Tarih, 08.08.1989
Yer, İzmir/Konak
Her şeyin olağan gittiği bir mahalle. Konak'ın tepesinde. Yoksul ama mutlu, denizi görüyor bu mahalle. İnsanlar balkon demirlerine bağladığı iplerden kuruması için çamaşırlarını sarkıtmış, çocuklar gazoz içerken top oynuyor.
Mahalle düğünleri kaçınılmaz. Şen şakrak geçiyor akşamlar. Komşu kadınları günler yapıyor, mahallenin delikanlıları çalışıyor.
Ayak bileklerine kadar uzanan koyu kahve eteği salınarak ilerliyor Handan. Bakımlı, hoş bir kadın. Omzunu daha da geniş gösteren bir ceketi, saçlarını lüle lüle yaptığı bigudileri taze çözülmüş. Mahallesinin yokuşunda ilerliyor.
Handan o zamanlar kırk üç yaşında. Gazete kuponlarını biriktirmiş dört aydan beri. O kuponlarla gazete bayisinden gidip yeni bir tabak seti alacak. Bayiye ilerliyor. Biriktirdiği kuponları büyük çantasından çıkartıp adama uzatıyor. Adam ona istediği seti veriyor. Kenarları mavi gül desenli, porselen bir yemek seti.
Mutlu Handan çünkü akşam bu yeni set ile çocuklarına yemek servis etmek istiyor. Teşekkür ederek çıkıyor oradan. Elinde kağıttan poşeti, mahallede evine doğru ilerliyor.
"Günaydın Handan," diyor bir kadın ona gülerek. "Almışsın yine tabakları."
"Birkaç aya çamaşır makinesi alacağım," diyor Handan gülerek yanından geçerken. "Eğer sen de istersen senin için de kupon biriktireyim."
"Yok anam nereye koyacağım evde makineyi? Elektrik yer o çok," diyor kadın etrafı izlerken. Kuşlar cıvıldıyor. Handan kuş seslerini çok seviyor. İlerlediği sırada yanından geçtiği kahvehaneden bir adam onu izliyor. Sigaradan bıyıkları sararmış, kaşlarına ak düşmüş.
"Kocan nerelerde?" diye bir laf atıyor ama Handan onu hiç duymuyor. Duymak istemeden adımlarını hızlandırıyor. "Sana dedim kadın," diyor adam ayaklanırken. "Yine mi başıboş bıraktı seni?"
"Üç tane aslan gibi boyumla bir oğlum var," diyor Handan ilerlerken. "Beni başıboş sanma beyefendi." Zeki'yi de oğlu sayıyor o dönem. Kara, Kaya ve Zeki...
"Neredeler?" diyor adam peşinden ilerlerken. Kuş cıvıltıları artıyor. Handan'ın kulakları acıyor. "Ben üçünü de göremedim."
"Çalışıyorlar para kazanıyorlar, tüm gün boş boş kahvehanede oturmuyorlar," diyor Handan artık adımları koşar gibi olurken. Babetleri topuklarına vuruyor.
"Ne dedin lan sen bana?" diyor adam onun kolundan tutup kendine çevirirken. "Ne dedin sen bana?"
"Bırak," diyor Handan kolunu çekiştirirken. "Beni rahat bırak. Evli barklı bir kadınla bu şekilde münasebet edilmez!"
"Ne yapacağımı kadın kısmına mı soracağım lan ben?" diyor adam öfkeyle onu iteklerken. Handan'ın bayiden aldığı takım yere düşüyor. Kırılma sesleri duyuluyor tabaklardan. "Kimsin lan sen? Her gün kahvenin önünden geçip bana kuyruk salladığını görmüyor muyum ben?"
"Neler diyorsun sen?" diyor Handan gözleri kocaman açılırken. Birkaç adım geriye gidiyor. "Bırak beni beyefendi. Ben öyle bir kadın değilim."
Adam öfkeleniyor. Handan'a sertçe bir tokat atıyor. "Tam da öylesin," diyor Handan poposunun üzerine düşerken. Mahallenin soğuk asfaltı Handan'ın elbisesiyle buluşuyor. "Senin gibi karıların ciğerini bilirim ben."
"Bırak!" diyor kadın bağırarak. Ama iş işten geçiyor çünkü adam hızla Handan'ı saçlarından tutup sürüklüyor. Handan'ın güzel lüle saçları adamın nasırlı ellerinde kopuyor. Adam hızla Handan'ı bir duvara sıkıştırıp eteğini yukarı çekiştiriyor.
"Bırak!" diye haykırıyor Handan. "Yardım edin!"
Birkaç adam beliriyor tepelerinde. "Yalvarırım oğullarıma haber verin! Kurtarın beni!" diye bağırıyor. Ama beklemediği bir şey oluyor. Elini çaresizce uzattığı adamlar ona saldırmak için sıraya giriyor.
Kimse yardım etmiyor. "İmdat!" diye haykırıyor. Bir diğer adam çoktan ona dokunuyor. Öfkeyle. Hiddetle. Herkesin içinde rencide oluyor Handan. Canından can gidiyor. Yardım dileniyor ama mahalleli korku filmi izler gibi bakıyor.
Handan kahroluyor. Uğradığı saldırı sonrası sokağın ortasında nefes nefese gözlerini kapatıyor. İnsanların yargılayıcı bakışları onu daha da kahrediyor. Handan saldırıdan çok mahallelinin sessizliğine dayanamıyor.
Dayanamıyor işte Handan. Bir süre baygın baygın yatıyor. Kalkıp topallayarak evine gidiyor. Hemen sonra o anda mektepte olan kızının odasına gidiyor ker bela. Onun yastığına sıkıca sarılıyor. Ağlıyor. Yastığı öpüyor, kokluyor. Kızına hatıra babasıyla olan tek fotoğrafını bırakıyor kızın yastığının altına. Bedeni kirli, pis adamların ona dokunduğu an zihnini sert kayalar gibi hissettiriyor. Namazını kılıyor. Allah'a yalvarıyor. Dualarını ediyor. Af diliyor.
Sonra kendini asıyor.
Masaya da şu notu bırakıyor:
"Ben insanlık diledim, insanlığımdan edildim. Kendimden utanıyorum. Çocuklarım, birbirinize emanetsiniz. Zeki, Hande sana emanet. Kara, Kaya da sana emanet. Birbirinizi sıkıca kollayın. Hiç kopmayın birbirinizden. Canım eşim, kahramanım, sevgilim... Seni çok seviyorum. Her bir evladım da sana emanet. Onları bu mahalleden götür. Koru onları. Kendimden utanıyorum. Özür dilerim, dayanamıyorum. Rabbime beni affetmesi için bol bol dua edin. Cennette sizlerle kucaklaşmak istiyorum. Canım ailem, sizi çok seviyorum."
Oğulları haberi aldığında yarım saat uzaklıktaki sanayide çalışıyorlar. Duydukları gibi eve koşuyorlar ama annelerini bulamıyorlar. Babaları bu olay sonrası kanser oluyor, çocuklarını da alıp mahalleyi terk ediyor. Kara bir gün İzmir'de dolanırken sonunda annesinin ona özel yazdığı mektubu sonunda okuyor.
Canım oğlum, ilk göz ağrım. Karahan'ım...
Biliyorum gittiğim için benden nefret edeceksin. Hepinizi öksüz bıraktım. Özür dilerim. Çok utanıyorum oğlum. Dayanamıyorum. İnsanlar çok kötü. Şeytan sokaklarda dolaşıyor. Kardeşini hep koru. İleride bir yuva kuracaksın. Eşine hiçbir yabancının dokunmasına izin verme. Hatta ondan izin almadan onun saçlarını bile sevme. Korkutma, incitme. Kalp kırmak için küçücük bir dünya, ufak hesaplar içinse kocaman... Dünya hep güneşleri göstersin güzel mavi gözlerine. Hiçbir çocuğu üzme, ağlatma. Çiçekleri kopartma. Kedileri korkutma. Kadınları sakın hor görme. Kadına dokunan biri varsa bağır, gerekirse diren. İzin verme incinmelerine. Seni bıraktığımı zannetme, beni özlediğinde denizi izle. Denizdeki dalgalar sana güzellikler getirsin. Sen de dünyaya güzellikler getir hep.
Seni her şeyden çok seven,
Annen.
Bu mektup ile bir başkaldırışın sebebi oluyor Handan. Kara mahalleye dönme kararı alıyor. İntikam istiyor çünkü. İlk defa kötülüğe kötülükle karşılık vermek istiyor. İyilikten sıkılıyor. Affetmek? Erdemliktir. Kara erdemli biri olmak istemiyor. Oradan buradan bir sürü insan topluyor. Mahalleye saldırıyor. Dükkan, ev bırakmıyor.
"Bana bakın lan!" diye haykırıyor. Bir arabanın tepesine çıkmış, elinde bir molotof var. "Bu mahallenin adı Han artık! Bu mahalleden kimse çıkamaz! Kadınlara! Çocuklara! Çiçeklere! Kuşlara! Dokunanın kellesini alırım lan!"
Etrafa bakıyor. Harabe içinde insanlar, korkuyla titrerken onu dinliyor. Yerde annesine saldıran adamların bedenleri uzanıyor.
"Duydunuz mu lan!" diye haykırıyor Kara. Yüzünü örten şal yine de mahalledeki dumanları solumasını engelleyemiyor.
"Birine iftira atanı kezzaplarım! Hırsızlık yapanın ellerini keserim! Dolandıranın dilini yakarım! Suça sessiz kalanı mahallede yaşatmam! Benim lan bu mahalle artık! Benim kurallarım geçerli artık burada! Bu mahalleden çıkmaya çalışan her herifin sonu budur!" Elinde yanan molotofu annesine toplu tecavüz eden adamların üzerine doğru atıyor.
Yangınlar başlıyor.
Ama Kara'nın içindeki ateş hiç sönmüyor.
İnsanlar ondan korkuyor. Öyle korkuyorlar ki, onu annesine saldıranlara yaptıklarından dolayı tutuklayan savcıya saldırıyorlar. Bunu Kara istemiyor, ama insanlar artık ona kölelik yapıyor. Boyun eğmenin en acısı, korkuyla eğitmektir. Kara bunu fark ediyor. Artık birini kendi istediği kalıba sokmak için ne yapması gerektiğini biliyor. Korkutmak.
Mahallenin adı Han kalıyor. Resmiyette değil, ama toplumda öyle oluyor. İzmir'de herkes o mahalleyi öyle biliyor artık. Kara, kardeşlerini de yanına alıyor ve mahalleye dönüyor. Bilerek mahallenin girişine iki apartman dikiyor. Kalesinin giriş kapısı seçiyor orayı. Kendi en üstte, kardeşi en altta bir kalkan gibi kalıyor. En güvenli bulduğu orta katı Hande'ye veriyor.
Öyle öyle büyüyorlar. Zaman geçiyor. Babası kanserin ikinci evresinde. Mahalleye senede bir giriyor sadece. Onda da pek ileri gidemiyor. Eşine yaşananları mahalleye her girdiğinde hatırlıyor, dayanamıyor.
Artık kuş cıvıltıları gidiyor mahalleden. Handan ile bir sanki kuşların hepsi ölüyor. Kargalar üşüşüyor mahalleye. İnsanlar ölüye dönüyor. Kara tüm mahalleliden nefret ediyor. Buna seyirci kaldıkları için onların ruhunu öldürüyor. Evet, insanların ruhunu öldürüyor, böyle böyle annesinin anısını yaşatmaya çalışıyor.
Handan'ın mahallesi artık Han Mahallesi oluyor. İzmir ise bu hikayeyi hiç bilmiyor. Sadece Kara ve adamlarını kötü insanlar olarak tanıyor. Kötüler mi? Kim bilir. Belki evet, belki hayır. Neden peki? Neden kötüler? Neye öfkeliler? Kimse merak etmiyor.
...
"Ben Karahan Çakır," dedi. Üstüne basa basa baktı mahallesine. "Bugüne kadar yalnızca kendi halinde bir adamdım. Ama artık bu mahallede sizin deccaliniz olacağım. İsmimi ezberlemenize gerek yok, çünkü size adımı hiçbir zaman unutturmayacağım." Gülümsedi bir deli gibi. Nefesi kesildi. Sesi toktu, ama hırsla titredi.
"Hepinize mezar olacağım."
30
Ölüm hep kaçınılmazdı. Eninde sonunda nefese ulaşan tek gerçeklikti ama işte insan onu unutarak yaşardı. Ben hiç hatırlamak istemezdim onu. Hande'nin kaçınılmaz ölümü bile isteye yakalamaya çalışmasını ise kaldıramıyordum. Zor geliyordu.
Hakan ve Melisa ile arabadaydık. Ablam da bizimle geliyordu. Sessizce içinden dua ediyordu. Hafif mırıldandığı için dualarını duyuyordum. Başım camdan dışarı bakıyordu. Kimse konuşmuyordu.
"Hay sikeyim," diye mırıldandı Hakan sessizliği bölerek. Arabayı kullanıyordu. "En az bir yıllık daha yasa gireceğiz. Hayır ne alıp veremediği vardı? Abileri neyini eksik etti bu kızın?"
Melisa yanaklarını şişirip gözlerini devirdi yanımda otururken. "Sırası mı Hakan?" diye mırıldandı.
Ablam ön koltuktan başını kısaca Hakan'a çevirdi. "Ne bir yılı ne yası?"
"Hanlardan biri ölünce yas olur," dedi Hakan bir sigara yakarken. "Anneleri öldüğünde bir sene dükkan açtırmadılar. Sokakta yüksek sesle konuşturmadılar. Pastaneyi açamadım bir yıl boyunca. Şimdi yine aynısı olacak."
"Kız orada canıyla mücadele ediyor sen hala dükkan mı diyorsun?" dedi Melisa sinirle. "İki dua et de kıza bir şey olmasın." Bana dönüp yavaşça kolumu sıktı. "Melek sen orada olmasaydın belki de sabaha kızın ölüsü bulunacaktı."
"Nasıl bağırdın öyle? Aklımız çıktı," dedi Hakan sigara dumanını camdan dışarı üflerken. Bir eliyle direksiyonu sıkıca tutuyordu. "Resmen mahallede biri işkence çekiyor sandım."
"Ya ben yan mahalleden duydum da koştum," dedi Melisa hararetle. "Sizden birine bir şey oldu diye basamakları ikişer ikişer indim. Babam arkamdan bağırdı da es geçtim."
"Balkondan gördüm ben, Kara ve Kaya uçtular. Sonra Zeki de bir anda apar topar gitti motoruyla," dedi ablam elleriyle yüzünü örtüp duasını bitirirken. "Melek'i orada öyle otururken gördüm zaten canım canımdan gitti."
Onları dinliyordum ama dinlemiyordum da. Hande'nin söylediği şarkıda kaldı kulaklarım. Bana söylediği güzel şeyleri düşündüm. Hastaneye vardığımızda telaşla arabadan indim. Gecenin ayazı yüzüme çarptı bir anda. Yaşamın nefesini hissettim tenimde.
Acilden içeri adımladım. Sağa sola bakındım. Gördüm onları. İlk defa tevazluluklarıyla yüzleştim. Kara elleri ceplerinde ameliyathanenin girişinde yeri izliyordu. Bakışlarında yudum yudum badeler vardı.
Kaya yere çökmüş, ellerini birbirlerine kenetlemiş, alnına yaslamıştı. O da yeri izliyordu. Zeki ise sürekli volta atıyor, kendi kendine bağırıyordu. Öylesine durgun ama telaşlılardı ki aynı anda, çıkmaz sokakların yıkık duvarları gibilerdi.
"Kara?" dedim ona doğru adımlarken. Başı bana kalktı, ifadesini gizlemedi ama sanki kara mavisi gözleri artık korku yerine savunma rüzgarları estirdi.
Elini kaldırdı bana doğru. Başı hafif olumsuz sallandı. Kaşlarım çatılırken adımlarım yavaşladı ve sakince duraksayıp yutkundum. "Yalvarırım Melek," dedi sessizce. Olumsuz salladığı başı olumlu sallandı bu kez ve gülümsedi. "Yalvarırım şimdi kızma bana. Beni suçlayacaksın biliyorum, ben de beni suçluyorum ama şimdi sadece yanımda dur."
Gözlerim hafif açılırken neye uğradığımı anlamayarak ona olan adımlarımı arttırdım. Telaşla ellerimi ona doğru kaldırdım. Bana doğru eğdi bedenini. Kollarımı boynuna sıkıca sardığımda elini belimde hissettim. "O iyi olacak," dedim kokusunu duyarken içimde. Dudaklarımdan telaşla ufak bir inleme kaçtı. "Ben eminim o iyi olacak."
Melisa utana sıkıla Kaya'nın yanına çöktü ve elini omzuna attı. "Yeri değil biliyorum, ama sadece yanınızda olmak istedim."
Kaya alnına dayalı birbirine bağlı ellerini açıp başını ona çevirdi. Cevap vermeden ellerini tekrar birleştirip alnına dayadı ve yere baktı. "Siktir git Melisa," diye mırıldandı. "Ben burada canımla uğraşıyorum ve seni son kez kibarca uyarıyorum, siktir git."
Melisa poposunu hastane betonuna koyup geriye yaslandı. Kaya ise omuzunu hafif kıpırdattı ki Melisa elini çeksin. "Hande'nin iyi olduğunu öğrenir öğrenmez gideceğim," dedi Melisa ameliyathane kapısına bakarken.
"Kimsin kızım sen de Hande için endişeleniyorsun?" dedi Kaya şaşkınlıkla ona dönerken. "Zeki haklı amına koyayım. Sen kendini ne zannediyorsun? Benim varlığım kadar varsın bu ailede."
"Ben Melek'in arkadaşıyım," dedi Melisa şaşkınlıkla etrafa bakınırken. "Senin için değil, Hande için buradayım. Rica ediyorum şu an bunu tartışmayalım Kaya."
"Kara," dedim ona sıkıca sarılırken. "Biraz hava almak ister misin?"
"İsterim," dedi ve doğruldu. Ellerimi boynundan ayırıp burnumu sildim. "Doktor çıkarsa seslenin hemen," dedi Zeki'ye bakarak. Elini uzattı. Sıkıca tuttum elini. Bizi koridorun kenarındaki kapıdan çıkarttı. Arka bahçeye çıktık. Etrafta kimsecikler yoktu. Acil sanki bizim için özel ayrılmıştı o gün. Bir biz yanıyorduk sanki o gece.
Kaldırıma oturdu. Cebinden sigara paketi çıkarttı. Sigara ateşledi ve aydınlanmaya yüz tutan havaya doğru üfledi. Çok şey söylemek istiyor gibiydi ama tüm nüansları bedenimin kaldıramayacağı ağırlıkta hissediliyordu. "Bir şey itiraf edeyim mi sana Melek?"
Yanına oturdum. Bacaklarımın arasına ellerimi sokup başımı koluna yasladım. "Dinliyorum," diye mırıldandım.
Gözlerimiz karşıdaki koyu çiçeklerde birleşti. Tane tane konuşuyordu. Hesapladı söyleyeceklerini. "Annemi de böyle kaybettim."
"Nasıl?" dedim başımı kaldırırken. Yüzünün yan kısmını inceledim. Hala koyu çiçeklere bakıyordu.
"Kendi canına kıydı," dedi. Zerrelerimi zedeledi. Sesi koyu, cümleleri silikti. Anlamları ise derinlikleriyle beni ele geçirdi. "Tıpkı böyle," dedi gözleri dalmış bir şekilde. "Kendi canına kıydı."
Yutkundum. Sorup sormamak arasında çok kaldım ama dayanamadım. "Neden?" dedim yavaşça. Belki bunu sormak çok ayıptı. Hazır olsa söylerdi ama köhne duvarları sallanmıştı artık. Yıkmak istedim ellerimle.
Bana döndü başı. Kara mavileri koyuluklarda bile okyanus gibi esti. Gülümsedi. "Utandırdılar onu."
Tekrar kaçtı hemen bakışları. Menekşelere bakıp dudaklarını yaladı. Sigarasını çekip dumanı üflemeyi unuttu. İçinde bıraktı dumanı. "Onu tüm mahalleli utandırdı. Dayanamadı o da."
"Ne yaptılar?" dedim tekrar. Yıktığım duvarların üzerinde tepindim iyice. Tozlar burnuma kaçar gibi oldu. Burnum kaşındı.
"Dokundular anneme," dedi. Buz kestim. Tane tane, ağır ağır söyledi. Her bir hecenin içinde bir ölüm melodisi gizledi. "Anneme mahallenin adamları sokak ortasında dokundular. Utandırdılar annemi. Gururunu incittiler onun."
İçimden ettim bedduaları. Söylenecek çok şey vardı ama susmak da çok ihtiyaç duyulasıydı o an. Sükunetimi korumak istedim ama yapamadım. Gözlerim mahmur kesildiğinde hızla ovuşturdum. "Allah hepsinin belasını versin," dedim mırıldanarak. Hıçkırdığım için duyulmadı. "İnsan olduğum için utanıyorum."
Tekrar bir duman çekti içine. Feri kaçmış mavileri artık mefluç kaldı. Bedeni hareket etmezken yavaşça üfledi dumanı. Kısacık bir gri duman menekşelere doğru uçtu dudaklarının arasından. "Sonra ben çok kızdım, Melek. Mahalleliye çok kızdım." Dudaklarını yaladı ve bana döndü ama aklı hala o günlerdeydi. "Bir baktım güzel meleğim, bunlar ip gibi dizildiler. Gözümün içine bakıyorlar onlara bir şey diyeyim de yapsınlar diye."
"Korktular," dedim başım varla yok arası olumlu sallanırken.
"Korktular," dedi başı varla yok arası sallanırken. Birbirimize bakmıyorduk ama aynı düzlükte el ele yürüyorduk sanki. İkimiz de daldık gittik bir yerlere. "Sonra güzel meleğim," dedi daldığı yeri izlerken. "Ben korkunun insanı kontrol etmekteki en büyük silah olduğunu fark ettim."
"Hande'ye karşı bir otorite istedin," dedim yavaşça. Puslu çıkan sesiyle evet anlamında mırıldandı.
"Ben onu korumak istedim, sözümden çıkmasın diye korkuttum hep," dedi. "Beceremedim. Ona güzel bir abilik yapamadım."
Artık bakışlarımızdaki sarsaklığı kesip elimle yanağını tuttum ve gözlerine odaklandım. O da bana baktı ve gülümsedi. Serin kanlı duruyordu ama bu gamsızlığındaki harabeleri izleyebiliyordum. "Biriyle bağların güçlü olsun istiyorsan Çakır," dedim sakallarına parmaklarımı sürterken. "Ona korkuyu değil, sevgiyi hissettirmelisin. Çünkü en güçlü bağ korku değil, sevgi ile kurulur."
Gülümsemesi bu sefer çok kısa bir yumuşama aldı ve samimileşti. Dediklerimi küçümsedi mi hoşuna mı gitti bilemedim ama sıcaktı işte. "Sanırım öyle olur güzel kiracım," dedi gözlerimi birer birer izlerken. "Bunu da seninle öğrendim işte."
"Babana söylesek mi?" dediğimde gülümsemesi silindi. Kendimi açıklamak için hızla sakallarını seven elimi indirip onun elini tuttum. "Hande ondan horoz şekeri istedi. Aslında gelse ve Hande uyandığında ona horoz şekeri verse çok güzel olurdu..."
"Olmaz," dedi önüne dönerken. Boğazını temizledi kısaca. Sigarasını son bir kez içine doldurup yere ezdi ve ayaklandı. "Hande'nin bunu yaptığını öğrenirse benden almaya çalışır kızı. Burada, benim gözümün önünde duracak Hande. Babam bilmeyecek."
İçeri geçtiği sırada ayaklanıp arkasından ilerledim. Kaya, Melisa ile gerildiği için ablam onu alıp Hakan ile mahalleye dönmüştü. Zeki yerde oturmuş, ameliyathane kapısını izlerken Kaya ayaklanmıştı. Eli belinde dolanıyordu.
"Koş," dedi Kara yavaşça cebinden cüzdanını çıkartırken. "Fırla horoz şekeri al."
"Ha?" dedi Kaya şaşkınlıkla parayı eline alırken. Aldı ama algıları kapalıydı. "Ne alayım anlamadım?"
"Horoz şekeri," dedi Kara. "Bildiğin şeker. Uyuşturucu değil."
"Önce pamuk şeker sonra horoz şekeri... Haftaya da jelibon alayım mı sana?"
"Hande istiyor," dedi Kara bıkkınlıkla yanından geçerken. "Fırla al. Uyandığında veririz. Sevinsin çocuk."
"Eyvallah," dedi Kaya hastaneden çıkarken.
Ameliyathane kapısı açıldı. Doktor gülümsedi. Hayatımda belki de en çok ihtiyaç duyduğum şeydi bir doktorun o kapıdan gülümseyerek çıkması.
"Ne oldu doktor?" dedi Zeki telaşla ayaklanırken. "Ne? Ne oldu?"
"Midesini temizledik," dedi doktor sırasıyla bize bakarken. "Hayati tehlikesi yok." Aynı anda hepimizin de gözlerini kapatıp nefes verdiğini duydum. "Zamanında yetiştirmişsiniz buraya. Biraz dinlensin. Yarın duruma göre çıkışını verebiliriz. Geçmiş olsun."
Hemen arkadan bir sedye ile Hande'yi çıkarttılar. Yanında iki hemşire vardı. Bir tanesi onun serumunu itiyordu. "Hande," dedim merakla onunla bir ilerlediğimiz sırada. Gözleri yarım yamalak açık, etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu.
"Ay kurban olduğum!" dedi Zeki yüzü ağlamaklı koşuştururken. "Ödümüzü koparttın geri zekalı!"
Hande'yi bir odaya götürdüklerinde Kara hemşireleri itekleyerek telaşla onu kucakladı ve yatağa yatırdı. "Hemşire," dedi Hande'nin saçlarını düzeltirken. "Koş git bir yastık daha getir. Bu yastıkla boynu tutulur."
"Beyefendi yine mi siz?" dedi hemşire bağırarak. "Ya sizi hatırlıyorum ben! Geçen gün vurulma vakasında da vardınız?"
Kara kadına döndü ve gözlerini kocaman açtı. Hemen sonra kıstı. "Melek'e de hiç güzel bakamamıştın. Hatırladım seni."
"Yandık yine yandık," dedi kadın öfkeyle odadan çıkarken.
"Su getir," dedi Kara arkasından bağırırken. "Bir de ne ne yiyip içsin? Alo? Karı dursana! Hemşire bayan karısı! Sana diyorum sana!"
"Of!" dedi hemşire kapıyı sertçe kapatırken.
"Abicim?" dedi Kara telaşla Hande'nin saçlarını severken. Bedeni ona doğru eğik, bir eliyle yatağın demirini tutuyordu. "Ağrıyor mu bir yerlerin?"
Hande başını olumsuz salladı ve gözlerini birkaç kez kırptı. "Kızma," diye mırıldandı. "Özür dilerim."
"Kızmadım abicim," dedi Kara telaşla eğilip. Alnını öptü. "Sen kız ama bana. İstediğin kadar kız. Ben özür dilerim. Sen benim canımsın."
Hande şaşkınlıkla bakıyordu. Yorgundu ama uyumak da istemiyordu. "Ben sadece annemi özlemiştim," dedi mırıldanarak. "Ondan gitmek istedim."
Kara gülümserken başını olumlu salladı. "Ben de çok özledim. Ama sen gidersen biz ne olacaktık?"
"Sen beni zaten hiç se-"
"Dünyalar kadar," dedi Kara yavaşça. Gülümsedi ama gözleri hafif buğulandı. Kırptı birkaç kez. "Seni dünyalar kadar çok seviyorum Hande."
"Of ulan!" dedi Zeki hızla yere çökerken. Gözlerini ovarak ağlamaya başladı. "Bu günleri gösteren Allah'ım!" diyerek ellerini kaldırdı havaya. "Şükürler olsun Rabb'im sana!"
Kaya ise gülümseyerek odaya girdi. "Abisinin tipsizi uyandı mı?"
Hande yarım yamalak gülerken Kaya elindeki koliyi yatağın yanındaki komodine bıraktı. "Sana hediye var."
"Ne?" dedi Hande merakla. Zeki hızla ayaklandı ve koliye elini daldırdı. Bir horoz şekeri çıkartıp Hande'ye uzattı.
"Senin gibi şeker bir cadıya şeker gibi bir şey işte," dedi gözlerini silerken. "Allah'ım sağ ol! Teşekkür ederim Allah'ım! Seni çok seviyorum Allah'ım!"
"Horoz şekeri mi?" dedi Hande hızla şekeri onun elinden alırken. Gözleri beni aradı ve buldu. Sonra hızla ağlamaya başladı. Bir anda o kadar çok ağlamaya başladı ki ben ne yapacağımı bilemeyerek ona doğru eğildim.
"Ben üzül diye yapmadım," dedim korkuyla. "Hande? Ben üzül diye yapmadım. Sen horoz şekeri istiyorum deyince ben söyledim sadece. Bana bakar mısın? Çok üzülüyorum şu an."
"Benim için mi aldınız?" dedi Hande bağırarak ağlarken. "Abim az önce beni sevdiğini söyledi. Alnımı öptü. Saçlarımı sevdi. Zeki abi ağladı, hem de gerçekten ağladı ve Kaya abim bana horoz şekeri aldı. Sen... Sen de beni kurtardın." Bağırıyordu. Sanırım mutluluktan ağladı. Ya da sevildiğini ilk kez hissetmenin verdiği o acıdan.
Hande hastane yatağında uyurken ben yandaki koltuğa kıvrıldım. Kara üzerime kendi ceketini örtmüştü. Birkaç saat uyuyabildim. Onlar bu sırada ara ara gelip bizi yokluyor, dışarıda dolanıyorlardı.
Ertesi sabah eve döndüğümüzde Hande'yi odasına götürdük. Hakan ve ablam ona meyve suyu ve muz gibi atıştırmalıklar getiriyordu. Melisa ise mahalleye gelmemişti.
"İyice uyu," dedim ona pijamalarını giydirirken. "Ben burada olacağım zaten. Seni yalnız bırakmam."
"Benim için çok korktu herkes," dedi Hande mahcup bir şekilde. Alışagelmemiş bir ilgi vardı üzerinde ama bunu kaybedilme korkusuna yormasından korktum.
"Bak onlar seni çok seviyor," dedim saçlarını topladığım sırada. Gözleri uykulu uykulu bakıyordu.
"Nasıl da ilgi gösterdiler?" dedi esnerken. "Beni kaybetmekten çok korktular."
Yatağa uzandığında yanına uzanıp ellerimi karnımın ortasında birleştirdim. "Hande? Bir oyun oynayalım mı?"
"Nasıl bir oyun?" dedi sırt üstü tavanı izlerken.
"Gözlerini kapat," dedim ve kendi gözlerimi de sıkıca kapattım. "Kapattın mı?" diye sordum.
"Evet," dediğinde gözlerimi açıp ona baktım. Kapatmıştı. Kendi gözlerimi tekrar kapatıp boğazımı temizledim.
"Şimdi sevdiğin şeyleri düşün," dedim. "Kitapları, sevdiğin şarkıları, yemekleri."
"Evet?" dediğinde gözümü açıp tekrar ona baktım. Gözleri kapalıydı ama hafif sırıtıyordu. Tekrar gözlerimi kapattım.
"Şimdi de sevdiğin insanları düşün... Hepsi aklına gelsin. Bu dünyada en çok sevdiğin insanı düşün."
"Düşünüyorum," dedi keyifli bir sesle.
İstemeden gözlerim kapalı gülümsedim. "Kimi düşündün?"
"Ne yapacaksın ya?" dedi gülerken. "Kimi düşündüysem düşündüm."
"Kendini düşündün mü?" dediğimde cevap vermedi. Gözlerimi açmadan nefes verdim. "Tüm sevdiğin insanları düşünürken kendini de koydun mu o listeye? Kendini sevdiğin geldi mi aklına?"
"Gelmedi," dedi. Yutkundu. "Hiç aklıma gelmemişti kendimi düşünmek."
"Kendini düşünmeyi öğren," dedim yavaşça. "En çok kendini sev. Bu dünya sen olduğun kadar var. Sen yoksan kim ne yapmış bu dünyayı sana ne yarar ki?"
Gözlerimi açtım. Ona döndüğümde tavanı izliyordu ama gözleri doluydu. "En çok kendini sev, Hande. Kendine bir daha sakın zarar verme. Sen çok kıymetlisin. Kimse seni böyle hissettirmiyor diye düşünsen bile sen kendine öyle hissettir." Gözündeki yaşı sildim. "Senin gözyaşların çok kıymetli. Onlar sana ait. Onlara da kıyma. Akmasınlar."
Başımı yana çevirdim. Girişte Kara ve Kaya'yı gördüm. Bizi izliyorlardı. Belki de en başından beri oradalardı. Kaya'nın gözleri yere dalmıştı. Düşünüyordu. Kara ise gülümsüyordu bana bakarken. Benimle gurur duyduğunu düşündüm. Belki de garipsiyordu ama hoşuna gittiği her halinden belliydi. Güzel bakıyordu işte.
"Siz ikiniz çok tehlikeli oldunuz," dedi Kara sessizliği bölerek. Hande hızla doğrulup girişe baktı.
"Bizi mi dinliyorsunuz ya?" dedi telaşla. "Neden dinliyorsunuz bizi?"
"Çok güzel konuşuyordunuz," dedi Kara sırıtarak ellerini ceplerine sokarken.
"Güzin abla gibi bu birader," dedi Kaya gözlerini kırpıp aramıza dönerken. "Yemin ederim bana hayatı sorgulattı iki dakikada. Ben sevdiğim insanlar kısmında meşhur manken Merve İldeniz'i düşünmüştüm."
Hande güldüğünde istemeden kıkırdayarak sırtımı yatak başlığına dayadım. "Kızlar dinlenmez öyle gizli gizli," dedim gülerken. "Gider misiniz?"
"Sen kimi düşündün Hande?" dedi Kara sırıtırken. "Melek'e de söylemeye erindin. Merak ettim. Sen de mi ünlü bir manken düşündün?"
"Kimseyi düşünmedim ya!" dedi Hande şaşkınlıkla. "Benim üzerime gelmeyin ben taze midesi yıkalı bir insanım."
"Söyle bakayım," dedi Kaya ona adımlarken. Yatağın dibine çöktü. "Seni vermeyiz kızım kimseye."
"Asla," dedi Kara yanına çökerken. Sırıtırken iç çekti. "Ben güzeller güzeli kardeşimi elin piçine vermem."
"Düşünsene gelip isteyecek bir şerefsiz... Olmaz."
"Herhalde birader," dedi Kara, Hande'ye bakarken. "Besle büyüt kendinden çok ona ver. Gözün gibi bak. Mahallede istediğine istediğini yapma özgürlüğü ile büyüt. Parasını eksik etme sonra gelsin elin şerefsizi göz bebeğini senden alsın. Nerede görünmüş lan bu?"
Hande şaşkındı. Çok mutluydu ama. Sürekli kıpırdanıyordu. "Yok öyle biri abi," dedi utanarak. "Gerçekten biri yok."
"Olmasın da," dedi Kaya sırıtarak ayaklanırken. "Ya da olsun. Bizim karşımıza geçip kardeşimizi isteyecek bir baba yiğit varsa buyursun."
"Verir misiniz?" dedim merakla. "Biri gelip Hande'yi cesurca isterse yani..."
"Veririz," dedi Kara sırıtarak ayaklanırken. Hande'nin bacaklarını örttü pikeyle. "Veririz de ona ne veririz belli olmaz, küçük kiracım."
"Ne diyorsun be?" dedim kaşlarımı çatarak. "Hayvan hayvan konuşmayın. Bu kız da elbet sevdalanacak. Benim babam beni sana verdi ya? Benim babam enayi mi?"
"Vermeseydi kızım," dedi Kara şaşkınlıkla. "Ben mi dedim zorla kızını ver diye? Vermeseydi. Ben vermiyorum kardeşimi."
"Manyak," dedim gülerken. "Allah'ın delisi."
Hande gülerken abileri odadan çıktı. Ona sıkıca sarıldım. Koluna girip yanağından öptüm. "Uyu hadi biraz," dediğimde başını onaylar salladı ve esneyerek yatağa tekrar uzandı. "Ben uyandığında sana güzel bir çorba yaparım." Pikeyi üzerine iyice çekti ve iç çekti.
"İyi ki geldin Melek."
"İyi ki gitmedin Hande," dedim. Gülümsedi, gülümsedim.
Odasından çıktığımda mutluydum. Evi zaten tertemizdi. Kapısını çekip yavaşça aşağı doğru adımladım. Girişte Zeki bir anda bana sarıldı. "Meleğim!" dedi ağlarken. "Teşekkür ederiz onu kurtardığın için meleğim!"
"Ne demek Zeki," dedim şaşkınlıkla. Geri çekilip gözlerini sildi. Bir anda Kaya sarıldı. Neye uğradığımı şaşırdım. Kaya daha samimiyetsiz, daha mesafeli sarıldı ama sarıldı işte.
"Sağ ol kardeşim," dedi yavaşça. "Teşekkür ederiz. Senin gibi bir dostu olmamıştı hiç."
"Ne demek," dedim aynı şaşkınlıkla. Geri çekildiklerinde Zeki boğazını temizledi.
"Biz bir Aziz denilen piçin babasıyla konuşmaya gidip geleceğiz, bir isteğiniz var mı aşağıdan?"
"Yok," dedim başım olumsuz sallanırken.
"Varsa söyle," dedi Kaya elleri ceplerinde bedenini ileri geri sallarken. "Eksik gidik var mı?"
"Gerçekten yok," dedim ve etrafa bakındım. Kara hemen dibimizde arabasına yaslı, bizi izliyordu. "Aslında Cüneyt Arkın'ın bir filmi çıkmıştı aylar önce. Hande onu izlemeyi çok istiyordu. Onun video diskini bulabilirseniz Hande'ye moral olur."
"Tamam," dedi Kaya başı olumlu sallanırken. "Bulur getiririz biz."
Yanımızdan çekip gittikleri sırada Kara boğazını temizledi. Durup ona döndüler. "Haydar'ı da alın yanınıza," dedi yavaşça. "Aziz'in babasıyla bir sıkıntı çıkarsa kemik diye atarsınız onu öne."
Zeki ve Kaya başlarını aynı anda olumlu salladılar ve bu sefer mahallenin diğer çıkışına, Haydar'ın mahallesine doğru ilerlemeye başladılar. "Melisa'nın mahallesine gitmek hiç istemiyorum," dedi Kaya mırıldanarak.
"Ne?" dedi Kara arkalarından. Durup ona döndüler. "Ne dedin ağzına ağzına konuşma bana."
"Bir şey demedim abi," dedi Kaya.
"Sen?" dedi Kara kaşları ile Zeki'yi gösterirken. "Sen de Hakan'ın pastaya kokain mi kattın?"
"Korksun diye," dedi Zeki gözleri kocaman açık. Hazır ola geçti. "Sadece korksun diye yaptım. Tamamen piçliğine, yemin billah."
"Çocuklara bir daha zarar vermeyin," dedi Kara yavaşça. "Yemin ederim kafalarınızı birbirine vura vura döverim sizi. Sen de git o Melisa denen kızın gönlünü al. Canımı sıkmayın artık benim. Bu yaşa geldiniz hala azar işitiyorsunuz salak herifler."
Kaya ve Zeki başını olumlu salladı. Kara elini gitmeleri için onlara doğru birkaç kez savurdu. "Fırlayın."
İkisi birden giderken ben yavaş adımlarla Kara'nın dibine girdim ve ellerimi arkadan bağladım. "Kara biliyor musun Hande çok mutlu," dedim kıkırdayarak. "Çok sevinecek Cüneyt Arkın filmine. Zaten onu konsere götürdüğün zaman sırf benimle vakit geçirmek için onu da yanına aldığın düşünüyor. Ona özel bir şeyler hiç yapılmamış. İyice sevinecek şimdi."
"Öyle mi?" dedi elini bana uzatırken. Arkadan bağlı elimi açıp ona götürdüm. Elimi tutup yavaşça avuç içimi öptü. "Senin bu melekliğini ne yapacağız biz peki?"
"Kara ya," dedim kıkırdayarak elimi alırken. "Ben sadece insanlık vazifelerimi yapıyorum."
"Yesinler senin insanlık vazifeni," dedi bana doğru eğilirken. "Melek, ben geceleri gelip seni izleyemiyorum ya günlerdir... Şerefime çok boşlukta hissediyorum."
"Ne yapayım Kara?" dedim gözlerimi belertip. Yandan pastaneye baktım. Ablam tezgahın arkasında portakal suyu sıkıyordu. "Ne diyeyim kadına? Git mi diyeyim?"
"Ben derim?" dedi sorar gibi. "Sizin ana baba bu eniştenin geberdiğini de bilmiyor. Öğrenseler de şu karıyı alsalar artık başımızdan."
"Ablam eniştem yurt dışında diye geçiştiriyor," dedim dudaklarımı birbirine bastırıp. "Ne zararı var ablamın sana ya?"
"Kızım seninle baş başa kalamıyoruz artık," dedi ağzı aralık, ifadesi donuk. "Hayır bu karı gitmeyecekse söyle ben seni kaçırayım."
"Nereye kaçıracaksın?" dedim kıkırdarken.
"Benim eve," dedi ve sırıttı. Yavaşça vücudumu izledi kısaca. "Alayım artık seni. Bir imza atar geçeriz. Olmaz mı?"
"İmam nikahı kıyalım?" dedim gülerek. "O zaman olur belki."
Kaşları anlamsızca çatıldı. "İmam kim de bize nikah kıyıyor?" dedi. Yargılamak değil de anlamak için sordu sanki.
"İşte Allah'ın huzurunda bizi evlendirmiş oluyor," dedim gülerek.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Huzurunda evleniyoruz," dedi sanki tanrı ile konuşur gibi. Hemen sonra bana indirdi başını. "Oldu bitti evlendik."
"Hayır imam lazım," dedim gülerek. "Böyle olmaz. O bize dualar edecek."
"Tamam biz edelim," dedi merakla gözlerimi incelerken. "Söyle duaları ben edeyim olsun bitsin."
"Saçmalama be," dedim gülerek.
"Asıl sen saçmalama," dedi ve elimden tutup beni yavaşça kendine doğru yaklaştırdı. "Ben devlete kaşe imza tasdikleyeceğim bana ait olduğunu. İmam mimam sökmez bana."
"İlla resmiyet diyorsun?" dedim ona iyice yaklaştığım için kokusunu içime doldururken.
"İlla sen diyorum," dedi. Yavaşça gülümsedi. "Ablan senin evde yaşasın. Sen de bana taşın. Bir imzamıza bakar, Melek."
"Düşünmem lazım," dedim saçlarımı parmağıma dolarken. "Hem öyle gerdek gecesi falan... Hazırlık istiyor."
Gözleri heyecanla parladı sanki. "Ben hazırlarım seni," dedi nefesi hafif yavaşlarken. "Ne lazım ki o geceye? Ben seni her türlü hazırlarım."
"Kıyafet lazım," dedim gülerek etrafa bakarken. "Öyle seksi kıyafetler almam lazım."
"Neden ki? Çıkartacağım ben onların hepsini zaten üzerinden," dediğinde ona bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Dayanamayıp güldüğümde ağzı aralık sırıtıyordu. Dudaklarıma baktı. "Ne oldu?" dedi gülerken. "Yırtıp atacağım zaten hepsini."
"Ay Kara," dedim iç çekip mahalleye bakarken. "Ben pastaneye gidiyorum. Ablamla biraz sohbet edip çay içeceğim."
"Bana bak," dediğinde durup ona döndüm. "Teklif etsem kabul eder misin? Onu de bana kafi."
"Bilmem," dedim omuz silkerek. "O anki ruh halime bağlı."
"Yiyeyim senin ruh halini," dedi ve doğruldu. "Kırmızı'dayım ben. Arada uğra da güneşim doğsun." Yanımdan çekip gitti.
Gülerek dükkana girdim. Ablam önüme portakal suyu bıraktığında dışarıyı izlerken bir yandan da Hande ile ilgili sohbet ettik. Hakan olayları serinkanlı ele alıyordu. Ben ise çok mutluydum çünkü artık Hande hak ettiği gibi yaşamaya başlayacaktı. Sevildiğini hissedecekti.
Akşama doğru Hande'ye gidip çorba içirdim. Melisa ise telefonlarımı açmıyordu. Kaya'ya kızgındı, kalbi de kırıktı.
"Hande Melisa abine ne dedi biliyor musun?" dedim ona kaşıkta dolu çorba uzatırken. Ağzı açık beklerken merakla gözleri açıldı. Çorbayı içip yuttu. "Kaya'ya pipin küçük dedi," dediğimde gözleri kocaman açıldı. Eliyle ağzını kapattı ve gülmeye başladı. "Hepimiz duyduk hepimiz!" dedim gülerken. "Sonra Kara kulaklarımı kapattı ama çoktan duydum!"
"Ne?" dedi Hande gülerken. "Abim ne yaptı?"
"Kudurdu," dedim kahkaha atarken. "Ama aldattı biliyor musun?" Omuz silktim. "Beter olsun."
"İnanmıyorum," dedi Hande gülerken. Odasının balkonundan boğuk boğuk sesler geldiğinde aynı anda dışarı doğru çevirdik başımızı. Ayaklandım ve balkona çıktım. Mahallenin girişinde kocaman bembeyaz bir projeksiyon perdesi vardı. Mahallenin girişini kapatmıştı.
"Han Mahallesi çocukları!" diye haykırdı Zeki. "Bu akşam mahallemizde açık hava sineması vardır! Mahallemizin gözde prensesi Hande Hanım'ın katkıları ile tüm patlamış mısırlarınız ve horoz şekerleriniz müessesemizin ikramıdır!"
Hande şaşkınlıkla ayaklanıp aşağı baktığında Zeki elindeki büyük koliyi yana bıraktı. Çocuklar bir bir şeker alıp dizili beyaz sandalyelere oturmaya başladı. "Film mi izleyeceğiz abi?" dedi bir çocuk merakla horoz şekeri yerken.
"Evet!" dedi Zeki bağırarak. "Koşun çocuklar! Film gecemize katılın!"
"Ne yapıyor bu deli?" dedi Hande şaşkınlıkla ama gülerken. "Benimle ne alakası var filmin?"
İnmek için çok yorgundu ama inmek de istiyordu. Kapı çaldığında koşarak kapıyı açtım. Kaya bir kutu patlamış mısır ve şeker uzattı. "Hande balkondan izlesin. İnmesin şimdi, yorulmasın."
Hızla elindekileri alıp balkona koştum. Hande zar zor ayakta duruyordu ama gözleri devasa projeksiyondaydı. Ona bir battaniye verip balkonuna yerleşmesine yardım ettim. Üzerine ceketini giydirip balkon masasına patlamış mısır ve şekerleri bıraktım.
"Buradan izle sen," dedim gülerek. "Kaya abin senin için getirmiş bunları baksana! Yorumla diye buradan izlemeni istiyorlar. İnme o kalabalığa şimdi. Hem yorgunsun zaten."
Hande heyecanla oturup yerleşti ve patlamış mısırı eline aldı. Hava karanlığı iyice artmıştı ve projeksiyonda büyük bir giriş müziği çalmaya başladı. Film başlıyordu. Cüneyt Arkın'ın filmi olduğunu fark ettiğinde Hande hızla bana baktı. "Sen onu unutmadın mı Melek?"
"Unutmadım," dedim gülerek karşısındaki sandalyeye oturup başımı projeksiyona çevirirken. "Abilerin bu etkinliği sadece senin için yaptı."
Hande hızla gözlerini silip patlamış mısır yemeye, filmi izlemeye başladı. Aşağı doğru baktım. Kalabalıktı. Çocuklar merakla filmi izliyor, anneleri şaşkın şaşkın mahalleye bakıyordu.
Kara'ya bakındım. Bir köşede elleri ceplerinde filme bakıyordu. Ayakta dikiliyordu. Hızla yerimden kalkıp apartmandan çıktım. Hande bu sırada gözlerini ayırmadan filmi izliyordu. Mahalle karanlıktı ve filmin sesi tüm evlere girip çıkıyordu. Müjgan teyze bile duymuş olacak ki evinden çıkmış, arka arkaya dizili sıralı sandalyelerden birine oturmuştu.
Yanından geçerken onun yanağını öptüm ve Kara'ya adımladım. Ellerimi önümde birleştirip başımı ona kaldırdım. "Hande için?" dedim gülerek. "Onun için yaptın bunu."
Cebindeki ellerinden birini çıkarttı ve bana uzattı filmi izlerken. Elini tuttuğumda yavaşça öptü. Filmdeki sahnelerin ışığı onun yüzüne vurduğunda dünyadaki en güzel manzaraya baktığımı fark ettim. Film yerine Kara'yı izlemek daha cazip geldi.
"Melisa'yı da çağırabilir miyim?" dedim merakla. "Kaya istemiyor onu ama ben Melisa'nın da şu an burada olmasını çok istiyorum."
"Neden soruyorsun?" dedi filme bakarken. Sonunda başı bana çevrildi. Yavaşça eğilip alnımdan kısaca öptü. "Bu mahalle benim, Melek. Benim olan her şey de senin."
"Yani... Bu benim de mi mahallem?" dedim dudakları alnıma iz bırakırken. Soğuk bir izdi, ama sıcacık hissettirdi. "Ben de mi bu mahallenin patronuyum, Kara?"
"Ben mahallenin," dedi ve gülümsedi. Mavileri kahvelerime güzelliği nüksetti. "Sen de benim patronumsun. Mahallenin güzel kiracısı, kalbimin sahibi." Eğildi. Filmdeki bir sahne çocukların heyecanla bağırmasına neden olurken ben nefesimi tutmuş, Kara'nın kokusu ile mücadele ediyordum.
"Han Mahallesi emrinizde, küçük hanım. İstediğini çağır, istediğini kov. Karahan Çakır..." dedi gülümserken. Kıpır kıpır oldum. Gözlerine bakarak gülmeye başladım sessizce. "Bu Karahan Çakır isimli herif, sizin emrinizde güzel kiracım."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |