25. Bölüm

22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Helikopterin gürültüsü kulaklarımdan silinmemişti henüz. Rotorun rüzgârı saçlarımı savururken, yere bastığımda ayaklarımın altındaki toprağın soğukluğunu hissettim. Gökyüzü kararmıştı, yıldızlar uzaktan parıldıyordu ama göğün altındaki bizler, karanlığın bir parçasıydık.

İbrahim Albay dimdik duruyordu, gözlerindeki gurur okunuyordu.

“Toprak, yine harika bir iş başardınız. Sizi kutluyorum.” Sesi tok ve netti.

“SAĞ OL!” diye karşılık verdik, hepimiz. Gür ve tek ses. Yorgun ama dimdik.

“Evlerinize gidip dinlenin.” dedi Albay.

Yine aynı anda, “SAĞ OL!” dedik ve içeri yöneldik. Üzerimizdeki ağır teçhizatı çıkarıp, yanmış barut kokusunun hâlâ sinmiş olduğu kıyafetlerimizi değiştirdik. Ama yorgunluk geçmiyordu, savaş alanından dönen bedenler dinlenebilir belki, ama zihin hep savaşta kalırdı.

Yiğit’in yanına gittim. “Hadi gidelim.” dedi. Sadece kafa salladım. Yorgunluk dilime vurmasa da kemiklerimin içine işlemişti.

Elinde “Yere Yakın, Yıldızlara Uzak” kitabını tutuyordu. Parmakları, sayfaları rastgele çevirirken bile her harfi ezberlemiş gibi duruyordu. Kolundaysa ona aldığım saat vardı. O an, o saati seçerken ne kadar düşündüğümü hatırladım. Nedense içimde tuhaf bir sıkışma oldu. “Uykum var.” diye sızlandım, adımlarımı sürükleyerek.

Yiğit göz ucuyla bana baktı, sonra hafifçe gülümseyerek, “Sen uyumayı biliyordun yani?” dedi dalga geçerek.

Sesinde yorgun ama sıcak bir alay vardı. “Niye, ben insan değil miyim?” diye cevap verdim.

Yiğit kahkaha attı. “Sen uzaylısın.” dedi. Gamzesi belirginleşti.

O gamze…

Bir an duraksadım. İçimde bir yer kanamaya başladı. Nefes aldım ama ciğerlerime dolan hava, göğsümde bir ağırlık bıraktı. “Gökhan’a bu kadar benzemen normal mi, Yiğit?” Sorusuz bir cümle gibi çıktı ağzımdan, ama aslında cevabını bilmediğim en büyük soruydu bu.

Yiğit’in yüzündeki ifade dondu. Beklemiyordu. “Anlamadım?” Sesindeki tereddüt, neyi anlamadığını mı sorguluyordu, yoksa gerçekten anlamamış mıydı, bilemedim.

Bir adım daha attım ona doğru. Onun kokusunu duydum. O kokuyu ben biliyordum. “Kokun… Gözlerin, bakışların, yüzün ve gamzen…” Kelime kelime, içimdeki ağırlığı dışarı çıkarır gibi konuştum. “Her şeyinle ona benziyorsun.”

Ve sessizlik çöküverdi aramıza. Sadece kalbimin sesi vardı. Belki onun da.

“Bilmiyorum. Sadece benziyoruz.” dedi Yiğit, sesi hafifçe alçalarak.

Kafamı salladım ama içimde tuhaf bir his vardı. Daha fazlasını sormak istiyordum ama bu gece yeterince savaş vermiştim. “Ben markete gideceğim.” dedim aniden.

“Neden?”

“Çikolata alacağım.”

Yiğit gözlerini kıstı, dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Senin tatlı krizin vardı, değil mi?”

“Evet.” dedim, itiraf eder gibi.

Gülümsedi. O an yüzüne düşen gölge bile gamzesinin belirginleşmesine engel olamamıştı. Sonra alçak bir sesle mırıldandı: “Benim de seni yiyesim var be kızım.”

Kaşlarımı çattım. “Duymadım, ne diyorsun?”

“Hiçç.” dedi, ‘i’ harfini uzatarak.

Kendi kendine gülerek markete doğru ilerledi. Onu izlerken gözüm yandaki AVM’ye takıldı. Vitrinde ışıkların altında parlayan Fenerbahçeli bileklikleri gördüğüm an içimde çocukça bir heyecan kabardı. Direkt bilekliklere aşık oldum resmen. Yiğit’in marketten çıkmasını bekledim. Cidden, dükkanın önünde dikilip bekledim. O marketten çıkar çıkmaz yanına atladım. “Yiğit. Yiğit. Yiğit!”

“Ne oldu sana? Enerji yüklemesi mi yaptın?” dedi, kahkahasını tutamayarak.

“Bileklik alacağım, gel buraya!”

Onun elini kaptığım gibi az önce gördüğüm mağazaya sürükledim. Vitrindeki bilekliklerden üçünü de aldım. Yiğit, gülerek kollarını göğsünde bağladı. “Sen hâlâ Fenerbahçeli misin?”

“Tabii ki!” dedim, sanki başka bir ihtimal olabilirmiş gibi. O da benim aldığım bilekliklerin aynısından aldı. Şaşkınca ona döndüm.

“Sen de mi Fenerbahçelisin?”

Yiğit omzunu silkti. “Evet.”

Tam bileklikleri kasaya uzatacakken, Yiğit elimden aldı. Kaşlarımı çattım. “Bu da benim hediyem olsun.” dedi, göz kırparak.

İçimde sıcak bir şeylerin kırıldığını hissettim. Koca bir savaşın içinden çıkıp gelen ben, küçücük bir bileklik hediyesiyle yumuşamıştım. Dudaklarımdan düşünmeden döküldü: “Varlığın yetiyor.”

Yiğit, önce kısa bir an sustu, sonra gülümsemesi genişledi. “Bu ne demek hanımefendi? Hayırdır, bana mı aşık oldun?”

Gözlerimi devirdim ama içimde bir şeyler titredi. Yiğit, Gökhan’a çok benziyordu… Ama o, Gökhan değildi. "Hayır. Şu koca dünyada güvendiğim üç insandan birisin. Ve varlığın güzel hissettiriyor."

Yiğit’in gözlerinde bir anlığına bir şey parladı. Belki şaşkınlık, belki de kelimelerimin bıraktığı ağırlığın yankısı. Ama göz açıp kapayıncaya kadar yok oldu. "Eyvallah." dedi yalnızca.

"Eyvallahın ile yaşa." dedim onun bana dediği gibi gülümseyerek.

Kasaya doğru ilerlerken hâlâ elini tuttuğumu fark etti. Bir an buz kesildim. "Çok pardon." diyerek hızla çektim elimi. Yiğit kıkırdadı. "Bu ne panik kızım?" der gibi bakıyordu ama sesli söylemedi. Sadece gülümsedi ve kasaya yöneldi. Ben içimden kendime söyleniyordum. "Kendine gel Mavi."

Yiğit, ödemeyi yapıp yanıma geldiğinde mağazadan çıkmıştık bile. Bir banka oturdum ve bileklik paketini açtım. Elimdeki ince zinciri parmaklarımın arasından geçirirken, sol bileğimdeki papatyalı bilekliğe gözüm takıldı. Orada hep o vardı. Çünkü Gökhan, o gün bilekliği yanlışlıkla sol bileğime takmış ve ben de onu hiç çıkarmamıştım.

Önce sağ bileğime yumuşak olan bilekliği taktım. Sonra Yiğit elimde kalan iki bilekliği de aldı ve kendi elleriyle bileğime geçirdi. Parmakları bileğimi sararken duraksadı, ama hemen sonra sıkıca kilitledi.

"Seninkiyle aynı sıraya tak." dedi alçak bir sesle.

Kafa salladım ve bilekliğimi onunkiyle aynı sıraya taktım. Gözlerim parlarken, "Çok güzel." dedim.

Yiğit başını eğip bilekliklere baktı, sonra gözleri benimkilere kaydı. "Hadi gel gidelim. Gözlerin kızarmış uykusuzluktan."

Başımı iki yana salladım. "Alt tarafı bir gün uyumadım ya sadece."

Yiğit kaşlarını kaldırdı. "Göreve gitmeden önce de fazla uyumamıştın. Senin şimdi başın ve karnın da ağrıyordur. Heh, al bakalım çikolatanı." Elinde tuttuğu çikolatayı bana uzattı.

Gözlerimi kıstım. "Ben bir şey mi dedim?"

Yiğit güldü. "Sana mı ihtiyacım var tahmin etmek için?"

Gülümsedim ve elindeki çikolatayı aldım. "Eyvallah."

"Eyvallahın ile yaşa."

Sokak lambalarının loş ışığında yürüyerek eve vardık. Can abim işteydi ama kapıdan içeri adım atmamla Ateş’in kollarını bana dolaması bir oldu. "Kız, insan haber verir geliyoruz diye." dedi sitemle.

Omuz silktim. "Öyle mi?"

Ateş kaşlarını çattı. "Kesin yine başına iş aldın."

Yiğit kapının eşiğinde durup gülerek başını iki yana salladı. "Ona sorarsan hiçbir şey yapmadı."

Gözlerimi devirerek çikolatamdan bir ısırık aldım. İçimde bir şeyler tuhaf şekilde hafiflemeye başlamıştı. Ama Yiğit’in gözlerinde gördüğüm o gölge hâlâ oradaydı. "Üşeniyorum." dedim ve Ateş’in sıkı kollarından büyük bir çabayla kurtuldum. Yukarı çıkıp hızlıca bir duş aldım. Su vücudumu sararken, sıcaklıkla birlikte günün yorgunluğu da üzerimden akıp gitti.

Havluyla saçlarımı kurulayarak dolaba yöneldim. Normalde crop giyerdim ama Ateş izleri görmesin diye bol ve kısa kollu siyah bir tişörtü seçtim. Şortu da üstüme geçirip aşağı indim. Ateş, gözleri heyecanla parlayarak elinde bir şeyle yanıma geldi. "Mavi, Ateş bir şey almış ve hepimizin takmasını istiyor." dedi, sesi çocukça bir sevinçle doluydu.

Kaşlarımı kaldırarak baktım. "Ne bu?"

Ateş’in yüzü daha da aydınlandı. "Ya, dördümüzün ortak bir şey takmasını çok istiyorum. Lütfen, Zeze’m."

Bu haline istemsizce güldüm. Küçük bir çocuğun isteği gibi masumdu. Elindeki mavi renkli kolyeyi aldım ve avuçlarımın içinde çevirdim. "Tamam, takarım ben bunu. Çıkarmam da." dedim.

"Ben istiyorum maviyi." dedi Yiğit aniden.

Gözlerimi devirdim, omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Yeşili tak ya sen. Ne güzel, adıma da uyuyor."

Yiğit başını yana eğdi. "Yeşili mi takayım?"

"Yeşili tak." dedim kesin bir sesle.

Ateş kırmızı kolyeyle cebelleşirken, iç çektim ve kolyeyi elinden alıp boynuna taktım. "Seninle mi uğraşacağız şimdi?" diye söylenirken Ateş kıkırdadı.

O sırada, Yiğit de kolyesiyle mücadele ediyordu. Elinden alıp takmak için arkasına geçtim. "Bayım, boyunuzun maşallahı var ve ben yetişemiyorum. Bir eğilseniz mi?" dedim, hafif alayla.

Yiğit güldü, o bildik umursamaz gülüşüyle. "Tabii ki." dedi ve eğildi.

Elim boynuna değer değmez vücudu kaskatı kesildi. Bir an duraksadım. Bakışlarımı onunkilerle buluşturmadım, hızlıca kolyeyi taktım. Yiğit doğruldu ve gözlerini üzerimden çekmeden elimdeki mavi kolyeyi aldı. Islak saçlarımı omzumdan öne doğru attı. Parmaklarının hafif dokunuşu tüylerimi diken diken etti. Sonra kolyeyi boynuma taktı.

"Eyvallah." dedim hafifçe gülümseyerek.

Arkamı dönüp yukarı çıkmaya başladım. "Nereye?" diye sordu Yiğit, sesi biraz daha yumuşaktı bu sefer.

"Uykum var. Uyumak istiyorum." dedim basamakları çıkarken.

"Gel saçını kurutalım önce." dedi aniden. Durakladım. Arkamı döndüğümde Yiğit’in gözleri ciddi ve yumuşaktı.

"Kurur uyanana kadar. Uykum kaçarsa uyuyamam ki ben." dedim, gözlerimi tekrar kapatırken.

"Tamam. İyi uykular sana. Ben de duş alıp uyurum." dedi Yiğit, sesinde sakin bir ton vardı ama gözlerindeki telaşı hala hissedebiliyordum. Kafamı sallayarak yukarı çıktım. Yatakta sıcak yorganın altına girip kulaklıklarımı taktım. En ufak bir sesle uyanıyordum, bu yüzden Yiğit odama girdiğinde uykumun bölünmesini istemiyordum. Bir daha uyumak çok zor olurdu.

Gözlerimi kapattım ve derin bir uykuya daldım.

Ne kadar süre uyuduğumu hatırlamıyorum ama bir anda Yiğit’in ellerinin koluma dokunmasıyla uyandım. Kulaklıklarımı çıkardım, gözlerimi araladım ve Yiğit’in endişeyle yüzüme baktığını gördüm. Bu sefer kabus görmemiştim, ama Yiğit’in hali kabus gibiydi.

"Mavi, seni uyandırmak istemezdim ama bir şey oldu." dedi, sesi titreyerek. Gözlerinden yaşlar süzüldü.

"Ne oldu Yiğit? Birine bir şey mi oldu?" dedim, hemen oturup onu dinlemeye hazır oldum.

"Kimseye bir şey olmadı." diye hızlıca ekledi. "Benimle hastaneye gelir misin?"

Kalbim hızla çarpmaya başladı. "Sana mı bir şey oldu?" dedim, ellerim titremeye başladı.

"Hayır, anlatırım yolda. Hızlıca hazırlanıp gelir misin?" dedi.

Başımı sallayarak yatağımdan fırladım. Hızla dolabıma yöneldim, ne olduğunu öğrenmek için beklemeliyim ama hislerim boğulmuştu. Yiğit’in endişesi her şeyden daha büyük bir boşluk bırakıyordu. Hızla giyindim, bavulumdan birkaç parça kıyafetimi aldım ve aşağıya indim.

Motorun anahtarını aldım, kasklarımızı cebimden çıkardım ve Yiğit’in yanına gittim. Kaskını uzatıp, hızla dışarı çıktık. Hangi hastaneye gideceğimizi söyledikten sonra, motorun sürücüsü ben oldum. İkimiz de sessizce hastaneye doğru ilerlerken, içimde bir şeyler büyüyordu.

Hastaneye vardığımızda, Yiğit’in elleri titreyerek kaskını çıkardım.

"Mavi, bu gün benim yakınımda ol. Lütfen, sana dokunacağım kadar yakınımda ol." dedi, neredeyse yalvaran bir sesle. O an, yaşadığı acıyı kelimelerle anlatmak mümkün değildi. Elini tuttum, parmaklarım onun ellerine sıkıca sarıldı.

"Yanındayım. Dokunuyorsun, tamam mı bana?" dedim, gözlerindeki korkuyu ve çaresizliği fark ederek. Elimle, gözlerinden süzülen yaşları sildim. "Anlat bana."

Yiğit başını eğdi, gözleri dolmuştu ama bir şeyleri itiraf etmekte zorlanıyordu. "Mavi, nefret edersin benden." dedi, sesi kırılgan ve boğuk. "Ben nefret etmeni kaldıramam benden."

"Etmem. Anlat bana Yiğit." dedim, göz yaşlarını silerken.

Yiğit, bir süre gözlerimdeki kararlılığı gördü ve derin bir nefes aldı. "Benim bir suçum yok ama o babanın çocuğu olduğun için nefret edersin benden."

"Etmem. Babanın suçunu yüklemem sana." dedim, ona güvenle bakarak. "Hadi anlat bana."

Bunu söylediğimde, gözlerinden düşen yaşları tekrar sildim. Yiğit’in gözlerinde bir korku vardı ama aynı zamanda bir açıklama yapma ihtiyacı da. Ne olduğunu hissedebiliyordum ama duyduğumda kelimeler, beni şok etmeye yetti.

"Babam bir kadına zorla sahip olmuş." dedi. İlk başta, bu sözler kafamda yankılandı. Şok oldum, ama hissettiğim şey yalnızca şaşkınlık değildi, aynı zamanda bir öfkeydi. Yine de, göz yaşlarını silmeye devam ettim, çünkü Yiğit’in acısı, tüm sözcüklerin ötesindeydi.

"Kadın hamile kalmış Mavi. Doğum yapmış ve ölmüş. Babam da bakmamış, öldürün bebeği demiş." Yiğit’in sesinde bir kırılma vardı. Babasına duyduğu öfke, şimdi gözlerinden akıyordu. "Bebek sadece birkaç saat önce doğmuş Mavi. Benim kardeşim o. Benim gibi onu da sokağa atıyorlar Mavi." Yiğit’in ağlaması içimi parçaladı. O kadar derindi ki, gözlerindeki acı tüm odanın içine yayıldı. "Benim yanımda yine birileri vardı. Kardeşim vardı. Abim vardı. Bir kız vardı. Mavi, benim bir ailem vardı ama onun kimsesi yok." dedi, gözlerinden akan yaşlar hızla yüzünü kapladı.

O an, her şeyden daha önemli bir şey vardı: onu tutmak, ona güven vermek. Hızla ona yaklaşıp, onu kendime sıkıca sarıldım.

"Şşş, ben varım. Sen varsın Yiğit. Bir ablası var onun. Abisi var. Hem de bir tane değil, üç tane. Tamam mı?" dedim, onu rahatlatmaya çalışarak. "Gel hadi, gidip kardeşimizi alalım Yiğit."

"İyi ki varsın." dedi, sesi hala titriyor ama biraz daha sakinleşmişti. Son bir kez, gözlerinden süzülen yaşları sildim. Yiğit, elimi sıkıca tuttu. "Lütfen Mavi. Sen yakın ol bana."

Kafamı salladım, ona daha fazla güven verdiğimi hissettirmek için. Elimi tuttuğunda, ona her şeyin geçeceğini söyleyen bir güvenle, hastaneye doğru yürüdük.

Danışmaya gittik. "Emine Doğan burada doğum yapıp vefat etmiş. Bebeğin abisiyim ben. Onu görecektim." dedi Yiğit, gözlerindeki derin acıyı gizlemeye çalışarak.

Doktordan gerekli bilgileri alıp hemen yukarı çıktık. Yiğit’in adımlarındaki acele, stresini belli ediyordu. Kardeşini görebilmek için çırpınıyordu ama ne kadar acele ederse etsin, her şeyin zamanla ilerlemesi gerektiğini biliyordum.

Kardeşinin doktorunun yanına gittiği sırada, ben beklerken Yiğit hala tedirgin bir şekilde etrafı izliyordu.

"Mavi, ona bir şey olmamıştır değil mi?" dedi, gözleri bana dönerken. Bu kadar güvenle bakıyordu ki, o an ona ne söylesem inanacaktı.

"Olmamıştır tabi." dedim, ona güven vererek. Elimi daha sıkı tuttu. Elim onun elinde kayboluyordu, ama o kadar sıkı tutuyordu ki, hiç kaybolmayacak gibi hissediyordum. Diğer elimle saçlarımı geriye attım. Doktor içeri girdiğinde, ikimizin de bakışları birden onun üzerine kaydı.

"Merhabalar." dedi doktor, bizi nazikçe selamlayarak. Adı Doğukan Adıyaman’dı, henüz öğrenmiştim.

"Kardeşim iyi mi?" diye sordu Yiğit, hemen söz alarak. Gözleri endişeyle doktorun yüzüne kilitlenmişti.

"Kardeşinizin durumu gayet iyi. Birazdan kendisini taburcu edeceğiz. Biliyorsunuz ki anneyi maalesef kaybettik. Babası da buraya uğramadı. Bebek hakkında da pek hoş şeyler söylemedi açıkçası." dedi doktor, üzgün bir ifadeyle.

Yiğit’in yüzü bir an daha da soldu. "Babam gelmese de olur. Ben kardeşimi alabilir miyim?" dedi, sesinde hıçkırık vardı.

"Dünyaya geleli tam olarak yirmi yedi saat oldu. Tabi ki alabilirsiniz." dedi doktor. Yiğit’in gözlerindeki yük biraz olsun hafifledi ve birlikte bebeğin yanına gitmek için ayağa kalktık.

"Kız mı, erkek mi?" diye sordu Yiğit, biraz heyecanla.

"Kız." dedi doktor, gülümseyerek. Yiğit kafa sallayarak, küçük bir tebessüm etti.

"Yiğit." diyerek, onun bana dönmesini sağladım. Sesimde nazik bir tını vardı.

"Efendim?" diye dönüp bana baktı, gözlerinde hala endişe vardı.

"Sakin ol da birazcık." dedim, sesimi alçaltarak. Yiğit, her geçen saniye daha fazla stres altındaydı, bir nebze rahatlatmaya çalıştım.

"Tamam." dedi, derin bir nefes alarak.

O sırada doktor bebeği getirdi. "Karınıza verelim bebeği." dedi doktor ve küçük bedeni bana uzattı. Ama o an bir şey garip gelmişti. "Karınıza mı?" diye düşündüm.

"Yok, abisi alsın." dedim, istemeden biraz sert bir şekilde.

Yiğit, bana doğru bakarak "Mavi, sen al." dedi. Gözlerindeki samimiyeti ve kararlılığı görüp, başımı sallayarak bebeği kucağıma aldım. Minik beden sıcacık ve çok tatlıydı. Uyuyordu, saçları neredeyse her yönüyle masumdu. Kokusu, çocukluğumdan beri hatırladığım en güven verici şey gibiydi. Yiğit, sadece elini tuttu ve sessizce minik bebeği izledi.

"Çok tatlı." dedi Yiğit, gözlerinden hafif bir gülümseme geçerek.

Başımı salladım, ona katıldım. Bir yandan da etrafımda, doktorun yaklaşırken üzerimdeki beyaz kıyafete doğru bir adım atması, içimi tedirgin etti. Hemen kendimi geri çekip, ona baktım. "Bana bir daha dokunmaya kalkışmayın." dedim, sesimi sertleştirerek. O an, hiç beklemediğim kadar güçlü hissettim.

Doktor, kafasını sallayarak "Tabii, özür dilerim." dedi ve uzaklaştı. Yiğit, şaşkınlıkla bana baktı ama ben sadece gözlerimi ondan ayırmadan minik bebeği daha sıkı tutmaya devam ettim.

"Ben taburcu işlemlerini hal edeyim. Yarın da kimlik çıkarmamız lazım." dedi Yiğit, sakinleşmeye çalışarak. Kafamı salladım, ona güvenerek oturduğum koltuğa yöneldim. Bebeği hala kucağımda tutarak, koridordaki oturma alanlarına geçtim. Yiğit biraz uzaklaştı, işlemler için hazırlık yapıyordu. Tam yanıma bir teyze oturdu, gözlerinde merak ve samimiyet vardı.

"Maşallah kızım, pek de tatlıymış. Allah sana babasına bağışlasın." dedi gülerek, beni ve bebeği dikkatlice inceleyerek.

"Sağ ol teyze." dedim, hafifçe gülümsedim ama içimden hala bir rahatsızlık vardı.

"Aman aman, senin gözlerin gerçek midir? Senin başın bağlı olmasaydı da alıverseydim seni oğluma." dedi, şaka yapar gibi. Gözlerim bir an pörtledi.

"Teyze, pazarda sebze mi alıyorsun?" diye düşündüm ama sadece "Evet teyze. Benim kendi gözlerimdir." diyebildim, kibarca.

"Hele bu bebeğin gözleri de senin gibi mor mudur?" dedi teyze, merakla bakarak.

"Yok, yani göz rengini bilmiyorum." dedim, biraz sinirli bir şekilde ama yine de nazik kalmaya çalışarak.

"Nasıl bilmiyorsun ya?" dedi teyze, gözlerinde şüphe vardı.

"Uyuyor ya, teyze görmemişim da." diye yanıtladım, yavaşça gülerek. Ama içimden bir şeyler kıpırdıyordu.

"Sana hiç benzemiyor. Babasına çekmiş herhalde." dedi teyze, gözlerini kısıp minik bebeğe bakarak.

"Olabilir teyze." diye mırıldandım, yine dikkatle bebeğe bakarak.

"Kızım, sen daha çok genç değil misin ya? En fazla yirmi bir yaşındasındır. Hemen çocuk yapılır mı?" dedi teyze, sesindeki şaşkınlıkla. Bir an, başımı çevirdim ve Yiğit'e baktım. "Ben harbi yirmi bir mi gösteriyorum?" diye düşünüyordum.

"Ne yaparsın teyze? Mavi gibisini bulamazdım bir daha, direkt bastım nikahı." dedi Yiğit, gülerek. Şaşkınlıkla ona döndüm.

"Maşallah maşallah. Senin başın bağlı olmasa da alsam seni, benim kıza." dedi, şaka yapar gibi ama içimden bir şeyler burkuldu.

"Allah’ım, sen beni sabır yağmurlarına şemsiyesiz sok." diye mırıldandım, gözlerimi kapatarak.

"Görüyorsun teyze, dünyalar güzeli bir karım ve kızım var." dedi Yiğit, gururla. Şok içinde ona döndüm.

"Eee, sizin yüzükleriniz nerede?" dedi teyze, gözlerini bana dikerek.

İçimden bir isyan hissettim. "Ben gidiyorum. Hava almam gerekiyor." dedim ve ayağa kalktım, sinirle.

"Mavi, dur." dedi Yiğit, hemen peşimden gelerek. "Ben sana yakınımda ol demedim mi?"

"Karım mı Yiğit?" dedim sinirle. "Ya sen birine beni nasıl karım diye tanıtırsın ya?"

"Eee, sen teyzeye yalan söylemişsin, ben de devamını getiriyordum." dedi Yiğit, biraz alaycı bir şekilde.

"Ben görev olmadığı sürece yalan söylemem Yiğit. Teyze benim kızım sandı kardeşini." dedim, gergin bir şekilde.

"Tamam ya, özür dilerim. Hem ne olmuş ki sanki? Alt tarafı karım dedim. Benim kocan olması seni bu kadar rahatsız eder miydi ya?" dedi Yiğit, hafifçe gülerek.

Ve tam o anda, içimde bastırmaya çalıştığım tüm duygular patladı. "Yiğit, ben Gökhan’a aşığım." dedim, sesim titreyerek. Her şey bir anda sessizliğe büründü.

"Öldü Mavi o. Daha anlaman için ne olması gerekiyor? Senin aşkın onu diriltmez. Önüne bak artık!" diye bağırdı Yiğit. Her bir kelimesi, kalbime saplanan bir bıçak gibi oldu. Gözlerim dolmuştu, ama o an, gözyaşlarımın değil, kalbimin yıkıldığını hissediyordum. Kucağımdaki bebek ağlamaya başladı. Onun da gözleri dolmuştu, ama ben sadece kendimi gördüm. Yiğit’in sözleri, beynimde yankılandı. "Senin gözünün önünde öldürmediler mi onu? Baksana etrafına. Kimseyi görmüyorsun."

Yavaşça kucağımdaki bebekten ellerimi çektim ve onu Yiğit'in kollarına bıraktım. Hiç düşünmeden, ayağa kalkıp hastaneden dışarı fırladım. Adımlarım her geçen saniyede hızlandı. Yağmurun altında koşarken, içimdeki acıyı, suskunluğumu, her şeyi geride bırakıyordum. Gözlerimdeki yaşları kimse görmeyecekti. Yağmur, bir paravan gibiydi; hem gizliyor hem de serinletiyordu.

Gece 02:33'tü. Koşarak papatya tarlasına gittim. Papatyalar arasında uzanıp, yağmurun yüzüme çarpmasına izin verdim. Gözlerimi kapamadım. Her damla, içimdeki yangını biraz daha hafifletiyor gibi görünüyordu, ama aslında sadece acıyı daha derinlere gömüyordum. Bu papatya tarlasında, bir zamanlar atıldığım o çöp kutusuna yakın bir yerdi. O çöp kutusunda, kimse tarafından aranmadığım o küçük kızı hatırladım. Kimse beni hatırlamamıştı. Hâlâ kimse hatırlamıyordu.

Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorum. Bir an duraksadım, başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Ne kadar uzun süre beklediğimi anlayamadım. Ama sonra, o tanıdık ayak sesini duydum. Yiğit, yine gelmişti. Beni bulmuştu. Ama ben… Ben hâlâ kaybolmuştum.

"Yiğit, siktir git. Beni yalnız bırak." Sesim, kırık dökük ve acı doluydu. Her kelime, dilimden zorla çıkıyordu.

"Özür dilerim, Mavi. Hadi gel, eve gidelim." Duygularından ne kadar uzaklaştığını bilmedim. Ne kadar boş, ne kadar cansızdı.

"Gelmek istemiyorum. Gider misin?" Dedim, her cümle ağırlaşarak ağzımdan dökülüyordu.

Yiğit yanıma oturdu. Ama ben duramadım. Ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Konuşmak istemiyordum.

"Mavi, lütfen." dedi, sesi bir umutla kırılıyordu.

O an, içimde patlayan bir fırtına vardı. Yavaşça döndüm ve ona baktım. Her şey o kadar ağır, o kadar kararmıştı ki. "Ne lütfen, lan ne lütfen? Canım acıyor, amına koyayım görmüyor musunuz? İstemiyorum şu siktiğimin dünyasında yanımda birileri olsun. Kim varsa canımı yakıyor çünkü! Yeter lan, yeter!" Yıkıldım. "Sizin bu insan evladı olarak görmediğiniz kızın da canı çok yanıyor. Sikerim etrafımdaki insanları. Ulan, benim yanımda olması gereken kişi yok lan. Etrafımdaki insanları ne yapayım ben?" diye patladım.

Bir şeyleri daha fazla taşımak istemiyordum. Beklemeden, arkamı döndüm ve hızla yürümeye başladım. Arkamda bıraktığım her şey, her kişi, her kelime beni daha fazla tüketiyordu. Yağmur, dışarıdaki dünyayı silip süpürürken, ben yine yalnızdım. Ağladığımı anlayamazdı bu yağmurda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.10.2024 16:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 22. Bölüm : 'Kayıp Kardeş'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...