35. Bölüm

29. Bölüm : "Soru Cevap"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Görevden dönmüştük. Hatta üzerimizdeki üniformaları çoktan çıkarmış, yerine sivil ama yine görev kadar ağır kıyafetler giymiştik. Yiğit bu sefer benden önce toparlanmış, yanıma sessizce gelmişti.

Ben ise saçlarımı çözmekle meşguldüm. Parmaklarımı aralarına geçirip yavaşça taradım, düğümlerini açtım. Telleri düzeltip, biraz da kendime gelmeye çalışıyordum.

“Dur bir,” dedi aniden Yiğit. Ses tonunda bir şey vardı, beni doğrudan ona dönmeye mecbur bırakan.

Bakışlarım ona kayarken elleri saçlarıma uzandı. Tepe kısmından başlayarak, parmak uçlarıyla saçlarımı yavaşça aşağıya doğru düzeltti. Dokunuşu ne sertti ne de çok hafif tam kıvamında bir temastı, ne hissettirdiğini kendisinin de bilmediği.

“Düzgün durmuyor muydu?” diye sordum, başımı hafifçe kaldırarak. Yine çok yakınımdaydı. O kadar ki, nefesi doğrudan yüzüme çarpıyordu.

Ama sonra bir şey oldu. Nefesini tuttu. Yutkundu. Bunu boğazında hareket eden Adem elmasından fark ettim. Bir anda... ortamda bir şey değişti. “Düzeldi mi?” dedim, sesim farkında olmadan biraz daha yumuşadı.

Başını salladı, dudaklarını oynatmadan. Ve geri çekildi ama o da tam sayılmazdı. Attığı adım yarım bile değildi. Sadece vücudu bir parça benden uzaklaştı, gözleri hâlâ üzerimdeydi.

“Eyvallah,” dedim, teşekkür etmekle alay etmek arası bir tonda.

“Eyvallahın ile yasa,” dedi o da. Sanki bu kelimelerle bir dua etmişti.

İçimde beliren o garip sıcaklığa engel olamadım ve gülümsedim. Küçük, fark edilmesi zor bir gülümsemeydi belki ama oradaydı. Ardından arkamı dönüp doğrudan çıkışa yöneldim.

Üzerimde yine simsiyah giysiler vardı. Siyah, benliğimin bir uzantısı gibi olmuştu artık. Renk değil, ruh gibiydi. Ve ben o ruhla yürümeye alışmıştım.

(Mavi'nin kombin ayakkabılari da siyah düşünseniz olur mu?)

(Yiğit'in kombin)

Hazırlanma süresi kısa sürdüğü için, istirahat izni doğrudan bizim time verilmişti. Her zamanki gibi birlikte çıkmıştık. Artık neredeyse bir yıl olmuştu; sürekli beraber eve gidip geliyor, birbirimizi gölge gibi takip ediyorduk. Sessizlik bile aramızda yabancı kalmaz olmuştu. Ona alışmışım ve bu alışma ana hem huzursuzluk hem de bir o kadar huzur veriyordu.

“Yiğit,” dedim aniden. Eve gitmek istemiyordum. Ruhum dört duvara sığamayacak kadar darmadağındı. Ama Yiğit... O, beni hiçbir zaman tek başıma bırakmak istemezdi.

“Efendim?” dedi hemen, bir refleks gibi başını çevirip gözlerini bana dikti.

“Yorgun musun sen?” dedim. Sıradan bir soru gibi görünüyordu ama onun cevabını önemsiyordum. Kaşlarını hafifçe çattı. “Ne kaşlarını çatıyorsun oğlum? Alt tarafı bir soru sordum,” dedim, sesime hafif bir sinir tonu yerleşti.

“Hayır, değilim,” dedi kısa ve net bir şekilde.

Bakışlarını yokladım. Yalan söylüyor muydu, bilmiyordum ama doğruyu söylediğine inanmak istiyordum. Yorgun ve göreve gitmiş birinin dinlenme süresinden çalmak istemiyordum. “Emin misin?” diye sordum tekrar. Gözlerini kaçırmadan bana baktı.

“Evet,” dedi bu kez daha yumuşak bir tonla. Ardından küçük bir duraksamayla ekledi: “Ne yapmak istiyorsan yapalım. Gerçekten yorgun değilim.”

Gülümsedim. Hem de içten, derinden bir gülümsemeydi bu. “Böyle gülümsersen, benim yorgunluğum kalabilir mi sence?” dedi. Gözlerinde bir şey vardı sanki sözlerinin ucuna iliştirilmiş gizli bir sitem.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Ne dediğini duymuyorum ki az sesli konuş be adam!" dedim sitem dolu bir sesle.

"Boy uzun ya yere ulaşmıyordur." dedi dalga geçerek. Benle dalga geçmeyi çok seviyordu. Ama bu sefer ona istediğini vermeyecektim.

175 BOYUNDA BİR İNSANIM BE ADAM SEN DEVSİN!

“Teşekkür ederim,” dedim yalnızca. Başka bir şey söylemeye gerek yoktu. O da gülümsedi, benimle aynı sessiz dilde.

“Eyvallah’a ne oldu? Miladı mı doldu?” diye sordu sonra.

Omuz silktim. “Ben ve paşa keyfim bugün sana böyle demek istedi,” dedim, ona bakarken yüzümdeki bir tebessümle.

Güldü. Ama bu kahkahanın altında başka duygular vardı. Alışmıştım artık. Yiğit’in gülüşü bile şifreliydi. “Paşa keyfin ve sen biraz da beni sevmeyi mi istese?” dedi bir anda.

Ona döndüm. “Pardon?” dedim, şaşkınlığımı gizlemeden.

“Yanlış anladın,” dedi hemen, ama yalan söylediği her halinden belliydi. “Arkadaş anlamında,” diye ekledi sonra.

Yürümeye devam ettik. Cümlesi hâlâ kulağımda çınlıyordu. “Arkadaş anlamında?” dedim, kaşlarımı hafifçe kaldırarak. Sorgulayan bir tonla.

Başını salladı sadece. “Parka gidip hava alalım. Sen eve gitmek istemiyorsun, bu belli,” dedi sonra.

Beni gerçekten iyi tanıyordu. Üzerime söylenmiş her cümleyi değil, kalbimin sessizliğini bile okuyordu. Başımı hafifçe salladım. O parka gitmeyi seviyordum. Aslında park değil de... O park. O banklar. O anılar. Orasıydı benim sevdiğim.

Yine aynı park. Yine aynı banka oturduk.

Ben salıncaklara doğru döndüm. Bomboştu park. Rüzgâr hafif hafif esiyor, salıncakları usulca ileri geri ittiriyordu. Sanki hâlâ birileri oynuyormuş gibi... Sanki Gece Kuşları o parkta hala kahkahalar ile gülüyor gibi...

Sessizlik. Çok tanıdık bir sessizlikti bu.

Kahkahaların olmadığı bir sessizlikti. O sesleri belki de kimse duymuyordu ama ben duyuyordum. Benim kulağımı o sesler dolduruyordu.

Sanki bu parkın sesi, yıllar önce burada kaybolmuştu. Ve şimdi biz, o sesin yankısıydık.

Sanki burada hâlâ sadece biz vardık.

Biz...
Gece Kuşları. Çocukluğumuz vardı sanki bu parkta.

“Daha hızlı salla, yakışıklım!” diye bağırdım kahkahamla birlikte. Zaten yeterince hızlıydı ama yetmiyordu işte. Ben yıldızlara ulaşmak istiyordum.

“Mavi’m, yeterince hızlı zaten,” dedi arkamdan gelen sesiyle. Gökhan’dı bu. Salıncağı hızla itmeye devam ediyordu. Ama ben daha fazlasını istiyordum.

Kafamı hafifçe iki yana salladım. “Ama ben daha yıldızlara bile dokunmuyorum ki,” dedim dudak büktüğüm o çocukça ses tonuyla.

“Yıldızlara dokunup ne yapacaksın be kızım?” dedi gülerken. Ama yine de daha sert itti salıncağı. Gökyüzü biraz daha yakına geldi sanki. Gülümsedim, içimdeki o tarifsiz mutlulukla.

“Sen var ya,” dedi sonra, “aşırı tehlikelisin he!”

“Ben ne yaptım ki şimdi?” dedim, sesimde hem masumiyet hem de muzurluk.

“Ya bir gülüyorsun, istediğin her şeyi yaptırabiliyorsun,” dedi. Gülmemi susturamadım. O kadar içten ve çocuksuydu ki, onu her seferinde silahsız bırakıyordum.

“Kanma sen de hemen,” dedim göz kırparak.

Tam o sırada salıncağı bir anda durdurdu. Dengem şaştı, bakışlarımı hızla ona çevirdim.

“Ne yapıyorsun Gökhan ya?” dedim, kaşlarımı çatarak. Az önce gökyüzünde uçuyordum, şimdi yere çakılmış gibiydim. Bozulmuştum, hem de fazlasıyla.

“Bak, bak, bak,” dedi önümde dikilip. O da sinirlenmişti belli ki. Ama onun siniri, benim birkaç saniyeme bakardı.

Planım basitti. Önce başımı hafifçe yana eğer, sonra da içten bir gülümseme kondururdum yüzüme. Beni izlerken o çatık kaşları yavaş yavaş çözülürdü. Sonrası kolaydı.

Pat diye yanağına bir öpücük kondururdum. Önce utanırdı, hafifçe kızarırdı, sonra gülümserdi o da. Ve her seferinde aynısını yapardı. Elini yanağıma uzatır, aynı yerden o da beni öperdi.

“Ne oldu ya?” dedim şimdi, planımı uygulamaya başlamadan önce.

“Sen hem beni sinirlendiriyorsun, hem de bana mı sinirleniyorsun?”

“Ne alaka be?” dedim kıkırdayarak.

“Eeee, bana ‘Gökhan’ dedin,” dedi sitemle. Ciddi olamayacak kadar çocukçaydı bu tartışma.

“Ne var yani?” dedim hafifçe kahkaha atarak. “Senin adın Gökhan değil mi?”

Kaşlarını kaldırdı, biraz da surat astı. “Yakışıklı demeyi biliyordun ama.”

“Timamm,” dedim hemen. Tamam demedim, ‘timamm’ dedim. Bilerek. Küçük numaralarımdan biriydi.

Hemen yanına gittim, pat diye yanağından öptüm. “Özür dilerim,” dedim.

O da gülümsedi sonunda. “Ben de seni dilerim,” dedi, sonra hafifçe yanağıma dokundu. Bir öpücük daha kondurdu o da. Küçük dünyamızda küçük bir barış ilanı gibiydi bu.

Ve o an, gökyüzü gerçekten yıldızlarla dolmuş gibiydi.

Eski anılar bir film gibi geçmeye başladı gözümün önünden. O yıldızlı gökyüzü, salıncaklar, o masum kahkahalar… Derin bir nefesle kendime geldim. Gözlerim tekrar şimdiye döndü. Karşımda Yiğit vardı. Bana bakıyordu. Sessiz ama dikkatli. Aklımdan geçenleri okumaya çalışıyor gibiydi.

“Senle bir oyun oynayalım mı?” dedi birden, sesi düşüncelerimi delip geçti.

Kaşlarımı çattım. “Ne oyunu oynayacağız ki?”

“Birbirimize sırayla soru soracağız. Ama ikimiz de cevap vereceğiz. Hem eğlenceli olur, hem de birbirimizi daha iyi tanırız,” dedi, gözleri kıvrak bir gülümsemenin arkasına saklanmış merakla doluydu.

“Aren’in oyunu mu bu?” dedim. Kafa salladı.

“Kim başlıyor?” diye sordu.

“Sen,” dedim kısa ve net bir şekilde. Hafifçe başını eğdi.

“En sevdiğin yemek?”

Bir an düşündüm. “Net köfte ya,” dedim. Gülümsedi, sanki tam tahmin ettiği cevabı almış gibiydi.

“Senin?” diye sordum.

“Mantı,” dedi tereddütsüz. Kafa salladım. Klasikti ama yerindeydi.

“Sıra sende,” dedi.

“Uğurlu sayın?” dedim.

Bir an düşündü. “4,” dedi, sonra hemen bana döndü. “Senin?”

“9.” dedim. Göz göze geldik. Yüzünde merakla karışık bir hafif tebessüm vardı.

“Kırmızı çizgin ne?” diye sordu bu kez. Sesi ciddileşmişti.

“Vatanım,” dedim, nefes bile almadan. Cümle kısa ama anlamı ağırdı. Gerçekti.

“Benim de,” dedi sessizce. Göz göze gelmemeye özen gösterdi sanki. Sadece kafa salladım.

“Telefon zil sesin ne?” dedim birden. Beklemediği bir soruydu. Ama merak etmiştim.

“Bir şarkı,” dedi. Bilerek geçiştirdi. Ama ona bakmaya devam ederken geçiştirmeye çalıştığını yutmadığımı anlamıştı.

“İyi de hangisi?” dedim, kaşlarımı hafif kaldırarak.

“Biri söylemişti,” dedi. “Ses kaydı alıp zil sesim yaptım.”

Gözlerim onun gözlerine takıldı. Gözbebeklerinde, bir şey vardı… Tanıdık ama çözemedim.

“‘Ah Canım Sevgilim’ diye bir şarkı var. Onun piyano versiyonunu kullanıyorum,” dedim sonra, içimde garip bir sızıyla.

“Hayat felsefen ne?” diye sordu.

Düşündüm. Ne vardı ki? “Yaşa ve öl,” dedim. Umursamazca.

Sustu. Sonra biraz sinirli bir şekilde, “Ölmek yakışmaz sana, ruh hastası,” dedi.

“Ne ruh hastalığımı gördün lan şimdi?” dedim terslenerek.

Gözlerini kaçırmadan ima dolu bir bakış attı. Sustu. Ama o suskunluk bile cevap gibiydi. “Benim hayat felsefem yok,” dedi sonunda. Kafa salladım. Çok da şaşırmamıştım.

“Senin için değerli üç insan?” dedim bu kez. Dürüstlüğünü test etmek ister gibi.

“Sen, Ilgaz ve Yaman,” dedi tereddütsüz.

Kaşlarımı çattım. “Ben ne alaka?” dedim şaşkınlıkla.

“Sana ne?” dedi ters bir ses tonuyla. Kaşları çatılmıştı ama gözlerinin içindeki o kıpırtı, sinirden çok köşeye sıkışmış birini andırıyordu.

Omuz silkti. “Senin hâlâ ne kadar kör olduğuna şaşırıyorum,” dedi. Gözlerime baktı, hiç kaçırmadan. “Ama önemli değil. Sen bilmesen de, benim için önemlisin.”

Kalbim, fark ettirmeden bir saniye durdu sanki. Yutkundum. Ve bir şey demeden gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.

Gece kuşları sessizdi bu gece. Ama yüreğimde garip bir uğultu vardı.

“Gökhan ve sen,” dedim. Sesim kısık, ama vurgum netti. Bomba gibi düştü o cümle. Bu sefer çatılan kaşlar ona aitti.

“Ben ne alaka?” dedi. Gözleri, bir cevap değil, bir kaçış arıyordu sanki.

“Sana ne?” dedim ben de aynı soğuklukla. Aramızdaki havada ince bir gerilim asılı kaldı. Birbirimizi tartarken aynı anda kendimizle de savaşıyorduk.

"Bir koleksiyonun var mı?" dedim sonra, bir anda konu değiştirerek. Yumuşatmak değildi niyetim ama içimdeki merak baskın geldi. Onca zaman aynı yeri paylaştık, yan yana savaştık… Ama buna dair bir fikrim bile yoktu.

“Var,” dedi anında. Hiç düşünmeden. Bu kadar net olması şaşırttı beni.

“Ne ki?” dedim hemen. Gözlerimi onunkilere kilitledim.

“Aa, sen merak etmeyi biliyor muydun?” dedi, sırıtarak. O sırıtış… İçinde biraz alay, biraz savunma, ama en çok da geçmiş vardı. Kaşlarımı çatıp ters ters baktım. “Tamam be ruh hastası manyak, bakma öyle,” dedi gülerek. Ardından ciddileşti. “Boncuk biriktiriyorum.”

Bir an durdum. Beklemediğim bir cevaptı bu. “Niye boncuk ki?” diye sordum, gerçekten merakla.

“Bir kız vardı,” dedi. Bakışları yavaşça üzerime döndü. Ve tam o anda, zaman ağırlaştı. Sesi, gözleriyle aynı anda içine döndü. “Boncuk olan kolye veya bileklik gibi şeyleri çok severdi.” Kelimeleri emer gibi dinliyordum. “Hatta bir tane bileklik yapmıştım ona. Hâlâ bileğinde,” dedi.

O an... Sanki içimde bir şey düğümlendi. Kaşlarımı hafifçe kaldırdım, gözlerim bileğime kaydı. “Benim gibi,” dedim. Sesim neredeyse bir fısıltıydı.

Kafa salladı. “Senin gibi.”

Bir saniye durdum. Nefes alıp verirken içimden geçenleri bastıramadım. “Aşık mısın ona?” dedim, pat diye. Geri çekilmeden. Maskesizce.

Cevap gecikmedi. “Çok aşığım, Mavi,” dedi. O an... Zaman durmadı. Ama içim öyle bir sıkıştı ki, sanki kalbim yerinden oynadı. Gözlerime baktı. “Öyle güzel seviyor ki,” dedi. “İnsanın aşık olmaması mümkün değil.”

Nefesim düzensizleşti. “O?” dedim. Sesim boğazıma takılmıştı neredeyse.

“Eski halime âşıktı. Yani... âşıkmış,” dedi. Duruşu gevşedi, ama bakışları bıçak gibi keskin kaldı. “Ben ihtimal bile vermiyordum biliyor musun? O kadar güzel ki…”

Sustum. Çünkü onun her kelimesi içimde yankılanıyordu. Yutkundum. Konuşsam ağzımdan düşecek olan şeyin ne olduğunu bilmiyordum. “Kendine yazık etme,” dedim, omuz silkerek. “Fazla yakışıklısın, sana bakmamasını sağlayabileceğin bir kız yok. Ama... kıza da yazık etme. En büyük acıyı yaşayan da, yaşamış olan da o ve sensindir.”

Yiğit başını hafifçe eğdi. Sesindeki o tanıdık çatlakla konuştu:“Çok mu zor, Mavi?” Gözleri gözlerime saplandı. “Onsuz olmak çok mu zor?”

“Zor.” dedim. Hem de ne zor… Bu sefer susmadım. Kaçmadım. “Mezarına gül götürmek zor. Beni sever miydi düşüncesi zor. Yaşamaya devam etmek zor. Aşkıma sahip çıkmak zor. Sevmek zor, Yiğit. Aklıma geldikçe kalbim ağrıyor mesela. Ya da onu arıyor gözlerim her ortamda… Mezarına gitmek bile zor. Mezarına attığın her bir adımı onun kollarına kendini bırakmak için atmadığını bilmek zor.”

Sustu. Uzun uzun bana baktı, ama hiçbir şey demedi. Belki de ilk defa bu kadar çıplak kalmıştım onun karşısında. Oysa sadece içimi döküyordum, belki de sadece biraz hafiflemek için. “Seviyorsun?” dedi. Ama bu bir soru değil, bir kabullenişti.

“Seviyorum,” dedim. “Tek dileğimin ölüm olmasını isteyecek kadar. Kabus görecek kadar. Kabuslarımdan başka da göremiyorum zaten.”

Gözlerinde yankılanan acıyı fark ettim. O sustu, ben devraldım bu sefer. “Bir zaafın var mı?” dedim. Sesim fısıltı gibiydi.

Durdu. Nefesini tuttu bir an. “Var,” dedi. “O kız.”

Kafa salladım, anlayarak. Gözlerini kaçırmadı bu sefer. “Senin?” diye sordu.

“Var diye kaybettim zaten.” dedim.

Zaafımdı Gökhan. Zaafımdan vurmuşlardı.

Ve ben, kalbimin tam ortasına saplanan bir kurşunla hayatta kalmıştım.

“Hangi takımlısın?” dedi ansızın, sesi az önceki kırıklığı silmek ister gibi.

“Lan beraber bileklik aldık ya,” dedim, kaşlarımı kaldırarak. O an ikimiz de güldük, istemsizce.

“Aaa doğru,” dedi. Gülümsemesi soluktu, ama oradaydı.

“Burçlara inanır mısın?” dedim.

“Hayır.”

“Ben de.”

Başını eğdi, dudaklarını ısırdı kısa bir an. Ardından bir soru daha. “Seni en sinir eden şey?”

“Sensin,” dedim direkt, gözümü bile kırpmadan. Kaşlarını çattı. “Ne bakıyorsun öyle?”

“Ben mi?” dedi, sesinde hafif bir şokla. “Ne sinir eden tarafımı gördün?”

İma dolu bir bakış attım sadece. Baktı, sustu. “Sen?” dedim bu sefer.

Gözlerini uzak bir noktaya sabitledi. Sustuk. Cevap vermedi. Zaten bazen, bazı cevaplar susarak verilirdi. “Sensin,” dedi Yiğit, gözlerini gözlerime sabitleyerek.

“Niye diye sormayacağım,” dedim omuz silkerek. “Ben de arada kendimi sinir ediyorum zaten.”

Güldü. Gerçekten içten bir gülüştü bu. “Sevdiğini üç kelimeyle anlat,” dedi sonra. Düşündüm. “İnatçı, korumacı ve güvenilir.” dedim. Kafa salladı.

“Umut, tebessüm ve masal.”

Kaşlarımı çattım. “Ne alaka ki?”

“Umut… Bir gün ona kavuşup onunla kurduğum hayallerin hepsini yaşamak. Ve… onun yüzüne her baktığımda içimde bir yerlerde umutların yeniden filizlenmesi Tebessüm… Onunla konuştuğum her an yüzümde istemsiz oluşan o gülümseme. Akşama kadar konuşsa dinlerim. Masal… Çünkü biz masalız. Yarım kalan, eksik bir masal.”

“İyimiş,” dedim sadece. Sesimde belli belirsiz bir burukluk vardı.

“Bana bir şarkı söylesen… Hangi şarkı olurdu?” dedim sonra, içimde bir merakla.

“Yaralarını Ben Sarayım.” Dediği anda sorguya çekecektim ki cebimdeki telefon çalmaya başladı. Kaşlarımı çattım. Kimin aradığına bakarken ekranımda Akın Komutan yazıyordu.

Hemen açtım, sesi ciddileştirerek. "Emredin komutanım.”

“Yaren,” dedi. Ama sesi... garipti. Çekingen, sanki bir şeyden utanıyordu.

“Emredin komutanım,” dedim tekrar.

“Yarın bir balo varmış da…” dedi, sesi garip bir şekilde dolanıyordu.

“Bilmiyordum komutanım,” dedim. Gerçekten haberim yoktu.

“Zaten sızma görevi için ayarlanmış. İçeriye girebilmen için timden birini yanına alıp gitmen gerekiyor. Yanındaki kişi... kocan olacak.”

Donakaldım. “Anlayamadım komutanım?” dedim, bir an yanlış duydum sandım.

“İbrahim Albay, yarın seni göreve gönderecekmiş. Eş rolü yapacağın kişiyi sen seç. Albay seçimi sana bırakmış.”

Kafamda bin tane isim döndü. Ama biri vardı ki… artık düşünmem bile gerekmiyordu. "Tamam komutanım. Haber verdiğiniz için teşekkür ederim,” dedim.

Telefonu kapatırken Akın Komutan hemen konuştu “İstersen o kişi ben olabilirim.”

Ona döndüm. Gözlerinin içinde kıpırdayan o anlamı, o duyguyu görmemek mümkün değildi. Komutan hâlâ hatta olduğu için ona cevap vermeye gecikmedim.

“Ben Yiğit ile gideceğim komutanım,” dedim net bir şekilde.

BÖLÜM SONU

 

​​​​​

​​​​​

​​​​

 

 

 

​​​​​​

 

 

Bölüm : 09.11.2024 20:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 29. Bölüm : 'Soru Cevap'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...