamış mıydı gerçekten? O gözleri dolu dolu olmuş muydu? O acının içinden mi geçmişti?
"Neden Elif?" diye sordu Ilgaz, sesi çatallanarak. Onun için belki de daha zordu. Mavi, onun kardeşinin ismini taşıyordu. Ve o kardeşi… Kansere yenik düşmüştü. Ilgaz, o ismi Mavi’ye vermişti.
Yaren…
Güzel yürekli küçük kız kardeşi. Hayatında olan insanlara cenneti de cehennemi de sonuna kadar yaşata bilecek kardeşi.
Ilgaz hâlâ her gün kardeşinin mezarına gidiyordu. Toprağını suluyordu. Yeni çiçekler ekiyordu. Onu, taze bir acıyla yaşıyordu.
Mavi’nin benim için yaptığını o da kardeşi için yapıyordu. Ve Elif… Elif, o isimle oynadı. O kalple oynadı. Bir mezarın sessizliğini bile çaldı bizden.
O fotoğraf... O kahverengi gözlü, elinde bir kadının kafasını tutan gülümseyen kadın… Uzakta bakan biri için Mavi’ydi. Ama yakından gören biri için sadece bir taklitti.
Gamzesi yoktu. Mavi gülmediği için kimse gamzesini görmemişti belki ama ben biliyordum. Onun sol yanağındaki o minik çukur, sadece kalpten gelen bir tebessümle ortaya çıkardı. O kadın gülümsüyordu. Ama çukurluk yoktu yanağında. Mavi değildi o.
O kadının saçları omzuna kadardı. Ama Mavi’nin saçları… Çocukluğundan beri hiç kesilmemişti. O saçlar, geçmişini unutmamak için omuzlarından beline kadar inen bir hatıraydı. Her bir telini ayrı ayrı sevmek istediğim o saçlaraait değildi.
Ve gözler… Kahverengi. Sıradan. Herkes gibi herkeste bulunan bir renkti. Ama Mavi’nin gözleri öyle değildi. Sıradanlıktan çok uzak bir renge sahipti. Mavi’nin gözleri öyle bir mordu ki geceleri gökyüzüne bakarken insanı içine çeken o sonsuzluk gibi. Ne mavi, ne siyah, ne de ela. Mor. Eflatunla gece arasında bir yer.
Boyu da tutmuyordu. Fotoğraftaki kadın kısa boyluydu. Ama Mavi 1.75’ti. Omzunda taş taşımış, çamurda sürünmüş ama omurga gibi dimdik yürümüştü hep. Kadın dik durmayı bile beceremiyordu.
Üstelik fotoğraftaki kadın beyaz giyiyordu. Mavi, beyazdan kaçardı. Odamızda beyaz tek bir şey bile yoktu. Çünkü yaşadığı o kapkara odada beyaz, acının rengi olmuştu onun için. Acının ismi onda "Gökhan" olmuştu. Rengi ise sadece beyazdı.
O fotoğraftaki kadın kimdi bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey varsa o da bu fotoğraftaki kişi her kimse Mavi Yaren Yıldırım değildi.
Ve benim büyüttüğüm, Benim Mavi’m Benim kollarımın arasında büyümüş olan o savaşçı kız asla ama asla birine zarar vermezdi. Yaralı bir kuş görse alıp cebine koyacak kadar merhametliydi. Ve onun tek savaşı, o merhametini öldürmeye çalışan bu dünyaylaydı.
Tabii ki mazluma zarar verenin yedi ceddine kadar sikerdi. Yapardı. Hem de gözünü kırpmadan. Mavi, ruh hastasının önde gideni bir kadındı. Öyle hesaplı kitaplı bir intikam planlamazdı o; direkt kafa göz dalardı. Ve ne yapacağı asla ama asla kestirilemezdi.
Elif'in ona attığı o iğrenç iftirayı duysaydı yemin ederim, dünyanın her santimini ona dar ederdi. Ona güvenen tek bir toprak parçası kalmazdı. Mavi Yaren'in iyisi her zaman çok iyi olsa da kötüsü de cehenneme eş değerdi.
"Zaman kaybediyorsunuz." Elif’in ağzından salakça bir kahkaha döküldü. Sanki az önce üzerine dev bir çöp konteyneri devrilmiş de hâlâ gülüyordu.
"Ne saçmalıyorsun lan sen?!" Ateş’in sesi tokat gibi çarptı odaya.
Ama karşımda gördüğüm adam, tanıdığım adam değildi. Normalde ne yaparsa yapsın soğukkanlı kalmayı başaran, öfkesini bastıran biriydi Ateş. Ama şu an şu an bırak desek, Elif’in boğazını elleriyle parçalayacak gibiydi.
Mavi’nin soyadını da o vermişti ona. Kendi adını değil. Ailesinin veremediği o kimliği, o yuva hissini, bir soyadıyla damgalamıştı.
Ateş’in gerçek soyadı Yıldırım’dı ama hiç kullanmazdı. Sorduğumuzda o zamanlar bana aynen şu cümleleri kullanmıştı. "Ben o soyadını sevmiyorum ki. Zeze’m olursa severim belki. Ben soyadımı sevmek istiyorum, Gökhan."
O cümle yumruğum gibi oturmuştu göğsüme. Çünkü bazen insanın ailesi onun şansı olur. Ama bazen de en büyük laneti.
Biz, aile sevgisini bir dönem de olsa tatmış insanlardık. Ama Mavi? O doğduğu anda lanetlenmişti. Rayların üzerine bırakılmış bir bebekti o. Kan kokan bir geçmişin üzerine inşa edilmiş bir kadındı.
Ve sonunda, kendi ailesini kendi elleriyle seçmişti. Bizdik onun ailesi. Biz onun nefes aldığı topraktık.
Ilgaz’a her zaman "abi" demişti. Ama onu hep bir çınar gibi sevmişti. Yorulduğunda gövdesine yaslandığı, rüzgârda dalı kırılmasın diye dua ettiği o koca çınar…
Ateş’e de asla abi dememişti. Çünkü o kelimenin ağırlığını çok iyi biliyordu. "Abi" deseydi, Ateş onun için canını seve seve verirdi. Ama demese de zaten veriyordu. Ama "abi" derse Ateş'in omzuna yükler bindirmek istemiyordu.
Bana gelince, ben onun için hiçbir zaman "abi" ya da "kardeş" olmadım. Çünkü o küçük kalbinde bana dair hep başka bir şey taşıyordu. Ve ben o zamanlar ne olduğunu tam anlayamasam da kalbim, onun yanında hep başka çarpıyordu.
Durduk yere gelip öptüğünde olduğum yerde kitleniyordum. Parkta yürürken kalbim deli gibi atardı ama nedenini bile bilmezdim. Uyurken onu izleme isteğim vardı, uyanmasın diye nefesimi tutardım. Büyüdükçe her duygunun bir ismi olduğunu öğrendim.
Ve bu duygunun adı Mavi idi.
Şeyma her zaman ayrıydı. Mavi Şeyma'dan her zaman nefret etmişti. Hiç güvenmiyordu. Ama biz, onun kıskandığını sanmıştık.
O kadın yüzünden Mavi’ye düşman kesilmiştim. O fotoğrafta, elinde bir kadının kafasını tutan gülümseyen kadın vardı. Ve biz Mavi’yi terörist sanmıştık.
Ama ben o gamzesiz suratın Mavi olmadığını ilk bakışta anlamıştım. O gözler kahverengiydi. Mavi’ninki ise… Tanrım, Mavi’nin gözleri mordu. Gecenin moru. Fırtınanın öncesi.
Saçları da uymuyordu, boyu da, havası da. O kadın Mavi değildi. Olamazdı.
Şeyma’nın önüne gittim. Çenesini kavradım. Sertçe. "Bana bak." dedim. Gözlerini kaçırdı. "SANA BANA BAK DEDİM!" Bağırdım.
O an gözlerime baktı. Ve sırıttı. "Gözlerinin içine hayatımın sonuna kadar bakarım."
"KES SESİNİ!"
"Malsin sen." Gülümsemesi o kadar iğrençti ki midem kalktı. "Sence onu öldürmek için can attığını öğrense seni sever mi gerçekten?"
"Sen beni kandırdın." Nefesim daraldı. "O fotoğraftaki kadını öldürmek için söyledin. O Mavi değildi."
Ilgaz adım attı. "O fotoğraftaki kadın kimdi?"
"Bilmem. Sizin o salak kardeşinize benzeyen herhangi biri işte."
Ateş... O anda öyle bir yumruk attı ki Elif’in başı yana savruldu. Ve odada bir anlık ölüm sessizliği oldu.
"SAKIN!" diye kükredi. "SAKIN BENİM KARDEŞİMİN HAKKINDA BOK BOK KONUŞMA!"
Elif ağzındaki kanı tükürdü. "Neden Ateş? Çok mu önemli senin için? Bende senin kardeşinim."
Ateş, gözleriyle alev saçıyordu artık. "Sen benim hiçbir şeyim olamazsın. Ben ağlarken gülmüyordu benim kardeşim. Beceremediklerimle beni ezmiyordu. Ağladığımda sadece sarılıyordu. Ben ‘Zeze’ diye ağladım. O zaman sen izledin. O ne yaptı? Ben yaşayayım diye kendini feda etti. İşte bu kardeşlik!"
Ilgaz da sustu. Sadece gözlerinin içine bakarak söyledi "Kardeşlik ne biliyor musun sen, Şeyma? Öğretseydik öğrenirdin. Ama öğretilmeye değmeyecek birine zaman harcamadık." “Kardeş dediğin insan, yuvam dediğin insandır. Canın yandığında koştuğun insandır. Kan bağıyla değil, can bağıyla bağlandığın insandır.” dedi Ilgaz, sesi çatallandı, ama gözleri hâlâ sertti.
“Neden yaptın bunu bize?” diye sordum. Bana çevirdi bakışlarını. “Niye onu bizden... benden aldın?” dedim. Diğerleri gibi bağırmadım. Sesim, fısıltıdan biraz fazlaydı. Ama içimde patlayan fırtınayı duymamak imkânsızdı.
“Sevdim.” dedi. Gözleri doldu. “Ben seni çok sevdim... Şansım olsun diye denedim.”
“Sevgi zarar vermez, Şeyma.” dedim. “Sevgi kıskanmaz, iftira atmaz, öldürmez.”
“Sen görmedin ki beni... Çabaladım her anında, Yiğit. Belki…” deyip sustu.
“Ne belki?” dedi Ilgaz. Onun sesi... O ses, bir dağ gibi yıkıldı içimize. Bastırdığı gözyaşları sanki ciğerimize düştü.
“Siz gidin.” dedim. Ilgaz’ın üzülmesine dayanamıyordum. Her ne kadar ‘abi’ demesem de abimdi işte.
“Yok.” dedi kararlı bir şekilde. Gözlerini gözlerime dikti. “Ben kardeşime neden bunu yaptığını öğrenmek istiyorum, Yiğit. Ya... ya o hâlâ acı çekiyor. Uyurken bile senin adını sayıklıyor.”
Biliyordum. Parfüm sıkmadığım zaman gizlice izliyordum onu uyurken. Parfümü kokladığı an gözlerini açıyordu. “Seni istedim.” dedi Şeyma. Bakışlarıma kenetlendi. “Seni seven tek o değildi. Onda olan her şey bende de vardı, değil mi? Güzel değil miydim? Yiğit, ben seni hak etmek için o kadar çabalarken neden bana bir şans bile vermedin?”
Sesi titriyordu. Ama içten mi, yoksa hâlâ bir oyun mu, ayırt edemiyordum. “Kalbi var onun.” dedim. “Senin gibi aşkı için bir başkasına zarar vermeye izin vermeyen bir kalbi var. Kalbindeki için ölmeye hazır bir kalbi var. İçinde yaşayabileceğin bir kalbi var.” Yüzüne doğru eğildim. “Güzel misin, bilemem. Ama benim dünyamın tek güzeli Mavi. Tek harikası Mavi.”
Bu cümle boğazından bir damla yaş gibi aktı. Normalde olsa üzülürdüm. Belki acırdım da. Ama bu defa... Bu defa hiçbir şey hissetmedim. “Gökhan’ın vurulmasıyla nasıl bir bağlantın var?” dedi Ateş.
Sessizlik.
Mezarlıkta Mavi ile karşılaştığımızda ona söylediği her söz hâlâ aklımdaydı. O cümleler... o cümleler sanki taze bir yara gibi içimizdeydi. “O gün... Ölmesi için ben söyledim o adama.”
Sesinde bir gram pişmanlık yoktu. Sanki sıradan bir olaydan bahseder gibiydi.
“NEDEN LAN, NEDEN!?” diye patladı Ilgaz. Zaten yanıyordu içi, şimdi alev aldı. “NEDEN LAN NEDEN NEDEN!? HERKESE, HER ŞEYE PAMUK GİBİ DAVRANAN O KIZA SEN NEDEN ZARAR VERİYORSUN?! SEVGİNİ SİKERİM SENİN! BEN DE SEVDİM ONU, BEN DE! AMA GİDİP ÖLSÜN DEDİM Mİ?!”
“BENDEN NEFRET EDİYORDU!” diye bağırdı Şeyma.
“SANA BİR ŞEY OLMASIN DİYE KENDİNİ SİPER ETTİ O KIZ! SEN EVLENDİRİLECEKTİN DİYE KAÇIRDI SENİ O EVDEN! SENİ KURTARACAĞIM DİYE BIÇAKLANDI!”
Ateş bile donmuştu. Hiçbirimiz, bu sözlerden sonra aynı kalamadık.
“GÖZÜNÜZE GİRMEK İÇİN YAPTI, BENİM İÇİN DEĞİL!” diye bağırdı.
“O HEP BİZİM GÖZÜMÜZDEYDİ, AMA EN ÇOK KALBİMİZDEYDİ.” dedi Ilgaz.
Bir adım attım. Şeyma’yı tutup çektim kendime. “Benim sevdiğimi benden aldın.” dedim. Ilgaz’ın sırtındaki kelepçeyi aldım. Şeyma’nın bileğine taktım.
“Bunu bana yapma.” dedi sessizce.
“Sen benim dünyamı benden aldın.” dedim.
“Ben yapmasam bile peşindeki adamlar yapmayacak mı sanıyorsun?” diye fısıldadı.
“Kim lan peşindekiler?” dedi Ateş sesinde öfke yoktu artık. Bildiğin buz gibiydi.
“Peşinde otuz kişilik bir katil ekibi var, ondan bahsediyorum. Biri sendin Yiğit, kaldı 29. Şimdi biri bendim, o da gitti. Kaldı 28. O kadar düşman edinmiş ki kendine, toplamak zor olmadı.”
BÖLÜM SONU.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |