3. Bölüm

3. BÖLÜM : NORMAL NEDİR?

petrikor.
yagmurluhikayeler

 

3


Herkesin normalleri vardı. Her normal kendisinin normaliydi, ancak her normal normal değildi.

O halde olması gereken neydi?

Kara'nın jesti beni şaşırtmıştı. Bunun bir tehdit mi yoksa masum bir hoş geldin hediyesi mi olduğunu düşünüp duruyordum.

Karar veremiyordum.

Ertesi sabah evde volta atıp zırt pırt karşıya bakıyordum. Perdeleri çekili, balkonu sessizdi.

Evde aklımı yitirmemek adına dost arayışına kalkıştım ve hazırlanıp kendimi sokağa attım.

"Günaydın," dedim samimi bir sesle. Akşamüstü alttaki pastaneye gelmiştim. Bir şeyler alıp Konak'a inecektim. Bu mahallede akran görmek zordu. En azından evimin altındaki pastanede çalışan bu oğlan ile yakınlık kurmaya çalışmayı denemek istemiştim, "Portakallı kurabiye alabilir miyim?"

Tezgahı silerken gözleri bana çıktı ve bir an yavaşça nefes verip bezi elinden bıraktı. Yan kısma eğilip maşayla bir kurabiye aldı ve kağıt poşetin içine koydu. Oturmayacağımdan emin gibiydi. Hoş, zaten bu pastanede oturan insan gördüğümü hatırlamıyordum.

"Teşekkürler," dedim ücreti öderken, "Adın neydi?"

"Hakan," dedi bıkkınlıkla ve bezini eline aldı, "Kara abi anketi beğendi mi?"

"Ne?" dedim cüzdanımı çantama koyarken. Bir an duraksadım ve ondan laf almak için uydurduğum yalanı hatırladım, "Ha! O mu? Evet çok beğendi, Hakan. Teşekkürler."

Gözlerim ona çıktığında bayık bayık gülüyordu. Yalanım çoktan çekip alınmış, ortaya çıkmıştı sanki. Kara ismini kullanmamam konusunda beni uyarmıştı, belki de evime bıraktığı plakta bahsettiği cesaretim onun sözünden çıkmamdı.

Dükkandan çıkıp mahallenin arka kısmından durağa binmeye karar verdim. Hem mahalleyi iyice ezberlemek hem de insanlara göz alışkanlığı edinmek istemiştim. Kağıdı ucundan açıp kurabiyeyi tırtıklarken diğer yandan sonbaharın mahalleyi öpmesini izliyordum. Hava sabahın köründe biten çiseleyen ile çevreye toprak kokusu yayıyordu.

"Hande!" diye bağırdım ağzım doluyken. Kurabiye kağıdını tutan elimle ağzımı kapatıp diğer elimi ona doğru kaldırıp el salladım. Mahallenin sonundaki minik göletin dibinde bir yaşıtı kız ile oturmuş sohbet ediyorlardı. Bana döndüğünde kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Ona doğru ilerlediğim sırada ayaklandı, "Günaydın, nasılsın?"

"Sağ ol," dedi ve üzerimi kısacık süzüp elimdekine baktı. Lokmamı yutup kurabiyeyi ona doğru uzattığımda istemiyorum anlamında elini sallandırdı, "Ne yapıyorsun buralarda?"

"Konak'a ineceğim," dedim heyecanla, "Siz de gelir misiniz?"

"Ne yapacaksın orada?" dedi göletin dibinde oturan kız, "Şahane mahallemizi beğenmedin mi yoksa?"

"Mahalleye bir daha laf edersen abime söylerim seni vurur," dedi Hande kıza bakarak. Sırıtıyordu. Gözlerimiz birleştiğinde ifadesini düzeltti ve başıyla selam verdi, "Hoşça kal, biz gelmeyiz."

Hande'nin neden beni bir türlü sevemediğini anlayamıyordum. Söylenerek mahalledeki oyun parkının yanından geçmeye başladım. Tek tük evlerin kapılarına çizilmiş kırmızı çarpılara anlam veremiyordum. Arka kısımdaki durağa gitmek doğru bir fikir miydi sorgulamaya başlamıştım.

Arka sokaktaki tek tük apartmanların önünden geçerken gözüm Kırmızı denilen apartmana kaydı. İçeride kumar oynayan kocaman adamların olduğunu biliyordum. Çantamın kulbunu sıkıca tuttum ve hızlı adımlarla yere bakarak ilerlemeye başladım. Sokağın kenarından döndüğüm sırada başım bir anda sert bir bedene çarptı.

"Çüş!" dedim hızla burnumu tutarken, "Burnumu kırdın hayvan herif!"

Bir anda o tanıdık parfüm kokusu ilişti burnuma. Başım yukarı kalktığında Kara ile şaşkınlıkla birbirimize bakıyorduk. Kaşları hafif çatık, mavileri parlaktı. Hızla elimi burnumdan çektim ve saçlarımı düzelterek bir adım geriye attım, "Pardon, görmedim." dedim korkuyla.

"Önüne bakarak yürü," dedi ve yanımdan geçip ilerlemeye başladı. Sesini duymamla cesaret sanki kanıma doldu ve dönüp onu izledim. Üzerindeki siyah kazak kocaman sırtını sanki kucaklarmışçasına sarmıştı. Büyük eli Kırmızı denilen apartmanın kapısına gittiğinde duraksadı ve başını bana çevirdi. Mavileriyle örtüştüğümde ne yapacağımı bilemeyerek nefesimi tuttum. Eli kapıdan çekildi ve bir adım geriye giderek bedenini tamamen bana çevirdi, "Konuş, bir derdin var belli ki."

"Yok!" dedim gözlerim kocaman açılırken. Boğazımı temizledim ve hızla arkamı döndüm. Birkaç adım atıp afallayarak ona döndüğümde bana bakmaya devam ediyordu. Hızla arkamı dönüp tekrar ona döndüm. Beni sarhoş eden mavileri yüzünden deli gibi görünüyordum, "Aslında var."

"Konuş," dedi koyu sesiyle. Anlamsız hareketlerime rağmen istifini bozmadan omzunu apartmanın duvarına yaslayıp kollarını göğsünün altında birleştirdi, "Dinliyorum."

"Şey," dedim ezilip büzülüp. Ona doğru bir adım atarken gözlerimi mavilerinden kaçırmaya çalışıyordum, aynı zamanda gözlerine bakmayı deli gibi istiyordum. Keskin sakallarına istemsizce bakıp gözlerimi kaçırıyordum, "Evime bıraktığın plak için teşekkür ederim. Nasıl girdin eve?"

Yavaşça sırttı ve alaycı bir şekilde başını onaylamaz anlamda sallayarak omzunu apartmanın duvarından çekti, "Ah küçük kiracı."

Eli kapıya gitti ve kapıyı sertçe itip açtı, "Sanırım sana bu lakabı sürekli tekrarlamam gerekiyor."

"Yedek anahtarın mı var yani?" dedim merakla, "Ev sahibisin diye sürekli girecek misin habersiz?" Bir an durup sırıttım, "Hediye bırakmak içinse gir tabii, ama onun dışında da girecek misin keyfine göre?"

İçeriye geçerken sırıtmaya devam ediyordu. Cevap vermeden kapıyı kapattığında öylece durup derin derin nefes alıyordum. Etrafa birkaç saniye baktım ve hızla mahalleden çıkarak otobüs durağına vardım.

Otobüse bindiğimde içerideki sigara dumanı yüzünden öksürürken zar zor boş bir yer bulup oturdum.

"Of!" dedim elimle birkaç kez göğsüme vurup öksürürken, "Şu otobüslerde sigara içmeyi ne zaman yasaklayacaklar?"

Yanımda oturan kız otobüsün iki koltuğu arasındaki küllüğe sigarasını ezerken sırıtıyordu, "Rüyanda görürsün."

"Otobüsten inince içseniz?" dedim şaşkınlıkla kıza bakarken, "Ben yeni duş aldım daha, sizin üç dakikalık zevkiniz için gözlerimin yanmasını çekmek zorunda mıyım?"

"Zorundasın," dedi ve geriye yaslandı. Gözlerini kapatıp sırıttı, "Hayatım yasaklarlarsa haber verirsin bize de."

Mırıldanarak camdan dışarıya baktım, "Pek de narin bir şeysin," dediğinde ona döndüm. "Neredensin sen?"

"Han Mahallesi," dedim yavaşça. Yutkundum. "Kötü bir yer diyorlar orası için. Sence nasıl?"

"Yani?" dedi bana dönüp sırıtırken, "Ne varmış o mahallede?"

"Bilmiyor musun?" dedim hızla ona dönerek, "Bizim mahalledekiler çok psikopat, hepsi tetikçi."

Kız kahkaha atarak önüne döndü ve başını onaylar anlamda salladı, "Bizim Limontepe taraflarındaki mahallemizdekiler de aynı böyle," dedi ve geriye yaslandı, "Tetikçi değil bizimkiler ama, demirle şişliyorlar."

"Nasıl?" dedim korkuyla, "Nasıl bu kadar rahat söyleyebiliyorsun? Şaka mı yapıyorsun yoksa?"

"Tabii kızım, hafife alma tepe mahalleleri," dedi ve keyifle üzerimi süzdü, "Seni sizin mahallede iyi sağ bırakmışlar."

"Ne demek ki bu?" dedim ve üzerime baktım. Altımda kot etek, üzerimde açık pembe bir gömlek vardı. Gömleği eteğimin içine sıkıştırmıştım.

"Güzelsin ya," dedi ve elini uzattı, "Melisa ben."

"Melek," dedim ve elini sıktım, "Nereye gidiyorsun?"

"Konak'a iniyorum," dedi ve saçlarını düzeltti, "İçip erkek avlayacağım." Bir an durup üzerimi süzdü tekrardan, "Gelsene sen de, eğleniriz. Yakın zaten evlerimiz, birlikte döneriz."

"Olabilir," dedim kıkırdarken. Bir arkadaş bulmak beni çok heyecanlandırmıştı. Mutluluktan gülerek camdan dışarıya doğru baktım ve derin bir nefes aldım, "Çok param yok ama benim."

"Kızım saf mısın, biz mi ödeyeceğiz?" dediğinde gülerek ona döndüm, "Erkek avlama nedenimiz bu zaten!"

"Allah iyiliğini versin," dedim ve geriye doğru yaslanıp denize baktım. Kara'nın mavileri geldi aklıma bir anda. Denizin buz soğuğu onun bakışlarının elçisi gibiydi. Gözlerimin önündeki İzmir'in koca denizinin içinde saklıydı sanki onun gözleri.

Konak İskele'de otobüsten indiğimizde Melisa birkaç kıyafet mağazası gezmek istedi. Mağazaları dolaşırken gözüm sürekli denize kayıyordu. Denizin kokusuna aşıktım, ya da mavilerine, bilemiyorum.

"Para biriktiriyorum, şu Walkman'ların kasetsizleri çıkmış, kesinlikle almam lazım." dedi bir elbiseyi üzerine tutarken, "Bu nasıl?"

"Çok güzelmiş," dedim üzerine tuttuğu elbiseyi inceleyip, "O dediğin şeyi duymuştum, minicik şeyden müzik çıkıyormuş, değil mi?"

"Melek, İstanbul'daki tüm zenginlerde var!" dedi ve kıyafeti yerine asıp bir başka elbiseyi eline aldı, "Bir biz köylü gibi kaldık. İnsanların cep telefonları bile var."

"Manisa'da çok nadir," dedim kıkırdarken, "Cep telefonu zaten kimsede yok, ev telefonu da üç beş evde var."

"Nasıl iletişim kuruyorsunuz, dumanla mı?" dedi ve kahkaha atarak yanımdan geçti, "Mektuplaşma çağı kapanıyor artık."

"Kusura bakma fakir olduğumuz için," dedim sırıtarak yanından geçerken, "Para için yapmayacağın şey yok gibi duruyor."

"Parasız hayat bir hiçtir, bunu unutma," dedi ve üzerime bir elbise tuttu. Şaşkınlıkla ona baktığım sırada elbiseyi inceliyordu, "Paran varsa hayatın vardır. Yoksa sefillik içinde yaşayıp gidersin. Ay Melek bu sana çok yakıştı."

"Çok tuzludur bu," dedim üzerimden itekleyerek, "Alamam ben."

"Ben alırım!" dedi ve heyecanla kendi üzerine tuttuğu elbise ile benim üzerime tuttuğu elbiseyi kasaya götürmeye başladı, "Arkadaşlığımızın şerefine, içimden geldi kız."

"Gerek yok," dedim şaşkınlıkla, "Çok düşüncelisin, ama gerçekten gerek yok."

"Bir gün zengin kocan olduğunda sen de bana alırsın," dedi ve göz kırparak çantasından cüzdanını çıkarttı.

"Ben öğretmen olduğumda sana alırım, kocaya gerek yok," dedim sırıtırken. Ücreti öderken keyifliydi.

"Güçlü ve özgür kadın seni," dedi ve poşetlerden birini bana uzattı, "Al bakalım hayatım, giydikçe beni hatırlarsın."

"Teşekkür ederim," dedim ve poşeti elinden aldım. Poşeti çantama tıkıştırdım. Jesti beni mahcup etmişti.

Melisa neşeli bir kızdı. Hayatını okuldan çok evliliğe adamış, bunun için en uygun eş adayını seçmeye çalışıyordu. İnsanların hayata bakış açıları ve kararlarına saygı duyuyordum. Çağımızda evlilik yerine talebelik yapanlar gitgide artıyordu, buna rağmen okuduğumuz için yargılandığımız dönemler oluyordu.

İçki satan bir dükkana oturduğumuzda ben menüyü incelerken Melisa etrafı inceliyordu. Yanaklarını şişirdi ve gözlerini devirip karşı sandalyeden bana doğru eğildi, "Hiç erkek yok ki burada."

"Şansına küs," dedim kıkırdayarak ve menüyü bıraktım, "Ben şundan içeyim. Çok ucuzmuş o."

"Hangisi?" dedi ve kaşlarını çatıp menüyü eline aldı, "Kızım manyak mısın? Onun içine koydukları alkol çok ağır, kusarsın her yere bak."

"Ucuz ama," dedim sırıtarak ve garsona seslenip siparişimi verdim. Melisa gülerken ben omuz silkerek geriye yaslandım, "Evet ilk alkolüm, bakma öyle. Ama ilkinden de çarpılmam herhalde?"

"Bak saat daha altı, ona göre yavaş iç." dedi ve kendine bir alkol sipariş edip sarma sigarasını çıkarttı. Melisa ile birbirimizi ve hayatlarımızı konuştuğumuz sırada içtiğim kokteylli alkolün tatlılığı nedeni ile pipetin dibini sıyırıyordum. Çok hızlı içmiştim, ancak içerken bunu fark etmemiştim.

Gözlerim gitgide kayarken, Melisa'nın cümleleri yavaş yavaş silikleşmeye başlamıştı. Sürekli olarak gülüyor, denize bakıp sırıtıyordum. Bir anda ayağa kalktığımda başımın dönmesi ile gözlerimin önünde bir heyelan yaşandı sanki. Yer altımdan kaydı, bedenim çalkalandı.

"Melek?" sesi ile gözlerimi açıp etrafa bakındım. Otobüste, başım Melisa'nın omzuna yaslı bir şekilde uyuyordum, "Kalk geldik senin durağa."

"Ne?" dedim fısıldayarak. Göz kapaklarım kalkmıyordu. Melisa koluma girip beni otobüsten indirirken ben havada sürekli adım atarak yürümeye çalışıyordum, "Aya adım atan ilk kadın ben oldum!"

"Sus," dedi gülerek mahallenin girişine doğru beni sürüklerken, "Rezil ettin bizi herkese, hangisi senin ev?"

"Öbür girişte!" dedim ve gülerek onun yanağından öptüm, "Dostikom, biliyor musun kedilerin dokuz canı varmış! Tombalak Hanım'ın da selamı var!"

"Ne saçma sapan şeyler," dedi gülerek beni çekiştirirken. Mahallenin arka girişinde bir anda karşımızda bir adam dikildiğinde gözlerimi açıp ona bakmaya çalışırken Melisa hızla nefes verdi, "Bu ne? Yunan büstü dikildi karşımıza."

"Selam," dedi Kaya ve bize doğru birkaç adım atarak ellerini ceplerinden çıkarttı. Gözleri Melisa'daydı, "Giremezsin mahalleye. Yabancı almıyoruz."

Kaya abisine göre daha kısa boyluydu. Sakalları daha açık renkli, gözleri abisinin mavilerine karşın kahverengiydi. Üzerinde siyah kazak, altında siyah bir eşofman vardı, kılık kıyafette abisine özeniyordu.

"Tanışalım o halde," dedi Melisa ve boştaki elini ona doğru uzattı, "Melisa ben, üst mahalleden."

Kaya bir an duraksadı ve başıyla selam verip gözlerini bana çevirdi, "Sen geç, arkadaşın giremez."

"Of!" dedim ve sinirle Melisa'ya bakarak kaşlarımı çattım, "Bu dangozlar hep böyle yapıyor!"

"Dangoz?" dedi Kaya kaşlarını çatarak, gözleri tekrardan Melisa'ya çevrildiğinde Melisa elini ona doğru ısrarla uzatıyordu.

"Hadi ama nazlı bebek," dedi Melisa gülerek, "Senin gibileri iyi tanırım ben, bu mahallede arkadaşım var benim."

"Kim?" dedi Kaya dümdüz bir şekilde, "İsim ver."

"Hakan, burada babasının pastanesi var," dedi Melisa ve elini ısrarla ona doğru salladı, "Elimi sıkar mısın artık?"

Kaya elini tutup ucundan bıkkınlıkla sıktığında Melisa bana döndü ve bedenimi tutmayı bırakarak bana el salladı, "Kahveye uğrarım bir ara, bu beyefendi izin verirse."

"Vermem." dedi Kaya ve arkasını döndü, "Herkese iyi akşamlar."

"Bay bay!" dedim Melisa'ya el sallarken. Sokakta yaylanarak yürüdüğüm sırada Kaya çoktan gözden kaybolmuştu. Melisa durağa geri ilerlerken ben şarkı söyleyerek sokaklardaki bazı evlerin kapılarına atılan kırmızı çarpılara bakıyordum. Gözlerim tam seçmese de akşam karanlığını hissedebiliyordum.

"Bu çarpılar nedir?" dedim evinin önünde oturan bir küçük çocuğa bakarak, "Ablacım, sizin evde neden çarpı var?"

Çocuk elindeki oyuncağa bakmayı kesip bana baktı ve kapısını inceleyip tekrardan oyuncağına döndü, "Mimlendik biz."

"O ne demek?" dedim ve dengede duramayarak geri geri yalpaladım. Popomun üzerine sertçe düşerken uyuşuk bedenim acıyı hissedememişti.

Güldüğüm sırada kafam o kadar çok dönüyordu ki kalkamayarak başımı asfalta dayayıp gözlerimi karanlık gökyüzüne çıkarttım. Saçlarım yere dökülmüş, eteğim hafif yukarı kalkmıştı. Yerimden kalkamayacak kadar güçsüz, gülecek kadar aklı noksan bir haldeydim.

"Resmen uyuşturucu krizine girmiş," dedi bir teyze dibimde dikilerek. Yattığım yerden bana doğru indirdiği başını görünce gülerek gözlerimi kapattım ve başımı olumsuz anlamda salladım, "Yazık bunlara, gencecik hepsi."

"Teyze!" dedim gülerken, "İşine baksana ya!"

"Rezil," dedi cıkcıklarken. Çevreme biriken insan kalabalığının meraklı bakışları altında yerden kalkıp eve gitme vaktim geldiğini anlamıştım. Doğrulmaya çalıştığımda bir anda kalabalık yok oldu. Şaşkınlıkla etrafı incelerken gözlerim hiçbir şeyi seçemiyordu.

"Melek?"

Gözlerim kısık, kaşlarım çatık bir şekilde sesin geldiği yeri bulmaya çalıştım. Ses çok tanıdıktı. Bana soğuk içindeki kibritin yanması gibi hissettirmişti, "Kim o?"

Kara dibime çöktü ve ifadesizce yüzümü inceledi. Onun mavilerini bulmaya çalışırken ellerim omuzlarına doğru gitti ve omuzlarını sıktım, "Kimsin?"

"Bu halde üşümüyor musun?" dedi ifadesizce. Ellerimi omuzlarından çekti ve doğruldu, "Kalk git evine, daha fazla kepaze etme kendini."

"Kara?" dedim şaşkınlıkla başımı kaldırıp ona bakarken, "Sen misin? Beni eve götürebilir misin?"

Bıkkınlıkla nefes verip etrafa baktı. Meraklı kalabalık evlerine çekilmiş, camlardan sanki bu anı izler gibiydi. Dudaklarını yalayarak bana doğru eğildi ve elini uzattı, "Tut."

İki elimi birden zar zor kaldırıp ona doğru uzattım, "Kalkamıyorum, lütfen kucağına al."

"Oyun parkına da götüreyim mi?" dedi elini geriye doğru çekerken, "Saçma salak konuşma, kiracı. Bana güvenip mi içtin o kadar?"

"O kadar dediğin sadece bir bardakcıktı," dedim ve ellerimi indirip tekrardan sokak asfaltına sırt üstü uzandım, "Almazsan alma, uyurum burada."

"Sabır ver," diye mırıldandı ve bıkkınlıkla eğilip bacaklarımın altına kolunu geçirdi. Diğer kolu belime yerleştiğinde beni sertçe kaldırıp kucağına aldı.

Eve doğru ilerlerken gözlerim yarı açık, kıkırdıyordum. Yoğun parfümü içime doldukça istemsizce gülüşüme gülüşler ekleniyordu.

"Kocaman kolların var, kullan işte. Mahallemizin kahraman abisi!" dedim yan profiline zar zor bakıp gülerken, "Sana Kara abi demeliyim diğer herkes gibi, değil mi?"

"Kara kafi," dedi beni kucağında ilerlettiği sırada. Ona bakıp sırıtıyordum. Bir an bizi durdurdu ve başını bana çevirdi.

"Çok rahatsız edici bakıyorsun," dedi şaşkınlıkla, "Önüne dön."

Ona bakıp gülümsediğim sırada öylece bakışlarımız dokunuyordu. Parfümünün erkeksi koyuluğu vücudumu hoplatmıştı, "Kara, benim kafam çok iyi ya, şimdi seni şak diye öpsem ne olur?" dedim sırıtarak.

"Ben sana şak diye bir tane çakarım, o minik kafan darmadağın olur," dedi ve sinirle ilerlemeye devam etti, "O küçük dilini tutup kesmek lazım aslında senin."

Pastanenin önüne geldiğimizde Hakan dükkanı kapatmak için dışarıdaydı. Bizi görünce şaşkınlıkla duraksadı. Ona el sallayıp kıkırdadığımda Kara başını ona doğru çevirdi, "Hop!" diye bağırdım gülerken, "Anket sonuçlarını konuşacağız! Yanlış anlama, sakın mahallede dedikodu çıkartma!"

Başım Kara'nın yan profiline çevrildiğinde omzuyla dış kapıyı itip merdivenlere doğru bizi çıkartıyordu. Silik bir şekilde sırıttığını gördüğümde gülerek başımı boynuna doğru sokuşturdum, "Adımı kullanma demiştin ama, kullanmış bulundum."

"İyi alıştın adımı kullanıp millete bir şeyler yaptırmaya," dedi merdivenleri çıkarken, "Sana ne ceza versem bilemiyorum, sen akıllanmazsın da."

"Hım hım," dedim sırıtırken, "Ben biraz gevezeyim. Bir de Manisalılar deli oluyor ya, ondan."

Dairemin dış kapısının önünde ayaklarımı yerle buluşturduğunda sırtım duvara yaslandı ve başımı kaldırıp ona bakmaya çalıştım, "Kapıyı açar mısın, ev sahibi?"

"Kendini bu hallere sokacaksan neden evinde içmiyorsun?" diye söylenerek omzumdaki çantama elini soktu. Birkaç saniye anahtarımı aradı ve anahtarı bulup çıkarttı, "Sizin yaşlarda çok havalı görünüyor bunlar, ama rezilliğinizle kalıyorsunuz böyle."

Anahtarı deliğe soktuğu sırada sırıtarak onu izliyordum, "Gözlerin çok güzel."

Kapıyı açtı ve duraksayıp bana döndü. İfadesi şaşkın, yüzü keskindi, "Ne?"

Kaşlarımla yüzünü gösterdim sırıtırken, "Gözlerin, çok güzeller."

Bir adım geriye atıp geçmem için yer açtığında ifadesi şaşkınlığını sürdürüyordu. Önünden geçerken dengemi sağlayamayıp tekrardan yere kapaklanmak üzereyken bir anda kolumdan tuttu. Beni doğrultup kucağına aldı ve içeri geçip yatak odasına doğru götürmeye başladı, "Maviş maviş," dedim kıkırdarken, "Güzeller."

"Anladım, on kere söyleme," dedi huzursuz bir şekilde. Sanki iltifat duymaya alışık değildi. Bu nedenle rahatsız olmuştu, belki de garipsemişti.

Kara, beni yatağa yatırdı ve ayakkabılarımı çıkartmaya başladı. Yattığım yerden ona bakıp kıkırdıyordum, "Plağı dinleyeceğim, ama bir dahakine İzel-Çelik-Ercan'dan bir plak al bana, komşu. Yeni çıkmışlar, efsane bir grup."

"Babana değil miydi o plak zaten?" dedi ayakkabılarımı yere bırakırken, "O sahaf herif öyle söyledi."

"Tamam alma ya!" dedim gülerken, "Ben aklında bulunsun diye söyledim."

Doğruldu ve bıkkınlıkla nefes verdi. İteklediğim pikeyi üzerime doğru örttü ve birkaç saniye yüzümü inceledi, "Bir daha kendini rezil edecek kadar içme. Otur evinde ye ne bok yiyorsan."

"Teşekkürler!" dedim gülerken, "Senin en sevdiğin şarkıcı kim?"

"Yemin ederim beladan başka bir şey değilsin," dedi ifadesiz bir şekilde, "Biz seni sessiz sakin diye aldık, şu haline şu halime bak."

"Bekar mısın?" dedim merakla onu incelerken. Bir an kaşları çatıldı ve şaşkınlıkla yüzümü inceledi.

"Sen bana mı yürüyorsun?"

"Ne alakası var ya?" dedim ve işaret parmağımı kaldırıp burnunun ucuna yavaşça vurdum, "Ben abilerime yürümem ki."

"Kara kafi demiştik," dedi ifadesiz bir şekilde ve burnuna vuran elime baktı, "Haklısın dediğinde, abin yaşındayım ama Kara kafi."

"Tamam Kara," dedim ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim, "Korkma benden, yürümem sana."

"Korkmuyorum, sadece adamı geren bakışların var."

Hızlı bir nefes verdiğinde gözlerimi açtım. Bayık bir ifade ile bana bakıp gülümsüyordu.

"Gerçek mi o duyduklarım?" dedim mayışarak.

"Ne duydun?" dedi yumuşak bir sesle. Sesi bir ninni gibi sallamıştı ruhumu. Karaların arasında bir şefkat hissetmiştim sanki.

"Hande'ye laf atan birini..." dedim ve duraksadım. Yavaşça esnedim, "...kadın yapıp geneleve mi yolladınız?"

Soğuk ve ağır bir kahkaha attı. Gözlerim açıldı. Güldüğünde gerim gerim ifadesini örten sakallarını inceledim ve mavilerine doğru bakışlarımı kilitledim, "İtiraf et, küçük kiracı. Çok yaratıcı bir ceza oldu ona."

"Gerçek yani," dedim mırıldanarak, "Sence bu normal mi?"

"Benim normalimde evet," dedi keyifle, "Senin normalini bilemem."

"Geçen gün tutuklanma sebebin de bir adamı taşlatmakmış," dedim uykuya teslim olmak üzereyken, "O da mı doğru?"

"Sen her şeyi böyle sorgulayacak mısın?" dediğinde gözlerim zar zor açıldı ve onu seçtim.

"Mahalleyi tanımaya çalışıyorum," dedim ve alt dudağımı büzerek ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim, "Zaten kimse benimle arkadaş olmak istemiyor."

"Kim seni ne yapsın?" dedi keyifle doğrulurken, "Sen çok bıdı bıdı yapıyorsun. İnsanlara sürekli bir şeyleri sorarsan insanlar senden kaçar."

"Ama ben arkadaş istiyorum," dedim sesimi çocuksu çıkarırken. Alkol bir anda kalbimin kırılmasında bana elini uzatmıştı sanki, "Melisa gelmek istedi kahve içmeye, ama Kaya izin vermedi."

"Melisa kim?"

"Üst mahalleden," dedim ve alt dudağım büzülü bir şekilde başımı ona kaldırdım, "Kara, lütfen gelsin arada bana. Ben arkadaşım olduğu için çok mutlu olmuştum. Kadir için de aynısını yapmıştı Kaya, bari Melisa gelsin."

Gülüşü yüzünde yayıldı. Başını onaylar anlamda salladı, "İyi, gelsin arada." Durup ifadesini keskinleştirdi, "Sadece kız gelsin, o kitapçıyı istemiyorum mahallemde."

"Tamam!" dedim heyecanla. Uyku sanki bir anda çekilip alındı bedenimden.

Gözlerimiz bir süre bakıştı. Gözlerime bakarak dalıp gitti ve gülerek başını eğip olumsuz anlamda salladı. Aklını okumak için dağları aşabilirdim.

Odanın çıkışına ilerlediği sırada hızla elimi kaldırıp sırtına doğru tuttum, "Dur! Son bir şey daha sormam lazım, çok acil!"

Durup bana döndüğünde gülümsemesini kestirebilmiştim, "Çok acilse sor bakalım."

"Benimkiler değil mi?"

"Ne?" diye sordu gülümsemesi asılı kalırken.

"Gözlerim, Kara. Benim gözlerim de çok güzel, değil mi?"

"Cık," dedi sırıtarak yatak odasından çıkarken, "Çok çirkin senin gözlerin."

Kara güzel şeyler söylediğimde rahatsız olmuştu, içten içe kendine bir savunma kalkanı oluşturmuştu. Alışık değildi. Bir insan iltifat almayı nasıl garipserdi ki?

Kara'nın güzel cümleler ve iltifatlar duymuyor olması çevresini ele aldığımda normaldi aslında. Ancak onun normalleri normal değildi. Onun mavileri insanın aklını çekip alırdı, oysa o bunun farkında değildi. İnsanlar güzelliklerinin farkında olmalılardı.

Kara'nın ne kadar güzel bir adam olduğunu ona anlatma görevi ise sanırım bana düşmüştü; çünkü onun çevresinde karaların arasında sıkışıp kalan tek beyaz bendim.

O halde griye şimdiden alışmam ya da tüm bu düşünceleri sürdürebilmek için sarhoş olmaya devam etmem gerekecekti. Hoş, sanki onun gözleri insanı yeterince aptal etmiyormuş gibi...

 

Bölüm : 21.11.2024 17:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 3. BÖLÜM : NORMAL NEDİR?
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.69k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...