"Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar."
-tolstoy.
44
Kara ile keşfedilen ülkelerin bir yenisine vardık. Bir yerleri gezerken hem ülkeleri hem de Kara'yı keşfediyordum. Hangisi daha heyecanlıydı, karar veremiyordum.
Onun bir elinde valizim vardı. Diğer elini sıkıca tutmuş, uçaktan inmiştim. Esniyordum. Uykulu bir şekilde ilerlerken başımı yukarı kaldırdım. Kocaman nefes aldım. Tek tük beyaz bulutlar Azerbaycan'ın mavisine serpilmişti. Türkiye'ye nazaran hava daha sıcak hissettirdi.
Havaalanının dibindeki siyah büyük makam aracının dibinde sigara içen adamı gördüm. Bu adamı tanıyordum. Zeki ona ıslık çaldığında heyecanla bize döndü. Sigarasını yana fırlattı ve ellerini iki yana açtı.
Kahkaha atarak ona sarılan Zeki'nin sırtına vurdu. "Hoş geldiniz Çakır Ailesi!"
"Aybalam!" dedi Zeki ve hızla bize döndü. "Bayılıyorum bu herife. Bu akşam için bana kesin sarışın bir dansöz ayarladı!"
"Nasıl?" dedim gülümserken.
Balaca, Kaya'ya sarılırken güldü. Gelmemiz onu pekala memnun etmişti. Kaya tek eliyle birkaç kez onun sırtına vurup geri çekildi.
"Sizleri görmek çok güzel. Evime hoş geldiniz."
Hande'nin başından kısaca sevdi. "Bu kız da pek büyüyor. Aman dikkat edin," dediğinde Hande göz devirdi ve kollarını birbirine bağladı.
"Bana artık çocuk muamelesi yapmayı keser misiniz?" dediği sırada Melisa ona elini uzattı.
"Merhaba," dedi yavaşça. "Ben de Melek'in arkad-"
"Eltisi!" dedi Zeki heyecanla. "Aha bu Kaya denen zatın madigudisi bu."
"Yok öyle bir şey," dedi Melisa. Balaca ile tokalaştıkları sırada Balaca şaşkın ama mutlu olmuştu. Belki de Kaya'nın bir eşi olmasına önceden hiç ihtimal vermemişti.
En sona bizi bırakmıştı. Bu sırada onun şoförü ve yardımcısı elimizdeki her şeyi alıp arabaların valizlerine yerleştiriyordu.
Kara'ya baktı ve kahkaha attı. "Sonunda geldi benimki buralara. Hayal gibi. Hoş geldin koçum benim."
"Eyvallah," dedi Kara tokalaşırken. "Teşekkür ederiz davetimizi kabul ettiğin için. Benimki çok merak ediyordu buraları."
"Evet," dedim Kara'nın elini daha da sıkı tutarken çünkü Balaca'nın görüntüsünden korkmuştum. "Bizi misafir ettiğiniz için teşekkür ederiz."
"Siz misafir değilsiniz," dedi Balaca yavaşça ve ona sarılmaya yeltendi ama Kara'nın temas konusundaki hassasiyeti ile yalnızca kısaca omzuna vurmaya karar verdi. "Sizin bir eviniz de burada."
Arabaya yerleştiğimiz sırada Kaya lafa atladı. "Hamile," dedi heyecanla Melisa'yı gösterirken. "Baba oluyorum lan!"
Balaca'nın gözleri açılırken Zeki hızla araya daldı ve Kara'yı gösterdi. "Aha bu da baba oluyor! Bunun karısı da hamile! İlk ben söyledim işte oh olsun!"
Balaca gözlerini şaşkınlıkla kapattı ve bir anda gülerek bize baktı. Gözleri parlamıştı.
"Lan neler diyorsunuz daha adım atar atmaz? Kalbime indireceksiniz!" dedi ve dayanamayarak Kaya ve Kara'ya aynı anda sarıldı. "Oğlum amca mı oluyorum ben?"
Geri çekildi ve nefes verdi. "Bu günleri de gördüm ya, gam yemem."
"Sağ ol canım teşekkür ederiz," dedi Zeki ve arabaya atladı.
"Balaca bir şey sorabilir miyim?" dedim heyecanla gözlerimi açarak. Kara bu sırada elimi tutmuş, beni arabaya bindiriyordu. "Zeki'nin dediği gerçek mi?"
"Senin hamile olup olmadığın mı? Benden mi onay istiyorsun?" diye sordu Zeki şaşkınlıkla ve karşıma oturdu. Kara yanıma geçerken Melisa ve Hande diğer arabaya bindiler.
Balaca yavaşça kahkaha attı. Şoför kapımızı kapatırken çevremizden ellerinde valiz dolu pek çok insan geçip gidiyordu.
"Kadınlar..." diye mırıldandı. "Dansözden bahsediyor âlâ. Bu bizde bir gelenektir, yenge. Bize misafir gelince akşam dansöz oynatılır."
"Ay teveccühünüz," dedim kıkırdayarak. "Ama biz misafir değiliz ki! Sen öyle söylemiştin!"
"Hayır!" diye bağırdı Zeki geriye yaslanıp. "Katiyen kabul etmem bunu! Dansöz istiyorum!"
"Ya bir dursanıza," dedi Kaya fısıldayarak. Öne doğru eğildi. "Melisa'yı bilerek mi diğer arabaya bindirdiniz?"
"He," dedi Zeki ve sırıtırken göz göze geldiğimizde yüzünü ağlamaklı yaptı. "Ah akşam sarışın dansöz mü çıkacak acaba? Kara bilirsin sen."
Kaşlarımı çattığım sırada Kaya hızla gözlerini kıstı. "Nerede evlenme teklifi edeceğimi planlayalım."
"İzdivaç yok ama bebek var öyle mi?" dedi Balaca şaşkınlıkla.
"Anacığım bu gençlikte ar namus mu kaldı?" dedi Zeki ve bacağını diğerinin üzerine atıp camdan dışarıya baktı. "Herkes Avrupa özentisi oldu. Hayır işin zina boyutu da var şekerim."
"Birader siz bana destek misiniz köstek mi?" dedi Kaya başını onlara çevirirken. Ağzını araladı ve birkaç saniye yüzlerini inceledi. "Hayır sik sik konuşacaksanız ben sizden akıl almayayım. Farkındaysanız önemli bir meramım var amına koyayım."
"Yok yahu!" dedi Bacala gülerek. "Severiz senle uğraşmayı." Kaşları ile Kara'yı gösterdi. "Bununla uğraşsak bozar atar. Sen kızınca keyifli oluyor değil mi Ahraz?"
"He," dedi Zeki kıkırdarken. Tekrar göz göze geldiğimizde yüzünü hüzünlendirdi. "Ah benim güzel dansözüm... Kaç gibi gelir?"
"Bana bak Zeki," dedim sinirle. "Şu konuyu kapatır mısın?" Gözlerim camdan dışarı bakıyordu. "Bence buradaki güzel bir tarihi yerde yapabilirsin."
"Para kokusunu sever o kız," dedi Zeki dışarı izlerken. "Lüks bir restoranda yap gitsin işte. Al kafası kadar elması olan bir yüzük bitti gitti."
"Harbi mi?" dedi Kaya ona dönerken. "Ben bizim kuyumcu Memet abiden aldım bir yüzük. Melek sana soracaktım," dedi ve hızla elini cebine attı. Küçük bir kırmızı kutu çıkarttı. "Baksana nasıl?"
"Ver bakayım," dedim ve yüzük kutusunu açtım. Gözlerimi kırptım çünkü parlaklığı göz ucu beyazlatırdı. "Çok güzel," dedim ağzım aralanırken. "Melisa buna bayılır."
"Gerçek mi?" dedi ve yüzüğü alıp tekrar cebine attı. Sırıtarak Zeki'ye döndü. "Oğlum ben karı ruhundan çok anlıyorum fark ettin mi?"
"Ya ya," dedi Zeki dışarı izlerken. "Anlıyorsun birader. Geçen yolda bir kız gördüm elimdeki kitabı aldı dedim kızım sen ne yapıyorsun? Sadece Kaya okuyabiliyor dedi. Şaştım kaldım ne demek o dedim. Bir tek o kadınların ruhunu okuyabilir dedi."
Kaya abisine dönerek Zeki'yi işaret etti. "Bu soyka herifi neden çağırdınız ki Azerbaycan gezisine?"
Kara bıkkın bir şekilde onları dinlerken gözleri arabanın tabanındaydı. Başımı onun koluna yasladığımda yavaşça başımı öptü.
