9. Bölüm

9. BÖLÜM : KARA SEVDA

petrikor.
yagmurluhikayeler

Bölümde geçen şarkılar,

Kara Sevda - Barış Manço

Papatya - Şecaattin Tanyerli

 

9

 

Bu bölüm Kara'nın mavilerinden yazılmıştır,

 

Bana bir gün kara sevdanın hükmünü sorsalar, onun beyazlarında yenilmek derdim. Yenilmiştim, buysa adamlığa sığdırılamayacak bir vahimdi.

Melek bir çıkmazın içinde tüneller kazarken aklına dolan koyuluklarda onun yerine ışıklar aramaya çalışmak zordu. Onu ışıklardan saklayan zaten bendim, ne büyük bir tezatlık vardı bu işte. Şuur pekçe karmaşa doluyken üzerine bir de sevda denilen bu illet eklendiğinde yenilgi kaçınılmaz oluyordu. Bunu bana Melek öğretmişti.

Arabayı evin önüne park ettikten sonra motoru durdurup geriye yaslandım. Başım Melek'e çevrildi. Minicik bedeni koltuğa kıvrılmış, hafif aralık ağzından kısa ama sık nefesler alıp veriyordu. Uykusunda en az koca kahve gözleri açıkkenki kadar masumdu. O hep masumdu. Başım öne çevrildi ve yobaz enkazın örttüğü mahallenin koyu mavi manzarasına doğru baktım. Koyuluğu gölgeler gibi duran karanlık denizi izledim bir süre.

İçimde gömülü bir ceset var. Yıllar yılı sakladım onu toprakta. Birkaç gülüşün, üç beş melodinin de içinde harmanlanması gibi bu. Koca bir adamın ahvali olmayan, genç bir kızın hissettirdiklerinin kıyası bulunmayan bir ceset.

Soğuk sessizliği başımı iki yana sallayarak böldüm. Arabadan çıkıp arka kapıyı açtım ve Hande'nin omzunu dürttüm, "Kalk hadi. Geldik."

Hande gözlerini kırptı ve birkaç saniye etrafa bakıp arabadan indi. Apartmana ilerlediği sırada kolundan tutmuş onu ara kata çıkartıyordum, "Ay abi ne eğlendik ya!" diye bağırdı. Sesi çok rahatsız ediciydi. Yüksek çıkan her ses irite ediciydi. Herkes her şeyi sakin ve sessizce dökebilirdi.

"Ses tonunu indir," diye mırıldandım.

Bu yaş grubunun alkol içip kendilerinden geçmeleri saçmalıktan başka bir şey değildi, "Melek de çok eğlendi!" diye bağırdı dairesinin kapısına vardığımızda.

Duraksadım. İlgimi çeken bir kelimeydi bu. Kavuşma arzusu ile özgürlüğüm salya akıtırken mezar taşı silik cesedin gözlerini açma sebebiydi bu kelime. Şeytanın gizli aşkı, kıskandığı, herkesten imrendiğiydi o. Melek, ağır ama mutlak, yarattığı depremi bilmeyen bir poyraz.

"Kıza kötü davranmadın, değil mi?" diye sordum. Başını onaylamaz anlamda sallarken gülüyordu. Cebimden yedek anahtarı çıkartıp evinin kapısını açtım ve onu içeri doğru ittim, "Git zıbar."

Sağa sola sallanarak odasına ilerlediğinde kapısını üzerine kapattım ve merdivenlerden indim. Arabanın dibine geldiğimde sağanak artmış, yerlere sertçe vuruyordu. Melek'in kapısını açarken bir gariplik fark ettim. Melek arabada değildi.

Gitgide yiten aklım zorlanmaya başladı. Kalabalık bir ortamda evladını kaybetmiş bir baba gibi hissettim. Korku pekçe uğramazdı bana. Uzun süredir ilk defa çaresizliğe korkunun eşlik ettiği duyguların soyutu ile açıldı gözlerim. Hızla geriye doğru adım attım ve etrafa baktım.

