"Bir ömür boyu taşları üst üste yığsa da hiç kimse bahçesine piramit dikmeyi başaramazdı."
-simyacı.
35
Herkesin hudutları vardı. Her insan yapabilecekleri ile sınırlıydı. Olmalılardı da. Bazen kaderimizin bize önceden sunulduğunu ama cüzi irademiz için de bir kalemin elimize tutuşturulduğunu düşünüyordum. Yaptıklarımızın bedellerini ödeyecektik. Zannımca kaderimize mahkum edilmiştik.
Kollarının arasında uyuduğum adam da benim kaderimdi. Böyle düşündüm. Çok düşündüm. Kara'ya sevgililer gününde hediye ettiğim o kitapta, her küçük ihtimalde bambaşka bir hayatı olabileceğini fark eden o ana karakter gibi değildim. Benim her hareketim, her sonucum ve her kaderim de Kara'ydı.
Dünyaya yüz milyon kez de gelsem ben ona zimmetli hissetim. Ruhlarımız mühürlüydü. Onun, zamanında Manisa'da ne yaptığını bilmiyordum ama o gün ben kaybolmasaydım da o yine gelip beni bir yerden kurtarırdı.
Boynunu yavaşça öptüm. Sıcacıktı. Kara'nın sakin atan kalbi yanağımı pışpışlıyordu. Biraz kıpırdandığımda hızlı bir nefes verip başını kaldırdı. Uyku serserimi dudaklarını yaladı ve tekrar başını yastığa koydu. Saçlarımı sevmeye başladı. Sanki benim uyanmamla o da uyanmaya programlamıştı kendini.
"Günaydın Kara," dedim uykulu sesle. Odanın içini cam balkondan dolan hüzmeler aydınlatıyordu. Mırıldandım ve boynunu bir daha öptüm. "Bugün evliliğimizin gündönümü."
"Günaydın güzel kiracım," dedi ve duraksadı. Birkaç saniye sonra düzeltti. "Günaydın güzel karıcım."
Sırnaştım ona. Onunla uyanmak güzeldi. Gece duş aldıktan beridir uyuyorduk. Yanağım onun omzunu sıcacık etmişti. Hoş, o da hep ruhumu ısıtandı. "Bugün balayı yerimize mi gideceğiz?"
Mırıldandı evet anlamında. Doğrulup gözlerimi ovdum ve etrafa bakındım. "Neyle gideceğiz? Nerede balayımız? Uzakta mı?"
"Uçacağız," dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm. Gözleri kapalı uyukluyordu hala.
"Gerçekten mi? Yani nasıl olacak ki o? Ben hiç uçağa binmedim biliyor musun Kara?"
Gözleri kapalı sırıttı. "Biliyorum," anlamında mırıldandı. Yataktan kalkıp hızla etrafa bakındım. Bedenim çıplaktı ama içerisi sıcaktı.
Valizimi açıp üzerimi giyindiğim sırada Kara ayaklanmış, ağzındaki sigara ile arka bahçeye çıkıyordu. "Bahçeli bir evde oturmak ister miydin?"
"Bilmem," dedim elbiseyi üzerime giyerken. "Yani, ben evimizi seviyorum. Mahallede bir sürü dostum var. Onları da seviyorum. Hem," dedim onun peşinden çıkarken. "Hem bizim Menemen'de bir evimiz yok mu? Her sene kutlayacağız orada yeni yılı, on sekiz aralıkta. Tanışma tarihimiz çünkü."
Şaşkındı bana dönerken. Birkaç saniye yüzümü inceledi ve gözlerini kısmasına neden sigarayı dudaklarından çekip yavaşça başımı öptü. "Sen böyle konuştukça yemin ederim seni çok pis yiyesim geliyor."
Sigarayı tekrar dudaklarına götürdü ve havuzun karşısındaki banka oturdu. "Kalbim tekliyor amına koyayım."
"İyi misin?" dedim şaşkınlıkla ona adımlarken. "Ne yapalım? Doktor çağırayım mı?"
"Yok," dedi ve derin bir nefes alıp sigarasını içine doldurdu. "Sanırım son birkaç gündür yaşadıklarımızın heyecanı. Bedenim algıladı ama aklım hala benim olduğunu kabullenemiyor. Sanki ben şizofrenmişim de kafamda seni kendime almışım gibi," dedi ve aralık ağzıyla başını oturduğu yerden bana kaldırdı. Masmavi gözlerini kıstı. "Gerçeksin, değil mi lan?"
Ona doğru eğilip yavaşça aralık dudaklarını öptüm. Geri çekilirken dudaklarıma dokunan sigara kokusunu yaladım. "Gerçek gibi değil miydi bu?" dedim yavaşça.
"Bilemedim," dedi ve etrafa baktı. Dudaklarını yaladı. "Tekrarlasana bir, tam emin olayım."
Yeniden eğilip yavaşça dudaklarını öptüm ve hızla çekildim. "Yok," dedi etrafa bakarken. "Anlamıyorum amına koyayım. Bir daha tekrar eder misin?"
"Kara!" dedim gülerek koluna vurarak. "Bunu da mı anlamadın? Öyleyse ısırayım kolunu anla anyayı Konya'yı."
Sırıtarak sigarasını yana doğru ezdi. Her konuştuğunda ağzından dumanlar çıktı. "Anladım güzel kiracım. Güzel karıcım," dedi ve ayaklandı. "Alışamıyorum. Gerçek değil gibi diyorum sana."
Kara'nın evliliğin ilk gününü kabul etme ve idrak aşamasında gülerek valizimi toparladım. Bu sırada eve temizlik şirketinden iki kadın geldi. Oradan çıktığımız sırada pantolonunun içine gömleğini sokuşturuyordu.
"Bu eve bayıldım," dedim şirin bir sesle. "Çok fazla anımız oldu bu evde!"
"Değil mi?" dedi ve anahtarı çıkartıp bana uzattı. "Anıları biriktirmek görevim. Buyur."
"Sahibine mi teslim edeyim?" dedim anahtarı elinden alırken. "Ne yapacağım bu anahtarı?"
"Ben sahibine teslim ediyorum," dedi ve yerde duran valizimi alıp arabaya doğru ilerlemeye başladı. "Sana ilk kez dokunduğum eve bir başkasını sokacağımı düşünmedin herhalde."
"Bizim mi bu ev?" dedim hızla peşinden ilerlerken. "Bize mi aldın evi?"
"Sana aldım," dedi ve bagajı açtı. Valizimi bagaja koyup bu sefer kapımı açtı, oturmam için bekledi. İçeri geçtiğimde kapıyı kapattı ve önden dolanarak arabaya bindi.
Şaşkınlıkla anahtarı kendi anahtarlığıma taktığım sırada sırıtıyordu. "Heyecanını yesinler lan senin."
"Kara bir sürü evimiz oldu!" dedim ona dönerken. Arabayı yola çıkartmıştı. "Şimdiden bakıyorum," dedim ve parmaklarımla bir bir saydım. "Bir, Han Mahallesi'ndeki... İki, Menemen'deki... Üç, Efes'teki! Bir de teknemiz var!"
"Bir de helikopterimiz var," dedi otobanda geriye yaslanıp biraz gaza basarken. "Şimdi de ona binip gideceğiz. Yolculuk biraz uzun sürecek. Affet."
"Ne?" dedim gözlerim kocaman açılırken. "Helikopter mi? Kara biz zengin miyiz?"
"Ben dünyanın en zengin adamıyım," dedi ve elini bana doğru uzattı yolu izlerken. "Benden zengin bir eleman olduğunu sanmıyorum bu dünyada." Elimi elinin üzerine koyduğumda yavaşça avcumu öptü. "Tüm heriflerin kıskanacağı bir adamım. Seni karım yaptım amına koyayım. Dahası mı var?"
"Bir de şu dilini ayarlayabilsen," dedim kıkırdakren. "Yani biraz daha az küfür etsen aslında çok romantik şeyler söylüyorsun. Ama sonuna hep bir küfür..."
Boğazını temizledi. Söylediğim şeyle sanki kendi söylediklerini fark etti. Sanırım hep otomatik küfrediyordu.
"Bilinçli değildi. Affet, güzel kiracım. Sikeyim, karıcım. Hay sikeyim! Dur yok sikmeyeyim," dedi ve bıkkın nefes verdi. "Affet bebeğim."
"Salaksın!" dedim gülerken. "Sen tam bir şebeleksin Kara! Karişsin hatta. Karişim."
Yolu izlerken anlamsızca kaşları çatıldı. "Neyişim dedin anlamadım."
"Karişim," dedim ve camdan dışarı bakıp kıkırdadım. "Benim tatlı şapşik Karişimsin."
"Kariş nedir?" dediğinde başımı yan profiline çevirdim. Anlamsızca yola bakıyordu. "Daha karizmatik bir lakap bulamadın mı kocana?"
"Hayır bir kere Kariş çok şeker," dedim omuz silkerek. "Böyle diyeceğim sana."
"Pekala," dedi arabayı tepeye çıkartırken. "Kariş yesin götünü."
"Ay yemesin," dedim ve dışarıdaki ağaçları izlemeye başladım. "Isırmasın beni canım acır."
"Ham yapsın," dediğinde utanarak camımı açtım.
"Yapmasın," dedim ve elimi dışarı uzattım. Koluma rüzgar çarptı.
"Kariş seni ham yapacak," dediğinde ona döndüm ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Büyük bir araziye doğru direksiyonu kırdı. "Uçuracak Kariş seni."
"Ya Kara," dedim yanaklarım ısınırken. "Çok açık konuşuyorsun her seferinde. Sadece ayıplı şeyler yaparken böyle konuş lütfen."
"Kızım kinaye yapmadım ciddili uçacağız," dedi ve arazide sürerken kaşları ile yolu gösterdi. "Aha bak helikopter orada."
Başımı oraya çevirdiğimde bir çocuk gibi heyecanlıydı. Arabayı durdurup indi ve hızla önden dolanıp kapımı açtı ama hala helikoptere bakıyordu. İndiğim sırada gülüyordum.
"Hey yavrum hey, şu yakışıklılığa baksana Melek," dedi hayranlıkla helikopteri izlerken.
Arabadan inip eteğimi düzelttiğim sırada hızla bagajdan valizimi aldı ve elimden tutup bizi piste doğru ilerletmeye başladı. Tepedeki pervanesi dönen helikopter eteğimi uçurduğu için diğer elimle elbisemi çekiştiriyordum.
"Karahan Çakır!" dedi bir adam bize doğru adımlarken. Kollarını iki yana açtı gülerek. "Mənim əziz dostum!"
Kara'nın arkasına saklandım çünkü iki metreden uzun adam beni korkutmuştu. Saçları yoktu. Kel bir adamdı ve ona zıt sakalları uzundu. Gözünün yanında bir silah dövmesi vardı. Simsiyah bir pardösü giyiyordu.
"Nasılsın Balaca?" dedi Kara onunla tokalaşırken. "İşler nasıl Bakü'de?"
"Eyvallah," dedi Balaca güler yüzlü bir şekilde. Bana doğru başını eğip gülümsedi. "Yenge merhaba. Memnun oldum," diyerek elini uzattı. Korkuyla Kara'nın arkasından elimi uzatıp onunla tokalaştım. "Bu şerefsizi pek severim. Amma bu aralar arayıp sormuyor. Biraz kırgınım."
"Yoğunum bu aralar kardeşim, yoksa biliyorsun sensiz yapamam," dedi Kara valizi helikopterin içine sokarken.
"Hadi lan oradan peyser herif seni," dedi Balaca sırıtırken. "Bakü'ye gelme sözü verirsen kimliği veririm ancak."
"Geliriz tabii, kız dolaşır hem oralarda," dedi Kara ve bir elini açıp ona uzattı. "Patlamam değil mi len?"
"Benim yaptığım bir kimlik ile?" dedi Balaca şaşkınlıkla ona kimliği uzatırken. "Bunu hiçbir Arap gerçeğinden ayıramaz. Ayırırlarsa gel suratıma işe."
"Çok güven verdin birader," dedi Kara kimliği eline alıp incelerken. "Eyvallah. Sağ olasın."
"İyi tatiller," dedi Balaca ve bana elini salladı. Ona korkuyla el salladığımda kendi gibi kocaman bir arabaya ilerledi. Kapısını açan şoförü, Balaca içeri oturduğu gibi koşarak arabaya bindi ve arabayı hızla oradan uzaklaştırdı.
"Bu ne Kara?" dedim merakla elindeki kimliğe bakarken.
"Hayat anlamım benim sabıkalar var ya hani," dedi ve bana dönüp gülümsedi. "Yurt dışına çıkmamam gerekli. Sağ olsun Balaca güzel bir kimlik ayarlamış. Severim bu piçi. İyi adamdır."
"Yakalanırsan ne olur?" dedim bana elini uzattığı sırada.
"Yarağı yerim."
Elini tuttuğumda beni helikoptere bindirdi. İçerisi moderndi. Alkoller, dergiler, büyük plakçalar vardı. Karşılıklı deri koltuklardan birine oturdum ve etrafa bakındım. Helikopter pilotu ön bölmeden bindiğimizi fark ederek başını bize çevirdi.
"EC135 kalkışa hazır efendim," dedi ve bir anons geçti. "Kule radarına girmemek için gerekli sinyalleri sağlıyoruz."
Bir başka adam helikopterin kapısını kapatıp öne, pilotun yanına otururken ben merakla etrafı inceliyordum.
"Düşmeyiz değil mi?" dedim merakla.
"Ben yanındayken?" dedi alayla ve geriye yaslanıp kendi için aldığı minik sırt çantasını bacaklarının arasına çekti.
Eğilip fermuarını açtı ve bir kitap çıkartıp geriye yaslandı. "Bak bunu okuyalım mı beraber?"
"Okuyalım," dedim heyecanla yanına yanaşırken ama etrafa bakmaktan kitaba odaklanamıyordum.
"Al bakalım," dedi ve siyah kocaman bir kulaklık uzattı. "Minik kulakların acımasın. Tak bunu, gürültü engeller."
Kulaklığı başımdan geçirip başımı camdan dışarı çevirdim. Yavaş yavaş kalkmaya başladık. Heyecanla Kara'nın kolunu tuttum ama o elindeki kitabı okuyordu. Bana döndü ve yavaşça başımdan öptü. "Korkuyor musun?"
"Çok yükseldik!" dedim bağırarak. "Kara baksana!" İşaret parmağımla aşağıdaki minyatüre dönmüş evleri gösterdim. "İzmir minicik oldu! Çok güzel!"
"Çok güzel," dedi. Kısık söylediği için az buz duydum. Ona döndüğümde beni izliyordu. Gülümsüyordu. "Alışagelmemiş bir güzellik."
Başımı camdan dışarı çevirirken gülümsüyordum. Heyecanla aşağıdaki manzarayı izlediğim sırada Kara gülümseyerek kitabına döndü.
Merakla ellerimi birbirlerine bağladım ve yer yer gördüğüm binaları ona gösterdim. Büyük Atatürk Stadyumu'nu görüp ona döndüm. "Baksana! Futbol maçları yapılan yer! Gerçekte ne kadar kocaman ama burada küçücük!"
"Gitmek ister misin bir gün?" dedi kitabını okurken.
"İsterim," dedim heyecanla stadyumu izlerken. Boğuk seslere dayanamayarak kulaklığı çıkarttım. Sesler netleşti. Pervanenin sesi gerçekten de yüksekti.
"Göztepe-Karşıyaka maçını izleyelim mi? O maçlar çok heyecanlı oluyormuş. Sanırım onlar Galatasaray ve Fenerbahçe gibi düşmanmış Kara!"
"Öyle bebeğim," dedi kara mavileri kitapta dolanırken. "Sen hangisini tutuyorsun?"
"Hım," dedim parmağımı dudaklarımın arasına bastırıp. Artık tamamen tepedeydik ve İzmir'den uzaklaşıyorduk. Karşıdaki kasanın içindeki büyük viski şişesi ve sarı kırmızı porselen bardakları gördüm. "Göztepeliyim. Sarı kırmızıyım. Sen?"
"O halde ben de," dedi gülümserken. "Baksana şu kısma," dediğinde eğilip kitaptaki satıra baktım. "Kitaptaki çoban iki kez üst üste rüya gördü. Rüyasında bir hazinenin yerini tarif eden bir çocuk var. Çocuk tam hazinenin yerini söyleyeceği sırada çoban uykudan uyanıyor. Şimdi de dayanamadı, pılı pırtı topladı hazineyi aramaya gidiyor."
"Kara ver bakayım," dedim hızla kitabın son sayfasına çevirirken.
"Dur dur ne yapıyorsun kızım?" dedi hızla kitabı elimden alıp.
"Sonuna bakacağım işte, çoban hazineyi bulmuş mu ona bakacağım."
"Öyle olur mu güzel karıcım?" diye sordu şaşkınlıkla. "O zaman tüm bu okuduklarımızın, heyecanın ne anlamı kalır?"
"Ya olsun çatlarım!" dedim ve hızla kitabı elinden çekip aldım.
"Okusan da anlamazsın sonu," dedi tekrar elimden alırken. "Hazineyi bulamayacak belki ama çok daha önemli bir şey öğrenecek. Ya da bulacak ama bu uğurda çok şey kaybedecek. Bırakalım da kitap anlatsın."
"Of!" dedim sinirle geriye yaslanırken. Yüzümü ekşitip onu taklit ettim. "Hem sanki sen okumadın bunu? Çok ünlü bu kitap. Eminim ki okumuşsundur."
"Çocukken okumuştum ama şimdi tekrar okuyasım geldi. Canım çekti," dedi bana dönerken. "Hem ben bu kitaptaki hazinenin olduğu iddia edilen yere götüreceğim seni. Hazine avlayacağız."
"Neredeymiş Kara?" dedim gözlerim kocaman açılırken. Başım camdan çevrildiğinde artık alçalıyorduk. Kocaman bir araziye iniyorduk ama ağaçların yaprakları sarsılıyor, rüzgar deli gibi çevremizdeki çalı çırpıyı uçuruyordu. "Geldik mi yoksa?"
"Son bir durağımız kaldı," dedi. Helikopterden indiğimizde bacaklarım üşüyordu. Bacaklarım boşluğa düştü gibi oldu.
Bir başka araba bizi karşıladı ve kapımızı açtı. İçine bindiğimizde Kara kitabı okumayı bırakmıştı.
Alanya Yat Limanı'na varmıştık. Ben merakla etrafı izliyordum. Turistler bahar yağmurlarına rağmen buradaydı. İzmir'dekinden daha fazla insan vardı.
"Şu çocuğa bak," dedim kıkırdarken. "Güneş gözlüğü takmış bu havada. Deli mi ne?"
Kara elimden tutup bizi limandaki bir tekneye bindirirken ben içime deniz havası dolduruyordum. "Önce uçtuk şimdi de yüzeceğiz!"
"Öyle yapacağız bebeğim," dedi ve başımdan öpüp valizi üst kata çıkarttı. "Sen bu odada dinlen bakalım. Ben kaptan ile aşağıda olacağım. Birazdan çalışanlar sana yiyecek getirir."
"Tamam Kara," dedim kıkırdayarak yatağa atlarken. Durup ona döndüm ve sırtımı yatak başlığında dayadım. "Tamam aşkım."
"Aşkın seni ham yapacak," dedi sırıtırken. Birkaç adım attı ve eğilip sertçe dudaklarımdan öptü. "Ölsün sana aşkın."
"Ölmesin Kara," dedim dudaklarımı birbirine bastırıp. Tadı iştah açtı.
Kitabı başucuma koydu. "Bak bakalım hazineyi nerede arayacakmışız?"
"Bakayım," dedim ve bir bacağımı diğerinin üzerine atıp kitabı önüme aldım. Yatakta iyice yayılıp odaya gelen meyve ve sandviçi yerken bir yandan da teknenin üst katından Alanya'dan uzaklaşmamızı izledim.
İki gün denizde kaldık. Kimi zaman onunla baş başa Akdeniz'i izledim. Kimi zaman merakla Simyacı adlı kitabı okudum. Çok merak ediyordum ama bilerek sonunu açmadım. Kitaptaki çobanın hazineyi bulmak için piramitlere gittiğinin farkındaydım. Biz de oraya gidiyorduk. Belki de Kara oradaki hazineyi bulmuştu.
Gözlerimi açtığımda Kara boynumdan öptü. Yerimde kıpırdanıp gözlerimi ovdum. "Geldik mi Kara?"
"Geldik güzel karıcım," dedi ve ben uyurken üzerime örttüğü ceketini eline aldı. "Hadi kalk bakalım."
Bambaşka bir alfabe ve bambaşka bir rüzgar ile karşılaştım. Kahire, Antalya'dan sıcaktı. Gözlerimi kırpa kırpa tekneden indim. Yürüdükçe bedenim sağa sola sallanıyordu.
Bir başka arabaya bindik. Bir sorun çıkmamıştı Kara'nın kimliğinde. Hoş, çıktıysa da ben esneyerek sağı solu izlediğim için anlamamıştım.
"Selamın Aleyküm," dedi şoför arabayı kullanırken. Başım Kara'nın omzuna yaslı, uyukluyordum.
"Aleyküm Selam," dedim sinirle, Kara cevap vermediği için. "Allah'ın kafiri," diye mırıldandım ve sesimi yükselttim. "Ülkenizi çok beğendik. Bayıldık! Maşallah habibi!"
"Abla ben Adıyamanlıyım," dedi şoför iki eliyle sıkıca direksiyonu tutarken. "Piramitlere gidecekmişsiniz ondan sizi götürmeye geldim. Merkezde yaşıyorum."
"Evet, hazine arayacağız!" dedim heyecanla başımı kaldırıp Kara'ya bakarken.
Benim kadar yorgun durmuyordu. Bayıkça güldü. "Yerini de söyle bizi kitaptaki haydutlar gibi deşsinler bebeğim," dedi sırıtarak.
"Ay yok!" dedim hızla tekrar Kara'nın omzuna başımı yaslarken. "Şaka yaptım Adıyamanlı Beyefendi. Biz turist olarak geldik. Eşim zaten zengin. Hazine falan aramıyoruz yani."
"Karahan abiyi tanımam mı ben hiç abla?" dedi adam arabayı kullanırken. "Özel istek için geldim sizi almaya. Buralardayım senelerdir. Tur rehberliği yapıyorum."
"E sen de her boku biliyorsan niye beni uğraştırıyorsun!" dedim sinirle.
"Ne dedim ben abla?" dedi adam şaşkınlıkla.
"Kızdırma patronu kardeşim," dedi Kara sırıtırken. Başımı tekrar onun omzuna yasladım ve kıkırdadım.
"Evet Kara ben patronum," dedim sesimi şeker çıkartarak. "Çok merak ediyorum," diye fısıldadım. "Acaba hazineyi bulabilecek miyiz?"
"Bitirdin mi kitabı?"
"Yok bitiremedim ama dayanamayıp sonunu okudum," dedim kıkırdayarak. "Buldu hazineyi."
"Aferin sana," dedi sırıtarak. "Ne laf dinlemez bir kızsın sen amına koyayım."
"Küfür yok Çakır," dedim esneyerek doğrulurken. Camdan dışarı baktım. Sarı taş binalar en fazla iki katlıydı. İnsanların peçeleri, şalvarları vardı. Sokaklar temizdi. Rüzgar sıcak sıcak esiyordu.
Yemek yemek için bir restoranda durduk. Birinci katına çıktık. İçerisi mumlarla süslüydü. Büyük ut melodisi vardı içeride. İnsanların gülüşmelerine fon yapıyordu ut sesi. İnsanlar gösterişliydi. Garsonlar koşuşturmacadaydı.
Önüme güveçte et ve bolca meze geldi. İki gündür balık yediğim için et ilgimi çekti. Yemeğimi hapır hupur yediğim sırada Kara'nın, "Affet bebeğim," demesi ile başımı ona kaldırdım. Karşımda oturuyordu ama gözleri arka çaprazımdaki masadaydı.
"Neyi affedeyim?" dedim yanağım dolu bir şekilde.
Gözleri biraz kısıldı arka çaprazıma bakarken. Oradaki birini izlerken konuştu. "Ben de çok isterdim seni Avrupa'daki güzel bir şehre götürmeyi," dedi ağır ağır. Bana geldi gözleri sonunda. Bakışları yumuşadı. "Söz veriyorum. Sana bir gün Kuzey Işıkları'nı izleteceğim. Sonra da Paris'te Eyfel Kulesi'nin tam önünde dans edeceğiz."
Bakışları tekrar arkama çevrildiğinde dayanamayarak omzumun üstünden geriye baktım. Karşılıklı oturan üç adam vardı. Muhtemelen yerlilerdi. Aralarında sohbet edip üzüm şarabı içiyorlardı. "Neye bakıyorsun öyle?" dedim tekrar Kara'ya dönerken. "Kime bakıyorsun?"
Kaşları ile adamı gösterdi ve tekrar ona kuruldu. "Altı kez," dedi yavaşça. "Altı kez sana baktı. Tam altı kez."
Yutkundum ve birkaç saniye sonra, "Sakın bir rezillik çıkartma," dedim yavaşça. Bambaşka bir ülkede, bilmediğimiz bir dil ile beraberdik. Burada bir sorun çıksa ülkeye tamamen hapsolmamızdan korktum. "Sakın," dediğimde bana bakıp gülümsedi. Gözleri evet anlamında yavaşça kapandı.
Geriye yaslanıp camdan dışarı baktım. Arapların yemek kültürünü bizimkine benzetiyordum. Bu nedenle yemeğim bittikten sonra söylediğim künefeyi tırtıklamaya başladım. "Otelimizi çok merak ediyorum. Piramitleri görecek miyiz otelimizden? Küvet de var mı acaba! Bir de... ATV motorları ya da deveye de binecek miyiz? Çölde deveye binelim mi?" dedim kıkırdayarak.
Kara ise geriye yaslı, camdan dışarı bakıyordu. Taş duvarlı, açık sarı evleri ve insanları inceliyordu. "Bineriz tabii," dedi. Peçeteye ağzımı silip ayaklandığımda başı bana çevrildi.
"Ellerimi yıkayıp geleceğim," dedim ve restoranın bir üst katına çıktım. Ellerimi yıkadım ve aynadan saçlarımı düzelttim. İki gündür denizdeydim ama yorgun değildim. Aksine buraları keşfedecek olduğum için enerji doluydum.
Tuvaletten çıkıp yıkadığım elimi eteğime sildiğim sırada başım yandaki büyük cama çevrildi. Adımlarım yavaşça duraksadı. Piramitleri gördüm. Devasa, gerçekdışı. Yapılışları insan eli değemeyecek kadar kusursuz, Allah'ın bir harikası. Gözlerim parlarken bedenimi cama çevirdim ve elimi istemsiz kaldırdım. Devasaydı. Kocamandı.
Parmaklarım camda asılı kalırken gözlerimi kırparak piramitlere bakıyordum. Yanımdaki nefesi hissettim. İngilizce bir şekilde, "Güzel, değil mi?" dediğinde başımı onaylar salladım.
Başım yana çevrildi. Bu, Kara'nın gözlerini alamadığı adamdı. Hızla bir adım geriye gittim ve telaşla elimi kaldırıp ona yüzüğümü gösterdim. İngilizce bağırdım, "Evliyim!" dedim sinirle. Devam ettim. "Haram! Zina! Benim koca seni dışın dışın yapar!"
Gözlerim kırpıldı çünkü bağırışım sonrası insanların dikkatini çektim. Bir anda camlar patladı. Ellerimle yüzümü örttüm korkuyla. Kara nefes nefese bir şekilde adamı camdan aşağı fırlattı. Aslında amacı bu değildi sanırım. Çünkü adama vurması ile adam camdan aşağı düşmüştü.
"Orospunun siktiği," dedi nefes nefese aşağı eğilip. Patlayan restoran camından aşağı baktı. "Ölme lan sakın. Ben öldüreceğim seni. Seni öldürüp cesedini yemezsem beni de siksinler," dedi ve dayanamayarak adamın peşinden aşağı atladı. Kara, camdan aşağı atladı.
Adamın dibine düşüp hızla doğruldu ve adama yumruk atmaya başladı. Bu sırada insanlar çığlık çığlığa koşuyordu ama ben olduğum yerde donakalmıştım.
Korkuyla baktığım sırada aşağıda bize şoförlük yapan adamın telaşla Kara'yı kollarından tutup adamdan uzaklaştırdığını duydum. "Abi bırak manyak mısın sikerler bizi burada! Alo! Karahan abi evde değiliz amına koyayım dur!" diye bağırıyordu.
Adamla birlikte oturan diğer iki adam ise meraklı ses yüzünden üst kata çıkmıştı. Aşağı doğru bakmak istediklerinde korkuyla camın dibine geçtim ve başımı olumsuz salladım. "Yallah!" dedim elimi savururken. "Habibiler yürüyün! Günah günah! Dedikodu günah!"
Adamlar anlamsızca bana bakarken korkuyla aşağı doğru inmeye başladım. Şoför bu sırada Kara'yı arabaya oturtmaya çalışıyordu.
"Sekiz kere baktı bırak şuna sekiz kere sıkayım," dedi sinirle şoförü itmeye çalışırken. "Ver lan bana silah! Sıkayım şuna!"
"Abi kendine gel bak yakacaksın bizi!" dedi ve en sonunda Kara'yı itekledi. "Yapma gözünü seveyim mahalle değil burası! Olur mu abi böyle? Sen soğukkanlı adamsın ya!"
Hızla Kara'nın yanına, arka koltuğa oturdum ve kapıyı kapatırken bağırdım. "Adıyamanlı kaçır bizi buradan yoksa Araplar bizi tokatlayacak," dedim korkuyla.
Yerde uzanan adamın yüzüne batan camlar nedeniyle haykırdığını duydum. Elmacık kemiği kırıktı ve sırt üstü düştüğü için muhtemelen bedeninde de kırıklar vardı. Bağırıyordu kanlar içinde. Polisi istiyordu muhtemelen. Arkadaşları ise restorandan aşağı iniyordu.
Şoför hızla gaza basıp bizi oradan uzaklaştırırken Kara yavaşça öne doğru uzandı ve orta konsoldan bir ıslak mendil bulup bana döndü. "Kollarını silelim, tedbir amaçlı. Dokunmadı belki ama ne olur ne olmaz."
"Ne diyorsun be sen artık!" diye çığlık attım. "Aptal mısın sen ya! Manyak mısın sen! Nasıl bu kadar ani değiştiriyorsun ruh halini! Bipolar şizofren!"
Bu, benim balayım olmalıydı. Balayının amacı eşle geçirilen ilk güzel tatil değil miydi? Bu tatil hiç güzel değildi.
"Bana mı diyorsun tüm bunları?" dedi şaşkınlıkla ıslak mendili açarken. Kolumdan tutup kollarımı sildiği sırada mırıldanıyordu. "Tertemiz oldu benim bebeğim," dediğinde sinirle kolumu çekiştirdim.
"Böyle balayı mı olur?" dedim nefes nefese arkaya bakarken. "Ben hiç ama hiç mutlu değilim ve çok korkuyorum. Ya polis şimdi gelip bizi tutuklarsa ve ömür boyu burada kalmak zorunda olursak?" dedim ve bir anda gözlerimi sildim. "Annemi çok özlerim."
"Kızım saçmalama kim nereden bilecek bizim adımızı sanımızı?" dedi şaşkınlıkla. "Güzeller güzeli karıcım yapma böyle. Çok özür dilerim," dedi ve hızla gözümden öptü. "Ağlama ölürüm. Yemin ederim anlık gözüm kararmış fark etmedim adamın arkasından atladığımı. Çok özür dilerim," dedi ve üst üste gözümden öptü. "Çok ama çok özür dilerim," dedi ve tekrar öptü. Sakalları gözüme battı.
Otele vardığımızda hala söyleniyordum. Sürekli etrafa bakıp bir polis olup olmadığını kontrol ediyordum. Melisa haklıydı, bilinçaltım çalkantılıydı.
Giriş işlemleri sonrası otel odasına vardık. Kültürel evleri andırdı bana. Duvarda asılı bir işleme halı, tepede kuru çiçek salkımları vardı. Oryantal ve geleneksel el eleydi.
"Şeyi merak ediyorum," dedim odanın içinde dolanırken. Taş bir küvet vardı. Hamamı anımsattı. Odanın tepe lambasındaki pervane dönüyor, tül perde uçuşuyordu. Büyülendim. Kültür karmaşası ile iç içeydim.
"Neyi merak ediyorsun bebeğim," dediğinde çoktan tül perdeleri çekip kapısı olmayan balkona çıktım. Daha da dibimdeydi piramitler. Arkaları kurak bir turuncuydu. Toz bulutları uçuşuyordu çölde.
"Birinin bana baktığına inandığında hep böyle şiddete mi başvuracaksın?" dedim ama cümlem sonlara doğru yavaşladı. Arkama geçip ellerini balkon demirlerine yasladı ve beni kocaman kollarının arasına esir etti.
"Evet," dedi yavaşça kulağıma doğru. "Her bakana, her görene," dediğinde ruhum huylandı. "Sen de safi körlük içerisinde buna alışacaksın."
"Ben alışmak istemiyorum," dedim sesim tir tir çıkarken. "Kırılan kanatlarımı onarmamıştın. Şimdi de gören gözlerimi mi örteceksin?"
"Alışacaksın," diye fısıldadığı sırada boynuma dokundu burnunun ucu. "Göz yumacaksın. Benimsin. Benim kalacaksın."
Elini kaldırıp işaret parmağı ile karşımdaki piramitleri gösterdi. "Çoban hazineyi şuralarda bir yerlerde arıyordu. Tabii sen o kısımları okumadın ama," dediğinde gösterdiği yere bakıp gözlerimi kıstım.
"Buldu ama çoban onu," dedim ve yutkundum. Kollarının arasında özgür hissetmek zordu. Özgür hareket etmek zordu. Özgür olmak? Olmazdı. Pekala olamıyordu.
"Ben de buldum," dediğinde başımı aşağı eğdim. Güzel pansiyonun bahçesine doğru bakındım. Kurak çöllerin berisine kurulmuş yemyeşil bir bahçeydi. Dibindeki yapay gölde lotuslar vardı.
"Hani sordun ya bana zengin miyiz diye?" diye fısıldadı. Başımı hafif yana çevirdiğimde balkondaki büyük saksıların arkasındaki ahşap boy aynasını gördüm. Kendime ve arkamdaki muazzam adama baktım. "Burada," dedi ve baktığım yere baktı. Gözlerime baktı. "Hazinem burada benim. Zenginim ben. Hem kitapta hazinen neredeyse yüreğin de orada olacak, demişti Simyacı."
"İyi de Kara," dedim kahkaha atarak dev piramitlere bakarken. Onunla dışarıdan bir göz gibi kendimi izlemek utandırdı. Heyecanlandırdı. Kalbimi attırdı. "Madem öyleydi, neden buraya geldik ki? Yani hayat dersi vermek için mi getirdin beni Mısır'a?"
"Yok kızım," dediğinde tekrar aynadan ona bakmak istedim. Bedeni dağlar gibi duruyordu arkamda. Çok güvende hissettim. Gülüyordu piramitlere bakarken. "Avrupa'ya gitmeye çalışırken yakalansam çok sıkıntı. Araplarla iyi anlaşırım. Ondan dolayı geldik. Söz ama, yemin ederim sana izletmezsem o Kuzey Işıkları zartı zortu bana da Karahan Çakır demesinler."
"Paris'te dans da edeceğiz," dedim kıkırdayarak.
"En kralını ederiz," dedi.
"Peki Simyacı ve çoban da mı sabıka kayıtları yüzünden bu hayat dersini almak için ta Mısır'a geldiler?" diye sordum kıkırdayarak. "Onlar neden geldi buraya?"
"Kitapta da çoban bunu soruyor bebeğim," dedi arkamdan yavaşça başımı öperken. Elleri biraz kıpırdandı ve çenesini omzuma yasladı. Mavileri piramitlerle buluştu. "Çünkü o zaman bu eşsiz piramitleri göremezdik."
"Deli," dedim kokusu ile mest. "Sen delisin."
Bazen ona öfkeleniyordum. Bazen yeriydi bazen değildi. Hal böyleyken durumları toparlamak da gerekiyordu. Genel bir korkum da vardı. Gergindim. Arka planımda pekçe olay dönüyordu benden bağımsız. Aziz ile ilgili Kara'nın aldığı önlemleri bilmiyordum. Alıyordu ama biliyordum.
Kara zaten hiçbir şeyi rastgele yapmazdı. Her cümlesini, her hareketini önceden planlar, hesaplardı. Kendine bu kadar kontrolcü bir adamın çevresini kontrol etmesi kaçınılmazdı.
Burası da onlardan biriydi. Bir başka ülkeydi ama Kahire'nin bana kattıkları bir deneyimden çok edinimdi.
"Deli ama zengin," dedi ve omzumu öptü. Çölde ağır ağır ilerleyen develere baktım. Aklımda bir ut ve Arap melodisi çaldı. Sanki ben bir filmdeki güzel başroldüm. "Hazinem tam burada. Kollarımda. Zengin bir deliyim ben."
Dünyadaki en zengindi Karahan Çakır. Kitaplarla anlatan, kitaplarla yaşatandı. Simyacı'yı o gün orada öğrendim ilk. İsmini bilirdim ama hikayesini bilmezdim. Şimdi Simyacı'daki piramitler de benim oldu. Artık, onun ve benim hikayemdi.
Çok daha önemli bir şeyi daha öğretti ama Kara bana o gün. Zenginlik kavramını. Zengindim işte. Ötesi vardı. Ötesi yoktu.
O akşamüstü, güneş batarken o balkonda hissettiğim duygular yalnızca bir körelmenin başlangıcıydı. Kara'nın bana tutumu karşısında kapana kısılıyordum. Bu hep böyleydi.
Belki de melek, şeytanla adaptasyonunu sağlamaya çalışıyordu.
Çok ihtimal vardı. Çok olası olgu, yansıma. Yanılgı, kanıksama. Bir şey kesindi ama.
Melek, şeytanla adaptasyonunu sağlamayı istiyordu.
Normalde burada bitecekti bölüm ama yoğun istek (6 kişi) için bundan sonra kısa bir bölüm de Melisa'nın gözünden. Siz isteyin, ben yapayım.(slogan değildir. İyi okumalar)
"Bitti abla burası da," dedim doğrulurken. Gülsüm abla ile Melek ve Kara'nın evini temizliyorduk. Aslında yeni gelen eşyaları kuran ustalar sonrası burayı temizlemeye gelen olmuştu ama Gülsüm abla onlara güvenmiyordu. Kendi ak pak yapmak istiyordu. Haliyle ben de muzdarip kalıyordum.
"Tamam canım," dedi Gülsüm abla doğrulurken. "Ay içim dışıma çıktı. Cezveye kahve koy da pişireyim. Radyoyu da açalım. Dinlenelim azıcık." Elindeki bezi omzuna atıp etrafa bakındı. "Şuraya bak," dedi cıkcıklayıp gülerken. "Melek'in seçtiği koltuklara bak Allah aşkına..."
"Kara delirecek," dedim kıkırdayarak. "Her şeyi pembe seçmiş benim tatlı dostikom. Ev, prenses oyuncakçısı evi gibi olmuş."
"Aman ne delirecek o be? Melek istese kendi saçını bile pembe yapar," dedi Gülsüm sırıtıp radyoda kanalları değiştirirken. "Hanımcı çok gördüm de Kara gibisini hiç görmedim."
"Ne güzel işte," dedim sırıtarak ocakta kahve pişirirken. "Gerçi Kara hanımcı değil, Melekçi. Öyle bir bağlanmış o."
"Aman iyi hep öyle olsun," dedi ve bir kanalda durdu. "Ah," dedi gülerek. "İmbat FM. Vay vay..."
"Var mı istek şarkı yollayacağın birileri radyodan?"
"Kız ne saçmalıyorsun ne isteği? Koskoca kadınım ben öyle ergen hareketler mi yapacağım?" Durup gözlerini kıstı. "Bak Zeki ve Hande için de enteresan işgüzarlıklar peşindeymişsin, Melek anlattı. Aman diyorum Melisa kimseye karışma."
"Yok abla bulaşıyorum ben öyle," dedim kahveleri fincanlara dökerken.
"Siz ne oldunuz şimdi?" dedi bıkkınca yüzümü inceleyip. "Kaya isimli erkek olarak adlandırılan o yaratık affettirmiyor mu kendini?"
"Yok." İç çektim. "Dur lokum yok. Ben alıp geleyim."
"Aman git bakalım bir hava al," dediğinde evlerinden çıktım. Aşağı indiğim sırada konunun akıbetlerini hesaplıyordum. Kaya'yı hesaplıyordum. Mutsuzdum. Hırslıydım da.
Apartmanın dibinde Zeki'yi gördüm. Kaldırıma oturmuş, etraftaki küçük oğlanların oynadığı futbol maçını izliyordu.
Yanına oturup geriye yaslandım. "Vur lan!" dedi ellerini çırpıp. "Hay senin babana." Tükürdü. "Sizi dünya kupasına yetiştiriyorum ama olmayacak gibi. Baleye mi yazdırsam acaba?" Bana dönüp omzuma vurdu. "İzle bacım çok heyecanlı. Dört dört şu an."
"Sen savcılık falan yapmıyor musun?" dedim kaşlarım çatılarak. "Tüm gün buradasın. Mahallede yani."
"Emekliliğimi istedim. Cumhurbaşkanından onay bekliyorum," dediğinde gözlerimi devirip önüme döndüm. Sigara uzattığında elimi onaylamaz salladım.
"Bıraktım."
"Hayırdır?"
"Hayır işte," dedim şaşkınlıkla. "Sigara bırakmak kötü bir şey mi? Bıraktım. Sağlıklı yaşam."
"Ay," dedi yüzünü ekşitip. "Hippiler gibi dünya barışı da getirecek misin Melisa?"
"Mutsuzum Zeki," dediğimde duraksadı. Birkaç saniye etrafa bakıp boğazını temizledi ve kaldırımda bana doğru yanaştı.
"Kaya mı?" diye fısıldadı. Başımı onaylar salladım Hakan'ın pastanesine bakarken. İçeride atari oynuyordu.
"Bak bacım sana bir hayat nasihatı vereyim," dedi Zeki yere bakarken. Odaklıydı. Elindeki sigarayı yana ezip poposunu kaldırım taşında biraz oynattı. Gözleri yere kilitli, aklı ciddiydi. "Yarın öbür gün bu lafımı kullanıp millete hava atarsın. Not al."
Ona anlamsızca baktığım sırada bana döndü. "Dertler sik gibidir. En büyüğü sende sanırsın. Bu lafımı sakın unutma."
"Bu nasıl bir nasihat?" dedim anlamsızca yüzünü incelerken. "Ben de sanıyorum güzel bir şeyler söyleyeceksin."
"Çok manidardı da sen ne anlarsın," dedi cıkcıklayarak önüne dönerken.
"Ben de derdime deva olacaksın sandım," dedim burnumu silerken.
"Zekihan Çakır," dedi başını onaylar salladığı sırada. "Dert değil deva olur, gül değil diken olur." Durup bana döndü. "Dertli misin ey kemancı? Gel bu akşam içelim kardeşim seninle. Sana bir çilingir sofrası kurayım bak derdin tasan kalmaz."
"İsminin sonunda Han da mı var senin?" dedim şaşkınlıkla.
"He," dedi gülerek etrafa bakarken. "Biri Karahan, biri Kayahan. Ben de Zekihan yaptım adımı." Ellerini iki yana açıp gözlerini kıstı, fısıldadı. "Kod adı : Erkeksi kızıl Zekiye."
"Bana bak," dedim ve yavaşça omzunu dürttüm. "Hande ile söylediklerimi düşündün mü?"
"Kızım Hande benim kardeşim," dedi sesi gerilirken. "Bak laf çıkartma vallah billah Kara üzerimden arabayla geçer diyorum sana!"
"Ya üvey abisin sen!" dedim heyecanla. "Dinle beni. O kızı kimse almaya cesaret edemez." Elimi bir kez sıktım. "Ah böyle göt ister Kara'dan kız kardeşini almak. Evde kalacak kız. Kurtar şu kızı."
Birkaç saniye etrafa baktı ve ayaklandı. "Hayır, Melisa. Mümkün değil."
"Gitme ya," dedim hızla onunla bir ayaklanırken. "Bir düşün derim Zeki! Bak Hande ile birlikte büyüdünüz zaten!"
"Bağırma biri duyacak, yeminime Kuran kezzabı basarım yüzüne!" dedi sinirle ilerlerken. "Ruh hastası! Yelloz! Öldürtecek beni bu yaşta amına koyayım."
Zeki'nin peşinden ilerlediğim sırada mahallenin sonunda, gölün dibindeki bankta Kaya'yı gördüm. Bizi izliyordu. Kapüşonu çekiliydi. Elinde bir sigara vardı. Diğer elinin işaret ve baş parmağını yuvarlak yapıp ağzına götürdü ve mahalleyi sarsan bir ıslık çaldı. Duraksadığımda elini gel anlamında salladı.
"Evet?" dedim ona doğru adımlayıp.
"Otursana," dediğinde yanına oturdum. Biraz ümitliydim belki. Ya da çaresiz. Oturdum ama.
"Ne vardı?" diye sorduğumda gölü izliyordu. Cebinden bir gül çıkarttı.
"Yine mi tek gül?" dedim ve gülü alıp yandaki çöpe attım. "Ben gül sevmem. Ben gelincik severim."
"Tamam onu da alırız," dedi ve duraksadı. "Benim sana bir hediyem daha var." Cebinden bir kutu çıkarttı. "Geçen doğum gününde almış herkes. Ben de Melek'e sordum laf arası ne ister diye. Düşündü bayağı sonra söyledi. Sen bu kasetsiz Walkman kulaklıkları almak için para biriktiriyormuşsun. Ben alayım sana dedim."
Şaşkınlıkla kutuyu açtım ve yüzümü dondurup onun kucağına bıraktım. "Ben aldım zaten kendime."
"Yedek durur al işte," dediğinde gülesim geldi. Bir de ağlayasım.
Başımı onaylar sallarken dudaklarımı birbirine bastım. "Hep olur mu böyle sende? Bir şeylerin yedekleri yani?" dedim inceden inceye.
Anladı elbet. Elindeki Walkman kulaklığı yavaşça ortamıza bıraktı ve göle bakıp nefes verdi. "Sarhoştum."
"Peki," dedim gölü izleyip gülümserken. "Sarhoşken bensizliğe göz yumup ayıldığında beni bıraktığın yerde bulacağını nasıl düşündün Kaya?"
"Çok inatçısın," dedi bankın yanındaki çalılardan çektiği bir yaprağı parmakları arasında döndürürken. "Tamam abimler ısrar etti falan ama gerçekten pişmanım. İstiyorum yani. Barışalım."
"Hiç inandırıcı değilsin," dedim alayla gülümseyerek. Değildi çünkü. Tanırdım adamı gözünden de sözünden de. Niyetlerini de anlardım.
"Kızım sarhoştum diyorum," dedi ağzı aralık bana bakarken. "Sarhoştum sarhoş. Bilerek yapmadım. Kasti aldatmadım."
"Niye izahat veriyorsun ki?" diye sordum omuz silkerek. "Sen gerçekten beni seviyor musun?"
"Zor öyle kelimeler kullanmak," dedi ve önüne döndü. Ayağını hafif sallayıp yerdeki sopayı itti. "Sevgi falan bilmem ben. Sevdim mi bilmem. İstiyorum ama işte."
"Bilirsin," dedim çaresizce gülümserken ama içimde çığlık koptu. "Sevsen, bilirsin. Bilirdin."
"Kızım ben hep ailemin kararları ile yaşadım," dedi bana dönerken. "Kalacağım ev, gideceğim okullar, söyleyeceğim laflar bile ailemin seçimiydi. Şimdi de öyle oluyor. Ama benlik sorun yok. Seni seçtiler bana uygun. Sorun yok, yaşım geldi zaten."
"Bu evlenme teklifi mi?" dedim ona dönerken. "Söylesene senin normal bir anın var mı hiç?"
"Mantık evliliği gibi düşün. Hem zengin koca derdindeydin. Al sana zengin koca," dedi ve geriye yaslandı. "Evlenelim, gurur yapma. Valla gider bulduğum ilk kıza nikah basarım naz yapıp durma."
"İğrenç bir herifsin."
"Öyle derler genelde. Mantıklıyım ama. Herkese hitap etmiyorum."
Kaya benim ilk aptallığımdı. Yenilgimdi. Özsaygımı yitirdiğimdi. Toplanma vakti gelmişti.
"Pişman olacaksın," dedim ayaklanırken. "Beni sevmediğinde pişman edeceğim seni. Öyle mutlu olacağım ki sen kendi sikik dünyanda yapayalnız çürüyüp bir ömür doğru kadını arayacaksın ama mutlu olamayacaksın."
"Muhakkak," dedi yeni bir sigara yakarken. Parmaklarının arasında sigarayı tutarken eliyle gölün karşısındaki gecekonduları gösterdi. "Bak şu evlerde yaşayan kızlar var ya... Hepsi evlenmeden atladı üzerime. Şimdi hepsi onları böyle kabul edecek adamlar arıyor."
"Beni onlarla karıştırma," dedim sinirden gözlerim dolmuş vaziyette. Kor ateşin kof külü sıçradı sanki gözlerime. "Ben Melisa Müftüoğlu."
"Memnun oldum," dedi banka iyice yayılıp sırıtırken. "Ben de Kayahan Çakır. İsminden önce bedenini görmüştüm senin. Hatırlatırım."
"Zırlayacaksın Kaya," dedim dişlerimin arasından. "Pişman olacaksın."
"Muhakkak."
"Muhakkak," dedim hızla yanından giderken. Elimin tersiyle akan yaşı sildim. Sinirliydim. Ona sinirliydim ama kendime daha çok.
Hızla mahallenin girişine adımladım. Kaya'nın benim ona döneceğim andan eminliği ile erkek egomanyası yapmasını kaldıramadım. Benim üzerimde suçlu olduğu halde aklanmaya çalışmaya erinmesini kaldıramadım. O sanıyordu ki o ne yaparsa yapsın ben ona muhtaçtım. Yanılmıştı. Yanıltacaktım.
İki elimle birden pastanenin kapısını ittim. Öyle sert ki, tepedeki zil kopayazdı. "Hakan," dedim telaşla tezgaha adımlarken. "Bana yardım eder misin?"
Radyoda Tanju Okan çalıyordu : Kim ayırdı sevenleri? Kulağıma doluyordu sözleri ama anlamamda, algılamamda beis vardı şarkıyı.
"Dur dur," diyerek bezini bıraktı ve tezgahın önüne adımladı. "Ne oldu? Ederim tabii. Niye ağladın?"
"Evlenelim," dedim alt dudağımı ısırırken. "Hızlıca gidip nikah kıyalım. Laf söz olacak Hakan. Yardım et bana."
"Neden evleniyoruz?" dedi şaşkınlıkla. Elim karnıma gitti. Gözleri kocaman açıldı.
"Babam öldürür beni," dedim korkuyla. "Kaya'dan bir bok olacağı yok. Lütfen, bebek doğsun boşanırız. Yalvarırım sana. Yılların dostuyuz seninle. Yalvarırım. Babam öldürür. Anla işte."
"Sen," dedi şaşkınlıkla gözleri karnımda dolanıp tekrar bana çıkarken.
"Hamileyim, Hakan."
Hudut mürekkebi geçti artık. Sınırlarımı çizdim. Yazmak istedim, ama sadece sildim. Ölmek istedim, ama sadece dirildim. Sevilmek istedim, ama sadece sevdim.
--- BÖLÜM SONU ---
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.39k Okunma |
11.18k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |