4
Çok fazla günah vardır. Bana göre insan ırkı için en pisliği ise düşüncelerinin çöplüğüdür. Bazı merhemler yaralara iyi gelir, bazı kitaplar da akıl akıntısına. Peki ya iftira nasıl iyileştirilir?
Hey sen,
hiç iftiraya uğradın mı?
Sana az da olsa birileri inandı mı, ya da inanmaya çalıştı mı?
Savunabildin mi kendini, yoksa donup kaldın mı?
Peki ya iftira edenlerin günahı ne oldu, bedelleri ödediler mi?
Sahi, karma denilen bu şey gerçek miydi, yoksa mazlumun kendini avutmak için aklına soktuğu bir vicdan mastürbasyonu muydu, bilemiyorum. Aslında züğürt tesellileri arasında insan boğulup giderken kulakları kanasa bile dinlemeye aç bekliyor. Ne acı, değil mi?
Güne iğrenç hissederek başlamıştım. Gözlerimi araladığımda dilim damağım kupkuruydu. Karnım açlıktan gurulduyordu. Güneş açık perdelerden yüzüme vururken gözlerimi kısıp ayaklandım. Yataktan kalkmamla dengem şaştı. Dün içtiğim alkol bedenimdeki hükmünü hala sürdürüyordu.
Bir anda başıma dank etti.
Utancımla yatağa oturdum ve üzerime baktım. Dünkü gömleğim ve kot eteğim vardı, yatağın hemen dibinde dün akşam Kara'nın çıkarttığı ayakkabılarım duruyordu. Elimi alnıma götürdüm ve gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım, "Geri zekalı Melek! Sokakta uyusan daha az rezil olurdun, adama bekar mısın diye sormak ne?"
Doğrulup sinirle mutfağa ilerledim, "Hayır bir de alt dudağını büzüp Melisa bana gelebilir mi diye soruyorsun? Mal Melek! Kadir'e izin vermedin, bari Melisa'ya ver ne demek?"
Sinirden sürekli konuşuyordum.
"Seni şak diye öpsem ne demek ya! Sa-lak!" Mutfaktaki musluğu açtım ve bardağa su doldurdum. Suyu içerken sinirle salona doğru ilerledim. Balkona çıktığım sırada söylenmeye devam ediyordum. İlk olarak karşıya baktım. Balkonunda değildi.
Kara öyle güzel bir manipülatördü ki, Kadir'e vermediği izni Melisa'ya vermesini bir lütuf gibi karşılamıştım. Ona resmen evime bir insan alabildiğim için minnet etmiştim. Sarhoşken dönüştüğüm aptal insana öfkelenmiş bir şekilde sandalyeye oturdum ve denize bakarak gözlerimi kapattım.
"Melek, sen misin? Asfaltta uzanırken göremeyince tanıyamadım bir an."
Gözlerimi açıp başımı yan balkona çevirdim. Kara, pufuna oturmuş; sigarasını içerken denize bakıyordu. Boğazımı temizledim ve suyumdan büyük bir yudum alırken onu izledim, "Günaydın Kara, dün için çok özür dilerim. Gerçekten kusura bakma."
Deniz manzarasına doğru dumanı üflerken sırıttı. Sonbahar rüzgarı dağınık saçlarına dokunuyordu. Mavileri bana çevrildiğinde hafif alaylı sırıtması yüzüne yayıldı, "Sen kusura bakma, istediğin plağı sordurttum, sonuca henüz varamadım."
"Ne plağı?" dedim kaşlarım çatılırken, "Anlamadım ki."
"Şu dediğin yeni grup," Küllüğe sigarasını ezdi ve ayaklandı, "Daha gelmemiş buralara plakları. Bulduğumda bırakırım salondaki masana."
Balkondan içeri geçtiği sırada dün ondan istediğim İzel-Çelik-Ercan plağını hatırladım. Düşündükçe yeni anıların sisleri bir bir temizleniyordu aklımdan. Sürekli söylediğim saçma şeyler ve düşünceler çıkıyordu aklımda karşıma. Utancımdan hızla içeriye geçtim.
Duş alıp üzerime yeni kıyafetler giydim. Kahvaltı namına bir şeyler tıkıştırıp evden çıktım. Bugün mahalleyi turlamaya karar vermiştim. Pastanede Hakan dışında kimse olmadığını görünce duraksadım ve pastaneye girdim.
"Günaydın Hakan," dedim ve ellerimi tezgahın üzerine koyup heyecanla kıpraştım, "Çay alabilir miyim?"
"Kartonda çay?" dedi şaşkınlıkla.
"Yoo," Ellerimi tezgahtan çektim ve hafif dönerek boş masalardan birini işaret ettim, "Burada oturup içeceğim."
"Pekala," diyerek bir porselen fincan aldı. Çay doldurduğu sırada pastanenin büyük camından dışarıda gezen insanları izliyordum. Herkes ölmüş, öldürülmüştü. Korkularla idame ettiriliyorlardı. Kara bu mahallenin ruhunu öyle bir emmişti ki, insanlar ona boyun eğmenin ağrısını gece yastığa baş koyduklarında anca hissediyorlardı.
Çay fincanımı alıp camın dibindeki masaya yerleştim. Geriye yaslanıp gelen geçen nefeslerin hayatları hakkında düşüncelere daldım.
"Şu kırmızı çarpılar ne oluyor?" dedim gözlerim camdan dışarıya dalmış bir şekilde. Kara'nın apartmanının dış kapısına doğru bakıyordum.
"Mimleniyorlar," dedi Hakan tezgahın dibinde tetris oynarken, "Mahalleli rahatsız ediyor."
Hakan dün beni Kara'nın kollarında eve giderken görmüştü. Beni artık yadırgamıyordu. Rahatça sohbet etmesinin sebebi Kara ile samimi olduğumu düşünmesiydi.
Artık ben de onlardan biri olmuştum. Bu çemberin bir üyesiydim, en yeniydim, ama yabancı değildim.
"Mahalleli mimleneni nasıl rahatsız ediyor?"
"Bildiğin," dediğinde odağım Kara'nın evinden çekilip ona döndü, "Mimlenirsen vay haline. Mimlenenin geceleri kapısı çalınır, evine zorla girilip korkutulur. Denk gelindiğinde yolda güzelce dövülür. Kadın-erkek, genç-yaşlı fark etmez, herkes eşit burada."
"Dün akşam küçük bir çocuğun yaşadığı evde o çarpıdan gördüm," dedim ve kaşlarımı çattım, "O çocuğu da mı korkutuyorlar? Nasıl olabilir ki bu, neden mimlenen kaçıp gitmiyor?"
"Mahalleden taşınmak yasak," dedi ve sırıttı, "Çıkmak istersen öldürülürsün. Kaçarsan, bulurlar."
"Çocuk vardı diyorum," dedim sesim yükselirken, "O çarpı konulan evde küçük bir çocuk yaşıyordu."
"O ailenin sorunu, kim bilir ne yaptılar da mimlendiler." dedi merhametten uzak, vicdandan beri bir sesle. Dümdüz konuştu Hakan. Sanki bunu defalarca kez yaşamış, bununla doğduğu için normallerine karşı bir garipsemede bulunmamıştı.
O çocuk için çok endişelenmiştim, "Hakan, ne yaparsan mimleniyorsun bu mahallede?"
"Hanları kızdırırsan."
Kapı açıldı ve içeriye dün gördüğüm, göl kenarında Hande ile oturan kız girdi. Şık giyinimli, geceden bigudi sardığı belli saçları kıvır kıvırdı, "Günaydın Hakancığım."
"Günaydın Hülya. Ne içersin?"
"Bir şey almayayım, aksine yedirmeye geldim."
Hülya karşımdaki sandalyeye oturdu ve geriye doğru yaslandı. Çayımın dumanı silikleşmezken, yavaşça üfleyip kısa bir yudum aldım. Dudaklarım yandığı için çayı masaya bırakıp geriye yaslandım, "Selam Melek. Naber?"
"İyi," dedim yavaşça. Bana güzel bir izlenim vermemişti bakışları. Gözlerinden kötülük akıyor gibiydi, "Sen?"
"İyi," Sırıtarak üzerimi inceledi, "Seni dün akşam Kara abinin kucağında görmüşler. Senin apartmana girmişsiniz."
"Doğrudur," dedim ve dudaklarımı yaladım. Bir elim masaya gitti ve parmaklarımla masada gergin bir şekilde ritim tutmaya başladım, "Öyle oldu."
"Neden?" dedi ve gözlerini kısıp sırıttı, "Kara abi kızları kullanıp atmasıyla meşhurdur. Yoksa peçete gibi seni de ezip büzüp, sonra da çöpe mi fırlattı?"
"Sana öyle mi yaptı?" dedim yavaşça. Hafif gülümsedim. Alaycı gülümsememi dışarıdan göremesem de Kara'nın bana karşı güldüğü alaycılığı bir anda sanki kendi mimiklerimde hissetmiştim.
"Abi diyorum ben ona, salak mısın?" dedi şaşkınlıkla, "Bana öyle bir şey yapmadı."
"Bana da yapmadı," dedim parmaklarım masada ritim tutarken. Gözlerimi parmaklarıma indirdim, "Derdin ne Hülya?"
"Ondan uzak dur," dedi ve masada öne doğru eğildi. Gözlerindeki tehditler beni korkutmaktan çok güldürüyordu. Bayık bayık sırıttığım sırada alevli bakışları gülüşüme inip tekrar gözlerime çıktı, "İki günde mahalleye çöreklenip mahallenin abisine mi yavşıyorsun sen? Kuyruk sallama adama bir daha, yoksa seni doğduğuna pişman ederim."
"Seni Hande mi gönderdi?" dedim sırıtırken. Geriye doğru yaslandım ve kollarımı birbirine bağladım, "Abisiyle beni kıskanmış mı? Bizim aramızda bir şey yok, olamaz da zaten."
"Ne Handesi!" dedi öfkeyle avuç içini masaya vurarak, "Bak kızım seni son kez uyarıyorum, Kara'dan uzak duracaksın."
"Yoksa?" dedim ağzım aralık bir şekilde asılı kalırken. Bakışlarım ve ses tonum tahrik ediciydi.
"Mimlenirsin," dedi sırıtırken, "Seni mimletirim, dışarı çıkamayacak hale gelirsin. Psikolojini alt üst ederim. Mahallelinin sana attığı dayaktan hafızanı kaybedersin."
"Anladım," dedim kaşlarımı kısa bir süre kaldırıp, "Hangi gerekçe ile mimleteceksin beni? Duyduğuma göre sadece Kara ya da Kaya isterse mimleniliyormuş."
"Kara diyor hala!" dedi sinirle ve çayımı eline aldı, "Bak şimdi kendinden on yaş büyük adama ismiyle hitap ettiğin için senin hayatını nasıl yakıyorum."
Çayımı bir anda kendi yüzüne doğru savurdu. Kaynar çay yüzüne dökülürken geriye doğru atıldı ve sandalyeden kalkarak ellerini hızla havada sallandırdı, "İmdat! Yaktı bu kız beni!"
Korkuyla ayağa kalktığım sırada Hakan koşar adımlarla dibimizde bitti. Hülya bağırıyor, çığlık atıyordu, "Gözlerim! Çok yanıyor! İmdat!"
"Manyak mısın!" diye bağırdı Hakan telaşla bana dönerek. Hızla Hülya'nın koluna girip onu tezgahın arkasına doğru çekiştirmeye başladı, "Niye yaktın kızı, deli!"
"Ben yapmadım," dedim fısıldayarak, "Kendini yaktı." Elim ayağım birbirine dolaşmış, kocaman açtığım gözlerle onlara bakıyordum.
"Kız senin çayınla kendini mi yaktı?" dedi Hakan sinirle. Hülya'yı musluğa doğru eğdiği sırada Hülya bağırıyor, ağlıyordu.
"Kör edecekti resmen beni! Her yerim yanıyor Hakan!"
"Ben yapmadım," dedim kalbim deli gibi çarparken. Başım camdan dışarıya çevrildiğinde meraklı bir kalabalık gördüm. Bomboş sokak bir anda bağırışlara doğru bir mıknatısla çekilmişti sanki. Pastanenin içini sokaktan izledikleri sırada gözlerim dolarak başımı Hakan'a çevirdim, "Ben yapmadım diyorum."
"Kes be!" dedi Hülya yüzünü yıkayıp doğrulurken. Bana döndüğünde yüzü kıpkırmızı olmuş, bedenindeki hararet gözlerine taşmıştı. Canının acısından ağlarken sinirle Hakan'a döndü, "Hemen Kara abiyi ara, şuna ceza kesilsin!"
"Ya sen sıkıntılı mısın?" dedim korkuyla, "Allah'ın manyağı, durduk yere başıma neden iş açıyorsun?"
"Hemen dedim!" dedi Hülya ve eliyle yüzüne hava çarpmaya başladı. Hakan telaşla telefondan numara tuşlarken ne yapacağımı bilemez bir şekilde hızla dükkandan çıktım.
"Kaç kaç! Birazdan evine çarpı attıracağım senin!" diye bağırdı Hülya arkamdan, "Doğup büyüdüğüm mahalleli iki günlük kızın bana yaptıklarını duyduğunda elbet cezanı verecek. Sen hiç merak etme!"
"Aptal!" diye bağırdım ve hızla apartman kapısını açıp merdivenleri tırmanmaya başladım. Sinirden bağırarak avuç içlerimi sıkıyordum. Korkuyla eve girip kapımı kilitledim ve dış kapıya doğru sertçe vurdum, "Ruh hastası! Allah'ın manyağı!"
Saç diplerimi tutup hızla dış kapıya doğru sırtımı dayadım ve yavaşça çöküp yere oturdum, "Of!" diye bağırdım. Sinirden bedenim alev almıştı. Kara tabii ki de elinde büyüyen o kızı yaktığımı düşünerek beni cezalandıracaktı.
O kız Kara'nın mahallesinin bir üyesiydi, ben ise her ne kadar aksini iddia etsem de o kızın karşısında sadece mahalleye yeni gelmiş bir yabancıydım, "Sıçtığımın mahallesi! Bir tane normal yok!"
Korkuyla ayaklandım ve balkona çıktım. Dükkanın önü bomboştu. Bu, Kara'nın olay yerine geldiğinin habercisiydi. Kara alt kattaydı, kim bilir o hasta kız benim hakkımda neler anlatıyordu. Sinirle içeri geçtim ve volta atmaya başladım. Saçlarımı kaşıyarak sürekli söyleniyordum.
Sonumun geldiğinin farkındaydım. Durduk yere başıma bir iş açılmıştı. Kara'ya aşık olan aptal bir ergenin aklınca beni ekarte etme isteği yüzünden belki de hayatımın en kötü dönemi başlayacaktı. Ağlamaya başladığımda sinirle ayağımı yere vurdum. Öfkeden delirdiğim sırada dış kapı beş kez kibarca tıklatıldı.
Tak-tak...Tak tak tak.
Nefesim kesildi.
Göz yaşlarım asılı kaldı.
Minik adımlarla kapıya doğru ilerlediğim sırada mahallelinin şimdiden beni rahatsız etmeye geldiğini düşünüyordum. Avuç içlerimi kapıya dayadım ve parmak ucuna kalkıp delikten baktım.
Bir karanlığın ortasına yakılmış meşalenin saçtığı mavi alevleri gördüm.
Kapının kilidini açtım ve kapıyı hızla çekerek gözlerine yakından baktım. Başımı kaldırıp ona çaresizce baktığım sırada ifade kullanmadan, öylece bana bakıyordu.
"Merhaba," dedi düzlüğü çalkalayan bir sesle. Kara'nın sesi bazen bana ziftlerin arasına karışan zakkumların lekelenmesi gibi hissettiriyordu, "Bir sorun olmuş, çözelim."
Kara bence dünyanın en korkunç adamıydı, çünkü bilinmezlik onun önünde diz çökmüştü. Bilinmezliği ürpertirdi insanı. O kadar sakin ve sessiz konuşurdu ki, ne yapacağını asla kestiremezdim. Sinirli olup olmadığını, eğlenip eğlenmediğini çözemezdim. Bazen mimiklerini kontrol edemezdi yalnızca, o zamanlar anlardım ruh halini. Şu an karşımdaki ifadesinin donukluğu beni çokça germişti. Bana öfkeli miydi, yoksa umursamaz mıydı bilemediğimdendi gerginliğimin sebebi.
"Ben yapmadım," dedim başımı olumsuz anlamda sallarken. Ağlamaya başlarken çaresizce ona bakarak dudaklarımı birbirine bastırdım, "Kendi kendine yaptı, yemin ederim ben yapmadım! Sana aşık olmuş, ruh hastası işte! Kıskandı beni, sen dün beni eve bıraktın ya! Yemin ederim ben yapmadım!"
Kaşları şaşkınlıkla çatıldı ve başını hafif yana attı. Mavileri koyu kirpikleriyle ahenk içindeyken dağınık saçları ve kirli sakalına gözlerim sırasıyla gidip geliyordu. Her bir karesi dikkat çekici, teni davetkardı, "Bana aşık olduğu için mi ruh hastası, yoksa ruh hastası olduğu için mi bana aşık, orayı tam anlayamadım."
"Ne?" dedim ağlamam duraksarken. Burnumu çektim ve elimin tersine burnumu sildim, "Ne diyorsun Kara?"
"Takılıyorum öyle sana," dedi ve ifadesini yumuşatıp yavaşça sırıttı, "İftira olduğunun farkındayım."
"Kara?" dedim gözlerim kocaman açılırken.
"Melek?" dedi. Gülümsüyordu. Yumuşak çıkarttığı sesi, tonunun koyuluğuna rağmen saç okşarmışçasına bir şefkat uzatmıştı bana.
"Yemin ederim ben yapmadım. Lütfen mahalleli beni linç etmesin." Gülümsemesini çözemiyordum. "Bana gerçekten inanıyor musun, yoksa dalga mı geçiyorsun şu an?"
"İnanmıyorum sana," dedi ve bana doğru yavaşça eğildi. Yüzlerimiz eşitlendiğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum. Keskin ifadesi sırıttığında daha da dikleşiyordu, "Yapmadığını biliyorum."
Eli yanağıma gittiğinde nefesimi tuttum. Hararetten kavrulan yanağımı tuttu, "Bilmek inanmaktan çok daha güçlü bir silahtır, küçük kiracı."
Kocaman eli buz gibiydi. Baş parmağı burnumun altına dokundu ve burnumun altına parmağını kibarca bastırıp sildi, "Senin gibi bir sümüklünün bir başkasına zarar vermeyi bırak, bunu aklından bile geçiremeyeceğini biliyorum."
Eli yüzümden çekilirken nefes almaya başlamıştım. Parfümü bir anda ilişti ciğerlerime. İçim hoplarken kocaman bedenini doğrulttu.
Başım yukarı doğru kalktı ve ona şaşkınlıkla bakmaya başladım, "Geçirememek değil, geçirmemek. Ben ezik biri değilim, Kara. Ben yalnızca kibarlığı tercih ediyorum."
"Hım," dedi dudaklarını birbirine bastırıp. Sırıtıyordu. Alaycı ifadesi sinirleri kat ve kat arttırırdı, "Evet sen ezik bir kız değilsin, sadece fazla masumsun..." Tekrar eğilip başlarımızı eşitlediğinde bu sefer nefes almayı kesmemiştim. Parfümünü içime doldurmak istiyordum.
"...Ve masum bir meleği şeytan diye pazarlamaya çalışanların karşısına gerçek bir deccalin çıkması gereklidir."
"Deccal dediğin kim?" diye sordum şaşkınlıkla, "Mahalleli mi?"
"Cık," dedi ve doğrulup arkasını döndü, "Benim."
Merdivenlerden indiği sırada şaşkınlıkla sırtını izliyordum.
"Sevdiği için insan şeytana dönüşemez mi?" diye sordum merakla. Bedeni duraksadı. Bana döndüğü sırada içinde bir düşünce akımı dolanıyordu, "Bu kıza elinde olmayan duyguları için ceza vermek adaletli mi?"
"Hem de nasıl," dedi bir basamak yukarı çıkarken. Mavileri parlıyordu, "İnsanlar şeytana dönüşebilir. Ama unutma ki şeytan diye bir şey varsa şahit," Sesi kopkoyu, cümleleri ağır ağır çıkıyordu, "Şeytan çok zeki bir varlık, kiracı."
"Bu kız zeki değil mi?"
"Değil," dedi eli tırabzana giderken, "Cesaret ve zekayı karıştırıyorsun."
"Şeytan da cesurdu," dedim kollarımı bağlayıp omzumu kapıya yaslarken, "Ama bence akıllı değildi. Öyle olsa Allah'a başkaldırmazdı."
Kara başını hafif yana atıp sırıttı, mavileri kısıldı. İşaret parmağını apartmanın tavanına doğru tuttu, "Tepede bir varlık olduğuna inanmıyorum, ama yaratıcının gözlerine bakarak başkaldıran ve bu meşakkat sayesinde cehenneminde kendi imparatorluğunu kuran bir varlığın zekasını hafife alma."
"Cayır cayır yandı şeytan," dedim şaşkınlıkla, "Özgürlük bu mu, Kara?"
"Tabii," dedi gülümserken, "Tek bir şartla. Özgürlüğün için başkalarını yakarken kendin de yanmalısın. Bu kız seni yakmak istedi, ama kendi yanmadı. Hani taallukata karşı adalet?"
"Kendini sıcak bir çayla yaktı, ama aslında beni yaktı," dedim onun cümlesini kendimce evirerek, "Şimdi anladım demek istediğini, Kara."
"Padişaha karşı çıkmak cesarettir, kendi krallığının sahibi olmak ise zeka." dedi gülümserken. Bana bir şeyler öğretmek onu memnun etmiş gibiydi, belki de onu anlayan ya da anlamaya çalışan birilerini görmesindendi hoşnutluğu.
"Bu mahallenin padişahı sensin o halde," dedim kıkırdarken.
"Bu mahallenin Allah'ı benim. Şimdi inip o yarım akıllıya kim olduğumu hatırlatmam gerekiyor, izninle."
Basamakları inmeye başladı. Bir elime anahtarımı aldım ve merakla peşinden koşuşturmaya başladım, "Kara! Dursana! Ne yapacaksın ona! Bana da anlat!"
Apartmandan çıktığı sırada hız kesmeden basamakları ikişer ikişer iniyordum. Bir gösteri olacaktı, bu belliydi. Bunu kaçırmak istememiştim. Belki de merakın öldürdüğü kedinin topraklarında benim için de bir mezar kazmalılardı.
Apartmanın kapısını aralayıp başımı dışarı doğru uzattım. Hande bir eli belinde, telaşla pastanenin dışında Hülya'ya bir şeyler anlatıyordu. Hakan pastanenin içinden olayları takip ediyordu.
"Hande, fırla yanıma," dedi Kara. Hande ile Hülya başlarını ayna anda ona doğru çevirdiler. Kapıdan başımı uzatmış, öylece onları izliyordum. Kara eliyle gel işareti yaptığında Hande elini belinden çekti ve telaşla abisine doğru ilerlemeye başladı. Hülya'nın yüzü kabarık kabarık, göz damarları çatlaktı.
"Buyur abi," dedi Hande korkuyla, "Ne istemiştin?"
"Dibimde dur," dedi Kara ve ellerini geriye doğru bağladı. Hande ile ikisi yan yana dikilirken Kara başını omzundan arkaya doğru çevirdi. Benim yerimde olup olmadığımı kontrol etti. Bir motor mahalleyi gümbürdeterek girişte belirince başını girişe çevirdi. Motoru kullanan deri ceketli oğlan heyecanla bağırıyor, dilini çıkartmış sağa sola başını sallıyordu.
"Zeki abi mi geldi?" dedi Hande şaşkınlıkla, "Ne yapıyor buralarda?"
Zeki büyük motoru pastanenin dibine çekti. Motoru kapatmadığı için boğuk çıkan o gürültülü sese egzozun dumanları eşlik ediyordu, "Kara! Nerede lan o küfran abidesi!"
Kara sırıtarak kaşları ile Hülya'yı gösterdi. Hülya ne yapacağını bilemez bir şekilde anlamsızca Zeki'ye bakarken Zeki bir ayağını yere dayadı ve hafif eğdiği koca motorundan inerek motorun koltuk kısmını havaya kaldırdı, "Ah işte, adalet öğrencisi olmanın en zevkli yanı! Adaleti okurken bir yandan da adalete şahitlik ediyoruz."
"Yeni gelen kız beni yaktı!" diye bağırdı Hülya, "Öldürün o kızı! Tüm mahalle başkaldırın, beni yakan kızı çöp bidonuna atıp ateşe verelim!"
Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Zeki kahkaha atarak motor koltuğunun altından avuçladığı pet şişeyi inceledi. Pet şişenin içinde şeffaf bir sıvı vardı.
Hülya'ya doğru ilerlerken pet şişenin kapağını açıyordu, "İleride savcı olacağım, o zamana kadar adaleti kendi yöntemlerimizle sağlamak zorundayız," dedi ve Hülya'nın dibinde bitti, "Hanım kızım, söyle bakalım. Çayı nerene dökmüştü o alçak yeni gelen küçük kız?"
"Burama," dedi Hülya şaşkınlıkla yüzünü gösterirken, "Yüzüme, gözlerime... Buralarıma. O elindeki ne Zeki abi?"
Hülya'ya doğru ilerlerken pet şişenin kapağını açıyordu, "İleride savcı olacağım, o zamana kadar adaleti kendi yöntemlerimizle sağlamak zorundayız," dedi ve Hülya'nın dibinde bitti, "Hanım kızım, söyle bakalım. Çayı nerene dökmüştü o alçak yeni gelen küçük kız?"
"Burama," dedi Hülya şaşkınlıkla yüzünü gösterirken, "Yüzüme, gözlerime... Buralarıma. O elindeki ne Zeki abi?"
"Oralarına mı döktü?" dedi Zeki alt dudağını büzerek, "Oy benim güzel bebeğim... Bak ben şimdi hemen senin oralarını iyileştireceğim." Durup Hülya'nın yanında dikilen adama baktı. "Oktay? Sen ne yapıyorsun lan?"
"Abi bir çay ile yakma konusu geçmiş," dedi Oktay aç bir kurt gibi dikilirken. Pislik gibi görünüyordu adeta. Kaşları ile benim balkonumu gösterdi. "Hülya bizim bebeğimizdir. Yeni gelen kızı mimletmek ve çöpte yakmak istiyoruz. Ben yakacağım eğer size uyarsa."
"Öyle mi?" dedi Zeki kahkaha atarken. Bir anda havaya zıpladı. "Yaşasın! Yaşasın!"
Hızla Kara'ya döndü. "Oğlanı alıyorum?"
Kara yavaşça başıyla onayladı. Gülümsüyordu. Zeki pet şişedeki sıvıyı bir anda Oktay'ın yüzüne doğru savurdu. Kendisi birkaç adım geriye attı ve elindeki şişenin kapağını kapatıp hızla motoruna doğru ilerlemeye başladı. Hülya da bu arbede sırasında gözlerine kaçan ve tüm yüzüne sıçrayan sıvı ile bir anda çığlık atarak yere doğru oturdu.
Hande korkuyla ona doğru adım attığında Kara kolundan tutup onu geriye doğru savurdu, "Dibimde dur demedim mi ben sana?"
"Abi!" dedi Hande korkuyla, "Ne oluyor! Ne fırlattı Zeki abi!"
Oktay'ın bağırışlarındaki infilak kopma noktasına gelmişti. Deli gibi bağırıyor, haykırışları yan mahallelere kadar çıkıyordu. Zeki başıyla Kara'ya selam verip motoruna atladı ve kahkahalar atarak gözden kayboldu.
"Kezzap mı döktünüz?" dedi Hande korkuyla abisine bakarken, "Abi bunu neden yaptınız? Hülya'ya da sıçradı biraz! Of!"
"Madem arkadaşın bazı uğurlarda kendini yakıyor, bunu yaparken de masum bir meleği kendiyle bir götürmek istiyor..." Elleri birbirine arkadan bağlı bir şekilde sırıtarak başını kardeşine doğru çevirdi, "...bırakalım da hak ettiği gibi yansın."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |