"Evden dışarıya çıktık ve ben kapıyı kilitledim. Sanki apartmanda insan kaynıyor gibiydi. Etrafımdaki yeniliklere de böyle kapattım zihnimi... Veyahut yeni dünya düzenine adapte olamayışımın bahanesi..."
-mehmet benibil/bir tahribat müessesesi.
27
Olmuyordu. Bir türlü adapte olamıyordum. Belki de onlar bana adapte olamıyordu. Beni aralarına alıyorlardı ama ben onların düzenini değiştirmekle kalmayıp kendi saltanatımı oluşturuyordum. Biliyordum çünkü mahalle geldiğim günden çok farklıydı artık. Eskiden ölü bir mahalleydi ama şimdi etrafta pamuk şeker arabaları, gülen eğlenen çocuklar vardı. İyilik yayılıyordu mahalleye ama kötülüğü arttırıyordu ister istemez. Ben yapıyordum bunu sanki. Belki de Kara ve Melek'in birleşiminden ortaya çıkan bir savsaklıktı bu. Bir türlü uyuşamıyorduk ama.
Bir avcumda gariplikler, diğerinde normaller. Küçük kutuyu andıran bir odaya koyuldum ama aklım da fikrim de Kara'da kaldı. Canı yanmıştı. Doksanların en bilindik olgularından biriydi polisin sert müdahaleleri. Onlara vurana vururlardı. Kara'yı öyle görmek ise pek alışık olmadığım bir olguydu. Şimdi bildiğim tüm doğrular tepetaklak oldu.
Dağımın devrilişini izledim. Gözlerimin önünde yere yığıldı ve depremin yıktığı dağın tozları gözlerimi acıttı. Dağlar nasıl yıkılırdı ki?
Belki de bundandır gözlerimin cayır cayır yanması. Oturduğum bankta sürekli gözlerimi ovuşturuyordum. Acıyordu her yerim. Bana kimse vurmadı ama sanki Kara ile bir benim de canımı acıttılar.
"Silecek gözyaşın kalmadı, yeter artık ağlayıp durma," dedi Hande. O da en az benim kadar üzgündü ama sinir krizi geçmişti. O zamandan beri sakindi. Bunu kolyesinin içinden çıkarttığı küçük bir hapı içmesine yordum. Hemen sonra eşyalarımızı toplamışlardı ve bizi bu kutu odaya koymuşlardı. Oda o kadar küçüktü ki ablamı bir başka yere götürmeleri gerekti.
"Ne zaman gideriz buradan?" dedim önümde bir kadın volta atarken. Elleri arkadan bağlı; geriden salladığı kısa tespihi döndürüyordu. İç çektim. "Ben gidip Kara'yı görmek istiyorum," dedim gözlerimi silerken. Bir ayna yoktu etrafta ama olsaydı kendi kızarmış gözlerimden korkabilirdim.
"Zeki abi halleder şimdi," dedi Hande başını soğuk duvara yaslamış bir şekilde. Yan yana oturuyorduk. Ayaklarını bankta sallandırırken başını bana çevirdi. Derin nefes verdi. "Kara abim ne durumda acaba?" Sinirle fısıldadı. "Abim de salak! Ne diye polislere saldırıyorsun ki? Yani ne olacağını bekliyordun? Bilmiyor mu polise el kaldırmanın bedelini sanki..."
"Kara polisler benim canımı acıtacaklar diye korktu," dedim parmağımı kemirmeye başlayıp. Gözyaşım bitti. Yeri izlerken gözlerim daldı. "Hande sence ben fuzuli zarar mıyım size?"
Hande artık bu sorulardan bıkmış gibi yanaklarını şişirdi. Ofladı ve tespih sallayan kadını başıyla takip etmeye başladı. "Abla seni niye gözaltına aldılar?"
Üzerine alınmadı kadın. Sonra biz sessizleşince voltasını kesip bize döndü. Kısaca üzerimizi süzdü. Gözünde bir faça izi vardı. Kolları geçmişin kesiklerini taşıyordu sanki. "Bana mı dedin yer mantarı?"
"Evet sana dedim," dedi Hande kaşlarıyla kadını göstererek. "Hangi rüzgar attı seni buralara? Kocanı mı dövdün?"
Hande ile ortamıza oturacak gibi olduğunda biraz yana kaydım. Şaşkınlıkla üzerimi toparladım ve boğazımı temizledim. "İnsanlara kurallar koyarlar. Bunu yapma şunu yapma gibi... Ben de kuralları çiğnedim."
"Suç işledin yani," dedi Hande ayaklarını sallandırırken. Aklını dağıtmaya çalıştığını biliyordum çünkü Kara'yı öyle gören tek ben değildim. Buna herkes şahit oldu. Tüm mahalle izledi. Saldırmadılar çünkü Kara bunu yapmalarını söylemedi.
"Kocamı değil de kardeşimi dövdüm," dedi kadın kısa tespihini tek eliyle kavrarken. İri bir kadındı. Boyu uzundu. Saçları at yelesi gibi yoğun ve gürdü. Gözlerinin altında akmış siyah göz kalemi boyası vardı.
"Niye dövdün?" dedi Hande merakla. "Ne yaptı?" Gözlerini kıstı. "Yoksa kocanla seni aldattı mı?"
"Taktın ulan sen de benim kocama," dedi kadın gür sesiyle. Demir parmaklıkların ardındaki küçük masada oturan görevli memura bağırdı. "Lan!" diye kükredi. "Bana bak beni nöbetçi mahkemeye çıkartın! Yetti ulan günlerdir burada tutuyorsunuz!"
Memur onu dinlemedi bile. Elindeki gazeteden akşam haberlerini okuyordu. Kadın mırıldanarak küfür etti ve Hande'ye döndü. "Sen hayırdır? Manavdan limon mu çaldınız?"
Hande alayla sırıttı. "Yanındaki cinayete tanıklık edip yalan şahitlik etti. Ben de polis bunu götürürken olay çıkarttım diye buradayım."
Kadın başını onaylar sallarken bana döndü. Gözleri bir anda bedenimi titretti. "Ne diye gizledin cinayeti?"
Gözlerim açılırken hızla önüme dönüp burnumu sildim. Yutkundum ve gülmeye başladım. Kara benim burnumu silmişti, onu hatırladım. "Sümüklü dedi bana," dedim gülerken. "Senin gibi bir sümüklü bile isteye kimsenin canını yakamaz demişti... Sonra da sümüklerimi silmişti."
"Sümüklü dediği için mi gizlemiş cinayeti?" dedi kadın Hande'ye dönerken. "Ne saçmalıyor bu? Bali mi çektiniz?"
"Yok abla ben de anlamadım, beyni yandı sanırım onun bugün," dedi Hande hafif öne eğilip bana bakarken. "Melek? Ne sümüğü? Ablanın kocası vuracaktı ya sizi... Haydar abiler adamı vurdu ya... Unuttun mu?"
"Sonra da Zeki gelmişti," dedim gülerken. "Bana iftira atılmıştı. Hülya hatta beni çöp bidonuna atıp yakmak istemişti... Sonra kendi yanmıştı. Unutmadım ki!" dedim geriye yaslanıp. "Kara bana inanmıştı," dedim kendi kendime. "Hep öyle yaptı biliyor musun Hande? Bazen benim yalan söylediğimi bilse bile bana inanıyor gibi yaptı. Kızsa bile sesini yükseltmedi hiç. Söylendi hep ama hiç canımı yakmadı."
Unutulurdu bazı yalanlar. Giyilmiş bir ateşin eti kemiğe kadar küle çevirmesi gibiydi doğrular. İnsan hep kendini kandırdığını sanırdı ama bence bu insanın kendine yaptığı en büyük zulümdü. Yalanların mutluluğu doğruların acısını bastırırdı, ama bu nereye kadar böyle sürerdi ki? İlla yüzleşilirdi gerçeklerle. Yokuşa sürülen sahteliklerle. Sonra afallayan insanda geçmişten izler kalırdı, insan da bunu izler kalırdı.
Sonunda çıktık oradan. Zeki girişte polislerle münakaşa ediyordu. Kaya ise bir eli belinde, sinirle Zeki'yi onaylar kelimeler kullanıyordu. "Noldu beni bıraktınız? Yoksa başsavcıdan izin çıkmadı mı?" dedi Zeki çığlıklar eşliğinde. "O Aziz denen herifi de babasını da sürüm sürüm süründüreceğim! Adımı ve yüzümü iyice ezberle çünkü her gün sabahtan akşama gelip burada çingenelik yapmayı planlıyorum."
"Tabii beyefendi şikayet oluşturabilirsiniz, en doğal hakkınız," dedi memur bıkkınlıkla. Dakikalardır Zeki'yi dinliyordu ve artık memurun başının ağrıdığını düşündüm çünkü Zeki sürekli bağırarak konuşuyordu.
Ellerini kaldırdı bir anda Zeki. "Hop! Sakın korkma! Onları kanunlarla ezeceğim. Yoksa o Aziz'in üzerinden arabayla geçerdim ama benim savcı kimliğime ihanet ettiği için ona savcı kimliğimle tüküreceğim!"
"Yürü aslan kardeşim," dedi Kaya elini kaldırıp. "Aziz denilen herif hakkında şikayet oluşturmak istiyoruz. Polis de abimi hırpaladı. Onlar hakkında da şikayet oluşturacağız. Kapının önünde avukat ordumuz var. Tek tek vekalet verip buraya soktuğunuz her bir fert için yeni dosya açacaksınız."
"O polisler de Aziz'in adamları," dedi Zeki sinirle iç çekerken. Hararetinden geçilmiyordu. "Benim savcılığım kadar polisliği var onların. İçeri sızmışlar." Durup Kaya'ya döndü. "Bu Aziz denen herifin babası kimmiş birader?"
"Senelerin politikacısı," dedi Kaya ellerini cebine sokup. "Sorun yok. Biz de anlarız siyasetten. Bizim babamız da sever yeraltı politikasını."
"Ecevit amcam var lan benim!" dedi Zeki öfkeyle. "Hemen oluştur şikayet dosyasını imza atacağım."
Memur bıkkınlıkla kağıtları onlara uzattı. Zeki birkaç imza atarken ben hızla karakoldan çıkmak için can atıyordum. Bir an önce Kara'yı görmek istiyordum. Küçük bir kutuda takılarımı verdiklerinde hızla imza atarak oradan çıktım.
Ablam kapının önünde sigara içiyordu. Beni görür görmez sigarasını yana atıp ellerini açtı. "Çok şükür," dedi korkuyla. Haydar yanındaydı.
"Abla?" dedim hızla ona adımlarken. "Sen sigaraya mı başladın?"
Bana sarılırken nefes verdi. "Haydar'dan istedim bir tane. Öyle sinir stres oldum." Çekilip eliyle yüzümü tuttu. "İyi misin sen? Var mı bir yerinde bir şey?"
"Hayır yok," dedim etrafa bakarken. "Kara nerede?"
"İlk onu bırakmışlardır," dedi Haydar etrafı izlerken. "Bizim mahalleden biri cinayeti üstlendi. Aziz de şikayetini geri çekmek durumunda kaldı çünkü biraz korkuttuk."
"Hiç böyle bilmezdim o çocuğu," dedi ablam etrafı incelerken. "Nasıl kışkırttı herkesi gördün mü? Ben de sana ayarlamaya çalışıyordum aptal gibi."
"O lavuğun istediği şey mahallelinin polise saldırmasıydı ama Kara öyle bir komutta bulunmayınca istediğini alamadı. Daha büyük bir kaos istiyordu," dedi Haydar gözleri bir yere kilitli. "Ben göstereceğim ama ona kaosu. Beklesin o piç kurusu."
"Kara'yı arayabilir misiniz?" dedim girişe bakarken. "Hastanede mi?"
Hande, Kaya ve Zeki'nin ortasından ilerleyerek karakoldan çıktı. Etrafa bakınıp ellerini birbirine sürttü. "Ne soğukmuş ama, değil mi?"
"Ya Kara nerede?" dedim sinirle etrafa bakınırken. "Nerede? Gidelim onu görelim. Üç dört saat önce gözünüzün önünde dayak yedi farkında mısınız?"
Zeki koluna saatini takarken Haydar'a bakıp sırıttı. "Ne o len?" dedi kahkaha atıp. Kaşlarını birkaç kez kaldırıp indirdi. "Ablaya mı yanlıyorsun sen?"
"Ne alakası var birader?" dedi Haydar gözlerini açarken. "Benim mahalleden biri cinayeti üstlendi işte. Olması gereken oldu. Gelmişken de Gülsüm Hanım ile iki hasbıhal eyledik."
"Bak bak," dedi Zeki kahkaha atarken. Bana döndü ve omzuma vurdu. "Eniştelerin biri gidiyor biri geliyor he Melek!"
"Ya size diyorum size!" dedim sinirle ayağımı yere vurarak. "Kara nerede!" diye çığlık attım.
"Kafamın üstünde!" diye bağırdı Zeki gülerken. "Konuştum ben onunla çoktan mahalleye gitmiş. Gidelim mahalleye görürsün Kara'nı..." Durup Hande'ye eğildi ve bana bakarken fısıldadı. "Artık Kara lafı duymaktan ben de Kara'ya aşık olacağım... Bıktım artık Kara da Kara..."
Hande eliyle ağzını kapatıp gülerken Kaya bir taksiyi durdurdu. "Ben kızları alıp gidiyorum. Sığmayız hepimiz. Siz Haydar ile başka taksiyle gelin."
"Ah benim Road Runner burada olaydı beni iki saniyede mahalleye uçururdu," dedi Zeki kendi kendine. Haydar ona anlamsızca bakınca duraksadı. "Ne? Çizgi film izlemedin mi hiç? Bilmiyor musun Road Runner'ı?"
"Hani motorunun adı Tazmanya Canavarı'ydı abi?" dedi Hande kıkırdarken.
"Kızım bu İngilizce. Söyleyince daha bir artistik geliyor kulağa," dedi Zeki.
Kaya ise bıkkınlıkla bizi taksiye bindiriyordu. "Hadi hadi," dedi ve kapıyı üzerimize kapattı. Hande ortaya oturmuştu.
Camdan bakarken iç çektim. "Of!" dedim dışarıyı izlerken. "Kara'yı çok merak ediyorum. Neden beni beklemeden mahalleye gitmiş ki? Durumu nasıl acaba?"
Hande varla yok arası güldü. "Senden benden iyidir o şimdi. Bana söylediler aslında ama ben sana söylemeyeceğim."
"Neyi söylediler?" dedim ona dönerken. Hande ağzıyla fermuar işareti yapıp geriye yaslandı ve kıkırdadı. Ablam ise dışarıyı izliyordu ama kulağı bizdeydi. Kaya ön kısma oturup mahalleyi tarif edip geriye yaslandı.
Mahallenin dibine geldiğimizde girişteki oğlanların engeliyle taksi durdu. Oğlanlar sinirle bize doğru ilerlemeye başladı. Kaya taksiciye ücreti ödedi. Arabadan inip onlara kendini gösterdiğinde oğlanlar geriye çekildi.
"Abla biliyorsun mevzuyu," dedi Kaya. Durup bize döndü ve hepimize tek tek bakıp ablamda durdu. "Biliyorsun?"
"İyi tamam," dedi ablam bıkkınlıkla arabadan inerken. "Bir şey demiyorum."
Kaya başıyla onaylayıp adama döndü. "Abi sen buradan kızla devam. Kızı bu adrese bırak." Elindeki kağıdı adama uzattı. "Bu da paran. Dikkatli kullan. Orada biri kızı alacak."
"Ne oluyor?" dedim şaşkınlıkla. Ablamın hemen arkasından Hande indi ve bana el salladı.
"Mutlu yıllar canım," dedi kıkırdarken. "Seneye görüşürüz."
"Mutlu yıllar mı?" dedim şaşkınlıkla bakınırken. "Bugün daha ayın otuz biri değil ki? Ne saçmalıyorsunuz siz? Ben nereye gidiyorum?"
"Valla bacım biz bırakacaktık seni ama avukatlarla sabaha kadar konuşmamız lazım," dedi Zeki el sallarken. Şoförün kapısını açıp adama bir kağıt uzattı. "Yolda sıkıntılı bir durum olursa bu numaraya haber ediver abi. Hadi selametle."
Hande kapıyı üzerime kapattığında şaşkınlıkla camdan dışarıya baktım. Ablam ve Hande girişte konuşurken ben öylece önüme döndüm. "Bu ne şimdi? Beni annemlerin yanına mı yolluyorlar?" dedim ve merakla şoföre uzandım. "Abi o kağıttaki adrese bakabilir miyim ben?"
"Al kardeşim," dedi şoför kağıdı yola bakarken bana uzatırken. Adresi karanlıkta ker bela okudum ama tanıdık bir yer değildi. "Ne saçmalıyorlar şimdi bunlar? Nereye gidiyoruz? Ablam nasıl izin verdi? Kara nerede?"
Şoför de en az benim kadar şaşkındı. Sorularıma yanıt vermezken geriye yaslanıp öylece dışarıyı izlemeye başladım. Düşünmekten sürekli kıpırdanıyordum. Bir yandan da Kara'nın yokluğu ile vuruyordu sanki rüzgarlar başıma.
İzmir otobanına girdiğimizde artık beni yaşadığım tüm bu kötü şeyler yüzünden annemlerin yanına yolladıklarına inandım. İzmir'in Menemen ilçesine vardık. Taksi şoförü elindeki kağıttan adresi okuyarak bir yandan bizi ara sokaklara sürüyordu. Uzun süredir arabanın içi sessizdi.
Boğazımı temizledim ve biraz öne uzandım. "Abi neresi adres?"
"Şurası olması lazım," dedi adam yan sokağa girip. Büyük ormanlık bir arsadan geçip arabayı durdurdu. Kocaman iki kamyonetten bahçenin içine beyaz buz kütlesine benzer topaklar döküyorlardı.
"Bu ne ya?" dedim merakla. Arabadan indiğim sırada evin ışıl ışıl camlarına gözüm çarptı. Kamyonların dibindeki adamlar işleri biter bitmez ellerindeki el fenerlerini kapatıp büyük kamyonlara bindiler. Bahçeden içeri girdiğim gibi ağaçların gövdelerine sarılmış led ışıkları gördüm. Etraf parıldıyordu. Biraz daha adımladım şaşkınlıkla yerdeki beyaz topakları izlerken. Sonra duraksadım. Geri dönmek istedim çünkü burayı tanımıyordum. Arkamı dönüp bahçeden çıkacağım sırada büyük evin kapısı açıldı.
"Küçük evsiz? Yolunu mu kaybettin?"
Durup arkamı döndüm. Kara. Elleri ceplerindeydi. Saçları dağınıktı. Gözünün altı morarmıştı ama mavileri parlıyordu. Dudağının altı kırmızı yara olmuştu. Kaşı da kabuk bağlamış bir kan gibi çizgiliydi.
"Kara," dedim hızla dibine ilerleyip. Elimi kaldırıp yavaşça yanağına doğru uzattım. "Acıyor mu?" dedim şaşkınlıkla. Elini cebinden çıkartıp yanağındaki elimi tuttu ve avuç içimi kibarca öptü.
"Çok acıyor," dedi dudağını göstererek. "Öpersen geçermiş."
Kollarını tutup bedenine bakındım. "Sırtın falan?" dedim merakla. "Sırtına da vurmuşlardı. Kırığın falan var mı?"
"Sırtımı da mı öpeceksin?" diye sordu şaşkınlıkla. Bir an kendime gelip koluna hafifçe vurdum.
"Ben ne derdindeyim sen ne derdindesin," dedim kaşlarımı çatarken. İfadem toparladı gözünün altına bakınca. İşaret parmağımı yavaşça gözünün altına tuttum. "Çok acıyor mu?"
"Çok acıyor," dedi sırıtırken. "Lütfen öp. Geçmek bilmedi bu çilem."
"Abi!" sesi ile başını arkama çevirdi. "Bizim iş bitti?"
"Eyvallah," dedi Kara ve tekrar bana dönüp sırıttı. "Yeni yıla gireceğiz. Aslında tam on ikide, apartmanın damında bu konuşmaları yapacaktım seninle ama polis abiler sağ olsun biraz aksadı..."
"İyi de daha aralığın sonu değil ki," dedim etrafa bakarken. İşaret parmağımla beyazlıkları gösterdim. "Bu beyazlar ne?"
"Kar," dedi sırıtırken. "Yapay kar getirttim. Seversin."
"Yapay kar mı?" dedim oraya ilerlerken. Merakla dizlerimin üzerine çöküp yerdeki karları elimle bir top gibi yuvarlamaya başladım. "Kara bunlar buz gibi!" dedim gülerek. "Nasıl getirttin bunları anlamadım? Hem sevdiğimi nereden biliyorsun?"
"Sen söyledin," dedi yanıma çöküp bir tutam kar alırken. "Tam burada söyledin. Seneler önce. Dört buçuk yaşındaki bebek Melek söyledi bana."
"Ne?" dedim anlamsızca ona bakarken. Ayaklandı ve birkaç adım geriye gidip hafif eğildi.
"Yolla," dedi ağzı aralık. "Kafa atacağım kara."
"Kara kar topuna yani kara kafa atacak!" dedim gülerken. "Anladın mı? Kara kara kafa atacak!"
"Bu harikulade kelime oyunun üzerine hak ettiğin bu," dedi ve eğilip avcuna kar doldurdu. Bana doğru hızla fırlattı. Elimle yüzümü kapatıp bir anda çığlık attım.
"Hayvan!" diye bağırdım sinirle. "Yüzüme geliyordu!"
Yüzünü ekşitip beni taklit ettiğinde sinirle eğilip biraz kar topu yaptım ve ona doğru sinirle attım. "Al sana!" dedim öfkeyle.
Kartopu savaşı yapmaya başladık. Daha doğrusu ben ona yapay karlardan atıyordum. O da gülerek benden kaçıyordu. Yüzü gözü yara bereydi, ama yüzü gözü gülüyordu. Ben de gülüyordum çünkü onunla mutluydum.
"Gel buraya!" dedim gülerek onun peşinden koştururken.
"Melek yemin ederim gözlerim kapalı atsam senden iyi isabet ettiririm," dedi gülerek kaçarken. Bir yandan da hafif hafif inliyordu çünkü bacaklarının acıdığını biliyordum.
Eğilip biraz daha kar aldım ve ona hızla fırlattım. "Kara kara bak!" dedim gülerek yerdeki karları işaret ederken. "Beni küçük görmenin cezasını çekeceksin şimdi!" Arkadan hızla sırtına atladım. Önden soğuk karı bir anda tişörtünün içine bıraktım.
Bacaklarımdan yakaladı ve gülerken içine attığım karlardan kurtulmaya çalıştı. "Allah'ın manyak evsiz kiracısı!" dedi geri geri yalpalarken. "Üzerine düşeceğim şimdi dümdüz olacaksın! Al şu karları içimden!"
"Almam!" dedim hızla ona arkadan sarılıp. Kollarımı boynuna doğru sıkıca sardım ve arkadan uzanıp yanağını öptüm. "Acıyor mu sırtın?"
"Aksine geçiyor," dedi gülerken. "Melek dondum amına koyayım al şunları!"
"Küfür etme be!" dedim gülerken. Sonra duraksayıp iç çektim. "Kara ben çok üzüldüm seni öyle görünce. Canın acıdı diye çok üzüldüm."
"Acımadı canım," dediği sırada sırtından indim. Üzerindekini öne doğru çekiştirip içindeki karları çıkarttı. Başı bana kalktı, ağzı aralık sırıtıyordu. "Üzülme senin tatlı canını yerim ben. Düşer düşer kalkarım, sıkıntı yok."
Karlara oturup onu izlemeye başladım. "Bu ev ne böyle?" dedim merakla. "Çok güzel bir evmiş. Buralarda evin olduğunu bilmiyordum."
"Geçen sene yaptırdık," dedi yanıma otururken. "Boş bir arsaydı. Değerlendirdik." Durup bana döndü sırıtırken. "Beğendin mi?"
"Çok!" dedim kıkırdarken. "Karakoldan çıkarken seni göremeyince çok üzüldüm aslında. Beni beklemeden mahalleye gittin sandım."
Etraftaki ağaçlara sarılı ışıklara bakarken sırıttı. "Ben seni bırakıp bir yere gider miyim hiç? Burayla uğraşıyordum. Sen gelene kadar her şey hallolsun istedim. Bu gece tam on ikide seni çatıya çağırmıştım, hatırlıyor musun?"
"Evet hatırlıyorum," dedim onu izlerken. Çok güzel bir adamdı. Güzelliğini örtemeyen yaralar vardı yüzünde artık sadece. Pek bir fark yoktu eskisinden. Hala güzeldi. "Neden tam on iki demiştin bana? Ablam uyumuş olur o saatte ben de rahatça evden kaçarım diye mi?"
"Hayır. Dedim ya az önce... Yeni yılı kutlamak için," dediğinde gülerek yerdeki karlara baktım. Tüm bu anlamsızlıkta pek bir anlam aramıyordum. Çok fazla darbe almıştı bu nedenle gerçekliğinin kaybolduğunu düşündüm.
"İyi de yeni yıla daha birkaç hafta var," dedim kıkırdarken. "Neden herkes bugün otuz bir aralık gibi davranıyor? Hande de aynısını söyledi..."
"Benim için bugün yeni yıl," dedi bana dönerken. Sonra biraz yüzümü izledi. Düşündü bir şeyler. Kendi kendine gülüp bana yaklaştı. "Melek," diye fısıldadı. "Yüzüm yara aldı ama hala üzerine oturabileceğin kadar sağlam."
Gözlerimi kocaman açıp yere baktım. "Sapıklık yapma Kara," dedim hızla boğazımı temizlerken. "Zaten az kalsın çatıda ayıplı yerini açacaktın. Fark etmedim sanma."
"Ayıplı yer mi?" dedi dudaklarıma bakarken. "Benim aletten mi bahsediyorsun?" Durup etrafı inceledi ve bana doğru eğilip yavaşça kulağıma fısıldadı. "Çok istiyor seni."
"Evlenmeden olmaz," dedim hızla yere bakarken. "Asla ama asla olmaz." Heyecandan ellerim titriyordu. Alev alıyor gibi oldum çünkü burnundan verdiği nefes kulağıma çarptı.
"Öpeyim o zaman?" dedi yavaşça. "Bir kerecik?"
"Hayır!" dedim kekeleyerek. Yavaşça ona yaklaştım. Kokusunu daha çok duymak istedim.
"Emcükleyeyim?" dediğinde hızla ona döndüm ve ellerimle yanaklarımı tuttum. Yanıyordum. Hızla önüme dönüp nefesimi tuttum.
"Tamam sadece öp," dedim hızla. Depderin bir nefes alıp verdim. "Emcükledin beni zaten bugün. Bak Kara buna alışıp durma tamam mı? Birincisi biz barışmadık ikincisi her ayıplı şeyin beni istediğinde gelip beni emcükleyemezs-" Dudakları dudaklarımı örttüğünde cümlelerim ağzıma tıkıldı. Hararetim tenimden dışarı aktı. Yavaş yavaş ona karşılık verirken gözlerimi sıkıca kapattım. Beni tutup bir anda kucağına çıkarttı. Bacaklarımı iki yana açıp sıkıca ona sarıldım öpüşürken. Kocaman elleri belime gitti ve beni kendine yapıştırdı. Dudaklarımızı ayırmak istedim ama ensemden sıkıca tuttu. Kara'yla öpüşürken ellerimi boynundan çekip kollarını avuçlamaya başladım. Taş gibiydi her yeri. Ayıplı yerine doğru beni bastırdığında dudaklarımızı çektim.
"Kara," dedim nefes nefese. "Sik hadi beni."
Aklımı yitirmiştim. Gözleri kocaman açılırken dudaklarına tekrar yapıştım. Onu her şeyiyle her şekilde istiyordum. Belki iyi ve kötünün yan yana gelmesiyle bulanıklaşan çiylerdik biz ama ben buna çok alışmıştım artık. Bunsuz yapamam gibi hissettim. Onsuz yapamam gibi hissettim.
Artık çiyler benim için şeffaflığını tamamen kaybetmişti. Çiy denilince aklıma ilk olarak Kara geliyordu. Tüm bunları düşünürken dudaklarına karşılık vermeye çalışıyordum. O kadar sert çekiştiriyordu ki dudaklarımı zonklamaları bedenime oluk oluk dökülüyordu. Belimden sıkıca tutup doğruldu ve bacaklarımdan tutup beni kucağında iyice kendine bastırdı.
"Melek seni mahvederim," dedi çekilirken. "Paramparça ederim seni. Duydun mu?" diye fısıldadı. Sesindeki çatal bedenime delikler açtı.
"Sik," dedim dudaklarımı yalarken. Nefes almam gerektiğini hatırladım. "Başlarım evliliğine. Çok istiyorum seni."
"Nasıl da yakışıyor o minik ağzına bu laflar... Bak Melek kaşınma," dedi dudaklarıma tekrar yapışırken. "Yoksa sana ayıplı sahnelerin alasını yaşatırım." Tane tane konuştu öperken. "Benim canımı sıkma."
"Yaşat," dedim heyecanla. Dudaklarımız konuştukça birbirlerine sürttü. Gözlerimi kıstım onun mavilerine yakından bakarken. "İstiyorum Kara." Bir an duraksayıp gerçeğe döndüm. Öpüşürken bir anda durdum ama tadı o kadar lezizdi ki istemeden devam ettim onu öpmeye. Sonra hızla dudaklarımızı ayırdım. Bir anda boşluğa düştü dudaklarım. Hızla dudaklarımı yalayıp kucağından kalktım. Ona parmağımı uzattım. "Sen yemin ederim uyuşturucu gibisin," dedim etrafa bakıp saçlarımı düzeltirken. Dudaklarım zonkluyordu. Dudaklarımı yaladıkça tadını alıyordum ve tekrar kucağına oturmamak için direniyordum. Sertçe yutkundum. "Beni sarhoş ediyorsun. Karşı koyamıyorum sana Kara."
"Ben de seni çok seviyorum," dedi ayaklanırken. O da harlıydı ama benim vazgeçmemle hemen durdu. Kibarca yaladı dudaklarını. "Bir duysam şu lafı ağzından dünyalar benim olur biliyor musun?"
"Ne lafı?" dedim hala kendime gelememiş bir şekilde bahçede dolanırken. Ondan kaçmaya çalıştım çünkü ona bakarsam tekrar dudaklarına saldırırdım. "Ne lafından bahsediyorsun?"
"Beni sevdiğini söylesen ya bir," dedi peşimden ilerlerken. "Bir söylesen ya hadi. Beni mutlu etsen. Bak zaten ben çok hırpalandım. Hemen iyileşirdim o lafla."
Omuz silktim içeri girerken. Ne yaptığımı ne yapacağımı bilemiyordum. Bedenim yanıyordu. "Barışırsak söylerim," dedim kapının önünde. Yanıma gelip anahtarları deliğe sokup bana döndü.
"Ne oldu az önceki edepsiz Melek'ime?" dedi sırıtırken. "Bir anda aramıza geri döndün. Birkaç dakika önceki edepsizliğini ne de güzel hiçbir şey söylememiş gibi ifa ettin sen böyle?"
"Sus be!" dedim sinirle omzuna vurup. "Ateşle barut misali anlık öyle ayıplı şeyler dedim ama bir daha asla demem Kara."
"Dedirtirim," dedi ve kapıyı açıp sonuna kadar itti. "İçeri buyur küçük evsiz."
Büyük evin içine girdik. Gösterişli, parıl parıl bir salon karşıladı ilk beni. Köşedeki şöminede büyük odunlar taze yanıyordu. Oraya ilerleyip ellerimi ısıttığım sırada Kara mutfağa gitti. Bir müddet sonra sehpaya sıcak çikolata bıraktı. Dumanı çıkan bardağı görmemle kıkırdadım. O bu sırada koltuğa oturup geriye yaslandı ve beni izlemeye başladı.
Hapşırdığımda güldü varla yok arası. "Çok yaşa küçük kiracı," dedi gülerken.
"Hasta olmam komiğine mi gitti?" dedim yanına oturup geriye yaslanırken.
"Hayır çok tatlı hapşırıyorsun," dedi ve sıcak çikolatayı bana uzattı. "Biz seninle bugün tam on ikide kutlayacaktık yeni yılı. Bizim yeni yılımız on sekiz aralık. Neden biliyor musun? Hatırlıyor musun?"
"Hayır. Nedenmiş o Kara?" dedim sıcak çikolatayı elime alırken.
"Çünkü biz seninle on sekiz aralıkta tanıştık." Geriye yaslanıp etrafa baktı. "Burası bir depoydu. Harabe içinde bir yerdi. Biz burada hayal kurduk," dedi ve güldü. "Sen kurdun daha doğrusu. Bana da hayallerini gerçekleştirmek düştü."
"Tam şuraya!" dedim işaret parmağımla. "İşte tam buraya bir kocaman devasa şömine!" Durup kaşlarımı çattım. "Ama portakal kabukları koyamayız üzerine. Sobamıza koyuyoruz ve ev mis gibi kokuyor! Şöminede nereye koyacağız ki portakal kabuklarını?"
"Jandarma gitmiş midir?" dedi Kara deponun dışına bakarken. "Ulan ahraz Zeki bizi jandarmadan saklanalım diye getireceğin yeri sikeyim."
"Gitmişlerdir," dedi Zeki deponun yırtık perdelerinden dışarı bakarken. "Öyle deme oğlum. Burası çok güvenli. Asla bulamazlar bizi."
"Ormanın içindeyiz de ondan," dedi Kara bıkkınlıkla.
"Buraya da kocaman bir koltuk koyarız!" dedim heyecanla. "Yana da bir tane çam ağacı! Yeni yıl kutlaması yapmak için!"
"Gavur mu lan bu?" dedi Zeki beni işaret ederken. "Müslüman yeni yıl kutlamaz lan bebe! Bizim bayramımız değil bu!"
"Mal!" dedim sinirle. "Parti bu, bayram değil! Yeni yıla girme partisi! Ben müslümanım bir kere! Sen tam bir malsın!"
"Sensin lan mal!" dedi Zeki sinirle. "Valla üzerine kolonya dökerim senin!"
"Kes be!" dedim sinirle. "Ben de senin yüzüne tükürürüm!"
"Yeterli," dedi Kara tekli sandalyeye beni oturturken. "Biraz dinlenelim sonra yolculuğumuza devam ederiz, olur mu küçük evsiz?" Doğrulup Zeki'ye döndü. "Kıza bağırma. Dediğinde haklı. Noel değil bu, yeni yıl."
"Bir tane de sıcak çikolatamız olur!" dedim heyecanla. "Burası da üç katlı bir evmiş aslında. Her yerde de ışıklar varmış!"
"Evet öyleymiş," dedi Kara. "Zeki... Bu depo kimin? Bizi burada görüp şişlemesinler."
"Terk edilmiş, ben hep geliyorum arada buraya. Ateş yakıp kendi kendime düşünüyorum. Ailemi falan hayal ediyorum. Öyle."
"Anladım," dedi Kara ve ağzını aralayıp tavana baktı. "Aslında harbi burayı alıp kocaman bir ev yapacaksın..."
"Evet kocaman bir ev!" dedim gülerken. "Tam burası! Yeni yıl evi!"
"Bugün on sekiz aralık! Senin dediğin otuz birinde! Alo?" dedi Zeki kahkaha atarken. "Bu da dört beş yaşında ama beyin yaşı iki."
"Sensin iki!" dedim sinirle. "Çük kafalı seni!"
Zeki hızla eliyle ağzını kapattı. "Çük dedi bana!" dedi Kara'ya dönerken. "Sen mi öğrettin buna bu küfürleri?"
"Çükü benden duydu evet," dedi Kara etrafı incelerken. "Babama söyleyeyim burayı alsın bari."
"Kara abi?" dedim şeker gibi çıkarttığım sesimle. "Acaba baban burayı saray yapınca beni getirir misiniz? Şömineye bakarken çikolata içmek istiyorum. Bir de!" dedim heyecanla. "Bir de yeni yıl kutlamak istiyorum!" Kaşlarımı çattım Zeki'ye bakarken. "Hem de bu tarihte! Ben bu tarihte kutlayacağım yeni yılı! Herkese ve çük kafalılara inat!"
"He he ondan," dedi Zeki. Kara ise dikkatle bana bakıyordu. Ona güldüğümde nefes verip etrafa bakındı.
"Tamam getiririm seni," dedi.
"Kar da oynar mıyız?" dedim alt dudağım büzülürken. "Manisa'da bir dağ var. Kocaman! Ama oraya gitmiyoruz hiç kar oynamaya. Ben kar görmek çok istiyorum."
"Oynarız," dedi.
"Buraya getireceksin beni değil mi Kara abi?"
"Getireceğim."
"Getirdim," dedi gülümserken. "Sen istemiştin bu evi." İşaret parmağıyla şömineyi gösterdi. "Bak tam buraya istedin şömineyi. Ama sobaya koyulan portakal kabukları olmadığı için şuraya portakal kokulu mumlardan getirttim."
"Kara ben anlamıyorum ki," dedim etrafı izlerken. Bana bakıyordu. Yüzümü aşağı indirdim. "Bakma, utanıyorum." Duraksayıp ona baktım. Gerçeklikten iyice koptuğunu düşündüm çünkü söylediği şeyler bana çok anlamsız geliyordu. Onu gerçekliğe geri çekmek ister gibi sordum. "Buz var mı ya da tentürdiyot? Sürelim mi yaralarına?"
"İyiyim ben," dedi gülümserken. "Gül sen de bakayım bir gamzelerine."
"Bakma," dedim yanaklarımı tutarken. "Utanıyorum bakma." Durup hızla yüzünü inceledim. "Kara?" dedim kırık sesle. "Sen orada gözlerini kapattın ya ben sen bayıldın sandım."
"Utandım," dedi önüne dönüp. "Beni öyle gördün diye kendimden utandım."
"Saçmalıyorsun işte," dedim hızla koluna girerken. Odunların sesleri mayıştırdı. Sıcak çikolatadan bir yudum daha içtim ona bakmadan. "Gerçekten duyduğum en saçma şeylerden biriydi bu. Canın acıdı diye çok korktum ben."
"Ben de korktun diye çok korktum," dedi. Sonra duraksayıp sakallarını ovdu. Benimle öylesine konuşuyordu sanki. Aklı dolu gibiydi.
"Ne var aklında?" dediğimde daldığı yerden yavaşça gözlerini açıp kapattı ve bana döndü.
"Ne?" dedim çikolatadan bir yudum içip. "Ben de anlıyorum aklının bende olmadığını. Söyle bakalım Çakır, ne düşünüyorsun?"
"Melek ben şimdi sana bir şey söyleyeceğim," dediğinde onu izliyordum. "Biz seninle seneler önce gece on ikide burada yeni yılı kutladık. Tarih aralığın on sekiziydi. Hatırlamaman normal, bebektin daha." Durdu bir an. Saçlarımı kibarca omzumdan geriye attı. "Gerçi hala bebeksin," derken aralık ağzıyla sırıttı. "Buna ne tepki vereceksin bilmiyorum. Aslında en başında söylemem gerekirdi. Nasıl söylenir onu da bilmiyorum ama." Durup önüne döndü.
"Neymiş ya?" dedim utanarak onun yan profilini izlerken. Sıcak çikolatadan bir yudum içtim yavaşça. Gözünün altındaki morluğa baktım kısaca.
"Melek ben bugün bir kez daha anladım," dedi fısıltıyla. Üzerime döküldü karaları. "Bir gün bana bir şey olursa arkamdan öğrenme. Benden öğren. Kızacaksan yine bana kızarsın." Durup merakla baktı. "Belki kızmazsın çok? Mutlu olursun belki? Ya da çok mu kızarsın ki acaba?"
"Anlamadım?" dedim yutkunup. "Sen bir söyle ben ona göre karar veririm Kara."
"Ben en başından beri senin bir adım gölgende gezdim," dedi ve gözlerimizi kaçırdı. Sanki söylediklerinden kaçtı çünkü tepkilerimi görmek istemedi. "Ben gizlice kaldırdım seni her düştüğünde. Okulda seni ağlatan çocukları dövdüm gizlice. Bakkalda gözün kaldığında kapına çikolata bırakan bendim. İstediğin kırmızı balonu balkon demirine bağlayan bendim. Bendim hep," diyerek bana döndü. Sonra tekrar kaçırdı gözlerini. Cevap vermedim. Anlamsızca baktım ona.
"Çocukken İzmir'den Manisa'ya gelirdim seni görmeye. Sen beni hiç görmedin ama bendim hep. İlk günden beri. Kara'nın sözü, Melek'in özüydü hep. Sen fısıldadın, ben sakladım senin her nefesini. Saklaya saklaya ezberledim. Ezberledikçe de bırakamadım. İnsan nefesini bırakamaz ki. Ölür insan yoksa."
"Kafana çok darbe yediğin için sanırım aklını yitirdin," dedim sıcak çikolata bardağını tutmayan elimle şaşkınlıkla saçlarında parmaklarımı gezdirirken. "Kara? Doktora göründün mü sen?"
Durup bana doğru eğildi. Bir süre sessizleştik. Ortamıza odunların cızırtıları girdi. O da her seferinde söyleyeceklerini hesapladı. Yüzleşmekten korkan gözleri artık cesurlaştı. "Tam on üç sene önce bu tarihten beri ben arkandayım," dedi ve kendi göğsünden kalbine doğru elini yavaşça tuttu. "Sen de buradasın. İzin ver her sene bu tarihte burada yeni yılı kutlayalım. Bak sözümü tuttum, sana bir saray diktim."
"Ne saçmalıyorsun sen ya?"
"Bendim," dedi. Bana döndü gülümserken. Gülümsediğinde yönlerim şaşardı hep. "En başından beri bendim. En sonunda da ben olacağım. Ben hep seninle olacağım."
Yönlerimi şaşırtan gülümsemesine beni kaybeden sözler ekledi. Kayboldum gittim. "Ney sendin Kara?" diye sordum ona şaşkın şaşkın bakarken.
"Seni şimşeklerden koruyan o abi bendim Melek."
...
Bölüm sınırımız 75 oy, 75 yorum. Seneye görüşürüzzz dshfskjfdkjf
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |