5
Eve dönme vaktinin gelip gelmediği ne zaman belirlenir, vakit nasıl belirlenir?
Ev nedir, neresidir... ya da birisi midir?
Ev kimdir?
Eve dönmek istiyordum, ya burada çürüyecektim ya toprağa gömülecektim. Bu mahallenin benim evim olmadığını, dört duvarı olan bir hapishanede izletilen korku filmlerinden pek farksız görünmediğini biliyordum.
Bir ömür sürecek yangının içine atılmıştım.
Gözlerimin önünde bir kıza kahkahalar eşliğinde kezzap atmışlar, güle oynaya evlere dağılmışlardı.
Kötüye karşılık bu kadar gaddarca mı olmalıydı? Bu ceza cehennem için bile çok fazlaydı, şeytan duysa şaşardı.
"Var param... Merak etme," dedim. Dakikalardır telefon kulübesinin içinde annemle konuşuyordum. Evdeki telefonu kullanmak istememiştim, Kara'nın zihnini geçirdiği tüm somutlar bile korkunçtu, "Tamam anne, bittiğinde söylerim. Selam söyle babama, sizi seviyorum."
Param vardı, ancak gözüm doymuyordu. Başka bir mahalleye, başka bir eve taşınmak için paramı hesaplıyordum. Elimdekini biriktirmeye kalksam yeni bir eve taşınmak mezuniyetime anca denk gelirdi.
Bıkkınlıkla pastaneye ilerledim. Kapıyı sertçe ittiğimde yukarıdaki minik zil sallandı, Hakan bana döndü ve yeni pişen kurabiyeleri dizerken sırıttı, "Geldi bizim mahallenin patroniçesi."
"Uğraşma benimle." dedim ve boş bir sandalyeye oturup geriye yaslandım. İç çekip duruyordum, düşünmeye çalışıyordum.
"Ne içersin?" dedi kahve makinesine yönelirken, "Bendensin bugün."
Kaşlarım çatıldı ve bir an bakakaldım. "Nasıl yapar ya nasıl? Manyak! Polise vereceğim o manyak Zeki denen herifi. Kara'yı da aynı şekilde. Kafayı yemişler!"
"Mahallenin kuralıdır bu, kadın erkek fark etmez. Şeriat gibi düşün, hırsızsan elin kesilir. Kadınsan da erkeksen de..." dedi sırıtarak.
"Mahallede şeriatı yaşatmaya çalıştılar sanırım ama beceremediler. Kendi kurallarını koydular. İftiranın cezası kezzaptır burada. Her kötülüğün kendine has cezası var. Hem, Kara abinin koruduğunu biz de koruruz," dedi önüme büyük bir fincan kahve bırakırken. "Seni korumak adına söylüyorum, polise gitme Melek."
"Yok," dedim başım onaylar sallanırken. Hırs doldu yüreğime. "Bu yaptıkları sineye çekilemez."
"Hülya biliyordu," dedi Hakan nefes verirken. "İftira atmanın bedelinin bu olduğunu biliyordu. Yine de seni yakmak istedi. Eğer Kara abim ona inansaydı, yanardın Melek."
"Saçma salak konuşma be," dedim yüzümü ekşitirken. "Ne demek yanardın?"
"Seni gerçekten çöp bidonunda yakmak istedi. Hülya bunu zamanında bir başka kıza da yapmak istemişti. Şimdi şimdi düşününce anlıyorum. Allah'tan Kara abi erken anladı."
"Ne saçmıyorsun ya?"
"Kötülüğe karşılık kötülük. Mahallenin mottosu. Zamanında çok kötülük yapıldı bu mahallede ama ceza çekmedi kimse. Kara abi bir olay sonrası devraldı kötülüğü. Bile isteye seçti şeytanlığı. Şeytana şeytan olmak ne demek?"
"Ne demek?"
"Adalet."
Şaşkınlıkla camdan baktım. "Adaletin olduğu yerde insanların mutlu olması gerekmez mi? Mahalle ölü gibi."
"Korkuyor herkes. Biri birine yanlışlıkla çarpmaya bile korkuyor."
Tezgaha ilerlediği sırada ıslık çalarak şarkı mırıldanıyordu, "Hande uğradı sabah, ondan duydum. Dün ameliyata girmiş. Bir gözü kurtarmışlar, o da zar zor görecekmiş. Teni harabe gibi, her yeri yanmış. Saçları tepeden kopmuş."
"Geçmiş olsun," dedim ifadesizce. Kanım donmuştu. Bu mahalleden yana durmak çok cesurcaydı, ve ben denenmişliklerin arasına sıkışıp kalmıştım.
Bu mahalle bana Nazım Hikmet'in şiirini anımsatıyordu. İnsanlar makineler gibiydi, her şey olası düzlüğünde ve duruluğundaydı.
"Mahallenin kötülük duayeni..." diye mırıldandım kahvemden içerken. Camdan dışarıya, Kara'nın apartmanına bakıyordum, "Ne garip... Kara gücüyle fatih ilan edilmiş, oysa padişahın ömrü ne kadar ki?"
"Şey soracağım Melek sana," dedi Hakan ve tezgahın arkasından başını bana doğru kaldırıp baktı, "Sen muallim olacaktın, değil mi? Ben bir yabancı dil öğrenmek istiyorum, bana özel ders verir misin?"
"Veririm!" dedim heyecanla ona dönerek, "Benim İngilizce seviyem çok yüksek Hakan, sana anlatabilirim."
Paramı biriktirip taşınacaktım. Hakan'a bunu söylemek istememiştim, bunu sadece ben bilecektim. Sessiz sedasız bu mahalleyi terk edecektim.
"Tamamdır," dedi ve kurabiyeleri dizmeyi bitirip kendine bir limonata doldurdu. Heyecanla başımı dışarı çevirdim. Sırıtırken gözlerim yine onun apartman dairesindeydi.
"En üst katta Kara tek mi kalıyor?" diye sordum merakla. "Ben karşı balkonda yalnızca onu görüyorum."
"Kaya zeminde, Hande birinci katta." dediğinde başım Hakan'a çevrildi, "Kara abi de en üst katta yaşıyor."
"Benim alt katlarımda kimse kalmıyor mu?"
"Zemin katında Müjgan teyze var da..." dedi ve durup alaycı bir şekilde sırıttı, "...o da evden çıkamayacak kadar bunadı. Senin apartmanın orta katını kimseye kiraya vermiyorlar."
"Anladım," dedim ve ayaklandım, "Ne zaman derslere başlayalım?"
"Gördüğün gibi," dedi ellerini iki yana açıp sağa sola bakarken, "Pastane boş, ben çalışabilirim."
"Ben bir çalışma kitabı bulayım, sonra geleyim. Olur mu?"
"Olur tabii," dedi ve bezini eline aldı, "Bekliyorum ben."
Hakan'ın pastanesinden çıkıp mahalleden ayrıldım. Yokuşu inerken özel ders ile biriktireceğim parayı hesaplıyordum. Yol üstünde bir emlakçı gördüğümde duraksadım ve camının dışına doğru baktım. Minik kağıtlara yapıştırılmış bandrollü ilanlardaki yazıları okuyordum. Küçük metrekareli evlerin bana ve aileme göre uçuk sayılabilecek fiyatlarına göz gezdiriyordum. Bu civarın bile böyle pahalı olduğunu görmek, okula yakın kısımlardaki fiyatların benim için imkansızlığını çarpmıştı yüzüme.
Emlakçı kapısı açıldığında parmağımı bir afişin üzerinde dolandırıyordum, "Buyurun, ev mi bakmıştınız?" diye sordu dışarıya çıkan bıyıklı, kocaman göbekli bir adam.
"Yok hayır," dedim hızla birkaç adım geriye atarak. Duyulmak istemiyordum. Kara'nın kulağına emlakçı önünde kiralık ev fiyatlarına baktığım gittiğinde olabilecekler beni ürkütüyordu. Hızlı adımlarla Kadir'in kütüphanesine girdim. Kadir içeride kitap okuyordu, kedisi kucağına kıvrılmıştı.
"Hoş geldin Melek," diye selamladı beni. Sevecen ve enerjik bir şekilde ayaklanmaya kalkıştı.
Kara, Kadir'e benimle görüşmemesi konusunda uyarıda bulunmuştu, ancak bana Kadir ile görüşmemem konusunda bir uyarıda bulunmamıştı.
"Kalkma hiç, Tombalak Hanım uyanmasın." dedim. Ona sırıtarak selam verdim ve rafların arasında dolanmaya başladım. Hızla test kitaplarını alıp çıkacaktım, "Nasıl gidiyor Kadir?"
"Uğraşıyoruz iş güç, sen nasılsın? Alışabildin mi mahalleye?"
"Eh," dedim bir test kitabı çekip alırken. Kapağına bakarken konuşmaya devam ettim, "Para biriktirip gitmek var aklımda."
"Mahallenin abileri taşınmana nasıl müsaade ettiler?" dedi şaşkınlıkla.
Test kitabını kasanın yanına bıraktım, "Onlara söylemeden gideceğim. Zaten kafa yapıları çok saçma. Şimdi etmeseler mezun olduğumda da mı etmeyecekler? Sonsuza kadar o mahallede mi kalacaktım?"
Kadir kasanın yanına bıraktığım kitabı poşete koyup bana uzattı. Ücretini ödediğim sırada sırıtıyordu, "Kolay gelsin, Kadir."
"Sana da."
Mahalleye ilerlerken hava kapalı, rüzgar öfkeliydi. Hırkamı çekiştirerek üzerimi sıkıca örttüm. Saçlarım geriye doğru uçuşurken soğuktan titriyordum. Bir ara izlendiğimi hissettiren bir rüzgar çarptı sanki bedenime. Duraksayıp arkama baktığımda kimse yoktu. Telaşla yokuşu tırmanmaya başladım.
Pastaneye girdiğimde nefes nefeseydim. Hakan boş bir masaya yerleşmiş, dışarıyı izlerken çay içiyordu. Karşısındaki sandalyeye oturdum ve geriye yaslandım. Nefesimi düzenlediğim sırada ayaklandı ve önüme su bırakıp masada ona doğru uzattığım poşeti açtı, "Bundan mı çalışacağız şimdi?"
Suyu içerken onu kaşlarımla onayladım. Test kitabını açıp incelemeye başladığında yerimden kalkıp yanındaki sandalyeye geçtim. Test kitabını elime aldım ve bir kalem çıkarttım, "Bak şimdi öznelerden başlayacağız, tamam mı?"
"Tamam," dedi kağıdın boş kısmına yazdığım şeyleri incelerken, "Daha daha nasılsın bacım?"
"Çok şükür," dedim özneleri yazarken, "Ben sen o... Üçüncü tekil için üç farklı kelimemiz var iyi dinle beni."
Gözleri kağıttayken bir yandan da çayını içiyordu, "Melisa ile görünmüşsün mahallenin girişinde, onunla nereden tanışıyorsunuz?"
"Yolda tanıştık," dedim yazmaya devam ederken, "Bak sen ve siz aynı yazılıyor, buna da dikkat etmemiz lazım."
"Bizde aynı liseye gittik onunla, çok hoş kız." dediğinde duraksayıp sırıttım.
"Ondan mı hoşlanıyorsun?"
"Valla çok hoşlanıyorum," dedi geriye yaslanırken. Dersten şimdiden sıkıldığı belliydi, belki de ders isteme nedeni sadece Melisa ile ilgili biraz bilgi toplamak istemesiydi, "Çok zarif bir kız. Çok efendi, aile terbiyesi görmüş. İstese izdivaç yoluna girerim onunla."
"Bir ara kahveye uğrayacak bana," dedim kıkırdarken, "O zaman seni de davet ederim belki kahveye."
"Hay yaşa!" dedi heyecanla bana bakarken, "Bir tanesin sen!"
"Hadi şimdi derse," dedim gülerek. Camdan dışarı baktım bir an. Mahalle boştu, ama sanki bedenim izlenen bir rüzgarın etkisindeydi hala. Hakan toparladı ve derse döndü.
Hakan ile pastanede hava kararana kadar kalmıştım. Onunla sohbet etmek çok hoşuma gitmişti. Kimsesizliğin ortasında konuşacak bir dost bulmak nimetti. Hakan benim için büyük bir şanstı. Ders çalışırken birkaç kez kek ve kurabiye siparişi için pastaneye giren mahalleliyle ilgilenip yanıma geri oturmuştu. Akşama doğru yediğim kocaman çikolatalı pasta ve portakal suyu yüzünden karnım şişmişti.
"Üç dediğimde," dedi kepenklere bakarken. Dersi bitirmiştik, sohbete devam etmiştik. Birbirimize kendimizi ve hayatımızı anlatmıştık. Birlikte pastanenin kepenklerini kapatırken keyfimden geçilmiyordu.
"Çok sertmiş bu ya!" dedim kepengi aşağı doğru çekiştirirken. Pastaneyi kapattığımızda test kitabını ona uzattım, "İlk ünitedeki sorular ödevlerin."
"Hallederiz bacım," dedi kitabı elimden alıp, "Diğer derse kadar bitiririm."
Ona el sallayıp apartmana girdim. Bana verdiği nakit para ile havalara uçuyordum. İlk defa kendi kendime para kazanmıştım. Kazandığım paranın mutluluğu ile kendimi eve attım ve hızla telefonun dibine bağdaş kurarak oturdum. Annemi evdeki telefondan aramaya karar vermiştim. Annemle sohbet ederken gözüm açık perdeden karşı eve kaydı. Kara'nın odasının ışığı açıldığında telefonda bir süre daha oyalanıp telefonu kapattım.
Ayaklandım ve kendime menekşe çayı yapıp balkona çıktım. Pufuna oturmuş, sigara içiyordu. Balkona çıktığım gibi başı bana çevrildiğinde içim hoplamıştı. Karanlığın ortasında mavi gözleri simsiyah ama capcanlı duruyordu. Gece denizi gibiydi gözleri.
Sandalyeme oturdum. Menekşe çayımı üfleyip yavaşça bir yudum içtim. Ortamızdaki çirkin karga sesleri ve ölü rüzgarın uğultusu dışında hiçbir şey yoktu. Gözlerim gece denizine çevriliyken durup kısacık ona baktım. Bana bakmaya devam ediyordu. Telaşla başımı denize çevirdim. Aklıma yolda ona çarptığım an geldi ve bana o an söylediği şeyi düşündüm.
"Konuş," dedim sesimi keyifli çıkartırken, "Bir derdin var belli ki."
Başım ona çevrildiğinde bir an kaşlarını çattı ve anlamlandıramadı. Hemen sonra hatırlamış gibi silikçe sırıttı ve denize çevirdi başını, "Taşınmayı mı düşünüyorsun, küçük kiracı?"
Gözlerim kocaman açılırken nefesimi tuttum. Emlakçıda sadece birkaç dakika camdan ev ilanlarına baktığımı öğrenmişti. Boğazımı temizledim ve çay kupamı iki elimle kavrayarak bir yudum aldım. "Hayır, sadece piyasaya göz gezdirdim."
"Hım," dedi ve sırıtarak sigarasını dudaklarına götürdü, "Ben de evimizden hoşnut olmadığını düşündüm bir an."
"Yok," Hızla bir yudum daha içtim ve bardağı masaya bıraktım, "Buralardayım ben, param yok zaten."
"O yüzden mi Hakan'a ders anlatıyorsun?" dediğinde hızla çayımı elime aldım. Çayımdan içerken denize bakarak ne diyeceğimi hesaplıyordum.
"Harçlığımı çıkartmak için," dedim ve ona döndüm. Keskinliği altında bedenim ezilirken dün kezzap dökülen bir kıza karşı duyduğu soğukkanlılığın aynısı ile göz göze geldim sanki, "Gitmeyi düşünmüyorum."
"Düşünme zaten," dedi ve gözlerimizi ayırdı. Sigarasını küllüğe ezdi ve ayaklandı. Upuzun bir adamdı Kara. Bu nedenle ellerini balkon demirine koyup hafif öne eğildiğinde bile hala kocaman bedeni hiç kısalmamıştı, "Gidemezsin, konuştuk bunu."
Başımı onaylar anlamda sallarken korkudan bacaklarım titriyordu. Donan bedenimi ısıtmak adına çay kupasına elimi yapıştırdım ve elimi ısıtmaya çalıştım, "Maddi zorluktaysan kiranı bu ay müesseseden karşılayabiliriz."
"Ne demek o?" dedim şaşkınlıkla ve hızla gözlerimi ondan kaçırdım. Gözleri mavilerin alevi gibiydi. Denizlerin ortasına düşen sağanaklar gibi sertti.
"Ödeme bu ay, sorun yok," dedi ve doğruldu. Bedeni görkemlendi tekrardan, arkasını dönerken ağır sesi altında eziliyordum, "Gitme konusunu hallettik diye düşünüyorum."
"Gitmeyi düşünmüyorum," dedim geniş sırtını izlerken. Siyah kazağı bedenini saran bir mübahat gibiydi, "Kirayı da günü geldiğinde ödeyeceğim, teşekkürler nazik teklifin için, Kara."
Odasına girip kapısını kapattığında gözlerim dolmuştu. Çok ince ayar veriyordu Kara her zaman. Çok naif, çok kibarca uyarıyordu. Uyarılarının altında tehdit kümelenmesi yığılıydı, insan bunu hissediyordu. Kara bunu çok kof, çok dolu yapıyordu. İnsanın dengesi şaşıyordu.
Gözlerimdeki alevle ayaklandım. Mahallede ve mahalle dışında attığım her adımı bilen bir adam vardı ve gün sonunda beni sorguya çekiyordu. Kadir'in kitapçısıyla ilgili bir şey söylememişti, bu beni daha da germişti. Kadir'in başına bir şeyler gelmesi düşüncesi kalp kırıcıydı.
Ayaklandım ve içeriye geçtim. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde hapsolduğum evin içinde bir süre volta attım. Girişte çantama gözüm çarptı. Hızla çantamdan telefon defterimi çıkarttım ve Melisa'nın ev numarasını bulup telefondan onu aradım.
"Buyurun?" sesi ile duraksadım. Bir adam sesiydi, "Alo...Alo?"
"Merhaba bey amca. Ben Melek, Melisa'nın arkadaşıyım," dedim telaşla telefonu tutan elimi sıkılaştırarak, "Kendisi evde mi acaba?"
"Dur kızım," dedi ve ses kesildi, bir müddet sonra telefona Melisa'nın sesi ilişti.
"Melek? Nasılsın dostiko?" dedi keyifle telefonun diğer ucundan. Gözlerim ağlamaya hazırlanırken hızla toparladım.
"Dostiko!" dedim gülerek. Sarhoşken yolda ona böyle bağırıp durmuştum, "Şey soracaktım sana... Bugün sizde kalabilir miyim eğer müsaitseniz?"
"Gel dostikom! Mahalleden çık bir durak ileride solda marangoz var, onun üzerinde evimiz. Balkonda beklerim ben seni."
Apar topar evden çıktım. Mahallenin sokağa çıkma yasağı verdiği saatin gelmesine dakikalar kalmıştı. Telaşla mahallenin arka kısmına doğru ilerliyordum. Gözlerim sarhoşken yere uzandığım asfalta kaydı. Hemen dibindeki çarpı atılan eve baktığımda çarpı izi silinmişti. Duraksayarak oraya doğru ilerledim. Demiri soyulmuş dış kapıyı tıklatırken heyecandan ölecek gibiydim. İçeride yaşayan küçük çocuğun artık korkutulmadığını düşünmek beni çok mutlu etmişti.
Kapıyı kimse açmadığında çevreye bakındım. Yan evin ışıkları açıktı. Oradaki kapıyı tıklatıp beklemeye başladım. Kapıyı yaşlı bir kadın açtı, "Buyur?"
"Merhaba kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim," dedim heyecanla, "Yan evin sahipleri neredeler acaba? Kendilerini göremedim. Çarpıları silinmiş de, bir bakmak istedim nasıl olduklarına."
İlk işimden kazandığım para ile o evde yaşayan çocuğa yeni bir oyuncak almayı planlıyordum. Parayı biriktirip gidecektim, ancak o an bir çocuğu mutlu etmek bir adım öne atılmıştı kalbimde.
Kadın başını çevirip yan gecekonduya baktı ve yavaşça nefes verip bana döndü, "Dün gece mahalleden atıldı onlar."
Kaşlarım çatıldı ve duraksadım, "Gitmek yasak değil miydi? Atılmak ne demek? Nereye gittiler?" Kadın kapıyı yüzüme kapattığında afalladım ve bir an sinirle kadının kapısına sertçe vurdum, "Yabani misiniz siz ya! Niye yüzüme kapatıyorsunuz! Domuz kadın seni!"
Sinirle yola çıktım ve söylenerek ilerlemeye başladım, "Sakin ol Melek, en kısa sürede gideceksin bu cehennemden." diye söyleniyordum. Takip edildiğim korkusu ile durup hızla arkamı döndüm. Sokak boştu, "Paranoyaya bağladın iyice, kendine gel." dedim önüme dönüp mahalleden çıkarken, "Allah'ın belası yer."
Melisa'nın tarif ettiği yere geldiğimde balkonda sigara içiyordu. Göğsünün altına bağladığı kolunu kaldırıp bana el salladı ve sigarasını küllüğe ezip içeriye geçti. Apartmanlarına girdim ve evine çıktım.
"Gel dostikom!" dedi heyecanla montumu alırken, "Hoş geldin, yarın seni davet edecektim ben de. Geç salona, babam yattı çoktan."
"Bu saatte geldiğim için özür dilerim," dedim içeriyi izleyip salona ilerlerken. Evlerinde yuva hissiyatına kapılmıştım. Ceviz kaplamalı dolabın içindeki dantel örgülerin üzerinde hafif tozlanmış misafir yemek takımı ve kristal bardaklar vardı. Kahve kumaşla kaplı kanepeye oturup başımı tavana çıkarttım, "Dün bizim mahallede bir kıza kezzap attılar."
Melisa yanıma oturdu ve bağdaş kurarak balkondan getirdiği küllüğü sehpaya bıraktı, "Hak etmiştir. Kim bilir ne yaptı?"
Duraksayıp başımı ona çevirdiğimde omuz silkti, "Ne? Uslu durana kimse bulaşmaz ki."
"İyi misin ya?" dedim şaşkınlıkla, "Kız kör olmuş."
"Ne yaptı ama?" dedi ısrarla, "Bir bok yemiştir o, yoksa kimse durduk yere birine bir şey yapmaz. Sana yaptılar mı?"
"Hayır," dedim ve önüme döndüm, "Bu yapmayacakları anlamına gelmez ki. Bir gün bana da sıra gelecek, biliyorum."
"Sizinkine benziyor bizim mahalle de," dedi ve ayaklandı, "Ben doğduğumdan beri bu mahalledeyim, abilerden bir kere bile dayak yemedim, çünkü ben burada kimseye bulaşmıyorum. Boşuna mı Konak'a inip oradan adam avlıyorum sanıyorsun?"
Kahve yapmaya mutfağa ilerlediği sırada derin bir nefes aldım ve ayaklandım. Peşinden ilerlerken bir an duraksadım ve balkon kapısına doğru ilerleyip aşağı baktım. Loş sokak lambasının altında bir silüet vardı. Yüzünü örtülü kapüşonu nedeniyle göremesem de keskin ve meraklı ifadesi bana doğru bakıyordu. Elleri ceplerinde, uzun bedenini gölgeye düşüren direğin yanında öylece buraya doğru başı kalkıktı. Alenen bakıyordu, saklanmıyordu. Korkuyla gözlerim açıldı.
Hızla mutfağa koşturdum ve telaşla ama sessizce bağırdım, "Biri bizi izliyor!"
"Ne?" dedi Melisa Türk kahvelerini cezvede pişirirken, "Kim?"
"Ne bileyim! Git bak!" dedim aynı tonla. Babasını uyandırmak istememiştim, ancak sesim istemsizce yükseliyordu, "Git hadi, eski sevgilin falan mı? Belalın var mı? Hasmın ya da?"
"Ay dur hayranlarımdan biridir belki, sen kahveleri yap. Ben bakıp geliyorum." dedi ve cezveyi ocağın üzerinde bıraktı. Hızla cezvenin sapını tuttum ve diğer elimi ağzıma götürdüm. Parmağımı kemirdiğim sırada kahveler olmuştu. Fincanlara döktüğüm sırada Melisa yanıma gelip kendi fincanını eline aldı, "Tanıyamadım, bizim mahalleden değil gibi."
"Ne dedin?" dedim merakla peşinden ilerlerken, "Gördün mü yüzünü?"
"Hayır," dedi önümden ilerleyip balkona çıkarken, "Kimsin, diye sordum. O da asıl sen kimsin, diye sordu. Melisa ben dedim, o da anladım deyip gitti." dedi ve kahvesini masaya bıraktı, "Ay ama çok hoştu sesi, sizin mahalleden biridir kesin. Bu saatte nereye çıktığına bakmıştır."
"Kara," dedim yavaşça. Nefesimi tuttum ve sandalyeye oturup az önce dikildiği loş sokak lambasına doğru gözlerimi daldırdım, "Kesin oydu."
"O kim?" dedi kahvesini içerken, "Kız bunun köpüğünü ne yaptın? Kıyamam korkudan ellerin titredi de köpüğü mü kaçırdın?"
"Kaya'nın abisi," dedim direğe doğru bakmaya devam ederken. İçimde sürekli kontrol edilmenin verdiği öfke belirmişti. Korkuyordum, korkutulmadan korkutuluyordum. Kara beni korkutmak için henüz hiçbir harekette bulunmamıştı, buna rağmen attığı her adım ödümü kopartan heyelanlar oluşturuyordu, "Senin Yunan büstü dediğin çocuğun abisiydi kesin beni takip eden."
"Ay o napıyor sahi?" dedi heyecanla. Çok normaldi bu yaşanan Melisa'ya göre. Mahalleden ayrılan biri ne yapıyor gözlemlenirdi, incelenirdi. Girdiğim evde kimin yaşadığını öğrendiğinde gitmişti. Melisa'nın ismini biliyordu Kara. Ona ismini söylediğim anı, sarhoş olsam da hatırlıyordum, "Yarın da ben geleyim kahveye, Hakan safına da uğrarız."
"Gel," dedim ve geriye yaslandım, "Gel dostikom."
Ertesi sabah babası erkenden kahvehaneye gitmişti. Melisa ile kahvaltı sofrasını toparladık ve evden çıktım. Annesi hakkında ona hiç soru sormamıştım, buna haddim olduğunu düşünmüyordum. Kendisi konuyu açana kadar bu konu benim için toprakların içine gömülü, çıkmayı bekliyordu.
Eve geçip evi temizlemeye başladım. Melisa'yı akşama doğru yemeğe davet etmiştim. O gelene kadar evi temizleyip duş aldım. Başımda havlu, üzerimde pijama takımı ile telefonun dibine çöküp annemi aradım.
"Nasıl gidiyor?" diye sordu heyecanla, "Sıkılıyor musun?"
"Arkadaşım gelecek akşam yemeğe," dedim kıkırdarken, "Çok heyecanlıyım anne, onunla otobüste tanıştık. Çok tatlı bir kız, yan mahalleden."
"Adı ne? Nereli?"
"Buralı anne, Melisa adı." dedim gözlerim bacaklarımdayken, "Çok şeker bir kız, hem de dost oldu bana."
Önümden hızla küçük bir şey geçtiğinde kaşlarımı çattım ve duraksadım. Koltuğun altına giren şey ile tüm odağım annemden çekildi, "Anne yarın konuşuruz, öpüyorum seni."
"Dikkat et kızım," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu yerine yerleştirip yere yüz üstü uzandım. Koltuğun altına doğru gözlerimi kıstığımda kocaman bir fare ile göz göze geldim.
"Allah!" diye bağırdım ve çığlık atarak ayağa kalktım. O kadar hızlı kalkmıştım ki başım dönmüştü. Bağırarak hiçbir şey almadan evden çıkıp kapıyı kapattım. Ayakkabılarım ve anahtarım içeride kalmıştı, "Yetişin! Müjgan teyze koş!"
Çıplak ayaklarla zemin kata indim ve kapıyı tıklattım, "Müjgan teyze yetiş!"
Korkudan ne yapacağımı şaşırmıştım. Yaşlı kadın zilin çaldığını bile duyamayacak kadar ahraz olmalıydı. Hızla evden çıkıp pastaneye baktım. Hakan'ın pastanede bir müşteri ile sohbet ettiğini görünce içeriye daldım, "Evimde bir sıçan var! Beni ısırıp hastalıktan öldürecek! Yetişin!"
"Ne sıçanı ya?" dedi Hakan şaşkınlıkla bana dönerken. Müşteri ile aynı afallama ile bana bakıyorlardı, "Bizim mahallede fare olmaz ki. Ben ömrümde bu mahallede fare duymadım, olsa da senin kata nasıl çıkıp evine girecek?" Bir an durup üzerime baktı, "Deli karılara benzemişsin." Başımdaki havluyu çekip elime aldım ve korkuyla çıplak ayağımı yere vurdum.
"Kocamandı canavar gibiydi!" dedim bağırarak, "Hakan gel öldür şunu!"
"Ben dokunamam!" dedi Hakan korkuyla. Müşteri aynı anlamsızlıktayken ona döndüm ve havluyu sıkıca tuttum.
"Siz?" dedim korkuyla, "Siz öldürebilir misiniz?"
"Yalan söylüyorsun gibi," dedi adam şaşkınlıkla, "Burada fare olmaz."
"Ya siz salak mısınız!" dedim öfkeyle. Gözlerim sinirden seğiriyordu, "Neden yalan söyleyeyim, aptal mısınız?"
"Terbiyesiz," dedi adam cıkcıklayarak ve kahvesini ödeyip çıktı. Hakan kahkaha atarken ben sinirle camdan dışarıya baktım.
"Anahtarım?" dedim üzerime bakarken, "Anahtarım da yok, Hakan. Ne yapacağız? Hakan telefonunu verir misin, çilingiri arayacağım."
"Yok," dedi Hakan gülerken kaşlarını kaldırarak, "Ben o hatayı bir kere yaparım. Kara'yı arayacağım diye çilingir aramışsın, senin yüzünden bir ton dayak yedim ben o gün. Sana telefon vermem yasaklandı benim."
"Ya anahtarım yok!" dedim korkuyla, "Versene telefonunu!"
"Ben ararım," dedi gülerken. İçeriye yönelip telefonundan bir numara tuşladı, "Abi? Senin kiracı evden çıkarken anahtarını almamış da... Yedek anahtarı soruyor... Tamamdır abi."
Telefonu kapatıp tezgaha bıraktı ve bana su doldurup uzattı, "Otur bekle, gelecek Kara abi."
"Neden geliyor?" dedim korkuyla, "Gelmesin o, ben korkuyorum ondan."
"Anahtarın ondaymış ya bacım. Hem öldürür o fareyi de, çilingire boşuna para verme işte," dedi ve fırın sesi ile durdu, "Ben çıkan poğaçalara bakıp geliyorum, sen bekle burada."
Yavaşça suyu elime aldım ve cam kenarındaki bir masaya geçtim. Islak saçlarım ve çıplak ayaklarım yüzünden bedenim donuyordu. Suyu içerken bacaklarımı sürekli ritim tutarak titretiyordum.
Kapının açılma sesi ile başımı bacaklarımdan kaldırıp girişe çevirdim. Gözlerimiz birleştiğinde şaşkınlıkla ıslak saçlarıma baktı. Mavileri aşağı doğru kaydı ve sandalyeden sallandırdığım ayaklarıma bakıp yavaşça sırıttı, "Bu halin ne yine?"
"Merhaba Kara," dedim telaşla ayaklanırken. Ellerimi önümde birleştirdim ve minik adımlarla ona doğru ilerleyip başımı kaldırdım, "Evimde fare var da, anahtarımı almadan çıktım evden."
Gözleri bana çıktığında alaycı bir şekilde sırıtmaya devam ediyordu. Başını onaylar anlamda salladı ve kapıyı kaşlarıyla işaret etti, "İyi, düş önüme."
Önünden geçip pastaneden çıktım ve apartmana girdim. Merdivenleri çıkarken parfümü tenime dokunuyordu, "Kusura bakma bu saatte geldin."
"Buralardaydım zaten," dedi ve siyah eşofmanının cebinden anahtarlığını çıkarttı. Evime ait anahtarı ararken sırıtmaya devam ediyordu, "Fare mi varmış evde?"
"Evet!" dedim korkuyla, "Kara, kocaman bir şey! Göz göze geldik resmen, beni ısıracaktı. Çok korktum."
"Çok mu korktun?" dedi sırıtırken. Anahtarı deliğe sokup kapıyı açtı ve geri çekildi, "Buyur."
"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Öldürmeyecek misin?"
"Ben mi?" dedi alaycı ifadesi yüzünde asılıyken, "Ben öldüremem, ben çok korkarım."
"Dalga geçmeyi bırakır mısın?" dedim korkuyla, "Biliyorum benimle eğlenmek hoşuna gidiyor, ama benim de duygularım var."
"Pekala," dedi ve içeriye geçti. Merakla arkasından girip koltuğu işaret ettim.
"En son bunun altındaydı!" diye bağırdım, "Şimdi nerede bilmiyorum? Peynir mi koysak yere?"
"Sen bir sus," dedi bıkkınlıkla ve koltuğu sıkıca tutup sarstı. Fare koltuğun altından bir anda çıkınca çığlık atarak arkasına doğru geçip zıplamaya başladım.
"Öldür! Kara!"
"Kızım sussana."
"Ay bu ne ya!" diye bağırdım korkuyla, "Bu resmen bir camış!"
"Çenene sıçayım, neden cıyaklıyorsun?" dedi bana dönerken. Nefes nefese bir şekilde fareye bakıyordum. Fare girişte dolanırken bana doğru geldiğini görünce korkuyla çığlık attım.
"Öldür! Bizi yemeye geliyor!"
"Susar mısın?" dedi siniri hoplarken, "Alt tarafı küçük bir fare. Büyük tepkilere gerek var mı cidden?"
"Kara, geliyor! Vur!"
"Bak son kez uyarıyorum seni," dedi derin bir nefes vererek. Kendini frenlediği o kadar belliydi ki o an, yine de korku ve hararetten kendimi kontrol edemiyordum. Fare ikimizin arasından geçip koltuğun altına girdiğinde korkuyla bağırdım.
Kara bir anda omuzlarımdan tutarak beni hızla duvara doğru yapıştırdığında sesim bir anda kesildi. Canım acımamıştı, ancak etkisi büyük bir hareketle susturmuştu beni. Hızlı alıp verdiğim nefesler onun yüzüne çarparken parfümünü içime dolduruyordum.
"Canın acıdı mı?" diye sordu yavaşça. Koyu sesi içimi gümbürdetirken başımı olumsuz anlamda salladım.
"Özür dilerim, yüksek sesten nefret ediyorum," dedi bana doğru eğilirken. Başlarımız eşitlenmiş, elleri iki yandan duvara gitmişti. Kocaman bedeni arasında sıkışıp kaldığımda gözlerimi gözlerine kilitledim, "Melek," diye fısıldadı gözlerime bakarken. Sert sigara kokusu ilişti burnuma. Burunlarımız birbirine dokunurken konuştuğunda verdiği sıcak nefes yüzümü okşamıştı.
Yakından yüzü zarafet gibiydi. Sakalları tek tek çizilmiş gibi özenli, gözlerinin mavilerinin arasında sıkışan minik yeşil şimşekler gösterişliydi. İlk defa gözlerini bu kadar yakından incelemiştim. Başımı olumlu anlamda sallarken gözleri yavaşça dudaklarıma indi. Nefesimi tuttum ve dudaklarımı korkuyla birbirlerine bastırdım.
"Git buradan," dedi gözleri dudaklarımdayken. Hızla gözlerini gözlerime çıkarttı ve birkaç adım geriye attı, "Git, kiracı."
"Ha?" dedim nefes nefese bir şekilde. Afallamış, aptala dönmüştüm. Gözleri evsiz şarapçıların bitirdiği şarapların dibinde kalan son birkaç alkol damlası gibi değerli, sarhoş ediciydi.
"Git hadi," dedi sertçe yutkunup. İfadesini toparladı ve başını yere çevirip fareye bakındı, "Ben bu piçi bulana kadar in alt kattaki teyzede bekle."
"Tamam," dedim ona bakarak. Zar zor konuşmuştum. Gözlerimiz tekrardan buluştuğunda ifadesi toparlasa bile tekrardan hararete bürünmüştü. Bir süre öylece birbirimize baktık. Zihninde dolanan akılları öğrenmek için evde dolanan fareyi ellerimle yakalayabilirdim.
Sessizliği bükerek hızla girişten terliklerimi giydim ve evden çıktım. Kapıyı üzerine kapattığımda gözlerimi yumdum ve başımı dış kapıya yasladım. Nefesinin yüzüme çarptığı yerler cayır cayır yanıyordu.
Bir çift denizin ortasında yanan alevlerin içinde yanıyordum, yakılıyordum. Bir ömür sürecek yangının içine atılmıştım. Yangınların can acıtması gerekmez miydi? O halde tenim neden yangın geri çekildiği an soğuktan ürpermişti, bilemiyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |