33. Bölüm

27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

"MAVİ!" diye yırtılan bir ses beynimi zonklatarak yankılandı kafamın içinde. Göz kapaklarımı aralamaya çalıştım ama sanki kurşun dökülmüş gibi ağırdı, ihanet edercesine tekrar kapanmak istiyorlardı.

Ama ben kimdim? Yana yatmaz, düşmana fırsat vermezdim. Gözlerimi açma kararı alan taraf kazandı ve savaş sonlandı. Şimdilik. Gözlerimi güçlükle araladım. Enseme bıçak gibi saplanan bir sızıyla, boğuk bir homurtuyla kafamı hafifçe kaldırdım.

"Hele şükür... Aklımı aldın, aptal." diye söylendi bir ses. Ses dibimden geliyordu ama kime ait olduğunu anlayamıyordum.

Ama tanıdık değildi. Sanki sesler karışmış, dünya bulanmıştı. Kafamın arkasından enseme yayılan zonklama; duyularımı söküp alıyor, gerçekliği çamur gibi ezip geçiyordu.

Birkaç dakika içinde, bilincim parça parça yerine oturdu. Göz bebeklerimi kırpıştırarak çevreyi taradım. Gözüm, o an çarpan bir detaya takıldı ve beynime şimşek gibi indi. Kollarım, bileklerimden yukarıya tavana doğru uzanan paslı zincirlerle bağlıydı. Soğuk metal tenimi kesiyordu. Ayaklarım da yere değecek kadar zincirlenmişti. Ne ileri, ne geri... tam ortada asılı kalmıştım.

"Hay bu zinciri bağlayanın da, bağlatanın da, yedi ceddini sikeyim." dedim, dişlerimin arasından hırlayarak. Sesim, duvarlardan döndü. Kafamı dikleştirdim. Kan revan içinde de olsam, ben boyun eğen olmadım. Eğdiren oldum hep.

Gözlerim Yiğit’e takıldı. Endişeyle bana bakıyordu. Bakışlarımı ona diktim. Konuşmadan, göz göze geldik. Uzun uzun. "Mavi," dedi titrek bir sesle. "Ödümü kopardın. Kaç kere seslendim, duymadın. Kafanın arkasından da kan akınca... bir şey oldu sandım."

Kanım akıyorsa yaşıyorum demektir. Öyle baktım ona. "İyiyim." dedim, kısa ve net. Sesim hâlâ biraz boğuktu ama kendindeydi. Yiğit kafa salladı. O an, hızla etrafı taradım. Diğerleri... iyiler miydi? Gözlerim keskinleşti, karanlığı yırtarak süzdüm hepsini. "Bir şey oldu mu lan size?" diye sordum, gözlerim bir bir üstlerinde gezinirken.

Belki dışarıdan belli değildir ama içeriden kanıyorlardır... her birinin ağzından sağlam bir “iyiyiz” duymadan içim rahat etmezdi. "İyiyiz komutanım!" dediler, tam askeri disiplinle. Hepsi bir anda. Kulağıma bal gibi geldi.

Ama hemen arkamdan gelen bir ses, balı sirkeye çevirdi. "Vay vay vay..." dedi. Ağır, alaycı, pis bir tonda. Adımları yaklaştıkça sesi netleşiyordu. "Uyuyan Güzel de uyanmış demek."

Kafamı yavaşça sola çevirdim. Arkamda kalan gövdesini süzdüm göz ucuyla. "O 'Uyuyan Güzel' diye adlandırdığın kişi... seni öyle bir uykuya sokar ki, tabutunun kapağını bile açamazlar sikik." dedim, gözlerimi daraltarak. "Uyuyan güzel sikmesin seni."

Adam yaklaştı. Göz göze geldik. "Tı tı tı tı..." diye cık cıkladı, sanki beni azarlıyormuş gibi. Gözlerimi devirdim, tiksintiyle. "Sen... elleri bağlı bir kadın olarak fazla mı konuşuyorsun ha?" dedi.

Gülümsedim. Soğuk, karanlık, diş gıcırdatan bir gülümseme. Ellerim bağlı olabilir ama dilim hâlâ serbestti. Ve o, en keskin silahımdı.

Ona doğru baktım. Zincirlerin izin verdiği kadar yaklaşabildim, boynumu ileri uzattım. "Sen elleri bağlı bir kadından fazla mı korkuyorsun ha?" dedim ve yüzüne alayla akmaya devam ettim. "Sen... elleri bağlı bir kadın olarak düşündüğün kişinin bir Türk askeri olduğunu unutmuşsun herhalde. Olsun. Üzerine kendi kanınla öğretince görürsün." dedim, sesim bıçak gibiydi.

Adam gözlerini kollarıma çevirdi. Bağlı olduğuma emin olduktan sonra, çirkef bir güvenle bir adım daha yaklaştı. Nefesi suratımdaydı artık. Yanımdaki Yiğit’in çenesinin kasıldığını gördüm. Gerginliği o kadar yüksekti ki neredeyse zinciri koparıp adama saldıracaktı. "Sen neyine güveniyorsun bu kadar? Burada Türk askeri olman hiçbir işe yaramıyor." dedi adam, sırıtarak. "Türk askeri olman bir işe yaramayacak asker."

Gülümsedim. Soğuk, iç ürperten bir gülümsemeydi bu. "Allah’ıma, vatanıma, bayrağıma." dedim. Gözlerim ateş saçıyordu. "Bak, bu kavramlar sana çok uzak. Anlamaya çalışsan da kafan basmaz. Hem sen neyine güveniyorsun bu kadar?" dedim ona bakarak. "Sahibine güvenip de bana burada itlik yapma." O cümleyle birlikte, hızla başımı öne savurdum. Adamın suratına, özellikle burnunun tam üstüne öyle bir kafa attım ki, kemik sesini hem hissettim hem duydum. "Bir Türk askerine bu kadar yaklaşırsan görürsün ebenin amını!" dedim, dişlerimin arasından tükürür gibi.

Adam sanki yerden yukarı sıçramış da sonra ağır çekimde yere çakılmış gibiydi. Kafa darbemi yiyince hiçbir şey diyemeden yere serildi. O anda bizimkilerden yükselen kahkahalar, boş depo gibi yankılı alanda duvarlara çarpıp geri döndü. O kahkaha, morallerini yükselten bir tokat gibiydi. "Komutanım!" dedi Çağrı, kahkahaların arasından. Gözlerimi ona çevirdim. "Efsane vurdunuz, elinize sağlık!"

"Eyvallah." dedim. Basit, tok, net.

"Eyvallah ile yaşa." diye ekledi Yiğit, sırıtarak. Sonra döndü yerde kıvranan adama, "Lan pişt, alo!" dedi sesini yükselterek. "Ölme lan hemen. Daha ben girmedim!"

Ben de ona döndüm, bir kaşımı kaldırdım. "Hop hop hop." dedim sertçe. Göz göze geldik. "Benim onunla çok güzel işlerim var." dedim, gözlerimi adama çevirerek.

Yiğit sırıttı. "Ne yapacaksın?" diye sordu.

Ben de cevabı yapıştırdım. "Götüne bayrak direği sokucam."

İkimiz de sustuk. Laf orada asılı kaldı, tekmil gibi. Adam bu sırada zor bela ayağa kalktı. Burnunun üstünde eli hâlâ duruyordu, kan parmaklarından çenesine akıyordu. Adamlarına döndü, nefes nefese.

"Video kaydı açın. Hemen!" dedi. "Şu askerlerle biraz eğlenelim bakalım..." dedi yüzünde aptal bir gülümseme ile.

Gözlerimi devirdim. Allah’ım sabır. Belli ki adam hâlâ mesajı alamamıştı.

"Çekin çekin! Ben bunun götüne bayrak direğini sokarken de çekin!" dedim, sesim mekânın beton duvarlarında tokat gibi yankılandı.

Hepsi bana "Bu deli artık sapıttı," der gibi baktı. "Ne bakıyorsunuz oğlum öyle? O poz boşuna giderse üzülürüm ben. İnsanın emek verdiği işi belgelesin istiyor!" dedim, gözlerimi faltaşı gibi açarak.

"Al şu ruh hastasını," dedi adam, yanındakilere dönerken. Sanki az önce kafasına yediği kafayı unutmuş.

"Ne ruh hastalığımı gördü şimdi bu piç ha?" diye söylendim dişlerimin arasından, kendi kendime ama herkes duysun diye.

"Komutanım," dedi Aren, sesini zor bastırarak, "Kesinlikle adamın götüne bayrak direği sokup göklerde sallandırma hayali size ait değildi."

"Lan," dedim bakışlarımı ona çevirerek, "Ben bu götü sence gökyüzünde sallandırır mıyım? Güzelim gökyüzünü bu göt lalesi yüzünden boka çevirmek istemem. Estetik zevkime ters."

Tam adam kollarımı açmaya yeltendiği anda, ben de o fırsatı kaçırmadım, dirseğimi kırıp omzumu ileri savurdum ve suratına öyle bir yumruk geçirdim ki çenesi sağa kaydı.

"Lan bunlar akıllanmıyor!" dedi Yiğit, bana bakarken.

"İşte," dedi Batur, kıkırdayarak, "Bunlarda da kural; beyni olanı içeri almıyorlar."

"Ve illa sikik tipli olacaklar." dedim, adamın suratına bir yumruk daha çakarken. "Şu tipe bak... gece görsen altına koyuverirsin. Kabus gibi tipi var it herifin."

O sırada bir başka adamın koluna girip, iki tanesinin kafasını hızla, dizlerimin gücüyle duvara geçirdim. Betonla kafa arasında çıkan ses tok ve tatlıydı.

"Tövbe haşa ama Batur, düşünsene..." dedim bir adamın kasıklarına tekmeyi gömerek, *"Senin kızın gece gece bu adamı görüyor."

"Gece gece görmesine gerek yok ki komutanım," dedi Çağrı, kahkaha atarak. "Bir sabah bile görse, çocukta kalıcı travma açar."

Bir anda Yiğit’in sesi çığlık gibi patladı. "MAVİ DİKKAT!"

Sesini duyar duymaz boynuma bir iğne saplandığını hissettim. Soğuk bir sıvı, damarlarıma sanki buz gibi bir yılan gibi yayılmaya başladı. Ense kökümden aşağı tüm bedenime yayılan o sıvı, içimdeki her şeyi zorla bastırmaya çalıştı.

Ama ne mümkün.

O sıvının etkisi, bana sadece bir duraklama, geçici bir donukluk getirdi. Normal bir insan olsam yere yığılırdım. Ama ben normal değildim. Ben Mavi'ydim.

Evet, ilaçlar, serumlar, zehirler... hepsine bedenim yıllar içinde direnç kazanmıştı. Normalde bir insanı yere serecek şeyin bana etki edebilmesi için, üç-dört katı doza ihtiyaç vardı. Bu da öyle olmuştu.

Kısa bir süreliğine belki en fazla iki, üç dakika bedenim sersemledi. Ama o kadar.

Tam etkisini atlatmaya hazırlanırken, biri aynı noktaya ensemin tam köküne soğuk bir silahın arka kısmıyla sertçe vurdu. Zeminle buluşmam bir çuval patates gibi oldu. Sert, hızlı ve karanlık.

Belirsiz bir zaman sonra...

Toprak kokusu ilk çarpan şey oldu. Üstüne, ayırt edemediğim ama tanıdık gelen metalimsi ve rutubetli bir kokuyla birlikte burnumun ucuna kadar geldi. Gözlerimi araladım. Göz bebeklerim karanlıkla kavga ederek netleşmeye çalıştı. Ama bir şey kesindi: ben hâlâ yaşıyordum. Ve bu onlar için kötü bir haberdi.

Benim için de öyleydi. Şehit olma hayalim bir kez daha elimden alınmıştı.

Bambaşka bir odadaydım. Beton duvarlar, üzerime üzerime gelen karanlık, rutubetin ciğere yapışan keskin kokusu... Her şey farklıydı. Soğuk bir metal zemine yaslanmıştım. Yiğit ve timden eser yoktu. Herkes başka yerdeydi. Ben yalnızdım. Ama yalnız kalmam onlara cehennemi yaşatacağım anlamına gelirdi.

Oturup öylece kaldım. Zaman kavramı kaybolmuştu. Ne kadar süre orada öylece oturduğumu bilmiyorum. Saniyeler mi geçti, saatler mi… Ama bir anda içimden gelen o savaşçı hisle boğazımı yırta yırta bağırdım. "BİZ DAĞLARA ATARIZ PUSU!"

Sesim duvarları döve döve yayıldı. Sadece moral değil, meydan okuma çığlığıydı bu. Hem sesimi duyurmak istiyordum, hem de bizimkiler devam etsin istiyordum. Bu bir mesajdı: "Ben hâlâ buradayım lan. Diriyim."

İlk başta sessizlik oldu. Ufacık bir yankı bile yoktu. Kalbim tekledi bir anlığına. Ama sonra… "BİZ DAĞLARA ATARIZ PUSU!"

Yiğit’in o tok, dağ gibi sesi, tam arkamdaki duvardan gürledi. Sanki yanımdaymış gibi. O an istemsizce sırıttım. Sesini duymak… iyi gelmişti. Belki de ilk defa o herifin sesini özledim lan, dedim içimden.

"HARAM OLDU GECE UYKUSU!" diye bağırdım. Sesim çatladı ama ruhum yükseldi.

Bir anda diğer sesler de patladı, bizim tim yankı oldu. "HARAM OLDU GECE UYKUSU!"

"Komandoya bir yudum su!" diye devam ettim. Şarkının sesine odaklanıp benim çıkaracağım sesleri duymamaları için özelikle yapıyordum.

"Komandoya bir yudum su!"

Ritüel gibi, bir ibadet gibi, her kelime göğe çakılıyordu. Beton bile titredi. Onlar sadece bağırmıyordu, bizim tim haykırıyordu. İstediğim de tam olarak buydu. "Vermez misin Konya kızı!" diye çınlattım sesi. Sesim arşa değdi.

Bu sefer her şeyin üstünden gelen bir ses vardı, Aren'di. Onun sesi başka türlü gürledi. "BİR ELİNDE EL BOMBASI!"

Daha marşı bitirmemiştik ama içimde Aren'le dalga geçme isteği bile kıpırdanmaya başlamıştı. Ama duramazdım. Bu marşı hiçbir güç durduramazdı. "Seninle taşşak geçecek konular vermiş oldun Aren."

"Bir elinde el bombası!"

"Bir elinde kasaturası!"

Bu sefer herkes birden, öyle bir bağırdı ki... Beton, çelik, toprak... her şey o sesin altında ezildi. Biz artık sadece marş söylemiyorduk. Biz savaş ilan ediyorduk. Amacım netti: O göt herifleri sinir etmek. Sinirlerini, sabırlarını, akıllarını sikmekti. Ve işe yarıyordu.

"Bir elinde kasaturası!"

"Sırtında da sırt çantası!"

Tam o anda içeriden bir ses patladı. Bir köpek gibi bağırdı biri "KESİN SESİNİZİ!"

Ah be... ah be salak... O lafı etmeyecektin. Biz bu sikik bağırdı diye susar mıydık? Ben ve susmak?

T-A-B-İ-K-İ H-A-Y-İ-R!

"Sırtında da sırt çantası!" diye bağırdım bir daha, daha da gür, daha da hırçın, daha da savaşçı bir tonla.

Sanki sadece ses değil, yumruk atıyor gibiydim her heceyle. O heriflerin psikolojisini lime lime edip içine tükürüyordum. "İKİNCİ BÖLÜK ASLANLARI!" diye çatlayana kadar bağırdım.

Sesim boğazımı yırtarak, duvarlara çarpa çarpa yayıldı. Kükreme gibi… emir gibi… savaşa çağrı gibi. Adamlar sesimi duymuş olacak ki -duymama gibi bir ihtimal dair yoktu- bulundukları yerden benim olduğum tarafa doğru geldiler. Ama yaklaşamadılar. Yaklaşmaya yürek mi yer lan onlar? Çünkü karşılarında ben vardım. Elimdeki silahla, diz çökmeden, korkmadan, diş gıcırdatarak bekliyordum.

Beni buraya koyduklarında başıma bir piç nöbetçi dikmişlerdi. Ama o piç, zincirli bir kadını küçümsemenin ne demek olduğunu bizzat öğrenmişti. Adam yaklaşmaya kalktığında, zinciri omuz kaslarımla yukarı çekip, kendimi havaya kaldırarak, bacaklarımı boynuna doladım. Kuvvetli bir asılış, ölümcül bir sıkış… Şangır şungur öbür tarafa gitti orospunun oğlu.

Ve o anda bağırdım: "ŞIRIL ŞIRIL SUYUN AKIŞI!" Marşı susturmadım. Öldürürken bile.

Birkaç kişi daha orada can verdi. Onları da susturdum. Hem de sonsuza dek. "Beline de bağlamış al nakışı!" Sesim silahtan daha keskin, kurşundan daha soğuktu.

Birini daha alnından indirdim. Düşerken çıkan ses toprağı bile titretti.

"Komandonun bir bakışı!" Bir kurşun daha, bir ceset daha. İzleyen olsaydı dua etmeye başlardı. Ama benim için dua edecek kimse yoktu. Ben dua eden değil, duanın kendisiydim.

"Yetmedi sana Konya kızı!" Daha lafı bitmeden biri daha süründü yerde.Kurşunu yediği anda vücudu gerildi, sonra çöktü. "Yetmedi mi lan!?" dedim dişlerimi sıkarak. "Benim için dua etmeyeceksin... BENİ DURDURMAK İÇİN TANRI'DAN AF DİLEYECEKSİN!"

"Vatan aşkı canımdadır!" Bir adam daha... beyninden vuruldu. Kolları titredi, dizleri boşaldı, ruhu çıkmadan gözleri camlaştı.

"Bayrak sancak kanımdadır!" Bu sefer bağırırken ciğerim yandı. Ama ne gam? Her bağırışım bir isyan, her kurşunum bir hüküm.

"Atasının yanındadır!" Biri daha devrildi. Adamı tam göğsünden vurdum, kanı göğsündeki bayrağa benzemeye başladı. Benim zaferim onun ölümünde yankılandı.

"İKİNCİ BÖLÜK ASLANLARI!"

Kendimi coşturmak değil, düşmanı delirtmek için bağırdım. İçimdeki o çığlık kulaklardan değil, korkunun ta kendisinden çıktı.

"Devre devre gelir gider!" Bir adam daha düştü. Yüzünde ölümden çok anlamışlık vardı. "Sen bizi çözdüğünde... çoktan ölmüş olacaksın, sikik."

"Ne gam kaldı, ne de keder!" Ve yine bir kurban daha.

Silahım sustuğunda bile sesim susturamadı kimse. Çünkü ben sadece düşmanı öldürmüyordum, düşmanın ruhunu da lime lime ediyordum. Ve bir ölüm daha.

"Coşku ile yemin eder!" diye haykırdım, gözlerim hâlâ kan tutmuş adamın cesedinde. Son kalana, bana iğneyi saplayan o şerefsiz piçe döndüm.

Odanın en uç köşesinde, titreyen elleriyle telefon kamerasını bana çevirmişti. Salak, ölmeden önce belgesel mi çekmeye çalışıyordu ne?

"İkinci Bölük Aslanları!" diye bağırdım, sesim odada yankılandı. Her adımımda o kıçı kırık bir adım geriye çekiliyordu. Kaçacak yer arıyordu ama köşeye sıkışmış fareden farkı yoktu.

"Mardin, Şırnak, Şenova’ya…" dedim, gözüm yandaki sivri demire kaydı. "Hakkari, Yüksekova’ya…" dedim, demiri elime aldım. Soğuk, ağır, sivri… tam göt yaracak cinsten. Yiğit ve timin gözleri bende. Yiğit’in bakışlarında bir şey vardı… rahatlama mı, hayranlık mı bilmiyorum ama gözünü benden alamıyordu.

"Tunceli, Diyarbakır’a…" dedim, demiri salladım adamın göz hizasında. Sırf dizleri düşmesin diye yapmadığım dans kalmadı.

"Lütfen… dur," dedi titreyerek. Omuz silktim.

"Dağlara çıkacağız dağlara!" dedikten sonra adamı çevirdim, ense kökünden bir darbe indirdim demirle. Dizlerinin bağı çözüldü, yere kapaklandı.

Ve sonra…

Demiri tüm gücümle götüne sapladım. Evet, bunu yaptım. Dediğimi her zaman yapardım. O sikik demirin ucu diğer taraftan fırladı. Adamın çığlığı yeri göğü inletti ama ağzından çıkan her harf, bana daha fazla zevk verdi.

"Eşkıya vuracağız eşkıya!" diye bağırdım kameraya bakarak. "Video boşa giderse çok üzülürüm ha," dedim gülerek, göz kırptım.

Sonra döndüm bizimkilere. "Eeeee beyler, sizde iyice tembelleşmişsiniz ha! Tek başıma bahar temizliği yaptım burada," dedim, elimdeki tabancayla zincirlere teker teker sıkarak.Önce Yiğit’i kurtardım. Ardından diğerlerini. Kurşun sesleri duvarlarda yankılandı, her biri özgürlüğün ilanı gibiydi.

En son Yiğit’e döndüm. "Marşı yarıda kestiniz. Pü size, yazıklar olsun," dedim daha lafımı bitirmeden o aniden bana sarıldı.

Elleri sıcak, benimkiler hâlâ kanlıydı. Öylece kaldım. "Her seferinde aklımı alıyorsun… En sonunda ben öldüreceğim seni," dedi boğuk bir sesle.

Donakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece içime çektim… Gökhan’ın kokusuna benziyordu. Burnuma çarpan anılar bile bir anlığına sessizleşti.

"Sakin ol şampiyon. Daha ölmedim," dedim sırıtarak.

Ama Yiğit’in gözleri ciddiydi, sesi titriyordu. "Lütfen Mavi…" dedi. "Lütfen bırak ölmeyi… Sana tek bir zarar bile gelmesin. Sen zarar gördükçe ben ölüyorum."

BÖLÜM SONU

 

 

 

Bölüm : 06.11.2024 00:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 27. Bölüm : 'Ben Türk Askeriyim.'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...