"Melek!" diye bağırdım. Mahalle sesimi böyle yüksek hiç duymamıştı. Ben de duymamıştım, kendi sesimi garipsedim. Ölçülerin anlamsız olduğu bir andaydım. Bazı meseleleri içimde halledemiyordum. Onunla karşı karşı balkonlarda oturmamız kimi şeyler için iç rahatlatıcı, kimi engeller yüzünden iç karartıcıydı.

"Kara," diye bir gülme sesi duydum. Cıvıl cıvıl sesi ismimi söylerken garip hissettirirdi bana. Hızla sese ilerledim. Arabanın arkasında, yere uzanmıştı. Üzerindeki elbise sağanaktan sırılsıklam, saçları kaldırıma sarılmıştı, "Gelsene, şimşekler çakarken fotoğraf çekiliyorum!"

Bunu yapmıştık. O bunu benimle hatırlamıştı, bense onsuzlukta bunu hiç unutmamıştım. Bende yarattığı etki geçmemişti. Bedeni küçücük, etkisi kocaman bir hacimdi.

Öyle bir hacim ki, varlığı yokluğundan ağır gelirdi. Bu varlığını hiç bilmediğim bir ölçü birimiydi. Demek istediklerimi döksem, düğümlenir kör boğazımda kalıverirdi.

"Üşüteceksin, kalk kiracı," dedim başım ona eğik bir şekilde. Damlalar bedenine dokundukça kafide teni sanki bir peri kızının masallarda koşuşturup gülmesi gibi güneş dolduruyordu karanlık mahalleye.

"Hadi sen de uzan!" diye bağırdı gülerken. Bir şimşek çaktı. Yüzünü daha net gördüm. Çok kısa sürdü ışığın yüzüne dokunması, aklımsa onun ifadesini ilim ilim ezberlemiş olmanın rahatlığı ile yavaşça yere doğru çökmemi emretti.

Yanına uzandığımda başım ona çevrildi. Koca kahveleri kısık, siyah semaya bakarak gülüyordu. Yanağından süzülen bir damlaya baktım, gözyaşı gibi durmuştu. Ağlamıyordu, ama o damla bana o ağlıyor gibi görünmüştü.

Küçücük bir kız çocuğu Manisa'nın karanlık yoluna uzanmış, hüngür hüngür ağlıyordu. Yaşım çocuktu, kendimi yine de aslan bilirdim. Kocaman adamdım ben, babam bana öyle söylerdi. Yanına iliştim, deli çarpan sağanak yüzünden gözyaşları kıpkırmızı gözlerinden bulutun ağlamasıyla absorbe olmuştu.

"Neden ağlıyorsun küçük evsiz?" dedim merakla tepesinde dikilirken. Çevreye bakındım, ana babası yok başında. Tarlaların arasında sıkışıp kalmış gibiydi.

"Annemi bulamıyorum!" diye bağırdı. O kadar sık hıçkırıyordu ki, her kelimenin hecesine bir döküklük bırakıyordu.

"Tamam buluruz, niye sıktın o tatlı canını?" dedim dibine diz çökerken. Hafif doğruldu alt dudağı büzülü bir şekilde. Bir yol bulmam gerekirdi, ağlamasını durdurmak istedim. Tarlaya bakındım. Dibinde birkaç papatya sağanağa karşı direniyordu.

Yerimden kalkıp bir papatya koparttım ve miniğin yanına gidip kulağının arkasına ıslak papatyayı yerleştirdim, "Papatya gibisin beyaz ve ince..." dedim gülerek. Aklıma bu şarkı gelmişti o an. İşe yaramış gibi ağlamayı kesti ve iri kahve gözleri merakla söylediğim şarkıyı duymak istermişçesine bende kilitlendi.

"Gel kollarıma artık, seni bekliyorum," diye mırıldanırken yanına uzandım. Oturduğu yerden şaşkınlıkla gözlerini açıp kırpıyordu. Şarkıya devam ettim, "Papatyam seni özlüyorum."

Alt dudağı hala büzülüyken yavaşça hıçkırdı. Gülerek gözlerimi ona çıkarttım, "Neden sanki, öyle dudak büküyorsun?" diyerek şarkıyı söylemeye devam ettim.

Minik gülmeye başladı ve yanıma uzandı. Başı bana çevrildi ve damlalara doğru çocuk sesini yükseltmeden gülmeye devam etti. Şimşek çaktığında gözleri fal taşı oldu. Hızla doğruldum ve ona bakarak bağırdım, "Üç...iki...bir. Gülümse papatya!"

Şeker gibi bir kahkaha attı. Ağlamasını durduğum çocuğa öylece baktım. Yanına geri uzanıp başımı ona çevirdim, "Hadi artık üşüteceksin kalk."

"Hadi artık üşüteceksin kalk," dedim çocuk yaşımla aynı anda konuşarak. O andan çıkıp günümüze döndüm. Başı bana çevrildi, gözleri gözlerime dokundu. Bunun yaşanmasını çoktandır istiyordum, sadece cesaret edemiyordum. Korkak adam mı olur, erkekliğime bok sürdürmemek adına kendime bunu itiraf etmiyordum.

"O zaman kucak!" diye bağırdı gülerken. Sesi çok yüksek çıktı, yapabilse daha da yüksek çıkartmasını isterdim. Ses telleri acıyacak diye korkumdan hızla doğruldum ve onu kucağıma aldım. Kokusu hiç değişmemişti. Sesi, gözleri, elleri hala aynıydı. Ben de çocuktum o zaman, sonra ben adam oldum ama o hep bebek gibi kaldı.

Evine doğru adımladığımda başını boynuma doğru sokuşturdu. rıldandı, "Ben eve gitmek istemiyorum. Korkuyorum şimşeklerden."

"Tamam," dedim. Telaşımı belli etmek istemedim. Onun korktuğu bu şimşekleri ellerimle kopartıp bulutlara savaş açmak istedim, "Hande'ye bırakayım seni."

"Hım hım," dedi ve ellerini boynuma doladı. Gerçekten tüm bu kavga, iç çatışmalar ve hayata olan küskünlük bu iki minicik elin bana tutunması için miydi? İçimde süren tüm davaların antikoru muydu?

Öyleydi.

"Çok iyi anlaştık, Hande ile gider ayak yakın olmamız beni çok üzüyor," dedi alt dudağını büzerek. Aklı hala yerinde değildi, sarhoşluğu nedeniyle cümleleri yamuk yumuk çıkıyordu. Bense cümlenin anlamına takıldım. Apartmana girdiğimizde durdum ve başımı ona indirdim.

"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla, "Gider ayak ne demek, küçük kiracı?"

"Şey, ben buradan kaçmaya karar verdim de," dedi kıkırdarken. Güldüğünde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana bakmıyordu, güldüğümü ondan değil kendimden gizlemek istemiştim. Komiğime giden söylediği değil, söyleme şekliydi.

"Öyle mi?" dedim keyifle, "Ama biz bunu seninle konuşmuştuk. Buradan kaçamazsın."

"Kaçacağım! Sen de arkamdan su dökersin Kara!" diye bağırdı öfkeyle. Onun öfkesi gülümsetirdi. Beni bağırarak korkutabileceğini düşünmesi ise eğlenceliydi. O çok güzeldi.

"Çok ayıp," dedim onu Hande'nin dairesinin önünde durdurarak. İndireceğim sırada çelimsiz kollarını boynuma doğru sıkıca bastırdı. Beni istiyor gibiydi, belki de ben aklımı yitirmiştim, "Hande'ye gitmek istemiyor musun?"

"Hayır," diye mırıldandı. Uyuklamaya başladı. Onu en üst kata çıkartmaya başladım, "Onu çok seviyorum ama senden daha korkutucu. Yani deli gibi, çözemiyorum tam."

Cevap vermedim. Dairenin önünde onu kibarca kucağımdan indirdim. Yalpaladığı sırada gülerek şarkı söylemeye başladı. Anahtarı deliğe sokarken durdum. Kapıya bakarken onun sesini dinleyerek gülümsedim, "Bu şarkı..."

"Az önce yerde uzandık ya," dedi gülerken, "Yerde bu şarkıyı söylemiştim o abi ile! Kara, o abi şimdi napıyordur acaba?"

"Abi diyen dilini," diye mırıldandım ve kapıyı açtım. Şarkıyı hatırlaması şaşırtıcıydı. Minik bedeni alkolün esiriyken bile aklına getirebilmişti. Kapıyı açıp geriye doğru bir adım attım ve geçmesini bekledim. Şarkıyı söyleyerek olduğu yerde dengede durmaya çalışıyordu.

Kucakladım. Yatak odasına doğru ilerletmeye başladım onu. Yatağa oturtup ışığı açtım ve dolaba yöneldim. Sesi evimde gezinirken bu evin ilk defa nefes aldığını hissetmiştim. Ev de benim kadar ölüydü, sonra bir meleğin çırptığı kanat sesinde uykusundan uyanmıştı.

Bacaklarının üzerine bir tişört bıraktım, "Giy bunu."

Üzeri sırılsıklamdı. Bu halde uyursa üşütürdü. Tişörtü zar zor seçtiği sırada önüne diz çöküp ayakkabılarını çıkarttım. Bir anda ayağa kalktığında onunla bir ayaklanıp düşmemesi için telaşla kolundan tuttum.

Bana arkasını döndü ve gülerek şarkıyı söylemeye devam etti. Gözlerim sırtına indi. Fermuarı vardı, ince beline uzanıyordu. Islak saçlarını tek omzuna doğru attım. Nefesim daraldı. Koskoca bir adamın ilk defa bir kız bedeni görmüş gibi heyecana kapılması öfke uyandırıcıydı. Fermuarını yavaşça indirmeye başladım. Gözlerim sırtından çekildi ve camın yansımasından ona baktım. Önümde minicik duruyordu. Yere bakarak gülümsüyordu, benim gibi düşünmüyordu. Masumca elbisesini çıkartmamı beklerken ben hareketlenen erkekliğim nedeniyle öfkelendim. Bir çırpıda elbiseyi üzerinden çıkarttım ve gözlerimi bedenine dokundurmadan tişörtü kafasından geçirdim. Kollarını tutup tişörtü giydirdiğim sırada saçlarını tişörtün içinden kurtarıp onu yatağa doğru hafifçe ittim.

Kendime öfkelenmiştim. Bu masum meleğe karşı dikleşen erkekliğime öfkelenmiştim. Yatağa sırt üstü uzandı ve gülerek doğruldu, "Şarkı açsana Kara."

"Bu saate mi? Senin uyuman gerek artık."

"Bana ne," dedi kıkırdarken, "Barış Manço aç! Lütfen lütfen!"

Kütüphanedeki plaklardan birini çıkarttım. Plağı plakçalara yerleştirdim ve şarkının sesini yükselttim. Ellerini çırptı bir çocuk gibi. Dolaptan havlu çıkartıp saçlarını arasına aldım ve saçlarını havluya silmeye başladım. Başı sağa sola sallanırken şarkıyı söylemeye devam ediyordu. Beni yadırgamıyordu.

"Çocukça bir aşk deyip de geçme, sakın gülme halime!" diye bağırdı. Eşlik ettiği şarkının sesini kısmak için elbisesini sandalyeye bırakıp plağa ilerledim. Sesi kıstım. Onun sesini daha net duyabilmek istemiştim.

"Nasıl olduğunu anlayamadım ama, seviyorum seni delicesine," dedi gülerken. Gülmesi zor ayakta tuttuğum aklıma hayalet bir kurşun atardı hep. Gülerek beni izlediği sırada odadan çıkmak için bahaneler düşündüm. Üzerime giymek için dolaptan kuru kıyafet çıkartıp ışığı kapattım ve odadan çıktım. Üstümü değiştirdiğim sırada içeriden şeker gibi çıkarttığı sesi geliyordu.

Şarkıyı söylerken bir ara, "Kara!" diye çığlık attı. Şaşkınlıkla yeni giydiğim kıyafetleri düzeltip içeriye girdim, "Yanımda uyusana!" diye bağırdı. Kaşları sinirle çatılmıştı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi frenledim.

"Abartma kiracı," dedim alayla karışık.

"Gel!" diye bağırdı. Ses telleri acıyacak diye korktum. Islak kıyafetlerimi masaya bırakıp yanına uzandım. Bana doğru döndü ve kocaman sırıttı, "Naber?"

Cevap vermedim. Yine erkekliğimin kurbanı olmanın öfkesi ile bedenim alev aldı. Sinirden kendimi öldürmek istediğim sırada yavaşça başını yastığa sürttü ve bacaklarını kendine doğru çekti. Kahveleri bende dolanırken ona bakmamak adına içimden kendime komut veriyordum.

"Kara," dediğinde tavana bakarken iç çektim. Şansını çok zorluyordu. Yalnızca uyuyup beni rahat bırakması gerekiyordu.

"Konuşma daha fazla," dedim mırıldanarak, "Uyu."

"Sence kara sevdada bahsedilen kara sen misin?" dediğinde tavana bakarken kaşlarımı çattım, "Hani şarkıda diyor ya Kara!" diye sinirlendi onu anlamadığımı düşünerek. Başım ona çevrildiğinde sinirli ifadesini yumuşattı ve sırıttı, "Sen misin o kara, Kara?"

"Bilmem," dedim küçük yüzünü izlerken. Karanlıkta bile parlıyordu teni, "Sanmıyorum."

"Of sen ne sıkıcısın ya," dedi ve sırt üstü döndü. Daha rahat bakabildim yüzüne, "Hala teşekkür etmedin! Elbisem de gözlerin gibiydi ya.."

"Teşekkür ederim," dedim. Başı bana çevrildi ve gülmeye başladı. O güldükçe ben sanki enkazların içinde boğuluyordum. Gözlerime bakarak gülmesi boğazıma dolan sevgisizlik midesinde aşka inanan kelebeklerin ömrünü arttırdı.

"Rica ederim, beğendin mi elbisemi?" dedi kıkırdayarak, "Çok yakıştı bana, değil mi Kara?"

İsmimi minik dudaklarından her döküşünde kendime yabancılaşıyordum. Oysa bu kız beni kendimle buluşturan şeyin kendisiydi.

"Seni sayfalarca yazsam benim olur musun acaba, küçük kiracı?"

"Hım?" dedi yumduğu gözlerini açmaya çalışarak. Kaşları kalktı havaya, ifadesi uykuluydu, "Ne dedin?"

"Hande yerine bana güvenmene şaşırdım," dedim dikkatle seçerek her bir kelimemi. Onunla konuşmadan önce kendime bir senaryo metni hazırlamam gerekliydi aslında, "Ben sana geldiğinden beri hiç iyilik yapmadım bile."

"Ben hissettim," dedi uykuyla karışık, "Sen aslında iyi birisisin."

İç çektim, "Düşlerin eşlik ettiği mathemlerin kapılarını aralar mıyız beraber?" diye fısıldadım. Anlamadı, duymadı. Başı tavana çevrildi ve derin bir nefes verdi.

"Pamuk şeker," diye mırıldandı, "O gün almıştı o abi. Ama ıslandığı için yiyemedim."

"Alayım mı şimdi sana?" dediğimde gözleri kapalı sırıttı. Bir anda gözleri kocaman açıldı.

"Müjgan teyze bana yemek yapacaktı," diye bağırdı. Hızla doğruldu. Kalkmaya çalıştığında kolundan yakalayıp onu yatağa yatırdım, "Yemek yapacaktı bana, sabah bana söyledi. Akşam gel al dedi. Unuttum."

"Uyumuştur şimdi," dedim tepeden onu izlerken. Nefes nefese kalmıştı. Gözleri şaşkın ve korkaktı, "Yarın gider alırsın yemeğini."

"Beklemiştir ama beni," dedi gözleri dolarken. Bu kıyametin elçisiydi. Melek ağladığında ben sinirden mahalleyi ateşe vermek isterdim.

"Unutmuştur bile o bunak karı," dedim ağlamaması için. Duraksadı ve bana bakarak gülmeye başladı. Rahatlamış bir nefes verdim ve yatağa uzandım. Tavanda onun baktığı noktayı bulmaya çalıştım.

"Kara sen çok hödüksün," dedi gülerken.

Cevap vermedim.

"Çok da komiksin ama," dediğine başım ona çevrildi. Sıkıca sarıldığı yastığa sokuldu beni izlerken. Ne yapacağımı bilemedim.

"Beni izleme," dedim şaşkınlıkla, "Git başka yere bak."

Yüzünü ekşitti ve sesini kalınlaştırıp beni taklit etti. Kalakaldım. İstemeden ifadesine bakarak gülmeye başladım. Ben güldükçe kıkırdayarak bana arkasını dönüyordu.

"Hayvan herif," dedi arkası bana tamamen döndüğünde. Doğruldum ve pikeyi üzerine tamamen çekip sırt üstü uzandım. Yavaş bir nefes verdim tavanı izlerken. Çalan şarkı bitmiş, yenisi başlamıştı. Benimse aklım o şarkıda takılıp kalmıştı.

Yerimden kalkıp evden çıktım. Kaya'nın kapısını çaldım. Uyumazdı bu saatlerde. Kapıyı açtığında dudaklarının arasında yeni sardığı esrar vardı.

"Birader çok acil," dedim telaşla, "Konak'a in, hemen bir pamuk şeker bul getir bana."

"Ha?" dedi ve uyuşturuculu sigarayı dudaklarının arasından çekip kaşlarını çattı, "Yeni bir mal mı bu? Duymadım ismini daha önce."

"Bildiğin şeker," dedim hızla, "Pembe böyle bulut gibi." Kaya anlam veremeyerek başını onaylar anlamda sallamakla yetindi.

"Hadi fırla," dedim ve üst kata çıktım. Odaya girdiğimde bıraktığım şekilde uyuyordu. Yanına uzandım, dokunamamanın döküntüsü ile gözlerimin hasret gidermesini izledim.

Onu benden kim ayırabilir ki?

Kimse.

Tutunduğu son dal da kırılsa, düşmemek için benim elimi tutacak bir masumiyetti o. Onu neden bu mahalleye soktuğumu merak edecekti bir gün, biliyorum. Tüm bu pisliğin arasına beyaz papatyayı diktim. Çünkü ben Allah'a güvenmiyorum. Kendi işimi kendim hallediyorum.

Sorunun cevabıysa evetti, o şarkıda bahsedilen kara bendim, o ise benim yıllarımın sevdası. O onu kiracı ettiğim dairede dolanırken, ben ona yıllarını beklediğim hasret kapısının tapusunu imzalatıyorum. Buna da kara sevda adını koyuyorum.

Şeytan meleğe aşık oldu, ismini kara sevda koydu. Böyleydi denge kartları, olmamalıydı. Ama isteseler, olurdu.

 

 

Bölüm : 26.11.2024 17:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 9. BÖLÜM : KARA SEVDA
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.66k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...