30. Bölüm

29. BÖLÜM : İNTİHAR KÜLLERİ, ÖLÜM GÜLLERİ

petrikor.
yagmurluhikayeler

 




Bu bölüm kendine zarar verme, intihar, yasaklı madde kullanımı gibi tetikleyici konular açıkça betimlenmektedir. Bölüm on sekiz yaş altı ve bu konularda hassas hiçbir okur için uygun değildir.

Bölüm şarkıları;

Erol Evgin - Bir de Bana Sor
Funda - Çaresizim

•••

29







 

Geçmiş önüme tekerrür etti, lakin bu kez teşekkür etmedi çünkü sağıma soluma sapladığı öfkeler üfürdükçe donmam ona göre normaldi. Zannımca Kara mazimizi bana söyleyerek bağımızı güçlendirmek istedi. Benimse herkesten ayırt edebildiğim, kara mavilerinin en ininde gezindirdiği korkuları vardı.

"Ay ne romantik! Senelerce seni uzaktan uzaktan izlemiş," dedi Melisa. İç çekti. "Selvi Boylum Al Yazmalım'daki gibi ilk görüşte aşık olmuş ve hep peşinden koşmuş."

Müjgan teyzeye ekmek götürüp yan mahalleye geçmiştim. Melisa'ya yaşadığı ihaneti anlatmak istedim, ondan onun mahallesine geldim.

"Bence Kara romantiklik yapmak için değil bir başkasından duyarım diye korktuğu için söyledi," dedim papatya çayından bir yudum daha içip. "Kim kime senelerdir seni izliyorum diye romantiklik yapar ki?"

Melisa elindeki kanaviçeyi işlerken mırıldandı. "Dostikom yalan yok ilk duyduğumda bir afalladım ama sonradan düşününce tatlı bir olay." Eğilip çayından bir yudum içti ve kupayı masaya bıraktı. "Arka planda seni uzaktan uzağa korumuş. Bir zararı olmamış sonuçta. Ben olsam çok hoşuma giderdi birinin beni gizli gizli koruması."

"Bilmiyorum, senelerce gizlice takip etmek... Biraz hastalık işi," dedim çayın soğuyan son birkaç damlasını da dilime dökerek. "Zaten gizli psikopat gibi bir şeydi, şimdi gözümde iyice manyaklaştı."

"Serseri ama kibar bir adam," dedi Melisa mor serçe desenli kanaviçesini koltuğun yanına bırakırken. "Sana karşı en azından öyle. Tam tersi sen adama cırlayıp duruyorsun. Ay Melek cidden sizinkiler görücü olayını kabul etselerdi acaba şu anki gibi benimle arkadaş, Kara ile de aşık olur muydun?"

"Ben kadere inanıp inanmamak konusunda çok gidip geliyorum," dedim kıkırdayarak. "Ama ne olursa olsun dostikom ile her evrende dostiko olurdum!"

Güldü geriye yaslanıp duraksarken. "Ay nedir bizim bu abi kardeşten çektiğimiz?"

Oturuşumu düzeltip ellerimi bacaklarımın arasına soktum. "Melisa?" dedim şeker gibi bir sesle. "Kaya ile nasıl gidiyor? Üzmüyor seni değil mi?"

"Yok elticiğim," dedi gözleri parlarken. "Kaya çok kıskanç, biraz abartıyor bazen ama sorun etmiyorum. Sevmese neden kıskansın ki değil mi ama?"

"Belki de rahatsız ol da ondan soğu diye yapıyordur," diye mırıldandım. Sonra boğazımı temizledim. "Seni aldatsa üzülür müydün?"

"O kim ki beni aldatıyor?" dedi ayaklanırken. "Melisa Müftüoğlu bir markadır. Aldatılmaz, gerekirse aldatır ama kimse onu aldatamaz." Balkona çıkarken eğilip kenarları oyma desenli ahşap sehpadan sigara paketini aldı. Durup bana döndü ve gözlerini kıstı. "Bana bak dostiko, sen neden durduk yere böyle bir şey sordun? Bir şey mi gördün?"

Başımı olumsuz salladım gözlerim kocaman açık. Gözlerini daha da kıstı ve paketi bırakıp doğruldu. Eli beline gittiğinde dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yere eğdim ve desenli halıyı inceledim. "Evinden çıkan bir kız gördük ablamla birlikte."

Cevap vermediğinde başımı halıdan çekip ona kaldırdım. Yüzümü inceliyordu. Birkaç saniye durdu ve derin nefes verdi. "Ne zaman?"

"Dün," dedim başımı ona kaldırırken. Hızla ayaklandım ve ona adımladım. "Kaya'ya sordum belki arkadaşıdır diye ama inkar etti. Yani arkadaşı olsa inkar eder miydi evine bir kızın girdiğini? Hem kız apartmandan çıkarken üzerini düzeltiyordu..."

Birkaç saniye etrafa bakındı ve derin bir nefes aldı. Harareti bedenini yaktı, gördüm. Boğazını temizledi ve yüzünü gererek sahte bir şekilde gülümsedi. "Teşekkürler söylediğin için dostikom. Kız kimdi? Sizin mahalleden mi?"

"Hiç görmedim buralarda. Yüzünü görsem hatırlarım ama kızı," dedim hızla peşinden balkona koştururken. "Melisa belki tek seferliktir. Uzun süreli biri olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten. İstersen önce bir Kaya ile yüzleş..."

Balkondaki sandalyeye oturup sırtını demirlere yasladı ve bir sigara yaktı. Dumanı balkondan dışarı üflerken bacağını titretiyordu. "Ağzına sıçtığımın herifi," diye mırıldandı. "Bu adamlar neden hep böyle? Neden sadık kalamıyorlar?"

Telaşla karşısındaki sandalyeye oturdum. "Yüzleşecek misin?" diye sordum merakla. "Bak istersen Kara onu güzelce dövsün. Ben rica ederim Kara beni kırmaz. Zeki de iki tokatlar için soğur en azından."

Düşünüyordu bu nedenle dediklerimi dinlemedi. Dışarıyı izlerken elinde tuttuğu sigaranın külünü yavaşça balkondan aşağı döktü. "Güzel miydi kız? Benden yani... Daha mı güzeldi?"

"Saçmalama. Hem kız çok çirkindi!" diye bağırdım hızla boğazımı temizlerken. "Senin kadar güzel asla olamaz. Senin getir götürünü bile yapamaz o kız."

Başını olumlu salladı aşağı bakarken. Elini kaldırıp bir anda sigarasını dudaklarının arasına aldı. "Haydar abi! Altılıyı tutturdun mu?"

"Yok yahu burun farkıyla gitti," dedi Haydar mahallede turlarken. Durup bana baktı ve gözlerini kıstı. "Ablan nasıl Melek?"

"İyi abi," dedim hala gerginliği üzerimden atamazken. Melisa'nın aklından geçenleri çözemiyordum ve üzülüyor gibi görünmediği için omzumda teselli edemiyordum. "Hakan'ın pastanede vakit geçiriyor."

"Çalışsın ne güzel," dedi Haydar ilerlerken. Durup tekrar bana döndü. "Senin mahalle muhtarı ne alemde?"

"Kırmızı'da," dedim demirlere tutunup. "Büyük abilerle kumar oynuyorlardı en son."

"Oranın adı neden Kırmızı?" dediğinde kaşlarımı çatıp omuz silktim.

"Ben de bilmiyorum Haydar abi," diyerek Melisa'ya döndüm. Masaya bakarak gözleri dalmış bir şekilde sigarasını içiyordu.

"Dostikom? Sence neden Kırmızı diyorlar oraya?" diye sordum merakla. Aklını dağıtsın istedim. "Duvarları da kırmızı boyalı... Kan gibi bir şeyi mi temsil ediyor?"

"Ha?" dedi masaya bakarken. Sonra gözlerini kırptı ve sigarasını ezip ayaklandı. "Ben hipodroma gideceğim akşamüstü babamla. Gelsene sen de."

"Bilmem ki hiç gitmedim daha önce," dedim onunla bir ayaklanırken. Haydar mahalle turuna kaldığı yerden devam etti. "Kumar mı oynayacağız orada?"

"Bahis oynayacağız," dedi ve hızla içeri koşturdu. "Şık giyinelim. Şimdiden hazırlanmaya başlıyorum ben."

"Şey, ablama sorayım. Okula gitmem lazım bugün sınav var, oradan çok yakın hipodrom. Gelebilirim belki," dedim merakla. "Gelebilirsem büfenin orada olurum."

"Tamam," dedi ve durup bana döndü. "Biz babamla senin kampüsün dışında bekleriz seni. Birlikte gideriz."

"Tamam," dedim başımı olumlu sallarken. Sonra ona adımladım ve sıkıca sarıldım. "Sıkma canını, onu mahvederim ben."

Sırtımı sıvazladı ve hızla gözlerini sildi. "Neden yaptı ki yani? Bunu hak etmedim," dedi kendi kendine. "Kime ne zararım oldu? Oldu mu? Çirkin miyim?"

"Biliyor musun bence yaşadığımız şeyler tevafuk değil yani yaşadığımız şeylerden dersler çıkarmamız lazım," dedim saçlarının uçlarını parmağıma dolarken. "Biz kendimizi suçlamamalıyız çünkü sen dünyadaki en güzel dostikosun."

"Ders mi?" dedi gülerek. "Sanırım erken güvendim ona evet."

"Sen şimdi bunu yaşadın ama Allah sana çok daha güzelini vermek için bunun ne kadar çirkin olduğunu sana gösterdi," dedim sıkıca ona sarılırken. "Çirkin olan Kaya yani sen değil," dedim gülümserken. "Sakın böyle bir olayda kendini suçlama, ders çıkart ve yoluna devam et olur mu? Hatta Kaya'nın bu yüzünü sana erkenden gösterdiği için Allah'a teşekkür et."

Alt dudağı büzülü gülümsedi. Gözlerini silerken güldü. "Kız ne güzel konuştun sen böyle? Benim dostikom biraz saf duruyor aslında ama içinden Güzin Abla çıktı," dedi kıkırdarken.

"Kara sağ olsun bu aralar çok kitap okuyorum zekam ilerledi," dedim sırıtırken. "Akşamüstü görüşürüz. Ben ne olursa olsun her zaman senin kararlarını desteklerim, Melisa. Kızarım kararlarına belki ama yine yanında olurum şimdiki gibi. Hep yanındayım."

"Melek sen ölümsüz ol ya," dediğinde ona öpücük atıp evinden çıktım. Kendi mahalleme ilerlerken düşünüyordum. Söylemek en doğrusuydu, söylenenler her ne kadar yanlış olsa da. Kararımla ve Melisa'nın güçlü duruşu ile gurur duydum.

Mahalleye geldiğimde Kırmızı'nın hafif aralık kapısını itip içeri girdim. Büyük salona ilerledim. Kara köşedeki masasında oturmuş, önündeki kağıtlarla ilgileniyordu. Masanın tam karşısındaki büyük yuvarlakta ise kodomanlar kumar oynuyordu. Ağızlarında purolar, yanlarında nargileler vardı.

"Buranın hali ne ya? Kahvehaneye mi geldim?" dedim şaşkınlıkla. Başları bana çevrildiğinde Kara kağıtlara bakarken güldü. Kıkırdayarak ellerimi önümde birleştirdim.

Gözlerimiz birleştiğinde kıpır kıpır oldum. Ayaklandığı sırada diğer kodomanlar önlerindeki pokere devam etti.

Kırmızı'dan çıkıp etrafa bakındım. "Melisa'ya söyledim," dedim omuz silkerek. "Bilmek hakkıydı Kara. Sakın bana kızdığını belirten bir şey söyleme."

"İyi yapmışsın güzel kiracım," dedi etrafa bakınıp ellerini ceplerine sokarken. Kimse göremeyince eğilip yavaşça yanağıma dudaklarını bastırdı. "Yap istediğini. Ben her hareketinde arkandayım."

"Hani karışma diyordun ya," dedim şaşkınlıkla. Dudakları yanağımdan çekildiğinde hızla boğazımı temizledim. "Kızmadın mı gerçekten?"

"Alıştım söz dinlememene," dedi ve başını hafif yana attı. Elini uzattı. Elimi onun eline götürdüğümde yavaşça elimi öpüp bıraktı. "Ben ne olursa olsun senin yanındayım. Biliyorsun."

"Anladım," dedim boğazımı temizleyerek. "Kaya da bunu Melisa'ya söylediğim için bana kızmaz yani, sen de benim yanımdasın değil mi Kara?"

Başını olumlu salladı varla yok bayık bayık sırıtırken. İşaret parmağımla arabasını gösterdim. "Acaba beni okula bırakma şansın var mı? Melisa ile sohbetimiz uzadığı için otobüse binsem sınavı kaçırabilirim de..."

"Var," dedi sırıtarak yanımdan geçerken. "Düş önüme."

Minik adımlarla önüne geçtim ve yavaş yavaş arabaya ilerlemeye başladım. Ablam pastanede Hakan ile çay içiyordu. "Abla!" diye bağırdım ellerimi ağzımın yanına kapatarak. "Ben okul sonrası Melisa ile biraz dolaşacağım! Param var! Geç kalmam! Kara bırakacak!"

Elini kaldırıp bana tamam anlamında salladı ve tekrar eline kağıdını aldı. Hakan ile yeni kek ve kurabiye tarifleri üzerine konuşuyorlardı. Kara kapımı açınca yavaşça oturdum. Önden dolanıp arabaya bindi ve arabayı çalıştırdı.

"Nereye?"

"Okula?" dedim kemerimi takarken. "Üniversiteye gitmem lazım dedim ya..."

"Melisa ile nereye?"

Arabayı yola çıkarttığında geriye yaslanıp camı açtım ve elimi çıkarttım. "Hipodroma gideceğiz. At yarışlarını izleyip biraz vakit geçireceğiz.

"Başka?"

"Ne başka?" dedim rüzgar avcumun içini okşarken. "İşte başka bir de bahis yapacağız, atları izleyeceğiz. Öyle yani."

"Başka kim olacak?"

"Melisa'nın babası da olacak."

"Anladım," dediğinde ona döndüm. Ses tonunun garabeti kaş çattırdı bana.

"Bozuldun mu sen?"

"Hayır da bir ton herifin içinde işiniz ne amına koyayım," dedi bunu sormamı bekler gibi.

Camdan dışarı baktım. "Atları izlemeye gideceğiz herifleri değil," dedim kıkırdarken.

"Boş boş işler," dedi kendi kendine. Elimle ağzımı kapatıp etrafa bakındım ve kaşlarımı kaldırdım.

"Şey... Kara? Burak Kut kasetin yoktu değil mi? Olsa ne güzel dinlerdik kıpır kıpır."

"Sen sabır ver," diye mırıldandı. İstemsizce sırıttığında ona bakarak kıkırdıyordum. "Beni kıskandırmak neden hoşuna gidiyor biliyor musun küçük kiracım?"

"Neden?" dedim ayaklarımı sallandırıp camdan sarkıttığım elimi içeri sokarken.

"Çünkü sana karşılık vermiyorum da ondan," dediğinde gülüşüm dondu ve kaşlarım çatıldı. Kısa süreli bana bakıp tekrar mavilerini yola çevirdi. "Ben de seni bir kıskandırsam aslınd-"

"Neyse," dedim boğazımı temizleyip. "Ben at izlemeye gidiyorum. Onu da kıskanıyorsan yapacak bir şey yok Kara. İstersen sen de gelebilirsin diyeceğim ama ben gelmeni istemiyorum."

"Sebep?" diye sordu kaşları çatılırken. Yolu izliyordu ama tüm odağı bendeydi.

"Çünkü beni kıskanman hoşuma gidiyor," dedim omuz silkerek. "Bakalım ben oradayken senin mahallede böyle için içini nasıl yiyecek?" Kendi kendime kıkırdadım.

"Sen oradayken benim mahallede olacağımı nereden çıkarttın?"

"Bak beni takip etme," dedim sinirle. "Bıktım senin takiplerinden."

Güldü alayla. "On üç senedir takip ediyorum seni Melek."

"Sen ruh hastasısın," dedim ağzım aralık. Gözleri aynı bakışları idame ettirirken şaşkınlıkla önüme döndüm. "Gerçekten öylesin, Kara."

"Biliyorum," dedi ve geriye yaslandı. Eli yavaşça bacağıma gitti ve sıktı. "Senin hastanım. Sana ait olan her şeye hastayım."

"Deli," dedim heyecanla bacağıma bakarken. "Ani hareketler yapma öyle bana. Deli."

"Deli ettin," dedi yavaşça. Elinin üzerine elimi koyup parmağımı eline sürtmeye başladım.

"Kırmızı'nın anlamı ne?" diye sordum elini izlerken. Parmaklarımın ucu sıcacıktı, onun soğuk eline dokundukça daha da hissediyordum vücut ısılarımızın uçurumunu.

"Kırmızı duvarları var odamın. Ablamla birlikte kalıyoruz o odada. Bir tane bez bebeğim var. Annem dikti o bebeği bana. Boncuktan gözleri var bebeğimin. Çok iyi biliyorum evimi, söyledim sana! Hadi bul annemi, bul evimi."

"Kırmızı duvarlar mı?" diye sordu kaşları çatık.

"Hım hım," dedim onun elinden sıkıca tutarken. "Odamın adı Kırmızı. Orası benim evde en ama en sevdiğim yer! Çünkü orada geceleri duvarlarım siyah gibi görünüyor ve gündüzleri kıpkırmızı! Benim en sevdiğim renk de kırmızı! Ben çok istediğim için boyadık ama babam sonra bize çok kızdı çünkü ev kasvetli olmuş. Çok üzülmüştüm babam kızınca, sonuçta neden kızdı ki? Onun odası mı sanki?"

"Vurdu mu baban sana?"

"Hayır çünkü kaçtım ama anneme vurdu ona sormadan boyadık diye. Annem de biz dayak yemeyelim diye tüm suçu üstlendi."

"Hep vurur mu baban öyle size?"

"Bir kere tarlada iş yapmıyorum diye vurdu ama sadece bir kere. Ablama da vurdu tokat attı çünkü ablam televizyon izledi sofrayı toplamak yerine. Normalde televizyon izlememiz yasak ama o gün Galaksi Taksi vardı televizyonda ve ablam o tiyatroyu çok seviyordu."

"Ben bu babanın öz mukavemetine pek güvenemedim küçük evsiz. Bu konuyu kendi babamla bir konuşayım. Kız çocuklarına dayak atılmaz. Atılmamalı."

"Ama kızını dövmezsen dizini dövermişsin, babam öyle dedi."

"Kızının başını okşamazsan dizini döversin. Baban yanlış söylemiş."

Kötüler hep kazanır derler ama bunu iyileri sindirmek için uydururlardı. Asıl kötüler kaybettiklerine hiçbir zaman inanmazlardı çünkü onların hayatla savaşları hiç bitmezdi. Hep bir hasıl başlangıcı, hep bir tevahhuş bitişi.

Koşmaktan yorulmazdı kötüler çünkü hırsları onları ayakta tutardı. Ayakları parçalanırdı ama yine düşmezlerdi. Vicdanları yoktu hem, düşseler de üzülmezlerdi belki. Kötü olmak korkunçtu, bunu tercih edenlerin ise hırsları yüzünden çoktan kaybetmişlikleri kaçınılmazdı.

Dersliğe giderken Kara'nın onunla aramızda geçen sohbeti anlattığı anı düşünüp duruyordum. Ben asla çocuklarıma vurmazdım. Vurmayacaktım. Onlar benim eserim olacaktı, ileride onlarla gurur duyacaktım.

Dersliğe girdiğimde Şebnem'in gözlüklerini düzelterek önündeki kağıtlardaki notları okuduğunu fark ettim. Yavaş yavaş yanına ilerleyip kibarca yanına oturdum. "Merhaba Şebnem," dedim utana sıkıla. Boş olup olmadığını sormadım çünkü sorsam beni kaldırırdı yanından.

"Selam," dedi bana bakıp. Duraksadı ve üzerimi süzdü. "Nasılsın?"

"İyiyim sen?" dedim merakla. "Çok iyiyim. Mahallem çok güzel. İnsanlar çok elegant ve kibar. Sen nasılsın?"

"Ben de iyi sağ ol," dedi anlamsızca üzerimi süzerken. "Bayağıdır yoksun."

"Şey evet vuruldum," dedim çantamdan ders notlarını çıkarırken. Hızla durup ona döndüm. "Han Mahallesi'nde değil ama! Yan mahallede! Bizim mahallemiz çok elegant," dedim hızla. Bana şaşkınlıkla baktığı sırada gülerek omzuna vurdum. "Şaka kız, öyle işlerim vardı ondan gelemedim. Ne vurulması?" Etrafa bakındım ve kalemimi tıraşlamaya başladım. "Recep nerelerde?"

"Bıraktı o okulu. Geçen öğrenci işlerinden kaydını sildirirken gördüm. Seninkiler ürkütmüş sanırım."

"Yok yok," dedim şaşkınlıkla geriye yaslanıp. "Benimkiler öyle şeyler yapmaz. Sevdiği kızla evlenecekti o, muhtemelen babası kızı verdi ondan okulu bıraktı." Etrafı inceledim. "Ya Şebnem... Ben biraz not alamadım ya... Sendeki notlardan bakabilir miyim sınav öncesi?"

"Tabii hemen," dedi. Korkuyor muydu benden yoksa sadece iyilik mi yapıyordu bilemedim ama hızla kağıtları önüme bıraktı. "Çalışmadıysan bakabilirsin benim kağıdıma. Hatta!" diye bağırdı hararetle. "İstersen ben sınav kağıdımı doldurur isim kısmına senin adını yazarım Melek, gerçekten."

"Benden korkuyor musun?" dedim şaşkınlıkla. "Yani ben sadece sordum. Vermek zorunda değilsin notlarını da... Ben sana kötü bir şey yapmam ki."

Üzücü. İnsanların beni canavar görmeleri üzücü. Hayatın kendisi yeterince güzelmiş gibi bir de çirkinliklerin örttüğü alemlerde dolanmak üzücü. İster istemez kapıldığım bir mimlenmenin tam ortasında sırılsıklam eden sellerin ardından gelen esintide titremek gibi. Yalnızlık ve çaresizlik gibi.

Elimden bir şey gelmiyordu. Sınavda Şebnem'in kağıdına bakmadım, aksine benden korktuğu ve eğer notları bana vermezse ona zarar vereceğimi düşündüğü için yanından kalkıp bir başka yere oturdum ama sınav boyu gözlerim aktı. Ben kötü biri değildim ve arkadaş edinmeye çalıştığım insanların hafızasında öyle görünmek, onları kendilerini bir şeylere zorlarken seyretmek zor geldi.

Sınav bittiğinde okuduğum bir kitabın özetini yazdım. Yapmıştım sınavı aslında, gerekli kurallara uyarak Kara'dan aldığım bir kitabın özetini yazmıştım.

Okuldan çıkarken gözlerimi siliyordum. İyi değildim ve iyi hissetmiyordum. İlerlediğim sırada Şebnem yanıma yetişti. "Nasıl geçti sınavın?"

"İyi," dedim ona bakmadan. "Çok iyi geçti. Senin?"

"Benim de," dedi koşar adımlarla. "Neden ağlıyorsun? Beni mahallenin patronuna söylemeyeceksin değil mi Melek? Ben gerçekten sana yardım etmek-" Durup derin bir nefes aldım ve ona döndüm.

"Şebnem ben kötü biri değilim," dedim gözlerimi silerken. "Yemin ederim kötü biri değilim. Hiç istemiyorum seni korkutmak. Gerçekten istersen bir daha hiç seninle konuşmam bile. Rahatsız etmem."

"Ağlamasana," dedi telaşla elindeki kağıtları tek eliyle toparlayıp. "Ben seni üzmek istemedim sadece tanımadığım için tedirgin oldum." Boşta kalan eliyle kolumu sıvazladı.

"Bak bir kere gelip onları yakından tanısan tüm ön yargıların gider," dedim burnumu silerken. "Şimdi yan mahalleden bir arkadaşımla at yarışı izlemeye gideceğiz. Oradan da mahallede sana bir kek ikram etmek istiyorum. Hem pastanede benim ablam çalışıyor."

"Yani bilemedim ki," dedi etrafa bakınıp. "Yurtta kalıyorum o nedenle çok gecikmemem lazım. Han Mahallesi buraya çok uzak, taa tepede. Dönüş yolunda hangi otobüsler geçiyor?"

"Tamam Kara ile ben seni bırakırız tekrar yurda," dedim heyecanla. "Şebnem lütfen bir şans ver biz gerçekten iyi insanlarız. Çok eğleniriz."

"Peki," dedi yanımdan ilerlerken. Birlikte kampüsten ayrıldık. Melisa'yı bir arabaya yaslanmış, yeri izlerken gördüğümde hızla bağırdım.

"Dostikom!" dedim kıkırdayarak. Çiçekli bir elbise giymişti. Minik beyaz bir şapka takmıştı. Ellerinde kısa beyaz eldivenleri, ayaklarında kalın kısa topukluları vardı. Zariflik gibiydi Melisa. Bana bakarak el salladı ve ifadesini toparladı. Ona sıkıca sarılıp Şebnem ile tanıştırdım.

Arabaya bindiğimizde sınav hakkında sohbet ettik. Melisa'nın babası iyi bir adamdı. Konuşkandı. Onun bize yol boyu verdiği ipuçlarını kağıda not aldım.

"Hangi at çimde daha iyi koşuyor demişti?" dedim üçümüz birlikte hipodroma girerken. "Jokeyi iyi olan at hangisiydi ya? Karaşimşek mi demişti?"

"Yok Karamelek," dedi Melisa gülerek. "Ay basarız işte atlara geçeriz. Önemli olan eğlenmek. Bak babam en alttaki hanzo adamlarla oturacak bize özel bu restorantta yer ayırtmış. O nedenle ganyancı dayılar gibi davranma orada sakın, hep at sahipleri falan oluyor restorantta."

"Ya biz para kazanmaya gelmedik mi?" dedim heyecanla. "Ay ben hangi atlara oynayacaktım?"

Işıl ışıl bir restorana girdik. Şık giyinimli garsonlar koşuşturuyor, arkada seksenler Türkçe şarkılar çalıyordu. Kocaman uzun camlardan atların yarış pistine baktım. "Ay çok heyecanlı!" dedim kıkırdayarak. "Çimde hangi at iyi demişti baban?"

"Sanırım beyaz olan atı demişti," dedi Şebnem merakla masaya at broşürlerini yan yana dizerken. "Bakın şimdi bu at bizim handikapımız olacak."

"Dur bakayım," dedim merakla broşüre bakarak. Melisa gözlerini devirip geriye yaslandı ve etrafa bakındı.

"Biraz şu beyefendilere bakın," dedi mırıldanarak. "Bakın gözünüz açılsın. At sahipleri var diyorum size. Atları bırakıp sahiplerine odaklansanıza. Şebnem hadi bu aşık, bari sen bakın be yavrum. Kurtarırsın hayatını.

"Kaya ile kesin olarak bitti mi?" dedim başımı ona kaldırıp. Şebnem merakla bizi izliyor, önündeki çerezleri tırtıklıyordu. "Yani Kara bana Melisa bilse bile affeder demişti."

"Pardon?" dedi Melisa şaşkınlıkla. "Arkamdan böyle mi konuşuyorlar?" Nefes verip geriye yaslandı. "Beni fazla zavallı gördüler. Ben onlara gösteririm." Elini kaldırıp bir adama seslendi. "Beyefendiğicim biz ilk kez geliyoruz da bize birkaç ipucu verebilir misiniz?"

Yan masada oturan takım elbiseli bir adam ayaklandı. Melisa yanındaki sandalyeyi geriye çekip onun oturmasını bekledi. "Merhaba hanımlar. Sizlere kendi bahislerimi gösterebilirim."

Hızla adamın elindeki kağıdı çekip aldım ve Şebnem ile ortamıza koyarak kendi iddia kağıdımızı işaretlemeye başladım. "Bak bu atı oynamış bu adam," dedim ve başımı kaldırdım. "Bu at biraz uyuz diyorlardı, yani kazanır mı emin misiniz?"

"Bence kazanır," dedi adam gülümseyerek kağıda bakarken. "Kendisi uyuz değil ancak bir sakatlanma yaşadı o nedenle yavaştı. İyileşti ama."

"Sizin mi?" dedi Melisa merakla ona dönerek. "Sizin mi bu at?"

"Benim," dedi adam ve ayaklandı. "Sorularınız olursa yandayım."

"Ay çıkışta sohbet edelim lütfen beyefendiciğim, kesinlikle sizin atınıza yatıracağım tüm paramı."

"Kazanamazsa iki katını vereyim size o halde," dedi adam sırıtarak masasına otururken. Önündeki viski bardağını aldı ve camdan dışarıyı izlemeye başladı.

"Hadi hadi şunları okutalım," dedi Şebnem heyecanla. Onunla bir kalkıp hızla bahis makinelerine ilerledim. Not aldığımız atlara tek tek işaret atıp çok komik bir iddia parası ödedik. Maksat eğlenmekti ancak ben ilk defa iddia oynamanın harareti ile yanıyordum.

Bir süre geçti. İkide iki tutturmuştuk. Sıra yandaki adamın atının yarıştığı maça geldi. Yandaki adamın atı kazandığında Şebnem ile aynı anda ayaklanarak birbirimize sarıldık. Kazanıyorduk. Hızla adama doğru koşturdum ve ona elimi uzattım. "Çak! Kazandı atın!"

Melisa gözlerini devirirken adam şaşkınlıkla ellerimizi birbirine vurdu ve viskisini eline aldı. "Ay kazandık!"

"Yapma şöyle çocuk çocuk hareketler," dedi Melisa bıkkınlıkla. Diğer atlar koşmaya başladığında Şebnem ile merakla yarışı izliyorduk. Melisa etrafa bakınırken sırıttı ve adama doğru döndü. "Bize eşlik etsenize, yalnız başınıza izliyorsunuz."

Adam yanımıza geldiğinde Melisa gülerek şarap bardağını adamınkine tokuşturdu.

"Şebnem çok iyi gidiyoruz," dedim atları izlerken. "Gerçekten zengin olacağız galiba."

"Baksana üçte üç yaptık şimdiye kadar," dedi Şebnem camdan dışarıya bakarken. Gözlerini kıstı. "Üç tane daha bilirsek on tane ev alacak paramız olur."

"Keşke farklı farklı atlara oynasaydık da kazanınca parayı bölüşürdük," dedim hızla ellerimi birbirine vurup. "Koş aslanım! Koş!"

"Hipodrom kültürünü seviyorum," dedi Melisa geriye yaslanıp. "Siz de tek gelmişsiniz, eşiniz yok mu?"

"Hayır bekarım," dedi adam dışarıyı izlerken. Durup Melisa'ya döndü. "Siz öğrenci misiniz?"

"Evet ben tıp okuyorum," dedi Melisa heyecanla. Bir an camdan bakmayı kesip Melisa'ya döndüm ve gülerek tekrar atları izlemeye devam ettim.

"Gerçekten mi?" dedi Şebnem bana doğru fısıldayıp. "Arkadaşın tıp mı okuyor?"

"Yok be," dedim gülerek. "Öyle sallıyor işte keyfi," diye fısıldadım.

"Ne güzel," dedi adam gülümseyerek. "Çok asil ve zarifsiniz. Bir de zeki..."

"Evet öyleyimdir," dedi Melisa saçlarını geriye atarken. "Ayrıca çok salağım da biliyor musunuz?"

"Neden kendinize öyle dediniz hanımefendi?" dedi adam atları izlemeyi bırakıp Melisa'ya dönerken.

"Çünkü sizin gibi kibar ve kaliteli adamlar varken kenar mahalle serserilerine gönlümü kaptırdım," diyerek dudağını büzdü. Kaşları ile restoranın girişini gösterdi. "Bakar mısınız şu kombine? Eşofmanla gelmiş buraya."

Hızla adamla bir gösterdiği yere baktım. Kaya ve Kara yan yana restoranın girişine dikilmiş, bizim masayı izliyordu. Kaya'nın elleri ceplerinde, sürekli bacağını titretiyordu. Kara ise elleri arkadan bağlı bir şekilde başı hafif yana eğik, adama bakıyordu.

"Bunlar ne arıyor burada be?" dedim şaşkınlıkla. Şebnem'in yanındaki sandalye bir anda çekildi ve Zeki hızla oturup geriye yaslandı.

"Selamlar bayan," dedi Şebnem'e bakıp sırıtırken. Şebnem korkuyla camdan bakarken Zeki hızla adama döndü. "Hayırdır kardeşim?"

"Anlamadım," dedi adam şarabını masaya bırakırken. "Ne demek istiyorsunuz?"

"Lan düdük, ağzını gevşete gevşete konuşma bana yoksa sana ölüm kafası atarım," dedi Zeki ağzı aralık gözleri yanarken. "Yengelerimin ve Şebnem bayanın içinde hayırdır lan sen? Canına mı susadın oğlum? Adanalıyım ben, seni Allah'a kavuşturur geri yanıma getiririm benim canımı sıkma kalk git Şebnem bayanın ve yengelerimin yanından, hadi yallah."

"Ciddiye almayın lütfen," dedi Melisa elini adamın omzuna dokundurarak. "Kendisi bağımlı bir varoş. Ayrıca kekonun teki. Yolda görseniz cüzdanınızı saklayacağınız biri."

"Ayıp oluyor ama yenge," dedi Zeki geriye yaslanırken. "Tamam üç beş vukuatımız var da kimsenin cüzdanına kalmadık."

Kaya ağır adımlarla dibimize varıp Melisa'nın diğer yanındaki sandalyeye oturup geriye yaslandı. "Kim bu lavuk?"

"Bakın beyefendiciğim bu da benim kekom," dedi Melisa gülerek. "Kendisi abaza bir köpek olduğu için liseli ergenler gibi her gün uçkur peşinde dolanan bir it."

Zeki'nin gözleri açılırken ben elimle ağzımı kapattım. Zeki ne yapacağını bilemeyerek Kara'ya bakındı. Kara yardım bakışları sonrası bize doğru adımlarken Kaya gözü seğirerek gülümsedi ve boynunu sağa sola kütletti.

"Ne dedin lan sen bana?"

"Bir şey demedim hayatım," dedi Melisa Kaya'ya bakıp sırıtırken. Kara çoktan dibimize girmişti. Melisa güldü. "Biliyor musunuz ben ilk ilişkilerde can acır diye duyuyordum hep herkesten. Ben ise kekomla ilişki yaşadığımda hiç canım acımadı." Durup güldü ve ayaklandı. "Meğersem benim kekomun pipisi küçükmüş de ondan canım acımamış!" Diğer elimle de ağzımı kapattığım sırada Kara telaşla Melisa'nın söylediklerini duymayayım diye kulaklarımı iki yandan sıkıca kapattı.

Zeki anlamadığım bir şaşırma sesi çıkartırken Melisa çantasını koluna takıp adamın yanından geçti. "Melisa Müftüoğlu aldatılmaz, aldatır. Aldatamıyorsa da ağlatır. Haydi görüşürüz."

Yanımızdan çıkıp aşağı, babasının yanına ilerlediği sırada Kaya olduğu yerde titriyordu. Korkuyla elimi ağzımdan çekip Şebnem'e döndüm. Şaşkın şaşkın bakıyordu.

Kaya masaya bakıp yanan gözlerini söndürmeye çalışırken masadaki adam çoktan kalkıp kendi yerine geçmişti. "Öldürürüm ben bunu," dedi Kaya masaya bakarken. "Öldü bu kız. Bitti. Bugün öldüreceğim bunu."

Ayaklanmaya çalıştığında Kara boğazını temizledi. "Zeki," dedi sakince. "Sen al Kaya'yı gidin mahalleye kardeşim. Ben de kızları bırakıp geliyorum yanınıza."

"Öldüreceğim abi yok," dedi Kaya hızla ayaklanırken. Zeki onu tutup bir anda dışarı doğru çekiştirdiğinde Kaya bağırarak küfrediyordu. "Ne dedi lan öyle o! Hayırdır lan! Kime ne biçim konuşuyor o orospu!"

"Kardeşim dur tamam mahallede değiliz!" dedi Zeki onu telaşla çekiştirirken. Melisa ise en aşağıda babası ile atları izleyerek gülüyordu.

"Şebnem seni anlıyorum," dedim boğazımı temizleyerek "Yani seni evine bırakalım biz. Mahalleye sonra gelirsin."

"Yok yok," dedi Şebnem merakla bakınırken. "Ben de gelmek istiyorum. Çok heyecanlı."

Şaşkınlıkla ayaklandığımızda Kara önümüzden ilerliyordu. Melisa bir ara durup bize döndü ve el salladı.

Arabaya bindiğimizde kemerimi bağlıyordum. Kara ise derin nefes verip bana döndü. "Sana kızmıyorum ama ona tam olarak ne dedin güzel kiracım?" Elini bana uzattığında yavaşça parmaklarımı avcunun içine bıraktım. Öpecek sandım ama cebinden çıkarttığı tekli ıslak mendil ile diğer elimi gösteri. "Diğer elinle çak yaptın herife, onu ver."

Diğer elimi ona uzattığımda avcumun içini ıslak mendille sildi ve mendili ovuşturarak camdan dışarıya, çöp bidonuna fırlattı. "Şey," dedim geriye yaslanıp ellerimi ovuştururken. Şebnem merakla arka koltuktaki orta kısımdan başını uzatmış bizi izliyordu. "Kara ben Melisa'ya bir şey demedim. Sadece Kaya'nın eve kız attığını söyledim."

Bıkkın nefes verip arabayı çalıştırdı.

"Kaya cidden Melisa'ya bir şey yapar mı?" dedi Şebnem merakla. "Yani çok ayıp şeyler söyledi pipi boyutuyla alakalı..."

"Tabii canım illa erkeklik gururu yapar ama bence kızar geçer," dedim camdan bakarken. "Şimdi Şebnem bu Kara, benim nişanlım. Bu abi olan. Kaya abisinin sözünden çıkamaz. Abisi de Kaya'nın Melisa'ya bir şey yapmasına izin vermez yani."

"Ay aman iyi," dedi Şebnem geriye yaslanırken. "O bana bayan diyen kimdi?"

"Zeki o," dedim gülerek. "Senden hoşlanmış."

"Nasıl?" dedi Şebnem şaşkınlıkla. "Gerçekten mi? Ama o biraz ürkütücü duruyor."

"Savcı o," dedim heyecanla ona dönerek. "Bir kız beni çöp bidonunda yakmak istediğinde kezzap attı ona. Bir kere de biz mahpus damlarına düştük de o bizi kurtardı."

"Neden düştünüz mahpus damlarına?" dedi Şebnem gözleri kocaman açılırken.

"Eniştem ablamı vurmaya kalktı ben önüne atladım," dedim heyecanla. "Kahramanlık yaptım ama sonra Melisa'nın mahallesindeki adamlar da eniştemi vurdu. Sonra olaylar olaylar işte Aziz vardı bana yanık."

Durup hızla Kara'ya döndüm. Bıkkın bıkkın yolu izliyordu arabayı sürerken. "Yani çok salak bir çocuktu Aziz. İşte o sonra bizi polise şikayet etti çünkü Kara onu dövdü."

"Neden dövdü?" dedi Şebnem heyecanla. "Sana yanık diye mi?"

"Evet," dedim başımı olumlu sallarken. "Çok aşıktı bana. Çok güzelim diye kapılmış." Elimi tutup yüzüğü gösterdim. "Yüzük atmıştık o ara Kara ile ondan yüz buldu herhalde."

"Neden yüzük attınız?" dedi Şebnem merakla.

"Müjgan teyze öldü sandım ama ölmemiş. Bizim mahalle havaya uçtu da..." Durup bir an etrafa baktım. "Şebnem sen gerçekten benden korkmakta haklıymışsın. Biz ne kadar manyak şeyler yaşıyormuşuz."

"Melek sen böyle tüm mazimizi iki dakikadır tanıdığın insanlara anlatacak mısın, ha benim güzel bebeğim?" dedi Kara dayanamayarak. Hızla önüme dönüp boğazımı temizledim.

"Şey arkadaşız biz onunla," dedim ıkıla sıkıla. "Ondan anlattım, tanışıyoruz yani."

"İnsanlar en sevdiği renkleri, hobilerini anlatır tanışırken. Hemen öyle tüm özelimiz anlatılır mı insanlara?" dedi. Şebnem de duyuyordu ama gülerek camdan bakıyordu. "Güvenilir mi hemen insanlara böyle?"

"Tamam sustum," dedim iç çekerek.

"Sus demiyorum ama hemen güvenme," dedi ve arabayı durdurup el frenini çekti. "Pastaneden çıkmayın. Ben Kaya ile konuşup geliyorum."

"Peki," dedim hızla arabadan inerken. "Gel Şebnem seni ablamla tanıştırayım."

Mahalleye Kara ile birlikte girdiğimiz için girişteki oğlanlar Şebnem'in mahalleye geçmesine ses etmedi. Şebnem ile pastaneye girdiğimizde ablamla ve Hakanla tanıştılar. Hakan ile de iyi anlaşmışlardı. Oturup çay içtiğimiz sırada Zeki içeriye girdi ve ellerini beline koyarak dibimizde dikildi. "Kaya kafayı yedi benden söylemesi."

"Melisa ne yaptı öyle Zeki?" dedim merakla.

"Kız ben de şoka girdim," dedi Zeki hızla Şebnem'in yanındaki sandalyeye oturup. Sırıtarak ona döndü. "Merhaba bayan. Nasılsınız?"

"Teşekkürler," dedi Şebnem çay içerken. "Savcı olduğunuzu duydum."

Zeki gözleri kocaman açık bana döndü. Ona kaş göz yaptığımda böbürlenerek üzerini düzeltti. "Evet ben adalet adamıyım. Bu mahallenin de adalet tartısıyım."

"Ne güzel," dedi Şebnem gülerek. Hakan kremşanti için makineyi çalıştırdığında durup tezgahın arkasına baktı. "Ne yapıyorsun Hakan?"

"Ne yapacan sen o ne yapıyor?" dedi Zeki kaşlarını çatarak Şebnem'i süzerken. "İki sohbet ediyoruz şurada seninle."

"Yeni bir tarif bulduk Gülsüm abla ile," dedi Hakan heyecanla. "Gelip bakmak ister misin?"

"Çok isterim," dedi Şebnem ayaklanırken.

Zeki başıyla Şebnem'i takip edip bana döndü. "Manyak mı lan bu? Hakan'a mı yürüyor?"

"Yok be," dedim gülerek. "Senden korktu bence." Etrafa bakındım. "Melisa gelmiş midir eve? Hakan bir arasana Melisa'yı."

"Dur şu an Şebnem'e tarif gösteriyorum," dedi Hakan gülerek. Zeki hızla ayaklandı ve Hakan'ın dibine varıp tezgaha ellerini koydu.

"Birader," dedi Zeki yavaşça. "Sen bir Melisa ile ilgilen. Ben bu kızla ilgilenirim."

"Tamam abi," dedi Hakan şaşkınlıkla. "Ben bir arayayım. Arka odadaydı telefon."

"Lavabo da var mı?" dedi Şebnem hızla Hakan'ın peşinden arka odaya girerken. Zeki şaşkınlıkla bana döndüğünde alt dudağımı büzüp ellerimi iki yana kaldırdım.

"Sanırım kız Hakan'dan hoşlandı Zeki," dedim çayı elime alırken. "Sana başka aday buluruz."

"Oğlum bu Hakan hayırdır?" dedi Zeki şaşkınlıkla tezgaha bakarken. "Zaten hiç sevmem o piçi."

Tezgahın arkasına ilerledi ve kremşantiyle ilgilenmeye başladı. Gülerek önüme döndüm ve mahallenin dışına bakmaya başladım. Zeki kremşantiyi çırparken söyleniyordu. Kara ve Kaya ise hala ortalıklarda yoktu.

Bir süre sonra Hakan ve Şebnem aynı anda arka bölümden çıktılar. Zeki kremşantiden çekilip yanım adımladı ve geriye yaslandı.

Ablam eksik malzemeleri almak için alışverişe gitmişti. Hakan ve Şebnem pastayı hazırlayıp dolaba koydular. "Birazdan tadına bakarsınız," dedi Hakan yanımıza otururken. Şebnem ise etrafı inceliyordu.

"Burası senin mi Hakan?"

"Babamın ama benim de sayılır," dedi etrafa bakarken. "Limonata vardı taze. İçsene."

"Olur ben alıyım sen zahmet etme hiç," dedi Şebnem arkada dolanırken. "Çok şeker bir yer."

"Ben dizayn ettim," dedi Hakan gülerek. Ayaklanıp Şebnem'in yanına, tezgahın arkasına ilerledi. "Çiçeklere bakmak çok zor ama. Bazıları çok su istiyor bazıları da hiç istemiyor."

"Bazıları da dayak istiyor," dedi Zeki masaya bakıp sırıtırken. "Göstereceğim ben sana suyu amına koyduğumun yavşağı."

"Zeki," dedim ayağımla onun bacağına tekme atarken. "Bıraksana insanları."

Gözlerini belertip bana baktı. "Kızı benden çaldı farkında mısın yenge gülü?"

"Hayır sadece sohbet ediyorlar," dedim sinirle. "Bırak insanlara karışma."

"Sana ilk ben dedim bu kızı istiyorum diye," dedi Zeki sinirle. "Unuttun mu?"

"Ya ben n'apabilirim şu an?" dedim şaşkınlıkla. "Ben ne yapayım sen söyle?"

"Al kızı yolla," dedi geriye yaslanıp. "İncitti beni. Kalbim kırıldı. İstemiyorum onu görmek. Derhal yolla."

"İyi tamam," dedim iç çekerek. "Kara gelip götürsün onu."

"İyi," dedi Zeki ve alt dudağını büzdü. "Ah anam olaydı da beni koynuna alıp saçlarımı okşayaydı. Bir başıma şu dünyada bir izdivaç bile çok görüldü bu minnoş kalbime."

"Tamam Zeki," dedim ayaklanırken. "Şebnem?" dedim merakla. Hakan ile aynı anda bana döndüler. "Kara gidiyormuş, seni de bıraksın."

"Tamam," dedi ve limonatayı başına dikti. Hakan'a el sallayıp dükkandan çıktı. Zeki arkasından yüzünü ekşitip onu taklit ederken ben gülerek Kırmızı'ya adımladım.

"Sen bekle ben çağırıp geliyorum," dedim ve içeri girdim. Kaya sinirle masanın dibinde oturuyordu. Kara ise kağıtlara bakıp bir yandan Kaya'ya bir şeyler söylüyordu. "Kara? Acaba Şebnem'i evine bırakıp gelir misin? Ben ona ilk başta öyle söz vermiştim şimdi otobüsle dön dersem ayıp olur. Yani sen götürür müsün onu?"

"Götürürüm," dedi ayaklanırken. Durup Kaya'ya döndü. "Çıkma buradan. Canımı sıkma sakın."

"Tamam dedik ya," dedi Kaya sinirle. Kara şaşkınlıkla kaşlarını çatıp duraksadı ve Kaya'ya döndü.

"Abicim?" dedi yavaşça. "Sen bana ses mi yükselttin?"

"Hayır yükseltmedim," dedi Kaya masayı izlerken. "Buradayım abi, tamam. Bir şey yapmayacağım kimseye."

Kara başını onaylar sallayıp yanımdan geçti ve çıktı. Arkasından ilerlediğim sırada Zeki pastanede Hakan'a kızıyordu. "Kara? Şebnem'i sen tek başına bıraksan ben pastanede dursam olur mu?"

"Olur," dedi ve arabaya bindi. Şebnem'e el salladım ve hızla pastaneye girdim.

"Ya yeter!" dedim sinirle Zeki'ye bağırarak. "Hakan'ın ne suçu var şimdi?"

"Lan bu ırz düşmanı elimdeki karıyı alıyor," dedi Zeki sinirle etrafa bakınırken. "Bıktım lan senin bu entel dantel havalarından. Amip götü seni!"

"Abi saçmalıyorsun," dedi Hakan ne yapacağını bilemeyerek. "Ben arkadaşlık ediyorum sadece. Müşterilerle hep böyleyim ben."

"Hay sıçtığımın işletmecisi," dedi Zeki ve hızla dolaba baktı. "Git şu kekleri tüm mahalleye dağıt. Benden sana ceza. Tek kuruş almayacaksın. Her çocuğa ikram olarak vereceksin. Hadi yallah."

"Tamam abi ayıpsın," dedi Hakan anlamsızca bana bakarken. Başımı olumsuz salladım ve bir masaya oturup alnımı ovmaya başladım. Zeki bu sırada pastaneden çıkıp Kırmızı'ya doğru ilerlemeye başladı.

Hakan kekleri kesip bir bir küçük kağıt tabaklara koymaya başladı. "Melek yardım et de çocuklara dağıtalım."

Oflayarak ayaklandım ve mahallenin önündeki küçük çocuklara seslendim. "Ablacığım gelin hediye pasta var size!"

Çocuklar heyecanla bir bir kekleri alıp giderken bir anda pastanenin önünde dağınık bir sıra oldu. Herkese kek dağıtıyordum. Hande mahalleye girdiğinde durup bize baktı ve gülerek yanımıza adımladı. "Ne bu? Hayır gecesi mi?"

"Zeki ceza verdi Hakan'a," dedim ona da bir kek uzatırken. "Yer misin?"

"İyi ver," dedi Hande ve keki alıp içeri geçti. "Ne yaptı da ceza yedi?"

"Hoşlandığı kız ve Hakan'ın samimiyetini kıskandı," dedim yanına oturup kekten bir ısırık alırken. "Çok güzel olmuş bu."

"Zeki abi çırptı kremşantiyi," dedi Hakan gülerek yanımıza otururken. Hande ise kıkırdayarak keki yiyordu. "İnşallah çaktırmadan keke zehir atmamıştır."

"Zehir değil de tükürmüş olabilir," dedi Hande. Keki bitirip geriye yaslandı ve dudaklarını yaladı. "Abimler nerede?"

"Kara benim arkadaşımı evine bırakıyor," dedim keki bitirirken. Gözlerim ağır ağır açılıp kapanmaya başladı.

"Niye? Abim şoför mü?" dedi Hande şaşkınlıkla. "Senin arkadaşının ayağı yok mu?"

"Of Hande başlama," dedim ağzım uyuşurken. "Gayet kibar bir hareket bu. Sen olaylara hangi gözle bakıyorsan öyle görürsün. Sen hep böyle art niyetli bakıyorsun olaylara."

"Bokumu ye Melek," dedi Hande geriye yaslanıp. "Şu kekten var mı daha?"

Elimle çenemi tutup dilimi çıkarttım. Dudaklarımı yaladım ama uyuşmuşlardı. "Bu kek neyli? İçim bir hoş oldu benim," dedim gözlerim buğulu buğulu. Hakan keki alıp kokladı ve bir ısırık aldı.

"Benim bildiğim ıspanaklı," dedi ve bir ısırık aldı. "Yani başka bir şey koymadım içine. Tadı güzel ama."

Hande onun önündeki keki de alıp yemeye başladığında başım dönüyordu. Sağa sola bakınıp gözlerimi açık tutmaya çalıştım. "Bu akıl noksanı Zeki keke uyku hapı falan mı attı?" dedim ama sesim sarhoş gibi çıktı. "Ne attı bu krem şantinin içine?"

Camdan bakmaya çalıştığımda etraftaki küçük çocukların yerlerde yuvarlanarak güldüğünü, bazılarının da havaya uçan tekmeler attığını gördüm zar zor. "Ne oluyor?" dedim ayaklanırken.

Zeki telaşla etrafta koşup bağırıyordu. "Kekleri yemeyin! Hakan mahallenin çocuklarına kumpas kurmuş! Kokain katmış kremşantiye! Çocuklarınızdan uzak tutun Hakan'ın pastalarını! Ah komşular yetişin çocuklarımız uyuşturucuya böyle taktiklerle alıştırılıyor!"

İnsanlar telaşla çocuklarını tutup sarsarken ben anlamsızca dışarı doğru bir adım attım. Hakan neye uğradığını anlamamış bir şekilde ayağa kalktı ve koşarak dışarı çıktı. "Ben yapmadım," dedi korkuyla. "Ben çocuklara bir şey vermedim."

"Mimleneceksin!" dedi Zeki işaret parmağını ona tutup. "Kara geldiği gibi çocuklara yaptığın bu kalleşlik için mimleneceksin Hakan!"

"Hayır! Melek bir şey desene sen de vardın!" dedi Hakan korkuyla. Gökyüzüne baktım. Gökyüzü ortadan ikiye ayrıldı ve bir anda bedenime oluk oluk kar yağmaya başladı. Ellerimi açıp karları tutmaya çalışırken bir yandan soğuktan titremeye başladım. Bedenim yanıyordu ama aynı zamanda donuyordu.

"Ne oluyor?" sesi tanıdık geldi. Başımı yana çevirdim. Kara'nın silüetini gördüm ama hemen yok oldu.

"Hakan abinin keklere kabartma tozu yerine kokain karışmış," dedi Hande gülerek. "Çocuklar da kafayı yedi."

"Ne?" dedi Kara mahalleye bakarken. Hakan ise pastaneye girmiş sürekli volta atıyordu.

Kara, kaşları çatık bana baktı. "Siz de mi yediniz?"

"Kara," dedim elimi uzatıp karşıdaki karlara doğru koşarken. "Çok sıcak! Karlara doğru atlayacağım şimdi." Saçlarım uçuştu koşarken. Tam atlayacağım sırada Kara beni yakalayıp arkaya doğru çevirdi.

"Kar yok orada," dedi beni kucaklarken. "Hakan senin ben ananı sikeyim," dedi beni kucağında taşıyıp götürürken. Bir anda hipodromdaki atları gördüm karşımda. Bana doğru koşuyorlardı. Hızla gözlerimi kapatıp çığlık attım.

"İmdat!" dedim bağırarak. Kollarımı Kara'nın boynuna sıkıca sardım. "Öldürecekler beni! Kara yetiş!"

"Şşt buradayım," dedi Kara beni kendi apartmanına sokarken. Duraksayıp Hande'ye döndü. "Sen?" dedi kaşları çatık. "Sen yedin ama etkilenmedin öyle mi?"

"Yok abi ya bende bir şey yok," dedi Hande gülerek. Bir an durup gözlerini kocaman açtı.

"Sende bir şey yok," dedi Kara ben kucağındayken Hande'ye bir adım atarken. Başımı geriye atıp Kara'nın gözlerini izlemeye çalıştım ama mavileri bir anda okyanusa dönüştü ve suyun içine düştüm. Her yerim sırılsıklam olurken Kara'nın sesi boğuk boğuk suyun tepesinden duyuluyordu.

"Sen çok içiyorsun da bedenin ondan mı alıştı?" dedi Kara tekrar ona doğru bir adım atarken. "Hande? Sende ondan mı bir şey yok?"

"Abi ne alakası var bedenim etkilenmemiş işte!" dedi Hande başını olumsuz sallarken. "Ben kullanmıyorum öyle şeyler. Asla! Valla billa!"

"Seni öldürürüm," dedi Kara gözleri alev alırken. Bu sefer okyanus bir anda cehenneme döndü ve saçlarım ateşle tutuştu. Yandığım sırada Kara başını olumlu salladı. "Eğer içiyorsan seni yemin ederim öldürürüm."

"İçmiyorum," dedi Hande başını olumsuz sallarken. "Yemin ederim içmiyorum."

"Yarın sabah kan testi yapacaksın," dedi Kara ona arkasını dönerken. "Bir damla uyuşturucu çıksın kanında seni kendi kanında boğarım. Ona göre."

Beni Hande'nin apartmanına doğru götürdüğü sırada ben bağırıyordum. "Cehennemde zebanilerle dövüşüyorum!" diye kahkaha attım. "Melek ve şeytanlar karşı karşıya! Al sana yumruk pis şeytan!"

"Aç şu kapıyı," dedi merdivenleri çıkmayı bitirip. "Kız sende kalsın. Ablası gelirse kızsal takılma yapıyoruz dersin." Derin nefes verdi. Hande bu sırada korkarak kapıyı açtı.

"Hakan senin ananı sikeceğim Hakan," dedi beni koltuğa yatırırken. "Benim gözümden sakındığımın bedenine kokain sokan ellerini sikeceğim senin Hakan." Doğrulup Hande'ye döndü. "Duydun mu lan beni? Kızın ablası gelirse uyuyor dersin. Git kıza yastık yorgan getir."

Hande başını olumlu salladı ve odasına gitti. Yüklükten bir yorgan çıkarttığı sırada Kara dibime çöküp yavaşça saçlarımı sevdi. "Özür dilerim güzel kiracım," dedi yavaşça. "O güzel bedenine zehir dökülürken seni koruyamadığım için özür dilerim."

"Şeytanlarla savaşıyorum," dedim kıkırdarken. "Biliyor musun Kara hepsini dövüyorum!"

"Benden ala bir şeytan mı var ki savaştığın?" diye sordu. Yavaşça eğilip dudağımın yanından öptü. "Melek," diye fısıldadı. "Özür dilerim. Affet. Bu saçmalığı çözeceğim, söz."

Geri çekildiği sırada Hande elinde bir yastık ve yorganla geldi. Kara elini enseme götürüp başımı yavaşça kaldırdı ve yastığı yerleştirdi. Hemen sonra yorganı üzerime örttü. "Biraz uyu, zaten çok etkili olmaz kekle bir yediğin için. Uyandığında geçer tamam mı?"

"Hım hım," diye mırıldanıp esnedim ve yana döndüm. "İyi geceler."

Durup Hande'ye döndü. "Yarın sabah yedide hazır ol. Doktora götüreceğim seni kan testine."

Hande başını olumlu salladı. Kara evden çıkacakken dayanamadı. "Abi neden beni de hiç gözünden sakınmıyorsun?"

Kara durup ona döndü. "Neden?" dedi Hande omzunu silkerek. "Neden bana da ona davrandığın gibi güzel davranmıyorsun?"

"Hak ediyor musun lan sen güzel muamele?" dedi Kara ona adımlarken.

"Ama ben senin kardeşinim," dedi Hande gülümserken. "Ben de yaramazlık yaptığımda göz yummanı istiyorum. Ona göz yumuyorsun bana yummuyorsun. Neden? Ben ne yaptım sana?"

"Siktir git Hande," dedi evden çıkarken. "Bana duygusal muhabbet yapma. Adam ol adam gibi muamele gör. Hadi."

Kapıdan çıktı. Gözlerim kapandı.

Gözlerimi ovuşturup koltukta doğruldum. Bedenim terliydi. Alnım ve sırtım sırılsıklamdı. Esneyip yorganı üzerimden attım ve ayaklandım. Hava geceyi yarılamış gibi karanlıktı. Mutfağa koşup hızla bardağa su doldurdum. İki büyük bardak dolusu su içtim.

"Hande?" diye seslendim içeri doğru ilerlerken. Durup lavaboya girdim ve yüzümü ıslattım. Hande'nin odasından gelen müzik sesi ile aralık kapısını birkaç kez tıklatıp hafif ittim. Başımı uzattım. "Uyumadın mı daha?"

Yatağın yanına, parkeye oturmuş elindeki fotoğrafa bakıyordu. Kaşlarımı çatarak ona doğru adımladım. Çok halsiz duruyordu.

"Bize ne oldu öyle ya? Alkolden çok daha farklıydı resmen olmayan şeyler gördüm. Çok korkunçtu. Sen ne yapıyorsun?" dedim yanına bağdaş kurup otururken. Elindeki fotoğrafa baktım. Annesinin ve babasının düğün fotoğrafıydı. Siyah beyaz fotoğrafın kenarı hafif oyuk, üzeri çizik çizikti.

"Annemi izliyorum," dedi fısıltıyla. Yavaşça kaldırıp dudaklarına götürdü fotoğrafı. Gözlerini kapattı ve öptü. "Öksüzlüğümün sebebini izliyorum."

Boğazımı temizledim ve onun omzuna başımı yasladım. "Koskoca bir ailede yapayalnız kalışımı izliyorum," dedi ve nefes verdi. Çok ağır çok yavaş konuşuyordu. Plaktaki şarkı değişti. Mırıldanmaya başladı. "Melek ben hiçbir zaman abilerim tarafından sevilmedim. Ya da onlar sevmeyi beceremedi beni. Sence ben sevilmeyi hiç mi hak etmedim?"

O kadar zor o kadar ağır konuşuyordu ki cümlelerini sıralaması birkaç dakika sürmüştü. İç çekerek omzuna koyduğum yanağımı sürttüm. "Onlar hiç sevgi görmediği için gösteremiyorlar. Aslında seni korumak istedi uyuşturucudan. Korktu ama bunu göstermeyi beceremedi."

"Abim benimle ilgili bir şey diyor mu hiç sana?"

"Çok!" dedim hızla başımı kaldırıp ona dönerken. "Seni çok sevdiğini hep söylüyor bana. Hatta o kadar korktu ki sen uyuşturucu içiyorsun diye sana bir şey olmasına dayanamaz. Yemin ederim böyle hissediyor ben onun mavilerine bakınca anlarım. Yoksa neden uyuşturucu içtin diye kızsın ki sana?"

Güldü boğuk boğuk. İnanmadı bana ama uzatmak istemedi. "Annemi çok özledim," dedi fotoğrafı tekrar öperken. Gözleri aktı ama hiç aldırış etmedi. "Onun kokusunu çok özlüyorum. Kokusunu unutmaya başladığımı fark ettim. Korkuyorum."

İşaret parmağı ile kapının arkasında asılı hırkayı gösterdi. "Annemin hırkasıydı ama artık annem gibi kokmuyor. Onu bana getirebilir misin?"

Hızla ayaklanıp kapının arkasındaki hırkayı aldım ve tekrar dibine çöküp hırkayı uzattım. İki eliyle tuttu ve sıkıca nefes aldı gözleri kapalı. "Korkuyorum Melek."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Hızla burnumu çekip başımı tekrar omzuna yasladım. "Çok halsizsin Hande, istersen uyu."

"Uyuyacağım," dedi gülümserken. "Rüyamda annemin kokusunu hatırlar mıyım?"

"Bence annen rüyana gelecek," dedim yavaşça onun saçlarını severken. "Ama gelmezse ona sakın darılma. Çünkü sen uyandığında seni çok özleyeceği için cesaret edemiyordur belki. Eder ama."

"Bir kere geldi rüyama sadece şimdiye dek," dedi. Plaktaki şarkı değişti. "Böyle cennet gibi bir yerdi. Irmaklar, yemyeşil ağaçlar vardı. Onunla sıkıca sarılmıştık. Bir daha hiç gelmedi."

"Gelir mutlaka," dedim saçlarını severken. "Sen şu an böyle yapıyorsun ama seni izlediğini biliyorsun değil mi? Çok ama çok üzülüyor şu an. Uyu artık hadi."

"İyi ki geldin mahalleye Melek," dedi fısıltıyla. "Bir nebze de olsa abimler beni adam yerine koydu. Biliyor musun İzel-Çelik-Ercan konserine sadece seni götürmek istediği için götürdü beni. Yoksa beni sevdiğinden değil. Ama bu bahanelerle onunla vakit geçirdim."

"Sen kendini böyle şartlama," dedim saçlarını sevmeye devam ederken. "Yemin ederim seni çok seviyor ama göstermesi çok zor. Biliyorsun abini."

"Hani sana anlatmıştım ya bir gün ben küçükken babam bana horoz şekeri almıştı diye," dedi gülümserken. "Babama söyler misin bana horoz şekeri alsın?"

"Söylerim tabii," dedim gülümserken. "Yarın hemen getirsin. Arayıp söyleriz."

"Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor," diye mırıldandı. Eşlik ettiği plak cızırtılıydı ama sesler sanki kalbindeki kırıklardı. Gülümsedi bayık bayık. Nefesi yetmedi ama fısıldadı. " Ner'de nasıl yaşarım bir de bana sor."

"Hande," dedim bileğinden tutarak. Telaşla gözlerim bedeninde dolandı.

"Evlerin ışıkları bir bir yanarken," diye mırıldandı nefes nefese. Şarkıya son kez eşlik etti. "Bendeki karanlığı gel de bana sor."

Gözleri kapandı. İntiharın güllerine ölüm külleri eklendi.

Etrafa bakındığımda plağın yanındaki boş hap şişesini gördüm. Ayaklandım. Geri geri ilerlerken avaz avaz çığlık atmaya başladım.

"Hande kalk!" diye diye bağırdım. İleri ileri gittim bu sefer. Telaşla dibine diz çöküp yanaklarına vurdum. "Kalksana! Delirdin mi ne yaptın sen! Kalk! Hande!"

Ayaklanırken boğazım acıdı. Öyle bir çığlıkla kalktım. Yalpalayarak dış kapıya vardım ve sesimi en yükseğe çıkarabildiğim kadar bağırdım. "Yardım edin! Kara!" diye çığlık attım. "Yalvarırım yardım edin!"

Kaya alt kattan, Kara üst kattan aynı anda indiler. Yüzlerinde gördüğüm telaşe çığlıklarımı arttırdı. "Hande'ye yardım edin hemen!" diye çığlık attım. "Öldürdü kendini gidip kurtarın yalvarırım!"

Aynı anda bir sağımdan bir solumdan geçerek berilerinde bıraktıkları rüzgarla yüzümü serinlettiler. Kara telaşla Hande'yi kucaklamış aşağı indirirken Kaya hızla önlerine geçip arabayı çalıştırdı.

"Kurtarın yalvarırım!" diye çığlık attım. Ağlarken bağırdım. "Of! Hande ya!" diye çığlık attım hıçkırıklarımın arasında.

Egzoz mahalleye saçılırken yere oturdum. Zeki uykulu ama meraklı dibime vardığında giden arabaya baktı.

"Ne oldu?" dedi bana dönerken. "Sen mi çığlık attın?"

"Hande," dedim yere bakıp. "Ölmesin lütfen." Ellerimi birleştirip başımı açık gökyüzüne kaldırdım. "Allah'ım sana yalvarıyorum lütfen onu bağışla! Lütfen! Yalvarırım! Daha küçücük! Daha on sekiz yaşında o! Bebek gibi daha, yalvarırım Allah'ım lütfen!"

Zeki birkaç saniye duraksadı ve nefesini tuttu. Hemen sonra yok oldu. Motoruna binip mahalleyi gümbürdetti. Herkes o kadar hızlı hareket etmişti ki ben öylece kalakalmıştım. Onlar hastaneye giderken ben güçsüzlükten birbirine bağlı ellerimi bile açamadım. Sadece yalvardım.

Umut da bir yarıştı. O halde insan umudunu kaybettiğinde zafer kime kalırdı? Söyleyeyim. Ya intihar küllerine, ya ölüm güllerine.

Sağıma soluma sapladığı öfkeler üfürdükçe donmam normaldi. Ölüm? Kaderdi.

Ve emindim artık, insan kaderini kendi çizerdi.

•••

Öyle işte. Diğer bölüm görüşürüz...

 

Bölüm : 29.01.2025 16:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 29. BÖLÜM : İNTİHAR KÜLLERİ, ÖLÜM GÜLLERİ
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.69k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...