32
Yasaklar sınandı ama kınanmadı. Güç onun kollarında kontrolden çıktı. Kara kimi zaman şeytanlıkların ardına bir başkaldırış iddiası ile sığındı. Şeytana zeki dedi, oysa şeytan çok aptaldı. Bir bu konuda ona inanmakta zorlandım.
Kollarının arasında kıpırdandığım adamın nefes alış verişini dinliyordum. Kara ile ilk kez uyumuyordum ama bu sefer uyanmakta epey zorlandım. Hiç istemedim kalkmayı.
Beşik gibi sallanan teknenin tepedeki küçük odasındaydık. Bir koya bağlamıştı halatları ama eşzamanlı o halatları boğazıma da sıktı bu yüzükle birlikte. Böyle hissetmek çok acıydı.
İç çektiğimde elim karnı boyu sarılı, yanağım göğsündeydi. Kara sanki kararımdan döneceğimden korkar gibi acele etti çünkü uyanır uyanmaz günaydınlaşmak yerine, "Gidip kan tahlillerini halledelim bugün," dedi.
Yanağımı göğsüne hafif sürtüp kıpırdandım ve yutkundum. "Bir yere kaçmıyoruz ki," dedim hafif tatlı çıkartarak sesimi. Onu her zerremde istiyordum ama vicdanımla savaşım hiç bitmiyordu.
"Zaman, güzeller güzeli kiracım," dedi saçlarımı severken. Gözlerim yarım açık teknenin camından dışarıdaki kayalıkları izliyordum. "Zaman kaçıp gidiyor avcumuzdan. Yakalayamıyoruz bari yetişelim ona."
Doğrulduğumda eli saçlarımdan çekilmek zorunda kaldı.
"Söyle tedirginliklerini, çözelim," dedi.
Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Gözlerimi ovuşturdum ve esnedim yavaşça. "Mahalleyi ve mahalleliyi neden sevmiyorsun?" diye sordum.
Doğrulup yatağın diğer ucuna çevirdi bedenini. Sırtını bana döndü ve aynı şekilde ayaklarını yere koydu. Avuç içlerini gözlerine bastırıp gözlerini kaşıdığı sırada omzumun üzerinden çevirdiğim başımla onun sırtını izliyordum.
"Şeytanla dans etmelerini istedim. Hepsinin," dedi ve komodindeki sigara paketini alıp ayaklandı. Hemen peşinden kalkıp ilerlemeye başladım. Merdivenleri iniyordu. "Bir şeytanla dans etmenin heyecanı nedir sence?"
"Bir şeytanla dans etmek heyecanlı değildir," dedim onun arkasından güverteye çıkarken. "Bu korkunç bir şeydir."
"Bilemedin," dedi ve sigarasını dudağına yerleştirip büyük koltuğa oturdu. Geriye yaslandı. Denize baktı yeni kalktığı için hafif şiş gözleriyle. Kara mavisi gözleri deniz mavisi ile düet yapıyor gibiydi. "Şeytanla dans ederken her an ayağını kaydırabileceği ihtimali ile heyecanlanırsın. Bundandır onlara her gün acaba bugün başımıza bir şey gelir mi? korkusu yaşatmak istiyorum."
"Ben dün seninle dans ederken ayağımı kaydıracağını hiç düşünmedim," dedim omuz silkerek. Yanına oturduğumda denizi izlerken gülümsüyordu.
Söylediğim sanki Kara'ya bir şeyler kanıtladı ya da açıkladı. Karşıya doğru dumanı üfledi. "Sonunda bana sen aslında iyi bir adamsın deme safsatalarını bırakmışsın bebeğim."
"Bazı şeyler kafamda hiç oturmuyor Kara," dedim geriye yaslanırken. "Mesela bir kadını hiç acımadan yaktınız. Sebebi kötü bir şey yapmasıydı. Yarın öbür gün ben de kötü bir şey yapsam beni de yakacak mısınız?"
"Saçma salak konuşma," dedi bana dönerken. Söylediğim onu hayrete düşürmüş gibi baktı gözlerime. "Ne diyorsun kızım sen? Şeytanın teki lan o kız. Biliyordu iftiranın cezasını. Kendini yaktı o, biz vesile olduk yalnızca."
"Onun cezasını neden sen veriyorsun ki?"
"Çünkü onlar bunu hak etti," dedi doğrulurken. Bana döndürdü başını. "Sürekli bana empoze etmeye çalıştığın dinin ne diyor senin?"
"Ne diyor?" dedim şaşkınlıkla.
"Bir ceza hem kadına hem adama," dedi bana doğru eğerken bedenini. "Herkese eşittir." Başını onaylar salladı. "Hırsızlık mı yaptı?" Fısıldadı. "Kes elini."
"Ya sen Allah mısın be?" dedim doğrulduğu sırada. Sırıtarak içeri geçti. "Manyak herif aynı şey mi? Sen kendini Allah mı sanıyorsun?"
"Hiçbir zaman öyle bir iddiam olmadı. Bu mahallede şeytanlara şeytan olunur. Mahallenin yargıcı, savcısı ya da celladı da diyebilirsin bana. Bu mahallenin en üst seviyesiyim ama işte."
"Allah affeder ama," dedim onun peşinden ilerlerken. "Sen affediyor musun hiç insanları?"
"Ben affetmem," dedi ve yere çöküp bağlı halatları bir bir açmaya başladı. "Ben henüz o kadar merhametli değilim."
"Çok güzel çözdün tedirginliklerimi teşekkürler," dedim kinayeyle karışık gülerken. "İçime sular serptin."
"Realist yaklaşıyorum," dedi yanımdan geçerken. "Ben kalpleri yalanlarla tiksindirme taraftarı değilim. Sana minnoş bir adam martavalı okumadım hiçbir zaman."
Teknenin direksiyonuna geçti ve motorunu açtı. Ağır ağır denizin üzerinde süzüldüğümüz sırada saçlarım uçuşuyordu. Kara kendi kendine mırıldanırken başını bana çevirdi. "Hayır sana sesimi yükseltmeye bile kıyamadığımı biliyorsun. Nasıl olur da sana zarar vereceğimi düşünürsün lan sen? Bunun ihtimali bile bir ihtimal olmamalı amına koyayım."
"Neden ama? Nasıl yaptınız bunu o kıza? Benim yaşlarımda, benim gibi bir kız işte. Benden ne farkı vardı?"
Elleri arkadan bağlı, önünde yanan adamların cesetlerinin etrafında ağır ağır dolanıyordu. Yüzündeki şal hafifçe boynuna doğru dökülmüştü.
"Han Kuralları. Kural dört. Yazılı değil ama sözlü olacak. Tek sefer söyleyeceğim. Herkesin aklına kazısın. Çocuklar ve hayvanlar haricinde, bir diğerine cinsiyet ve yaş fark etmeksizin yapılan tüm fiziksel saldırılar on katı ile cezalandırılacaktır. Bir mahalleli seni kaynar su ya da çay ile mi yaktı? Gerekirse çöp bidonuna konulur ve ateşe verilir."
Durup şaşkın şaşkın onu izleyen adamlara baktı. "Anlaşıldı mı lan?"
"Ya iftira atarlarsa?"
"O zaman kezzaplanır."
"Yalan olup olmadığı nasıl bilinecek?"
"Ben karar vereceğim."
Yanında yüzü kar maskeli duran adama baktı. "Bu dostum Zeki. Kendisi verecek cezaları."
Zeki yavaşça elini salladı mahalleliye. "Beyler merhaba, memnun oldum!" dedi heyecanla. Sesi kar maskesi yüzünden boğuk çıktı. "Hanımlarınız size şiddet gösterirse tolere edebilirim ama siz hanımlarınıza şiddet gösterirseniz götünüzü genelevde siktiririm. Duydunuz mu lan?"
Han Kuralları. Kadınların erkeklerle olan kavgalarında kadının yanındaydı ama hemcins kavgalarında kimsenin cinsel kimliğine bakılmazdı. Bu adaletin geldiği en uç noktaydı. Adalet bir diktatörün avcundaydı ve sözleri kaderi yaşattı. Yaşattıkça da yaktı...
"Yakacaktı seni o kız," dedi sakince. Özü içimi fokurdattı. "Seni yakmak istedi. Mahalleyi örgütleyebilse o an seni kor yangınlara bırakacaktı. Benim kendi gözlerimden koruduğum bedenini eritecekti."
Bıkkın nefes verdi ve bana baktı kısaca. İçimden oh olsun dememi beklemiyordu elbet. Zaten bunu beklese de ona veremezdim. Yalnızca kendi normallerini anlattı. Normal görüp görmemeyi bana bıraktı. Belki bir başkaldırış, belki bir boyun eğiş sergileyecektim çünkü önümde iki yol vardı. "Biliyorum sen herkesi kendin gibi görüyorsun ve muhtemelen de bu hep böyle gidecek ama senin arkanda ben varım. Göremediğini görür, yapamadığını ben yaparım," dedi.
Ona döndüm tamamen ve yanına adımladım. Yan bir şekilde kucağına oturduğumda iki eli birden direksiyonu sardı. Bedenimi de eş zamanlı sarmaladı. Başımı boynuna doğru sokuşturdum. Sustum öylece. Pek özür dileyemezdim çünkü bana hataları kabul etmem ve susmam öğretildi. Kendimi pek aklayamazdım da kimi zaman. O gün Hülya iftira attığında bile ağladım çünkü yapmadığımı açıklayacak güveni bile bulamadım kendimde.
Başımdan öptü. Sakinleşti gibi. Ben Kara'yı hep anlamaya çalışırdım. O kendine haksızlık etse bile onu ona savunurdum ve şimdi de onun bana bunu yapması gerekiyordu. Beni anladığını biliyordum, beni anlamak istediğini biliyordum. Hissettiğim günahın akıp gitmesinde öncülük eden biriydi o. Önünde boyun eğerdi belki şeytanlar. Çünkü Kara yeryüzündeki kötülüklere karşılık veren bir kötü olguydu. Nitekim bu günahları çoğaltmıştı.
"Şeytanların karşısında meleklerin durması gerekmez mi?" diye sordum kokusu burnuma dokunurken. "Sen şeytanlara şeytanlık yaparak sadece kötülüğü döllüyorsun. Arttırıyorsun ve kısır döngüye sokuyorsun."
"Bana bir taş atana ben on taş atarım Melek," dedi gözleri kendine benzeyen soğuk suda dolanırken. "Ben beni taşlayana gül verenlerden değilim. Ve ben ailem var oldukça varım."
"Varsın olsun," dedim başımı biraz geriye atıp taze kısalttığı sakallarına dudaklarımı bastırırken. "Sen demiştin iyilik bile isteye seçilirse iyilik olur diye... Taş atanlara gül uzatalım belki ellerindeki taşları bırakıp gülleri alırlar."
"Almazlar. On taş birden yediklerinde bir daha kimseye taş atmamaları gerektiğini öğrenirler," dedi. Kara çok inatçı bir adamdı ve bana göre çoğu fikirde yobazlığını açıkça belirtirdi. Gocunmazdı bundan. Fikir değişiklikleri ona güvenli alanını bozmak gibi kulak kabartıcı gelirdi.
"Ben sevginin her şeyi değiştiren şey olduğunu biliyorum," dedim dudaklarım sakallarında dolanırken. Teni mühürlü yazgılar gibiydi. Kör kuyuların dibinde biriken çamurlar gibi soğuk, gökyüzü gibi ferahtı.
Bir eli bacağıma gitti ve yavaşça sıktı. Şehvet dolu değil, merhamet dolu yaptı bunu. Sıcaklığı saç uçlarımı bile ısıttı. "Söz ver bana," dedim. Başımı tekrar boynuna yasladım. "Sana gelen taşlara güller uzatacağına söz ver. Evlenirim o zaman seninle."
"Duruma göre," dediğinde kaşlarımı çattım bacağımdaki eline gözlerim dalmış vaziyette. "Kime neye taş attıklarına göre değişir, güzel kiracım."
"İyi," dedim omuz silkerek. Bu sefer gözlerim kendi parmağımdaki tektaşa kaydı. Onu izlerken konuştum. "O halde daha evlenmemiz için erken."
"Hayır değil," dedi ve bıkkın nefes verdi. "Aileme taş atılırsa o taşları kırar, el uzatılırsa da keserim. Dil uzatılırsa yakar, göz uzatılırsa oyarım. Bu benim görevim. Ben ailemi korumak için varım. Çünkü korumadığımda ne oldu biliyor musun?"
"Ne oldu?"
"Göstereyim," dedi tekneyi limana yanaştırırken. Elimden tutup beni indirdi. Arabaya doğru ilerlediğimiz sırada bedenim hala dalgaların eşiğinde sallanıyordu.
Bir yola çıkarttı arabayı. Yukarı doğru çıkıyorduk. Çıktıkça sürmeyi yavaşlattı çünkü yokuşlar sislerle çevriliydi. Tekrar bir sigara yaktı. Artık zehirlenmenin kokusuna alışmıştım. Rahatsız ediciydi ama tahammül edilebilirdi. Bu bana alışagelmiş esareti hissettirdi.
Günlük yaşamın unutulan ve Kara'nın da dediği gibi yakalamayı bilemediğimiz bir zaman algısının beşiğinde durdurdu arabayı. Sislerin arasında gördüm orayı.
İzmir Gültepe Mezarlığı.
İndim arabadan ama yüzleşmekten kaçtığım her şeye doğru adım atmadım. Kara mezarlıktan girerken durup bana döndü ve gülümsedi ruhsuzca. "Korkma bebeğim, güven bana içeridekiler dışarıdakilerden daha zararsız." Elini uzattığında ifademi yumuşattım ve tuttum onu. Hep ona tutundum zaten.
Sis kaplıydı mezar ama gözlerim kimi kuru kimi taze çiçek ekili mezarlıklarda canlandı. Bizi toprak yolda ilerlettiği sırada taşlardaki isimleri okuyordum. Gözlerim bir bir çarpıyordu hepsine. Durduğunda durdum ve yana döndüm.
Handan Çakır.
Bir kafesi vardı. Kocaman siyah bir kafes. Koruyordu mezarlığı. Mezar taşının üzerinde alışık olmadığım bir melek figürü heykeli duruyordu ama kanatları kırıktı. Sanki koparılmış gibi yere dökülmüştü. Kara cebinden bir anahtar çıkarttı ve mezarın kafesini açtı. "Gel bakalım, seni kaynananla tanıştırayım."
Ürpererek girdim içeri çünkü mezarlığı çok hassastı. Onun mermerlerine zarar vermekten korktum. Ellerimi önüme bağladım ve mezarın ayakucuna geçip melek heykeline baktım.
"Anne bak sana melek gözlünü getirdim," dedi gülerek. "Hatırladın mı?"
"Hadi lan gidelim artık," dedi Kara deponun içinde dolanırken. "Gitmemiş midir lan bu jandarma?"
"Gitmiştir çoktan," dedi Zeki odunlarla ateş yakmaya çalıştığı sırada. Bense oturduğum sandalyeden ayaklarımı sallandırmış hayal aleminde dolanıyordum.
"Buraya kocaman bir yılbaşı ağacı koyacağız ya!" dedim işaret parmağımla. "İşte onun yanına da büyük bir hediye paketi istiyorum! İçinde de çikolatalar olsun!"
"Ay bu da," dedi Zeki eliyle beni gösterirken. "Kızım sen ne yaşıyorsun? Burası depo depo! Tefeci abiler falan gelip burda adam haşlıyor!"
"Kessene sesini ne biçim konuşuyorsun küçücük kızla?" dedi Kara şaşkınlıkla. Bense korkuyla ellerimi ağzıma götürdüm. Gözlerim akmaya başladığında başımı olumsuz salladım.
"Al işte," dedi Kara ve öfkeyle beni kucakladı. "Biz gidiyoruz ahraz herif, teşekkürler, saatlerdir uslu duran çocuğun psikolojisini iki dakikada sikip attın."
"Annemi istiyorum!" diye bağırdım ağlarken. Kara'nın boynuna kollarımı sardım ama gözlerim akmaktan içine kirpik kaçmıştı. Sürekli kırpıyordum bu sefer canım daha da acıyordu. "Gözüm acıyor! Annemi istiyorum!"
Gözlerimi ovduğum sırada Zeki koşarak peşimizden geliyordu. "Beni de alın vallaha bir daha korkutmayacağım yemin ederim!" dedi telaşla. "Kara lütfen beni de alın namusuma şerefime çok yalnızım lan."
"Neden acaba?" dedi Kara beni hızla depodan çıkartırken.
"Param var kıza da verdim hatta!" dedi Zeki koşarken. "Onunla jeton alır ararız sizinkileri. Beni de alın lütfen! Çılbır diye bir şey duydum radyoda. Merak ediyorum onu. Ondan yeriz ailecek. Lütfen!"
"Kıza para mı verdin?" dedi Kara adımları dururken. Başı bana çevrildiğinde gözümdeki kirpiği çıkarmakla uğraşıyordum.
"Üfleyeyim dur," dedi ve yüzüme bir anda üfledi. Ne olduğunu anlayamayarak sıçradım. Kara korkmamla gülmeye başladığında ben de gülmeye başladım. "Allah'ın evsiz küçüğü..." dedi ilerlerken. "Heriften para mı aldın sen?"
"Evet bana para verdi ama sana söylemeyi unuttum," dedim gözümün acıması geçerken. Başımı boynuna doğru yatırdım. "Annemi bulmamıza çok mu az kaldı?"
"Evet şimdi gidip babamı arayacağız ve o bizi alacak. Sonra da seni jandarmaya götüreceğiz tamam mı?"
"Oley! Sikip attın psikolojimi!"
"Ne?" dedi dururken. "Ne dedin öyle sen?"
"Psikolojimi sikip attın!" dedim gülerek. "Öyle dedin ya o pis abiye az önce."
"Sakın bir daha o kelimeyi söyleme," dedi gözleri kocaman açılırken. "Çok ayıp bir kelime o, ablan duysa diline acı biber sürer tamam mı?" Başımı olumlu sallarken tekrar ilerlemeye başladı.
"Kara," dedi Zeki peşimizden dolanırken. "Yemin ederim bir daha korkutmam lan. Lütfen alın beni yanınıza."
Kara ona cevap vermeden bizi yola çıkarttığında Zeki bizi takip etmeyi bırakmıştı. Kara'ya sıkıca sarılırken arkamızda kalan Zeki'ye el salladım. Elleri ceplerinde dudaklarını birbirine bastırdı ve gülümsedi. Bana el sallayıp arkasını döndü.
Sonunda bir telefon kulübesinin önünde durmuştuk. Dün akşamdan beri Kara yanımdaydı ve artık ertesi güne varmıştık. Güneş çıkıyordu. Ayakta uyukladığım sırada bendeki parayı aldı ve jeton satın alarak telefonu kulağına götürdü.
"Baba? Karahan ben. İyiyim. Menemen'deyim. Beni gelip alma şansın var mı?
Konumu tarif edip telefonu kapattı ve yere oturdu. Ceketini çıkartıp yanına bıraktı. "Gel bakalım evsiz," dediğinde yavaş adımlarla yanına adımladım ve ceketinin üzerine oturdum. Başımı koluna koyup uyumaya başladım.
Gözlerimi açtığımda Kara beni dürtüyordu. "Kalk hadi geldi babam," dedi. Gözlerimi şaşkınlıkla birkaç kez kırpıp etrafa bakındım ve esneyerek etrafa bakındım. Kollarımı kaldırdım ona doğru.
"Kalkamıyorum, lütfen kucağına al," dedim yarım yamalak.
"Oldu," dedi tepeden beni izlerken. "Oyun parkına da gidelim mi?"
"Lütfen," dedim ve tekrar uyukladım. Bıkkın nefes verip beni kucakladığı sırada babası telaşla arabadan inmiş, bize doğru geliyordu.
"Lan sen bu yaşta kız mı kaçırdın?" dedi korkuyla bana bakarken. "Ne bu kızın hali peçete satıcısı mı bu?"
"Jandarmaya götürelim," dedi Kara beni arka koltuğa oturturken. Kapıyı kapatıp öne geçtiğinde uyanmış, arabanın arkasına doğru başımı çevirmiştim. Babası arabayı çalıştırdığında arka camdan bizi izleyen Zeki'ye doğru elimi salladım.
"Pis hırsız abi gitmemiş bizi izlemiş!" dedim neşeyle ona elimi sallarken. "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum pis hırsız abi!"
"Dursana baba," dedi Kara. Araba durduğunda Zeki uzaktan öylece bizi izliyordu. Gittiğimizi düşündüğünde boynu biraz bükülmüş bir şekilde ellerini ceplerine attı ve arkasını döndü.
"Zeki!" diye bağırdı Kara. Zeki şaşkınlıkla durup arabaya döndüğünde Kara elini gel anlamında salladı. "Gel hadi gel. Annem sana çılbır yapar."
"Valla mı?" dedi Zeki koşarak arabaya doğru ilerlerken.
O da geldi bizimle. Benim yanıma, arka koltuğa oturdu. "Kim bu arkadaşların?" dedi Kara'nın babası arabayı kullanırken. Kara ona durumu anlatırken Zeki merakla dışarıyı izliyordu.
"Arabaya daha önce binmiş miydin?" dedi bana dönerken. "Motorun sesine baksana!"
"Traktöre biniyorum," dedim dışarı izlerken. "Babam beni bindiriyor bazen. Tarlalarda kocaman böyle," Ellerimi iki yana açtım. "Kocaman devasa traktörler! Tekerleri senin kadar büyük, pis hırsız."
"Bana öyle demesen daha iyi bacım," dedi Zeki gözlerini devirerek. "Ben hırsızlık yapmadım. O kadın kızına bakamayıp yurda attı ama çok pulu var. O karının tüm pulunu çaldım ve ilk fırsatta kızına vereceğim."
"Sevgilin mi?" dedim kıkırdarken. "Yoksa sevdalandın mı ona?" İç çektim dışarıyı izlerken. "Aşk çok güzel bir şey pis hırsız! Umarım bir gün o kızla evlenirsiniz!"
"Yok yahu çirkinin teki ne yapayım onu?" dedi Zeki üzerini düzeltirken. "Benim gibi yakışıklı oğlanlar biraz hovarda olur."
Kara ve babası anlamsızca bizi dinlerken sonunda arabayı park etmişti. Bir mahallenin tepesine varmıştık. "Sen al arkadaşlarını annen doyursun sizi. Ben gidip bir jandarmaya sorayım kayıp başvurusunda bulunan olmuş mu diye."
"Tamamdır baba," dedi ve arabanın kapısını açıp çıktı. "Hadi bakalım gelin."
"Pis hırsız mı?" dedim gülerek gözlerimi silerken. Kara dakikalardır anlatıyordu ama saniyeler gibi aktı gitti. "O zamanlarda da beni korkutmuş öyle mi? Çılbır yedi mi bari?"
"Yemez olur mu?" dedi gülümserken. "Sen ilk eve geldin, annemle tanıştın. Seni gördüğünde melek gözlüm demişti," diyerek mezar taşına baktı. "Hande ile iyi anlaştınız. İkinizin bir fotoğrafını çekmişti annem. Anı kalsın diye annene vermiş o zamanlar. Çok kızmıştım anneme neden bir tane daha çekmedin diye."
"Odamda duruyor Hande ile olan fotoğraf," dedim gözlerimi silmeye devam ederken. "Hande olduğu hiç aklıma gelmezdi. Anneme soruyorum eski ahbapların kızı diyor. Deli kadın."
"Geldi seni almaya bize ablanla," dedi mezarın üzerindeki çiçekleri sularken. "Sen ilk gördün anneni başladın sümüklerini akıtmaya. Sonra giderken tekrar ağladın."
"Anlatsana," dedim suladığı çiçekleri izlerken. Taptazeydi çiçekler. Renk renkti. Toprağın altındakinin aksine capcanlılardı. Ama ben Handan Çakır'ın bedeninin solduğuna inandım. Ruhu çiçeklerde nefes alıyordu hala.
"Efendim çok teşekkürler," dedi Zeki mahcup bir şekilde ellerini önünde birleştirip sofranın başında dikilirken. Kısaca koluna ağzını sildi ve ellerini tekrar kavuşturdu. "Ellerinize sağlık efendim. Çılbır hayatımda yediğim en güzel şeydi efendim."
"Doydun mu evladım?" dedi Handan Çakır onun yanağını sıkarak.
"Evet efendim," dedi. Utanıyordu çok. "Teşekkür ederim ellerinize sağlık."
Annemin kucağında dışarı çıkmak üzereydim artık. Veda vakti gelmişti. "Gitmek istemiyorum!" diye çığlık attım. Kollarımı Kara'ya uzatmıştım. "Abi de gelsin, Hande de gelsin, pis hırsız da gelsin!"
"Melekciğim saçmalama anneciğim onların evi burası bizim evimiz ta Manisa'da," dedi annem gülerek Handan Çakır'a bakarken. "Çocuk aklı işte. Alışmış buradaki arkadaşlarına ondan ayrılmak zor geliyor."
Kara dikkatle bana bakıyordu. Ellerimi ona uzatmış ağladığım sırada başını annesine çevirdi ve annesi kısaca dürttü. "Anne, gitmesin kız. Söylesene sen. Biz alalım onu olmaz mı?"
"Oyuncak mı alıyoruz? İlahi," dedi annesi gülerek anneme bakarken. "Çocuk aklı işte."
"Ya o da gelsin!" dedim avuç içimi açıp kapatırken. Kara'yı tutmaya çalışıyordum uzaktan. "Abi de gelsin! Ayrılmak yok!"
"Tamam sarılın hadi vedalaşın madem, sonra geliriz tekrar değil mi Handan teyzesi?"
"Evet evet tabii," dedi çekingen sesle. Annem beni yere bıraktığında koşarak Kara'ya doğru ilerledim. Biraz eğildiğinde kollarımı açıp ona sıkıca sarıldım.
"Teşekkür et abine seni korumuş buraya kadar seni bırakmamış," dedi annem gülümserken.
"Teşekkür ederim," dedim ona sıkıca sarıldığım sırada. Geri çekilip burnumu elimin tersiyle sildim. "Çok teşekkürler. Ne zaman bize oynamaya geleceksin?"
"Anne?" dedi Kara bana bakarken. "Kalsın gitmesin söylesene."
"Anne!" diye bağırdım. "Gitmeyelim buraya taşınalım. Babam da gelsin!"
"Ama ben çok hastayım," dedi annem hızla yalandan bir öksürük ile. "Melek hadi gel biz hastaneye gidelim. Anne ölüyor Melek."
"Anne!" dedim bu sefer koşarak onun kucağına atlarken. "Tamam özür dilerim lütfen bırakma beni!"
"El salla abilere, teşekkür ederiz," dedi annem ve beni oradan çıkarttı. Kapı kapanana kadar Kara'ya elimi salladım. Oysa gözlerini gözlerimden hiç ayırmadı. Aklında bir şeyler vardı. Düşündü de düşündü ben ona el sallarken. En sonunda kapıyı kapatırken annesini gördüm. Handan Çakır'ı.
"Kendine çok dikkat et melek gözlüm."
"Kaderin cilvesi," dedi Kara annesinin mezarındaki birkaç yabani otu yolarken. "Annem gittiği yerde bir sürü melek görüyor, bense o tarafta bir melek göremeyeceğim gerçeğiyle bilerek burada bir tanesiyle ödüllendirildim sanki."
"Sen ölümden sonra bir yaşam olduğunda inanır mıydın?" dedim annesinin toprağına parmağımı sürterken. "Hani ölünce bir hiçlik olacaktı?"
"Kızım sana iki edebiyat yapıyoruz şurada," dedi sırıtırken. "Severdim kendisini, inanırdım eskiden."
"Kimi severdin?"
"Allah'ı." Gözleri toprakta dolandı. "Ama baktım anneme yardım etmedi hiç o zaman. Annem de çok severdi onu. Niye yardım etmedi? Yok çünkü öyle bir şey. Olsa, ederdi."
"Hayır çok yanlış düşünüyorsun," dedim telaşla yutkunurken. "O anneni yanına aldı ve annen şu anda çok huzurlu. Burada değil, diğer dünyada çekilecek cezalar."
"Onun burada çektirmediği cezaları da ben çektiriyorum insanlara," dedi bayık bayık gülerken. "Burada canı yanmış annemin, diğer dünyada mutlu olsa bana ne yazar?"
Üstüne gitmek istemedim. Belli ki inançları konusunda bazı agnostik çatışmalar içindeydi aklı. Onun inançsız biri değil de daha çok isyan eden biri olduğunu fark ettim.
Toprakta parmağımın ucuna bir kağıt çarptığında yavaşça duraksadım. Parmağımla biraz ittim ve kağıdı çekip çıkarttım. Merakla Kara'ya baktım. "Hande anneme resim çizip buraya bırakıyor, toprağa saklıyor," dediğinde kağıdı açmadan tekrar toprağa gömdüm. Onun özel alanına girmek istemedim. Merak etmiştim aslında çizdiğini ama yapmadım.
"Yani küçük kiracı," dedi bana çevirirken başını. "Sana seni ölene kadar koruyacağıma söz veririm. Ama seni korumak adına yapacağım şeylere bir sınır çizemem. Bunu isteme, lütfen."
Yutkundum ama boğazım acıdı. Kara bu sırada ellerini çırpıp doğruldu. "Ah işte anne görüyor musun gelinin ne kadar nazlı? Yirmi yedi senelik ömrümde ettiğim kelime sayısı şu kıza dil döktüğüm kelime sayısından azdır amına koyayım."
"Daha geçen yirmi yedi buçuktun?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ondan önce de yirmi sekizdin. Sen böyle her hafta bir yaş gençleşecek misin, Çakır?"
"Ne yapayım lan senin yanında kendimi genç hissediyorum," dedi alayla karışık sırıtırken.
Hızla elimi kaldırdım ve yüzüğüme baktım. "Annene bir dua edelim ve sonra kan tahlillerine gidelim," dediğime başı hızla bana çevrildi. Şaşkınlıkla kırptı gözlerini birkaç kez. "Handan anneciğim oğlun çok hödük ama çok da tatlı. Sanırım onunla ortak bir sözde buluşabilirim."
"Yani evet?" dedi bana adımlarken. "Beni anlıyorsun değil mi güzeller güzeli kiracım? Neden böyle yaptığımı, yeri geldiğinde kendimi bile senden birkaç adım uzaklaştırdığımı anlıyorsun. Canın yanmasın diye tüm kavgalarım. Anlıyorsun."
"Anlıyorum," dedim ve başımı iyice yukarı kaldırdım. Gözlerine bakarken kıkırdadım. "Handan anneciğim duydu ilk evleneceğimizi," dedim bedenimi ileri geri sallarken. "İlk ona söyledik Kara."
"Öyle yaptık bebeğim," dedi hızla yanağımdan öperken. O kadar hızlı öptü ki bedenim istemeden bir adım geriye gitti. "Ölsün Kara sana," dedi hırsla yüzümü incelerken. "Ölürüm lan sana."
"Neyse annenin karşısında çok ayıplı hareketler yapmayalım," dedim boğazımı temizlerken. Ağzı aralık sırıtıyordu ama heyecandan mavi gözleri kırmızı kırmızı yanıyordu. Başı onaylar sallandı ve geri çekildi.
Arabaya bindiğimizde duamı bitirip geriye yaslandım. Başımı Kara'ya çevirdim. "Sen ne arıyordun peki?" diye sordum.
Yola bakarken kaşları çatıldı ve eli bacağıma gitti. Beni anlamadığı zamanlarda bazen Kara'nın tuhaf tepkileri oluyordu, bu da onlardan biri oldu. "Aç bakalım sorunu."
"Yani sen Manisa'da ne arıyordun?" dediğimde biraz nefes verdi ve boğazını temizledi. "Hadi ben üç beş köy ileri gitmişim. Menemen desem Zeki oradaki çocuk esirgemede kalıyor. Sen peki? Manisa'da ne yapıyordun?"
"Bu konuyu daha ileriki bir zamanda konuşsak olur mu?" diye sorduğunda şaştım. "Şimdi gidip testlerimizi olalım ve nüfus müdürlüğüne uğrayalım." Kolundaki saate baktı. "Kaçta kapanıyor bu evlendirme daireleri?"
"Bilmem," dedim konuyu değiştirmesine izin vererek. Ne olduğunu anlayamadım ama henüz anlatmak istemediğini düşünerek irdelemeyi bıraktım. "Bende miyom var Kara," dedim camdan bakarken. "Miyomlu bir kızım ben."
"Ney?" dediğinde gözlerimiz buluştu. Aynı anda birbirimize baktık. "Neyom?"
"Miyom," dedim ve bacağımdaki elini tutup parmağımı elinde dolandırmaya başladım. Elleri o kadar güzeldi ki onları karakalem ile çizmek isterdim. "Yani kist var. Onların alınması lazım ama biraz daha erkenmiş. Hani testlerde belki çıkarsa yani haberin olsun."
"Ne o gidip aldıralım," dedi şaşkınlıkla yola bakarken. "Ben niye şimdi öğreniyorum bunu? Alsınlar bitsin gitsin."
"Ama onları alırken kazıyorlar yumurtalıkları," dedim ve boğazımı temizledim. "Sonra çocuk istersek çocuğumuz tutunamaz bana."
"Tamam bu miyom mudur her ne siktiriboktansa o sana zarar vermiyor mu?"
"Yani verebilir aslında ama sanırım vermiyor," dedim iç çekerek. "Yani çocuğumuz olunca aldırmam daha iyi olur. Senede bir baktırıyorum işte biraz büyüyorlar ama önemli değil. Öyle olsa doktor hemen alalım derdi."
"Ben şimdi buna çok pis takarım kafayı," dedi camını açarken. "Şerefsiz miyomlar benim güzeller güzeli kiracıma zarar mı veriyor yani? Bunu araştıracağım. Birkaç doktorla görüşmem gerek." Sigara yaktı. "Düşmanı dışarıda arıyordum kızın kendi içinde çıktı düşman amına koyayım." Güldüğümde güldü ama sahte güldü. Aklı uçup gitti yola bakarken.
Kan tahlillerini verdiğimiz sırada Kara yepyeni hemşireleri ağına aldı. Sürekli olarak işlerine karıştığı için insanlar bizim testlerimizi hemen yaptı. O kadar hızlı bitmişti ki işlemler, Kara'nın bu pimpirikliğinin faydasını görmekten dolayı mutluydum.
"İki gün diyor bana," dedi sinirle kapımı açarken. "Özel hastane değil mi kardeşim bu? İki günde ne sonucu çıkıyor? Versene bana sonuçları iki saate. Keşke tanıdık aile hekimine gitseydim o herif hallederdi. Bak söyle canını acıttıysa gidip hemşire ile konuşayım tekrar. Uyuz oldum ona."
"Her şey yolunda. Sen de yanımdaydın kan alınırken. Acıdı mı canım?" dedim arabaya binerken. Kapıyı kapattı ve sinirle hastanenin girişine baktı. Hemen sonra kendi koltuğuna yerleşip arabayı yola çıkarttı.
"Kara?"
"Evet, güzel kiracım?"
"Diyorum ki," dedim parmağımı saçlarıma dolarken. "Acaba kızlarla bekarlığa veda mı yapsam?"
"Yap bebeğim," dedi elini uzatırken. Parmaklarımı avcuna bıraktığımda yavaşça öptü. "Hande ve Melisa ile Hakan'ın pastanede yapın."
"Hayır ya!" dedim elimi birkaç kez üst üste öptüğü sırada. "Bir gazinoya gidelim diyorum," dediğimde dudakları elimin üzerinde kaldı ve yolu izlerken duraksadı. "Şöyle eğlenceli bir yer olsun."
Elimi bırakıp geriye yaslandı. "Konuşuruz Melek. Kan alındı şu an senden. Kansızlaştın. Bitkin düşebilirsin. Birkaç gün otur evde."
"Of!" dedim sinirle camdan bakarken. "Bahanelerin çok saçma!"
"Tamam gidin," dediğinde gülerek araba camına düşen damlaları incelemeye aldım. "Zeki de bir pavyondan bahsediyordu. Kendini Ankara'da hissediyormuşsun. Ben de orada veda ederim bekarlığa."
Gözlerim camda asılı kalırken sinirle nefes verip boğazımı temizledim. "Gazinolar elit yerler. Orada ünlü insanlar çıkıyor."
"Pavyonlarda da meşhur karılar var," dediğinde şaşkınlıkla başımı ona çevirdim.
"Sen," dedim ağzım aralık gülerken. "Sen pavyona mı gittin?"
"Meraktan," dediğinde şaşkınlıkla önüme döndüm. "Kaya salağı zorla götürdü bir kere. İki dakika durup çıktım. Pis pis karılar var."
"Melisa gibisini bok bulur," dedim sinirle nefes verirken. "Çok büyük hata yaptı. Ama çok pişman olacak çünkü Melisa onu sürüm sürüm süründürür. Affetmez asla."
"Kaya'nın işine gelir bu," dediğinde bayıkça güldüm. "Bir erkeği süründürmek istiyorsan ne yapmalısın kiracım?"
"Ne yapmalıyım ev sahibim?"
"Ev sahibin ölsün sana," dedi bana dönerken. Elimi tutup öptü tekrar. "Kalbimin sahibi diyeceksin."
"Ne yapmalıyım kalbimin sahibi?"
Sırıttı. Konuyu unuttu ama ben merakla onu beklediğim için hızla toparladı. "Kıskandırsın."
"Hım," dedim dudaklarımı birbirine basıtırıp geriye yaslanırken. "Senin bu durumda bile beni ve arkadaşımı savunman nedir böyle? Ben sana aşık olmaktan yoruldum."
"Bu miyom muhabbeti," dediğinde gözlerimi devirdim. "Şimdi bir kadın doğuma gidelim bence. Nikah tarihinden önce onu halledelim diyorum."
"Düğün?" dedim merakla. "Nerede olacak? Olacak değil mi?"
"Balayı?" dedi merakla. "Nerede olacak? Olacak değil mi?"
"Bilmem," dedim şaşkınlıkla. "Ne yapsak ki Kara?" Sonra söylediği şeye gülmeye başladım. "Salak. Çok meraklısın balayına. Aptal."
"Kızım ben ne zamandır o anı bekliyorum senin haberin var mı?" dedi sırıtarak. "Düğün falan çok saçma. Biliyorsun ben..."
"...sen yüksek ses sevmezsin evet dans da etmeyi bilmiyorsun. Biliyorum."
"Ne güzel de konuşuyor ağzını ısırdığımın kiracısı," dediğinde kıkırdadım. "Isırayım mı ağzını?"
"Hayır. Bekle balayında ısırırsın." Durup merakla dışarıya baktım. "Sahi nerede yapacağız balayını?"
"İnan bana bebeğim, hiç fark etmez."
"Kara!"
"Tamam tamam," dedi ve elimi tuttu. Öptü kısaca. "Düğün de yaparız. Balayı da sen seç işte söyle bana ben hallederim."
"Tamam!" dedim heyecanla. "Çok güzel yerler seçeceğim bize!"
Eve vardığımda koşarak üst kata çıktım. Ablam ve Müjgan teyze salonda çay içiyorlardı. "Ooo!" dedi ablam ayaklanırken. "Sen evin yolunu bilir miydin?"
"Abla! Müjgan teyze!" dedim hızla elimi kaldırıp onlara yüzüğü gösterirken. "Evleniyorum!" diye çığlık attım. Ablam gözleri kocaman açılırken Müjgan teyze gülmeye başladı.
"Ne diyorsun sen?" dedi ablam şaşkınlıkla elimi tutup. "Ne evliliği? Dur... Okul? Sözlerin? Kara da söz verdi bana. Hani siz evlenmek için okulu bekleyecektiniz?" Hızla başını bana kaldırdı. Gözleri alev aldı. "Hamile misin?"
Elimi çekiştirip yatak odasına doğru ilerledim. "Abla işler biraz değişti. Biz böyle karar verdik şimdi."
"Melek!" diye bağırdı peşimden gelirken. "Gel buraya! Okul ne olacak okul!"
"Devam edeceğim," dedim üzerimi çıkartırken. Bornozumu giyip tuvalete ilerlediğim sırada ablam yanımdan yürüyordu. "Abla sadece evli bir çift olarak hayatımıza devam edeceğiz. Bu kadar."
"Ben annemi arayayım bir," dedi korkuyla salona ilerlerken. "Eyvahlar olsun! Gidiyor kız! Kandırmış gencecik kardeşimi ruh hastası herif!"
"Ara ara," dedim duştaki suyu açıp. "Anneme gün doğar. Koşarak gelir beni evlendirmeye. Salak mısın nesin abla sen de? Annemle tehdit ediyor beni. Mal."
Duştan çıkıp odaya ilerledim ve havluya saçlarımı kurutup pijamalarımı giydim. Yarınki sınava çalışacaktım ama bir yandan da gelinliğimi hayal ediyordum. Düğünde hangi şarkıyla ilk dansımızı edeceğimizi düşünüyordum.
Karışık bir kaseti kalemle düzeltip yerine yerleştirdim ve tuşuna bastım. Şarkıları mırıldanırken bir yandan da aynada dans ediyordum.
"Kara ile prova almalıyım," dedim ayaklarıma bakarken. "Upuzun da topuklular bulmalıyım."
"Melek!" dedi ablam bir süre sonra içeri dalarken. "Yemin ederim hakkımı helal etmem sana! Okul bitene kadar beklemeye ne oldu ablacığım?"
"Ya of!" dedim sinirle kasetin durdurma tuşuna basıp. "Of yeter ya! Karışma bana artık yeter! Bırak mutlu olayım işte! Mutluyum ben mutlu! Sevin ya bir kere benim için! Bıktım senin bu kontrolcülüğünden be!"
Durdu şaşkınlıkla. Sonra hafif gülümsedi ama çok kırıldı. "Peki," dedi gülümserken. "Tamam ablacığım." Odadan çıktı. Sinirle nefes verdim ve birkaç saniye etrafa baktım. Hemen sonra odadan çıktım.
Peşinden salona geçtim. "Özür dilerim," dedim ama o ayakkabılarını giyiyordu. "Nereye? Özür dilerim abla tamam."
"Dolanıp geleceğim," dedi ve gözlerini silerken hızla apartmandan çıktı.
"Ya abla!" diye bağırdım ve peşinden çıktım. Montumu üzerime geçirirken bir yandan merdivenleri iniyordum. "Tamam özür dilerim gel anlatayım durumu ya! Gel! Of!"
Hızla mahallede adımlamaya başladı ama mahalle benim sesimle çalkalandı. "Ya dursana! Özür dilerim tamam dur abla çocuk musun ya?"
Mahallenin tepesinden aşağı annemin indiğini gördüm. Elinde kocaman bir çanta, salına salına geliyordu. Annem ve babamla daha önce pekçe bu mahalleye gelmiştik. Eve bakmaya, evi tutmaya ve sonra yerleştirmeye. Herkes önceden bizi biliyor gibi girip çıkmamıza kimse laf etmemişti. Annemi bu nedenle durdurmadıklarını düşündüm çünkü ablamı tanımadıkları için mahalleye sokmamışlardı.
"Kızlarım!" dedi annem koşarak bize adımlarken. "Allah'ım şükürler olsun!" Ellerini kaldırıp havaya tuttu. "İkisinin de mürvetini görüyorum ya... Hamdolsun!"
Ablam sinirle annemin yanından geçip giderken annem duraksayıp onu izledi ve bana döndü. "Ne oldu bu yeşil montlu alaycı kuşa?"
"Sence?" dedim ve elindeki poşeti aldım. "Evlenmemi istemiyor."
"Aman bırak," dedi ve yanımdan geçip ilerlemeye başladı. "Bunun kocası da bir gitti haftalardır yok. Kız bak söyle boşandı mı bunlar?"
"Yok anne," dedim şaşkınlıkla ilerlerken. Poşete baktım. "Ne var bunda?"
"Damat macunu," dedi heyecanla bağırarak. "Oğluma kuvvet olsun."
Gözlerimi kocaman açıp etrafa baktım. "Anne ne bağırıyorsun ya?"
"Komşu vardı ya bizim meşhur macuncu kadın. Asiye teyzen... Ona özel bir karışım yaptırdım. Her akşam bir kaşık içir sen ona düğüne kadar tamam mı evladım?" Elimi tutup hızla gözlerini parlattı. "Bu yüzük ne böyle kız? Kafam gibi. Ay çok şükür!" dedi ağlamaklı bir şekilde. "Zengin ve ferah içinde yaşayacak çocuklarım. Çok şükür."
"Sen nasıl geldin buraya?" dedim onunla bir eve doğru ilerlerken.
"Melek şimdi bir terzi bulalım buralarda. Sana bir gelinlik diktirelim anneciğim. Duvak için dantel aldım yanıma. Düğünü bu hafta hemen yapalım. Oğlumun ailesi neredeler? Düğüne kadar destek olsalardı bize. Karahan oğlum nerede? Ona da bir hayırlı olsun diyeyim."
Ağır ağır ilerliyordum onunla birlikte. "Ya sen nasıl geldin buraya dolmuşla mı?"
"Aziz bıraktı kızım, eniştenin bir arkadaşının oğlu."
Adımlarım durdu. "Ne?" dedim kaşlarım çatılırken. "Ne alaka ya?"
"Aman bizi ziyarete geliyor son birkaç haftadır. Bu bir ara gelip seni istemişti bizden de ben vermedim. Siyasetçi damat var bir tane bende zaten. İstemedim ondan onu."
"Tanıyorum," dedim korkuyla. "Ne alaka bize neden geliyor? Anne sana bir şey dedi mi? Ne dediyse yalan!"
"Ben de anlamadım gelip babanla bir çay içip gidiyor. Ablan aradı senin evleneceğini söyledi, Aziz de beni mahallenin tepesine kadar bırakıverdi."
"Anne sen git bizim eve," dedim montumun cebimden anahtarı çıkartırken. Gölete doğru baktım. "Ben ablama bakıp geleyim tamam mı?"
Anahtarı anneme uzatıp poşeti ona verdim ve hızla mahallenin dibine doğru çıkmaya başladım. Kırmızı'nın önünden koşarak geçtim. Gölete doğru ilerlediğimde ablam tek başına bankta oturmuş, kuşları izliyordu.
Derin bir nefes verip mahallenin uzağına doğru baktım. Gözlerimi kısarak ilerledim ve mahalleden birkaç adım dışarı çıktım. "Aziz?" diye bağırdım sağa sola. Mahallenin girişindeki oğlanlar bir sorun olduğunu hisseder gibi bana doğru adımlarken birkaç adım daha attım. "Neredesin korkak herif!"
"Ce-e!" dedi gülerek biraz uzağa park ettiği arabadan inerken. "Beni beklemiyordun değil mi?"
"Ne istiyorsun?" dedim ona doğru adımlarken. "Ne istiyorsun ya sen bizden?"
"Kağan abinin kanı yerde kalmayacak," dedi ve gülerek bana doğru adımladı. Mahalleli bir oğlan önüme geçtiğinde duraksadı ve ellerini havaya kaldırdı. "Bende silah bıçak olmaz beyler. Ben insanı öldürmek için daha eğlenceli yollar biliyorum."
"Siktir git lan!" dedi oğlan öfkeyle. Elini arkasına doğru tuttu. "Rasim git Kara abiye haber et."
"Ya o herif ablamı öldürecekti farkında mısın?" dedim sinirle. "O herif manyağın tekiydi!"
"Ablan da pazarda heriflerle oynaşmış," dedi Aziz gülerek arabasına doğru ilerlerken. "Evleniyormuşsun Melek. Annenden duydum. Düğünde size harika bir hediyem olacak. Bana saldırdığınız ve kırdığınız kamera kadar çok kalp kıracağım."
Durup bana baktı kısaca. "Yanlış adamı seçtin. Seni artık hiç sevmiyorum Melek."
Donakalmıştım. Ne yapacağımı bilemedim ama önümdeki oğlan sayesinde korkmuyordum da Aziz'den. Başını onaylar salladı. "Ve ben sevmediğimi mutlu görmeye dayanamam."
Arabasına atlayıp hızla gaza bastı. Şaşkınlıkla arkamı döndüm ve kalbimi tuttum. Deli gibi atıyordu. Korktum. Korkunun içine hapsoldum.
Kara telaşla dibimde biterken Kaya bir hışım yanımızdan geçti ve Aziz'in arabasını takibe aldı. "Lan sen kimin mahallesine gelip kadınlara ahkam kesiyorsun orospu dölü!" diye haykırdı bir arabaya binip gazlarken. Hiç durmadan kornaya basıyordu. "Gel lan adamsan bana konuş amcık beyinli! Gel orospu!"
"Melek," dedi Kara telaşla bileğimi tutup. "Ne yaptı? Bir şey yaptı mı? Dokundu mu?"
"Hayır," dedim yutkunup. "Ama tehdit etti Kara. Düğünde sizi çok üzeceğim dedi bana."
"Hiçbir sikim yapamaz sakın korkma," dedi Kara telaşla kollarıma, boynuma bakarken. Çenemden tutup sağa sola çevirdi başımı. "Dokunmadı hiçbir yerine değil mi?"
"Hayır Kara." Başını beni koruyan oğlana kaldırdı.
"Dokundu mu kıza?" Oğlan başını olumsuz sallarken tekrar eğildi ve telaşla elimi tuttu. "Bir şey yapmadı değil mi? Dokunmadı sana?" Montumun kolunu yukarı doğru çekiştirmeye çalıştı. "Buralarına falan dokunmadı değil mi? Hiçbir yerine dokunmadı."
"Hayır Kara," dedim gözlerim acırken. Yanıyordum. Bedenim alevler içinde kaldı.
Dayanamadı ve mahalleden çıktı. Aziz'in peşinden gittiği sırada ben öylece yeri izliyordum.
"Lan!" dedi Zeki koşarak bana doğru gelirken. "Ne oldu lan! Kadınlara dokunanın kellesini sektiririm lan!"
"Bir şey yok," dedim yutkunurken. "Sorun yok Zeki. Tamam."
"Bacım?" dedi telaşla bana koşarak. "Elledi mi seni?"
"Saçma sapan konuşma," dedim hararetten kısaca gülerek. "Kimse bir şey yapmadı. Boş boş tehdit savurdu ve gitti."
"İyi," dedi elleri ceplerinde mahalleli oğlanlara bakarken. "Aferin len dümbüksporlar. Babalarınızın aksine mahalledeki karıları canavar erkek ırkından korumayı öğrendiniz. Selametle bacım. Evine kadar eşlik edeyim."
Onunla birlikte eve doğru adımladım ama aklım hala Aziz'in tehditlerinde kalmıştı. Ablam göletin kenarından bize ne oluyor anlamında elini salladığında ona olumsuz bir şekilde elimi salladım.
Zeki kapının önünde duraksayıp içeri geçmemi beklerken ona döndüm.
"Aziz tehdit etti ama bir şey yapamaz değil mi?" diye sordum. "Yani düğünde bize zarar vereceğini söyledi."
"Onun ben amına koyarım korkma bacım. Düğünde halay başı olmak için gerekirse Aziz'i bağlar depoda düğün bitene kadar bekletirim."
"İyi," dedim gülerek. "Sağ ol Zeki. Her şey için yani."
"Ne demek yahu?" dedi ve kısaca elini vurdu bana. "Bana bak. Bu karı kısmı kuaföre gider ya düğün zamanı... Ben de geleyim mi?"
"Kuaföre?" dedim gülerek. "Kız bulmaya mı?"
"Yok lan Kara ödeyecek ya sizin kuaför parasını. Ben de sokarım ona oradan üç beş." Saçlarını savurdu. "İmajımı da yenilerim diyorum."
Gülerek etrafa baktım. "Gel Zeki," dedim kıkırdarken. Beni rahatlatmışlardı. Varlıkları güzeldi hepsinin. Aziz kötüydü belki ama burada kötülere ceza veren daha kötü bir örgüt vardı. "Aile her şeydir," dedim gülümserken. "Bu ailede olduğun için teşekkürler. İyi ki varsın Zeki."
"Ha?" dedi şaşkınlıkla. "Neden öyle dedin ki şimdi bacı gülü?"
"Hiç," dedim omuz silkerek. "İçimden geldi öyle. Pis hırsız abi."
"Lan!" dedi gülerek. Elleriyle ağzını kapattı. "Nasıl hatırladın lan çük kadar bir şeydin sen o zaman!" Cıkcıkladı etrafa bakarken. "Ah be Melek. Küçücüktük lan. Şimdi büyüdük benim zeka o yaşlarda kaldı amına koyayım. Harbi nasıl hatırladın sen o zamanları?"
Gülerek etrafa baktım. "Kara anlattı. Bunca zaman nasıl gizlediniz benden böyle? Neyse ama. Teşekkürler Zeki. Bu ailenin en manyağı, Adana'nın en ağır delikanlı abisi. Akıl noksanı Zeki."
"Ne diyorsun bacım öyle?" dedi şaşkınlıkla. "Öyle duygusal sözler kurma valla ağlarım koca herif burada."
"Ağla," dedim omuz silkerek. "Sanki burada Müjgan'ıma öldü diye ağıtlar yakan babamdı."
Gülümsedi ama ifadesi çalkantılıydı. Doğruydu gözleri. Aktılar ama gerçekti. "Özür dilerim," dedi hızla gözlerini ovup giderken. "Müjgan konusunda seni kandırdığım için affet kardeşim."
"Affettim," dedim gidişini izlerken. Affetmeliyim. Affetmesem de bazı şeyleri görmezden gelmeliyim.
Aile işte... Bahaneler üretmeye lüzum yoktu. Kara yine yeniden haklıydı. Konu aile olunca, verilemeyen iyilik sözlerine bile karın toktu.
Ben yine gül uzatmaya devam edecektim, tıpkı taşlar bir gün bana değil de aileme dokunana dek. İşte o zaman Kara'nın demek istediğini anlayacaktım.
Ne acı, belki de Kara'nın bana anlattıklarıyla değil, Aziz'in bana ve aileme yaşatacaklarıyla anlayacaktım. Taşlar bazen de ezerdi gülleri. İşte öyle bir zamanda anlayacaktım.
...
Diğer bölüm için lütfen yıldızı tuşlayınız.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.4k Okunma |
11.18k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |