32. Bölüm

26. Bölüm : "Pusu"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

"Toprak." dedim arkama dönerek. Geceyi yaran ay ışığının altında tüm tim bana dönmüştü. Bakışlarındaki sorgulayıcı ifadeyi görmezden gelerek, keskin bir nefes aldım ve net bir sesle ekledim "Yuvaya dönüyoruz."

Timin yüzlerinde hafif bir rahatlama belirdi. Görev fazla uzun sürmemişti, bu bizim için şanslı bir gündü. Saatlerce, hatta günlerce ölümle burun buruna beklemek yerine gece sabaha varmadan dönüş yoluna girebilmek büyük bir lütuftu. Normalde haftalarca süren operasyonlardan sonra bu kadar çabuk biten bir iş hepimizi şaşırtıyordu. Şaşırmamız da gayet normaldi aslında. Normal olan her şey gibi…

Helikopteri beklerken alanın ortasında, yaralı adamı toparlamaya koyuldum. Ama tabii ki Yaren usulü. Yani, önce adamın suratını düzelterek.

"Ya şimdi bu yamuk yüzlü piç-" derken Yiğit sözümü kesti.

"Küfür etme lan küfür!"

"Kesme lan sözümü!" dedim bütün tersliğimle. "Kafayı bir gömeceğim şimdi." dedim ona bakarken. Gözlerine bakıyordum ve kaçırmak istemiyordum... "Şimdi bu yamuk yüzlü arkadaşın yüzünü düzeltmek için birkaç yumruk işe yaramaz mı be?"

"Komutanım öldürmeyin ha sakın." dedi Aren gülerek.

"Ölürse ağlar mısın Aren?" diye sordum ona bakarak.

"Kıçımıza kına yakarız komutanım." dedi Tolga gülerek.

"Tabii ki öyle yapacaksınız." dedim kafamı kaldırmadan.

"Komutanım öyle yaklaşmayın da adama."

"Tabii ki canım, ben bu şeref yoksununa çiçekle mi yaklaşacaktım?" diye kendi kendime mırıldanarak, kafasına geçireceğim torbayı elimde sıkıca kavradım.

Tam o sırada Yiğit’in sesi havada yankılandı. "Mavi, öldürseydin adamı direkt. Cesedi en azından Türkiye'ye tek parça halinde ulaşırdı."

Başımı kaldırıp, elimdeki torbayı sıkıca tutarak ona baktım. Kaşlarımı hafif kaldırıp alaycı bir ifadeyle konuşmaya başladım." Ne yapsaydım lan? Adamın kafasına torba geçirirken, ‘Pardon beyefendi, kafanıza bir torba geçirmem gerekiyor da, iki dakika izninizle torbayı takabilir miyim?’ mi deseydim?"

Yiğit omuz silkti. "Konuşmasaydın. Direkt geçire vereydin torbayı."

"Canım sıkılıyor ondan." Dedim omuz silkerek.

Çağrı bir kahkaha patlatarak söze atladı. "Komutanım, sizin canınız sıkılınca adam mı dövüyorsunuz?"

Başımı ona çevirdim, gözlerimi kısıp soğuk bir ifadeyle sordum. "He, Çağrı, bir sonraki de sen olmak ister misin? Bak, benim canım çok çabuk sıkılır."

Timin kahkahaları yükselirken, önümdeki adama torbayı geçirip suratına bir yumruk daha salladım. Kelepçeleri bileklerine sertçe geçirirken tiksintiyle söylenmeye devam ettim. "Yedi ceddini siktiğimin şerefsizi. Anan doğurmamış, sıçmış seni. Allah seni köpek diye yaratmak istemiş ama kontenjan doluymuş herhalde. Köpeğe hakaret amına koyayım, sana köpek demek."

Yiğit derin bir nefes aldı. "Ağzından bal damlıyor."

Gülerek ona döndüm. "Dimi dimi? Yine ben, yine ben! Terbiye denince akla gelen tek kişi, Mavi Yaren."

Yiğit başını yana eğip gülümsedi. "Milli sabır hareketi."

Aren söze girdi. "Komutanım, timdeki herkesin ettiği küfürleri toplasak bile sizin tek seferde ettiklerinizin yanına yaklaşamayız."

Omuz silktim. "Bana ne oğlum? Sanki size küfür ediyorum. Paşama bak!" dedim ve adamın ensesine sert bir tekme geçirdim.

Adam, acı dolu bir iniltiyle kıvrandı. Sonunda pes edip bağırdı. "Yalvarırım, şu kadının elinden alın artık beni!"

Timin kahkahaları gecenin sessizliğini deldi geçti.

Ama Yiğit gülmüyordu.

Çağrı, Yiğit’e dönerek sinsi bir gülümsemeyle konuştu. "Komutanım, fark ettiniz mi? Mavi ne zaman sinirlense sizinle atışıyor. Sizce de bu bir tesadüf mü?"

Yiğit kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Bence, bu gayet mantıklı bir analiz. Demek ki, Mavi'nin bana özel bir ilgisi var."

Gözlerimi devirdim. "Sana ilgim mi var? Asıl senin bana bir düşkünlüğün var. Ne zaman sinirlensem karşıma dikiliyorsun. Acaba Yiğit’in bilinçaltında ne yatıyor? Hı?"

Yiğit, dudaklarını büzerek başını öne eğdi. "Bilemiyorum Mavi. Belki de... seni izlemek hoşuma gidiyordur."

Sessizlik.

Timin sinsi bakışları, bastırılmış kıkırdamalar, gecenin ortasında üstüme çöken o garip his.

Yiğit’e baktım. Yiğit de bana.

İlk gözlerini kırpan kaybedecekti.

Birkaç saniye geçti.

Sonra Yiğit hafifçe gülümsedi ve bakışlarını yere indirdi.

"Kaybettin," dedim, alaycı bir ifadeyle.

Yiğit hafifçe gülerek omuz silkti. "Ben sana çoktan kaybettim.."

Çağrı iç çekti. "Ulan, aşkın en militarize hali…"

"Aşk mask anlamam ben Çağrı." Dedim en ters halimle. "Ben aşkı vatanıma bağlamışım."

Yerde yatan adama ters ters baktım.
"Göt." diye mırıldanarak Yiğit’in yanına geçtim.

Yiğit, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle bana döndü. "Öldürseydin bari. Adam daha az acı çekerdi."

Kaşlarımı çatıp ona yan gözle baktım.


"Sürülsün eskortun doğurduğu döl israfı piç." diye homurdandım.

Yiğit anında yüzünü ekşitti. "Etme da artık küfür." dedi, sesinde hafif bir sertlik vardı.

Omuz silktim. "Ya sana mı ediyorum? Sana ne?"

Bazen cidden canım sıkılıyordu. Bir çakıp bir duvara çakma isteği içimde bir yerde kıpırdanıyordu. Ve şu an Yiğit de o duvar olabilirdi.

İçimde bir şeyler sıkışıyordu. Nefes aldıkça batıyordu.

Neredeyse bir yıl olmuştu tanışalı. Aynı şekilde timle de öyleydi. Ve kabul etmek istemediğim bir gerçek vardı ki… ben insanlara alışıyordum.

Korkutucu olan da buydu.

İçlerinden biri olması gerektiği yerde olmadığında, mideme bir yumruk yemiş gibi hissediyordum.
Kalbime değil. Mideme. Çünkü kaybetmenin acısı, kalbe değil mideye vuruyordu önce. İnsan kaybettiğinde, acıdan önce mide bulantısı hissediyordu.

Ben birine alışmaktan korkuyordum.

Çünkü ne zaman birine alışsam… gidiyordu.
Ne zaman birine ısınsam… kayboluyordu.
Ne zaman birini sevsem… ölüyordu.

Bu, benim üzerimde dolaşan lanet gibiydi.

Ve ben… bu timden birini daha kaybetmeye dayanamazdım.

Etrafıma göz gezdirdim. Aren bir şeyler anlatıyordu. Çağrı, Tolga'ya laf yetiştiriyordu. Batur, yaralı adamın üstüne torbayı geçiriyordu. Hepsinin bende ayrı ayrı yerleri vardı.

İçlerinden birine zarar gelse… zarar vereni de, verdireni de yakardım.

O sırada Yiğit’e döndüm. Ama ben ona dönmeden önce de zaten beni izliyordu.

Bana değilmiş gibi başka bir yere baktı hemen.

Aklımın içindeki her şey, o an ağzımdan fırladı. "Yiğit."

Neden söylediğimi bilmiyordum. Ne diyeceğimi de bilmiyordum. Ama Yiğit, ismini duyar duymaz bana baktı. Gözleri, hep olduğu gibi keskin ve karanlıktı.

"İyi ki tanıştık."

Bunu niye söyledim?
Bilmiyordum.
Gerçekten bilmiyordum.

Ama içimde bir şey boğuluyor gibiydi ve onu kurtarmam gerekiyordu.

Yiğit, olduğu yerde dondu. Bir an ne dediğimi çözmeye çalışır gibi baktı bana. Sonra… biraz daha dikkatlice.

Sanki içimde bir şeyleri okumaya çalışıyordu.

Ama ben bir kitabın kapaklarını sıkı sıkıya kapatmıştım.

O donmuş, bana bakarken, ben homurdandım. "Bön bön ne bakıyorsun oğlum bana? Çakacağım şimdi ağzına."

Yiğit’in dudak kenarı hafifçe kıvrıldı ama gülmedi. "Yapma."

Kaşlarımı çattım. "Neyi lan?"

Bana baktı. Ama farklı baktı.
Bu, her zamanki o alaycı bakış değildi. Bu, sorgulayan bir bakıştı.

"Ayarlarım ile oynama."

Ne?

Ne?

"Senin ayarların ile nasıl oynuyorum? Yiğit, mal mı oldun oğlum? Kendinle beraber beni de mi mal etmek istiyorsun?"

O her zamanki Yiğit gülüşüyle başını eğdi. "Boş ver."

Gözlerimi devirdim. "Gözün çıkacak gözün."

Ama Yiğit, hala gülümsüyordu.
Sanki aklımın içindeki o boğulan şeyin ne olduğunu biliyor gibiydi.

Bilmiyordu.
Bilmemesi gerekiyordu.

O yüzden konuyu değiştirdim.

Silahımı yalandan havaya kaldırarak "Bana seni öldürmemem için geçerli bir sebep ver." dedim.

Yiğit gözlerini kırpmadan baktı. "Kıyamazsın."

Ters ters iç çektim. "Haklı göt."

Yiğit kahkaha attı. "Küfür etme küfür! Ayıp. Ağır başlı, terbiyeli, hanım hanımcık bir kız olman lazım senin."

İleride ağır ağır uçan bir baykuş gibi süzüldü sesi.

Ve ben de, gözlerimi ondan ayırmadan, "Ben hanım hanımcık olsam, sen burada olmazdın Yiğit." diye fısıldadım." Barbie olmayı sana bırakıyorum, ben harbilikten devam ediyorum." dedim, omuz silkerek.

"Lan!" diye tepki verdi Yiğit hemen. Yanından geçerken dönüp ekledi, "Barbie falan ayıp oluyor he."

"Aynen tamam ondan." dedim alaycı bir sesle.

Bana ters ters baktı. "Beni öldürecek gibi bakmayı kes." diye güldüm.

Ama Yiğit’in bakışları anında yüzüme, özellikle de gülüşüme takıldı. Gözleri, gülüşümün kıvrımlarında birkaç saniye gezindi. Sonra mırıldandı." Ayarlarımla oynama diyorum, nefes alsa ayarlarımı bozuyor kız."

Ne dediğini tam duymamıştım.
Merak da etmiyordum.

Adama doğru yürüdüğüm esnada dağın arkasında bir hareketlilik fark ettim.

Öylece donakaldım.

Eğer gözlerim beni yanıltmıyorsa, orada birileri vardı.

Nefesimi tuttum. Etrafı huzursuzca taradım.

Her baktığım noktada birilerini seçiyordum. Üzerlerinde kamuflaj vardı. Dikkat etmesem, asla fark edemezdim. Oralarda olduklarını anlamam mucizeydi.

Ve o mucize, şu an herkesin hayatını kurtarabilirdi.

Aniden bağırdım.

"SİPER ALIN!"

Tam o anda, adamlardan biri Batur'a doğrulttu silahını.

Batur yana doğru atıldığında, az önce durduğu yere bir mermi saplandı. Koca bir delik açarak…

Ama ben o sırada, o siyah torbalı adamın pis kahkahasını duydum.

"Eee, Türk askeri…" diye hırladı. "Yolun sonuna geldiniz işte."

O an bitti.

Sinir damarlarımdan bir fırtına gibi geçti.

"Ebesinin amına soktuğumun şerefsizi!" diye tısladım. "Kes o sesini, yoksa ses tellerinin her bir zerresini ayrı ayrı sikerim!"

Torbalı adamın omuzları istemsiz kasıldı. Sesimdeki öfkeyi hissetti.

Ölümle burun buruna olduğumuz halsde adam yine bizden korkuyordu.

Ben sırtımı dayadığım kayanın arkasına iyice sindim. "Siktir siktir siktir!" diye mırıldandım.

Kafamı hafifçe çıkardım. Dürbün yardımıyla nişan aldım.

Ve başladım.

İndirdim.
İndirdim.
İndirdim.

Ama mühimmat azdı. Onlar korkudan sürü halinde gelmişlerdi. Her yerdelerdi.

"İyi misiniz?" diye sordum telsizden.

"İyiyiz." diye cevap geldi. Herkesten.

Ama adamlar çember oluşturmuştu.

Bunu anında fark ettim.

Ve tek korkum, helikopterin şu an gelmesiydi.

Gelirse, onu patlatırlardı.

Dişlerimi sıktım. Mühimmatım tükenene kadar savaştım.

Büyük tüfeğin mermisi bitince, silahı yana fırlattım.

Kendi tabancamı çektim.

Yan ceplerimi yokladım. Yedek olarak sadece iki şarjörüm vardı.

Toplamda 21 mermi.

21 kişiyi daha sikelim bakalım.

Derin bir nefes aldım.

Ve sayarak ateş ettim.

Bir.
Bir adam daha düştü.

İki.
Bir tane daha.

Üç.
Dört.
Beş…

On.

On beş.

Yirmi.

Son mermiyi de attım.

Yirmi bir.

Yirmi bir mermi.
Yirmi bir ölü.

"Siktir.mermi bitti." dedim.

Yiğit bana baktı.

Hiç tereddüt etmeden şarjörünü çıkardı ve "Yakala." dedi.

Attı.B en de havada yakaladım.

Ve Yiğit'in gözleri bir an bile üzerimden ayrılmadı.

"Eyvallah." dedim, şarjörü silaha takarken, her zaman olduğu gibi Yiğit’ten alacağım yardım karşısında soğukkanlıydım.

"Eyvallahın ile yaşa." dedi Yiğit, gülerek.

Gülümsemeden edemedim. Bu kadar hengamenin içinde bile, gözleri gülüşüme takılmıştı. O an, o gözlerdeki anlamı çözmek istesem de hemen öne atıldım.

Sis bombasının sesi her şeyi değiştirdi. Gözlerim hemen fark etti.

Bir sis bombası, tam ortamıza düştü. Duman ve gaz etrafımıza hızla yayıldı. Herkes bir süre daha ayakta kalıp çatışmaya devam etmeye çalıştı, ama ben anladım ki, bu ortamda bizden hayatta kalan tek kişi ben olacaktım.

Sis bombasının yaydığı gazın etkisiyle herkes teker teker bayılmaya başladı. Ama ben… Benim için başka bir şeydi bu.

Babamın küçükken üzerimde denediği her ilaç ve zehir yüzünden, böyle gazlara karşı bağışıklık kazanmıştım. Herkesin bayıldığı o an, ben dimdik ayakta kaldım.

Etrafımı taradım, timin her bir üyesinin halini tek tek gözlerimle inceledim. Hepsi sırasıyla yere yığıldı. Ama ben bir şekilde ayakta kalıyordum.

Sis ve gazın kokusunun sadece bayılmak için etkili olduğunu fark ettim, ciğerlerimi yakan bir etkisi vardı ama ölümcül değildi. Şükrettim içimden, ne kadar zor olsa da, en azından hayatımı kaybetmeyecektim.

Etrafıma göz attım. Mor renkli gözlerim, şu anki stres ve sıkıntıdan ötürü her zamankinden koyuydu. O kadar emindim ki, bu ortamda gözlerimden ne kadar güçlü olduğumu hissedebiliyordum.

Mermiler.

Herkesin mermilerini toplamak gerekirdi. O yüzden hızla mermilerin olduğu her yeri kontrol etmeye başladım, başımı havaya kaldırmadan. Normalde başımı kaldırmam, hiç de umurumda olmazdı. Ama burada, Yiğit ve timin üyeleri hayatta kalmalıydı.

Ve benim boynumun borcu, onları korumaktı.

Yiğit’in bakışları peşimi bırakmadı.

"Ne yapıyorsun, Mavi?" dedi, en son gözleri gülüşümdeyken.

"Yavaş ol, mermileri toplarken birilerini vurursun!" diye uyardı beni, gülerek.

"Sıkı dur, Yiğit!" dedim, gözlerimle mermileri kontrol ederken. "Bu kadar stresin arasında adam gibi yardım etmiyorsun, ama ben burada hepinizi kurtarmaya çalışıyorum!"

"Hadi be, ben sana katıldım da…" Yiğit şakalaşarak devam etti. "Sana mermi gerekse de, ben hep arkandayım. Ama yine de çaktırma!"

Her iki elimi kullanarak, her yere dağılmış mermileri toplamaya devam ettim. "Uzanma, tembel!" dedim Yiğit’e, bakışlarımı ona yönlendirerek. "Senin işin bitti, ben devam ediyorum!"

Batur’a yaklaştım ve onun mermilerini de topladım, yavaşça ileri doğru ilerlerken.

"Bu kadar malzeme topladık," dedim, kar maskemi ağzımda tutarak. "Geriye bir tek kimse bayılmasın. Çünkü geberteceğim."

Bir yandan mermileri toparlarken, Yiğit'in gözlerinin bana ne kadar odaklandığını hissedebiliyordum. O da sessizce etrafı tarıyordu.

Ama bir yandan da hep tatlı tatlı atışmalarımıza devam ediyorduk. Yiğit’in bana ne kadar önem verdiğini bilmek, her şeyin bir anlamı olduğunu hatırlatıyordu.

"Hadi bakalım, yeterince eğlendik." dedim, kar maskesini ağzıma iyice çekerek. "Şimdi takılma zamanı!"

Ve yavaşça etrafı taramaya devam ettim, ne kadar tehlikeli olursa olsun, bir adım bile geri atmadım.

Yiğit bir süreliğine mermileri bitmiş, tam arkasına geçip siper almıştı. Hızla gözleri kör eden bir sis bombası patladı, etrafı sarıp tüm görüş açısını engellediğinde, Yiğit'in gözleri giderek bulanıklaşmaya başladı. Her şeyin bir sis perdesine dönüşmesiyle, ilk başta komik bir şekilde gülmeye başladı.

"Sürekli konuşma, bakıyorsun kafamı karıştırıyorsun." Dedi bir an. Sonra bir adım daha attı, ama o adımda sanki bir dünya kayboldu. Gözlerinde bir gariplik vardı.

"Yiğit, iyi misin?" diye sordum, sesim bir türlü çıkmadı.

Gözleri tekrar bana döndü ama, ne kadar titreyen elleriyle kollarını sarmaya çalıştıysa da bir şeyleri yerinde tutmakta zorlanıyordu.

"Ben... Biraz... Yorgunum..." Dedi, ama gözlerinde kaybolan bir şey vardı. Şuurunun kaybolduğunun farkına varamıyordu.

Bunu anlamam uzun sürmedi, o kadar acımasızca konuşan Yiğit'in bu hale gelmesi beni korkutmuştu. İçimi bir korku sardı. Hemen aceleyle yanına koştum.

"Yiğit, her şey yolunda mı? Beni duyabiliyor musun?" diye sordum. Gözleri bir an daha netleşti ama hala bulanık bir şekilde bana bakıyordu.

Sanki her geçen saniye, Yiğit’in bilincini kaybediyordu. Bu yüzden kafasını tekrar sarmaya çalıştığında istemsizce yere düşmeye başladı.

O anda hissettiğim şey bir tür boşluktu. Sanki her şeyin sonuymuş gibi, ama aynı zamanda her şeyin başlangıcıydı.

"YİĞİT!" diye bağırdım son gücümle. "Hay sikim!" diyerek çatışmaya devam ettim.

En sonunda ayağa kalkıp başka bir kayanın arkasına geçip kendimi iyice kamuflaj ettim. Dayanabildiğim kadar dayanacaktım. Eğer ölürsek de hep beraber şehit olacaktık. Ama bazıları var ki, bok yoluna götürmeden gitmeyeceklerdi.

Teker teker şarjörleri değiştirerek gördüğüm her adamı teker teker indirdim. Buraya yaklaşmalarına izin vermiyordum. Tim üyeleri siper aldıkları yerlerde hâlâ oldukları için hiçbirine herhangi bir şekilde mermi değme ihtimali bile yoktu. Onları korumak için ekstra çaba harcamıyordum.

"Ebesinin amına soktuğumun şerefsizleri! Yedi ceddimi sikim ben sizin! Amına koyduklarımın sikikleri!" Diyerek teker teker adamları indirip, onlara ağzım dolusu sövüyordum.

Mermim bitmek üzere olduğunun farkına vardım, ama o an kafamı kayanın üst tarafına kaldırdığımda orada olan adamların birkaçını daha indirdim. Tam o anda enseme çarpan soğuk ve sert bir şeyle olduğum yerde bayıldım.

Bayılırken aklımdan tek geçen tim üyelerinin herhangi birine zarar verecekleriydi. Ve saçma bir şekilde, aralarından zarar gördüğü takdirde sanki benim de canım yanacakmış gibi hissettiğim biri vardı. O kişi ise Yiğit'ten başkası değildi.

 

 

 

 

 

​​​​​​

 

 

 

​​​​​​

 

 

​​​

 

​​​

Bölüm : 04.11.2024 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 26. Bölüm : 'Pusu'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...