47. Bölüm

42. BÖLÜM : İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE

petrikor.
yagmurluhikayeler









 

 

 

 

"Bir hamamböceği öldürürsen kahraman, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır."

 

 

 

-f. nietzsche/ iyinin ve kötünün ötesinde.

42




 

Siyahın beyaza bulandığı gökyüzü gri akıtıyordu. Hava bahar sonlarına geldiğinden esmeyi azaltmıştı. Başımı yastığa gömmüş, Kara'nın gelmesini bekliyordum. Bir an önce Şebnem'in kalp atışlarını duymalıydık.

Odanın aralık kapısı kapanırken eş zamanlı dış kapı kapandı. Hande, Zeki, Melisa ve Kaya evden çıkmıştı. Kara eve dönmüştü. Başımı kaldırırken gece yarısı kokusu açık balkon kapısından yüzüme vurdu.

"Kara?" dedim uykulu sesle. Hızla gözlerimi ovup bacaklarımı yataktan aşağı sallandırdım. "Nerede kaldın?"

Boynumdan öptü. Ya onun dudakları buz gibiydi ya da benim boynum uyumaktan ısınmıştı ama tenlerimizin tezatlığını hemen hissettim. Ürperdiğimde belimden sıkıca tutup beni kucağına aldı. Ağır ağır tuvalete doğru adımlamaya başladı.

Konuşmuyordu. Küvetin içine beni oturttuğunda küvetin dışına çöktü ve yavaşça gülümsedi. Gözleri kızarıktı. Mavileri koyulaşmıştı.

"Çıkart bakalım üstünü," dedi. Sanki o bunu yapsa ben bir şeyleri hatırlar da korkarım gibi dikkatli söyledi. Üzerimdekilerden kurtulup küvetin dışına bıraktım. Suyu sıcak yapana tek eliyle kontrol etti ve omuzlarıma doğru tuttu.

Bacaklarımı kendime doğru çektim ve kollarımı bacaklarıma doladım. Sessizce saçlarıma doğru çıkarttı suyu.

"Nasıl olur da şeytan taşlanmalı der ki? Şeytanın kendisi o bir kere," dedim ılık su saçlarıma yapışırken.

Kara özenle saçlarıma bakarken mırıldandı. "Zebanilerin yanına yolladım onu. Çok şanslı, çünkü ben henüz cehenneme adım atmadım."

Kalbim o an yerinden yürümek istedi. "Ben biliyordum zaten," dedim telaşla. Yüzünü izledim. "Yani senin Şebnemle beni kurtaracağını biliyordum."

Öyle dikkatliydi ki beni incitmemek için, ara ara su haddinden fazla ısınır diye eliyle kontrol ediyordu. Küvetin tıpasını kapattı. Yavaşça su dolmaya başladı.

Gözleri kısaca gözlerime dokundu ve tekrar saçlarıma baktı. "Nefes aldığım süre boyunca."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanağımı dizime koyduğumda suyu tamamen kapattı. "Ölümsüz olsak ya?"

Gülümsedi ama yorgundu. Yaşadıkları gözlerini yaşlandırmıştı. "Keşke," dedi ağır ağır. "Keşke daha önceden gelebilseydim yanına. Korktun mu çok?"

Başımı olumsuz sallarken küvetin soğuk beton taşlarına bakıyordum. "Hayır ama okula gitmek istemiyorum." İstemeden gözlerim dolduğunda hızla burnumu çektim. "Okula hiç ama hiç gitmek istemiyorum artık."

Okul bana o anı anımsatacaktı. Belki bir sürü gayem vardı ama şimdilik askıya alınmalılardı. Zaman hızlıydı ama doğru kullanılması da şarttı. Şebnem benim için daha önemliydi. Mahalle güvenliydi.

"Özür dilerim," dedi çaresizce. Öyle titredi ki o güçlü sesi, deprem oldu sandım. "Benim yüzümden. Özür dilerim."

Ne yapacağımı bilemedim ve hızla yanağını öptüm. Sudan biraz çıkınca su dalgalandı. "Sen benim her şeyimsin. İyi ki sensin. Sen olmasaydın çok daha kötüsü olurdu belki."

"Ben oldum diye oldu belki," dedi gülümserken ama gözleri enkazdı. "Özür dilerim," dedi ifadesi tekrar dağılırken. "Affet. Çok özür dilerim. Koruyamadım."

Hızla gözlerimi ovuşturdum. "Biraz daha kendini suçlarsan çocuğu fırtlatırım Kara!" diye bağırdım ağlamaklı sesle.

"Tamam," dedi yavaşça bana doğru eğilip. Dudaklarını alnıma tuttu ve bir süre bekledi. Sonra öptü. "Tamam sustum."

"Okula gitmek istemiyorum," dedim ağlarken. "Çok korkuyorum. Mahalleden çıkmak istemiyorum!"

"Tamam," dedi beni yatıştırmak için. "Gitme istemediğin yere. İstemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin."

Beni ak pak yıkadı. Sanki tüm diğer erkeklerin kirli nefesini üzerimden temizledi. Bedenime havlu sarıp kucakladı ve yatağa bıraktı. İçeriyi radyatörler ısıtıyordu. Saçlarımı havluyla kuruttuğu sırada başım hafif ileri geri sallandı. Mayışmıştım.

"Kitap kaldı ama, of. Ödevimdi o benim. Sen ve beni okuyacaktı okuldakiler. Çok istiyordum yazmayı."

"Yazmaya devam edersin bebeğim."

"Kime yazacağım ki?"

"Bastırırız kitabını."

"Nasıl yani?"

"Sen yaz bebeğim. Ben hallederim."

Hemen sonra üzerime temiz pijamalar giydirdi. Kendi üzerini değiştirip yatağa uzandı. Onun uzanması ile yatak hafif yana çöktü. Karamel koridorda uyukluyordu.

Saçlarım nemliyken başımı onun göğsüne yasladım ve bir süre kalp atışlarını dinledim. Saçlarımı sevmeye başladı. Dışarıdaki karga sesleriyle yutkundum. "Tam olarak ne yaptın ona?"

"Şeytan günahkarlara ne yaparsa ondan yaptım."

"Kara," dedim gözlerimi kırparak. "Kağan eniştemin ölümünü ülke bütünlüğünü korumak adına basın ortaya çıkartmadı ama şimdi bu? Sağ sol tekrar uyanırsa ne olacak? Aziz öldüyse ve bu duyulursa ne olacak?"

Aziz ya da Kağan siyasi sebeplerle öldürülmedi ama öyle bilinirdi. Bu yeni toparlanan ülkenin tekrardan ikiye bölünmesinde bir önderlik ederdi. Bu nedenle medya ve basın sustu. Zamanında sağ sol çatışmalarında çok fazla insan birbirini öldürdü ve artık ülkenin toparlanması herkesin isteğiydi.

İnsanların bir çatı altında farklı görüşler, farklı inançlar ve farklı ırklardan toplanması ülkemiz için seksenlerden beridir bir lütuftu. Olması gereken buydu ve insanlar artık birbirlerini sevmemenin bir sonuca varmadığını anlamıştı.

Bence herkes birbirini sevmeliydi ama bunu yapamıyorlarsa bile en azından birbirlerine sahip çıkmayı öğrenmelilerdi. Milyon seneler sonra kazıcılar bizi bulduğunda siyasi kimliğimizi ya da tuttuğumuz partileri değil, insan olduğumuzu söyleyecekti ilk. İnsandık işte. Dünyada çoğu şeyin gereğinden fazla abartılmasını sevmezdim. Sanırım Kara'ya benzemeye başladım. İnsan olmak matah bir şey gibi gelmiyordu artık. Bana böyle söylemişti zamanında. Büyüdükçe hak verdim ona.

Kara'nın başucunda bir kitap vardı. Okumaktan sayfaları kıvrık kıvrık, kapağında hafif bir kahve lekesi vardı. Ona uzandı ve eline aldı. Sırtını duvara yasladı ve beni kucağına çıkarttı.

Başımı onun omzuna yasladım. Bacaklarımın üzerine kitabı tuttu ve sayfaları yavaşça çevirmeye başladı. Arkadan kokusu içime dolduğu için heyecanlıydım. "Bu hangi kitap Kara?"

Çoğu yerin altı çiziliydi. Bazı kısımları yuvarlak içine almıştı. Bu kitabı belki de onlarca kez okumuştu. O kadar çok yaşanmışlık vardı ki kitapta daha önce bu kitabı hiç görmediğim için merakıma engel olamıyordum.

"Buralarda olacaktı," dedi birkaç sayfayı daha karıştırıp. Sonunda durdu ve bana gösterdi. "Oku bakalım, ne diyor burada?" diye sordu inşirah dolu. Belli ki onun güvenli alanıydı bu kitap.

Nietzsche'nin İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı kitabı. O dönemler felsefe sevmezdim. Sonra sonra ben de hayran oldum bu isimlere. Onun sayesinde. Belki de sadece Kara sevdiği için ben de seviyordum artık.

Merakla boğazımı temizledim ve cümleyi okudum. "Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir; ki kendisi de canavara dönüşmesin. Çünkü uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar."

Başımı Kara'nın omzuna iyice yasladım. Okuduğum alıntı kaş çattırdı bana. "Kendine canavar demeyi keser misin sen artık?"

"Seni mahalleye sokarken çok güveniyordum kendime," dediğinde kucağında iyice mayışmıştım. Nefes alış verişi beşik gibi sırtımı öne geri sallıyordu. "Lakin tepedeki bana artık yerimi bilmem gerektiğini söylüyor, güzel karıcım."

Sesi kesilse de nefesini duyuyordum. Başımı usulca kaldırdım, yüzüne baktım. O çok iyi tanıdığım ama bir türlü tümünü çözemediğim yüzüne.

"Benim yerim burası. Buraya ait hissediyorum." Bunu söylerken bir yandan da onun gözlerini yokladım. Hala orada mısın? Hala bizim tarafımızda mısın?

Kara gülümsedi ama gülümsemesi biraz bitaptı. İçinden bir savaş geçtiğini biliyordum. "Seni korumaya çalışırken kendimi kaybettim galiba. O yüzden bu kitap, bu satır... Beni hep sınırlar konusunda uyardı. Çokça kez hem de."

Elim kitabı tutan elinin üzerine düştü. "Hiç dinlemedim ama," dedi. Gülümsedi kitaba bakarken. Bana bakmasını istiyordum ama yapmadı.

"Öğreniyoruz birlikte. Kitaplar da öğretiyor. Kader de yazdığını oynuyor. Bazen bir şeyler olsun diye çok çabalarız ama olmaz. Yani nasibi zorlamamak gerekir. Olan zaten her türlü olur," dedim. Öyle inandım. Kadere karşı gelinmezdi. Ben gelmiştim. Hoş, belki de karşı gelmemdi kaderim.

Bir an sustuk. Sayfanın arasından kayan o çizili cümlelerin fısıltısı gibi ve sonra Kara'nın sesi geldi. "Eğer uçurum bana bakıyorsa..." Kitabı kapattı ve beni kollarıyla sıkıca sardı. "Seni görmesini engellemek için elimden geleni yapacağıma yemin ederim güzeller güzeli kiracım."

"Kiracım mı dedin sen bana?"

"Karıcım dedim."

"Hayır duydum, kiracım dedin."

"Yanlışın var bebeğim."

"Ben ne duyduğumu biliyorum Kara."

"Ben ne söylediğimi biliyorum Melek."

"Hayır yok öyle dedin," diye söylenirken kucağında doğrulup ona bakmak istedim ama izin vermedi.

"Ağız alışkanlığı, affet... Melahat."

"Ya hem kitap gibi konuşup hem keko gibi nasıl davranabiliyorsun?" dediğimde kolları serbest kaldı.

"Ben mi?" dedi şaşkınlıkla. "Keko mu oldum yine?"

"Öylesin," dedim ve yanağını hızla öptüm. Hemen sonra kucağında tekrar ona sokuldum. "Benim tatlı kekom."

"Neyse," diye mırıldandığında kıkırdadım. "Daha evvela giyinir davranırım."

"Takım elbiseler mi giyeceksin?"

"Öyle mi istersin?"

"Yani ne giydiğin değil ne olduğun önemli aslında. Ama geçen bir dergide gördüm. Versace kırmızı takım elbiseler çıkartmıştı ya hani... Tüm dünya çalkalanmıştı. İşte onlar Türkiye'ye gelmiş. Çok güzeller!"

"Yani?"

"Yani Kara sana da çok yakışır. Centilmen gibi olursun!"

"Kırmızı takım elbise ile?" dedi ve ağır ağır güldü. O kadar tok ve güzel gülmüştü ki istemeden kıkırdadım. "Sen bence o pembe rüyadan uyan bebeğim. Versace gelsin kendi elleriyle o kırmızı zavazingoyu uzatsın derim ki sen ne yapıyorsun bayan?"

"Sen hep böyle büyük konuşursun," dedim gülmem silinmezken çünkü çok güzel gülmüştü işte. "Sonra da Allah'a barışalım diye tövbe edersin." Bir an başımı kaldırdım. Gözleri kapalı sırıtıyordu. "Bir dakika ya... Sen Versace'yi nereden biliyorsun?"

"Kızım ben cahil miyim?" dedi ama çok yadırgadım. Onluk değildi diye düşünmüştüm hep. "Ünlü ve başarılı bir kadın. Tanır ederiz. Şeyi de bilirim mesela. Neydi onun adı? Heh. Madonna'yı da bilirim. Severim."

"Madonna?" dedim kaşlarım çatılırken.

Başını bana indirdi ve gözlerini açtı ama hala sırıtıyordu. "İyi kadın. Başarılı."

"Ben de Burak Kut'u çok severim!" dedim sinirle. "Çok ama çok severim! Çok başarılı bir adam!"

"Bak benim canımı sıkma," derken ifadesi ciddileşti. "Zaten onunla aramda şahsi bir husumet var iyice kinlendirme beni herife."

"Ya senin onunla ne gibi bir husumetin olabilir?" dedim başımı tekrar göğsüne koyarken. "Senin varlığından bile haberdar değildir. Koskocaman bir star o!"

Bıkkın verdiği nefes başımı hafif kaldırıp indirdi. "Tamam kes bu konuyu. Bana da erkek isimleri sayma. Hayır o minik dilin başka erkek ismi zikrettiğinde benim kanım çekiliyor ondan."

"Madonnaymış," dedim sinirle. "Artık benim de o kadına karşı bir husumetim var. Kişisel. Şahsi."

"Başarılı ama," dediğinde kolunu ısırmaya çalıştım. "Tamam bak çocuk fırtlayacak. Uyuyun hadi."

"Sus."

"İyi geceler güzeller güzeli karıcım."

"Kes sesini Kara."

"Bak kiracım değil karıcım dedim fark ettin mi?"

"Sus Kara."

"Öpeyim mi bir kere?"

"Sesini duymayayım. Sus."

Sabah gözlerimi araladığımda yatakta tek başımaydım. Saç diplerimi kaşıyarak ayaklandım. Balkona çıktım ve önce eski evimin balkonuna, hemen sonra yandaki deniz manzarasına baktım.

Yeşil çay yapmak için içeri yöneldiğim sırada masanın üzerindeki büyük daktilo ile duraksadım. Şaşkınlıkla sandalyeye oturdum ve daktilonun tuşlarına dokundum. Yepyeniydi. Yanda yığılı bir sürü boş kağıt vardı.

"Kara?" dedim merakla içeri doğru.

"Melek gel şunu al," dediğinde ayaklandım. Salona ilerlediğimde Karamel'in onun kucağında kuduruk hareketler yaptığını gördüm. Hızla dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Oyun mu oynuyorsunuz?" dedim gülmemek için.

Kara onu tek eliyle alıp yana bıraktı ama Karamel hızla tekrar onun kucağına çıkıp bir patisi ile onun yanağına kibarca vurdu. Oyun oynamaya çalışıyordu. "Ya bak al şunu sabahtan beri ayağımın altında. Yanlışlıkla ezip kalacağım sonra üzüleceksin diye korkuyorum."

"Karnı açtır ondan," dedim kıkırdayarak. Hızla mutfaktaki konserve kedi mamalarından bir tanesini alıp mama kabına doldurdum. Karamel koşarak yemeğe geldiğinde suyunu tazeleyip masaya oturdum.

Kara bana pankek yapıyordu. "Odadaki daktilo ne?" dedim merakla, önüme bıraktığı sütü içerken. "Yeni mi aldın?"

"Evet bugün getirttim," dedi ve tabağı önüme koydu. "Kitabını yazmaya devam edeceksin ya. Elinle tek tek yazıp uğraşma."

Karşımdaki sandalyeye oturdu ve elini uzattı. Avcumu alıp yavaşça öptü. Avcum sakallarından huylandı.

"Teşekkür ederim," dedim mahcup sesle. "Çok düşüncelisin. Nereden geliyor bunlar aklına?"

Yavaşça geriye yaslandığında Karamel tekrar onun kucağına tırmandı. Gözlerini bayık bayık baktırıp boğazını temizledi. Yemeğime döndüm gülerken. Sonra bir anda gülüşüm soldu.

Onun yaptığı pankekler çok leziz olurdu ama bu sefer benim tadım tuzum yoktu. Dünkü olay bir anda tekrar aklıma girdi. Unutamıyordum. O anki paniğim geldi yine. Üstelik Şebnem hala konuşmamıştı. Belki de küsmüştü.

Yemekten sonra koridordaki ara odaya girdim. Bu odayı daha çok eşyaları depolamak için kullanıyorduk. Derin bir nefes aldığım sırada arkamda onun kocaman bedenini hissettim.

"Burası bebeğimizin odası olacak değil mi?" diye sordum. Ona bildiğim soruları sormayı çok severdim. Belki cevapları güzeldi, belki onun sesi. Belki bana bir şeyler açıklaması hoşuma giderdi, belki de onunla dolu boş genel geçer konuşmak güzeldi.

"Öyle olacak bebeğim," dedi arkadan çenesini omzuma dayarken. "Ne istersen alırız buraya."

"Duvarlar ne renk olacak?" dedim merakla. "Deniz manzarasına uygun bir mavi mi seçsek?"

"Çok güzel bir fikir bebeğim," dedi dudakları omzuma dokunurken. Yavaşça öptü.

Gözlerim camdan dışarıya daldı. İzmir'in mavi sularını izledim. "Kara, senin en sevdiğin renk ne?"

"Melek beyazı. Senin?"

Gülümsedim. "Kara mavisi." Omzumun üstünden başımı onun yan profiline çevirdim. "Gözleri seninkiler gibi mavi olur mu acaba?"

"Senin gamzelerini almasın da ne alıyorsa alsın bizden," dedi ama sesinde şefkatle karışık bir telaşe de vardı.

Kaşlarım çatıldı. Hafif alayla, "Ne varmış benim gamzelerimde?" diye sordum.

"Çok güzeller," dedi yavaşça. "Gülümsediğinde dünyayı susturuyorlar. Denizleri durduruyorlar. Öyle güzeller."

"Ya Kara," dedim kıkırdayarak onun yanağını öperken. "Ben de senin gözlerinin içine bakınca..." Devam edemedim çünkü karnım guruldadı. Gözlerim açılırken telaşla bana döndü.

"Doymadın mı sen?"

"Doydum!" dedim ve yutkunarak karnımı tuttum. "Of ya romantik anı mahvettim!" Hızla boğazımı temizledim. "Şebnem kıskanıyor işte. Susun dedi bize."

"Ben biraz daha pankek yapayım," dedi arkamdan çekilirken. Bir anda boşluğa düştüm. Onun peşinden ilerlerken o çoktan mutfağa varmıştı.

"Bu arada," dediğimde dudaklarının arasına bir sigara yerleştirmişti. Kaşları dumandan çatık, gözleri kısıktı. Bana döndü. "Ben gamzelerimi sana emanet ettim Çakır. Kıymetini bildiğin için de çok şanslıyım."

Bir an sırıttı ve tavadaki pankekleri ters çevirdi. "Seni de gamzelerini de komple ısırır yerim. Uzak dur benden yoksa ağlatana kadar ısırırım seni."

Boğazımı temizledim ve masaya geçtim. Biraz daha pankek yedim.

Yemekten sonra üzerimdeki pijamalarla indim aşağı. Mahalle korkunç bir ölüm ıssızlığındaydı. Sokaklar bomboştu. Kediler yürümüyordu, kargalar bile ötmeye korkuyordu sanki. Dün gece ne yaşandığını merak ediyordum ama sormayacaktım. Aziz muhtemelen mahalle önünde hırpalanmıştı. Bundandı herkesin korkusu. Bilmememe rağmen ben de korktum. Ürpermiştim.

Ablam ve Hakan'ı es geçerek Müjgan teyzenin apartmanına girdim. Kara bu sırada aralık dış kapının önünde beni bekliyordu.

"Ekmek getirdim," dedim zar zor gülmeye çalışarak. Müjgan teyze heyecanla torbayı aldı ve bana sıkıca sarıldı.

"Nasılsın evladım?" dediğinde gözlerim evindeydi. Yepyeni duvar kağıtları, neşeli televizyonu ve bir sürü yeni kaseti vardı. Buzdolabı doluydu. Tüm bunların mahalle bütçesinden harcanması beni daha da mutlu etmişti çünkü ona faydamız dokunduğunu biliyordum.

"Seni gördüm daha iyi oldum," dedim sıkıca yanağını sıkarak. "Ay Müjgan teyzoşum evlendim ben ya!"

"Yeni evlilere dokunulmaz diye ses etmedim ama özlettin kendini yavrum," dedi ekmeği tezgaha işaret ederken. "Bangoya bırakıver çocuğum. Kahve içelim."

"Neye bırakayım?" dedim gösterdiği yere bakarak.

"Bango çocuğum."

"Ney?" dedim ve Kara'ya döndüm. Kapının eşiğine bir omzunu yaslamış, başı hafif yana eğikti. Elleri ceplerinde, yavaşça gülümsüyordu.

Kaşları ileri tezgahı gösterdi. "Tezgahı diyor."

"Müjgan teyzeciğim sen nerelisin aslen!" diye bağırdım ona. "Bulgar göçmenliği var mı? Bango Türkçe bir kelime değil!"

"Hadi oradan," dedi Müjgan teyze şaşkınlıkla. "Ne dediğimi bilmem mi ben?"

"Ay tamam canım teyzem!" dedim ve tezgaha ekmeği bıraktım. "Ben kahveye uğrayacağım sana ama önce Kara ile bir işimiz var tamam mı! Sonra geleceğim! Sana müjdeler getireceğim! Dua et bana tamam mı? Bebeğim olacak belki! Öyle dua et tamam mı!"

"Yasin okuyayım," dedi Müjgan teyze koltuğa geçerken. Başucundaki kutsal kitabı eline aldı. Sayfaları çevirmeye başladı.

"Ben yokken sana her sabah ekmek getirdiler değil mi?" diye sordum ama sesli bir şekilde dua etmeye başladığında hızla ellerimi açıp duraksadım. Göz ucu ile Kara'ya döndüm. Kara bana gel anlamında kaş göz yaptığında usulca evden çıktım ve kapıyı kapattım.

"Bir garip hareketleri," dedim başımı ona kaldırıp. "Değişik kelimeler etti. Bango ne ki?"

"İzmir dilini iyice öğreteceğim sana, Manisalı deli karıcım."

Kara elimden tutup beni apartmanda üst kata çıkartmaya başladığında kaşlarım daha da çatıldı. "Kara unuttun sanırım ben artık bu apartmanda kalmıyorum. Küçük kiracın değilim artık. Güzel karıcığın oldum ben!"

Sırıtarak orta kattaki açık kapıyı itekledi. "Geç bakalım gamzelerini ısırdığım."

Şaşkınlıkla başımı orta kattaki daireye uzattım. Burada kimse yaşamıyordu ama içeriden bir sürü ses geliyordu. İçeri baktığımda salon kısmında kocaman bir muayene olduğunu fark ettim. Birkaç genç doktor ve onlara komutlar veren yaşı fazla bir kadın vardı. Beyaz önlüğünü üzerine geçirirken bizi görerek hızla yanımıza adımladı.

"Hoş geldiniz," dedi ve elini uzattı. "Melek Çakır, merhaba. Bendeniz Profesör Doktor Hasibe Yalçın. Sizlerin gebelik süreci için buradayım. Buyurun," dedi ve salonu işaret etti. "Geçin lütfen. Kan tahlili alınacak."

Şaşkınlıkla içeri adımladım. Büyük bir sedye vardı. İçerisi bir hastaneden farksız duruyordu. Her yer sterilize ve ak paktı. "Uzatın kolunuzu," dediğinde kolumu kadına uzattım ve sedyeye oturup bacaklarımı sallandırdım.

"Elim hafiftir korkmayın," dediği sırada Kara kadının dibine bitmiş, merakla bakıyordu.

"Sakın acıtma," dedi telaşla. "Bak dur daha doksan derecelik açıdan sok iğneyi. Öyle acır."

Profesör doktor bir an durup Kara'ya döndü. "Sizler de mi doktorsunuz?"

Kara da anlık duraksadı. "Seni kim olduğumu anlatmadan mı aldılar bu mahalleye?"

Doktor başını onaylar salladı ve tekrar koluma parmağını bastırdı. "Doktor değilseniz lütfen işime karışmayın, Karahan Çakır."

"Bak bana tıp okutturma bu yaştan sonra," dedi Kara telaşla eğilirken. "Acıtma bak yüzü ekşidi biraz kızın. Alo!"

Hızla ifademi dondurdum ve telaşla alınan kan tüplerinden başımı kaldırdım. Kara'ya bakıp kıkırdadım. "Gıcıklık yapma Kara!" dedim gülerken.

"Tamam oldu," dedi doktor ve hızla yara bandı yapıştırıp doğruldu. "Sonuçları beklerken isterseniz bir süre istirahat edin Melek Hanım."

"Evet edelim delik deşik ettin kızın kolunu," dedi Kara sinirle bana elini uzatırken. "Gel güzel karıcım. Tutun bana. Acıyor mu? Yürüyebilecek misin? Kucaklayayım mı?"

"Eyvah eyvah. Bu kadının senden dokuz ay çekeceği var," dedim ayaklanırken. "İnşallah dayanabilir de bizi bırakmaz."

Klinikteki büyük hardal rengi koltuğa oturdum ve etrafı incelemeye aldım. Kara bu sırada sağda solda dolanıp doktorlara bir şeyler soruyordu.

"Nereden mezunsun sen? Deneyimli misin?"

"Efendim uzmanlığımı Hacettepe'de tamamladım," dedi genç adam ona bakarken. "Yurt dışında seminerlere katıldım ve kadın doğum konusunda oldukça deneyim ve havadis sahibiyim."

Kara birkaç saniye başıyla onayladı. Gözlerini kıstı. "Benim kız yarın bir anda fırtlatsa çocuğu, sen doğurabilir misin yani şimdi sağlıklı şekilde?"

"Elbette efendim," dedi doktor şaşkınlıkla. "Bunun için eğitim aldım."

Kara birkaç saniye duraksadı. "Sana şaşırtmalı soru sordum. Nasıl sağlıklı doğuracaksın yarın doğursa? Yarın doğuramaz ki zaten. Bir kere mantık dışı. Bebe daha pirinç tanesi kadar."

Bana döndü. "Daha deneyimli doktorlar mı getirtsek buraya Melek?"

Oğlan ne yapacağını bilemezken ben hızla ayaklandım ve Kara'yı tutup kendime doğru çektim.

"Tamam gel oturalım," dedim telaşla. Ona doğru fısıldadım. "Bak gerçekten insanları delirtiyorsun farkında mısın?"

"Kızım herife diyorum ki yarın doğursa sağlıklı olur mu, lavuk bana evet diyor. Bunun kafa gidik ben sana diyeyim." Kendi kendine mırıldandı. "Allah'ın kamili."

"Bana niye Melek diyorsun?" dediğimde duraksadı. "İnsanların içinde güzeller güzelim diyemiyor musun?"

"Derim," dedi şaşkınlıkla. "Böyle hissettirdiysem bu beni..."

"...bu beni kırar," dedim onu tamamlayıp. Kıkırdadım. "Ay ben senin her diyeceğini önden ezberledim artık! Ruh eşim benim!"

"Hormonlar," dedi şaşkınlıkla sırıtırken. "Kıyak oldun ama böyle. Zaten deli deli hareketlerin vardı şimdi gözümde iyice bir cıvıllaştın."

"Sonuçlarınız güzel," sesi ile hızla ayaklandım. Hasibe Hanım elindeki kağıdı inceliyordu. "Kan şekeriniz yerinde. Geçin bakalım bir de bebeği inceleyelim," dediğinde hızla Kara'ya döndüm.

"Yani bebek orada mı!" dedim Kara'ya bakarken. "Orada mı şu anda bebek?"

"Bir bakalım," dediğinde tekrar Hasibe Hanım'a döndüm. Eli ile sedyeyi işaret etti. "Buyurun, karnınızı açalım."

Hızla pijama üstümü yukarı doğru çekiştirdim. "Jel süreceğim. Biraz üşüyebilirsiniz," dedi sandalyesini çekip dibime otururken. Karnıma sürdüğü şey soğuktu. Kara dibimde dikiliyor, merakla izliyordu.

"Evet," diye mırıldandı doktor. Bir aleti karnıma doğru tuttu ve yandaki minik tüplü ekrana doğru baktı. Gözlüklerinin tepesinden, başını aşağı eğerek incelemeye başladı. Aleti karnımda dolandırdığı sırada gözlerim kocaman açıktı.

"Orada mı?" dedim nefesimi tutarak. "Orada mı acaba?"

"İşte buldum," dedi aleti karnımda durdurup. İşaret parmağı ile ekranı gösterdi. Bana göre simsiyah bir ekrandaki birkaç gri lekeydi ama tuttuğu yere bakıp hızla Kara'ya döndüm.

"Dinleyelim mi?"

"Evet!" diye bağırdım. Hemen sonra yavaşça kahkaha attım. "Orada! Gördük işte Kara!"

Kara ise hala gergin bir şekilde ekrana bakıyordu. Elini bana uzattı ve yavaşça avuç içimi öptü. "Evet bebeğim orada," dedi gergin sesle. "Duyalım. Ama duyamazsak da alet bozuktur belki."

"Evet evet," dedi doktor boğazını temizleyip. "Sesi çıkmazsa bir başka alet ile deneriz. Bozuk olabilir."

"Of hayır ya duyalım!" dedim heyecanla. "Hadi lütfen!"

Doktor bir tuşu aşağı doğru indirdi. Gözlerini odaklanır gibi yere indirdi.

Ve duymaya başladım.

Minik bebeğimin kalp atışları. Ritmi hızlıydı. O da bizimle tanıştığı için çok heyecanlıydı.

Kara öyle rahat bir nefes verdi ki elimi yavaşça avcunun içinden bıraktı. Gözleri kapandı. Gülümsedi. "Şükür," dedi sanki tüm korkuları silinmiş gibi.

"Evet! İşte duyuyoruz!" dedim hızla kahkaha atarken. "Ay burada işte! Sesi geliyor! Ne kadar heyecanlı değil mi?"

Kara gözlerini açtığında hızla ovdu ve dibime çöküp ağzı aralık sırttı. "Ölürüm lan senin heyecanına ben. Kendin bu kadar bebekken nasıl bir de içinde bebek var senin?"

"Ortak yapım!" dedim gülerken. "Babası duyuyor musun?"

"Duyuyorum bebeğim," dedi ve doktora baktı. "Aferin. Tuttum seni doktor."

Kadın ekranı kapatırken ifadesi rahatlamıştı. Sanki bir kalp atışı duymasak tek sorumlusu o olacakmış gibi bir yük kalkmıştı onun omuzlarından. "Karahan Çakır, sizinle bir dakika içeride klinik hakkında görüşmeliyim. Melek Hanım bu sırada giyinsin," diyerek bana bir takım kuru peçete uzattı. Jeli karnımdan sildiğim sırada ikisi birden odadan çıktı.

Hızla üzerimi toparladım ve makinenin tepesinden çıkan minik fotoğraf karesini elime aldım. Hızla koridora vardım. Doktor ona bir şeyler anlatıyordu. Kaşlarımı çattığım sırada Kara bana döndü ve elini uzattı.

"Gel çocuğumun annesi," dediğine elini tuttum. Fotoğrafı ona uzattım.

"Ay baksana ne kadar şirin değil mi Kara?" dediğimde sırıtıyordu.

"Beslenme ve diyetetik uzmanımız ile ortak bir çalışma hazırladık. Kan değerlerinize uygun tüketmeniz ve tüketmemeniz gereken her şey," dedi Hasibe Hanım bana bir yığın kağıt uzatırken. "Sorularınız olursa buradayım. Hayırlı olsun. Düzenli kontroller ile bebeğimizi aralık sonu gibi kucağımıza alacağız İnşallah."

"Ay canım doktorum inşallah!" dedim hızla. "Aralık bebeği olacak yavrum. Üşür o soğuklarda!"

Kara ile oradan ayrıldığımızda yüzümde güller açıyordu.

O ise hala tam olarak rahat değildi. Hem çok rahatlamıştı ama hem de sanki üzerine tonlarca yük binmişti.

"Yüzün neden sirke satıyor senin?" dedim Hakan'ın pastanesine girdiğimiz sırada.

"Gayet mutluyum," dedi ve bir sandalyeyi geriye çekip oturmamı bekledi. "Hatta o kadar mutluyum ki bir şey olacağından korkuyorum."

"Hayır olmayacak Kara. Bebeğimizin sesi çok şekerdi!" dedim kağıtları okurken. Ablam arkadan çıkıp bize doğru adımladığında kağıdı ters çevirip masaya kapattım.

"Hayrola Kara?" dedi ve ellerini önlüğüne sildi. "Sabahtan beridir bir ton kamyon gelip duruyor. Yeni kiracı mı geldi yoksa mahalleye?"

"Kadın doğum uzmanı dairesi oldu orası abla," dedim kıkırdarken. "Mahalledeki tüm kadınlar oraya gidip ücretsiz bir şekilde muayene ve test yaptıracaklar."

"Öyle miymiş?" dedi Kara kağıtları elimden alıp okumaya başlarken. "Sana yaptırdım ben orayı aslında."

"Evet öyle. Tüm mahalledeki kadınlar için ücretsiz," dedim ve bir anda ayaklandım. Ablama elimdeki kağıdı gösterdim. "Abla, hazır mısın?"

Ablam söylediğim şeyleri anlamazken bir anda elimdeki kağıdı ona doğru tuttum. "Teyze oluyorsun!" diye bağırdım. Hakan ile aynı anda ağızları açıldı. Ablam bir kağıda bir bana baktı ve hızla sarıldı. Gözleri dolarken yanaklarımı avuçlarının içine aldı.

"Allah'ım sen bize yardım et!" dedi hem gülerken hem ağlarken. "Bebek mi geliyor?" Hızla burnunu sildi ve gülerken devam etti. "Baktılar mı her şeye? Miyomlar falan?"

"Abla her şeye baktılar zaten çok profesyonellerdi," dedim ve bir an duraksadım. "Yani ben bu sürede okula ara vermek zorundayım tabii ama olsun değil mi? Sonuçta anne oluyorum."

Ağzını açacaktı ki Kara kağıtlardan başını kaldırıp ablama döndü. "Sakın," dedi yavaşça. "Kızın hevesini kıracak hiçbir kelime etmeyeceksin. Tebrik et ve geç. Duydun mu?"

Ablamın ağzı kapandığında ona korkuyla bakıyordum. "Abla ileride bitiririm okulu. Yani bu aralar hiç gidesim yok."

Ablam nefes verdi ve başını onaylar salladı. "İyi ne yapıyorsan yap. Ben bakardım ama doğduğunda çocuğa. Sen de okula gidip gelebilirdin."

"İstemiyorum," dedim alt dudağımı büzerek. "Yani okula gitmek istemiyorum. Mahallede durmak istiyorum."

"İyi ben karışmam," dedi sanki Kara'ya bozulmuş gibi. "Annem havalara uçacak." Güldü tekrar. "Ne sevinecek torunu olacak diye."

"Evet! En kısa sürede gidelim birlikte Manisa'ya. Söyleyelim onlara."

"Ben gelmem. Kağan'ı sorarlar," dedi ve sandalyede kalktığım yere oturdu. "Kene gibi yapıştılar. Haydar da Aziz yüzünden içeri alınmış."

"Zeki abi sağ olsun bizim mahallede tek bir insanda uyuşturucu bulamadılar," dedi Hakan gülerken. "Valla Haydar abiler patladı hep. Bizde tık yok. Bakma abla, asıl amaçları bizi paketlemekti."

"Kırk yılın başı bir işe yaradı salak herif," dedi Kara, doktorun verdiği raporları okuduğu sırada. "İyi oldu. Tam zamanında topladık uyuşturucuları."

"Abi bu arada çok tebrik ederim. Baba oluyormuşsun abi," dediğinde Kara elini sağ ol anlamında çok hafif savurdu. "Melek sen de kardeşim. Tebrikler."

"Teşekkür ederiz," dedim kıkırdayarak. "Çok mutluyum! Gidip Karamel'e kardeşi olduğunu söylemem lazım!" dedim ve ayaklandım. Eve ilerlediğim sırada Kara geriye yaslı, gözleri kağıtta ama aklı başka yerlerde dolanıyordu.

"Gelmiyor musun?"

"Şu kağıttakileri aldırayım birilerine. Geleceğim sonra yanına bebeğim," dediğinde başımı onaylar salladım ve koşarak eve girdim. Karamel'in mamasını ve suyunu yenileyip onu kucakladım ve yatağa uzandım.

"Karamel kardeşin olacak," dedim kıkırdarken. "Odaya alışveriş yapmamız lazım. Çocuk odası ne renk olmalı? Daha erken mi yoksa?"

Karamel'i karnıma bırakıp tavanı izlerken sırıttım. "Şebnem mi acaba? Ya erkekse? Ama Şebnem'i hissettim ben. Gerçi artık konuşmuyor ama kalp atışlarını duyduk sonuçta. Değil mi Karamel?"

Belki de Şebnem değildi karnımdaki. Çünkü Şebnem benimle konuşmuştu.

Doğrulup daktilonun başına geçtim. Yazmaya başladım. Yazmak bana çok iyi geliyordu. Daktilo kullanmaya alışık değildim ama yazdıkça hızlanıyordum. Bazen kelimelerin telaffuzlarını imla kılavuzundan kontrol ediyordum ama bazen buna üşendiğimden kendi bildiğim şekli ile işliyordum.

Melisa nasıl olduğumu sormak için en az on kere aramıştı ama ona iyi olduğumu ve gelmesine gerek olmadığını söyledim her seferinde. Hande ise dakika başı gelip kontrol etti yine de. Benim yanımda olduklarını bilmek güzeldi. Hayat tüm kötülüklere rağmen güzeldi. Belki de güzel yapan kötülüklerle başa çıkma biçimiydi. Güçtü. En önemlisi inançtı.

Akşama doğru Karamel'i kucaklayıp evden çıktım. Güzel giyinmiştim. Dünü biraz atlattım çünkü bebeğin kalp atışları beni onardı.

Kırmızı'ya adımladım. Kaya ve Kara kapının önündeydi. Aralarında konuşuyorlardı.

"Nasılsın yakışıklı ev sahibim ve onun suratsız kardeşi?"

"Naber yenge?" dedi Kaya başıyla selam verirken. Bir an duraksadı. "Ben suratsız mıyım? Ulan asıl donuk bu," dedi ve Kara'yı gösterdi. "Dünyanın en sakin ve mimiksiz adamıyla evlisin ama ben suratsızım öyle mi?"

"Hayır bir kere Kara oldukça kıpır kıpır," dedim kaşlarımı çatarak. Karamel merakla sağı solu izliyordu. "Üstelik çok eğlenceli."

Kara'ya baktığımda bayıkça sırıtarak bizi izliyordu. "Değil misin Kara?"

Gözlerini yavaşça kapattı onaylar gibi. "Öyleyim güzeller güzelim."

"Bak bak," dedi Kaya ona dönerken. "Abi sen öyle mi sesleniyorsun yengeye?"

"Ne diyeyim len hırt?" dedi Kara şaşkınlıkla. "Kirvem mi diyeyim kıza?"

"Yok abi şaşırdım bir an," dedi ve sırıttı. Başını hafif yana attı. "Güzeller güzelim he? Eyvallah abi."

"Uç git buradan," dedi Kara yavaşça. Elleri arkadan bağlı nefes verdi. "Defol git dayak yeme."

"Hemen kızma be birader," dedi Kaya bana dönerken. "Yenge bu sana da böyle yapıyor mu?"

"Yoo," dedim omuz silkerek. "Bana hiç böyle konuşmuyor çünkü ben onunla uğraşmıyorum. Ayrıca sen de biraz romantik olsan keşke," dediğimde Kaya anlamsızca kaşlarını çattı. "Diyorum ki Melisa ile nasıl gidiyor?"

"İyi ya," dedi ve elleri ceplerinde yere baktı. "Geçen bir barıştık gibi ama bakalım." Hızla burnunu çekti. "Hayırlısı."

"İyi," dedim şirin sesle. "Çok yakışıyorsunuz zaten."

"Allah Allah," dedi Kaya ve sırıtarak Kara'ya yan bakış attı. "Melisa benim güzeller güze-"

Kara bir anda ona vurunca hızla bağırdı ve yana doğru kaçtı. "Lan dur! Abi peşin hükümlü olma hemen! Valla kötü bir şey demeyecektim!"

"Siksalak herif," dedi Kara ona doğru adımlarken. Kaya ise mahallenin girişine doğru gülerek kaçıyordu. "Gel buraya senin narını sikerim yakalarsam. Gel lan!"

"Güzelim!" dedi kaçarken. "Yavrum! Bebeğim!"

"Zeki ile takıla takıla akli melekelerin sikildi orospu," dedi Kara onun peşinden ilerlerken. "Gel bir tane vurayım rahatlayıp bırakacağım seni. Gel."

Birkaç saniye onlara bakıp şaşkınlıkla Kırmızı'nın içine girdim. "Kaç yaşında olursa olsun abi ve kardeşler hep aynı sanırım."

"Dostikom!" sesi ile Melisa'ya döndüm ve koşarak sarıldım. "Nasılsın?"

"Kara ve Kaya dövüşüyorlardı," dedim gülerken. "Kaya onunla uğraşıyor. Ama Kara ile uğraşmak cidden çok zevkli. Kızdığında çok komik oluyor."

"Ne oldu Melek'im?" dedi Zeki elindeki kedi ile. "Aha karı!" Hızla Karamel'i gösterdi. "Oğlum! Karı var! Yürü!"

"Ne yapıyorsun be?" dedim hızla Karamel'e daha da sokulurken. "Bu kedi nereden çıktı?"

"Ah benim Yakışıklı Zekihan'ımın annesi!" dedi Zeki merakla karnıma bakıp. Durup kaşlarını çattı. "Prenses Zekiye. Zekeriya," Hande'ye döndü. "Ne koymuştum ben bu çocuğun ismini be?"

"Zekiye," dedi Hande gülerken.

"Ah Zekiye'm!" dedi yüzünü ağlamaklı yapıp. "Prensesim! Amcası kurbaney buna be!"

"Bu kedi ne?" dedim şaşkınlıkla.

 

 

 

Melisa'nın gözünden sahne devamı.

"Kömür bu kömür! Öyle sizin alafranga kediniz gibi karamelli değil," dedi Zeki ve siyah kediyi havada sağa sola titretti. "Hakiki Zonguldak kömürü benim küçük aslanım be! Heheyt! Daha motorda önüme oturtup ona Alsancak turu yaptıracağım! Ay bu küçük kafaya bir kask mı alsam? Kedi kaskı nerede satılır bayanlar? Bilen var mı?"

"Ay inanamıyorum sen ne kıskançsın Zeki?" dedi Melek kaşlarını çatarken. "Bende var diye kıskanmışsın resmen kendine kedi almışsın!"

"Kömür paşam," dedi Zeki. Kediyi masanın üzerine bıraktı. "Koş git bunların Karamel adlı kedilerine fortla bakalım. Mart ayı niyetine. Hadi paşam!"

"Uzak durun bizden!" dedi Melek ve korkuyla Karamel'i kendine daha da bastırdı. "Ben kızıma dokundurmam! Kara'ya söylersem seni döver," diye üst üste sıralarken Kırmızı'dan çıktı.

Zeki'ye döndüm. "Şu işe bir el at. Haydar abiyi çıkartmamız lazım."

Şaşkınlıkla, "Melisa senin mahallenin fodul abisinden bana ne yahu?" diye sordu.

"Yani sen avukatsın ya," derken gözlerim devrildi. "Hani sen savcılık sınavlarına falan girdin ya..."

Birkaç saniye yüzümü inceleyip, "Ben Haydar'a el mel atmam kardeşim. Ben ona anca parmak atarım," dedi sakince.

"Pis pis şakalar yapma," dedim yüzümü ekşitip. "Haydar abi sadece Melek ve Gülsüm için öldürdü Kağan denen o şerefsizi. Eğer Haydar abi olmasaydı Melek ölmüştü... Hiç olmasa bile yengen için yardım et, nankörlük etme."

Zeki birkaç saniye duraksadı. Kaşları yavaşça çatıldı. Masadaki kediyi Hande'ye uzattı. "Doğru diyor gibi. Kara'ya sorup geliyorum. Özleyin beni bayanlar!" Hızla Kırmızı'dan çıktı.

Derin bir nefes verip kalçamı masaya dayadım ve kollarımı bağladım. "Güzel bir kedi," dedim kaşlarımla işaret edip. "Bak sen al demiştin, almış hemen."

"Benimle ne alakası var?" diye sordu Hande. Kucağına aldığı kediye birkaç saniye baktı. "Çok güzel sarı sarı gözleri."

"Beraber göletin orada şişe çevirmece oynadığımız zaman," dediğimde Hande'nin başı bana kalktı. "Sen ona kedi al demiştin. Almış işte."

"Nasıl yani?" dedi ve söylediğim ana gitti. "Gerçekten ben dedim diye mi aldı?"

Başımı olumlu salladım sırıtırken. "Aşık sana. Diyorum ben."

"Melisa? Bunu bir kedi ile mi anladın?" dedi Hande gözleri kocaman açık şekilde. "Yani gerçekten mi diyorsun? Sence öyle bir şey olabilir mi?"

"Bir kedi değil. Hep böyle. Gözlerinin içine bakıyor. Ben anlarım aşık adamın bakışlarını. Abinden korkuyor," dediğimde Hande başını olumsuz salladı. İnanmaya ya da kabullenmeye direnir gibi.

"Kanıtla o zaman," dediğinde duraksadım. Kaşlarım gülümserken çatıldı.

"Ne demek istiyorsun?"

"Yap o zaman aramızı," dedi omuz silkerek. "Hadi!" dediğinde kucağındaki kedi de hafif sallandı. "Hadi yap aramızı da göreyim."

"Yaparım," dedim yutkunurken. "Sen istiyor musun aranızı yapmamı?"

"İstiyorum. Yap."

Başımı hayretle Kırmızı'nın girişine çevirdim. Bir çift kahverengi gözle buluştum. Nefesimi tuttum. Korkudan dilimi yuttum. Yakalandık. Kalakaldık.

"Kaya?"

Yutkunma sesimi duydum. Karnım gıcıklandı. Kaya anlamsızca bize bakıyordu. "Siz neyden bahsediyorsunuz?" diye sordu yavaşça. "Hande'yle kimin arasını yapmaktan bahsediyorsun sen?"

"Kimse!" dedi Hande hızla kucağındaki kedi ile dışarı çıkarken. "Uğraşıyor işte benimle. Kimseden bahsetmiyor."

Kaya, Hande'nin gidişini kafası ile takip etti ve bana döndü. "Kızım senin derdin ne?"

Omuz silktim ve masaya tam anlamıyla oturup ayaklarımı sallandırdım. "Seni delirtmek."

"Derken?" dedi kaşları çatılırken. "Bir gün iyi bir gün kötü mü devam edeceğiz?"

"Bilmem. Sana bağlı," dedim ve sağa sola baktım. "Ben akışına bıraktım. Buna kanaat getirdim. Nefrete ket vurmuyorum. Sadece yaşıyorum ve seni gözlemliyorum."

"Ne gözlemledin?" dedi bana bir adım atarken. "Var mı bir ikbalimiz?"

Gözlerine baktım sırasıyla. "Olsun mu?" dedim.

"Olmalı," dedi yavaşça. "Ben istiyorum seni."

"Gerçekten mi? Bebek yoksa bile mi?"

Karışık her şeyim. Aklım, kafam bulanık. Cümlelerim bile devrik. Heveslerim gidik. Umutlarım var ama. Onlara el açtım.

"İyi de, bebek yok zaten," dedi yavaşça dudaklarıma bakarken. "Öyle çıkarlardan münezzeh istiyorum seni. Sırf çocuk için olmazdı zaten. Olsa da olduramazdık."

"Ne dediğin belli değil," dedim biraz utanarak. "Bir abimin kisvesi dedin, bir abim umurumda değil dedin. Sonra seni aldattım dedin, sonra aldatmadım dedin." Kırmızı'daki kütüphaneye baktım. "Beni de aptal ettin."

"Öyle mi?" dediğinde ona döndüm. Hafif büzdüğüm dudağıma bakıyordu. "Aşık mı oldun sen de?"

"Ne aşkı?" dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Aptal etmişim ya seni," dedi ve sonunda gözlerini bana çıkarttı. "Aşık etmişim demek ki."

Kaya öyle şaibeli konuşuyordu ki anlamıyordum. Daha açık sormak istedim. Belki çoğu şeyi gizlemekten artık sıkılmıştım. Cesurca, "Sen aşık mısın ki bana?" diye sordum. Sesim biraz yükseldi çünkü hararetlendim.

"Muhtemel," dedi ve biraz gerilmiş gibi bir adım geriye attı. "Melisa amına koyayım söyletme işte bak bende yok öyle cümleler."

"Ya öküz!" dedim sinirle. "Söylesene evet diye!"

"Ya kızım söyledim gibi az önce zaten, şerefime çok geriliyorum ya." Bir an gözleri parladı. "Bak şimdi ben senin istediğini anladım. İyi dinle beni duydun mu?"

Birkaç adım geriye gitti ve boğazını temizledi. Omuzlarını ileri geri oynattı. Bir futbol maçına hazırlanır gibi. "Melisa çiçeğim! Evimin direği! Lalelerim!" Duraksadı. Fısıldadı, "Neydi o şiir amına koyayım? Bir dakika beklesene," dedi ve hızla cebinden bir kağıt çıkarttı. Birkaç saniye okudu. Anlamsızca onu izlediğim sırada tekrar kağıdı cebine koydu.

"Melisa çiçeğim, benim güzel sevgilim. Evim sensin, nefesim sensin. Lazım değil bana senden başka." Elimle ağzımı kapattım. Gülmemek için direndiğim sırada nefesim götüme kaçtı adeta.

"İstersen senin için ölürüm ben. Senin için dağları aşarım ben. Anlasana, sana çok aşığım ben."

Yavaşça alkış yaptım ve dayanamayarak kahkaha attım. "Ya Kaya sen ne romantik bir serserisin!"

"Beğendin mi?" dedi ağzı aralık sırıtırken. "Dedim kızım sana, ben karı ruhundan çok iyi anlarım. Spekülasyonlara gerek yok. Bak açık açık romantik tarafımı çıkarttım ortaya." Bir an durdu. "Güzelim," dedi. Sonra kendine şaşırdı. "Güzeller güzelim." Hemen sonra sağa sola baktı. "Güzeller güzeli yan mahalle komşum."

"Kara'nın lafları ve Melek'in yazdığı şiirler?" dedim karnımı tutarken. "O kadar komik ki ondan başkası yazmış olamaz. Gazetenin sanat köşesine verelim bu şiiri hatta."

Fevri bir şekilde, "Ben yazdım. Yüzde yüz organik," dedi. "Beğenmediysen hemen bir tane daha yazabilirim."

"Yok!" dedim elimi ona uzatıp. "Kalsın. Çok teşekkürler Kaya."

"Ayrıca abim dışında güzelim kelimesini kimse kullanamaz mı?" dedi sinirle. "Kızım çabalıyorum işte böyle böyle kendi kelimelerimi bulurum. Avradım diyeyim. Bu nasıl?"

"İğrenç," dedim gülerken. "Yok bir de yavuklum de istersen."

"Reis nasıl?"

"Bana?"

"Olmadı değil mi?" dedi ve başını olumlu salladı. Gözleri yere daldı. "Kraliçem nasıl?"

"Ay salak mısın!" dedim gülerken. "Yok sahibem de istersen."

"O ne lan?"

"Neyse Kaya şimdilik Melisa de bana kafi," dedim ve istemeden gülmemin sonunda yavaşça ses çıkarttım inler gibi. "Erkek olmana rağmen çok sempatiksin. Bazen çok tatlı oluyorsun ama bazen çok gıcıksın. Beni şaşkın ettin."

"Eyvallah," dedi hafif sırıtıp başını kısaca yana atarken. "Vardır böyle şovlarım. Alış."

Başımı olumlu sallarken gülümsüyordum. Dudaklarımı yaladım yavaşça. Onun yüzünü izledim bir süre. "Sen de alış o halde."

"Neye?" dediğinde bir an duraksadım. Ya çok kızacaktı ya sevinecekti. Sonuçta onun dışında herkes biliyordu. Herkes sakladı. Belki de haklıydık. Belki de hakkıydı. Ama artık bilsin istedim. Hakkıydı.

"Baba olmaya," dediğimde anlamlandıramadı önce. Gülüşü hafif soldu. Gözleri kısıldı.

"Anlayamadım?"

"Aldırmadım," dedim. Yutkundum. İfadesinde biraz boğuldum ama geçti. Alıştırmıştı çünkü nefessizliğe beni. "Bebeği aldırmadım." Ellerimle karnımı tuttum. "Beni mi istediğini bilmediğimden aldırdım dedim sana. Aldırmadım ama. Bebeğimiz burada hala."

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

Bölümü beğendiniz mi? Yeni bölümde ne okumak istediğinizi yazın lütfen. Melisa Kaya devam mı? Hande Zeki olaylarına girelim mi?

Bir Nergis Tufanı'na da gelin! Profilimi takip ederseniz yeni kitaplardan ve duyurulardan haberdar olabilirsiniz. Instagram'da alıntılar paylaşıyorum. Oraya da gelin(çok yere çağırdım sizi ama siz üşenmez gelirsiniz biliyorum) Diğer bölüm görüşürüz!

 

Bölüm : 29.05.2025 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 42. BÖLÜM : İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

282.95k Okunma

14.6k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...