32. Bölüm

31. BÖLÜM : GECE YARISI KÜTÜPHANESİ

petrikor.
yagmurluhikayeler

 

 

 

 

 



"Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkan herkes dörtte üç ölmüş demektir."

 

 

 

 

 

-matt haig/gece yarısı kütüphanesi

 

31 

 

"Yalnız ben yaptım diye demiyorum ama bu renk odayı fena açtı he yenge?" dedi Zeki eli belinde, duvara bakarken. Müjgan teyzenin evini boyatıyordum ona. Elimdeki alışveriş listesi yazdığım kağıttan başımı kaldırıp duvara baktım.

"İyi boyamışsın," dedim tekrar listeye bakarken. "Şimdi de yatak odasını boya bakalım. Sonra da temiz temiz duvar kağıtlarını yapıştırırsın."

"Pof!" dedi bağırarak, yerdeki büyük boya kutusunu alırken. Söylenerek kutuyu yatak odasına götürmeye başladı. "Bari ustalığıma para ver! Hadi vermiyorsun cebime üç beş harçlık sıkıştır be yengelerin gülü! Ama yok! Karı ayarla diyoruz yok! Kara'yı başımızdan al diyoruz yok! Anca çalıştır!"

"Hadi canım söylenme," dedim kalemi dudaklarıma tuttuğum sırada. Sonra listeye ürünler eklemeye devam ettim.

Günler geçip gitmişti artık. Hande toparlandı, mahalle nefes almaya başladı. Burada yaşayan, parkta ölü gibi oyun oynayan çocukların bile yanakları al al olmuştu.

Şubat ayının ilk düzlüğündeydik. Okula gidip geliyordum. Kara bırakıyordu, dönüşlerde de alıyordu. Onunla geçirdiğim vakitler güzeldi. O, güzeldi. Melisa mahalleye gelip gidiyordu ama Kaya ile göz göze bile gelmiyorlardı.

Kaya ve mahalleli bir delikanlı çamaşır makinesini eve sokuyordu. Ayaklanıp kalemle birlikte tuvaleti gösterdim. "Şuraya gidecek," dedim heyecanla. "Şofben aldınız mı?"

"Aldık," dedi Kaya makineyi taşımaktan ağzı aralık, bedeni harman ilerlerken. "Kuracağız hepsini. Buzdolabı da gelir bir saate."

"İyi," dedim ve kağıdı alıp evden çıktım. Müjgan teyze pastanede ablamla birlikte çay içiyordu. Onlara el sallayarak yanlarından geçtim. Evi yenilemek istediğimde ilk başta kabul etmedi ama sonradan birkaç yadigar eşyası dışında her şeyi değiştirmemize izin verdi.

Kırmızı'ya ilerlerken kağıt elimde sallanıyordum. Bir oğlanı durdurdum. "Ablacığım gel bakalım," dediğimde durup bana doğru adımladı. Elimdeki listeyi ona uzattım. "Bu listedeki her şeyi alıp gelebilir misin? Kara'nın özel emri var. Fişi de getir, Kırmızı'dan karşılanacak masrafları."

"Tabii abla," dedi oğlan kağıdı elimden alırken. Mahalleden indiği sırada yavaşça açık aralık kapıyı ittim ve içeri girdim. Kara kendi masasında elindeki kalemi döndürüyor, geriye yaslı bir şekilde kağıtlara bakıyordu.

"Merhaba Kara," dedim şirin bir sesle.

Kağıtlara bakarken sırıttı. "Merhaba küçük kiracı," dedi ve başını bana kaldırdı.

Birkaç saniye etrafa baktım. "Nasıl gidiyor?"

"Her zamanki gibi," dedi ve kağıtlara indirdi başını. Sandalyesini biraz geriye itti ve bacağına yavaşça vurdu. "Senin nasıl gidiyor?"

"Benim de," dedim masasına doğru adımlarken. "Neden bacağına vurdun öyle?"

"Gel buraya," dediğinde duraksadım. Başı kısaca bana kalktı ve tekrar işe indirdi. "Gelsene kızım kucağıma."

Bacağına yan bir şekilde oturup kağıtlara bakındım utanarak. Kucağında oturmak tuhaftı. "Bunlar ne?"

"Muhasebe işleri, salak saçma şeyler," dedi sandalyesini tekrar öne çekerken. Masaya iyice yanaşmıştım kucağında.

Masasındaki takvime baktım. Hızla uzanıp elime aldım. "Ay bu dünde kalmış," diyerek hızla yaprağı koparttım. "Bugün on üç şubat."

Göz ucuyla ona baktım ama kağıtları izliyordu. "Kara," dedim mırıldanarak. "Bugünün tarihine çevirdim takvimi. Bugün on üçü ya... Yarın da on dört. Şubat'ın on dördü."

"İyi yaptın bebeğim," dedi yavaşça başımdan öperken. "Her gün koparmaya üşeniyorum."

Nefes verip kucağında geriye yaslandım ve kağıtlara gözlerimi daldırdım. "Yarın ne yapacaksın?"

"Bilmem ki, buralardayım," dediğinde yanaklarımı şişirip kucağında kıpırdandım ve ayaklandım.

"Of!" dedim sinirle. "Pastanede oturuyoruz hep beraber. Burada sıkıcı sıkıcı oturacağına gel bizimle iki sohbet et."

"Geleyim," dedi kağıtları toparlarken.

Ellerimi önümde birleştirdim. "Bir de şey..."

"Ney?"

"Ben senin adına bir alışveriş listesi hazırlayıp bir oğlanı görevlendirdim. Hani siz Müjgan teyzeye hayır yapıyorsunuz ya..."

"İyi yapmışsın," dedi ayaklanırken. Ceketini eline alıp yanımdan geçti. İlerlediği sırada durup kaşları çatık bana döndü. "Sen bir ara bana bir laflar ediyordun. Niye etmiyorsun artık?"

"Ne gibi?" dedim o durduğu için durup.

"Böyle karılı laflar," dedi bana doğru bir adım atarken. "Aşklı maşklı şeyler."

"Aşkım mı?" dedim kaşlarımı kaldırıp ifademi dondururken. "Yok canım. Aşkım taze bitti." Yanından geçip yürümeye başladım. "O sana küsmeden önceydi. Küsüz ya... O nedenle isminle hitap ediyorum sana."

"Hala mı küsüz?" dedi peşimden ilerlerken. "Bak işte o yaşlı karıya yapıyoruz her kıyağı sırf senin gönlün olsun diye."

"Dur daha," dedim pastaneye doğru ilerlerken. "Daha Müjgan teyzenin evi bitsin tüm mahalleye yardım yapacaksınız."

"Kızım biz hayır kurumu muyuz amına koyayım?" dedi şaşkınlıkla pastanenin kapısını açarken. Omuz silkip önünden geçtim. Birkaç saniye Müjgan teyzenin evine baktı ve bıkkın nefes verip arkamdan içeri girdi. "Bak ben bu heriflerle böyle yüz göz olmak istemiyorum. Hiçbiriyle."

"Niye?" dedim omuz silkerek. "Çok paranız yok mu sizin? Ne olur yardım etseniz?"

Ruhsuz bir şekilde gülümsedi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Kokusu bir anda pastaneye yayıldı, bedenim eş zamanlı hopladı. "Onlar zamanında çok mu etti?"

Kaşlarım çatık çantamı çıkartıp masaya bıraktım ve ablama bakındım. "Neyden bahsediyorsun?" diye sordum ve ona döndüm.

"Şu lafları kullansana," dediğinde nefes verdim.

"Gerçekten anlamıyorum ne diyorsun?" dedim sinirle. On dört şubat hakkında konuşmamasına zaten öfkeliydim ve şimdi iyice kızmıştım ona. "Yani neden bu kadar karmaşık konuşuyorsun sürekli? Senin kafanın içinde dönenleri anlayamam Kara. Lütfen bana açıkça konuş çünkü üç kelime söylüyorsun üç satır anlamamı bekliyorsun."

"Aşkım," dediğinde başımı ona kaldırdım. Geriye yaslanmış, ellerini önünde birleştirmişti. Camdan dışarı bakıyordu. "Aşkım desene bana eskisi gibi."

"Ağzına da pek yakıştı," dedim kıkırdarken.

"Evet?" dedi başını onaylar sallarken. "Ağzına da pek yakıştı ne? Sonuna ne diyecektin?"

"Ağzına da pek yakıştı Kara," dedim tekrar camdan bakarken. "Karahan."

"Hay Karahan kadar," dediğinde gülerek öne doğru eğildim ve masadan ona uzanıp yanağını öptüm. Sakalları dudaklarıma dokunduğunda yavaşça yerime yerleşip dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Biraz kısaltsan mı acaba sakallarını?" diye mırıldandım. "Dudaklarıma battılar."

Dışarı bakıp cevap vermedi. Kaşları hafif çatıldı. Uzun süre konuşmayı beklediği için ona fırsat verip sustum. Dakikalar sonra mahalleye bakarken konuştu. "Böyle yakışıklı değil miyim?"

"Çok yakışıklısın ama dudaklarıma batıyor," dedim onu izlerken. Elimi kaldırıp işaret ve baş parmağımı birbirlerine tuttum. "Azıcık kısaltsan olmaz mı?"

"Olur," dedi aynı ifade ile dışarı bakarken. Öyle bir nefes verdi ki göğüs kafesinin kalkıp inmesine gözlerim çarptı. "Bana on üzerinden puan versene."

"Ne?" dedim anlamsızca sırıtırken. "Ne demek o?"

"Sence on üzerinden kaçlık bir herifim? Üzülmem darılmam. Kaçlık bir tipim var?"

"On bir!" dedim gülerek. "Hatta yüz bin!"

"Hoş geldiniz," dedi Hakan hızla önümüze süvari bardaklarda çay bırakırken. "Abi seni her pastanemde gördüğümde heyecandan çişim geliyor."

Kara başını ona kaldırdığında Hakan hızla çayların yanına kek getirmek için koşturdu. Müjgan teyze bu sırada evine bakmaya gitmişti ablamla.

"Gel bakalım teyzem," dedi ablam kapıyı açıp. "Beğendin mi evini?"

"Aman ne yapmışlar öyle her yere?" dedi Müjgan teyze ağır ağır Kara'nın yanına otururken. Başını onaylar sallayarak Kara'ya döndü. "Sağ olun evladım. Ne zahmet oldu."

Kara kaşları ile beni gösterdi. "Kıza teşekkür et benlik bir durum yok," dediğinde Müjgan teyze bana döndü. Gülerek gözlerini kapattı kısaca. Çok sıcak, çok tatlı yapmıştı bu hareketi. Kıkırdayarak ellerimi çeneme koydum ve ayaklarımı sallandırdım.

"Naber Kara?" dedi ablam yanıma oturup. "Nasıl gidiyor?"

"Eyvallah," dedi Kara dışarıyı izlerken.

"Aman bu da donuk," dedi ablam gözlerini devirip ve bana döndü. "Sen ne yaptın? Sınavın nasıldı?"

"İyiydi abla," dedim kıkırdayarak. "Çok güzel geçti. Şebnemle limonata içtik."

"Hakikaten o nasıl?" dedi Hakan önümüze tabak bırakırken. "İyi miymiş? Sağlık sıhhat?"

"İyi iyi her şey yolunda," dedim çaydan bir yudum içerken. "Allah'tan Zeki krem şantiye bir şey karıştırdığında kız çoktan mahalleden gitmişti. Gerçekten rezil olurduk."

"Ne karıştırdı?" dedi ablam kaşlarını çatarak. "Ne yaptı Zeki krem şantilere ben anlamadım?"

"Yok bir şey," dedi Hakan gözlerini belerterek. "Zeki abi benim pastama tükürmüştü de Melek onu diyor." Ablam başını olumlu sallarken Kara dışarı bakıp bayıkça güldü.

"Bugün Melisa'nın doğum günü," dedi Hakan. Başım hızla ona çevrildi. "Öyle kimseye söylemez etmez ama büyük partiler bekler hep. Lisede de öyleydi."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla ama biraz da heyecanla. "Dostikomun doğum günü mü? Ben bunu bilmiyordum ki!"

"Bir şeyler yapın ablacığım," dedi ablam Kara'ya bakarak. "Gerçi Kaya bozuk ya şimdi, abisi Melisa ile görüşmeni yasaklayabilir."

"Neden yasaklasın abla?" dedim gözlerimi belertip. "Kara her zaman beni destekliyor. Bu konuda bile Melisa'nın yanında. Kendi kardeşinin yediği nanelerden Kara da çok utanıyor."

Kara camdan dışarı izliyordu ama varla yok arası sırıtıp duruyordu. Kaya'nın yaptıkları muhtemelen Kara'nın umurunda bile değildi. Ablamla muhatap olmaması ablamı daha da sinirlendirmiş gibi nefes verdi.

"Melek?" sesi ile Hakan'a döndüm. "Kaya abimle araları bozuk ya şimdi... Diyorum ki biz onu alıp bu akşam bir müzikale mi götürsek? Hatırlıyor musun bir kere burada otururken bir kumpanyada tiyatrocu olmak istediğini söylemişti."

"Yok hatırlamıyorum," dedim merakla çaydan bir yudum daha içerken.

"Neyse ben hatırlıyorum," dedi ve boğazını temizledi. "Bu akşam onu bir müzikale götürelim mi? Hem şarkı da söyler orada. Hep beraber eğleniriz."

"Çok güzel olur," dedim kıkırdarken. "Kara?"

"Kiracım?"

"Hakan, sen, ben, isterlerse Zeki ve Hande... Gidelim mi bu akşam Melisa'nın doğum gününü kutlamaya?"

"Gidelim."

"İyi," dedim ve bıkkın nefes verdim. "İyi oldu yani en azından bugün eğlenecek bir şey çıktı. Yarın kös kös oturacağız, belli ki."

"Dur ben ona bir doğum günü pastası yapayım. Meyveli mi sever çikolatalı mı acaba?" dedi ablam ayaklanırken. Kara ise bayık bayık sırıtıyordu beni izlerken.

"Çikolatalı çok sever o," dedi Hakan ve ablamla bir ayaklandı. "Ben de yardım edeyim sana abla." Kara'ya başımı ne var anlamında salladığımda gülerek camdan baktı.

"Ben yoruldum evladım," dedi Müjgan teyze ayaklanmaya çalışırken. "Beni eve götürün."

"Müjgan teyzeciğim senin evin boyandı!" diye bağırdım onun koluna girerken. "Sen birkaç gün o boyalar kuruyana kadar benim odamda kalacaksın! Bak benim yatağım çok rahat!"

"Tamam," dedi Müjgan teyze ağır ağır ilerlerken. Onun kolundan tutmuş kendi apartmanıma götürdüğüm sırada Kara hala dışarıyı izliyordu. Eve çıkartıp ona havluların yerini gösterdim ve ayağına bir çift terlik giydirdim.

"Bak ben sana televizyon açayım!" dedim gülerek tüplü televizyonun tuşuna basarken. "Çok güzel programlar var bu saatte! Bir şey istersen bana seslen balkondan tamam mı?"

"Teşekkür ederim kızım," dedi koltuğa oturup ayaklarını koltuğa uzatırken. Ayağının altına yastık koyup yanağından öptüm ve evden çıktım. Aşağı indim koşarak. Pastaneye girip Kara'nın karşısına oturdum. Ablamla Hakan pasta ile ilgileniyordu.

"Ne düşünüyorsun Kara?" dedim merakla. Durup boğazımı temizledim. "Sana aşkım demediğim için mi kızdın yoksa?"

"Sakallarım uzun ama," dedi o konuyu atlatamamış bir sesle. "Onları beğenmiyorsun ama yine de on üzerinden on bir diyorsun. Kim bilir başka nelerimi beğenmiyorsun?" Bana döndü. "Üstüm başım nasıl sence? Tarzım da mı kötü?"

"Ha?" dedim kaşlarımı çatarak. "Hala o konuda mısın sen?"

"Harbili söyle," dedi üzerine bakarken. "Sence ben keko muyum?"

"Saçmalamasana," dedim kahkaha atarken. "Otuz yaşında adamsın ama bazen çocuk gibi davranıyorsun. Sadece dudaklarıma battı ondan hafifçe kısaltmanı istedim."

"Yirmi sekiz," dedi hafif sırıtarak geriye yaslanırken. "Yirmi yedi buçuk hatta."

"Bugün fazla mı alıngansın?" dedim şaşkınlıkla onu izlerken. "Ben senin her halini çok beğeniyorum ki!"

"Bak bir şey diyeceğim sana," dedi karşımda otururken bana doğru eğilip. "Bu Müjgan karısı senin yatağında yatacak ya..."

"Eee?" dedim gülerek.

"Sen de diyorum bende mi kalsan," dedi ve geriye yaslanıp kısaca burnunu çekti. Camdan baktı. "Şöyle koynumda uyusan..."

"Olabilir," dediğimde şaşkınlıkla bana çevirdi başını. "Beklemiyordun değil mi?" dedim kıkırdarken. "Yakışıklı aşkım."

"Yakışıklı aşkın senin götünü ısrırır," dedi fısıltıyla bana doğru eğilirken. Ağzı aralık, ifadesi güleçti. "Yerim lan senin ağzını burnunu."

"Kara ya," dedim gülerek kıpırdanırken. Başımı masaya indirdim. "Akşam ne giysem?" İşaret parmağımı yanağıma vurdum düşünürken. Tavana baktım. "Kumpanyalar şık olur. Eve gidip bir kıyafetlerime bakayım. Akşam için şık olmam lazım."

Kara ayaklandığında onunla bir kalktım. Mahallede ellerimi arkamda birleştirip başımı ona kaldırdım. "Teşekkürler bizimle burada sohbet ettiğin için," dedim kıkırdarken. "Çok eğlendim."

"Eğlendin mi?" dedi ve etrafa bakıp yavaşça alnımdan öptü.

"Evet," dedim heyecanla. "Çok mutluyum. Hem," diyerek iç çektim. "Yarın için de ayrı bir heyecanlıyım."

"Ne var ki yarın?" dedi başı bana eğik, kaşları çatık.

"Kara bak sana çok kötü vururum he!"

"Ben bir şeyleri kaçırıyor muyum?" dedi tekrar.

"Yok bir şey Kara," dedim sinirle eve ilerlemeye başlarken. "Mal! Hödük!" Gitmeme izin verdi. Arkamdan güldüğünü hissettim.

O Kırmızı'ya geçerken ben koşarak eve gittim. Dolabımı açtım. Ablamın düğününde giydiğim kırmızı bir elbise vardı. Yırtmacı derin, göğüs dekoltesi mutaassıp sayılabilecek türdendi.

"Müjgan teyze nasıl bu sence?" dedim ona elbiseyi tutup. "Bana çok yakışır bu renk değil mi?"

"Çok güzelmiş," dedi kaşları çatık, elbiseye baktığı sırada.

"Ay o senin güzelliğin fıstık," dedim ve onun yanağını sıktım. Hemen sonra boğazımı temizleyip telefonu kulpundan çıkartıp kulağıma götürdüm. Melisa'nın evinin tuşlarını bir bir çevirdim.

"Alo?" sesi ile yüzümü ağlamaklı yaptım.

"Ay dostikom! Kara ile kavga ettik çok kötüyüm!" Müjgan teyze yavaş yavaş bedenini bana döndürmeye çalışırken ben ağlamaklı bir şekilde elimi alnıma tuttum. "Çok morallerim bozuk Melisa. Bu akşam kız kıza dışarı çıkalım mı?"

"Ne yaptı ya?" dedi Melisa telaşla. "Sen iyi misin, geleyim mi?"

"Yok şimdi Hande ile oturacağım," dedim alt dudağım büzülü. "Alsancak Gar'ının orada yeni bir yer açılmış. İkimiz gidip orada içelim mi akşam? Dertleşiriz."

"Olur tabii bebeğim," dedi sesini yumuşak çıkartarak. "Ay üzme sakın canını ben mahvederim bu abi kardeşi."

"Sekiz gibi orada olursun tamam mı?" dedim başımı onaylar sallarken. "Çok kötüyüm Melisa çok."

"Tamam canım, kıyamam ben sana," dedi telefonu kapattığım sırada. Müjgan teyze şaşkınlıkla bana bakıyordu.

Kıkırdayarak ayakkabılarımı giydim. "Sürpriz yapıyoruz ona Müjgan teyze! Ablam gelir birazdan siz oturursunuz tamam mı?"

"Tamam yavrum dikkat edin," dedi televizyona döndürürken bedenini. Çok ağır hareket ediyordu. Elleri titriyordu. Gidip hızla yanağını öptüm ve elbiseyle ayakkabıları bir poşete koyup Hande'nin evine geçtim.

Bana makyaj yaptığı sırada bir yandan plağa güzel şarkılar koymuştu. "Okulun kütüphanesinde güzel bir kitap buldum Hande. Abine sevgililer günü için onu aldım. Sence çok mu basit? Ama kitaplar bizim bağımızı çok kuvvetlendirdi ya... Öyle güzel olur diye düşündüm."

"Kitaplardan güzel hediye mi olur?" dedi gözlerime kahverengi boya sürerken.

"Değil mi!" dedim heyecanla. "Hatta kitabı yanıma aldım, çantamda. Tam on ikide vermeyi düşünüyorum."

"O ne alacak sana acaba?"

"Of on dört şubatın sevgililer günü olduğunu biliyor mu emin bile değilim," dedim yanaklarımı şişirip. "Sürekli imalarda bulundum ama anlamadı. Belki de anladı."

"Yok canım biliyordur niye bilmesin?" dedi ve başını hafif geriye attı. "Aç bakayım bir gözlerini." Gözlerimi açıp kırptığımda boyanın eşit olup olmadığına baktı ve gözlerimi tekrar kapattırdı. "Bu kırmızı elbiseye uygun açık renk boyuyorum gözlerini. Dudağına kırmızı ruj süreriz."

"Ama çok iddialı değil mi?" dedim merakla müziğe eşlik ederken. "Ben kırmızı ruj kadını değilim."

"Tamam bu akşamlık oluver," dedi bıkkınlıkla. Far fırçasını yerine bırakıp kırmızı bir dudak kalemi aldı. "Konuşma şimdi bak taşırmayalım."

Başımı onaylar salladım. Hande makyajımı bitirip beni sırt üstü koltuğuna yatırdı. Saçlarımı ütüyle düzleştirdiği sırada ellerimi tavana doğru uzatmış, tırnaklarıma bakıyordum. "Tırnaklarıma da boya sürelim mi Hande?"

"Ayakkabı ne aldın?" dedi saçlarımı ütülerken. "Ayakkabınla aynı renk siyah sürebiliriz aslında, yakışır."

"Sürelim," dedim kıkırdarken. "Sen de geleceksin değil mi?"

"Zeki abi gelirse gelirim yoksa sıkılırım," dedi ve ütünün fişini çekip saçlarımı taradı. "Tamamdır, git giyin."

Ayaklandım ve üzerimi çıkarttım. Kırmızı elbiseyi giydiğim sırada Hande kendi balkonundan aşağıdaki birileri ile sohbet ediyordu. Elbiseyi üzerime giyip poşetten siyah kısa topuklu ayakkabılarımı çıkarttım.

Bilekten bağlamalarını düğümlediğim sırada Hande gülerek içeri geçti ve balkonun perdesini çekti. "Zeki abi de geliyormuş, ben de geleceğim." Duraksadı ve gözleri kocaman açıldı. "Oha!" diye bağırdı. "Afet olmuşsun lan."

"Gerçekten mi?" dedim hızla ayaklanıp saçlarımı omzumdan geriye atarken. Elimle elbisemi tutup kendime bakmak için başımı eğdim. "Çok iddialı değilim değil mi? Melisa'nın günü bu. O nedenle çok abartmasa mıydım?"

"Saçmalama harikasın," dedi hızla yanımdan geçerken. Çekmecesinden siyah bir oje çıkarttı. "Bunu sür, kurumadan bir yerleri elleme sakın. Elbisene falan değdirme aman diyeyim."

Ojeyi alıp salona ilerledim ve koltuğa oturdum. Sehpaya eğilip ojenin kapağını açtım. Tırnaklarımı boyadığım sırada ağzım aralık, gözlerim odaklıydı. Dakikalar sürdü. O kadar uzun sürmüştü ki sol elimle ojeyi sürmem havanın kararmasına kadar uzadı gitti.

Kapı çaldığında telaşla ayaklandım ve etrafa bakındım. "Hande!" diye bağırdım. "Ben açamam kapıyı her yerim ojeli!"

"Çüş! İki saat önce sürdün kurumuştur," diye bağırdı odasından. Kendine makyaj yapıyordu. Kapıyı yavaşça açtığımda Zeki kısaca üzerime baktı.

"Vay!" diye bir çığlık attı. "Melek yengem bu gece bizi katil edecek!"

"Teşekkürler Zeki," dedim tekrar koltuğa otururken. Sürekli ellerime bakıyordum. Siyah bana Kara'nın varlığını anımsatıyordu hep. Sırıtarak masadaki meyvelerden tırtıklamaya başladım.

"Nerede bizim haydut?" dedi merakla içeri bakınırken. Zeki'nin üzerinde siyah bir gömlek, altında ise kumaş pantolon vardı. Onu en son beni istemeye geldiklerinde böyle şık görmüştüm.

"Geldim geldim ay," dedi Hande hızla parfümünü sıkarak koridorda koşuştururken. "Nasıl olmuşum?"

Bembeyaz bir elbise giymişti. Melekler gibi güzel görünüyordu. Saçları kendiliğinden hafif dalgalı, gözleri koyu koyuydu.

"Çüş!" diye bir çığlık attı Zeki tekrar. Kıkırdayarak meyve yediğim sırada Zeki onu alıp bir tur döndürdü. "Bu gece bizi seri katil edeceksiniz!"

"İstediğimizi giyeriz," dedi Hande omuz silkerek yere eğilirken. Ayakkabılarını giymeye başladı. "Biz istediğimizi yapabiliriz değil mi abi?"

"Herhalde canım," dedi Zeki gömleğini boy aynasında düzeltirken. "Siz istediğiniz gibi yaşayacaksınız. Yan gözle bakanlarla biz ilgileniriz." Eliyle saçlarını düzeltti. "Oradan bana bir limon verin bakalım. Saçlarımı jöleleyeyim."

Hande ona bir limon kesip uzattığında Zeki türkü söyleyerek saçlarına limon sıktı. Elleriyle geriye doğru tarayıp ufak bir tutamı önden alnına doğru indirdi. "Yemin ederim," dedi kendine bakıp cıkcıklarken. "Bu Şebnem karısı çok büyük bir nimeti kaçırdı da haberi yok."

"Aman abi sen daha iyilerine layıksın," dedi Hande kıkırdayarak. "Hadi gidelim artık ben acıktım."

Aşağı indiğimizde Kaya ve Kara girişte sohbet ediyorlardı. "Kaya da mı geliyor?" dedim şaşkınlıkla.

"Yok be abime ağlıyordur o şimdi ne demek Melisa için etkinlik diye," dedi Hande yanımdan geçerken. "Ben Zeki abinin arabasıyla gidiyorum. Hakan'ı siz alırsınız. Orada görüşürüz."

Ona el sallayıp yavaşça yanlarına adımladım. Kara bıkkınlıkla onu dinliyordu. Hande haklıydı, Kaya sürekli sitem ediyordu. Başları bana çevrildiğinde Kara'nın gözleri bedenimde dolandı. Dolandı ve dolandı. Göğüslerimde durdu. Hemen sonra yüzüme baktı ama mimikleri kısaca istemsiz kasıldı.

"Merhaba Kara," dedim şaşkın şaşkın. "Sakallarını kısaltmışsın. Çok yakışmış." Simsiyah giyinmişti. Siyah gömleği, belini saran siyah kemeri vardı. Kocaman kolları gömleği yırtacak gibi duruyordu. İçim hopladı.

"Merhaba," dedi gülümseyerek. O kadar kasmıştı ki kendini gülümserken bile çenesi titredi. "Çok güzelsin."

"Teşekkürler," dedim kapımı açtığı sırada. Telaşla arabaya oturup geriye yaslandım. Hakan elindeki büyük pasta kutusu ve hediye paketi ile arka koltuğa yerleşti. Kara kapımı kapattı ve önden dolaşarak şoför kısmına oturdu. Araba bir anda onun kokusuyla buluştu.

Eteğimin yırtmacından bacağımın çıplaklığı gözükünce kısaca bacağıma baktı. "Eteğin yırtılmış sanırım."

"Yok hayır modeli öyle," dedim utanarak elimle bacağımı kapatmaya çalışıp. Montumu da almamıştım çünkü araba ile gidip gelecektik. Bu nedenle ağırlık istemedim.

"Anladım," dedi ve arabayı çalıştırdı. Yol boyu konuşmadı. Teyipteki şarkıları dinlediğim sırada orta konsoldan sigara paketini avuçladı. "İznin varsa?"

"Tabii iç," dedim. Bölünen sessizlik yine belirdi. Sigara ateşledi ve camını hafif açtı.

"Daha daha nasılsınız?" dedi Hakan dayanamayarak. "Melisa gitmiş midir acaba?"

Kolumdaki ince saate baktım. "Neredeyse sekiz olmuş saat, kapının önünde beni bekliyordur şimdi."

"Ne şaşıracak ama," dedi Hakan gülerek.

"Ne şaşırttın ama," dedi Kara. Başım yan profiline çevrildi. "Güzel şaşırttın. Tebrik ederim."

"Bana mı diyorsun?" dedim şaşkınlıkla.

"Hayır yani hava eksi bilmem sik dereceyken bu kıyafetle dolaşman normal mi?" dediğinde şaşkınlıkla ağzım aralandı.

"Normal!" dedim bağırarak. "Ben böyle uygun gördüm ve böyle giyindim. Ayrıca ben hiç üşümüyorum!"

Bıkkın nefes verdi ve sigarasını camdan dışarı fırlattı. "Köpek saldırmış da eteğin yırtılmış gibi duruyor."

"Yırtmaç o!" diye çığlık attım. "Sen ne anlarsın modadan!"

"Noldunuz ya?" dedi Hakan şaşkınlıkla arka koltuktan. "Neden bir anda kavga etmeye başladınız?"

"Sana ne birader sen işine bak," dedi Kara bıkkınlıkla. Dudaklarını yaladı ve bana döndü kısaca. "Melek yemin ederim üzerindeki çok açık. Hayır üşüyeceksin ondan diyorum."

"Üşümem," dedim omuz silkerek. "Sen de işine bak Kara."

"O zaman bir soru," dedi Hakan arkadan uzanarak.

"Hay senin ben ecdadını," diye mırıldandı Kara ve dikiz aynasından ona baktı. "Sor kardeşim."

"Melek'in nesine aşık oldun abi? Yani biz seni aşk adamı bilmezdik pek. Merak ediyoruz mahallece. Bana gelip soruyorlar hep, gerçek bir aşk mı diye... Merak ettik," dediğinde Kara kaşlarını çattı yolu izlerken.

"Ne yapacaksınız lan siz ben onun nesine aşığım, hayırdır? Siz durup durup Melek'i mi konuşuyorsunuz lan aranızda?"

"Ya anlatsana," dedim kıkırdayarak. Parmağıma saçlarımı dolamaya başladım. "Hadi bak biz bizeyiz. Anlat. Tek başımızayken romantik bir adamsın ama insanların yanında bana olan aşkını söylemeye mi gocunuyorsun? Erkekliğin mi zedeleniyor?"

"Ne?" dedi şaşkınlıkla. Bana döndürdü başını. "Böyle mi hissediyorsun Melek?"

Omuz silktim. "Baş başa çok güzel konuşuyorsun ama insanlar varken sanki biz seninle iki yabancıymışız gibisin."

Şaşkın şaşkın yolu izledi. "Bile isteye yapmadım hiç, böyle bir amacım yoktu," dedi ağzı aralık. Elini uzattı. Parmaklarımı avcunun içine bıraktığımda yavaşça parmaklarımı öptü. "Özür dilerim böyle hissettirdiysem. Bu beni kırar. Elbisen de çok yakışmış. Fazla dikkat çekicisin ya, şimdi biri bakacak ben döveceğim ondan huzursuz oldum."

"Peki," dedim ve camdan bakarken bir antika dükkanı gördüm. "Şurada bir durabilir miyiz? Melisaya güzel bir hediye alayım."

Sağa sinyal verdi ve arabayı durdurdu. Hakan çoktan hediyesini almıştı bu nedenle sadece kendim için bir hediye seçecektim. Arabadan ineceğim sırada Kara bacaklarıma kumaş ceketini bıraktı. Ceketi üzerime geçirip antika dükkanına girdim. Ceketinden kokusu buram buram doldu bedenime. Yavaşça burnumu yakasına sürttüm.

"Melisa süsü çok seviyor," dedim çini işlemeli bir vazoya bakarken. Ona değerli ve anlamlı bir hediye almak istemiştim. "Buna bayılır. Çiçeklerini koyar içine."

Kara peşimden ağır ağır dolanırken ben dükkanın içindeki raflara parmağımı sürtüp dolaşıyordum. Çini işlemeli güzel vazoyu almaya karar verdiğimde Kara için de bir hediye seçtim. Melisa duvar kanaviçelerini çok seviyordu. Kara adına da ona güzel duvar süsü aldım.

"Ben ödeyeceğim," dedim cüzdanımı çantamdan çıkartmaya çalışırken. Kara kumaş pantolonundan cüzdanını çıkarttı ve hızla nakit parayı adama uzattı. "Yok almayın ondan lütfen ben ödeyeceğim," diye direttim ancak kasadaki abi çoktan parayı alıp paranın üstünü Kara'ya uzatmıştı.

"Eyvallah," dedi Kara para üstünü almadan. Hediye kutularına koyduğumuz eşyaları aldı ve geçmem için bekledi. Saçlarımı geriye atıp sinirle oradan çıktım.

Tekrar yola koyulduk ve büyük kumpanyanın önünde durduk. "Ben önden gideyim onu içeri sokayım, siz sonra hep beraber gelin!" dedim heyecanla. Bir anda arabadan indim ve onun bana çok büyük gelen kumaş ceketini üzerime sararak Melisa'ya doğru ilerledim.

"Dostikom!" dedim elimi kaldırıp. Rüzgar saçlarımı uçuruyordu. "Çok beklettim mi?"

"Melek burası ne Allah aşkına?" dedi şaşkınlıkla içeri bakarken. "Yok yeni geldim de burası hiç senlik değil ki. Yollara asılan pankartlardan mı gördün de buldun burayı?"

"Gel gel," dedim onun elinden tutup içeri sokarken. Sigarasını yere ezdi ve beni takip etmeye başladı. Hafif tozlu, loş bir kumpanya sahnesi vardı karşıda. Upuzun bir mikrofon, çevresine dizili güzel dantelleri olan masalar diziliydi. Kırmızı kadife perdeleri, ahşap ama rahat duran sandalyeleri vardı mekanın. İçerisi sigara dumanı nedeniyle hafif gri, muazzam şık insanlar ise keyifliydi.

"Harika," dedi Melisa ağzı açık benimle bir içeri girerken. Onu boş ve kocaman bir masaya oturttum. Sahnenin dibindeydik. "Burası çok güzel."

"Ben de çok beğendim," dedim geriye yaslanıp, Kara'nın ceketini omuzlarımdan çıkarttım çünkü kokusu yüzünden odaklanamıyordum hiçbir şeye. Melisa sonunda bana bakarak kaşlarını çattı.

"Kırmızı ruj mu sürdün sen?" dedi gülerek. "Anlat bakayım ne yaptı bu mavi boncuk sana?"

"Ay Melisa," dedim ve gülerek etrafa bakındım. "Beni boş ver. Sen nasılsın?"

"Aman nasıl olayım," dedi omuz silkerek çantasını yana bırakırken. "Aynı tas aynı hamam. Sıkıcı işte."

"Beyler bayanlar!" sesi geldi sahneden. Başımızı aynı anda sahneye döndürdük. Sırtım sahnenin arkasında kaldığı için sandalyemde yan dönüp ellerimi sandalyemin tepesine yerleştirdim. "Bu güzel kumpanyaya hoş geldiniz!"

"Zeki?" dedi Melisa gözleri kocaman açılırken. Eliyle onu gösterip bana baktı. "Bu ne arıyor burada ya?"

"Bugün açılışımızı muazzam eşsiz eski yengem ve hala yengem olan iki kadının dostluğu ile yapıyoruz! Alkışlarımız Melisa yani eski yengeme gelsin! İyi ki doğdun hayatım!" Elleriyle alkış tutarak seyircilere bir bir baktı. İnsanlar anlamıyordu ama gülerek alkışlamaya başladılar.

Hakan elinde pasta ile içeri girdiğinde Zeki'nin orkestra şefliği ile "İyi ki doğdun Melisa!" şarkıları söylemeye başladık.

Melisa elleriyle ağzını kapatıp sandalyesinden kalktı ve gülerek bizi izlemeye başladı. "Ya salak mısınız?" dedi kahkaha atarak.

"İyi ki doğdun Melisa!" diyordu Zeki bir operacı gibi sesini kalınlaştırıp. Melisa, Hakan'ın masaya bıraktığı pastaya birkaç saniye baktı ve gözlerini sildi gülerken. Hemen sonra bir dilek tutup mumu üfledi. Hakan ile sarıldıkları sırada ben de ayaklanmış, ona doğru adımlıyordum.

"Manyaksınız siz," dedi Melisa gülerek bana sarılırken. "Çok teşekkür ederim ben asla beklemiyordum."

"Biz de seni çok seviyoruz dostikom!" dedim gülerek tekrar yerime oturduğum sırada. Kara hediye paketlerini masaya bırakıp Melisa'ya başıyla selam verdi ve yanıma oturup geriye yaslandı.

"Melisa neler almış kız bunlar sana?" dedi Zeki merakla sahneden inerken. Hızla hediye paketlerini kurcalamaya başladı.

"Ya çekil be!" dedi Melisa onun eline vurup. "Benim bunlar, ben açacağım!"

"Ne olur versen bir tane! Benim doğum günüm hiç kutlanmadı! Ben de istiyorum bir hediye!"

"Tamam senin doğum gününde de sana alırız," dedi Melisa heyecanla paketleri açarken. Diğer yanımda Hande oturuyordu. Ona doğru eğildim.

"Zeki'nin doğum günü ne zaman?"

"Bilmem," dedi etrafı incelerken. "Bilmiyoruz."

"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla.

"Birkaç günlükken çöpte bulunmuş abim," dedi ve garsona bakındı. "Ailesi atmış, bir çöpçü abi bulmuş onu. Yurda verilmiş ama ailesini ya da ismini bilmiyoruz. Anlattı bir kere, ismini Kara abim vermiş ona. Evcil hayvan gibi... Ne acı."

"Ama," dedim şaşkınlıkla önüme bakarken. Hande bu sırada masaya içki ve yemek siparişi verdi. "Ama Adanalı olduğunu söylemişti," dedim ona dönerken. "İsmi bile yoksa memleketini nereden biliyor?"

"Kendini Adanalı hissediyormuş ondan," dedi gülerek ve sigara paketini çıkarttı. "Sen benden duyduğunu söyleme yine. Kızar bana."

"Tamam tamam," dedim şaşkınlıkla Zeki'ye bakarken. Melisa heyecanla hediyelerini açıyordu ve Zeki onunla birlikte hediyeleri inceliyordu.

"Kız bunu hangi müzeden çaldınız?" dedi Zeki vazoyu bize tutup. "Şu karşı masada Panter Emel oturuyor. Şu hayvan hakları savunucusu olan... Gördünüz mü? Yakından ne güzelmiş lan kadın." Ona öyle şaşkın bakıyordum ki Zeki'nin gülen ifadesi soldu ve kaşları çatıldı. "Ne oldu?"

"Yok bir şey," dedim hızla boğazımı temizleyip gülerken. "Ben öyle daldım gittim bir an."

"Ne oldu yenge gülü söylesene," dedi ve yanıma oturdu. Kara çoktan kalkmıştı bu nedenle onun yerine oturup bana doğru eğildi. Gel anlamında elini salladığında ona doğru başımı eğdim. "Canını sıkan mevzu mu var?"

"Yok bir şey ya," dedim geriye yaslanıp. Hakan ve Melisa yan yana oturmuş önlerine gelen şampanyadan içiyorlardı. Hande ise kıkırdayarak Zeki'nin koluna vurdu. Zeki ona dil çıkarttığında Hande gülerek önüne döndü.

"Merhaba," dedi Kara kısaca elini kaldırıp selam verirken. Uzun saplı mikrofona konuşmak için eğiliyordu. Sahnedeydi. Loş ışıklar tepeden ona vurunca gözlerinin mavileri gökyüzü kadar soğuklaştı. "İsmim Karahan Çakır. Şarkı falan söylemeyeceğim, öyle becerilerim yok. Şimdi önemli bir sanatçı çıkacak, aşk şarkıları çalacak. Ondan hemen önce kısaca size bir kitaptan bahsedeceğim."

"Ne yapıyor bu?" dedi Zeki şaşkınlıkla. Hızla Zeki'nin koluna vurdum susması için. Hande, Melisa ve Hakan pür dikkat onu izliyordu.

"Bir sevdadan bahsedeceğim," dedi etrafa bakınıp. "Hayatımın başrolü kendisi. Ben onun figüranıyım. Çiy adını verdim bu güzel kıza. Bugün bir kişi sordu, bu Çiy'de neye aşık oldun diye... Kısaca onlardan bahsedip gideceğim."

"Ben!" dedi Hakan heyecanla ayağa kalkıp. "Ben sordum ona daha demin arabada sordum!" Alkış yaparak yerine oturduğu sırada Melisa ona susması için vuruyordu.

"Gülüşü," dedi Kara sırıtırken. "Gülerken bedenini hafif kıpırdatması..." Mavi gözleri bende durdu. "Çok aşığım gamzelerine."

Gözlerim şaşkın şaşkın kırpılıyordu.

"Bakışları," dedi diğer masalara bakarken. " Bakarken kocaman gözlerini hafif açması. Lakabı güneş gözlerinin hatta."

"Peçete ver," dedi Zeki burnunu çekerek. "Çok fena oldum ağlayacağım peçete ver."

Kara'yı izlerken masadaki bir peçeteyi alıp Zeki'ye uzattım. "Kur yaparken saçlarıyla oynaması, naz yaparken saçlarını savurması... Aşığım."

Hiddetli bir sağanak çöktü ruhuma. Öyle bir kazındı ki tenime sesi, gözlerimden kalplerin uçtuğunu hissettim. "Sesi," dedi gülümserken. "Uyurken mırıldanması, uyanınca homurdanması... Fena aşığım."

Elzem değildi yaptığı. Yaptı ama. Gönlüm olsun diye tüm ailesi ve yabancı insanların içinde bana olan aşkını anlattı. "Daha çok var ve ben anlatırım ama kapatayım. Kalbi," dedi. "Minicik bedenine kocaman atan bir kalbi sığdırması. Herkese koşması, karşılık aramaması."

Tekrar gülümsedi ve gözlerini bana çevirdi. "Benim için yaratılması... Papatyaların arasında, yolunu kaybetmiş bir evsizin bana bu denli yolları sunması. Beyefendiler ve hanımefendiler dinlediğiniz için teşekkür ederim. Ben bu kadına en sessiz yalnızlıkta da en büyük kalabalıkta da aşığım ve bunu dile getirmekten hiçbir zaman gocunmam. Bu şarkı benden tüm sevenlere gelsin. Bağırarak söyleyin sevdiğinize bu şarkıyı. Gocunmayın. Aşk öyle küçük hesaplara gelmez. İyi dinlemeler, iyi söylemeler."

Arkadan yavaşça müzik çalmaya başladığında insanlar alkışlamaya başladı. "Kalk," dediğinde Zeki hızla yanımdan kalkıp tekrar karşıya oturdu. Kara tekrar yerine geçti. Gözlerim dolu olduğu için onu seçemedim ama kokusundan anladım.

Sahneye çok önemli bir isim çıktı. Sezen Aksu... Onu karşımda canlı görmenin verdiği heyecan Kara'nın yaptığı konuşmayla harmanlandı. Allak bullak oldum.

Herkes o kadar şaşkın bakıyordu ki ona, Melisa dışında gülen kimse yoktu.

"Gönlü olsun diye anlattım üç beş, sakın bu konuyu açmayın," dedi Kara masaya bakıp geriye yaslanırken. Viskisinden birkaç yudum içti. "Siz de ileride hanımızı hoş etmek için yaparsınız, alın size nutuk."

"Abi çok romantikti," dedi Hakan şaşkınlıkla. "İçinden ne çıktı senin?"

"Abi?" dedi Hande aynı ifade ile. "Sen bunları ezberledin mi yoksa bir anda mı çıktı?"

"Ne dedim ben?" dedi Kara başını kaldırırken. Bense gözlerimi siliyordum. "Bu konu konuşulmayacak. Susun içkinizi için hadi."

"Ah!" dedi Zeki bağırarak. "Ah Kara'm benim romantik serserim! Serseri mayınım! Benim aşk adamım!"

"Yemin ederim bu viski bardağını suratında patlatırım," dedi Kara yavaşça ona dönerken. "Allah çarpsın şakam yok."

"Tamam tamam," dedi Zeki hızla boğazını temizleyip ve geriye yaslandı. "O zaman aşıklara!"

Herkes içeceğini ortada buluştururken Kara sigarasını yakmakla meşguldü. "Fark ettin mi?" dedi Melisa karşıdan bana doğru fısıldayıp. "Bedeninle ilgili tek bir şey söylemedi. Bu adam senin ruhuna aşık." Başımı Sezen Aksu'ya çevirdim. Zarafeti ile büyüleniyordum bir yandan da Kara'nın cümleleriyle ölüp tekrar nefes alıyordum. Tuhaftı. Güzeli ama.

Yemeklerimizi yedikten sonra Kara ile Kordon'da el ele yürümeye daldık. Diğer herkes kumpanyadan evlere dağılmıştı ama benim ne uykum vardı ne de sabrım. Sürekli Kara ile vakit geçirmek istiyordum.

"O kadar güzeldi ki konuşman," dedim ağır ağır ilerlediğimiz sırada. Kumaş ceketi omuzlarımdaydı.

Gülümsedi ve elimi kısaca öptü. "Dillerinden kurtulamayacağım uzun bir süre."

"Ama çok güzeldi Kara!" dedim gülerek. "Çok şekerdin. Şekercik bir şeydin o an!"

"Allah Allah," dedi sırıtarak cebinden bir anahtar çıkartırken. Limanda durduk. "Ben hiçbir şeyi unutmam," dedi ve bana döndü. Hafif eğildi ve avcuma anahtarları bıraktı. "Ucu sana dokunuyorsa hele," Parmağını şakağına birkaç kez dokundurdu. "Buradan çıkmaz."

"Ne ki bu?" dedim anahtarlara bakarken. "Ne yapacağız bununla?"

"Sevgililer günü hediyen," dedi sırıtıp. "Ne dedin sen bana?"

"Ne dedim ben sana?" dedim merakla.

"Manisa'da deniz olmaması seni çok üzüyordu. Hatta en büyük hayalin bir vapura binmekti," dedi gülümserken. "O kocaman şey nasıl da batmıyor? Denizin ortasında mis gibi kokar, yıldızlar belirgin olur... Böyle dedin sen bana."

"Bisiklet sürdüğümüz gün demiştim evet," dedim şaşkınlıkla. "Vapura mı bineceğiz? Bu saatte yoktur ki vapur. Var mı?"

"İstediğin her saatte binebileceğin mazbut bir vapur hediyem sana. Böyle her canın istediğinde denizin ortasında yıldızları izleyebil diye."

Şaşkınlıkla limandaki tekneye baktım. Ahşaptı. Üst katı vardı ama oda gibiydi. Tekrar Kara'ya baktım ve anahtara bakıp istemeden kahkaha attım. "Bana mı aldın?" dedim gülerken. "Sırf vapura binmek istedim diye bana tekne mi aldın?"

Elimden tuttu ve bizi tekneye bindirdi. Binerken hala kahkaha atıyordum. Elimdeki anahtarları alıp teknenin kapısını açtı ve geçmem için bekledi. İçeri adımlayıp çevreye baktım.

"Kara ben sana kitap aldım!" dedim kahkaha atarken. "Sen bana tekne aldın ve ben sana kitap aldım!"

"Nerede?" dedi merakla. "Hani bakayım. Yanında mı?"

"Evet çantamda," dedim gülerek çantamı gösterirken. "Okuyup sana benzettim oradaki karakteri. Bilmiyorum bu aralar gördüğüm her şeyi sana benzetiyorum. Siyah renkli şeyleri görünce de aklıma sen geliyorsun. Kara ya adın..."

"Kendi okuduğun kitap mı bu?" dedi kitabı çantamdan alıp merakla incelerken. Heyecanlı duruyordu.

"Hayır sana yenisini aldım. Benim okuduğum evde," dedim tezgahtaki minik şeker kutusu ve diğer malzemeleri incelerken. "Kara her şey var burada! Bize şimdi çok şeker kalpli kurabiyeler yapayım mı?"

"Tamam güzel kiracım dikkatli ol yakma bir yerlerini," dedi kitapla birlikte ön güverteye çıkarken. Sürgülü kapıyı açtı ve çıktı. "Ben şunu okuyup geliyorum hemen yanına."

Dışarıda kitabı okuduğu sırada ben kurabiye hamurunu hazırladım. Hamurlara kurabiye şekli verip kalp desenleri oluşturdum ve fırın tepsisine dizdim. Heyecanlıydım çünkü sevgililer günümüz daha gecesinden bile çok güzel geçiyordu.

Kurabiyeleri fırına koyduğum sırada sürgülü kapıdan içeri geçti. Elindeki boş viski bardağını tezgaha bırakırken diğer elinde ona aldığım kitap vardı.

"Çok teşekkür ederim güzel kiracım. Ama keşke yenisini almak yerine kendi okuduğunu verseydin. Gözlerinin önceden gezindiği bir kitabı okumak isterdim," dedi bir yandan kitabı okurken. Viski şişesini alıp bardağa dökmeye başladı. Cevap vermediğimde başı bana kalktı. "Gözlerinden geçmiş satırları okumak güzel olurdu. O nedenle böyle bir sitem ettim. Yoksa dünyadaki en eşsiz hediye bu bana."

"Aşığım sana," dedim. Yavaşça söyledim. Kitabı tezgaha bıraktı bana bakarken. Şaşkın şaşkın sırıttı.

"Ne dedin?"

"Sana çok aşığım," dedim. Dolu dolu söyledim. İçten, hararetle. Yavaş ama kesinlikle.

Ensemden tutup bir anda dudaklarımızı birbirlerine yapıştırdı. Deli gibi öpmeye başladı. Ellerim kollarına gittiğinde çoktan belimden tutmuş, beni tezgaha oturtmuştu. Bacaklarımı iki yana araladı ve kendi bedenini bana doğru sokuşturdu. Ellerim hızla boynuna gitti onun öpüşlerine karşılık verdiğim sırada. Vermeye çalıştığım sırada.

Dudaklarımız kısa süreli ayrıldığında nefes nefese boynuma götürdü dudaklarını. Başımı yana atıp ona yer açtım ve gözlerimi kapattım. "Kara," dedim nefes nefese. "Seni çok seviyorum."

Boynumu şehvetle öperken elleri iki yandan tezgahı ucundan tutuyordu. Bedeni bana eğik, kokusu tenimdeydi. Öyle sert öpüyordu ki tenim zonklamıştı.

-------AYIPLI SAHNE UYARISI-------

Hızla eğildi ve bacaklarımı omuzlarına götürdü. Eteğimin yırtmacı daha da açıldı. "Kara," dedim. Başım ona indi.

"Ses çıkartma," dedi yavaşça külotumu öperken. Ağır ağır nefes alıp veriyordum. Hızla başımı tavana çıkarttım ve olumlu anlamda salladım. Elimle ağzımı kapattım. Dudakları külotumu yavaş yavaş öperken bir yandan bacaklarımı sıkıca tutuyordu.

"Dayanamıyorum," dedim gözlerimi kapatıp. "Çok güzel, inlemek istiyorum."

"Duyarlar," dedi ve külotumu yana çekiştirdi. Teknenin içi bir beşik gibi sallanıyordu ama onun dudakları bende deprem etkisi yaratmıştı. "Sesini duymasın kimse benden başka." Amıma dudaklarını yavaşça bastırıp öpmeye başladı. Hemen sonra emmeye.

"Kara," dedim başımı ona indirirken. Kıpırdandım ve tezgaha avuç içimi bıraktım. "Bu çok güzel."

Doğruldu. Öyle hırslı nefes verdi ki aç bir hayvan gibi hırladı. Sırıttı ağzı aralık. "Dayanamıyorum," dedi dudaklarını yalarken. Dudaklarıma eğilip sertçe çekiştirdi öperken. Elim ensesine gitti, ona karşılık verdim. Vermeye çalıştım. Pantolonunun kemerini yavaş yavaş çözmeye başladı.

Geri çekildiğinde kemeri iki ucundan tutup bana gösterdi. Başını olumsuz salladı nefes verirken. "Bununla seni bağlayıp deli gibi sikesim var," dedi kemeri sallarken. "Sikeyim mi seni?"

Ne yapacağımı bilemedim. Bedenim onun için bir çığlık nidasında zonkluyordu ama bunun için evliliği beklemek gerekirdi. "İstiyorum," dedim. Galeyana geldim.

Emin olamadığımı fark etmiş gibi kemerini yana bıraktı ve pantolonunun düğmesini açtı. Tekrar saldırdı dudaklarıma. "Tamam," dedi öperken. Dudakları dudaklarıma sürttü konuştuğunda. "Tamam sikmeyeyim daha. Başka bir şey yapalım."

"Ne?" diye soramadım bile çünkü onu öpmekten sarhoş olmuştum. Ellerimi ensesine götürdüm ve sertçe saçlarına çıkarttım parmaklarımı. Onun saçlarını çekiştirdiğim sırada külotumu hafif kaldırdı ve semsert bir şey soktu külotumun içine.

Gözlerim yukarı kaymış bir şekilde inledim. Taş gibi. Adeta büyük bir buz kütlesi. Külotumun içinden amımın üzerine doğru sürttü sikini. Hemen sonra ucunu deliğime doğru götürüp yavaşça oradaki ıslaklığı aldı. Tekrar sürtmeye başladı amıma. Siki o kadar sertti ki bir masanın kenarına sürtüyor gibi hissetti bedenim.

"Çok sert," dedim nefes nefese. Geri çekildi ve başını eğdi. Oraya baktı. Külotum artık ıslaklıktan renk değiştirmişti. Sırtımı iyice teknenin duvarına dayadım ve bacaklarımı iyice araladım. "Kara," dedim nefes nefese göğüslerimi tutarken. Başım havaya kalktı.

"Güzel mi?" diye sordu gözleri memelerimde gezerken. "Aç memelerini."

Elbisemin askılarını iki yandan çekip biraz aşağı doğru indirdim ve kısık kısık inlerken başımı tekrar onun bedenine kaldırdım. Gözleri memelerimdeydi. Siki o kadar hızlı sürtüyordu ki ne yapacağımı bilemeyerek doğruldum ve onun dudaklarına yapıştım. O kadar sert öpmüştüm ki dişlerimiz birbirlerine çarptı.

Eli belime gitti ve bir yandan sikini bana sürterken diğer yandan belimden sıkıca tuttu beni. Tekneyi artık biz sağa sola sallandırıyorduk. Kara'nın bana sürtme ritmiyle tekne hareket ediyordu. O kadar hızlı sürtüyordu ki ağzının içine doğru inliyordum istemeden.

"Boşalıyorum," dedim sessizce çığlık atarken. Gözlerim kapalı dudaklarımızı ayırdım. "Kara şimdi boşalıyorum ben."

Hızla omuzlarına tutundum ve gözlerimi sıkıca kapattım. O ise gözleri gözlerime kenetli, ağzı aralık sırıtıyordu. Hırsla bakıyordu. Bir anda titremeye başladım ve istemeden onun omzunu ısırdım. Öyle çok bağırdım ki doğum yapan bir kadın gibi inledim.

"Doydun mu?" dedi yavaş yavaş durduğu sırada. Sürtmeyi bıraktı ve sikini külotumun arasından çekip aldı.

"Doydum," dedim zar zor dudaklarımı yalarken. Nefes nefese ona bakıyordum.

"Yakından bakmak ister misin?" diye sordu. Ağzım aralık sırıtırken hala titreyerek başımı olumlu salladım.

"Çök dizlerine," dediğinde önce çok şaşırdım ama sonra hızla tezgahtan inip dizlerimin üzerine çöktüm. Başımı ona kaldırdım dudaklarımı yalarken. Aşağıdan onun güzelliği daha da önüme döküldü.

"Oha!" dedim siki yüzüme yakınken. "Bu ne yuh!"

"Aç bakalım minik ağzını," diye fısıldadı harman dolu.

Başımı olumsuz salladım. "Çok büyük," dedim telaşla. "Ağzıma sığdıramam bunu ben."

"Aç," dedi başı olumlu sallanırken. "Sığdıracaksın. Aç."

Ağzımı araladığımda bir anda sikini ağzıma doldurdu. Gözlerim kocaman açıldı. Saçlarımı tutup tek elinde topladı ve bir anda ağzımı sikmeye başladı. Dişlerim sikine çarpıyor, boğazımdan sürekli bir ses çıkıyordu. Yarısına kadar sokabiliyordu sadece çünkü devamında kusar gibi oluyordum.

"Yesinler senin cebelleşmeni," dedi beni pür dikkat izlerken. "Şu manzaraya bak amına koyayım. Ölsünler sana."

Hiçbir şey diyemiyordum sadece ağzıma sokup çıkarttığı siki yüzünden sürekli bacaklarıma doğru salyalarımı akıtıyordum.

"Boşalayım mı ağzına?" diye sorduğunda başımı olumlu salladım gözlerim kocamanken. Saçlarımı tutan eli bir anda kafamı sikine doğru sertçe bastırdı. Ellerimle bacaklarını tutup onu itmeye çalıştım ama yapamadım.

O kadar hızlı sokup çıkartıyordu ki sonunda bacağına vurdum. Durdu. Bir anda sıcacık bir sıvı dilime doğru fışkırmaya başladı. Gözlerimi kapattım sıkıca. Hırladı. Sikini dudaklarımın arasından çıkartıp yavaşça yanağıma doğru sürdü. Sevdi gibi sanki beni.

Pantolonunu tekrar yukarı çekip düğmesini kapattı ve benim hizama yere indi. Gözleri bile nefes nefese kalmıştı. Yanaklarım şiş, ona bakıyordum.

"Yut," dediğinde başımı onaylar salladım ve sertçe yuttum. Boğazım bile yandı o sıcaktan. Dudaklarımı yaladığımda sırıtarak bana bakıyordu. Kaşlarıyla yüzümü gösterdi. "Bakayım."

Ağzımı araladım ve dilimi dışarı çıkarttım. Hemen sonra utanarak dudaklarımı birbirlerine bastırdım. "Hepsini yuttum Kara," dedim boğazımı temizlerken. Çenemden sertçe tutup dudaklarıma son bir kez dudaklarını bastırdı. Nefes verip alnımdan öptü ve ayaklandı.

"Sonra gel de bu karı için dünyayı yakma," dedi kendine kendine, dışarı çıkarken. "Gel bebeğim, denizin ortasına açılalım artık."

-------AYIPLI SAHNE BİTTİ UYARISI-------

Hızla ayağa kalktım. O kadar hızlı kalktım ki başım döndü. Tekneyi çalıştırıp halatları çoktan kaldırmıştı. Kurabiyeler bu sırada pişmişti. Onları fırından alıp dikkatle tezgaha bıraktım ama bacaklarım hala titriyordu. Oram bir kalp gibi atmaya devam ediyordu.

Ön güverteye çıktığımda Kara direksiyonun başında sigara içiyordu. Bana çevirdi başını ve elini uzattı. Hiç konuşmadım. Utanarak ona doğru adımladım. Yavaşça kucağına oturdum ve elimdeki kurabiye kasesini bacaklarımın üzerine bıraktım. Tekneyi sürmeye başladı.

"Kaptanlık eğitimin de mi var?" dedim kıkırdayarak denizi izlerken. Hala az önce yaptıklarımız yüzünden sürekli yanaklarım yanıyor, dudaklarım zonkluyordu.

"Sen iste pilot bile olurum," dedi gitgide şehirden uzaklaştığımız sırada. Rüzgar bedenime sertçe vuruyordu ama ben hiç üşümüyordum. Kara'nın göğsüne doğru sırtımı iyice bastırdım ve karşıyı izlemeye başladım.

"Ne kadar güzel?" dedim denizin ortasında motoru yavaşlattığında. Kıkırdayarak direksiyonu tutan eline elimi koydum. "Çok ama çok güzel burası."

Yanda duran kitabı eline aldı ve kucağıma, kurabiye kasesinin yanına bıraktı. "Bu kitabı okuyunca neden aklına ben geldim güzel bebeğim?"

"Çünkü bu kitapta bir karakter var ve kocaman bir kütüphaneye gidiyor! Sonra orada her kitabı okuduğunda kendi hikayesinin farklı sonlarını görüyor. Senin de kocaman bir kütüphanen var ya Kara!"

"Öyle mi?" dedi gülümserken. Görmedim ama sesi keyifli çıktı işte. Kitabın kapağını açtı. Gece martıları üşüştü tepemize. Manzarada boğuluyordum. Güzellikle insan nasıl boğulurdu? Öyle işte.

"Ama benim kütüphanemdeki her kitabın sonu aynı," dediğinde kucağında kıpırdandım. "Hepsi sana çıkıyor, Melek. Böyle böyle çevirdim her birini," dedi yavaşça bir sayfayı çevirirken. "Her birinde aynı durum vardı. Hepsinde ezberlemiştim seni."

Gözlerim kitapta dolanıyordu ama aklım da kalbim de ona teslim olmuştu. "Her bir satır," dedi yavaşça. "Seni anlatıyordu."

"Nasıl bitiyordu kitapların sonu peki?" dedim güç bela. Burnu başımın tepesine dayandı, verdiği sıcak nefes aklımı gıcıkladı.

"Hepsinde aynı," dedi. Bu sefer dudakları da sürttü saçlarıma. Sayfalardan birini daha çevirdi. "Seni kimselere yar etmedim. Şu anki de öyle, baksana... Bırakmam seni."

"Şu anki halimiz de bir kitap mı yani?" dedim heyecanla.

"Öyle."

"Adı ne kitabımızın?" dedim denizin tepesinde uçan martılara bakarken.

"Kara ve Çiy... Kara Çiy. Sen koydun ismini."

"Nasıl bitiyor kitabımız acaba?" dedim kurabiyelerden birini ona uzatırken.

"Bilmem ki. Birlikte yazalım mı?" dedi ve kurabiyeden bir ısırık aldı.

"Nasıl yapacağız ki onu?" diye sordum merakla. Başımı omzunun üstünden ona çevirdiğimde yüzü bembeyaz, lokmasını yutmaya zorlanıyordu. "Kara?" dedim kaşlarımı çatıp kucağında hafif kıpırdanırken. O kocaman bir adamdı ya da ben küçüktüm bilmiyorum, çok kolay bir şekilde hareket ettim ama kucağında ve bağdaş kurarak ona döndüm üzerinde. "Ne oldu? Beğenmedin mi kurabiyeyi?"

"Çok beğendim," dedi hızla yutup. "Hayatımda yediğim en güzel şeydi. Senin yaptığın bir şeyi nasıl beğenmem ki?"

"E niye öyle yaptın suratını?" dedim sinirle kaşlarım çatılırken. "Neden beğenmemiş gibi yaptın öyle?"

"Yok yapmadım," dedi telaşla. Kaseden bir kurabiye aldım yemek için. Hızla elimden aldı ve kaseyi yana bıraktı. "Ben yiyeceğim hepsini."

"Ya versene bakayım tadına!" dedim kurabiyelere ulaşmaya çalışırken.

"Kızım yürü git," dedi beni kucağından kaldırırken. "Git ben yiyeceğim hepsini. Git kendine yenisini yap çok istiyorsan."

"Ya ver!" dedim sinirle tabağa uzanıp. Hızla bir kurabiye alıp kocaman bir ısırık aldım. Hemen sonra gözlerim kocaman açıldı ve ağzımı açıp kurabiyeyi dilimle yere doğru ittim. Kara avcunu açıp ağzımdan attığım kurabiyeyi eline aldı ve gülerek kendi ağzına attı.

"İğrenç!" dedim şaşkınlıkla dilim uyuşurken. "Bu ne ya? Şap olmuş bu. Kör olacaktım." Gözlerim kocaman açıldı. "Ben kavanozlardaki şeyleri tam anlayamadım da... Şeker yerine tuz mu koymuşum?"

"Çok güzel olmuş," dedi başımdan öperken. Tekne bu sırada yavaş yavaş denizin ortasındaki karanlıkta süzülüyordu. "Ellerine sağlık aşçı kiracım. Sen hep yap. Ben zehir olsa yerim."

"Ya of!" dedim ve bir anda gözlerim doldu. "Of! Sevgililer günü kurabiyesi yapmak istedim ama beceremedim! Bunu bile yapamadım!"

"Bunun için ağlayacak mısın?" dedi telaşla bana eğilip. Saçımı alıp geriye doğru attı. "Yalvarırım saçmalama Melek. Manyak mısın kızım?"

"Hiçbir şeyi beceremiyorum! Sen de sırf üzülmeyeyim diye çok beğeniyor gibi yaptın teşekkürler Kara ama keşke gerçekten çok beğenseydin!" dedim ağlarken. O kadar sinirlerim bozulmuştu ki çünkü o benim için çok güzel şeyler yapmıştı ve ben bir kurabiye bile yapamamıştım ona.

Ne yapacağını bilemedi ve hızla etrafa bakındı. Güvertenin camına monte plakçalara ilerledi ve zaten üzerine koyduğu plağı çalıştırmak için plak sapını yerinden kaldırdı. Hemen sonra iğnesini plağa bıraktı ve bana doğru adımladı.

"Papatya gibisin beyaz ve ince," diyerek şarkıya giriş yaptı. Başını hafif yana atıp gülümsedi. Elimden tuttu ve beni bir anda kendine doğru çekti.

"Ne yapıyoruz?" dedim şaşkınlıkla onunla dans ederken. "Tango mu yapacağız?"

"Eziliyor ruhum seni görünce," dedi şarkıya eşlik ederken. Tanıştığımız gün ağladığımda beni susturmak için söylediği şarkıydı. Aynısı oldu. Ağlamam kesildi ve şaşkınlıkla onun dansına karşılık vermeye çalıştım.

"Ben tango yapmayı bilmiyorum ki!" dedim burnumu çekerken. Elimi tutup beni kendi etrafımda döndürdü ve belimden tutup kendi bedenine yapıştırdı. Kırmızı eteğim uçuştu.

"Neden sanki öyle dudak büküyorsun?" dedi şarkıya eşlik ederken. Burnumu çekerken gülmeye başladım. O da bilmiyordu tangoyu belli ki. Ama bir şekilde yapıyorduk işte.

Bacağımdan tutup beline doğru kaldırdı. Yırtmacım açıldı. "Gel kollarıma artık bekliyorum," dedi bedenimi geriye doğru eğerken. Saçlarım teknenin zeminine doğru döküldü. Kollarım sıkıca onun boynuna sarıldı. Sonunda beni kaldırıp ellerimizi bıraktı.

"Papatyam seni özlüyorum."

"Ben de seni!" dedim gülerek gözlerimi silerken.

"Özlüyor musun?" dedi bir dizinin üzerine çökerken. Neye uğradığımı şaşırdım. Pantolonunun cebinden küçük bir kutu çıkarttı. Nefes nefese ellerimle ağzımı kapattım. Siyahların martıları gökyüzünü, onun gözleri nefesimi estirdi. Gülümsedi.

"Kalbimin küçük evsizi," dedi kutuyu açarken. O kadar mutluydu ki bu anı yaşadığımız için gözleri hafif dolmuştu. "Sonsuza kadar evin olmak isterim. İznin varsa," dedi ve duraksadı. Gülüyordu ama gözlerinden yaş aktı. Onu mutluluktan ağlarken gördüm. Kara ağlıyordu. Boğazını temizledi gülerken. "Ananı sikeyim hiç böyle olacağını düşünmedim," dedi gözünü silerken. Hemen sonra boğazını temizledi ama mavi gözleri hala doluydu.

"Çoğu kez aştım çizgileri. Bazen alevlere atıldım istemeden, seni izledim ama hep. Çok acıdı, ama geçti. Seni düşününce hep her şey geçiyor zaten. Yolları kaybettin, bu sayede benim önüme yollar serdin. Küçük evsizim, şimdi artık senin evin olabilir miyim? İznin varsa... Seninle evlenebilir miyim?"

 

Bölüm : 14.02.2025 22:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 31. BÖLÜM : GECE YARISI KÜTÜPHANESİ
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.69k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...