"Bak buldum," dedi Zeki kısık sesle. "Ben seni vuruyor gibi yapayım sen yere düş. Sonra yerde bir anda diz çöküp Melisa'ya evlenme teklifi et."
"Kız gebeymiş," dedi Balaca şaşkınlıkla. "Olur mu öyle? Düşer çocuğu."
Zeki dudaklarını birbirine bastırdı. "O zaman kaos çıkartalım Balaca bana uçan tekme atsın ben bayılayım sen o hengamede kıza teklif et."
"İçindeki şiddet bağımlısı çocuğu bir durdursan mı?" dedi Kaya sinirle. "Romantik şeyler bulmamız lazım."
Gözlerim camdan dışarıdayken bir an doğruldum. Başımı Kara'nın kolundan kaldırdığım için baktığım yöne baktı. Parmaklarımı cama tuttum. "Balaca... Burası ne?"
Balaca dışarı baktı ve yavaşça gülümsedi. "Şirvanşahlar Sarayı. Burayı Sovyetler'e kaptırmadığımız için öyle mutluyum ki."
"Harbi ne oldu o iş? Ermeniler falan? Geçen gördüm yine birkaç katakulli çevirmişler," dedi Zeki merakla ona dönerek.
"Burada evlenme teklifi et Kaya," dedim hızla ona dönerek. "Hem çok şatafatlı, hem de çok romantik duruyor!"
Kaya baktığım yere baktı ve başını onayladı. "İyi tamam, yenge onayladıysa üstüne laf söylemek düşmez bize beyler."
"Ay senin beyini yesinler," dedi Zeki ve cıkcıkladı. Kırmızı ışıkta durduğumuzda yan arabadaki üç dört yaşlarındaki bir kız ile göz göze geldi. Kıza dil çıkarttığında kız bir anda kaşlarını çattı ve ağlamaya başladı. Zeki hızla bana döndü. Küçük kızın olduğu arabayı kullanan adam camını indirdiğinde Zeki işaret parmağı ile beni gösteriyordu.
"Ya ne yapıyorsun?" dedim korkuyla. "Küçücük kızı ağlatıp bana mı suç atıyorsun!"
"O yaptı abi valla!" dedi Zeki beni gösterirken. "Ben yapmadım. Ben masum bir turistim abi. Adım Ömer. Turist Ömer."
Işık yeşil olana kadar adamın bizim arabaya doğru şaşkınlıkla ama öfkeyle bakışını izledik. Çok utanmıştım.
Azerbaycan sokakları taşlıydı. İnsanları da barok binaları gibi renkli giyiniyordu. Çok taze bir ülkeydi burası. Bağımsızlıklarını ilan ettikleri yıl sayısı bir elin parmağını geçmezdi.
"Ecevit amcam nasıl?" dedi Balaca, vardığımızda. Aşağı iniyorduk. Kara'nın elinden bir an olsun elimi ayırmıyordum.
"Bildiğin gibi," dedi Kaya ve hemen arkada bizi takip eden diğer arabaya el salladı. "Baksanıza şu köşke! Melisa beğendin mi!"
"Bayıldım!" dedi Melisa arabadan inerken. Güneş gözlüklerini başının tepesine çıkarttı ve binaya baktı. "Burası saray gibi. Burada mı kalacağız?"
"Evet," dedi Kaya ona adımlarken. "Sana layık olduğunu düşündüm."
"Of bir kes ya," dedi Melisa onun önünden geçip ilerlerken.
Kaya başıyla onu birkaç saniye takip etti ve hemen arkasından ilerlemeye başladı. "Melisa biz senle kalırız diye düşündüm."
"Çok beklersin," dedi Melisa içeri adımlarken. Hande ise şaşkınlıkla dibimize vardı.
"Trafikte yan araba ile kavga mı ettiniz siz?"
"Zeki bir çocuğu ağlattı," dedim kaşlarımı çatarak. Zeki ise valizleri bir bir alıp içeri götüren görevlilere yardım ediyordu.
"Manyak," dedi Hande güldüğü sırada. "Yaramaz çocuklar gibi."
"Baba dayağı yemedi de ondan," dedi Kara onu izlerken. "Bakalım. Bir gün çok pis elimde kalacak. Koskoca herif oldu hala şaklabanlık peşinde."
"Ama onu öyle kabul ettik," dedim Kara ve Hande ile içeri adımlarken. "Yani baksana çok eğleniyor. Kimseye de zararı yok."
"Yok tabii," dedi Hande kahkaha atarak. "Bize yok sadece zararı."
Balaca büyük malikanesinin girişinde Melisa ve Kaya ile sohbet ediyordu. "Temiz ve hazırlanmış üç oda var. Ben gelecek kişi sayısını tam hesaplayamadım. Biraz beklerseniz fazladan oda temizletebilirim hemen."
"Gerek yok. Abimler bir oda. Ben Melisa ile kalırım. Hande'yi de Zeki'ye kakalarız," dedi Kaya.
Melisa göz devirirken Hande ellerini önünden birleştirdi. "Ben Zeki abi ile kalmam," dedi utanarak. "Horlar o camış gibi."
"Bir kere ben dansöz ile kalacağım!" dedi Zeki ayağını yere vurarak. "Ayrıca benim şu hokka burnuma bir bak," dedi ve yüzünü Hande'nin yüzüne yaklaştırdı. "Bak bir elle. Kaydırak gibi burnum var. Tam olarak neremle horlayacağım?"
"İyi tamam bu ikisi kalsın," dedi Kara.
Hizmetliler bize odalarımızı gösterirken ben evin büyüsüne kapılmıştım. Kocaman taşlı avizeler, yerde İran halıları ve altın heykeller vardı. Parkeler ahşaptı. Parlıyorlardı.
"Balaca burada tek mi yaşıyor?" dedim Kara ile birlikte odaya çıkarken. Parmaklarımın uçlarını tırabzanlara koydum. Merdivenlerin bile kırmızı büyük gösterişli halıları vardı.
"Evet bebeğim," dedi ve yavaşça elimi öptü.
"Çok lüks burası," dedim incelemeye almışken. "Neden yalnızlığı seçiyor ki acaba?"
"Eşi vefat etti," dediğinde başımı diğer yana çevirdim. Merdivenlerin kenarları boy boy camdı. Bakü'nün yeşilliği vardı manzarada. Ama çok kalındı cam. Sanki kurşun atsan geçirmezdi.
"Anladım," dedim yavaşça. Odaya girdik. Nefesim tutuldu. Bir müzeye girdim gibi hissettim. Yüksek tavanlı duvarları eski pers minyatür çerçeveleri örtmüştü. Kadife, şarap renginde bir yatak vardı. Kocamandı. Dört direkliydi ve kenarları tül perdelerle çevriliydi. Sanki orada uyusam zaman dururdu.
Köşede yeni yakılmış bir şömine, hemen önünde iki krem rengi berjer vardı.
"Balaca en güzel odayı bize vermiş bence," dedim ağzım aralık etrafa bakarken. Hizmetliler çoktan valizlerimizi bırakmış ve gitmişti.
Büyük oyma kapıdan dışarı çıktım. Balkonda sarmaşıklar asılıydı. Arka bahçeyi görüyorduk. Bahçenin ortasında bronz bir kadın heykeli vardı. Elinde kırık bir lale tutuyordu. Bir ayağı yoktu ama yine de dimdik duruyordu.
Ellerimi balkon demirlerine tuttum ve gözlerimi heykele daldırdım. Rüzgar hafif esip saçlarıma üflüyordu. "Kırık ama ne kadar gösterişli," diye fısıldadım. Kara'nın bedenini arkamda hissettim. Rüzgar esmeyi kesti sanki onun varlığı ile.
Ellerini ellerimin yanlarına koydu ve beni kollarının arasına hapsetti. "Bak oraya," dedi, başıyla aşağıdaki heykeli işaret ederek. "Balaca'nın eşi."
Kokusuna hikaye anlatırken istemsiz yumuşattığı sesi eklenince gözlerim mayıştı ama yine de kaşlarım çatıldı. "Bu heykel... Balaca'nın eşi mi yani?" diye sordum, heykeli izlerken.
"Öyle, güzel karıcım."
"Ayağının birine ne olmuş?"
"Savaş dönemi yıkılan evi yüzünden bir bacağını kaybetmiş." Tüylerim diken diken olmuştu. Rüzgar sertçe yüzüme esti sanki. Arkamda Kara var diye önden vurmaya çalıştı beni.
"Ayağını kaybetse bile dimdik durmuş," dedim gözlerimi ovarken. "Ne kadar da güçlü bir kadın değil mi Kara?"
Kara bir elini demirlerden çekti ve yüzüme düşen saçları düzeltti. "Öyle."
"Aslında insan hep dimdik durmaya çalışır yıkılmamak için."
İnsan bazen bir şeylerini eksik hissederdi ama ne olduğunu fark etmezdi. Dimdik durmaya cebelleşirdi ama bilmezdi, bazen yıkılmak da güzeldi.
Omzumun üzerinden başımı ona doğru çevirdim. "Sen hiç yıkıldın mı Kara?"
"Çok."
"Senin nerelerin eksildi?"
Kara sustu. Bir süre cevap vermedi. "Çoğu şey," dedi yavaşça. "Ama biri var. Tüm eksikleri tam gibi hissettiriyor."
Tamamen ona doğru döndüm. Başımı ona kaldırdım. Başı bana eğik, sırıtıyordu. "Tüm siyahları beyaz, tüm kötülükleri iyilik yapıyor. Öyle biri var ki, hissettiğim ne eksikse tamamlıyor."
Eli karnıma gitti. "Hatta artarak tamamlıyor."
Karnımı tutan elini tuttum. "O günden beri onu hiç duymadım," dedim yavaşça. "O gün bana seslenmişti. Belki de çok korktuğum için o an halüsinasyondu duyduğum. Ama keşke onu bir daha duysam."
"Duyacaksın," dedi yavaşça karnımı okşarken. "Doğsun bir, hiç susmayacak."
"Susmaz değil mi?"
"Susmaz," dedi. Dudaklarını alnıma dayadı. "Çok yıkıldım evet. Ama sen ve karnındaki olmasa yıkılmam, Melek."
"Nasıl yani?"
"Yıkılmam. Çünkü yıkılınca yeniden inşa eder insan. Ama siz olmazsanız, ben de olmam. Yıkılmam çünkü ölürüm."
Onun gözlerine baktım. Azerbaycan'ın gök mavisiyle de çok yakışmıştı onun mavileri. Gittiğimiz ülkelerin gökyüzleri ile Kara'nın gözlerini hep karşılaştırırdım. Ama hep Kara kazanırdı.
Bana doğru eğildi ve yavaşça dudaklarımı öptü. Çok kısa. Dolu ama. "Ben hayatımda ölümsüz olmayı hiç bu kadar çok istememiştim, güzel karıcım," diye fısıldadı.
Tadı dudaklarıma dokunurken hızla ellerim boynuna gitti. "Diğer dünyada yine senin olacağım."
"Söz mü?"
"Söz," dedim gülerek. Bir an kaşlarım çatıldı. "Hem sen orada kızlara bir hadisler ayetler okudun. Neydi onlar? Ne ara gittin de öğrendin sen onları?"
"Kızım biliyordum zaten," dedi dudakları alnımı öperken. "Ezbere biliyorum ben o kitabı. Bin kere okudum."
"Nasıl yani? Sen Kuran'ı mı ezbere biliyorsun?" dedim şaşkınlıkla. Sonra sinirle koluna vurdum. "Seninle ilgili bilmediğim daha neler var? Hem madem ezberinde. Niye tövbeler olsun haşa ki müslüman değilmişsin gibi konuşuyordun!"
"Kırgındım," dedi doğrulurken. "Hayatım boktan gidiyordu. İsyandaydım. Barıştık ama, dedim sana. Aramız iyi bu aralar."
"Sen benim gördüğüm en garip insanlardan birisin," dedim arkasını döndüğü sırada. Peşinden içeri geçtim. "Allah'tan edebiyat hocasının verdiği kitap yazma ödevinin teslimiyeti seneye kadar uzadı da seni yazmaya bayağı bir müddet sahibi oldum."
"Yaz oraya, Kara çok kıyak biri de," dediği sırada kapı tıklatıldı. Hemen sonra açıldı.
Hande merakla odaya baktı. "Çüş!" diye bağırdı. "Bu oda ne ya! Bunların odası daha havalı!"
Zeki hemen arkasından başını uzattı ve alt dudağını ısırdı tavanı izlerken. "Vay anam babam. Bu gece gelip ortanızda uyuyabilirim anneciğim ve babacığım."
"Ne istiyorsunuz?" dedi Kara ceketini çıkartıp masaya bırakırken. "Konuşun."
"Melisa aşermiş ve bir yerel marketten Azerbaycan atıştırmalıkları almak istiyormuş. Hep birlikte gidelim diyorum."
"Ben gelmem," dedi Zeki yatağa bakarken. "Yatağınıza çıkıp çocuklar gibi zıplayabilir miyim?"
"Çık dışarı," dedi Kara yavaşça. Zeki hızla asker selamı verip odadan çıkarken Kara bana döndü. "Gidelim mi bebeğim?"
"Evet!" dedim heyecanla. "Ben de Şeboşumun canı bir şeyler çekerse alırım, değil mi?"
"Tabii ki," dediği sırada Hande gülüyordu.
"Ay inanamıyorum ya resmen koskoca Karahan Çakır sana soruyor. Her adımı sana soruyor. Şeyi çok merak ediyorum Melek... Abim nefes alırken de senden onay alıyor mu?" dediği sırada Kara ona döndü. Hande hızla ifadesini dondurdu ve koşarak odadan çıktı.
"Alınıyor musun böyle dedikleri için?" dedim merakla Kara'nın dibine varırken. Cevap vermedi ama sırıtıyordu.
Aşağı indiğimizde Balaca, Kara, Melisa ve ben markete gittik. Kaya ve diğerleri ise evlilik planı ile ilgili ayrı kaldılar. Kaya'nın gelmemesi Melisa'yı sinir etse de bunu belli etmeye çalışmıyor gibiydi.
Kollarını göğsünün altında birleştirdi ve yeni çerçevelediği kahverengi dudak kalemini kısaca yaladı.
"Hazır mısınız uşaqlar?" diye sordu Balaca heyecanla. Büyük evden aynı araç ile çıktığımızda heyecanla dışarıyı gösteriyordu. "Hem gezeriz. Hem de sizi güzel bir markete götüreceğim."
"Ay ben açım. Sen bizi gezdirme, direkt yemek alacağımız bir markete götür," dedi Melisa dışarı izlerken.
Balaca önünden geçtiğimiz her binayı anlatıyordu. "Bu bina Sovyet döneminden kalma bir polis binası idi. Ama indi kafeye çevirdiler. Her şey kahvehane oluyor zaten memlekette. Hayat gibi. Değiştikçe eskisinden eser kalmıyor."
Melisa yanımda otururken yavaşça omuz attı. Merakla Balaca'yı dinlerken ona döndüm ve başımı ne anlamında salladım. Kaşları ile Balaca'yı gösterdi. "Kara iki. Filozof bu da."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve camdan dışarı baktım. "Balaca burası mı o dediğin yer?"
"Vardık vardık evet," dedi Balaca araba dururken. "Burası bahsettiğim market." İndiğimizde Balaca heyecanlı bir ev sahibi gibi bize her karışı anlatıyordu. Marketin içi nar şerbeti kokuyordu. Kenardaki fırında taze tandır ekmekleri ve dut pestilleri doluydu.
"Melisa sana kutap alalım mı yenge?" dedi Balaca.
"Ne?" diye sordu Melisa.
"Kutap," dedi ve heyecanla bizi bir reyona götürdü. "Sizin oradaki kuru kuru oluyor. Bundan deneyin. Çok değil ama, bebe var ya karnınızda."
"Ay bu ne?" dedim merakla bir başka şeye yönelirken. "Bundan da alalım."
"Alalım," dedi Melisa ve dudaklarını yaladı. "Şu ne? Şekerbura yazıyor üstünde. Şekerli bir şey herhalde. Bunu da alalım."
Melisa ile kendimizi kaptırmış bir şekilde reyonlar arası dolanmaya başladık. Elimde tuttuğum sepete gözüme çarpan her şeyi ekliyordum.
"Melisa bunu da alalım mı?" diye sorduğumda aldığım şeye bakmadan onay veriyordu.
"Bu dansöz muhabbeti ne be?" diye sordu reyondaki cipsleri incelerken. Bir tanesini alıp ilerlemeye devam etti.
"Zeki bir şeyler diyor ama sinir oldum," derken elime bir kavanoz reçel aldım. "Bunu çay ile birlikte mi içiyorlardı?"
"Neymiş o?" dedi ve reçeli aldı. "Neyse alalım yine de. Kahvaltıda yeriz olmadı."
İlerleyerek kasaya gittiğimiz sırada Kara ve Balaca hemen arkamızda futbol sohbeti ediyorlardı. Onlardan bağımsız hareket etsek de Kara elimde tuttuğum sepeti benden almıştı ve benim yerime taşıyordu.
Kasaya geldiğimizde her şeyi bir bir dizmeye başladık. "Kaya'ya bebek olduğunu söylemişsin?" dedim sorar gibi. Bir de onu yoklamak ister gibi.
"Evet," dedi sepetteki birkaç ürünü daha tezgaha bırakırken. "Söyledim. İleride bu çocuk benden değil diye kıyamet koparırdı falan. Hiç uğraşamam onun çenesiyle."
"İyi yaptın," dedim ve sonunda sepeti tekrar Kara'ya uzattım. "Yani bence de iyi oldu. Ona göre akıllanır artık."
"Aman ne akıllanacak? En son barışır gibi olduk ama söylediği şeyleri hazmedemiyorum. Seni döverim falan diyor." Bir an durup kaşlarını çattı. "Melek bir şey soracağım sana. Zeki herkesin taklidini yaparken Kaya'nın taklidi sırasında, "Seni dağa kaçırırım," gibi bir şey söyledi. Zeki, Kaya'nın onu dediğini nereden biliyordu? Çünkü Kaya'nın evinde biz başbaşayken demişti onu bana."
Gözlerim kocaman açıldı. Bu, onları gözetlediğimiz günkü bir sohbetti. "Ben ne bileyim!" diye bağırdım korkuyla. Öyle bağırmıştım ki Kara ve Balaca bile konuşmalarını bölüp kısaca bize baktılar.
"Yani dostikom bana ne soruyorsun gidip Zeki'ye sorsana?" dedim sorar gibi. Korkudan avuç içlerim kaşınmıştı.
"İyi," dedi ve önden bir genç kız dergisi çekti. "Yazıları anlayabilir miyiz sence? Bunu da alalım."
"Türkçe'ye benziyor. Anlamasak da resimlere bakarız. En kötü Balaca'ya çevirtiriz," dediğim sırada derginin kapağı beni çok etkilemişti. "Baksana, ay ve güneşi temsil eden iki kız arkadaş... Senle ben gibi!"
"Ben ay sen de güneş," dedi Melisa kıkırdayarak dergiye bakarken. "Kızların tarzları da sana bana benziyor. Demek ki yakın dostikoların zıt görünüş ve huylarda olması evrensel bir şeymiş."
"Sizler güneş ve aysanız şayet; sizi tutan gökyüzü olmak isterdim," sesi ile aynı anda yana baktık. Bir adam, elindeki gazete ve ekmeği kasaya bırakıyordu. "Öyle hoşsunuz ikiniz de."
"Pardon?" dedi Melisa şaşkınlıkla.
"Af buyurun," sesi ile önümüzdeki adama döndük. "Siz de mi Türkiye'den geldiniz?"
"Evet?" dedi Melisa ona dönerken. "Pasaport polisi misiniz yoksa kadınları dinleyip lafa dalmaya an kollayan bir hadsiz mi?"
"İlahi," dedi adam merakla gülümserken. "İki güzel bayanın böylesine çok şey satın aldığını görünce dayanamadım. Ya meraklı iki turist ya da bir ordu besliyorsunuz herhalde evinizde, diye düşündüm."
Melisa varla yok arası sırıttı ve sırada biraz öne ilerledi. "Canım sen bizi bir rahat bıraksana."
"Mazur görün," dedi adam ve kendi kasadan geçen ürünlerini poşetlemeye başladı. "Rahatsızlık vermek istemedim. Yalnızca hoş iki hanımefend-" derken cümlesi kesildi.
Çünkü Kara, adamın kafasına arkadan hızla bir market poşeti geçirdi. Onu boğmaya çalıştı.
Neye uğradığımı şaşırdığım sırada adam cebelleşerek kollarını öne doğru attı. "Orospu dölü," diye mırıldandı Kara, poşeti sıkmaya çalışırken ama adam hızla ağzının olduğu kısma parmağı ile bir delik açtı. "Kim hoş söyle lan bir daha! Tam duyamadım orospu evladı!"
"Kara dur lan!" dedi Balaca hızla onu arkadan tutarken. "Allah'ın manyağı dur!"
"İmdat!" diye bağırdı kasiyer. Hızla sağa sola bakındı. "Adamı öldürüyor! Yardım edin!"
"Lan ne öldürmesi poşetle boğmaya çalışıyor amına koyayım!" dedi Balaca sinirle. "Sakin olun! Lan Kara dur artık birader yapma!"
"O kafanı mermiyle doldururum lan senin," dedi.
Adamın kafasındaki poşet sonunda yüzü görünecek kadar yırtılmıştı. Adam kocaman bir nefes alırken ağzı aralık kaldı. Kara arkadan onu tutup bir anda yere savurduğunda adamın bağırışı markette yankılandı.
Balaca hızla arkadan Kara'nın üst bedenini sardı. Onu tutmaya çalışırken Kara adamın yüzüne tükürdü. "Allah canımı alsa da ölmüşlerini siksem senin," dedi sinirle. "Seni bir güneşle aya çevirsem keşke. Gökyüzünde hoplatsam seni."
"Tamam," dedi Balaca hızla bize dönerken. "Yuh amına koyayım bu nasıl bir cüsse yerinden oynatamıyorum! Kara dur bak valla içeri sokarlar!"
Adam yerde yüz üstü uzanıyordu. Nefes alıp vermeye çalışıyordu. Kara birkaç saniye duraksadı ve boğazını temizleyip kasiyere döndü. "Sıkıntı yok kardeşim," dedi kıza, avuç içini kaldırıp. "Hemşeri hemşeriyi gurbette siker hesabı düşün. Tamam mı?"
Kız korkudan başını onaylarken Melisa hızla ürünleri kıza uzattı. "Bunları geçer misiniz acaba?" Bense şaşkınlıkla ne yapacağımı bilemez bir şekilde Kara'ya bakıyordum.
"Tabii," dedi kız, hızla ürünlerin barkodlarını okuturken. Hemen sonra kendi poşetlemeye başladı. O kadar hızlı poşetliyordu ki, bizim bir an önce oradan çıkmamız için an kolluyordu.
"Yüz seksen altı bin manat," dedi telaşla.
Balaca ödemeye kalkarken Kara hızla araya girdi ve cüzdanını çıkarttı. "Sakın!" dedi Balaca. "Ben ödeyeceğim."
"Uzatma birader gidelim bir an önce," dedi Kara. Kıza aynı anda parayı uzattıklarında kız korkuyla Kara'nın elindeki parayı aldı. Sanırım gerçekten ondan çok korkmuştu.
Poşetlerle birlikte oradan ayrıldığımız sırada adam ayaklanmış, yere bağdaş kurmuştu. Bizim gidişimizi izlediği sırada Kara duraksayıp ona döndü. "Yeter!" dedim sinirle. Kara'nın kolunu tutup ilerlemeye başladım. Buna izin verdi ve benle bir yürüdü. "Gittiğimiz her ülkede bir insan dövmek zorunda değilsin."
"Bak gördün mü iki saniye yalnız bıraktık hemen kızı kapmaya çalıştılar," dedi onu sürüklediğim sırada. Balaca ile konuşuyordu.
"Bizde pek olmaz. Kesin Ermeni soyludur bu herif."
"Yahu ne fark eder erkek her yerde erkek," dedi Melisa ve kıkırdadı. Sonra gülerken karnını tuttu. "Ay sinirlerim bozuldu. Adamın suratına poşet geçirdi."
"Ne yapayım aklıma başka bir şey gelmedi o an," dedi Kara ve onu tutan elimi alıp sıkıca kendi eliyle kenetledi. "Bir daha rast geldiği kadınlara laf atmaz artık. Ben ona hayat dersi verdim."
"Market poşetiyle mi?" dedi Melisa gülerken. "Ay çocuk bile gülüyor içimde."
Balaca da güldüğünde ben istemsiz dudaklarımı birbirine bastırdım. Komik bir andı aslında. Saçmaydı daha doğrusu. "Bunu Zeki'ye anlatmam lazım. Türkiye'ye döndüğümüzde her Gima Market poşeti gördüğümde aklıma Kara gelecek," dedi Melisa gülerken. "Görüyorsun değil mi dostikom? Erkeklerin kriz anında buldukları çözümlere bak."
Arabaya bindiğimizde Melisa ile poşetlerdeki ürünleri açmaya başladık. Buradaki abur cuburlar bizimkilere benziyordu ama hepsini canımız çekti. Bir bir yediğimiz sırada Melisa dışarı izliyordu.
"Akşam Şirvanşahlar Sarayı'na gideceğiz. Orada restoran var mı?" dedim ağzım dolu bir şekilde.
"Olmaz olur mu?" dedi Balaca heyecanla. "Çok şık bir restoranımız var. Yemekleri de burjuvadan."
"Ne giyeceksin?" dedim Melisa'ya dönerken. Genelde zaten hep şık ve gösterişli giyinirdi ama bu akşam için ayrı bir özen içerisinde olsun istedim.
"Bilmem ki," dedi bana dönerken. "Sen?"
"Bana aldığın elbiseyi giyeceğim," dedim kıkırdayarak. "Tanıştığımız gün almıştın. Hatırlıyor musun?"
Ağzı dolu bir şekilde gözlerini açtı ve hızla koluma vurdu. "Ay evet hatırlıyorum! Onu da mı aldın yanına?"
"Siz nasıl tanışmıştınız?" sesi ile Kara'ya döndüm. Sanki bu soruyu daha önce hiç sormamış olmanın şaşkınlığı vardı ifadesinde.
"Otobüste kavga ettik," dedim kıkırdarken. "Ben ona sigara içme demiştim o da içmişti. İlk başta birbirimize çok sinir olmuştuk ama sonra en yakın arkadaş olduk değil mi dostikom!"
Melisa gülerken bir yandan da elindeki atıştırmalığı yiyordu. "Konak'ta sarhoş olmuştun bir içkiyle saf."
"Evet," dedim kıkırdarken. "Sonra Kara beni kucaklayıp eve götürmüştü." Hızla Melisa'nın koluna vurdum. "Ben buna dedim ki, Kara ben sarhoşum da seni şak diye öpsem ne olur? O da bana dedi ki ben de sana şak diye bir tane çakarım!"
"Ne?" dedi Melisa hızla gülerken. "Öyle denir mi hiç?" Kara'ya döndü. "Çok ayıp etmişsin."
Kara camdan dışarı bakıyordu. Dudakları hafif yukarı kıvrıldı. "İçimden dua ettim o an. Keşke öpse bir kez diye."
"Bak bak," dedi Melisa ve gülerek bana döndü. "Bu da naz yapmış sana ilk başlarda."
"Ben çok koştum onun peşinden," dedim başımı olumlu sallarken. "Nereden nereye? Küçük kiracısıydım, güzel karısı oldum. Şimdi de adam boğuyor benim için."
Melisa'nın gülerek, "Market poşeti ile," dediği sırada varmıştık. Heyecanla ayaklandı. "Akşam için hazırlanayım. Ben de senin elbisene takım bir şeyler bakınayım abes kaçmasın."
"Tamam dostikom sekiz gibi avluda buluşuruz!" dedim heyecanla inerken. Kara kalan poşetleri alıp indi ve boştaki elini bana uzattı.
Odaya geçtiğimde üzerime valizimden çıkarttığım elbiseyi giydim. Bugün Melisa en başından beri istediği şeye sahip olacaktı. Kaya'ya. Belki de bu sürede çokça kez birbirlerini yıprattılar ama benim bir şüphem yoktu. Melisa evet diyecekti.
Kara yatağa uzanmış uyuklarken ben makyaj yaptım. Bir yandan da yerel marketten aldığımız atıştırmalıkları tıkınıyordum. Dudaklarıma kahverengi bir kalem çektim. Çerçevenin ortasına parlatıcı sürdüm ve saçlarımı biraz kabarttım. Elbise ilkbahar için çok olağandı.
Kara'nın dibine vardım. Gözleri kapalı, ağır ağır nefes alıp verirken çok masumdu. Bir müddet yüzünü izledim. Sakalları hafif uzasın hemen keserdi. Benim uzun sakal sevmediğimi söylediğimden beridir onun sakalları hiç uzamadı. Yüzünde ufak tefek birkaç çocukluktan kalma cam kesiği izi vardı. Onun dışında teni sert ama davetkardı. Gözleri kapalı olunca mavileri dışında dikkat çeken çok fazla yeri olduğunu fark ettim.
"Güzel mi?" diye mırıldandı.
"Manzaram mı?" diye sordum. Eğilip yavaşça dudaklarını öptüm. "Çok güzel."
Gözlerini açtı ve dudaklarını yaladı. Bir an duraksadı. Baş parmağı dudağına gitti ve hafif dokundurdu. "Bebeğim bu ne?"
"Şey," dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Parlatıcı sürmüştüm de..."
"Ne parlatıcısı?" dedi doğrulurken. "Sürmesene bebek cildine öyle saçma sapan şeyler."
Gözlerimiz dokununca tekrar duraksadı ve beni süzdü. "Fazla güzelsin," dedi başımdan öperken. "Bu kadar dikkat çekme. Sonra sana bakan gözleri oymak istiyorum."
Ellerim saçlarıma gitti ve düzelttim. "Güzel olmak benim suçum mu Kara?" dedim omuz silkerken.
"Çok güzelsin," dedi ve doğruldu. "Yemin ederim bir kişi yan gözle baksın olay çıkartırım."
"Melisa ve Kaya'nın akşamı bu, bizim değil," dedim peşinden ilerlerken. "Lütfen orada da huzursuzluk çıkartma. Marketteki o halin neydi öyle?"
"O dua etsin silah yoktu yanımda," dedi ve bıkkın nefes verip bana döndü. Gülümsedi. "Çok güzelsin."
Kara'nın peşinden sürüklediği bir tufan vardı. (Bir Nergis Tufanı'na hala başlamadıysanız ne duruyorsunuz? Hemen başlayın!!!!!)
Onunla yaptığım her şey ruhuma ziyafetti. Günbatımı Azerbaycan'a vurdu. O güzel saraya varmıştık. Avlusunda nar ağaçlarının yapraklarının gıcırdaması ve süs havuzundan akan su sesi duyuluyordu. Sarayın ortasında büyük bir masa kuruluydu.
Köşede bir semaver ve renkli mezeler diziliydi. Limon dolmaları, lavaşlar ve masadaki çiçekler. Melisa kocaman kamerasını da getirmişti. Böyle bir yere ilk kez gelmenin heyecanıyla sağı solu kayıt alıyordu. "Şu köşeye bakar mısınız?" dedi heyecanla bir yeri gösterirken. "Bayıldım!"
O da bir elbise giymişti. Simsiyah, ip askıları olan zarif bir elbiseydi. Yumuşak saçları beline kadar dökülüyordu. Makyajı da elbisesi gibi koyuydu ama yine de keskin yüz hatları belirgindi.
Zeki eğilip bir anda Melisa'nın kamerasının önüne zıpladı. "Bö!" diye bağırdığında Melisa korkuyla bağırıp kamerayı yere düşürdü.
"Ya of!" dedi sinirle eğilirken. "Kırıldıysa ne yapacağız? Bir sürü şey çekmiştim ben be!"
"Birader?" dedi Zeki şaşkınlıkla Kaya'ya dönerken. "Kameralar bile karizmam karşısında dayanamıyor çatır çatır çatlıyor amına koyayım," dedi Zeki elleri ceplerinde etrafa bakarken. Çok jantiydi. Saçlarını geriye doğru taramış, bir tutamını alnından aşağı atmıştı. Üzerinde siyah deri ceketi, altında koyu kahve pantolonu vardı. "Hande sence bu sarayda eskiden kimler yaşamış? Cinler mi yoksa benim gibi aşk adamlar mı?"
"Prens ve prensesler," dedi Hande heyecanla etrafa bakarken. Aynı şekilde. Çok şıktı. Koyu kırmızı bir elbisesi vardı. Saçları hafif bukleli, makyajı hafifti. Altın takılar giymişti. "Balaca biraz anlattı. Dinlemiyorsun ki herifi."
"Kızım ben birilerini dinlemeyi lisede bıraktım," dedi etrafa bakarken. "Tarih derslerini hiç sevmezdim zaten. Atalarımızın dedikodusunu yapmak gibi hissettiriyor tövbe haşa."
"Saçma sapan konuşma abi," dedi Hande gülerek. "Öyle şey mi olur? Bu nasıl bakış açısı."
Melisa yerden kamerayı almış ve kırılmadığını fark edince çekmeye devam etmişti. Kaya ise çok heyecanlıydı. Takım elbise giymişti. Zeki onunla damat diye birkaç kez dalga geçse de Kaya'nın gerginliği hiç geçmedi.
Beni yanına çağırdığında hızla Kaya'nın dibine vardım. "Melek," dedi fısıltıyla. "Kabul eder, değil mi?"
"Eder bence," dedim, Melisa'yı izlerken. Zeki'ye vuruyordu. Zeki ise gülerek Hande'nin arkasına saklanıyordu. "Yani iyice söyleyeceklerini planladın mı?"
"Planladım ama unuttum hepsini amını siktiğimin aklı!" dedi sinirle.
"Doğaçla o zaman," dedim ve Melisa bize döndüğünde gülerek el salladım. "Yeter ki doğal ve içten konuş. Hemen yüzük gösterme. Önce böyle önsöz ile ona aşkını anlat tamam mı?"
"Tamam çok dikkat çektik," dedi ve hızla birkaç kez koluma vurup yanımdan ayrıldı. Kara ise Balaca ile oturmuş, sohbet ediyordu.
Melisa masaya oturacağı sırada Kaya koşarak elini kaldırdı. "Dur!" diye bağırdı. Öyle çok bağırmıştı ki yan masalardaki insanlar bile durup bize dönmüştü. Melisa şaşkınlıkla onun koşuşunu izledi.
Kaya telaşla sandalyesini çekti. Kolalı beyaz gömleği ve siyah pantolonu ile gerçekten bir damat gibi duruyordu. "Gel şimdi otur," dedi nefes nefese. Melisa gülerek oturduğunda Kaya onun sandalyesini itti ve rahat etmesi için telaşla yanına oturdu. "Rahat mısın? Çocuk iyi mi? Bir eksik ya da istek var mı?"
"İyiyiz," dedi Melisa gülerken. "Ay bu da bana taktı."
"Salak mısın bana mı takacaktı?" dedi Zeki onun karşısına otururken. "Bu karılar da hamileleştikçe mallaşıyor."
"Aaa!" dedi Melisa sinirle. "Çok ayıp ama Zeki!"
Zeki yüzünü ekşitip onu taklit ederken Hande onun yanına oturup kıkırdadı. "Buradaki günbatımı bile bir farklı sanki."
Kara'nın yanına oturup yavaşça geriye yaslandım. Eli otomatik olarak bacağıma gitti ama diğer tarafında oturan Balaca ile sohbete devam etti.
"Buradan kaç gibi kalkarız? Daha Balaca'nın malikanede dansöz oynatacağız ya..."
"Doyamadı karıya kıza," dedi Hande sinirle eteğini düzeltirken. Sandalyesini öne doğru çekti ve çatalı eline aldı. Sinirle bir mezeye daldırdı. Hızla ağzına attı ve yanağı şiş devam etti. "Hayır yani böyle görgüsüz gibi kadın diye tutturmak komik değil mi bu yaşta?"
Zeki kolunu onun sandalyesinin üzerine attı ve kenarından tutup avuç içiyle kendine doğru sertçe çekti. Hande bir anda yana savrulurken Zeki sırıttı. "Ne dedin sen abine?"
"Bir şey demedim," dedi korkuyla ağzına yemek doldururken. "Sana demedim abi. Cidden bir şey demedim."
"Akıllı ol," dedi Zeki yavaşça ve onun sandalyesinden elini çekip geriye yaslandı. "Uşaklar! Hepinizi öpürem! Hamınızın amı-"
"Hey!" dedi Kaya bağırarak. "Manyak mısın oğlum ne diyorsun?"
"Çok gaza geldim. Pardon," dedi Zeki ve hızla Hande'nin ağzına atacağı çataldaki mezeyi tutup kendi yedi. "Afiyet olsun herkese."
Önümüze bir bir yemekler gelirken Kara yavaşça yemeği ile ilgilenmeye başladı. "Saraylara çok yakışıyorsun," diye fısıldadı.
Yanaklarım kıpkırmızı olurken lokmamı yutup ona döndüm. "Senin yanında kendimi hep bir prenses gibi hissediyorum zaten," diye mırıldandım. Yemeğini yerken sırıttı.
Zeki bu sırada Melisa'nın kucağındaki kamerayı işaret etti. "Ver bakayım onu bir," dedi avcunu açıp. Melisa ona kamerayı uzattığında ayaklandı ve geri geri gitti. Kamerayı kendine çevirdi. "Herkese merhaba arkadaşlar. Bendeniz Ahraz Zeki Han Çakır. Erkeksi Kızıl Zekiye de diyorlar ama şu anlık saçlarım siyah. Bugün sizlere Azerbaycan sarayındaki gülleri anlatacak ulu dostum Kaya Han Çakır'ı davet etmek istiyorum."
Kamerayı büyük kabartmalı gül işlemelerine çevirdi. Sarayın duvarlarını güzelleştiriyorlardı. "Kayahan Bey, nedir bu laleler efendim?"
Kaya peçeteye ağzını sildi ve ayaklandı. Melisa anlamsızca onları izlerken ben kıkırdıyordum. Hande ise gülerek onlara bakıyordu.
"Şirvanşahlar'ın gizli aşk sembolleri," dedi Kaya ve elini duvara yavaşça sürttü. "Güller morsa karmaşık ve mutsuz bir aşk, beyazsa sonunda mutluluğa erişen bir evlilik demekmiş."
"Bunu bence şu an siz uydurdunuz," dedi Melisa gülerek. "Ne yapıyorsunuz ya? Kameramın pilini bitireceksiniz."
"Beyaz güller evlilikmiş işte," dedim kıkırdayarak. Melisa anlamsızca bana döndüğünde kaşlarımla arkasını işaret ettim. Arkasına baktığında bir anda sarayın tepesinden beyaz gül yaprakları dökülmeye başladı. Hande telaşla yemeklerin üzerini örtmeye çalışırken Melisa hızla sandalyesini geri çekip ayaklandı.
"Ne oluyor?" dedi şaşkınlıkla. "Bunlar ne?"
"Evet ben uydurdum bu hikayeyi," dedi Kaya ve ona adımladı. Zeki ise otuz iki diş sırıtarak onları kayıt ediyordu. "Biliyorum bunu çok daha erken yapmam gerekirdi. Bunu böyle hayal ettin mi? Sanmıyorum. Bir sarayda, benim ve bundan sonra senin ailen ile... Herkesle. Bambaşka bir ülkede. Ama gerçek bir an," dedi ve derin bir nefes aldı. "Gerçek duygularım ve gerçek düşüncelerim. Seni çok seviyorum."
Hızla diz çöktüğünde yan masalardan gelen alkışlara Zeki'nin ıslıkları eşlik etti. Melisa gözleri kocaman bir şekilde bakakalırken Kaya cebinden bir kutu çıkarttı. "Seni çok üzdüm, kırdım. Ama artık akıllandım. Bundan sonra sadece sen ve ailem için yaşayacağım. Ailem olur musun? Benimle evlenir misin?"
Melisa elleriyle yanaklarını örterken Zeki ağlamaklı bir şekilde bize döndü. "Hayır derse ben evet diyeceğim öyle romantik çıktı bu serseri!"
"Sus sesin kamerada duyuluyor!" dedim gülerken. Zeki hızla onlara döndü.
Gökyüzü iyice kararmıştı. Melisa'nın gözleri doldu bu karanlıkta. Parladılar. "Kaya... Yani...Saçma ama...Evet!" dedi bir anda.
Zeki hızla kamerayı kendine çevirdi ve ekrana bakıp kahkaha attı. "Evet! İşte ben şahit oldum!"
Kaya doğrulup yüzüğü onun parmağına taktı ve başını ona kaldırdı. "Allah belamı versin ki seni bir daha üzmeyeceğim. Yemin ederim sana."
Melisa'ya hızla sarıldı. Öyle içten sarıldı ki ben bile sıcacık hissettim. Onun da bir şeyleri düzeltmek istediğini biliyordum. Balaca ve Hande gülerek onları izlerken Kara'nın gözleri bendeydi.
Göz göze geldiğimizde sırıtıyordum istemeden. "Neden bana bakıyorsun?" dedim boğazımı temizleyip.
"Hayran hayran izledin," dedi yavaşça. "Öyle güzel izledin ki, ben de hayran hayran seni izledim işte."
Melisa yerine otururken Kaya tekrar onun sandalyesini çekti. "Ay çok güzeldi," dedi Hande sırıtırken. "Bence çok saçmaydı dediğin gibi ama güzeldi. Abimlikti tam."
"Şov yaptım birader!" dedi Kaya ve sertçe Zeki ile çak yaptılar. "Gördün mü lan!"
"Valla kardeşim ben bile evet diyecektim az kalsın yeminle," dedi Zeki ve tekrar yerine oturup kamerayı kapattı. Çatalını alıp Hande'nin tabağındakileri yemeye başladı.
Gece sonuna doğru herkes mutluydu. Balaca, misafirleri geldiği için heyecanlıydı. Biz ise burada biriktirdiğimiz anılar sayesinde heyecanlıydık. En azından ben öyleydim. Melisa da öyle. Durup durup yüzüğünü inceliyordu.
Saraydan çıkarken hava hafif esmişti. Sarayın girişinde bir oğlan çocuğu yere çökmüş, elinde tuttuğu darbukayı tıngırdatıyordu.
"Melek şu çocuğa bak," dedi Melisa koluma girmiş bir şekilde ilerlerken.
"Kıyamam," dedim alt dudağım büzüldüğü sırada. "Üşüyor mudur?"
"Gel bakalım bir," dedi ve küçük çocuğun yanına adımladık. Bir gazete kağıdının üzerinde oturuyordu.
"Sen darbuka mı çalıyorsun?" dedi Melisa ona doğru eğilip. Çocuk başıyla onay verirken Kara ve Kaya'yı görüp bacaklarını kendine doğru çekti.
"Almayın abi. Çok yok zaten."
Kara elleri ceplerinde çocuğu izlerken kaş çattı. "Ne yapayım oğlum ben senin paranı?"
"Biz tam tersi sana para kazandırmak istiyoruz," dedi Melisa ve doğruldu. Kaya cüzdanını çıkarttığında Melisa yavaşça cüzdanı tekrar onun cebine koydu ve sağa sola bakındı. "Bir şarkı çal da keyiflenelim."
"Çalayım abla," dedi çocuk ve oturuşunu düzeltti. Çalmaya başladı.
Melisa bir anda oynamaya ve ellerini alkış tutarak saraya girip çıkan insanlara selam vermeye başladı. "Haydi!" dedi kahkaha atarken. "Yok mu bir şarkı bilen?"
İnsanların dikkatini çekecek kadar güzeldi Melisa. Gülerek oynadığı ve şarkılar mırıldandığı sırada bir kadın da ona katıldı ve şarkı söylemeye başladı.
"Səni məndən kim alar ki? Qismətinə kim qalar ki? Mənim olsan nə olar ki? Dağılmaz ki bu dünya!"
Kadının söylediği şarkı Melisa'yı heyecanlandırdı. Gelenler ve gidenler çocuğun önüne para bırakmaya başladı. Öyle çok para toplamıştı ki çevredeki kalabalık arttıkça çocuk da ayaklanmıştı ve kendi kadar bir darbuka ile gülerek şarkı söylemeye başlamıştı.
Kaya ise hayranlıkla Melisa'yı izliyordu. Geçmişte yaptıklarından pişman, geleceğini kurtarmış bir onurlu gibi. Zamanı geri alamayacağının farkında, ama berisinden emin adım atar gibi.
Gece ilerliyordu ve Şirvanşahlar Sarayı tarihine yeni bir anı daha ekledi. Bizimle ekledi. Bir çocuk sevindi. O gece karnı haftalarca doyacak kadar çok para topladı. Üzerine Balaca o çocuğun ev adresini öğrendi. O çocuğa kol kanat gerdi.
Büyük saraydaki taşlar bizi duydu. Azerbaycan'daki insanlar bizi gördü. Ve en önemlisi, ailemiz büyüdü.
Yazardan.
Oradan çıkışta yorgunluk herkesin üstüne çökmüştü. Bu nedenle avludaki eğlenceyi yarın akşama saklama kararı aldılar. Odalara çekildiler.
Melek, Kara'nın kollarında yavaşça uyuyakalmıştı. Orası onun huzuruydu. Kendi kanatları gibiydi sanki.
Melisa ise heyecandan uyuyamıyordu. Kaya bir koluyla onu kendine çekmiş, uyukluyordu.
Hande yatağa uzandı. Zeki bu sırada elleri ceplerinde, camdan dışarı bakıyordu. Pervazın dibindeydi.
"Abi?" sesi ile Hande'ye döndü. "Eğer rahatsız olacaksan ben gerçekten iki berjeri birleştirip uyurum."
Zeki tekrar cama çevirdi başını. "Sen keyfine bak," dedi.
Hande yüz üstü döndü ve başını yastığa bıraktı. Gözlerini kapattı. Birkaç dakika sonra yatağın yan tarafı ağırlıkla bir hafif çöktü. Zeki yanına uzanmış, ellerini başının altında birleştirmişti.
Hande tekrar gözlerini kapattı. "Bakü'yü sevdin mi?"
Zeki'nin gözleri tavandaydı. "Bilmem. Motorumu özledim ama."
Hande, "Bir de Kömür'ü," dediğinde Zeki kaşlarını çattı tavana bakarken. Hande ondan cevap gelmeyince gözlerini açtı. "Yahu, senin kedinin adı Kömür ya!"
"Ha evet," dedi Zeki.
"Bir şey sorabilir miyim?"
"Sordun zaten."
"İki şey sorabilir miyim?"
"Bu da ikinci sorundu zaten."
"Abi!" dedi Hande sinirle. "Ciddi bir şey soracağım zaman hep böyle kaçıyorsun."
"İyi tamam," dedi Zeki ve başını ona çevirdi. Kısaca Hande'nin bedenine gözü çarptı. Bir elini başının altından çekip Hande'nin üzerine ince piketi örttü.
"O kediyi neden aldın?"
"Almadım ki çaldım."
"Nasıl yani?" dedi Hande şaşkınlıkla. "Kimden çaldın?"
"Bir veledin elindeydi. Oyuncak gibi oradan oraya atıyordu. Ben de çaldım."
"Niye?"
"Ne demek niye?" dedi Zeki gözlerini tekrar tavana çıkarırken. "Kurbanda kesmek için almadım herhalde. Bakıyoruz işte."
"Ben dedikten sonra aldın gibi ama sanki," dedi Hande.
Bu, Zeki'yi şaşırttı. Yavaşça yutkundu ama Hande'ye bakmadı. "Bu muydu soracağın soru?"
"Evet," dedi Hande. "Benim için aldın sandım."
"Yanlış sanmışsın."
"İyi," dedi ve diğer tarafa döndü. "İyi geceler."
"Sana da."
"Ya," dedi Hande tekrar ona dönerken. "Niye böyle davranıyorsun?"
Zeki'nin gözleri Hande'ye çevrildi. "Kızım ben ne dedim? İyi geceler dedim amına koyayım ne yapayım beşikte sallayayım mı?"
"Of!" dedi Hande ve sinirle doğruldu.
"Nereye?"
"Sana ne!" dedi ve terliklerini giydi. "Başka odaya geçiyorum."
"Nah geçersin."
Zeki hızla onla bir ayaklandı ama Hande çoktan kapıyı açmıştı. Hızla koridorda ilerliyordu. "Kızım sen katakulli dönemde misin?"
"Ne?" dedi Hande kaşları çatık bir şekilde merdivenlerden inerken.
"Adet misin? Halan mı geldi? Ondan mı triplisin? Lan millet yanlış anlayacak gece gece oda terk etmek ne? Hande!" dedi sessiz ama sinirli. Bir anda onun bileğinden tutup kendine çevirdi. Eğildi, yüzlerini eşitledi. "Kızım sen benim başımı belaya sokmak için niye bu kadar çırpınıyorsun?"
"Korkaksın yani," dedi Hande gözlerini kısarak. "Sen adam mısın? Kendine adam diyebiliyor musun?"
Zeki şaştı kaldı. Hande bileğini kurtarıp arkasını döndü ve bahçeye doğru adımladı. Zeki öylece onun arkasından baktı. Diyecek bir şeyi yoktu çünkü daha söyleneni anlamadı. Ya da anlamlandıramadı.
Sonunda dayanamayıp hızla peşinden çıktı. "Bana bak kızım sana bu dünyayı dar ederim," dedi onu tekrar tutarken. "Sen abilerinle konuşmayı öğrenemedin mi hala? Ne biçim konuşuyorsun lan sen benimle?"
"Yalan mı?" dedi Hande sinirle. "Korkak değil misin sen?"
"Kimden neyden korkmuşum lan ben?" dedi. Yüzleri tekrar eşitlendi. Burunları neredeyse dokundu. "Bir daha benimle bu seviyede konuşursan gözünün yaşına bakmam."
"Ne yaparsın? Döver misin?" dedi Hande yavaşça.
"Cık," dedi Zeki, ağzı aralık sırıtırken. "Dövmek tarzım değil, biliyorsun."
"Öz kardeşini mi kezzaplayacaksın?" sorusu ile Zeki hızla doğruldu.
"Cümle içi anlam karmaşalarını bulun!" dedi ve parmak kaldırdı. "Başlıyorum hocam! Birincisi, öz kardeşim değilsin. İkincisi, sana fiziksel bir zarar vermek aklımın ucundan geçse kafama sıkar geberirim."
"Neyle tehdit ediyorsun o zaman? Boş beleş laflar," dedi Hande omuz silkerken. Kollarını göğsünün altında birleştirdi ve büyük bahçenin garajına baktı. "Balaca'nın motoru vardır belki."
"Kaçırak mı?" dedi Zeki heyecanla. "Gel bakayım."
Birlikte garaja ilerledikleri sırada ikisinin de pijamaları vardı. Girişteki güvenlik onları görünce gülümsedi. "Selamın aleyküm hayırlı geceler aybalam. Motor varmış onu bir turlattıracağız," dedi Zeki kendinden emin bir şekilde adamı yana iteklerken. "Çekil canım. Hadi canım."
Güvenlik yana kayarken Zeki ve Hande garaja girdiler. Yanda dizili üstü açık şirin elliler tipi arabalar, köşede ise deri ceketli ağır abilerin kullandığı hallaç motorlardan vardı. Kocamandı motor. Yarış arabasıyla mukayese edilse, muhtemelen kazanırdı.
"Abi sen bunu kullanabilir misin?" diye sordu Hande koşarak motora ilerlerken. "Ay bu çok güzelmiş."
"Bana bir motoru kullanıp kullanamayacağımı sormak bir balığa yüzebildiğini sormak gibi," dedi Zeki ve hızla motorun ara gaz kısmına asılı kaskı aldı. "Tak bakalım."
"Sen?"
"Bana bir şey olmaz," dedi ve motorun üzerindeki kontağı kapalı anahtarı çevirdi. Hemen sonra motora bindi. "Çok yakışıklıymış bu amına koyayım. Çalayım bari bunu da."
"Geliyorum!" dedi Hande hızla omzundan tutunup arkasına binerken. Ellerini sıkıca karnına koydu ve kıkırdadı. "Abimler kaçtığımızı duyarsa ne olacak?"
"Duysunlar," dedi Zeki ve garajın kapısına doğru sürdü. Yavaşça dışarı çıkarttı ve bir anda gaza yüklendi. Hande sıkıca tutunsa da bedeni hafif geri kaydı. "Duyarlarsa duysunlar!"
"Yavaş be!" dedi Hande bağırırken. Zeki kısaca ona döndü ve kaskının göz kısmındaki camı aşağı indirdi. Hande'nin yüzü tamamen kaskla örtülünce tekrar önüne döndü ve gaza biraz daha yüklendi.
"Kim korkak lan!" dedi Zeki gaza yüklenirken. Hande'nin saçları uçuşuyor, pijamaları dalgalanıyordu.
"Yavaş!" diye bağırdı.
"Kim korkak söyle!" dedi gece asfaltına tek tük eşlik eden arabaların yanından bir ok gibi geçerken. Motoru hafif sağa sola eğip ritimli bir şekilde dans etmeye başladı. Biraz doğruldu ve kahkaha attı. "Kim ulan bu siktiğimin hayatında korkan! Ölüm kokusu duydun mu lan sen hiç!"
"Hayır ama sayende duymak üzereyim!" dedi Hande ama sesi Zeki'ye gitmedi. Rüzgar öyle engelledi onları.
"İnsan en çok neyden korkar biliyor musun?" dedi kırmızı ışıkta hiç durmadan ilerlerken. "Aşktan değil!"
"Abi dur!"
"Sevmekten değil!"
"Tamam korkak değilsin dur!"
"İnsan Hande! İnsan en çok ihanet etmekten korkar!"
Öyle hızlandı ki, aklı da kendi gibi uçtu gitti. "İnsan," dedi gazdan elini çekmezken. "Acıma yetime demişler! Neden demişler?"
"Korkuyorum!" dedi Hande ellerini Zeki'nin bedenine daha da sıkı bastırırken. "Dur yoksa öleceğiz bak!"
"Yetimler nankör olur!" dedi gözleri kararırken. "Yetimler köpektir! Ben de nankörüm! Kara'ya nankörlük mü edeyim söyle lan! Bunun adı korkmak mı lan!" dedi ve gaza bastı.
Öyle ki, motoru durduramadı.
"Abi sen deli misin!"
"Deliyim lan! Akli dengem yok kızım benim! Cinnet geçiriyorum lan en sonunda!"
"Korkuyorum!"
"Ben de korkuyorum amına koyayım!" diye bağırdı. Kahkaha atarken bir anda ağlamaya başladı. "Kolay mı lan benim için! Kolay mı lan benim hislerim! Korkuyorum bu siktiğimin hayatında böyle yaşamaya!"
Han Mahallesi durgundu. Gülsüm, Melek ve Zeki'nin ev anahtarlarıyla bir, sırasıyla evlerine giriyordu. Kedilerin mamaları ve kumları birkaç günlüğüne onun sorumluluğundaydı.
"Yalvarırım durdur! Ölmek istemiyorum!"
Han Mahallesi Çakırlar yokken de sessizdi. Tıpkı alışagelmiş çaresizlik gibi.
Karamel'e mama koydu Gülsüm. Suyunu yeniledi ve oradan çıktı. Hakan ise pastaneyi kapatmış, kepenklerini indiriyordu. Gülsüm ona selam verip Kırmızı'ya adımladı. Zeki'nin evine doğru bir bir basamakları çıktı.
"Abi dur!" dedi Hande gözleri kapalı. "Yemin ederim özür dilerim ben sana onu demek istemedim!"
"Durmam," dedi Zeki. İsmi gibiydi aynı. Ya da lakabı gibi.
"Lütfen!" dedi Hande. Gülsüm bu sırada Zeki'nin evine girmişti. Kömür, o girdiği gibi dibine vardı. Açtı belli.
"Durmam ulan!"
"Yalvarırım!"
Gülsüm birkaç saniye etrafa baktı. Kedinin suyunu yeniledi ama mamasını bir türlü bulamadı. Salondaki büyük vitrin dolabın alt kapağını açtı. Karıştırdı oraları. Tam kapatacakken gözüne bir fotoğraf çarptı.
Zeki de durmadı Gülsüm de durmadı.
Gülsüm yere çöktü ve kutuyu kendine çekti. İçini açtı. Zeki ise gaza daha da bastı. Sanki yakalanacağını biliyordu. Gitmek ister gibi, giderken ona eşlik eden Hande'yi düşünmez gibi.
Yüzlerce fotoğraf vardı Zeki'nin evindeki dolapta. Gizlemişti onları herkesten ama şimdi Gülsüm buldu hepsini. Aşk mektupları, itiraflar ve ihanetler. Han sırları. Aşk çıkmazı. Belki de şimdiye kadar kimsenin bilmediği, Zeki'nin bir diğer tarafı.
Bir yerde Bakü'nün surlarına son sürat giden bir motor vardı. Diğer tarafta ise Han sırları Gülsüm'ün nefesini kesecek bir tokat attı. Elinde tuttuğu tüm o saplantılı mektuplar ve şuursuzca biriktirilmiş fotoğraflar. Hepsi. Her şey. Uğuruna aklını yitirdiği, gerekirse kendi canını vereceği, hayatının anlamı olan o kadın.
Hande'ye yazdığı yüzlerce itiraf mektubu. Kara'ya özür notları. Hande'nin fotoğrafları.
Çok değil. Ertesi gün bir haber. Hem Azerbaycan hem Türkiye gazetesinde. İkisini de ilgilendirdi çünkü.
Hız, can aldı. Kahredici motor kazası. Akli dengesi yerinde olmadığı iddia edilen sürücü hız kontrolünü sağlayamadı ve Bakü Surları'na çarptı.
Bir ölü, bir yaralı...
-SEZON FİNALİ SONU-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
193.69k Okunma |
11.61k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |