Mavi'nin odaya çıkmasıyla ben de mutfağa geçtim. Gecenin bu saatinde gözlerim yorgunluktan yanıyordu ama umurumda bile değildi. Tavuk çorbası yapmaya çalışıyordum. Elimde telefon, internette bulduğum bir tarifin satırları arasında kaybolmuşken çorbanın altını kısmayı unutup fokurdamasına sebep oldum. Kaynayan suyun içinden yükselen sıcak hava yüzüme vurduğunda kendime geldim. Kaşığı alıp tencerenin içinde dolandırdım.
Tam o sırada arkamdan gelen sesle irkildim.
"Ne yapıyorsun lan?" dedi Yaman, mutfağa girerken.
Sesindeki şaşkınlık ve hafif alay karışımı tonu duyduğumda gözlerimi devirdim.
"Mavi'ye çorba yapıyorum." dedim kaşığı tencereye vurup.
Yaman tezgaha yaslandı, kollarını göğsünde kavuşturdu. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı.
"Oğlum içmez ki. Morali bozuk şu anda. Mal gibi bilekliği koparmasaydım, Mavi o havada dışarı çıkmayacaktı."
Bu sefer onun sesinde de pişmanlık vardı. Gözlerini kaçırıyordu.
Ben hafifçe başımı eğip, iç çekerek devam ettim. "Sen ona Zeze de lan. Alışmadım senin Mavi demene."
Yaman başını iki yana sallayıp bir kahkaha attı. Ama içinde pek neşe yoktu. "Bende alışmadım Gökhan Bey sizin Mavi'ye Mavi demenize."
Bir an için duraksadım. Adının ağzımdan nasıl çıktığını fark etmemiştim bile. O benim için hep Mavi'ydi ama Yaman’ın ima ettiği gibi bir tını vardı adında, farkındaydım.
"Ne diyecektim lan?" dedim, sesimin normal çıkmasına özen göstererek.
Yaman gözlerini devirdi. Ellerini açıp liste yapar gibi saymaya başladı.
"Güzel kızım, çiçeğim, ömrüm, meleğim, kalbim, prensesim, güzelim, balım, yıldızım, melek yüzlüm, her şeyim, biriciğim, küçüğüm, miniğim, bebeğim, boncuk gözlüm—"
Sabrım tükenmişti. Elimdeki kaşığı tencereye atıp sertçe kestim sözünü.
"Tamam yeter lan!" dedim sinirle. "Oğlum tamam, sus. Yeter, izin versem sabaha kadar sayacaksın lan." dedim, çorbanın tuzunu kontrol ederken. Kaşığı tencerenin kenarına vurup kapağını kapattım.
"Sayarım lan tabii." diye güldü Yaman, umursamaz bir ifadeyle.
Kaseye çorba koyup tepsiye yerleştirdim. O sırada Ilgaz içeri girdi.
"Yaren uyuyor." dedi, sesi biraz yorgundu.
"Yemek yesin, tekrar uyur." dedim, tepsiye su ve ekmek de koyarak mutfaktan çıktım.
Üst kata çıktığımda Mavi'nin sayıklamaları kulağıma çalındı. Elimdeki tepsiyi çalışma masasının üzerine bıraktım.
"Gökhan." diye fısıldıyordu.
Adımı duyduğum an içimde tuhaf bir sızı belirdi. Kapalı göz kapaklarının arasından süzülen bir damla yaş, odanın loş ışığında parladı. Tam ona doğru bir adım attığımda gözlerini araladı.
"Yiğit." dedi yorgun bir sesle. Cümlesi, boğazını yırtan bir öksürüğe karıştı. Sargılı elini sıkıca yumruk yapmıştı.
"Gel, çorba içirelim sana." dedim, sesimi fazla yumuşak çıkarmaya çalışarak.
"İçmek istemiyorum. Midem bulanıyor, Yiğit." diye mırıldandı.
"Şşş, uslu kız ol bakayım." dedim.
İkimizin de aklına gelen aynı anı yüzünden bir an durduk.
Mavi'nin gözleri kapandı, uyumak üzereydi. O an, zaman sanki bir anlığına durmuş gibiydi. Dudaklarım arasındaki kelimeler, bir içtenlikten başka bir şey değildi.
''İçmek istemiyorum. Midem bulanıyor yakışıklı,'' dedi Mavi, yavaşça gözlerini kapatırken. Sesindeki yorgunluk, bir zamanlar yaşadığı zorlukları anlatıyordu, ama ben her halükarda ona güven vermek istiyordum.
Ben, ona daha da yakınlaştım, ellerim titrek ama kararlı. ''Hadi bebeğim, lütfen biraz iç, sonra ben senin saçınla oynayacağım. Hem beraber uyuruz,'' dedim. Biraz daha doğrulmasına yardımcı oldum, ama başını omzuma yasladı. O an, onun başındaki ince kokuyu, saçlarının zarifçe yüzüme çarpan hallerini hissedebiliyordum. Çürük duvarlardan sızan soğuk rüzgar, kireç kokusu ve terkedilmiş bir dünyanın acı sesi arasında, bu anın sıcaklığı bana bir tür sığınak gibi geliyordu.
Kaşığa uzandığında hemen geri çektim, gözlerimiz buluştu.
''Ne yapıyorsun yakışıklı?'' dedi, ama sesindeki tatlılık bana onu biraz daha korumam gerektiğini hatırlattı.
''Ben içireceğim,'' dedim, sesim yumuşak ama kararlı.
''Niye benim elim yok mu?'' dedi, her kelimesinde bir kıpırtı vardı, ama ben onun daha fazla uğraşmasına izin veremezdim.
''Var tabi bebiş ama ben yedireceğim sana.'' Tam homurdanmaya başlayacakken, lafı ağzına tıkadım. "Şşş, benim uslu kızım ol bakim," dedim, ona biraz daha nazikçe bakarak. Çorbayı, yavaşça, ince ince içirirken, her kaşıkta içimde bir şeylerin daha da yavaşladığını hissettim. Birlikte geçirdiğimiz zamanın bu kadar değerli olduğunu, her saniyenin ne kadar kıymetli olduğunu anlamamı sağladı.
Sonra, onu kendime sıkıca sarıp, saçlarını okşadım. Ellerim, onun başındaki ince tüyleri nazikçe geçerken, gözlerimi yüzünden alamadım. Her detayı, her çizgiyi, her kırışıklığı izlemek istedim. Bir an için, sadece onun burada olduğunu ve her şeyin doğru olduğuna, her şeyin güvende olduğuna inanmak istedim. O kadar çaresiz ve kararmış bir dünyada, sadece onun sıcaklığına sarılmak istiyordum. Bu, sanki yıllarca aradığım bir sığınak gibiydi.
Sonra elimi, kalbinin tam üstüne koydum. Vücudu bana doğru her atışıyla biraz daha yakınlaşıyor gibi geldi. O an, kalbinin her atışıyla, annem gibi, onu kaybetmekten korkuyordum. Kalbim, sadece o an için değil, her an için korkuyordu. Çünkü ona her zaman yakın olmak, onu kaybetmektense her anını gözlerinde izlemek istiyordum.
Birbirimize sarıldık, zaman akıp gitmiş gibi. O anın içinde kaybolduk, bir dünya kurduk sadece ikimize ait. Burası, eski binaların ve terkedilmiş sokakların ortasında, kirasız, geçmişin acılarını yansıtan bir yerdi. Ama biz, o yıkık dökük yerde birbirimize sarmıştık, sanki hiçbir şeyin önemi yoktu. Sesler, sadece bizim nefes alışverişimiz ve rüzgarın sesiyle kayboldu
Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Mavi de aynı şekilde yaptı, ama gözlerindeki yorgunluk, bir şeyleri unutmaktan çok, her şeyi hatırlamaktan kaçma çabasıydı. Onun gülmemesi, her zaman bir maske gibi olmuştu. Sevdiği her şeyi kaybettikten sonra, gülmeyi bırakmıştı. Ve şimdi, burada, her şeyin düzelmesi için bir fırsat vardı, ama bir şey vardı ki, ben onu asla ona söyleyememiştim.
Yatak başlığının kenarına oturdum ve tepsiyi kucağıma koydum. Elimi anlına koyup ateşine baktım. Her geçen saniye, onun acısının biraz daha derinleştiğini hissedebiliyordum. Ama Mavi, ona ne kadar yardımcı olsam da, hep geçmişteki kaybını düşünüyordu. Çünkü, bana bakarken, sevdiği kişi başka birisiydi. Oysa o kişi burada, yanında, ama o bunu bilmiyordu.
''Yanıyorsun kızım sen ya. Yaman bir baksın sana,'' dedim, endişeli bir şekilde. Ama o, her zaman olduğu gibi soğuk ve uzak bir şekilde bana baktı. Belki de onun en çok ihtiyacı olan şey, bana yakınlık değil, sevdiği kişinin mezarına gitmekti. O kişiyi kaybettiği günden beri, her anı bir kayıp gibi yaşadığı için, burada, ona çorba içirmeye çalıştığımda, aslında içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordum.
Kucağımdaki çorbayı kaşığa alıp Mavi'ye yaklaştırdım. "Biraz iç, seni rahatlatır," dedim, ama gözlerindeki boşluk, içimdeki endişeyi daha da artırıyordu. O, sevdiği kişiyi mezarında her hafta ziyaret ediyordu. O kişi, çoktan gitmişti. Ama burada, aslında bu kişi, bu çorbayı içirmeye çalıştığım kişi, yanındaydı. Onun sevdiği kişi ben oluyordum, ama Mavi, bunu asla bilmiyordu.
''Oradan bakılınca elim yok gibi mi gözüküyor? Ben yerim eyvallah,'' dedi, alaycı bir şekilde. Ama her kelimesinde, içindeki boşluğu biraz daha hissedebiliyordum. Gözlerindeki acı, sadece kaybettiği kişiye değil, tüm geçmişine, her hatırladığı o anıya dayanıyordu.
''Sus ve sorgulamadan iç Mavi,'' dedim, kaşığı ağzına doğru yaklaştırdım. İçimden, ona bir şeyler söylemek, gerçeği açıklamak geçse de, bunu yapamadım. O, hala sevdiği kişiyi mezarında hatırlıyor ve ben, ona bir başka gerçek gösteremiyordum.
''Göz devirirken dikkat et, gözün yerinden çıkmasın,'' dedim, ama bu şaka, aramızdaki gerçeği değiştirmiyordu. O kişiyi kaybetmişti, ama ben burada, ona, sevdiği kişiyi hatırlatmaya çalışıyordum.
''Dikkat et, elindeki kaşığı bir tarafına montajlamayayım,'' dedi, ama sesindeki alaycılık bile, bana ne kadar uzaklaştığını gösteriyordu. Mavi'nin kaybettiği kişi, bu kadar önemliydi ki, ben bile, ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum.
Ağzının dibindeki kaşığın içindeki çorbayı içti. Ardından, bana doğru bakarak, ''Sen en son ne zaman yemek yedin?'' diye sordum. Ama sesindeki boşluk, bana her şeyin hala eksik olduğunu hatırlatıyordu.
Ve o boşluk bendim...
''Göreve gittiğimden beri yemedim,'' dedi, ama onun sorusuna cevap verirken, ona söylemem gereken gerçeği gözlerimde tutmayı başaramıyordum.
''Neden? Bana geçerli bir sebep sun lütfen Mavi.''
''Ben ve paşa keyfim istemedik şimdi sorgun bitti ise uykum devam etsem?''
''Çorba bitecek.'' dedim ve ağzına bir lokma ekmek tıkıştırdım. Elini karnına koyunca ne olduğunu anlamadım.
''Ha siktir.'' dedi.
''Ne oldu?''
''Benim lavaboya gitmem gerekiyor daha sonra da markete.'' diyerek güçsüzce ayağa kalktı.
''Ne alacaksan biz alalım Mavi. Saat geç oldu.'' dedim. Peşinde o kadar katil varken asla dışarı çıkamazdı.
''Özel bir durum şimdi iznin ile.'' dedi ve yanımdan çekildi. Koridora gidip lavaboya girdi. Ben de alt kata indim.
''Oğlum elini karnına koyup yüzünü buruşturdu. Herhalde karnı ağrıyor. Şimdi de markete gideceğini söylüyor lan. Özel falan bir şeyler dedi ama bir bok anlamadım.'' dedim içeride oturan Yaman ile Ilgaz'a.
''O ne demek lan? Hem açık market bulamaz hem de dışarı falan çıkamaz.'' dedi Ilgaz.
O sırada merdivenleri inen Mavi, ''Sana mı soracağım ne zaman dışarı çıkıp çıkmayacağımı?'' dedi.
Mavi, kimseden kendi hayatıyla ilgili şeylere karışılmasından nefret ediyordu. Özgür ruhluydu.
''Öyle demek istemedim.'' dedi Ilgaz. Mavi elindeki silahını beline yerleştirip motorunun anahtarını aldı.
''Bende geliyorum.''
''Gel'' dedi ve karnını tutarak.
''Mavi kal abim evde. Ne istiyorsan söyle biz alıp gelelim.'' dedi Ilgaz. Mavi ilk başta durdu. Sonra zaten yorgun olduğu için mecbur kabul etti.
''Çikolata ile ped almam gerekiyor.'' dedi. Yanakları kıpkırmızı olmuştu ve fazla tatlı görünüyordu. Yaman ile Ilgaz hızlıca çıktılar.
''Tatlı krizin mi var?'' dedim. Kafasını salladı.
Allah'ım, bu kız bu kadar tatlı olmak zorunda mıydı?
Yanakları kıpkırmızı olmuştu ve ben tem şu an onun yanağını öpmek istiyordum. Yanımdan geçip arka tarafımdaki sandalyeye geçti. Kafasını masaya gömdü. Şakaklarını ovalıyordu.
''Neyin var? Başın mı ağrıyor?'' dedim, yanına geçtim.
''Migrenim var. Uykusuzluk yüzünden tuttu.''
''Hastaneye gidelim.'' dedim.
''Hayır, o üzerlerindeki önlük ile bana dokunamazlar.'' dedi. Şakaklarındaki elini çektim ve ben ovmaya başladım. Mavi bunu beklemiyordu anlaşılan. Şaşkınca gözlerini açtı. Ama iyi geldiğine emin oldum.
''Gel bakalım.'' dedim ve kucağıma aldım.
''İndir beni, yürürüm ben.''
''Mavi, sus.'' dedim, sesimdeki kararlılığı hissedebilirdi. Sustu, ama vücut dilindeki direncin hala gözlerimden kaçmadığını fark ettim. Yavaşça, onu koltuğa yatırıp kendim de oturdum. Başını kucağıma alırken, her hareketi zarifti. Uzun, dalgalı saçları kucağıma dökülüp yayılırken, sanki o an zaman bir anlığına durmuş gibiydi. Masanın kenarındaki soluk ışık, saçlarının altın sarısı ve kahverengini dans ettiriyordu. Her telin dokunuşu, bana daha yakın hissettiriyordu. Gözleri, hafifçe kapanmıştı ama yüzünde hala bir tedirginlik vardı.
Bavulundan o kanatlı şeylerden alıp takmıştı, o yüzden şu anda uykuya dalabilirdi. Ama bedeninin dinlenmesi için gereken zamanla, hala zihnindeki karmaşayı birleştiremiyordu. Onun yorgunluğunu derinden hissedebiliyordum. Yavaşça ellerimle, alnına nazikçe masaj yaparken, ellerim onun cildinde kayarak rahatlamasına yardımcı oluyordu. Başını kucakladım, saçlarını nazikçe okşayarak.
Eli, karnına gitmişti ve ellerim de oraya kaydığında, içimden bir şeyler sızladı. Ağrıdığını anlamak zor değildi. Koltuğun kenarındaki silahı alıp, onu rahatsız etmemesi için dikkatlice kenara koydum. Onun için, bu kadar savunmasız bir halde olmak... bir anlamda, tüm duygularımın karıştığı bir anıydı. Ama bunu ona gösteremezdim.
Mavi, uykuya daldığında, ince bir pikeyi üzerine örtüm. Ateşi olduğu için, ona kalın bir örtü veremezdim; ama ona hafifçe sarıldım, sıcaklığını hissedebilmek için. Çektiğim derin nefesle, gözlerimi kapattım. Sessizliğin içindeki her bir saniye, birbirimize daha yakın olmamıza neden oluyordu. Telefonumu çıkardım.
Yiğit: Oğlum, Mavi uykuya daldı. Gelince oturma odasına girmeyin. Kapıya vurmayın ve sakın ama sakın en ufak bir ses çıkarmayın. Eğer Mavi'm sizin yüzünüzden uyanırsa vururum sizi.
Yaman: Tamam kardeşim, dikkat ederiz.
Telefonu kenara bırakıp Mavi'ye geri döndüm. Yavaşça, saçlarını okşarken, ona doğru eğildim ve derin bir nefes aldım. O kadar huzurluydu ki, kalbimde bir rahatlama dalgası vardı. Yavaşça onun kokusunu içime çektim, o kadar yoğun, o kadar saf bir kokuydu ki, her nefes alışımda kalbimde bir şeyler titreşiyordu. Hâlâ eli karnındaydı, biraz rahatlamak istiyordu. Bunu hissetmek, bana sadece onu koruma isteği veriyordu.
Kapı hafifçe açıldı ve Yaman ile Ilgaz içeri sessizce girdi. Telefonun sesini kapatması için işaret ettim. O an, Mavi'nin huzurlu uykusunu bozmamak için derin bir sessizliğe bürünmüş olmalıydım. Odaya giren her ses, sadece bir tehdit gibi görünüyordu; ama Mavi'nin uykusunu korumak, her şeyden daha önemliydi
YARMAGİLER GRUBU
Yiğit: Uyuya kaldı.
Yaman: Ciddi olamazsın 😱 Ben bayıldı sandım, geri zekalı! Karşımızda görüyoruz ya, hala ne konuşuyorsun?
Yiğit: Kardeşim, senin benden dayak yiyesin var herhalde. Hem sen nasıl doktorum diyorsun, kıza bir ilaç getir. Karnı ağrısını geçirecek bir şeyler al.
Ilgaz: Haklısın, oğlum. Harbi canı yanıyor gibi.
Yaman: Dur, hemen sıcak su torbası getireyim.
Ilgaz: Keşke fiziksel olarak bakmasaydınız, keşke yarayı görmeseydiniz.
Yaman: Ilgaz, sen yine felsefe yapacaksın herhalde. Gerek yok, kardeşim. Ne diyorsun?
Ilgaz: Oğlum, kızın gözlerindeki şeyi görmüyor musunuz? Hayat dolu, gülüp eğlenen birini bir anda hayatına küsmüş, kararmış halde bulduk. Kız gülmüyor, amına koyayım, kimsenin yüzüne bile bakmıyor. Böyle temiz bir şekilde severken ona işkence ediyoruz.
Yiğit: Keyfimizden söylemiyoruz, Ilgaz. Biz de aynı acıyı hissediyoruz.
Ilgaz: Ne bok yerseniz yiyin.
Yaman sıcak su torbasını getirdi. Elimle aldım, gözlerim onun yüzüne kaydı. O an, onun gerçekten kırılgan olduğunu bir kez daha fark ettim. Kazağını biraz yukarı sıyırdım, ve o anda sargısının olmadığını fark ettim. Aynı zamanda dikişlerinin de olmadığını gördüm. Yaman zaten dikince asla iz kalmazdı, ama bu defa dikişleri kendi almıştı? Yada sürekli böyle yapıyordu?
Sıcak su torbasını karnına koyar koymaz, gözlerini kırpıştırarak kendine gelmeye başladı. Yavaşça, uykudan uyanan bir kişi gibi, zihni bulanık bir şekilde etrafına bakındı. Yavaşça gözlerini açarken, biraz daha kendine geldi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |