Gökhan'ı kaybettiğimden beri ilk kez kabus görmeden uyandım. Bu his yabancıydı. Sanki yıllardır karanlık bir tünelde yürüyüp de ilk defa bir ışık huzmesi görmüş gibiydim. Ama o huzmenin ardında ne olduğunu bilmiyordum. Gözlerimi araladığımda, karnımda hissettiğim sıcaklık dikkatimi çekti. Sıcak su torbası. Yiğit bırakmış olmalıydı. Başımı hafifçe çevirip ona baktım.
“Neden uyandın ki sen şimdi, abim? Uyusaydın biraz daha.” Ilgaz’ın sesi yorgun ama her zamanki gibi yumuşaktı.
Oysa ben yıllardır uyumuyordum ki… En fazla iki ya da üç saat. Uykusuzluk, bedenime kazınmış bir gerçekti. “Oyun oynayalım mı?” dedim aniden. Sesim, oda içindeki durağan havayı bıçak gibi kesti.
Ilgaz ve Yiğit’in kaşları hafifçe çatıldı. Birbirlerine baktılar. “Ne?” der gibi.
“Doğruluk mu, cesaret mi?” diye tekrarladım. İçimde büyüyen sessizliği bastırmaya çalışıyordum belki de. Ama karşımdakilerin yüzlerindeki şaşkınlık, kendimi daha da yalnız hissetmeme sebep oldu.
Yaman derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. “Hastasın, dinlen biraz.”
Bunu söylerken yerdeki mindere oturmuş, ellerini dizlerine bırakmıştı. Üzerindeki yorgunluk açıkça okunuyordu. Ama ben yalnız kalmak istemiyordum. Sessizliği daha fazla kaldıramazdım. Sessizlik, içinde kaybolduğum bir uçurumdu.
Yavaşça yürüyüp Yaman’ın yanına oturdum ve başımı omzuna yasladım. O an odadaki hava değişti. Herkes nefesini tuttu sanki. Göz ucuyla Ilgaz’a baktım. Gözlerinde bir parıltı yakaladım. Şaşkınlık mıydı, sevinç mi, yoksa bir parça hüzün mü? Anlamaya çalışmadım. Sadece yanımdakilerin sıcaklığını hissetmek istedim. Yanıma iki kez hafifçe vurdum. “Abi gel.” dedim.
Ilgaz bir an duraksadı, sonra hızla yanıma geldi. Onun kokusu burnuma dolduğunda, içimde bir şeyler çözülmeye başladı. Az önce bir rüya görmüştüm. Kabus değil, rüya.
Ne tuhaf… Yıllardır ilk kez.
"Kafana bir şey düşmedi değil mi?" diye sordu Ateş, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
Gözlerinde alaycı bir parıltı vardı ama sesi her zamanki gibi yumuşaktı.
"Yoo, Portuga." dedim, hafifçe omuz silkerek. Ama sonra içimde saklamaya çalıştığım o hisleri kelimelere döküverdim: "Ben sizden ayrı kalmak istemiyorum. Canımı yakıyor bu."
Bir anlık sessizlik oldu. Ateş ve Can, önce birbirlerine, sonra bana baktılar. Yüzlerindeki gülümseme, anlamlı ve sıcaktı. "Oyun oynayalım." dedim aniden. Kısa bir tereddütten sonra kafa salladılar.
"Sen nasıl istersen, abim." dedi Can.
Ateş hafifçe yana eğildi ve gözlerini kısıp sordu: "Alkol kullanıyor musun?"
"Hayır." dedim tereddütsüz.
"Kullanmasın bir zahmet." diye mırıldandı Yiğit, gözlerini devirerek.
Hafifçe gülümsedim. "Oyun oynamıyor muyuz? Yoksa ben dışarı çıkıyorum, canım sıkılıyor."
"Gel oynayalım." dedi Yiğit, iç çekerek.
Ortadaki sehpanın etrafında toplandık. Dışarıda rüzgâr, pencereden hafifçe içeri süzülüyor, perdeleri dalgalandırıyordu. Odanın sarı ışığı, yüzlerimize gölgeler düşürüyordu. "Gel, sen burada otur Yiğit." dedi Ateş, bana bakarak. Sonra kendi yerini aldı.
Tam karşıma Yiğit geçti. Sağımda Can abim, solumda Ateş vardı. Birbirimize bakıyorduk. Oyun başlamadan önce, içimizde yıllardır süregelen sessiz bir anlaşma vardı sanki. Sonra Can, bir şey çıkardı yanındaki dolaptan.
Şeffaf cam şişe, masanın üzerinde yankılanan bir sesle durdu. Üzerindeki etikete baktım. Tekila.
Gözlerim kısıldı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım.
Can abim hafifçe gülümsedi. "Oyun, oyundur. Cesareti test etmenin bir yolu da budur." dedi, sesi hafifçe meydan okur gibi. Ateş ve Yiğit bakıştılar. O an fark ettim ki, bu sadece bir oyun olmayacaktı.
"Soruya cevap vermeyen veya yalan söyleyen, görevi yapmayan içer." dedi Can abim, elindeki şişeyi çevirirken gözleri hafifçe kısıldı.
Camın üzerinden ışık yansıyordu. Odayı dolduran alkol kokusu hafifti ama varlığını hissettiriyordu. Ortamın havası bir anda ciddileşmişti. Kafa salladım, bu kurallar tanıdıktı. Kaçış yoktu. Şişe dönmeye başladı. Camın sehpa yüzeyine çarpan sesi, odadaki sessizliği kesiyordu. Birkaç tur attı, yavaşladı, durdu. Ateş’in önünde. Bana baktı, gülümsemesi her zamanki gibi kendinden emin ve alaycıydı.
"Doğruluk mu cesaret mi, Zeze’m?" dedi, sesi biraz daha yumuşamıştı ama içinde hep bir meydan okuma vardı.
Gözlerimi kırpıp hafifçe geriye yaslandım. "Doğruluk."
Ateş gözlerini devirdi, iç çekti ve başını yana eğerek sordu. "Aşık olduğun kişinin adını söyle."
Bakışları bir anlığına Yiğit’e kaydı. O saniyelik hareketi kaçırmadım. Sonra tekrar bana döndü, cevabımı bekliyordu.
İçimde bir şey kıpırdadı. Parmaklarımı dizime vurdum, ritimsizce. "Gökhan." dedim, sesi fazla düşünmeden.
Ateş’in yüzündeki sırıtış dondu. "Bizim Gökhan mı?"
"Bilmiyor musun lan sanki?" dedim, gözlerimi devirmeden. Ateş bir an kıpırdamadı, sonra hafifçe güldü, ama bu kahkaha pek neşeli değildi. Şişeye uzandım, parmaklarım camın soğukluğunu hissetti. Hafifçe ittim ve döndürdüm. Bu sefer Can abim Yiğit’e sordu.
"Doğruluk mu cesaret mi?"
Yiğit gözlerini kıstı. Sonra hafifçe omuz silkti. "Cesaret."
Can abim gülümsedi, ama o gülümseme her zamanki gibi sıcak değildi. İçinde başka bir şey vardı. "Mavi’ye sarıl."
Başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissettim. Yiğit’in bir anlık duraksaması gözümden kaçmadı. Hızla abime döndüm, kaşlarımı çatarak. "Ben ne alaka lan?"
Can gülümsedi, omuzlarını silkti. "Şşş, abiye lan denmez! Hiç mi yetiştiremedik biz seni?"
"Ben ne alaka?" diye tekrarladım, dişlerimi sıkarak.
"Lan sarılacak alt tarafı. Öpmeyecek." diye atıldı Ateş, sesini yükselterek.
Başımı ona çevirdim, bakışlarımı üzerine diktim. "Ateş, kes sesini, yoksa ses telini sikerim."
O an odada hava değişti. Gözler üzerimdeydi. Ateş hafifçe geriye yaslandı, omuz silkti ama gülümsemesini kaybetmedi. "Küfür etme." dedi Yiğit ile Can abim aynı anda.
Yiğit, derin bir nefes aldı, sonra sessizce ayağa kalktı. Birkaç saniye hareketsiz durdu. Sonra ağır adımlarla masanın etrafında dolanarak yanıma geldi. Kalbimin atışını hissettim.
"Kalk hadi." dedi Yiğit.
Uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Yiğit’in boyu, her zamanki gibi sinir bozucu derecede uzundu. Ona bakabilmek için başımı iyice kaldırmam gerekiyordu ve bu durumdan nefret ediyordum. Sanki sırf bana tepeden bakabilmek için böyle uzun kalmıştı.
Birden, beklemediğim bir şey yaptı. Hiç tereddüt etmeden beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı.
Nefesi tam başımın üzerindeydi, göğsü her nefes alışında hafifçe kalkıp iniyordu. Kolları sımsıkıydı, sanki beni asla bırakmayacakmış gibi. Ama ben… ben hiçbir şey yapmadım. Öylece durdum.
Gökhan’a benzeyen kokusunu içime çektim sessizce. Tanıdık, ama bir o kadar da yabancıydı. Bir an gözlerimi kapattım. Onun kollarında değil de Gökhan’ın kollarındaymışım gibi… Sıcaklık aynıydı, sarmalayan his aynıydı. Ama Gökhan değildi. Gözlerim, kapalı olmama rağmen dolmuştu.
Yiğit yavaş yavaş sıkı sardığı kollarını gevşetti. Soğuk bir rüzgar gibi üzerimden kayboldu sıcaklığı. Bir anlığına boşluğa düşmüş gibi hissettim. O an, gerçekten de kimin kollarında olduğumu hatırladım. Sessizce geri yerime geçtim. Yiğit de yanıma oturdu.
"İyi misin Zeze?" dedi Ateş.
Boğazımdaki düğümü yuttum. "Neden iyi olmayayım?" dedim. Ve tam o anda kapı çaldı.
"Kim geldi lan bu saate?" dedi Can abim, homurdanarak.
"Dilara gelmiştir, onu davet etmiştim de ben." dedi Ateş umursamaz bir şekilde.
Kaşlarımı çattım. "Dilara?"
"Bizim ortak arkadaşımız." dedi Ateş omuz silkerek. "Siz az önce sarılırken ben onunla mesajlaşıyordum. Canı sıkılıyormuş, ben de dedim oyun oynuyoruz, gel bizimle oyna. O da kabul etti."
Başımı salladım. Çok da umurumda değildi. Ateş gidip kapıyı açarken, ben de hafifçe Yiğit’e yaklaşıp kulağına fısıldadım. "Ateş kızdan mı hoşlanıyor?"
Yiğit kaşlarını hafifçe kaldırdı, gözleri bir anlığına Ateş’e kaydı. Sonra ifadesiz bir şekilde döndü bana baktı. "Hayır."
Ama ben gözlerden anlamaz mıydım? "Gözleri öyle demiyor ama."
Yiğit hafifçe başını yana eğdi, sesi sakin ama kararlıydı. "Bakmadın ki Ateş’in gözlerine."
Sinirle dudaklarımı büktüm. "Baktım."
Bir an sessizlik oldu. Sonra Yiğit omuzlarını silkerek gözlerini kaçırdı. "Hem Dilara ile Ateş olamaz."
Merakla kaşlarımı kaldırdım. "O niyemiş?"
Yiğit, bir an için duraksadı. Sonra, yüzünde hafif bir gölge belirdi. Neredeyse duyulmayacak bir sesle cevap verdi "Benim eski sevgilim de ondan."
“Çok affedersin de bir şey soracağım… Ya da affetme, sikimde değil.”
Yiğit gözlerini devirdi. “Sen küfür etmeden duramıyor musun?”
“Oğlum, sizde birazcık gerizekalılık var mı?” dedim kaşlarımı kaldırarak.
Yiğit ellerini havaya kaldırdı. “Ben ne yaptım lan şimdi?”
Hızlıca etrafıma baktım, Ateş’in suratı ifadesizdi ama ben onu tanıyorsam… Derin bir nefes alıp Yiğit’e döndüm. “Oğlum, Ateş’i azıcık tanıyorsam, o kızı çağırdığını sen biliyordun.”
Yiğit hafifçe sırıtıp omzunu silkti. “Biliyordum da o kızın burada olması neden seni rahatsız etti? Hayırdır, anlayayım yani?”
Tam o anda Can abim yüksek sesle bana seslendi. “Lan Yaren! Kız iki saattir sana sesleniyor, duymuyor musun?”
Gözlerimi kıstım, umursamaz bir şekilde omzumu silktim. “Seslenmesin, otursun oyuna.”
Ateş araya girdi. “Tanışsana kızım kızla.”
İstemeye istemeye başımı çevirdim, gözlerimi devirdim ve yüzüme sahte bir gülümseme kondurdum. “Merhaba, Yaren ben.”
Kızı şöyle bir süzdüm. Benden daha kısaydı. Küt kesim sarı saçları, fazla iddialı bir makyajı vardı. Üzerinde şort ve krop vardı hatta, şu üzerindeki şeye krop bile denmezdi. Resmen sütyenle gelmişti.
“Selam, Dilara ben de.” Ses tonu cilveli, hareketleri fazla yapmacıktı. Kız resmen bana bile yavşıyordu amına koyayım.
Yüzüme yapıştırdığım zoraki gülümseme falan koymadım, “Tanışma bittiğine göre oyuna devam,” dedim ve şişeyi çevirdim.
Şişe yavaşça dönerek durdu. Gözlerim Can abime kaydı. Hafifçe sırıtarak sordum: “Doğruluk mu, cesaret mi?”
Can abim hiç düşünmeden “Cesaret,” dedi.
Gülerek yanağımı uzattım. “Öp bakayım.”
O da gülerek yanağıma bir öpücük kondurdu. Ateş hemen atıldı. “Oğlum bu ne, ceza değil ki bu?”
"Kıskanma. Hem kıyamıyorum," dedim göz kırparak.
Ateş, trip atar gibi kollarını göğsünde kavuşturdu. Hafifçe sırıtarak yerimden kalktım, eğildim ve onun yanağına da bir öpücük kondurdum. Suratındaki hafif şaşkın ifadeye bakıp kıs kıs gülerken, Dilara yerinden kalkıp benim az önce oturduğum yere geçti.
Gözlerimi devirdim. "Yerinde gözün olduğunu bilseydim, seve seve verirdim," dedim omuz silkerek. "Belki de sırf itliğime vermezdim."
Tam o anda Yiğit’ten beklenmedik bir hamle geldi. Hafifçe gülümsedim. Yiğit aniden kalktı, Ateş’i kenara doğru itti ve yanımdaki yere oturdu. O kadar ani hareket etti ki, Dilara şaşkınlıkla gözlerini kocaman açıp bir bize bir birbirimize bakmaya başladı.
"Siz sevgili misiniz?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.
Ben tam bir şey diyecekken, Yiğit elini kaldırıp beni susturdu. Gözlerini Dilara’ya dikti ve umursamaz bir ifadeyle "Sana ne?" dedi. Sonra hiç zaman kaybetmeden şişeyi çevirdi.
Şişe dönüp Dilara’nın önünde durdu. Bana döndü ve kurnazca sırıtarak sordu: "Doğruluk mu, cesaret mi?"
Hiç düşünmeden "Cesaret," dedim.
Dilara pis bir sırıtışla bana baktı. "Üzerimdeki kazağı çıkar," dedi meydan okurcasına. Bir saniye bile düşünmeden üzerimdeki kazağı çıkardım. Zaten altımda bir tişört vardı, umurumda bile değildi.
O sırada bir "Lan!" sesi duyuldu. Yiğit sinirle arkasına yaslandı, kaşları çatılmıştı.
Ateş anında başını başka yöne çevirdi ve "Kızım giy şunu! Önümüzde soyundu lan kız!" diye çıkıştı.
Diğerleri de garip bir şekilde bakışlarını kaçırırken, ben gülerek omzuma attığım kazağa baktım. "Oğlum, siz mal mısınız? Üzerimde tişört var." dedim gözlerimi devirmeden önce.
Yavaşça bana döndüler.
"Aklımız çıktı! Hem nereden bilelim kazağın altına tişört giydiğini?"
Yiğit’e hafifçe yanaşıp sesi alçaltarak fısıldadım. "Sırtımın üst bölgesinde izler var. Ben uyurken açılırsa ve Ateş görürse kendini suçlar. Ağlar, zırlar. O yüzden giyiyorum."
Yiğit sertçe yutkundu, gözleri kısa bir an dalgınlaştı. Sonra bana bakarak "Pansuman yaparken gördüler." dedi.
Başımı hafifçe salladım. "O zaman anladım zaten. Ateş’in kendini suçladığını." dedim ve önümdeki boşluğa bakarak derin bir nefes aldım.
Tam o sırada Dilara’nın buz gibi bakışlarını üzerimde hissettim. Resmen nefret kusuyordu.
"Yaren’cim." dedi yapmacık bir tatlılıkla.
Kaşlarımı kaldırıp başımı ona çevirdim. "Yaren yeterli, Dilara." Sesim sert ve netti.
Dilara hafifçe başını yana eğip sahte bir masumiyetle gülümsedi. "Sen herkese karşı böyle soğuk musun, yoksa bu sadece bana özel bir şey mi?"
"Sana özel değil. Sana özel olarak hiçbir şey yapmam." dedim umursamaz bir şekilde.
Oynak bir sırıtışla Yiğit’e döndü. "Dikkat et, erkekler senin gibi soğuk kadınları sevmez. Değil mi, Yiğit?"
Yiğit bir an ona baktı, sonra gözleri hafifçe kısıldı. Umursamaz ama net bir şekilde konuştu: "Ben de soğuk bir kadına aşığım."
Saniyeler içinde ortamın havası değişti. Herkesin bakışları Yiğit’e döndü.
Dilara kaşlarını kaldırdı. "O kişi… Mavi mi?" dedi, sesinde sinsice bir merak vardı.
Yiğit hiç tereddüt etmeden ona döndü ve "Seni alakadar etmiyor." dedi. Sonra şişeyi eline alıp çevirerek ortamın dikkatini dağıttı.
"Doğruluk mu, cesaret mi lan?" dedi Ateş kaşlarını kaldırarak.
"Cesaret." dedi düşünmeden.
"Git bana çikolatalı süt getir." dedi yüzünde sinsi bir sırıtışla.
Kaşlarını çattı. "Lan mal. Süt nerede, nereden bileyim?"
Ateş umursamaz bir ifadeyle omuz silkerek "Gir ara bul getir." dedi ve ardından şarkı söyler gibi ekledi: "Bul getir, bul getir…"
Gözlerimi devirdim. "Ateş sus. Kulağım lazım bana." dedim hızla. Harbiden sesi berbattı, kulak tırmalıyordu.
Ateş alındı ve dramatik bir ifadeyle "Öyle mi Zeze Hanım?" dedi.
"Öyle Ateş Bey." diye karşılık verdim aynı tonda.
Ateş kollarını göğsünde bağlayarak hafifçe bana eğildi. "Küçükken biz bağıra bağıra şarkı söylerken sen köşede izlemeyi biliyordun ama."
Gülerek gözlerimi kıstım. "Ben seni mi izliyordum lan? Gökhan’ı izliyordum."
"NE?!"
Üçü aynı anda tepki verince hafifçe geriye yaslandım. "Ne var? Bağırarak şarkı söylerken fazla mutlu oluyordu, o yüzden." dedim omuz silkerek.
Can abim kaşlarını kaldırarak "Sen ciddisin?" dedi.
Gözlerimi devirdim. "Oğlum, ne var bunda? Hem ne karışıyorsunuz?"
Yiğit hafifçe sırıtarak bana yaklaştı. "Gökhan’ı izliyordun ha?"
"Ne gülüyorsun oğlum? Fazla yakınımdasın, dikkat et." dedim hafifçe kaşlarımı kaldırarak.
Yiğit gözlerini kısmış, hala gülümseyerek bana bakıyordu. "Ederim. Sen de alış artık… Hep yakınında olacağım çünkü." dedi.
Kafamı yana eğerek alaycı bir şekilde güldüm. "Aynen. Yakınımda, yanımda olursun… Falan filan." dedim gözlerimi devirmeden önce.
Sonra önüme dönerek şişeyi çevirdim.
Tam o anda içimden geçenleri istemsizce mırıldandım. "Yok amına koyayım, kene gibi bulaştı."
Dilara anında atıldı. "Ya Yaren, biz aslında çok iyi arkadaş olabiliriz." dedi cilveli bir sesle.
"Kusura bakma ama ben senin gibi biriyle bırak arkadaş olmayı, bir daha aynı ortamda bile bulunmam." dedim soğuk bir sesle.
Dilara dudaklarını büzerek "Beni tanımıyorsun bile." dedi yapmacık bir ifadeyle.
Omuz silkerek "Bakınca ne olduğunu anlayabiliyorum ama." dedim, sonra sıkılarak şişeye işaret ettim. "Hadi boş yapma da sor. Doğruluk."
Dilara sinsice sırıttı. "Kaç kişiyle seks yaptın?" dedi gözlerini kısarak.
Yanımdaki Yiğit bir anda gerildi. Omuzları kasıldı, bakışları sertleşti.
"Kimseyle." dedim umursamazca.
Dilara’nın kaşları havaya kalktı. "Nasıl yani? Hâlâ bakire misin?" dedi küçümseyici bir ifadeyle.
Derin bir nefes aldım. "Ne var bunda?"
Omuz silkerek saçlarını geriye attı. "Ne bileyim, ben 16 farklı erkekle yaptım da." dedi umursamazca.
Gözlerimi kısıp başımı yana eğdim. "Bak, aramızdaki fark bu işte. Ben sevdiğimi bekliyorum, sen ise önüne gelene veriyorsun." dedim yüzüne bakarak.
Bir an afalladı, sonra sinirle gözlerini devirdi. "Güzel kızsın, o yüzden merak ettim. Tabii, yüzündeki makyaj silinince ve lenslerini çıkarınca geriye ne kalır, bilmiyorum."
Yiğit anında araya girdi. "Yüzünde makyaj yok, gözleri de doğuştan, Dilara. Karışma kıza."
Dudaklarım alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ben sen değilim, gece gece yüz nakli operasyonu geçirmiş gibi makyaj yapmıyorum."
Dilara hırsla bana baktı ama bir şey diyemedi.
Şişeyi tekrar çevirdim. Bu sefer hedefimde Ateş vardı.
"Doğruluk mu, cesaret mi?" dedim gözlerimi kısarak.
Ateş kendinden emin bir şekilde sırıttı. "Cesaret, tabii ki de!"
"En yakın yeri ara ve bin tane sipariş ver. Sonra tam bir dakika sonra arayıp 'Başka yerden sipariş verdik' diye iptal et." dedim gülümseyerek.
Ateş’in yüzü anında düştü. "Oha! Lan abine böyle yapmıyorsun ama!"
Kollarımı kavuşturarak yaslandım. "Senden almam gereken bir intikam var, Ateş."
Ateş kaşlarını çattı. "Ne yaptım lan ben?"
"Ne intikamı lan?" diye sordu Ateş, kaşlarını çatarak.
Sırıtıp "È colpa di aver chiamato Dilara qui. Non vedi la ragazza che se non si vergognasse, uscirebbe con me e se la metterebbe nella figa?" dedim İtalyanca.
"Dilara'yı buraya çağırmanın bedeli. Utanmasa benimle çıkacak amına koyayım, görmüyor musun?"
Ateş bir an şaşırıp kaldı, sonra gözleri büyüdü. "Sen İtalyanca nereden biliyorsun? Aynı zamanda benim bildiğimi nereden anladın lan?"
Omuz silktim. "Dokuz tane dil biliyorum."
Can abim bir anda bağırdı. "Oha amına koyayım!"
Kaşlarımı kaldırıp döndüm. "Küfür etmesene abicim."
Yiğit hafifçe bana yaklaşıp kulağıma fısıldadı. "È solo che non ti piaceva questa ragazza per questo, o ci sono altre ragioni?" Yavaşça döndüm ve ona kaşlarımı çatarak baktım. "Sen sadece bu kızı bu yüzden mi sevmedin, yoksa başka sebepleri de mi var?"
Can abim sinirle elini salladı. "Türkçe konuşsanıza oğlum, hiçbir bok anlamıyorum!"
Umursamazca omuz silktim. "Anlama abicim."
Yiğit hala gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Burnumun dibine kadar sokulmuştu. Gözleri bir şeyleri çözmeye çalışır gibi bakıyordu. "Quali altre ragioni potrebbe avere?" dedim gözlerimi kısmadan.
"Başka ne gibi sebepleri olabilir?"
Yiğit başını yana eğip hafifçe gülümsedi. "Bilmem." dedi Türkçe bir şekilde. Tam ağzımı açacaktım ki telefonum çaldı.
Bilinmeyen Numara.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |