50. Bölüm

45. BÖLÜM : GELİR ECEL, GELİR GEÇER

petrikor.
yagmurluhikayeler

 

 

Bu bölümü Kara Çiy'in yazıldığı ilk bölümden tam bir yıl sonra yayınlıyorum. Bir senedir birlikteyiz. Sizi çok seviyorum. İyi ki siz.

 

 

Her güzel şeyin olduğu gibi bunun da dozunda, gereksiz olaylarla uzatılmadan, tadında bitmesi gerektiğine karar verdim.

 

 

Bir sonraki bölüm final.

 

 

Gözyaşım pıt. Kalbim çıt. İyi okumalar.

 

...

 

 

 

"İçimde, bir yolculukta tanışıp alıştığım, fakat pek çabuk ayrılamaya mecbur olduğum bir insana veda eder gibi bir his vardı.."

 

 

-sabahattin ali/kürk mantolu madonna.

 

 

(bu sefer bu alıntıyı Melek ve Kara'ya değil, kendime yazdım...)

 

45

 

 

 

Türkiye'ye dönüyorduk. Uçakta herkes sessizdi. Melisa karnını ovarak camdan dışarıyı izliyordu. Kara hiç konuşmadan yere bakıyordu.

 

Başımı yavaşça koluna yasladığımda başımın tepesini öptü. "Güzel karıcım," dedi fısıltıyla. "Sırf senin hatırına böylesine sakin duruyorum, biliyor musun? Benden korkma diye."

 

Cevap vermedim. Yanağımı koluna hafif sürttüm. Ona usulca sırnaştım. Sakinleştirmeye çalıştım onu varlığımla.

 

"Aklım almıyor," dedi Kaya. "Nasıl böyle bir salaklık yapabildi?"

 

Melisa, "Bilerek mi sürmüş surlara? Cinnet mi geçirmiş?" diye sorduğunda Kaya sinirle güldü.

 

Gözlerini ona çevirdi. "Hande'ye bir şey olma ihtimalini göz önünde nasıl bulunduramaz? Nasıl böyle bir salaklık yapar?"

 

"Ona kask takmıştım!" diye bağırdı Zeki, sinirle.

 

"Kes lan sesini!" derken Kara bir anda ayaklandı. Başım kolundan düşünce savsakladım. Zeki'ye doğru bir adım attığında Kaya telaşla ayaklandı. "Amına koyduğumun çocuğu ne kaskı!" İşaret parmağını ona tuttuğu sırada Kaya onu geri geri itekliyordu. "Bak Zeki senin soyunu sopunu sikerim o sesini yol boyu bir daha sakın çıkartma."

 

"Kara," dediğimde bana döndü. Şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Alt dudağım hafif büzülüydü. Derin nefes verip bana adımladı ve eğildi. Alt dudağımı yavaşça öpüp büyük bedenini yanıma bıraktı. Geriye yaslandı.

 

Zeki dudaklarını birbirine bastırıp geriye yaslandı ve Hande'ye döndü. Hande öylece sessiz sessiz dışarı bakıyordu. "Özür dilerim," diye fısıldadı Zeki. "Yemin ederim ilahi bir güç benim gözlerimi köreltti o an." Yavaşça Hande'nin omzunu öptü. "Çok özür dilerim abicim. Allah benim belamı versin de kurtulun benden."

 

"Sus abi," dedi Hande, yutkunurken. "Ya birine çarpsaydık ne olacaktı?"

 

"Yahu çarpmadık ki! Çarpmadık işte çarpmadık!" dedi Zeki hızla. "Ulan ben sana bir şey olsa yaşayabilir miyim? Harika sürdüm. Bakü'de uyuyan evlerdekileri uyandırdım. Bana plaket takacaklarına bir de ters kelepçeleyeceklerdi. Hani kardeştik?" Durup sırıttı. "Gerçi aman... Plaket takmadılar iyi hoş ama plaketi götüme de sokabilirlerdi değil mi ama?"

 

"Bana bak piç kurusu," dedi Kara yavaşça. "Allah belamı versin seni vurur uçaktan aşağı atarım. Sesini bir daha sakın çıkartma."

 

"İyi aman."

 

 

Zeki'nin Gözünden.

 

 

Resmi olarak ölüyüm. Evet. Yani Azerbaycan Devleti'ne göre ben şu an toprak altındayım. Neymiş, aksi olsa savcılığımdan bile olurmuşum. Hapse girermişim. Kasten adam öldürmeye teşebbüs etmişim. Hızlı sürüp surlara, tarihi yapıya zarar vermişim. Canavarca trafik kurallarını çiğnemişim. Hız sınırını aşmışım. Azerbaycan'da geçerli ehliyetim yokmuş. Sürerken bir sürü seyyar tezgahı devirip kamu malına zarar vermişim.

 

Katiyen iftira! Ben masum bir çocuğum. Neyse, kısaca hapse girermişim.

 

Hande de don atlet getirir bana artık.

 

Kara beni kardeşlikten reddedecek. Öyle dedi kendileri. İşin komik yanı zaten burnum da tıkalı. Nefes alamıyorum. Yarı ölüyüm. Ölcük ya da. Bu da Gölcük gibi oldu. Kancık da var ama ona benzer kelimeyi söylemeyeyim. Ayıp.

 

Hande de yanımda oturuyor. Kuzum benim. Kurbanda kesip yiyesim var onu. Öyle ballı lokma. Ona bir şey oldu diye aklım gitti amına koyayım. Çok vardı sanki.

 

Kaya da diğer yanımda oturuyor. Az önce bana dönüp, "Seni hapisten çıkarmak için belki de aylarca burada kalacaktık lan ahraz Zeki," dedi.

 

"Ama ben öldüm?" diye sordum. İki saniye suratıma baktı. Mal mal.

 

"Geberteceğim seni az kaldı," diye mırıldandı. Bu nasıl abi ya? Beni bağrına basması gerekmez mi?

 

Ha, bu arada. Bana sahte ölüm belgesi çıkaran da kendisi. Resmen "Bu salak kesin bu ailede en son ölür," diye düşündüler. Sonra da "Öldü," diye evrak göndermişler konsolosluğa.

 

Lan yaşarken bana kimlik çıkartmıyorlar, ölünce jet hızıyla mezar taşımı sipariş vermişler!

 

Bu ülkeye de mahalleye de insanlığa da yazıklar olsun. Kancıklar. Bir de kancığa benzeyen diğer ayıp kelime. Ondan işte.

 

Ama fena da olmadı. Yeni kimliğimde ismimi Ultrazeki olarak değiştireceğim. Soyadım da Çakır değil Çakar olacak.

 

Ultrazeki Çakar. Affetmez. Herkese çakar. Hem biri bana saçma bir saldırıda bulunursa, "Ya bir kes len! Ben ölmüşüm zaten!" diyebiliyorum.

 

Melisa bu sırada ayaklanıp karşıdaki meyve tabağına uzandı. Kıyamam, kızın içinde benim yeğen var. Ye tabii aslan paşam. Amca gülü. Melisa bana da bir elma uzatsa iyiydi aslında. Çiğdem de yok koskoca uçakta.

 

"Daha iyi misin Kara?" diye sorduğunda başımı Melek'e çevirdim. Ohhh. Tabii ya. Aşk işte. Ye kebabı Melek. Ben ölmüşüm ama sen kocana iyi misin, diye soruyorsun.

 

"İyiyim bebeğim," dedi. Kızın avcunu öptü. Kara keşke bir kere de benim avuç içimi öpseydi. Kırgındım zaten. Bana bağırdı. Beni hor gördü. Kancık.

 

Sakin sakin oturuyor. Artist herif. Soğukkanlı. Ağır abi. Köyün ağası. Karo Ağa. Doğumda göreceğim ben onu. Melek benim yeğeni fırt diye fırtlatırken bu kesin yere düşüp bayılacak.

 

Hande gözleri kapalı bir şekilde uyukluyordu. Yavrum benim. Nasıl korkuttu beni o an. Öldüm dirildim. Korkudan tir tir titredim.

 

Dersem de inanmayın.

 

Kahkahalar. Ha ha. Şaka yaptım. Kaza falan yapmadık. Anlatayım ama sakın Kara'ya söylemeyin valla feleğimi siker.

 

 

Bir Gece Önce

 

Motoru çalıştırdım. Motor sesi adamı azdırır. Öyle coşkulu. Gaza dokundum, metal iç çekti. Hande arkamda, nefes nefese. Yerim onun kedi ciğerini. Korkuyor ama heyecanlı. Sarıldı belime. Sıkı sıkıya.

 

O kadar sıkı ki...sanki beni tekrar öldürmekten korkuyor gibi. (Not alın bu kısmı bayanlar çok romantik serseri gibi yazdım.)

 

Sonra gazladım işte. Ben zaten hep ölüyorum Hande ile. O bana sarılınca da yaşıyorum.

 

"Abi dur!" diye bağırdı Hande, bana sıkıca tutunurken.

 

"Durmam lan!" diye bağırdım. "Durmam! Öleceğiz burada!"

 

"Yapma lütfen! Ölmek istemiyorum!"

 

Surlara doğru sürdüm motoru. Asfalt kaygan. Ama elim titremiyor. Çünkü arkamda o var. Bin ton olsun bu motor, Hande'ye zarar gelmesin diye gerekirse ağzımla bile kaldırırım motoru.

 

İlk defa birine çarpmak istemeden sürüyorum bu amına koyduğumun şeyini.

 

"Abi," dedi korkuyla. Abini yerim senin. Seni de. Komple yer bitiririm kızım.

 

"Ölmekten korkar mısın!" diye bağırdım.

 

Sesi titrek, kalbi de öyle. "Ya neden yapıyorsun bunu manyak mısın!" diye çığlık attı.

 

Cevap vermedim. Çünkü cevabım yoktu. Ya da cevabım fazlaydı.

 

Surlara vardık. Dev taşlar gibi durmuş şehir önümüzde.

 

Motoru durdurdum. Sessizlik oldu.

 

Çünkü bilirsin, Hande... ben hiçbir şeyi yarıda bırakmam. (Not alın çok kıyak oldu.)

 

Sonra gözüm bir şey yakaladı. Gecenin bu saati bir tezgah, karanlıkta tek ışıkla parlayan. Hande'den şeker olmasın bir şeker satıyor. Azerbaycan işi. Nar ekşili, tarçınlı, ısırınca içi akıyor.

 

"Şeker alayım mı kız sana?" diye sordum.

 

Elleri titreyerek motordan indi. Kaskını çıkarttı da o nur yüzünü gördüm. Ay parçam benim. Ay suratlım.

 

"Taşak mı geçiyorsun sen benimle!" diye bağırdı. Surlar yankılandı. Nefes nefese titreyen ellerini kalbine tuttu. Yerim o kalbi de. Komple ısırırım. Küfür de pek yakışıyor bu kızın ağzına.

 

Hayır. Taşak geçmedim Hande. Çünkü senin yanındayken komik olmama gerek yok. Ben olsam yeter. (NOT!)

 

"Gel hadi gel," dedim onun elinden tutup. Ona şeker aldım ve bir banka oturduk. Gece sessiz. Hande güzel. Ben yakışıklı. Zeki. Karizma.

 

Hande bana bakıyor. İlk kez korkmadan. "Öleceğiz sandım abi," dedi biraz sakinlerken. "Alışığım seninle manyak gibi motor sürmeye ama bu sefer bir farklıydı."

 

Gülme öyle kızım ısırırım ağzını.

 

"Beni öldü gösterin. Ben bu kimliği istemiyorum."

 

Bir şey demedi. Şaşkınlıkla bana baktı. Bir yandan da şekeri yiyordu. Ben de keşke kendi şekerimi yesem. Hande'yi yani... (!)

 

"Kendime başka bir savcının kimliğini alacağım."

 

"Sebep?"

 

Omuz silktim. "Keyfim öyle istedi."

 

Senin kardeşinmişim gibi görünüyorum ama ben senin kardeşin değilim Hande.

 

Hiç olmadım. ben sana kardeşlik yapamam. Çünkü ben... bu aciz Zekihan... Sana dokunmak istiyorum. Sana aşık olmak istiyorum. Senin yanına yatmak istiyorum. Korkmadan.

 

Bu kimlik bu isim Beni senden uzak tutuyor. Bu yüzden gömüyorum kendimi. Bu yüzden artık başka biri olacağım.

 

"Adımı ben seçmek istiyorum."

 

Gözüm doldu. Ne alaka Zeki amına koyayım? Kendine gel len. Hızla burnumu çekip ona döndüm. Kolumu omzunun üzerinden attım. "Motoru fütursuzca surlara çarpacağım birazdan. Çarpmadan önce bir sürü seyyar dükkanı ezip geçeceğim."

 

"Abi sen deli misin?" diye sordu şekeri yerken. Keşke ben de seni ham diye yesem. Kıtlatsam seni.

 

Evet. Sana deliyim.

 

"Değilim."

 

Kimliği istemiyorum. Kardeş yazmasın işte orada be kızım. Anla be gülüm. Ay parçam.

 

"Ben şuranın amına koyup geliyorum. Sen ilerideki ankesörlü telefondan Kara'yı ara. Zeki'yi tutukluyorlar, gelip bir şey yapın de. Kolunu incittiğini söyle."

 

Şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Bense ayaklandım. Motora bindim. Omuzlarımı ileri geri oynattım. "Hadi bebeğim!" diye bağırdım. "Başlıyoruz!"

 

Bir anda gaza bastım. Önüme gelen geçene çarptım. Bu kız benim mezarım oldu. Ve şimdi onun gözlerinde yeniden doğmaktı amacım.

 

 

Melek'in gözünden.

 

Hayat hep seçenek sunardı. Kararlar insanın elindeydi. Yollar değişse de adımlar sendeydi. Ben kendi hayatım için en doğru kararları verdiğime inandım. O beni inandırdı. Karahan Çakır.

 

Uçaktan indik. Ablam kedilere mama verdikten sonra annemlerin yanına gitmişti. Bu nedenle mahallede değildi.

 

Havaalanında hiçbirimiz Zeki'yi almadığımız için o ayrı gelecekti. Melisa kapının dibinde durdu. Bekliyordu.

 

"Kapımı açmayacak mısın?" diye sorduğunda Kaya hızla kapısını açtı.

 

"Elbette sevgilim. Aklımdan kaçmış," dedi.

 

Melisa arabaya binerken bana el salladı. "Bir daha unutma," dediği sırada Kaya onun kapısını kapattı ve duraksadı.

 

"Sen de mi?"

 

"Yok abi ben açarım," dedi Hande şaşkınlıkla arka kapıyı açarken. "Sen geç kendi yerine."

 

Kaya şoför koltuğuna oturdu. "Ben ne olacağım?"

 

"Sikimden aşağı Kasımpaşa," dedi Kaya ve arabayı gazladı.

 

Zeki bize bakmaya çekiniyordu. "Şey yapayım ben o zaman," dedi eliyle taksileri gösterirken. "Bir taksi ile geleyim mahalleye. Umarım taksici beni kaçırıp bana ahlaksız tekliflerde bulunmaz da vicdan azabı çekmezsiniz."

 

"Sen bir süre mahalleye gelme."

 

Zeki'nin gözleri büyüdü. "Yapmayın lan! Kara! Bırakma lan beni. Ben Hande'yi tehlikeye sokacak bir şey yapar mıyım lan?"

 

"Siktir git."

 

Kara hala çok öfkeliydi. Arabaya bindiğimizden beridir düşünüyordu. Zeki arkamızdan çaresizce baktı. Zamanında onunla tanıştığımız günkü gibi. Kara o zaman babasına arabayı durdurup Zeki'yi almıştı ama bu sefer farklıydı.

 

Ellerim karnımda, gözlerim kapalıydı. Kara direksiyonun başındaydı.

 

"Kara?" dedim, İzmir denizini izlerken. Masmaviydi. Kara'nın gözleri gibi.

 

"Söyle güzeller güzeli karıcım," dedi yavaşça. Elini uzattı. Elimi tutup avcumu öptü.

 

"Kaza yani. Adı üstünde kaza. Neden kızıyorsunuz bu kadar Zeki'ye?"

 

Elimi birkaç kez daha öpüp bıraktı ve geriye yaslandı. Gözleri karşıdaki yola daldı. "Bilerek yaptı pezevenk. Çok akıllı sanıyor kendini."

 

"O ne demek ki?" diye sordum kaş çatıp.

 

"Dur bakalım," dedi ve bana döndü. "Varsa karşıma çıkacak yüreği, anlarız zaten. Yolunu yapıyor gibi ama. Öyle hissettim. Akşama damlar zaten mahalleye."

 

"Neyin yolunu yapıyor, ne diyorsun? Hiç ama hiç anlamıyorum seni Kara."

 

Yola bakarken mavi gözlerini baydı. "Valla ben de kendimi hiç ama hiç anlamıyorum bazen Melek."

 

"Şebnem'in odası için boya seçmeye ne zaman gideceğiz?"

 

"Gidelim şimdi," dedi direksiyonu kırarken. Mırıldandı bıkkın. "Senden doğacak güzellikle uğraşmam gereken dönem uğraştığım şeylere bak. Zeki salağı bitti şimdi Kaya'nın kız istemesi başladı."

 

"O da var değil mi?" diye sordum, heyecanla. "Baban da gelecek mi?"

 

"Mecbur."

 

"Babanı neden sevmiyorsun?"

 

Nefes verdi. "Saygı duymuyorum ona. Çünkü o da anneme duymazdı." Başını bana çevirdi. "Bana çocukken Manisa'da ne aradığımı sormuştun."

 

Başımı onaylar salladım onun yüzünü izlerken.

 

Gülümsedi.

 

İstemsiz gülümsedim. "Ne?"

 

"Neyse," dedi tekrar önüne bakıp. İfadesini rahatlattı. "Konuyu açtıkça sinir oluyorum. Anlatacağım ama sana bir ara."

 

"Ne zaman hazır hissedersen."

 

Bir an gözlerim açıldı, nefesimi tuttum. Acı çok kısa sürdü ama keskindi.

 

"Ne oldu?" diye sordu Kara, şaşkınlıkla bana dönerken. Kısaca karnıma baktı. "Güzel bebeğim? Canın mı yanıyor?"

 

"Bir şey," dedim alt dudağımı dişlerken. "Bir şey ters gidiyor." Bacaklarımı araladım. "Kan!" diye bağırdım. "Kan mı bu Kara!"

 

"Bakma oraya," dedi hızla karnımı tutarken. Gaza bastı. "Bakma sakın. Mahalleye yakınız. Dayan."

 

"Şebnem'e bir şey mi oldu?" diye bağırdım. Ellerimi karnıma tuttum. "Kara! Bir şey oluyor işte!"

 

"Tamam az kaldı dayan," dedi telaşla. "Sakın bakma oraya tamam mı? Korkma. Ben buradayım."

 

Arabayı mahallenin girişinde hışımla durdurdu. Koşarak arabadan indi ve kapımı açıp bir anda beni kucakladı. "Dayanın tamam mı?" diye sordu, Müjgan teyzenin apartmanına girerken.

 

Kollarımı onun boynuna sardım. Korkudan ona sığındım. Hızla üst kata çıktı ve kliniğe girip telaşla sağa sola baktı.

 

"Doktor! Bakın lan buraya!"

 

Bir anda bir karmaşa. Beyaz ışıklar gözlerimin önüne geldi. Gözlerimi sıkıca kapattım. Gözlerimi açtığımda yatakta uzanıyordum. Kıyafetlerim yerindeydi. Kara odanın içinde duruyordu. Alnı duvara yaslıydı. Ritmik bir şekilde alnını duvara yavaşça vuruyordu.

 

"Kara?" diye mırıldandığımı duyunca alnını hızla duvardan çekip bana döndü.

 

"Uyandı mı prensesim?" dedi telaşla dibime çöküp. Yavaşça saçlarımı sevdi. "Bir şeyin yokmuş. Bebek de çok iyi. Her şey yolunda."

 

Yalan söyledi.

 

Anladım. Sesinden. Gözlerinden. Tınısından. Bakışından.

 

Başımı olumsuz sallarken hızla nefes verdim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yalan söyleme," derken sesim titredi. "Yalan söylüyorsun!"

 

Gözleri açıldı ama mimiklerini kontrol etmekte çok ustaydı. Gülümsedi. "Gerçekten iyisin bebeğim," dedi heyecanla. "Bebek de çok iyi. Yemin ederim."

 

"Ne diye kan geldi o zaman!" diye bağırdım. Ellerimi karnıma götürdüm. "Şebnem gitti işte! Yalan söyleme! Yemin ederim seni pataklarım Kara!"

 

Bir süre sadece durdu. Öylece bomboş bana baktı. Gözlerim camdan dışarı çevrildi. "Eğer söylemezsen seninle asla konuşmam."

 

Yanıma oturdu. Uzandığım yatağa. Nefesini duydum. Düzenli ama rahat değil.

 

"Melek," dedi zorlanarak. "Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ben," dediğinde ona baktım. Bana bakıyordu. Çok zordu ifadesi. Hem yıkılmış hem de toparlamaya çalışır gibi. "Çocuklardan birini kaybetmişiz."

 

"Ne?" diye sordum ölüm gibi. Gözümden akan yaş çok hızlı indi.

 

"Ama bir tanesi," dedi ve yavaşça dudaklarını karnıma bastırdı. "Bir tanesi hala orada. Yaşıyor."

 

"Bir çocuğumuzu mu kaybettik?" diye mırıldandım, idrak edememiş bir şekilde. "Bir çocuğumuz mu ölü?"

 

"Ama senin hiç üzülmemen lazım," dedi doğrulurken. Gülümsüyordu ama bir anda ifadesi çalkalandı. Ağlayacak gibi olduğunda hızla toparladı. "Diğeri için güçlü durman lazım. Sen yıkılırsan ben de yıkılırım. Çocuk da üzülür. Bu aile de sen mutsuzken ölür."

 

Ellerim karnıma gittiğinde afallamış bir şekilde boşluğa bakıyordum. "Şebnem mi gitti?" diye sordum. Sesim çocuk gibi çıktı. Elinden oyuncağı çalınmış bir kız, topu gözünün önünde kesilmiş bir oğlan ya da terk edilmiş bir ev gibi.

 

Evim gitmişti. Beni terk etmişti.

 

"Erkekmiş karnındaki," dedi saçlarımı severken. "Belki ölen de erkekti. Bilemeyeceğiz."

 

Başımı olumsuz sallarken ağlamaya başladım. Ağıt yakar gibi inledim. Sesim ruhumun ininden dışarı doğru aktı. "Şebnem gitti," dedim içli içli. Sessiz ama öfkeli.

 

"Yapma," dedi hızla. "Sakın yapma. Karnındaki için. Benim için. Yalvarırım sana."

 

"Bizi istemedi!" derken sesim artık çıkmıyordu. Hiç durmadan ağlıyordum. "Bıraktı bizi! Ben ona iyi bakamam diye gitti! İyi bir anne olamam diye gitti!"

 

"Diğeri için," dedi tekrar. Alnıma dudaklarını bastırdı. Gözünden akan yaş alnıma düştü. "Diğeri için yapma. Kalan için güçlü dur. Birlikte dayanacağız. O da giderse ne yapacağız?"

 

Hızla ağlamamı durdurdum ve Kara'ya başımı kaldırdım. Gözleri parlıyordu yaşlardan. "Söyle bebeğim?" diye sordu gülümserken. "Karnındaki giderse ne yapacağız?"

 

"O bizim için bir umut mu Kara?" diye sordum burnumu çekerken. İfadem ağlamaklı oldu. "Şebnem gitti ama o bizim için bir umut mu oldu yani Kara?"

 

"Evet bebeğim," dedi alnımı öpüp. "Doktor ölen çocuk yüzünden kan gelmesi normal dedi. Buraya kalp atışlarını ilk dinlemeye geldiğimizde söylemişti bana. Senden kan gelince aklıma gelmesi gerekirdi. Gelmedi o an korkudan. Özür dilerim."

 

"Sen biliyordun en başından beri?" dedim sorar gibi.

 

"Umut," dedi gülümserken. "Umut olsun."

 

Başımı olumlu salladım. "Umut olsun, Kara."

 

Mucizemiz. Umut. Benim gün ışığım. Benim nefesim. Biricik bebeğim. Seni ilk duyduğumda ağladım. Sakın sana haksızlık ettim sanma. Kardeşin gitti diye üzüldüm. Ama sonra sen kaldın diye güçlü durdum. Hep güldüm. Umutla.

 

Eve girdiğimde Kara üzerime pike örttü. Havalar ısınıyordu yavaş yavaş. Yaz geliyordu. İçim buzuldu. Belki de yangın yeri. Karışıktım.

 

Kara beni kollarının arasına aldı. Yavaşça saç diplerimi ovmaya başladı. "Üzülme diye sana söylememiştim," diye fısıldadı. Sesi saçlarıma çarptı. "Özür dilerim."

 

"Umut'luyum," dedim ve başımı kaldırıp ona baktım. "Umut doluyum. İçimde Umut var ya... Şakayı anladın mı?"

 

Birkaç saniye bana anlamsızca baktı ve gülümsedi. Ensemden tutup tekrar yanağımı göğsüne bastırdı. "Uyu lütfen bebeğim. Çocuk bile ağlıyor karnında bu şaka yüzünden. Duydum."

 

"Sen ne anlarsın espriden?" derken esnedim. Saçımı masaj yapan edayla okşayan parmakları beni mayıştırdı.

 

Gözlerim kapandı.

 

Salonumuzu gördüm. Dağınıktı. İçeri güneş doluyordu. Güneş, uçları dantel desenli tül perdeleri aşıyordu. Yerlerde koltukların yastıkları, küçük oyuncaklar ve dondurma çöpleri.

 

Umut küçücük bedeniyle elindeki topu tutuyordu. Nefes nefese. "Amca!" diye bağırdı. "Şimdi sana çok pis çakacağım!"

 

"Gel len piç!" dedi Zeki, ağzı aralık. Eğildi. "Bu gölü atarsan bilek güreşinde beni yenmene izin veririm!"

 

Umut kendisinden beş kat büyük adamlara kafa tutuyordu. Salonda dört kişilerdi. Kara, Kaya, Zeki ve minik Umut. Hepsi topa odaklanmıştı.

 

Kara sakallarını ovarken bir eli belindeydi. "Hadi aslanım," dedi odaklanmış bir şekilde. "Hadi babasının koçu. Vurursun sen."

 

"Gol atacağım babacığım!" diye çığlık attı Umut. "Babam beni koruyor! Benim arkamda!"

 

"Baban senin götünü ısırsın lan!" diye bağırdı Kara, eğilirken. "Hadi koçum! Vur babası ölsün buna! Vur lan!"

 

Umut da babası gibi. Gözleri kocaman, masmavi... Saçları siyah, dalgalı. Boyu kısacık, sesi kısık. Çok güzel bir çocuk.

 

Umut tüm gücüyle yere bıraktığı topa vurdu. Top havada zarif bir şekilde süzüldü. Kaya ve Kara başları ile topu takip etti.

 

Ve çat. Salonun köşesindeki, en sevdiğim desenli vazo paramparça oldu.

 

Umut hızla minik elleriyle ağzını kapattı. Mavi gözleri kocaman oldu.

 

Sessizlik. Top, parçalanan vazo camlarının arasında.

 

"Bir şey olmaz değil mi baba?" diye fısıldadı Umut.

 

"Canını yerim senin, ne olabilir ki?" dedi Kara. Umut koşarak ona doğru adımladığında hızla küçük oğlunu kucakladı. "Sen bu evi yık başıma, senden önemli mi lan?"

 

Umut korkuyla minik ellerini babasının boynuna sardı. Yüzünü onun boynuna gömdü. "Yanlışlıkla oldu! Özür dilerim baba!"

 

"Özür dileyecek bir şey yapmadığın zamanlarda özür dilememeyi öğreteceğim sana," dedi Kara yavaşça. Elini onun minik sırtına vurdu birkaç kez. "Şşt, ağlama. Sen dök kır. Baban burada. Toplar arkandan."

 

Yavaşça odadan çıkıp salona ilerledim ve kapı eşiğine elimi koydum. "Ne oldu burada? Ne sesi duydum ben?"

 

"Eyvah," dedi Kaya, korkuyla.

 

Hepsi birden bana döndü. Zeki hızla Kaya'yı işaret etti. "Yenge bayan karısı! Bu Kaya senin vazonu parçaladı!"

 

"Oğlum ben hakemdim!" dedi Kaya korkuyla.

 

"He doğru," dedi Zeki, başıyla onay verirken. Kıkırdadı telaşe ile. "Hay Allah. Mukadderat işte. Vazo..." dedi ve başını yukarı kaldırdı. Yüzü ağlamaklı oldu. "Ya Rab! Bizlere bir işaret verdi ve kendi kendine vazo yere düştü!" Ellerini birleştirdi. "Cuma namazında demiştim, Rab bana bir işaret gönder demiştim. Vazoları oynatıyor ey yüce Mevla!"

 

"Kes len!" dedi Kaya sinirle ona dönerken.

 

"Anne?" sesi ile Umut küçük yüzünü Kara'nın boynundan çekip bana baktı. Alt dudağı büzüldü. Kara'ya baktı ve tekrar bana döndü. "Ben yaptım. Bana kızdın mı?"

 

İçim sıcacıktı. "Sana bir insan nasıl kızabilir ki anneciğim?"

 

"Güzeller güzeli annemiz," dedi Kara aynı endişe ile. "Biz oğlumla sana çok daha güzellerini alacağız. Değil mi aslan oğlum?"

 

"Evet!" dedi Umut, yavaşça ama heyecanla. "Biz babamla sana çok güzel bir hediye alacağız. Söz! Erkek sözü!"

 

Onlara doğru adımladım. Kara'nın kucağındaki Umut'un minik burnunu öptüm. "Sen böyle dürüst olduğunda bana dünyanın en güzel hediyesini verdin zaten." Gülümsedim. "İyi ki senin annenim. Annişinim."

 

"Kızmadın mı annişim?" diye sordu, kocaman mavi gözlerini şaşkın şaşkın kırparken.

 

"Hiç kızmadım çünkü sen çok tatlısın," dediğim sırada kıkırdıyordum.

 

"Bence tam şu an kaçarsak bizi fark etmez," diye mırıldandı Zeki.

 

Kaş çatarak ona döndüm. "Ya siz niye koskoca mahalle varken burada oynuyorsunuz!"

 

"Yav yenge çocuğun çişi geliyor arada! Çıkartıp sağa sola işetemiyoruz Gülsüm sağ olsun kızıyor!"

 

"Gidin aşağıda oynayın!" dedim ve tekrar Umut ve Kara'ya döndüm. Kara yavaşça onu kucağında pışpışlıyor, başından öpüyordu.

 

"Ne şanslıyız değil mi len?"

 

"Ne demek o babişim?"

 

"Baksana," dedi Kara, kaşlarını bana tutup. "Annenin güzelliğine baksana."

 

Umut bana baktı. Gülümserken biraz utandı. "Evet annişim çok güzel." Babasına döndü. "Babişim de çok yakışıklı!"

 

"Isıracak babişin götünü," dedi Kara ve bir an duraksadı. "Yolda," dedi gözlerini kısıp. "Sokakta," Nefes verdi. "Orada burada anneye bakan eden erkekleri ne yapıyoruz?"

 

"Kıt kıt yapıyoruz!"

 

Zeki hızla araya daldı. "Kadınlara bakan erkeklere ne denir söyle lan erkek!"

 

"Şerefsizler denir amca!"

 

"Daha yüksek bağır lan!"

 

"Piç denir! Piç oğlu piçler denir!" diye çığlık attı Umut.

 

"Ne diyorsunuz ya?" diye bağırdım. "Ne diyorsun Umut? Anneciğim o nasıl laf öyle?" Nefes nefese Zeki'ye döndüm. "Sen mi öğrettin bu küfürleri benim çocuğuma!"

 

"He," dedi Zeki sırıtırken. "Kara ile ders veriyoruz ona. Küfür dersi." Yumruğunu sıktı. "Errrkek dersi. Biraz büyüsün kritik anlarda çiğdem çitleme dersleri de vereceğim."

 

Umut'a döndüğümde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu ama sonra kıkırdadı. "Annişim özür dilerim çok ayıp bir şey dedim!" dedi gülerken. "Bir daha söylemem!"

 

"Söyleme annem, sen uyma bu hayvanlara," dedim ve nefes verdim. "Aşığım size. İyi ki siz," dedim gülümserken. "Sizi çok seviyorum."

 

Gülümseyerek gözlerimi açtım. Kara'nın kollarında uyuyordum. "Kara," dedim onu dürterken. Sırt üstü uzanıyordu ama kolu bedenimi sarıyordu. Onu dürtmemle başı hızla kalktı ve derin bir nefes verip dudaklarını yaladı. Eli saçlarıma gitti.

 

"Bebeğim?"

 

"Umut ve seni gördüm," dedim yavaşça.

 

"Öyle mi?" Sesi yastığın üzerinden keyifli çıktı.

 

"Hım hım," dedim. Gülümserken gözlerimi kapattım. "Çok yakışıklıydı."

 

"Bana çektiyse başka şansı var mı? Aksini düşünmen beni kırar."

 

"Vazomu kırdınız," dedim gülümserken. "Zeki ve Kaya da vardı. Zeki oğluşuma küfür öğretmişti. Piç diyordu çocuğum."

 

"Zeki ve Kaya bir yerden de çıkmasa şaşıracağım zaten. Orospu herifler," dediğinde güldüm. Gülmemle güldü. Tekrar gözlerim kapandı.

 

Ertesi sabah yatakta bir müddet oyalanıp daktilonun başına geçtim. Geceki rüyamı yazdım kitaba. Umut'un ısırmalık yanaklarını, babasının koynuna sığınmasını.

 

Kara bana bir şeyler hazırlayıp Kırmızı'ya geçmişti. Yarın akşam Melisa'nın istemesi olacaktı. Bu nedenle Kaya sabahtan beridir oradan oraya koşuyordu. Hande kuafördeydi. Zeki dönmüştü mahalleye. Sağda solda koşturup iş yapıyor gibi görünüyordu ama hiçbir şey yapmıyordu.

 

Manisa'yı aradım. Telefonu kulağıma götürdüm ve yere oturdum.

 

"Alo?" sesi ile hızla iki elimle bir telefonu kavradım.

 

"Anne? Nasılsınız? Çok özledim sizi."

 

"Melek evladım," derken sesi yumuşak çıktı. "Ablanla hasbıhal ediyoruz. Seni konuştuk. Nasıl geçti Azerbaycan?"

 

"Çok iyi!" dedim heyecanla. "Kara beni ileride Paris'e de götürecek. Söz verdi!"

 

"Aman gezdirsin çocuğum," dedi karşıdan. "Sen böyle ferah içinde oldukça benim gözlerim mutluluktan doluyor. Ben daha ne isteyeyim ki?"

 

"Ablam nasıl?"

 

"Bildiğin gibi," dedi ve fısıldadı. "Kız bana bak. Solcular enişteni öldürmüş diyorlar, doğru mu?"

 

"Ne solcusu ya!" diye bağırdım. "Ne saçmalıyorsun yok öyle bir şey!"

 

"Duydum ben," dedi sessizce. "Kulağıma geldi. Aziz de yok ortalıklarda. Allah'ım," derken sesi titredi. "Çocuklarımı ve bu ülkenin gençlerini birbirlerine olan nefretlerinden sakın. Partizanlardan koru. Baştakilerin ceremesini benim ülkemin genç çocuklarına çektirme güzel Rab."

 

"Amin," dedim yutkunurken. "Ablamı versene."

 

"Veremem," dedi sinirle. "Bunun sağcı dostları mı yaptı bu işi? Ben tahmin ettim zaten. Geçen yine bir üniversitenin önünde sağcılarla solcular birbirlerini öldürmüş. Gazetede gördüm. İki binlere varmak üzereyiz ama bu barış hala sağlanamadı."

 

"Anne ben getireceğim barışı," dedim yavaşça. "Han Mahallesi'nde insanlığı ortaya çıkarttım gibi. Orası bitsin tüm ülkeye barış elçisi olarak atama isteyeceğim."

 

"Sen torunumdan haber ver," dedi merakla. "Ne yapıyor?"

 

"Cinsiyeti belli oldu," dedim yavaşça. Gözlerim doldu ama hızla sildim. "Tahmin et?"

 

Göremedim ama heyecandan gözleri kısıldı hissettim. "Erkek mi yoksa?"

 

"Evet anneannesi!" dedim hızla. Karşıdan heyecanlı ve eğlenceli bir gülme sesi geldi. "Oğlan geliyor ailemize!"

 

"Necati koş! Erkekmiş!" Hızla yutkundu. "Melek dedenin adını koyalım. Abdulcabbar olsun kızım."

 

"Ya o ne be!" diye bağırdım. "Umut olacak ismi! Biz Kara ile öyle uygun gördük."

 

"Tamam Umut Abdulcabbar olsun," dedi heyecanla. "Paşalar gibi büyütürüm ben onu." Babama kısaca bir şeyler söyledi ve bana döndü. "Bir gelip görelim sizi diyoruz Abdulcabbar bebeğimizi."

 

"Melisa'nın düğünü var haftaya. O zaman geldiğinizde görürsünüz," derken sesim çok mutlu çıktı. "Babamı da seni de çok özledim."

 

"Biz de seni yavrum. Allah'a emanet ol," dedi ve telefonu kapattı.

 

Evde dolanıyordum. Meyve yiyordum. Köşeye yeni bir dikiş makinesi almayı düşündüğüm sırada kapı çaldı.

 

Melisa'nın da karnı belirgindi artık. Zaten hemen hemen aynı dönem doğuracaktık. "Günaydın dostikom," dedi şüpheyle. Tartıp biçti beni. "Nasılsın?"

 

"İyiyim," dedim heyecanla. "Yarın akşam isteme olacak. Asıl sen nasılsın? Gelsene konuşalım."

 

"Gerçekten," dedi yavaşça. "Gerçekten nasılsın? Kara ile karşılaştık. Çok mutsuz duruyordu. Ben ilk önce beni istemeye geleceksiniz diye bana tavırlı sandım ama üzgündü. Ne oldu? Kavga mı ettiniz?"

 

Bilmem anlamında başımı salladım. Sonra omuz silktim. "İkizmiş bebekler," dedim yavaşça. "Biri ölmüş."

 

"Ne?" diye sordu, şaşkınlıkla. "Ah bebeğim," dedi bana doğru adımlayıp. Sıkıca sarıldı.

 

Gözlerimi kapattım. "Canım çok acıyor Melisa," derken sesim titredi. İçim eridi. "Şebnem ölmüş."

 

Melisa saçlarımı severken beni daha da kendine sardı. "Yapma böyle lütfen," dedi yavaşça. "Kıyamam sana... Lütfen yapma. Bir bebeğin daha var. Onunla yaşa. Ya da onu yaşatmaya çabala." Geri çekilip gülümsedi ve benim gözlerimi sildi. "Değil mi, dostikosunun güzeli? Bir bebeğin daha var."

 

"Evet," dedim burnumu çekerken. "Umut var. Öyle koyduk adını Kara'yla. Bize umut olduğu için."

 

Umut hep olmalıydı. Her insanın bir umudu olmalıydı. Benimse hem umudum, hem Umut'um olacaktı.

 

Melisa ile çarşıya indik. Kemeraltı kalabalıktı. Okul tatil olduğundan beridir çalkantılıydı. Bir soğuk bir sıcaktı İzmir. Benim gibi.

 

"Şuradan Umut için kıyafet bakalım," dedi Melisa. Bizi oraya doğru götürdü. Bir yeni doğan dükkanına girdik.

 

Melisa hemen en yumuşak battaniyelere yürüdü. Eline bir tane aldı. Bembeyazdı. Üzerinde minik bir ayıcık vardı. "Bu olur mesela," dedi. "Kundak yaparsın. Tülbent gibi sarmak yok ama. Modern anneler olacağız."

 

"Ay aklıma seninle ilk tanıştığımız gün geldi," dedim kıkırdayıp. "O zaman elbise bakardık. Şimdi çocuklarımıza don bakıyoruz."

 

"Sus," dedi gülerken. Bana döndü. Tanıştığımız gün kurduğu cümleyi tekrarladı. "Kız içimden geldi! Ben alayım bunu sana."

 

"Yeter artık sen bir şey alma," dedim gülerek. Elinden çekip aldım. "Kendi çocuğuna da bak bir şeyler." Ona yan bakış attım. "Cinsiyeti belli mi?"

 

"Evet," dedi ilerlerken. "Kız olacak. Kendi başıma gidip öğrendim."

 

"Kaya?"

 

"Umurumda bile değil." Çocuk eşyalarının arasından bir kıyafet çekip aldı.

 

"Melisa haftaya evleneceksiniz," dedim telaşe ile.

 

"Yarını da düşünüyorum. Annem yok... Babam ve ben." Bana döndü. "Müjgan teyze de gelir mi?"

 

"Gelir tabii çok sevinir," dedim heyecanla. Askılarda minicik tulumlar vardı. Bazısı zıbınlı bazısı şapkasıyla. Bir tanesini çektim raftan. Limon sarısıydı.

 

"Sence Umut sarı sever mi?"

 

Melisa bana baktı elimdekine bakmak yerine. "Sen seversen o da sever," dedi. "Annenin yüreği sarıysa, çocuk da oradan öğrenir hayatı."

 

Tulumu yerine bıraktım. "O halde en sevdiği renk şeffaf olacak."

 

"O nasıl şey öyle be?" dedi gülerek. Bir raftan biberon aldı ve inceledi. "Şeffaf diye renk mi var?"

 

"Bizde var," dedim kıkırdayarak. "Bizim çiylerimiz var." Omuz silktim. "Gerçi şeffaf değiller artık. Kara çiyler."

 

"Kitapla ilgili bir şey miydi bu?" diye sorduğu sırada ödeme yapmıştık. Onunla kız kıza vakit geçirmek çok iyi geldi. Kapalıçarşı'da bir kahvehaneye oturduk. Bir süre yazdığım kitaptan bahsettim. Çay içerek gelen geçen insanları izlemeye başladık.

 

"Ben bazen sanki bedenimde Umut var gibi hissediyorum ama sonra yok gibi." Ona doğru eğildim. "Çok korkuyorum Melisa. O da giderse ne yapacağım?"

 

Çayından bir yudum içerken beni dikkatle dinledi. Yutkunup geriye yaslandı. "İyiye yor. Bak bende de var. Her gece elim karnımda uyuyorum ama hala tekme atmadı."

 

"Sessizlik çok gürültülü," dedim nefes verirken. Kalabalık daha da artmıştı. Turistler, öğrenciler, satıcıların sesleri. Bir bir insan akıyordu yanda. Bambaşka dertler ve bambaşka hayatlarla.

 

"Ama ikimiz birlikte bu gürültüyü susturabiliriz," dedi. Karşıdan yavaşça elimi sıktı. "Ben senin her zaman yanındayım. Dostikondan tam destek."

 

"Seni çok seviyorum."

 

"Ben daha çok. Kumruları da çok," dedi merakla. "Kumru yiyelim mi?"

 

Bir seyyar satıcıdan kumru alıp dolanmaya devam ettik. Saat Kulesi'nin orada gülümsedim. Aklıma Kara ile güvercinleri beslerken çekildiğimiz fotoğraf ve sonrasında kimde kalacak kavgası yaptığımız an geldi. O banka oturmak istedim.

 

Umut ile de gelirdik bir gün. O da burada kuşları beslerdi. Sonra beraber bir fotoğraf çekilirdik belki.

 

Melisa ile o banka oturduk. "Kara'yı çok seviyorum," dedim kendi kendime. "Ama bu aralar biraz durgun."

 

"Ne gibi?" diye sordu, kumruyu tırtıklarken.

 

"Hep suskun ama içi yangın yeri gibi. Ben o yangının dumanını gördüm ama kimse görmedi."

 

"Şebnem mi?"

 

Ona döndüm. "Hem o var. Hem de Zeki'ye çok kızgın."

 

"E haklı ama," dedi ağzı dolu. "Resmen surlara sürmüş motoru. İntihar eder gibi. Hande'yi nasıl düşünmüyor ki? Benden duyma ama bu uyuşturucuyu kestiğinden beridir çok tehlikeli. Her an herkesi öldürecek gibi. Bakışları da öyle, deli gibi."

 

"Saçmalama sen de. Onun tarzı o. Yoksa çok minnoş biri gerçekten. Benim anlamadığım şey hapse girmesin, savcılığı gitmesin diye kendini ölü gösterdi ya," dediğimde Melisa yanağı dolu bir şekilde Saat Kulesi'ne bakıyordu. "E öldüğünde savcılığı zaten gitmiş olmayacak mı?"

 

"Başka bir savcının kimliğini çalacak bence."

 

"Manyağa bak," dedim kıkırdarken. "Ailenin olmazsa olmazı ama. Çok eğlendiriyor bizi."

 

"Şaklaban herif," dedi Melisa da sırıtırken. "Geçen pazarda karşılaştık. Ayaküstü konuşurken bir zibidi bunu görüp selam verdi. Sonra bana baktı şaşkın şaşkın."

 

"Kimmiş ki?" diye sordum, yanağım şiş şekilde.

 

"Abla ben Zeki abinin tanıdığı olduğunu bilmiyordum affet dedi bana cüzdanımı verdi," dediğinde gözlerim açıldı. "Meğerse çocuk kapkaççıymış. Ne ara aldıysa benim cüzdanı kalabalıkta cukkalamış. Zeki salağı da bunun arkadaşı çıkınca çocuk geri verdi."

 

Ağzım aralandı ama gülüyordum. "İnanmıyorum," dedim hayretle. "Çevrenin önemini görüyor musun dostikom?"

 

"Ya ya," dedi sırıtırken. Kumrusunu bitirip peçeteyi yandaki çöpe attı. "Ben yarın akşamı düşünüyorum. Giyeceğim şeyler hazır. Bu anı uzun süredir beklediğimden her şeyimi ayarlamıştım ama bir aksilik çıkar diye korkuyorum."

 

"Baban ne dedi?"

 

Gözlerini devirdi. "Başlık parası isteyecekmiş. Çok hem de."

 

"İstesin. Var paraları."

 

"Aman Melek ne bileyim," diye sitem etti. "Paragöz diyorlar sonra bana."

 

"Melisa saçmalama asla öyle bir şey demiyor kimse!" diye bağırdım. Hızla onun elini tuttum. "Dostikom istersen yemin bile edebilirim. Arkandan kimse kötü söz etmiyor."

 

Gülümsedi bana bakarken. "Adının hakkını veriyorsun. Çok meleksin," dedi. Koluma girdi ve Saat Kulesi'ne bakarken iç çekti. "Çok naif ve temiz kalplisin. Bu yüzden senin yanında seni kötülüklerden koruyacak bir koruman var."

 

"Kara," dedim gülerek.

 

"Hayır be, ben!" dedi kıkırdayıp. Başını omzuma yasladı. "Ben dostikomu hep koruyacağım."

 

Gözümde bir perde daha indi. Kalabalık uzaklaştı. Sesler dağıldı. Sadece Melisa vardı, ben vardım, içimizdeki minik kalpler vardı. Birlikte yürüdük çarşının dar sokaklarında. İncik boncukçulara baktık. Anahtarlıklara, bilekliklere, süslenmiş bebek şekerlerine.

 

Akşamüstü serinliği çökerken mahalleden bir çocuk ile eve döndük. Kara ve Kaya kız isteme olaylarıyla ilgileniyordu ama o çocuk tüm gün arkamızdan sessizce gelmişti. Kara, o çocuğu bize koruma gibi yollamıştı sanki.

 

İçim rahattı. Melisa ile geleceği planlar gibi değil, olmuş bir şeyi kutlar gibi konuşmuştuk. Umut vardı. Melisa'nın karnında bir kız vardı. Biz vardık.

 

Evin önünde Melisa ile sıkıca sarıldık. Tam gideceğimiz sırada Kaya bize doğru adımladı. "Melisa?" dedi sorar gibi. "Nasılsın? Nasılsınız?"

 

"İyi," dedi ve elini karnına tuttu. "Gayet mutluyuz."

 

"Sabahtır ebem sikildi," dediğinde hızla Melisa ile aynı anda birbirimizin karnını tuttuk.

 

"Ya çocukların yanında ne diyorsun?" diye bağırdı Melisa. "Duyacaklar!"

 

"Çok özür dilerim," dedi Kaya telaşla. Eğildi ve Melisa'nın karnına baktı. Elimi çektim. "Babacığım? Özür dilerim." Başını Melisa'ya kaldırdı. "Sevebilir miyim?"

 

Melisa birkaç saniye sağa sola baktı ve nefes verdi. "İyi sev."

 

Kaya elini onun karnına koydu. Gülümsedi. Çok içten. Çocuk gibi bize döndü. "Çok güzelmiş lan," dedi heyecanla. Kahkaha attı. Bir anda aynı anda durdular ve birbirlerine baktılar.

 

"İnanmıyorum tekme attı," dedi Melisa hızla karnını tutarken. "Ben her gece ovuyorum sen baban olacak bu adam dokununca mı hareketlendin kızım?"

 

"Kızım mı?" dedi Kaya hızla doğrulurken ama elini onun karnından hiç çekmedi. "Kızımız mı olacak?"

 

"Evet," dedi Melisa ve sinirle nefes verdi. "İnanmıyorum ya. Resmen senin dokunmanı beklemiş."

 

"Babasının prensesi," dedi Kaya tekrar eğilirken. Sırıtarak Melisa'nın karnına baktı. "Güzel bebeğim benim. Anneni üzdüm biraz ama affediyor beni. Sen doğana kadar ben aramızı iyice düzeltirim onunla. Sonra da seni prensesler gibi yaşatırım. Tamam mı bebeğim?"

 

Melisa gözlerini ovarken hızla arkasını döndü. "Git başımdan Kaya."

 

Kaya telaşla onun arkasından adımladı. "Kızım bir dinlesene! Lan yarın seni istemeye geliyoruz sen hala triplisin bana! Tripcan! Dur bir! Tamam seninle değil çocuğumla konuşmak istiyorum bir durur musun?"

 

Hakan ise pastaneden öylece onları izliyordu. Beni gördüğümde yavaşça gülümsedi ve içeri geçti. Müjgan teyzenin evine girdim.

 

"Müjgan teyzem!" diye bağırdım gülerek. "Neredesin kız?"

 

Sağa sola baktım. Yatak odasına vardığımda dolabındaki kıyafetleri sağa sola indiriyordu. "Ne yapıyorsun sen bakayım?" dedim merakla. "Yazlıkları mı çıkartıyorsun?"

 

"Gel çocuğum," dedi yavaşça. "Vuslat amcanın kıyafetlerini arıyorum."

 

Bir an duraksadım. "Ne yapacaksın ki onun kıyafetlerini?" diye sordum. Yutkundum.

 

"Yarın işe giderken giyecek ya," dediğinde gülümsedim. Ne yapacağımı bilemedim.

 

"Vuslat amca mı?"

 

"Evet."

 

"Anladım. Melisa var ya," dediğimde bana döndü. Kaşları çatıldı.

 

"Kim?"

 

"Melisa," dedim ve salonu gösterdim. "Buraya geliyordu hep. Kahve içiyorduk. Kaya'nın kız arkadaşı."

 

"Tanımam etmem," dedi tekrar önüne dönerken. "Kaya kim?"

 

Yutkundum. "Yarın istemeye gideceğiz. Seni de istiyorlar yanlarında. Belki görsen tanırsın, olur mu?"

 

"Vuslat amcana sor kızım," dediğinde yanına varıp yavaşça yanağını öptüm. Hemen sonra hızla evinden çıktım. Ağlamaya başladım.

 

Ağlayarak eve girdiğimi mahalleden birileri söylemiş olacak ki birkaç dakika sonra Kara nefes nefese içeri girdi.

 

"Melek?"

 

"Müjgan teyze unutuyor," dedim koltukta ağlarken. "Of Kara! Unutmaya başlamış! Kaya'yı unuttu! Melisa'yı unuttu! Kocası yaşıyor sanıyor! Of!" diye bağırdım.

 

Bir an anlamadı ama sonra yanıma adımlayıp yavaşça beni kucağına çekti. "Şşşt tamam," dedi sadece. Sesi öyle kısıldı ki kalbimde duydum.

 

Başımı göğsüne yasladım. "Yarın Melisa'nın istemesi var seni de görmek istiyoruz dedim bana Vuslat amcana sor dedi inanabiliyor musun?" dedim ağlarken. Elleri saçlarıma gitti.

 

"Ben ne yapacağım Kara? Onunla vedalaşmak istemiyorum!"

 

"Veda etmek zorunda değiliz ki," dedi. "Unutmak zorunda da değiliz. Sadece bazı şeyler en güzel halleriyle aklımızda kalsın, kafi."

 

"Güzel hatırlarız diyorsun yani," dedim burnumu sildiği sırada. "Ama çok ağır Kara!" diye bağırdım. "En son kendini bile unutacak işte!"

 

"Biliyorum."

 

"Ben bunu kaldıramam! Ben o kadını annem gibi seviyorum!"

 

"Sen kaldırma, ben senin için kaldırırım her şeyi."

 

"Çözüm bul!" dedim ağlarken. "İstemiyorum işte! Unutmasın beni de! Bul bir şey! Sen hep bulursun!" dedim ağlarken. "Hep buluyorsun! Şebnem de gitti şimdi Müjgan teyze de gidiyor! Bul hadi!"

 

Ensemden tutup beni tekrar göğsüne yasladı. Saçlarımı sevmeye başladı. "Düşüneyim," diye mırıldandı. "Benim çocukluk dönemlerimde bu kadın her sabah kütüphaneye giderdi. Orası duruyorsa yarın alıp onu oraya götürelim seninle. Eski kitap kokularını hatırlar belki."

 

"Tamam," dedim ona sıkıca sarılırken. "Hamilelik zormuş sürekli ağlıyorum ve asla durmuyor gözyaşlarım."

 

"Uyu biraz," diye fısıldadı. "Sanki hiç ağlamıyordun da..." dediğinde başımı hızla kaldırıp ona baktım. Gülümsüyordu. "Sümüklerini ben sildim kızım senin hep."

 

"Susar mısın? Umut duymasın," dedim hızla ona tekrar sokulurken. Kokusu ile mayıştım. Gözlerim kapandı.

 

Gözlerimi açtığımda üzerimde bir pike vardı. Yataktaydım. Tek başımaydım. Doğrulup çıplak ayaklarla evde dolanmaya başladım. Kara mutfaktaydı. Bir şeyler hazırlıyordu.

 

"Neler yapıyorsun aşkım?" diye mırıldandım.

 

"Bebeğime ve diğer bebeğime yemek hazırlıyorum," dedi. Arkadan ona sarıldım. Yanağımı sırtına yasladım. "Daha iyi misin?"

 

"Evet. Bebeğin ve diğer bebeğin seni çok seviyor." Derin bir nefes aldım. "İyi ki siz," dedim. "Sizi çok seviyorum."

 

"Biz seni daha çok."

 

"Müjgan teyzeye de götürelim mi yemekten biraz?"

 

"Götürelim sevgilim."

 

"Bir sürü önemli karar aldım uyurken. Müjgan teyzeyle daha çok vakit geçireceğim. Okulu bitirmeyi düşünebilirim. Ben okurken sen Umut'a bakıp bana yemek de yaparsın değil mi?"

 

"Ben diyorum ki o dönemler geldiğinde bir yardımcı mı alsak, güzel karıcım?" Başımı sırtından çekip geriye adımladım.

 

"Kim mesela?" derken nefesim kesildi.

 

"Bilmem. Rus olabilir. Onlar bu işte çok iyi diye duydum. Hem yabancı dil de öğrenir."

 

"Annesi İngilizce Öğretmeni olan çocuk Rus kadından yabancı dil mi öğrenecek?"

 

Gülerek bana döndüğünde kaş çatıyordum. "Senin minik dilin anlatırken yorulmasın diye şey ettim ben."

 

"Ne münasebet Kara?" dedim sinirle. "Ben çocuğumu elalemin karısına mı emanet edeceğim? Ablam var! Hande var! Hayatımda duyduğum en saçma şeyleri söylüyorsun şu an!"

 

"Çocuğu mu düşündün beni mi?" derken tekrar yemeğe döndü.

 

"Seni ne düşüneceğim?" diye omuz silktim. "Hem sen benden başkasına bakmazsın." Ona doğru adımladım. Başımı tezgahtan öne eğip onun yüzüne aşağıdan baktım. "Evet desene!"

 

"Bu cümleyi bir hakaret sayarım," dedi ve belimden tutup beni tezgaha oturttu. Başımın yanından öptü. "Senin dışındaki herhangi bir dişinin varlığı bile beni rahatsız eder."

 

"Rus ne alaka o zaman?"

 

"Sinirlen diye," dedi sırıtırken. "Çok ısırmalık oluyorsun sinirlenince."

 

"Salak," diye kıkırdadım. "Çok salaksın sen."

 

Yemekten biraz tattı ve bana uzattı. "Güzel olmuş mu? Aç bakayım ağzını."

 

Kaşığın ucuyla yemeği tattım ve dudaklarımı yaladım. "Çok güzel olmuş aşkım."

 

"Aşkım diyen ağzını," derken duraksadı. "Bir dakika," dedi ve eğildi. Üzerimdekini yukarı çekiştirip dudaklarını çıplak karnıma bastırdı. "Babacığım seni çok seviyorum ama şimdi biz biraz annenle özel şeyler konuşacağız." Doğrulup elini karnıma koydu. Yavaşça okşadı. "Duymasın şimdi. Kulaklarını kapattım."

 

"Niye susturuyorsun benim çocuğumu?" diye kıkırdadım ve karnımı tutan elini tuttum. "Zaten vazomu kırdınız rüyamda. Size öyle çok sinirliyim."

 

"Ben de sana öyle çok aşığım," derken dudaklarıma baktı. "Her bir yerine. Sesine. Gözlerine," derken gözlerime baktı. "Sana," Fısıldadı. "Sana çok aşığım."

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

Son kez soruyorum... (çok ama çok mutsuzum kızlar!!!) Finalde neler görmeyi istiyorsunuz? Ben bir anda seneler sonra diye başlayıp 30 yaşındaki Melek'in anneliğini yazdığım bir zaman atlaması yapmayacağım final için. Bunu hem çok klişe, hem de karakterlere biraz haksızlık gibi görüyorum. Okumak istediğiniz bir sürü Kara'nın baba olduğu, Melek'in anne olduğu, Zeki ve Hande ile ilgili sahne var farkındayım. Özel bölüm olarak hepsini size yazacağım. Bu yüzden bu kitabı kütüphanenizden lütfen çıkartmayın, aylar sonra ansızın bildirim düşebilir :') Diğer bölüm görüşürüz, hoşça kalın...

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 24.07.2025 23:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 45. BÖLÜM : GELİR ECEL, GELİR GEÇER
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

282.95k Okunma

14.6k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...