(bu bölüm yetişkinlere yönelik sahneler vardır. sahne başı ve sonundaki uyarılara göre kolaylıkla sahneleri atlayabilirsiniz.)
26
"Ben burayı çok beğendim!" dedim arada bir hapşırırken. Burnum akıyordu soğuktan ama benim umurumda olan tek şey kocaman gösterişli panayırdı. Menemen otogarından çıktığımızdan beridir yürüyorduk. Çeşit çeşit renkli tezgahlar, önlerinde akşam karanlığını delen yelkovanın akrepleri dolanıyordu. İnsanlar yaktıkları gaz lambalarının ve direkler boyu bağlanmış tepedeki sarmaşık ışıkların altında şarkılar söylüyordu.
"Baksana!" dedim oğlanın kolunu çekiştirirken. İşaret parmağımla yanından geçtiğimiz panayırın ortasında dönen salıncağı gösterdim. Upuzun ipleri onlarca salıncağı yuvarlakça sarmış; ona binmiş çocukların kıkırdamaları karanlığa akıyordu. Salıncağın tepesinde bir melek figürü vardı. Karanlıktı ama seçebildiğim kadarı ile rengi çingene pembesine kaçıyordu. "Burası benim için yapılmış gibi! Melek'in Pembe Panayırı! Biz de binelim mi salıncağa?"
"Binmeyelim," dedi. Elimden tutmuş o kadar hızlı ama bıkkın ilerliyordu ki sektiğimde yere kapaklanmamam için son anda bileğimden tutup kaldırıyordu. "Menemen jandarması hemen ileride. Hadi çok az kaldı."
"Ama uslu durursam pamuk şeker alacaktın," dedim kafam yandaki panayırda dolanırken. "Söz verdin ama bana. Bak şuradaki abi satıyor."
"Paramız yok," dedi.
"Ama," dedim alt dudağımı büzerek onun elini sıkıca tutarken. "Ama burası Melek'in Pembe Panayırı... Salıncakta bile melek resmi vardı..."
"Resim değil o heykel."
"Melek ama," dedim hapşırıp.
"Çok yaşa," dedi ve bıkkın nefes verdi. "Melek mi senin adın?"
"Evet," dedim üzüntüyle. "Söz verdin ama şimdi param yok diyorsun. Ben anlamadım ki bu nasıl iş? Annemi de bulamazsın sen benim."
Kendi kendine durup bana döndü ve bileğimi bıraktı. "Bak param yok küçük evsiz, lakin çok ama çok hızlı koşabiliyorsan bir tane çalabilirim."
"Çalmak mı?" dedim gözlerim fal taşı olurken. Başımı olumsuz salladım ve elimle ağzımı kapattım. "Çok günah. Allah bize çok kızar!"
"Göz hakkı," dedi panayıra bakarken. "Çocukların günahı olmaz. Hem burası Melek'in Pembe Panayırı... Burada ona her şey bedava olmalı."
"Nasıl çalacağız ki?" dedim merakla, ilerlemeye başladığında. Onun peşinden kalabalık panayıra doğru ilerlemeye başladım.
"Sen burada bekleyeceksin," dedi ve beni toka satan bir ablanın yanına bıraktı. "Sakın," diyerek işaret parmağını uzattı. "Sakın buradan ayrılma. Ben çalıp kaçacağım. Ortalık durulunca seni alırım buradan."
"Tamam," dedim ve hapşırdım.
"Çok yaşa," dedi pamuk şeker satan adama bakarken. "Bekle, sakın ayrılma buradan." Heyecanla oğlanı izlemeye başladım. Kalabalığı bir bir yararak pamuk şeker standına doğru ilerliyordu.
Yanımdaki tezgahtan toka almak isteyen bir kadın çantasını omzuna asmış, tek eliyle tokaları inceliyordu. Bir çocuk koşarak yanımdan geçti. O kadar hızlı geçti ki rüzgarı saçlarımı uçurdu. Hemen sonra bir çığlık duydum. "Hırsız! Tutun şu çocuğu!"
Çocuk kaptığı çantayla birlikte bir anda kalabalığın içine daldı. O kadar hızlıydı ki gözlerim bile onu takip edemedi. "Gaspçı var! İmdat!" diye bağırdı kadın. Ne yapacağımı bilemedim. Çocuğun peşinden koşmaya başladım çünkü ben de hırsızlık yapıyordum. Korkmuştum.
O kadar hızlı koşuyordum ki panayırın içinde kapkaççı çocukla adeta elim sende oyunu oynuyorduk. Bana göre oyundu çünkü. Artık annemi de iyice özlediğimden ağlayarak çocuğun peşinden koşuyordum.
"Yardım edin!" diye bağırdım ağlarken. Çocuk panayırın arka kısmına doğru koşturdu ve sırtını duvara dayayarak ağır ağır nefes alıp vermeye başladı. Merakla peşinden gidip ellerimle dizlerimi tuttum ve soluklandım. "Neden çaldın hırsız!"
Çocuk başını hızla bana çevirdi. Telaşla elini cebine attı. "Yürü lan velet!" dedi öfkeyle. "Valla bıçaklarım seni he!"
"Pis!" dedim sinirle. "Pis hırsız!"
"Yürü lan," dedi sinirle arkasını dönerken. "Git işine hadi. Korkudan altına kaçıracaksın şimdi."
Yağmur çiselediği için kurumaya başlamış nemi saçlarım tekrar yere damla akıtmaya başlamıştı. Etrafa bakındım ve korkuyla girişe döndüm. "Eyvah!" dedim şaşkınlıkla. "O tezgahın oradan ayrılmamam gerekiyordu!"
Çocuk yere çöküp çantayı ters çevirdi. İçindekileri bir bir çimlere döktü ve gerekli bulduğu şeyleri cebine atmaya başladı. "Nasıl da zengin bir fahişe," dedi cüzdanı açarken. Tüm kağıt parayı alıp cebine attı ve ayaklandı. Olduğum yerde öylece onu izlediğim sırada kaşlarını çattı. "Para mı istiyorsun?"
"Annemi istiyorum," dedim. Sonra alt dudağım büzüldü. "Ama benim param yok annemi bulamıyorum."
Doğruldu ve etrafa bakındı. "Ben de annemi istiyorum," dedi. Gülerek bana biraz kağıt para uzattı. "Bu mu getirecek anneni? Al bunu git bul anneni. Keşke hepimiz annemizi böyle bulabilsek."
Hızla parayı elinden aldım. Pamuk şeker almaya giden mavi gözlü çocuğu bulup onunla birlikte tekrar evime dönebilirdim. Etrafa bakındığım sırada mavi gözlü çocuk panayırın arka kısmına doğru telaşla çıkıp sağa sola bakındı. Beni görünce eliyle kalbini tuttu ve gözlerini kapattı. Kapkaranlıktı hava ama ben yüzünü çok net ezberlemiştim.
"Allah'ın evsiz küçüğü," dedi bana adımlarken. Nefes nefeseydi. "Ben sana ayrılma demedim mi?"
Pamuk şekeri bana uzatırken arkamdaki oğlana bakıp başıyla selam verdi. "Hayırdır sen?"
"Bendeniz Ahraz," dedi elini ona uzatırken. "Menemen Çocuk Yurdu'nda kalıyorum. Geceleri bazen böyle sıkılıp yurttan kaçıyorum. Sabahları da dönüyorum."
"Ahraz mı?" dedi mavi gözlü çocuk elini uzatırken. "Karahan ben."
Tokalaştılar ve çocuk omuz silkti. "Ahrazın tekiyim. Salağım yani. İsmim cismim belli değil. Ben de kendime bu ismi koydum," deyip durup kendine güldü. "Daha doğrusu bana genelde öyle diyorlar."
"Bu ne?" dedi Kara kaşlarıyla yerdeki çantayı gösterirken. "Ne çaldın?"
"Sorma ya," dedi gülerken. "Bu karı bizim yurttaki bir kızın annesi. Sürekli kızıma bakamıyorum diye ağlıyordu. Bir müddettir ağıma aldım. Her panayırda gelip incik boncuk alıyor kendine. Ben de sinir oldum çantasını çaldım salağın."
"Bak sen," dedi Kara çantayı ayağıyla iteklerken. "Zeki diyeyim ben de sana, belki adını öyle değiştirirsin."
"Sağ ol, hayatımda ilk defa biri beni övdü biliyor musun?" dedi Zeki böbürlenerek. "Siz ne ayaksınız? Ne çaldınız?"
Kara ellerini iki yana açıp beni gösterdi. Ben o sırada pamuk şekeri yemekle meşguldüm ama çiseleyen yüzünden sürekli küçülüp duruyordu. "Bela oldu başıma. Evsizin teki. Manisa'dan buraya geldik yanlışlıkla. Dönmeye çalışıyoruz."
"Jandarmaya gitsenize oğlum," dedi Zeki elleri ceplerinde etrafa bakarken. "Sigaran var mı?"
"Var," dedi Kara ve cebinden bir paket çıkarttı. "Kaç yaşında başladın?"
"Çocukluktan beri kullanıyorum," dedi Zeki bir sigara alırken. Çiseleyen yüzünden sigarası ıslanmasın diye kapüşonunu taktı. "İki senedir falan kullanıyorum yani. Sen?"
"Ben de üç beş senedir," dedi Kara etrafa bakınıp. Bir noktaya bakarken kaşlarını çattı. "Jandarma mı len o?"
"Toz olun!" dedi Zeki fırlarken. Ben sinirle pamuk şekeri bitirmeye çalışırken Kara bir anda önümde eğildi.
"Hemen sırtıma atla!" dedi telaşla. Gülerek sırtına bindiğimde doğruldu ve bir anda Zeki'yi takip etmeye başladı. "Ben bunu jandarmaya götürecektim şimdi senin yüzünden jandarmadan kaçıyoruz! Ulan ahraz Zeki! Senin ben ta amına koyayım!"
Zeki gülerek kaçarken ben sıkıca Kara'ya tutunmuş kafam çalkalana çalkalana pamuk şekerin çubuğunu elimde tutuyordum. "Of!" diye bağırdım öfkeyle. Sıkılıp çubuğu yere attım kaçarken. "Islandı işte! Yiyemedim!"
"Zeki!" diye bağırdı Kara kaçarken. "Oğlum bir pamuk şeker yüzünden hapse girer miyim lan?"
"Döverler kaç! Durma!" diye bağırdı Zeki. "Beni takip edin! Ben yolu biliyorum!"
Sonra sonra kaybettik yolları. Onlar hiç ayrılmamışlar o günden beri ama beni de hiç arkada bırakmadılar. Yalnız kalmak en zoruydu zaten. Belki de yalnızlığın en güzel ilacıydı aşk. Aşk?
...
Münferit yaşamın en güzel eşliğiydi aşk. Yanında bir dost, aklında bir arkadaş. Bir de karşıdakine bağlı görünmez bir ip. Hayatım boyunca her şeyimi, tüm benliğimi bir ip gibi Kara'nın ellerine doladım. Çok güçlüydü elleri. Halatlarım ne kadar kalın olursa olsun kopartabilirdi. Öyle de yaptı çünkü yalpalattığı bedenim, kaygılarım ve güvenlerim bir arada toplandı. İnançlarım onun avuçlarında ezildi gitti.
Ayaklarımın altından kaydığını hissettiğim umutlar, karın tekmeleyen ağrılar ve yaftasız alıntılar... Derine doğru çektiği soğukları vardı. Kara mavisi buzul siyahları. Kara bana hep dağ gibi görünürdü. Kocaman, sarsılmaz ve güçlü. Şimdi fark ediyorum ki ben o dağın tepesinde tek başımaydım; o ise ardında sakladığı sessiz bir uçurumla iplerimi kopartıyordu.
Günler geçti gitti artık. Aralık ayı bitsin diye takvim yapraklarını üçer beşer koparmayı isterdim. Sonunda çıktım o hastaneden ama yediğim kurşun değil de ablamı hedeflemiş kurşun ağır ağır zehirliyordu ruhumu.
Çıkış işlemleri sonrası bedenim hala kendine gelemedi. Küçücük bir şeydi kurşun, ama darmaduman etti beni. Ablam eşyalarımı toparlarken Kara yanımdan mesafeli ama yakın ilerliyordu. "Daha iyi misin küçük kiracı?"
"Olurum," dedim ilerlerken. Olmalıydım çünkü böyle geçmezdi ömür. Hep sislerin kaybettiği yegane koyulardansa arada bir çiçeklerin açtığı pembe panayırları görmek gerekirdi.
Ablam çantayı Kara'ya uzattı ve koluma girdi. "Yürüyebilecek misin ablacığım?" diye sordu etrafa bakınırken. "Bir tekerlekli sandalye alalım istersen."
Güldüm yarım yamalak. Mutlu değildim ama. Ne hevesim vardı ne gülesim. Bir şeyler engelliyordu beni. Kafamda kocaman bir baskı vardı, gülmemek için elçilik yapan bir iç karartma gibiydi. "Kara taşır en kötü," dedim kendi kendime. Ablam duymadı.
Hastaneden çıktığımız gibi Kara kapıyı açıp geçmemi bekledi. "Yavaş," dedi elimi tutmaya çalışıp. Sonra ben binene kadar bedenimi takip etti gözleri. "Acıdı mı?"
"Yok iyiyim," dedim ve geriye yaslandım. Kara kapıyı kibarca kapattı ama bıkkınlıkla nefes verdi. O da mutlu olmamamla mutsuz oldu.
Eve giderken araba camından öylece dışarıyı izliyordum. "Annemi arayıp her şey yolunda diyeceğiz," dedi ablam kendi kendine arka koltukta otururken. Öne doğru eğildi ve ortamızdan başını bana çevirdi. "Özür dilerim tüm bunlar için."
"Senin bir suçun mu var ki özür diliyorsun?" dedim şaşkınlıkla ona dönerken. "Hem yaram geçti sayılır resmen, arada bir pansuman olacak o kadar. Bitti gitti." Gözlerimi belertip şoför kısmına baktım. Kara sakince geriye yaslı, arabayı kullanıyordu. "Birileri sağ olsun tamamen iyileşeyim diye beni günlerdir hastaneden çıkartmadığı için benim bir ağrım sızım kalmadı..."
"Kusura bakma Melek ya valla," dedi Kara sakince yolu izlerken. "Doktor gözetiminde durmanı istediğim için affet." Durup bana baktı kısaca ve tekrar yola çevirdi mavilerini. "İşte," dedi ve başıyla onayladı kendini. "Yanlış insanın yanında melek olsan..."
"...kanat sesinden rahatsız olur derler," diyerek tamamladım cümlesini. Zamanında söylemişti bana. Unutmadım. Şaşkınlıkla bana döndü. "Ne o Çakır? Sen bana söylediklerini unutuyor olabilirsin ama ben bana söylediklerini unutmuyorum. Bunu unutma."
Sırıttı yola dönerken. "Ben seninle yaşadığım hiçbir anı unutmuyorum, güzel kiracım."
"Asıl ben unutmuyorum," dedim kaşlarım çatılırken. "Sen daha üç ay önce bana söylediğin cümleyi unutmuşsun baksana."
"Bir şey derdim de," diye mırıldandığında kaşlarım havalandı.
"De bakalım," dedim merakla. "Söyle neymiş? De hadi."
"Açık olmak gerekirse hafızan beni etkiledi," dedi sırıtırken. "Daha fazlasını konuşamıyorum arabada malum şahıs var. Baş başayken hatırlat bunu bana. Sana unuttuğun birkaç anıyı anlatmak isterim."
"Hatırlatırım tamam," dedim camdan bakıp. İç çektim. "Unuttuğum anıymış. Peh! Ben hiçbir şeyi unutmam."
Kara benim için kurtarıcıydı ama düşmandı da. Asıl beni korkutan ise bunlardan hangisi olduğuna karar veremememdi. Müjgan teyzenin başına bir şey gelmediğini öğrendiğimde rahatladım ama içimdeki yaralar daha da derinleşti ister istemez. Körü körüne ağlatan birine bundan sonra güvenmek, bu kadar uzağa düşürdüğü inançlarla nasıl mümkündü ki?
Mahallenin girişinde arabayı durdurdu. Giriş kalabalıktı. Mahallede ters giden bir şeylerin olduğunu fark ederek kaşlarımı çattım. "Bu kalabalık ne ya?" dedim arabanın kapısını açarken. Sokak hareketliydi ve tıklım tıklımdı. Arabalar sokaktan çekilmiş, trafiğe kapatılmıştı. Kara arabadan inerken ablam benden önce inmiş şaşkınlıkla girişe bakıyordu.
Çocuklar ellerindeki balonlarla koşturuyorlardı. Şaşkın teyzeler etrafa bakınırken kahvehanedeki adamlar aralarında sohbete devam ediyordu. "Mahalle düğünü mü acaba?" dedi ablam merakla. Sonra bir anda çığlık atarak kolumu tuttu. Eliyle tepeyi gösterdi. Benim balkonumdan Kara'nın balkonuna bağlanmış, girişe kalın harflerle yazılmış kocaman, "Melek'in Pembe Panayırı," yazılı pankartı gördüm. Ağzım aralanırken minik adımlarla mahalleye girdim. Ablam da en az benim kadar şaşkındı.
Bir pamuk şeker standı vardı ve başında kimse yoktu. Çocuklar istedikleri kadar alıp gidiyordu. Bittikçe yandaki koliden yenileri ekleniyordu. Mahallede ilk defa çığlıktan ziyade kahkaha sesleri duyuyordum. Bir teyze gülerek yanımdan geçerken durdu ve tepedeki pankarta baktı. "Ah be Karahan," dedi kendi kendine elindeki file torbayla ilerlerken. "Bir aşk uğuruna koskoca mahalleyi şekerciye çevirdi."
Zeki kaldırıma oturmuş, sıra halinde ondan balon almayı bekleyen çocuklara bir bir balon şişiriyordu. Elindeki balonu şişirip çocuğa uzattı. "Torbacı gibi oturdum buraya ama neyse," diye mırıldandı. Durup beni görünce sırıttı. "Ah be ağır abim, büyük konuşurdu hep... Ama ne yapacağını çok iyi biliyor pezevenk! Anılarım depreşti resmen! Nostalji yaşıyorum!"
Şaşkınlıkla etrafa bakındım. Gözlerim Kara'yı aradı elbet. Buldum... Oradaydı. Kendi apartmanının kapısına omzunu yaslamış, elleri cebindeydi. Çevrede olup biten her şeyi görmezden gelir gibi bir ifadesi vardı. Kara'ya biraz ilerledim. "Bu ne şimdi?" dedim gülerken. "Melek'in Pembe Panayırı..." diyerek kıkırdadım. "Çok yaratıcısın, Çakır."
"Ben de anlamadım," dedi gözleri bana çevrilirken. "Çocuklar yapmış. Bilgim yok."
"Çocuklar yapmış öyle mi?" dedim gülerek başımı mahalleye çevirirken. Zeki oturduğu kaldırımdan balonları çocuklara uzatıyordu. "Çocuklar mı yaptı yoksa sen mi yaptırdın?"
Ona baktığımda yere bakarak sırıtıyordu. "Belki tam olarak Melek'in Panayırı değil ama yüzün güler diye düşündüm. Tekerlekli bir dönen salıncak getirtmek istedim ama buraya sığmıyordu hiçbiri," dedi. Ses tonu yine de ciddiydi. "İnadını kırman için çabalıyorum. Beni affet demiyorum ama en azından somurtmazsın belki."
Bir an duraksayıp kıkırdamaya başladım. Gözlerimiz sonunda buluştu. Ben gülerken hep onun gözlerine bakardım çünkü, o da bunu biliyor gibi gülmemle baktı gözlerime. "Sen," dedim gülerken. "Sen çok komiksin farkında mısın?"
"Oldukça ciddiyim," dedi şaşkınlıkla. "Bak böyle gül diye yaptım işte," diyerek kaşlarıyla pamuk şeker standını gösterdi. "Git al istediğin kadar. Müessese hediyesi. Yani senin..."
"Yani benim!" dedim hızla arkamı dönerken. Ben dönerken sırıtmaya başladı. Merakla oraya ilerledim. Ablam ise etraftaki çocuklara sataşıyordu. Bir pamuk şeker alıp Zeki'nin yanına ilerledim. Türkü söyleyerek balonun ucunu bağlıyordu. "Zeki sen iyi bayılmıyorsun bu kadar balon üflemeye," dedim kıkırdayarak.
"Sorma yengelerin gülü," dedi bağladığı balonu son çocuğa uzatırken. "Al eşeğinoğlu al." Çocuk balonu alıp koştururken gülerek yanına oturdum.
Atkımı hediye ettiğim küçük çocuk yanıma gelip bana bir kağıt uzattı. "Geçmiş olsun abla," dediğinde merakla kağıdı elinden aldım. İkimizin çöp adamdan resmini çizmişti. Altına da parlak bir kalemle "Geçmiş olsun," yazmıştı.
"Ama ben buna bayıldım," dedim gözlerim dolarken. "Harika olmuş. Çok teşekkür ederim yakışıklı!"
"Abla ya sen de," dedi çocuk gülerek. "Utandırıyorsun beni valla he."
"Lan!" dedi Zeki kaşlarını çatarak. "Höst! Çapkın Nuri Alço seni! Yürü len yengemize yamuk gözle bakma!"
Çocuk korktuğunda şaşkınlıkla ayaklandım. "Geri zekalı mısın Zeki?" dedim gözlerimi belertirken. "Ablacığım şaka yapıyor o yarım akıllı. Çok teşekkür ederim," diyerek yanağından makas aldım. "Bunu saklayacağım. Ellerine sağlık."
Çocuk telaşla yanımdan ayrılırken Zeki'ye dönüp sinirle yanına oturdum. "Sen hasta mısın ya? Niye korkutuyorsun çocuğu?"
"Alışmasın karılara yavşamaya pezevenk," dedi Zeki ellerini kaldırıp. "Bizde adam böyle yetiştirilir yenge."
"Ay sıçayım senin adamlığına," dedim mırıldanırken. Sonra durup etrafa bakındım. Kara aynı şekilde beni izliyordu. Başı hafif yana eğikti bu sefer. Sırıtıyordu. Ona dil çıkarttığım sırada yanına yaklaşan bir adam sonucu ellerini ceplerinden çıkarttı. Adam ona bir şeyler söyledi. Yere bakarak dinledi Kara. Hemen sonra girişe baktı. Onunla bir Zeki de girişe bakıp ayaklandı.
"Bu ne arıyor burada amına koyayım?" diye mırıldandı Zeki girişe ilerlemeye başlarken. Yerimden kalktığım sırada ablam hala etraftaki çocukların balonlarıyla ilgileniyordu. Arkalarından ilerledim.
"Evet?" dedi Kara elleri arkadan birleşmiş bir şekilde Haydar'a bakarken. "Sebebi ziyaret?"
"Geçmiş olsun," dedi Haydar elindeki çiçeklerle mahalleye bakarken. "Muhtar iyi çalışıyor. Haftaya da Melek ile kısır günü yapar mıyız?"
"Sebebi ziyaret?" dedi Kara tekrar. Sonra çiçeklere baktı. "Umarım benim kıza almamışsındır bunları."
"Hayır," dedi Haydar mahalleyi incelerken. "Oğlum tüm uyuşturucu baronları bu ara neden böyle pembik pembik? Yakında Ateş Böceği şarkısı eşliğinde dans da ederiz diye korkuyorum..."
"Kime?" dedi Kara çiçeklere bakarken.
"Şimdi kardeşim şöyle ki..." dedi Haydar ve sonunda boğazını temizledi. "Ben Gülsüm Hanım için getirmiştim bunları. Bu süreçte herkes onun kız kardeşi ile ilgilendi ama en büyük acıyı aslında Gülsüm Hanım yaşadı. Eşinden yediği darbe, eşinin gözlerinin önünde ölümünü izlemesi ve kız kardeşinin vurulması... Onun da bir çiçeğe ihtiyacı oldu-"
"Anladım," dedi Kara sözünü kesip arkaya bakarken. "Üstünü arasınlar. Sonra girebilirsin."
Bir oğlan Haydar'ın ceplerini, belini ve ceketinin içini kontrol edip bir adım geriye çekildi. Haydar hızla mahalleye girdi. Ablam bir kız ile balon oynarken Haydar boğazını temizleyerek ona doğru ilerledi. "Merhabalar Gülsüm Hanım."
Ablam doğruldu ve gülerken ona bakıp duraksadı. Sonra yavaşça gülümsedi. Haydar ona çiçekleri uzattığında şaşkınlıkla kaşlarını çattı.
"Ah!" diye bağırdı Zeki. Eliyle ağzını kapattı, "Bu yegane saf aşklar beni mahvediyor kuzum!" dedi yeşilçam tonlaması ile.
Merakla ablama bakıyordum. Şaşkınlıkla çiçekleri aldı. "Teşekkür ederim Haydar sağ olasın," dedi anlamsızca. Bana bakıp başını salladığında bilmiyorum anlamında alt dudağımı büzdüm.
Bir araba yaklaştı girişe. Arkamı döndüm. Müjgan teyze mahalleye geldi. Gözlerim kocaman açılırken Zeki bir anda, "Hortlak!" diye çığlık atarak koşmaya başladı. Telaşla arabaya doğru ilerledim. Kaya Müjgan teyzeyi arabadan indirdi.
"Aman oğlum dur," dedi Müjgan teyze hafif telaşla. "Yavaş." Sonunda indi ve mahalleye baktı şaşkın şaşkın. "Mahalle ilk defa benden bile daha genç duruyor." Durup Kaya'ya döndü. "Bu hali ne buraların? Çocuk panayırı olmuş."
"Gelmenin şerefine," dedi Kaya sırıtarak. Müjgan teyzenin hiçbir şeyden haberi yoktu. Mahalle saldırısında hepimizin mahalleyi boşalttığını sanıyordu. Sahte ölüm konusunu bilmiyordu elbette. Kaya onun valizini alıp içeri götürürken ben yalnızca onu izliyordum. Onun tekrar doğuşunu sanki. Etrafa bakınıp beni görünce duraksadı.
"Ah kızım," dedi gülerek. "Çok merak ettim seni ben. Gittiğimden beri aklım sende... Nerede kiminlesin hep merak ettim. Kayahan oğlum anlattı hep, iyi dedi." Hızla ona doğru adımlayıp bir anda sarıldım. Gözlerimi silmeye vakit bulamadım ağlarken. O kadar mutlu oldum ki istemeden inledim. Feryat gibi, ya da bir direniş. Belki de başkoyma, belki serzeniş. İnledim ama ağlarken. Kısık kısık inledim.
"Seni çok özledim," dedim ağlarken. "Ben seni çok özledim."
"Ah evladım," dedi saçlarımı sevip. "Hele ben? Sabahları ekmek getirirdin, güler şarkılar söylerdin. Beni bıraktılar bu hergeleler bir akrabama. Orada sıkıldım da sıkıldım..."
"Ay Müjgan teyze ya," dedim ağlarken. Sonra geri çekilip gözlerimi sildim. "Her şey düzeldi mahallede. Yanan yerler de onarıldı. Biz de onarılıyoruz yavaş yavaş."
"İyi çocuğum," dedi başını onaylar sallarken. "Beni eve götürüver."
"İmdat!" diye çığlıklar atarak dolanıyordu Zeki. Çocukların peşinden koşuyordu. Çocuklar gülerek ondan kaçıyordu. "Hortlak var! Yetişin a dostlar!" Gülerek Müjgan teyzenin koluna girdim. Haydar bu sırada mahalleden çıkmıştı.
Ablam ise şaşkın şaşkın beni izliyordu. Müjgan teyzenin evini havalandırıp hızla etrafı toparladım. "Buralar komple boyanacak," dedim onun yanına oturup. Koluna girdim ve başımı omzuna yasladım. "Senin evini tertemiz yapacağız. Bir de yeni çamaşır makineleri çıkmış. Bizim kazanlar gibi değil. Öyle oklavayla falan sıkmıyorsun ıslak kıyafetleri. Bir tuşa basıyorsun kendisi sıkıyor." Durup son valizi getiren Kaya'ya döndüm. "Mahallenin abileri sana ondan alacak teyzeciğim."
Kaya başını olumlu sallarken Müjgan teyze başındaki yazmayı alıp yana bıraktı ve soluklandı. "İstemem ben bir şey. Kendinize alın öyle şeyleri."
"İstersin istersin," dedim ona iyice sokulup. "Seni çok özledim."
Ablam merakla girişte elindeki çiçeklerle dikilirken ben ayaklanıp kahve yapmaya gittim. Bir yandan ağlıyor diğer yandan kahveyi pişiriyordum. "Abla tanışsanıza," dedim mutfaktan bağırarak. "Meşhur Müjgan teyze."
"Merhaba teyzeciğim," dedi ablam onun elini öperken.
"Siz de beni iyice şımarttınız," dedi Müjgan teyze ablamın elindeki çiçekleri alırken. "Sağ ol evladım. Şu vitrinde bir vazo vardı. Su koyuver de ekle çiçeklerimi içine." Ağlarken gülmeye başladım. Ablam hızla vazoya su ekleyip içine Haydar'ın ona aldığı çiçekleri yerleştirdi ve vazoyu sehpaya koydu.
"Ablam senin için onları yan mahalleden topladı da geldi," dedim gülerek tepsiyi sehpaya bırakırken. Heyecanla yanağından öptüm. "Kız Müjgan neşem yerine geldi biliyor musun?"
"Sen kilo vermişsin," dedi Müjgan teyze kaşlarını çatıp. "Benim yemeklerimi yemedin diye hep. Anana mahcup olurum. Talebe kızsın."
"Ya ya sorma," dedi ablam kendi kahvesini alıp karşıdaki tekli koltuğa geçerken. "Okulunu da hiç aksatmıyor. Her gün ders."
"Şey evet vurulmasaydım belki aksatmazdım," dediğimde ablam gözlerini kocaman açtı. Kısık söylediğim için Müjgan teyze duymadı ama ben sinirle ona döndüm. "Müjgan teyze bu Kara var ya beni çok kızdırıyor."
"Niye o?" dedi kahvesini içerken. "Oh valla huzuruma kavuştum," dedi ve duvardaki fotoğrafa baktı. "Vuslatımın fotoğrafı yanacak diye çok korkmuştum." Ayaklandı zar zor. Gidip fotoğrafı sevdi biraz. Sonra da bana döndü. "Ne diye kızdırdı? Kalbini mi incitti?"
"Evet," dedim merakla ona bakarken. "Hem de hiç gocunmadı biliyor musun? Hiç tereddüt etmedi beni üzerken."
"Olmaz," dedi yerine otururken. "Aşkta üzmek olmaz. Üzüyorsa aşk olmaz adı."
"Vuslat amca senin bir dediğini iki yapmamış sen ne bileceksin?" dedim kıkırdarken. "Sen şanslıymışsın. Hepimiz öyle pürüzsüz aşklar yaşayamıyoruz ki. İnsanız nihayetinde. Üzebiliyoruz da değil mi?"
"Müjgan teyzeme katılıyorum. Aşık insan üzmez," dedi ablam. Ona baktığımda boğazını temizledi ve bıkkın nefes verdi. "Ama bazen aşk için üzmek bile gerekebiliyor sanki."
"Üzdüğü kadar özür dileyecek," dedi Müjgan teyze kahvesini eline alırken. "Kırdığı kadar onaracak. Çok mu üzdü? Çok yalvaracak. O zaman olur bak o dediğiniz."
"Aşk her şeyi affeder mi?" dedim merakla ona sarılırken. Sürekli ona sarılmak istiyordum.
"Eder," dedi. "Etmezse adı aşk olmaz. Başka bir şey olur adı." Durup elini kaldırdı. "Ha!" dedi kocaman açarak gözlerini. "İhanet olmaz. Başkasına yan gözle bakarsa o affedilmez." Kahvesini içti. "Diğer şeyleri az çok göz ardı edebilirsin."
"Dayak?" dedi ablam merakla. "Sence kadına şiddet göz ardı edilebilir mi?"
"Kadına vurulur mu?" dedi Müjgan teyze gülerek. "Çiçekler koparılır mı hiç topraklarından?" Eliyle vazoyu gösterdi. "Böyle suya koyarsın ama çoktan ölmüştür o. Suyla ikna edersin bedenini diri tutmasına ama yavaş yavaş çürür."
Yavaş yavaş çürürdü. Anlamazdın bile öldüğünü. Su hayat sanırdın ama o yalnızca bir roldü. Yaşam rolü.
Eve girdiğimde düşünüyordum. Kara çabalıyordu. Bunu görebiliyordum ama bazen insan daha fazlasını da görmek istiyordu. Açgözlülüktü bu belki, belki de karşıdakinin çabasını izlemekti. Güzeldi ama. Kara'nın çabaları güzeldi. En az beni yıktığı kadar çok uğraştıracaktım onu.
Ablam çay demleyip annemle konuştuktan sonra yemeklik bir şeyler almaya çıktı. Balkona geçtim, uzun süredir aksattığım okulla ilgili kitaplara bakındım. Balkona çıkmak istedim çünkü Kara'nın yatak odası ışıkları açıktı.
Hırkamın kollarını iyice çekip avuç içlerime kadar uzattım ve koltuğa oturup sandal ağacı kokulu bir mum yaktım. Kalemi elimde döndürüp konuları okuduğum sırada Kara'nın balkon kapısı açıldı.
"Küçük panayırcı?" sesi ile ona baktım. Sigara yakıp pufuna oturdu ve denize bakarak elindeki bira şişesini başına dikti. Dudaklarını yaladı, devam etti. "Mumlarının kokusu balkonumu şenlendirmeye başladı."
"Çocukları ilk defa bu kadar çok gülerken gördüm bu mahallede," dedim kalemi bırakıp tamamen ona dönerken. "Parkta oynarken bile bu kadar mutlu görünmüyorlardı."
Yan profilini izledim. Dumanı üfleyip başını bana çevirdi. İki balkonun ortasında asılı pankarta baktı. "Sen de uzun süredir böyle mutlu görünmüyordun, Melek."
Gözlerimi gökyüzüne kaldırdım. Bulutlar çok yoktu. "Sence yıldızlar kendi parlaklığının farkında mı?"
"Bilmem," dediğinde ona baktım. Denizi izliyordu. "Sen kendi güneşinin alevinin farkında mısın?"
"Saçlarınız doğal sarı mı?" dedim yüzümü ekşitip sesimi inceltirken. "Güneş gibi sarı sarı."
Güldü. Gözleri kısıldı ama bana bakmadı. Birasından bir yudum daha içip dudaklarını yaladı. "Bana orada abi demen biraz ağır oldu," dedi keyifle. Sonra bana döndü. Yüzleşir gibi. "Çok üzüldüm biliyor musun? İncindim."
"Saçmalama," dedim şaşkınlıkla. "Ben şakasına yaptım. Seni üzmek için değil," dedim ayaklanırken. Balkon demirlerine ellerimi koydum. "Kara? Bana bakar mısın?"
"Yaşlı olduğumu biliyorum," dedi ve duraksadı. "Sana göre en azından." Sonra iç çekip sigarasını küllüğe söndürdü. "Ah ulan gamsız hayat..."
"Alınmasana," dedim omuz silkerek. Bacağımı ritim tutarak titretmeye başladım istemeden. "Kara," dedim telaşla. "Alınma. Şaka yaptım sadece."
"Yani," dedi ve ayaklandı. "Bir lafına gülcü karıları getirip olayları aydınlatıyorum. Öyle hassasım bu konuda." Sırıttı alayla. "Şimdi sen gelip inadına yaptın gibi oldu."
"Çok saçmalıyorsun," dedim ayağımın ritmini arttırırken. Stresten delirecektim. Haklıyken haksız konuma düşerek ondan af dilemek istemiyordum. "Resmen bilerek üste çıkmak için yapıyorsun Kara. Belli suratından."
"Tam gece on ikide," dedi kaşları ile çatıyı işaret ederek. "Seni çatıya bekliyorum."
"Çatı mı?" dedim şaşkınlıkla. "Ne çatısı? Ne yapacağız? El ele aşağı mı atlayacağız?"
"El ele uçacağız," dedi içeri geçerken. "Bekliyorum gece."
Kapısını kapattığında şaşkınlıkla sandalyeye oturup kitabı elime aldım. Ablam bu sırada eve gelmiş akşam yemeğini hazırlıyordu. Bir süre oyalanıp içeri geçtim ve ablama yardım ettim.
Müjgan teyzeye inip ona da yemek götürdüm. Eve çıkacağım sırada Hakan apartmanın dibinden fısıldadı. "Melek," dedi telaşla. "Kara abiye söylemeyeceksin değil mi?"
"Söylemeyeceğim ama sen de Kaya ve Melisa adına ettiğin o büyük lafları yutacaksın," dedim sinirle. "Kimsenin ilişkisine burnunu sokma."
"Tamam tamam," dedi fısıltıyla. "O an gaza gelip erkeklik yaptım da benim onlara bir şey yapmaya gücüm yeter mi sence?"
"Bence de," dedim merdivenleri çıkarken. "Yine de hırsların yüzünden de olsa bunu bana söylediğin için teşekkür ederim Hakan. Belki de söylemesen şu an sahte bir mezarın önünde ağlıyordum."
"Eyvallah," dedi dükkanına girerken. Eve çıkıp ablamla yemek yedim. Ablam ara ara ağlıyordu. Kasetlerden sürekli acıklı müzikler açıyordu. Arabesk dinlediği sırada saate baktım.
"Abla sen geç benim odamda uyu. Ben salonda yatacağım," dedim merakla.
"Ben buraya iyiyim," dedi ve koltuğa bir çarşaf serip uzandı. "Git beni acılarımla baş başa bırak."
"Ya hadi!" dedim sinirle. Hemen sonra saate baktım. "Ben salonda uyuyacağım. Balkonda ders çalışacağım zaten."
"Melek beni acılarımla baş başa bırak," dedi ve müziği mırıldanmaya devam etti. "Haydar ne yaptı öyle be?"
"Abla o sana aşık oldu," dedim ayakucuna otururken. Kıkırdadım. "Hanzonun içinden resmen bir İstanbul Beyefendisi çıktı. Gülsüm Hanım da Gülsüm Hanım..."
"Sen sabır ver," dedi ablam tavana bakıp. "Daha neler göreceğim bu hayatta?"
"Duygusal boşluktasın ya hemen faydalanmaya çalışıyor bu durumdan. Tipik erkek," dedim gülerken. "Eniştemin kemikleri sızlar İnşallah."
"Toprak kabul etmesin onu," dedi gözleri kapanırken. "Melek git başımdan uyuyacağım." Yanağını öpüp ayaklandım. Durup bileğimden tuttu. "Ben her zaman kendi elde edemediğim özgürlüğü sen elde et istedim. Biliyorum mizacım sert, ama yemin ederim senin için tüm davalarım."
"Biliyorum," dedim. Sonra derin nefes verdim. "İyi ki benim ablamsın. Sen dünyanın en tatlı sert ablasısın!"
"Tamam git," dedi gülerken. "Yürü odana."
Odaya geçip yatağa uzandım. Gözlerim komodindeki saatte dolanıyordu. Saat on ikiye yaklaşıyordu. Battaniyeleri birbirlerine bağlayıp camdan aşağı sarkıtmayı ve öyle inmeyi düşündüm ama sonradan kurşun yarası acır diye cesaret edemedim. Biraz oyalanıp kapıyı araladım. Ablam koltukta uyukluyordu. Yere eğildim. Emekleyerek yerde dış kapıya kadar ilerledim. Başını kaldırsa görecekti.
Yerde korkuyla elimi kaldırıp kapının kulpunu açtım ve yavaşça anahtarları alarak evden çıktım. Kapıyı kapatırken korkudan gözlerimi de kapattım. Hızla kalkıp ayakkabılarımı giydim ve montumu çekip merdivenleri indim. Karşıya geçtiğim sırada heyecandan ölecektim.
Kara'nın dairesine çıkıp kapısını tıklattım. Cevap gelmedi. Apartman buz gibiydi. Şaşkınlıkla tekrar tıklattığımda koridorun sonundaki merdivenlerden bir ses duydum. "Buradayım," dedi. Başımı çevirip merdivenlere baktım. Çatıya çıkan merdivenlerin tepesinden bana el salladı. "Gel yukarı."
"Neden çıkıyoruz ya?" dedim gülerek tepeye çıkarken. Merdivenleri çıkıp apartmanın çatısından etrafa baktım. Şehir daha da bir ayaklarımın altındaydı. İzmir'e sahip değildim belki ama yanımdaki adam sayesinde kocaman bir dünyaya sahiptim. Minik bir kömür sobası ve battaniye vardı çatıda.
"Burada uzanıp seninle yıldızları sayacağız," dedi ve elimden tutup bizi battaniyeye götürdü. Ayakkabılarımı çıkartıp battaniyeye girdim ve gözlerimi yukarı kaldırdım. Termosa yaptığı çaydan uzattı ve gözlerini tepeye çıkarttı. "Hatırlıyor musun yıldızları sayamadığımızı?"
"Ha?" dedim merakla ona dönüp yavaşça iki elimle birden tuttuğum karton bardağa üflerken. Sonra minik bir yudum aldım. "Ne yıldızı ne sayması?"
"Ben hatırlıyorum," dedi ve sigara yakıp bana döndü. "Bulutlar çoktu, sayamamıştık."
"Ne zaman?" dedim gülerken. "Bence başkasıyla karıştırdın."
Sırıtarak önünde döndü. "Pembe Panayır?" dedi gülümserken. "Onu hatırlıyor musun?" Onu merakla izlediğim sırada sigarayı dudaklarının arasından çekti. "Ben hatırlıyorum."
"Dayak yememek için polisten kaçtığımızı?" dedi gözleri yıldızlarda dolanırken. "Ben hatırlıyorum. Sırf canını yakmasınlar diye kaçmıştım o kadar. Yoksa ben çok dayak yedim, alışıktım." Bana döndü gülümserken. "Sana bir şey olur diye korkmuştum. Hatırlıyor musun?"
"Ben neyden bahsettiğini pek anlamıyorum," dedim şirin bir sesle. "Galiba bira seni sarhoş etti."
Gülerek önüne döndü ve sigarasını yana doğru söndürdü. "Belki de sen ettin," dedi. Geriye yaslanıp yavaşça yutkundu. "Sen beni sarhoş ettin." Kaşlarıyla çatının kenarındaki kuş yuvasını gösterdi. "Pembe Panayır hikayesini anlatayım mı sana?"
"Anlat," dedim merakla bir yudum daha çay içerken. Burnum soğuktan kızarmıştı ama çay içimi sıcacık etti. Belki de Kara'nın kokusu uyuşturduğu için bedenimi üşümüyordum.
"Bir zamanlar Han diye bir mahallede her kuşun kendi yuvasına döneceğine inanılırmış," dedi. Sigara dumanını içine doldurdu. Ağır ağır devam etti, "Eğer ki dönemeyeceklerini anlarlarsa Han Mahallesi'nin gölünün dibindeki büyük kayalıklara konarlarmış. Bu, artık yuvalarını terk ettikleri anlamına gelirmiş."
Merakla yan profilini inceliyordum. Söylediklerini dinliyordum ama yüzünü izlerken ara ara dikkatim dağılıyordu. "Bazen insanlar da böyle kaybolurlar ve geriye dönmek için cesaret bulamazlar. Sonra kondukları yeni kayalıklarda yeni bir hayata başlarlar." Durup bana döndü. "Ben de kayboldum. Kayıptım. Ama ben kayalığa konmak istemedim. Zor geldi yeni bir hayat."
"Sen nereye kondun Kara?" dedim merakla.
"Melek'in pembelerine," dedi gülümserken. Bana döndü sonra. "Ama ben uçarken o kadar çok toz yutmuşum ki o pembeleri istemeden griye kaçırmaya başladım."
"Belki de orayı güzel yapan griye kaçan pembeleridir," dedim heyecanla. "Çiylerin karaları gibi işte. Sen demiştin bunu da. Bizi de güzel yapan budur."
"Güzel değiliz," dedi gülümserken. "Sen çok güzelsin sadece."
"Sen de," dedim heyecanla ona bakarken. "Barışmadım seninle ama sen gördüğüm en güzel adamsın Kara."
"Öyle mi?" dedi gülümseyip önüne dönerken. "Çok şımartıyorsun beni." Hızla yanağını öptüm. Kalbim zonkladı.
"Sen de beni hep şımartıyorsun," dedim nefes nefese kaldığımı anlamazken. "Çok güzel bakıyorsun. Güzel konuşuyorsun..." Durup utandım ama söyledim. "Güzel dokunuyorsun bana, tenime."
Bana çevirdi başını. "Güzel mi dokunuyorum?" diye sordu. Olumlu salladım başımı. Gözlerim ister istemez kollarına kaydı. "Avuçlamak mı istedin?" dedi alayla. Alt dudağımı ısırdım gülerken. Delirdim sanki.
"Evet," dedim başımı onaylar sallarken. "Nereden bildin?"
"Melek," diye fısıldadı. Bana doğru döndü ve dudaklarını yavaşça dudaklarımın yanına doğru bastırdı. Buz gibiydi. İçim yandı. "Melek," dedi tekrar. "Ben senin nefesini bilirim Melek."
AYIPLI SAHNE!!!!!!!!!!!!!
Dudakları yavaşça dudaklarıma dokunmaya başladı. Sonra öpüşmeye başladık. Nefes almayı kestim bir süre. Ne yapacağımı bilemediğim sırada kibarca üzerime doğru bedeninin ağırlığını verdi. Maksadı beni sırt üstü yatırmaktı. Kurşun yarasına dikkat ede ede çıktı üzerime. Bacaklarımı iki yana açıp tam ortasına bedenini bastırdı ve ellerini çatının beton zeminine koyarak beni altında küçücük bıraktı.
"Melek," dedi dudaklarımızı ayırmadan. Hırsla soludu burnundan. Dudaklarımı sertçe çekiştiriyordu. Arada bir dişliyordu. Ellerimi boynuna doladım ve ona sıkıca sarıldım. Ona karşılık verirken istemeden inledim. "Ses çıkartma," dedi.
Bir eli yanımdan çekildi ve eşofmanımın içine doğru elini soktu. Buz gibiydi eli. Ürperdiğimde dudaklarımızı anlık çekti. Aralık ağzıyla baktı bana. "Su gibisin," dedi. Eli külotumdan içeri girdiğinde göğüs kafesim deli gibi kalkıp iniyordu.
Parmakları yavaşça beni okşamaya başladı. Dudakları tekrar dudaklarımı örttüğünde gözlerim kapalıyken kaydı sanki yukarı doğru. Sobanın odunlarının cızırtısına bizim birbirine giren nefeslerimiz eklendi.
"Durma," dedim sessizce. Hızla saçlarına karıştırdım parmaklarımı.
"Durmam," dedi gözleri alev alırken. Parmaklarına benim ıslaklığım karıştığında yanarken güldü. "Cayır cayırsın."
"Devam et," diye fısıldadım. Dudaklarıma saldırdı. Öyle sert öpüyordu ki bu eş zamanlı beni okşamasını da etkiledi. Deli gibi bastırmaya başladı parmaklarını. İstemeden kıvrandığım sırada gözlerimi kapatabildiğim kadar çok kapattım. Sıkıca sarıldım Kara'ya. Tutundum sanki.
"Kara," dedim öpüşürken. "Kara devam et."
"Yüzüme otursana," dedi dudaklarımızı ayırırken. "Hadi."
"Ne?" dedim nefes nefese. Başını onaylar salladı kendi kendine. Aklı yıldızlara kadar çıkmıştı sanki. Yanıma sırt üstü uzandı hararetle. Elleriyle kocaman gösterişli bedenini gösterdi.
"Hadi gel buraya," dedi dudaklarını yalayarak. "Gel o sırılsıklam amcığı yalayayım."
Gözlerim kocaman açılırken ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakındım. Çatıdaydık. Hava soğuktu ve ben zevkim yarım kaldığı için tir tir titriyordum.
"Hadi güzeller güzelim," dedi koyu sesi ölüm gibi akarken. Öyle vahşi öyle serindi ki hızla eşofmanımı indirdim. Alev aldım o buz soğuğu havada. Bir anda bacaklarımı iki yana açtım ve kucağına oturdum. Bacaklarımdan tutarak beni yüzüne doğru yakınlaştırdı.
"Sakın," dedi gözleri amımdayken. "Sakın ses çıkartma tüm mahalle duyar."
"Tamam," dedim kısık ama hırsla. "Nasıl yapacağız şimdi? Ne yapayım?" dedim heyecandan ellerim titrerken.
"Sen sadece yüzüme otur," dedi dudaklarını yalarken. "Sonra da tadını çıkart."
Beni yüzüne doğru çekti ve bir anda dudaklarını amıma bastırmaya başladı. Diliyle sürterken elleri popoma gitti ve popomu avuçlamaya başladı. "Of," dedim elimle ağzımı kapatıp. Çatıdan sağa sola baktım. Denize baktım dili amımda gezerken. Başımı indirip ağzımı araladım. "Of Kara bu çok güzel."
Popomdan tutup hafifçe sürttü yüzüne. Amım bir anda çenesine doğru indi geldi. Sakalları battı ama acıtmadı. Aksine yangınıma yangın ekledi. Dudakları amımı deli gibi çekiştirirken başımı havaya kaldırdım. Yıldızlara baktım bu sefer. Ben oraya gittim sanki. Yüzünde yavaşça sürttüm bedenimi.
"Of," dedim sessizce. "Deliriyorum Kara." Amımı emerken sürekli diliyle de sürtüyordu. İnce ince inlediğim sırada ona doğru başımı eğdim. "Bu çok güzel."
İnlemelerimi kontrol edememe sebebim gözlerimin kararmasıydı. Yıldızlar o kadar parlaktı ki sanki kör olmuştum. Ağlamaklı bir ifadeyle ona bakıyordum.
"Kara," dedim sesim ağlamaklı çıkarken. "O kadar utanıyorum ki..."
Dudakları amımdan çekilince bir anda ürperdim. Soğuk hava buza çevirdi sanki orayı. "Tadını çıkart Melek," diye fısıldadı. Hemen sonra başını tekrar oraya gömdü.
Elimle ağzımı kapatıp başımı onaylar salladım. Ağlamaklı ifadem yavaş yavaş sırıtmaya döndü. Sessiz inlerken güldüm ve yüzünde yavaşça sürttüm bedenimi. Öylesine azdım ki suratına kendimi gömmek istedim. Bastırdım yüzümü iyice. Hırladı bir anda. Burnundan verdiği nefes amımı yaktı tekrar. Beni yüzüne sürtmem için popomdan sıkıca tutup itmeye başladı.
Teslim oldum ona. Beni yüzüne sürtmesine izin verdim. "Kara," dedim bayık bayık gülerken. "Çok güzel."
"Hay sikeyim, tadın çok güzel Melek," dedi dudakları sertçe amıma sürterken. "Sen çok güzelsin."
"Tadımı beğeniyor musun?" diye sordum derin bir nefes alırken. Bu o kadar utanç verici bir sohbetti ki aslında ama bedenim hengamede anlamadı bunu.
"Tadın için seni bile yakar geçerim," dedi dudaklarını sertçe yalarken. Elleri bacaklarımdan sıkıca tuttu. "Hadi görsel şölenime renk kat. Boşal yüzüme," dedi fısıltıyla. "Boşal yoksa tutup sikeceğim seni şimdi."
"Oh," dedim heyecanla. "Tamam."
Dili deliğime doğru kaydığında yüzünde sürtünmem hızlandı. Amım sürekli dudaklarına, oradan burnuna çarpıyordu. Onu izlerken iki elimle saçlarından tutup kendime doğru bastırdım, "Of... Devam et. Sakın durma."
Güldü amımı yalarken. Hoşuna gitmiş gibi. Aklı gitmiş gibi. Gözlerim yukarı doğru kaydığında inlemelerim bağırmalara dönmüştü. Hızla elimle ağzımı kapattım. İnce ince, sessiz sessiz inlerken sürtündüm yüzünde.
Zevkten ağzım kapalı sırıttım. Sırıtmamın hemen ardından yüzüm ağlamaklı bir ifade aldı ve saçlarını tutan ellerim kıpırdandı. "Boşalacağım şimdi."
Deli gibi nefes alıyordu. Bacaklarımı sıkıca tutarken başını hafif yukarı kaldırıp gözlerimizi birleştirdi. Dili deli gibi deliğimi ıslatıyordu. Mavileriyle göz göze gelmenin hazzıyla bir anda boşalmaya başladım. Ellerimle ağzımı kapatsam da gözlerim açık kaldı. Gözlerimiz de birbirlerine bakarak boşaldı sanki. Ben boşladıkça hazla nefes verdi. Verdiği her nefes amıma çarptı.
"Kara," dedim boşalırken. Sesim çıkmadı elimle kapattığım için. Gözlerim aşağı indiğinde yüzünde oturduğum adamın bana aklımı kaybettirmesini izliyordum. Boşalmam bitse de deliğimden akan zevk sularından bir damla bile heba etmemek adına oramı emmeye devam ediyordu. "Boşaldım," dedim. "Kara," dedim. Durmadı. Hala emiyordu. "Boşaldım," dedim nefes nefese. "Akıyor," dedim inlerken. Huylandım ama durmadı. "Dur artık," dedim gülerken. "Kara," dedim ellerimi çekip. Kalkmaya çalıştım ama bacaklarımdan sıkıca yakaladı. Yüzünden kaldırmadı. "Dur artık," dedim. "Kara dur." Sonunda burnunu oraya gömdü ve depderin bir nefes aldı. Yavaşça öptü son kez. Sonra ellerini çekti bacaklarımdan. Hızla yüzünden kalkıp yanına oturdum.
Tir tir titrerken gülerek baktım ona. "Çok utandım," dedim hızla dudaklarımı yalarken. Doğruldu bir anda. Nefes nefese dudaklarıma yapıştı.
"Dayanamıyorum amına koyayım," dedi üzerime çıkarken. "Sikeceğim seni. Dayanamıyorum."
"Ama," dedim ama fırsat vermeden dudaklarıma yapıştı. Eli aşağı gitti. Kendi altını çıkartacağı sırada bir an duraksadı. Nefes almayı kesip geri çekildi. Gözlerime bakıp toparladı kendini. Sonra yanıma uzanıp cebinden bir sigara çıkarttı.
"Ama," dedi. "Daha değil. Kendine gel Kara." Kendi kendine söylenip nefes verdi. "Çok zorlanıyorum ama."
Dudaklarımı yalayıp ona doğru yanaştım ve eşofmanımı üzerime çekip ona sokuldum. Kıkırdadığım sırada rahatlamanın verdiği huzurla gülüyordum. "Evlenmeden olmaz!" dedim gülerken. O an kendini durdurmasaydı ben onu durdurmazdım aslında.
AYIPLI SAHNE BİTTİ !!!!!!!
"Evlenmeden olmaz," dedi ve sigaradan bir duman çekip başımdan öptü. Kolu beni sardı. Diğer elindeki sigarayı uzağa tuttu. "Olmaz bebeğim."
"Evet olmaz," dedim kıkırdarken. "Çok ama çok utandım Kara."
"Ölürüm sana," dediğinde gözlerimi kapattım. Yorganı üzerimize çekerken yavaş nefes verdim.
"Yıldızları saymadık ama ben yıldızlara gidip geldim," dedim eğlenceli sesle. "Sayende."
"Rahatladın mı güzel kiracım?" dedi keyifle. "Mutlu edebildim mi? Kara her zaman emrine amade güzel kiracım."
"Çok," dedim gözlerim sıkıca kapalı. "Çok mutluyum." Durup başımı kaldırdım. "Barışmadık Kara sakın aksini düşünme."
"Tamam barışmadık," dedi gülerek. Alnımı öptü kısaca. "Ölsün Kara sana. Ölsün uğruna."
"Kara ya," dedim hızla omzuna başımı yaslayıp. İç çektim. "Biliyor musun ben aslında-"
Mahalle aydınlanmaya başladı. Mavi kırmızı ışıklar bir anda gökyüzüne yansıdığında Kara ayaklandı ve aşağı doğru baktı. Hemen arkasından aşağı başımı eğdim. Gözlerim kocaman açıldı. Onlarca polis arabası mahallenin dibindeydi.
İnsanlar ne olduğunu anlamazken Kara hızla aşağı doğru inmeye başladı. "Sen gelme sakın," dedi. Peşinden ineceğim sırada duraksadı ve bana döndü. "Sakın," dedi başını olumlu sallarken. "Sakın gelmiyorsun. Burada bekle. Ben halledip döneceğim yanına."
Başımı olumla salladım ama yukarıdan öylece bir film gibi aşağıyı da izleyemezdim. Mahallenin girişindeki bir adam öfkeyle bağırıyordu. Polis üniforması yoktu. Kaşlarım çatıldı ona bakarken. "Aziz?" sesi ile kendi balkonuma baktım. Ablam balkondan aşağı bakıyordu. Aziz başını kaldırıp ablama baktı ve sırıtarak eliyle gel işareti yaptı.
"Gel bakalım katil seni," dedi ve etrafa bakındı. "Melek Hanım ve psikopatı nerede?"
"Melek uyuyor," dedi ablam şaşkınlıkla. "Ne yapıyorsun sen?"
"Kağan enişteyi öldürmenin bedelini hepiniz ödeyeceksiniz. Vurulan kız kardeşin bunu ihbar etmediği için ve sen de yardıma yataklık ettiğin için sizi şikayet ettim," dedi Aziz sinirle etrafa bakınırken. "Beni döven o psikopata da ödeyemeyeceği kadar büyük bedeller biçtim. Nerede o?"
Ablam şaşkınlıkla içeri geçtiğinde koşarak aşağı inmeye başladım. Tüm bunlar yetmez gibi bir de ablam benim evde olmadığımı fark edince çıldıracaktı. Aşağı indiğim sırada Hande sinirle girişte bağırıyordu. "Defolun ya! Yeter artık! Yan mahallede öldü o adam! Defolun oraya!"
"Ne biçim konuşuyorsun sen?" dedi bir polis sinirle ona bakarak. "Alalım bu arkadaşı."
Hande'yi almaya çalıştıkları sırada sürekli bağırıyor, kendini çekiştiriyordu. "Bırakın ya! Abi!"
"Tamam!" dedi Kaya korkuyla atılarak. Polislere para vermeye çalıştı ama Aziz elindeki kocaman fotoğraf makinesi ile etrafı çekiyordu.
"Yarın gazetelerin ilk sayfasında olacaksınız," dedi başını onaylar sallarken. "Geçmiş olsun."
"Tamam bırakın kızı," dedi Kaya öfkeyle. "Kardeşim o benim, bıraksana kızı. O ne yaptı da şimdi alıyorsunuz? Alo!"
"Bunu da alalım," dedi diğer polis Kaya'nın ellerini kelepçelerken. Kaya başını yana atıp bağırdı. "Baş ağrıtıyorlar. Zorluk çıkaranların hepsini alalım."
"Ama böyle iş mi olur birader?" dedi Kaya öfkeyle. "Üç saate bırakacaksınız zaten."
"Çekme lan!" sesi ile bir anda Zeki'nin Aziz'in elindeki kamerayı alıp yere fırlatma anına şahitlik ettim. "Bu kamerayı senin götüne sokarım orospu çocuğu. Ne çekiyorsun? Açayım da götümü çek lan!"
"Hemen alın! Saldırıyorlar!" dedi Aziz bağırarak. "Kameralarımıza saldırıyorlar! Hemen toplayın bu mikropları!"
"Savcıyım lan ben!" dedi Zeki öfke kusarak. Tükürükleri saçıldı. Polise parmağını kaldırdı. "Bana dokunmak için git müdüründen izin al lan önce!"
"Yalan söylüyor!" dedi Aziz sinirle. "Savcı falan değil, uyuşturucu bağımlısı bir şizofren bu. Babam tanımaz mı böyle savcı olsa! Hemen alın babama hepinizi şikayet ederim!"
"Çok pis ödeyeceksiniz lan!" dedi Zeki arabaya sürüklenirken. "Bittiniz oğlum siz. Hepinizin adını alacağım karakolda. Savcıya dokunulmazlık ihlalinden hepinizin hayatınızı karartacağım lan ben! Zeki lan benim adım! Zeki!"
Ablam bağırarak apartmandan çıkarken, "Melek! Neredesin?" diye haykırıyordu. Karşı apartmanın dibinde nefes nefese dikildiğimi görünce duraksadı. "Ablacığım ne arıyorsun sen orada?" dedi korkuyla. Yutkundum başımı olumsuz sallarken. Kara'ya bakındım. Polislerin dibinde bıkkınlıkla duruyordu. Beni görünce sinirle nefes verdi.
"Ne dedim ben sana?" dedi öfkeyle. Korkudan nefesimi tuttum. "Ne dedim kızım ben sana? Niye iniyorsun aşağı?"
"Ama ablamı alacaklar," dedim, sesim çıkmadı bile.
"Gidin lan mahalleden!" dedi bir mahalleli sinirle. Bu sırada Hande, Kaya ve Zeki çoktan arabaya bindirilmişti. Zeki sürekli bileğindeki kelepçeyi ısırıyor, bağırıyordu. Hande ise öfkeyle küfür ediyordu.
"Buradasın," sesi ile Aziz'e baktım. Gülüyordu. Arkadan gelen ışıklar yüzüne yansıdığında gözlerimi korkuyla kapattım. "Cinayet anında oradaydılar ama hiçbiri ihbar etmedi. Vurulan ve ablası da oradaydı. Asıl suçlu bu kadın ve kız kardeşidir."
Birkaç adım geriye attığımda Kara sinirle bileğimden tutup arkasına çekti beni. "Beni dinle polis. Sen bu herifin babasını tanıyorsun ama bizi tanımıyorsun. Bizi tanımayı da kimse istemiyor. Anladın mı?"
"Çekilin beyefendi," dedi polis Kara'ya sinirle bakarken. "İşimizi yapmamızı engelliyorsunuz. Beni tehdit ederseniz alırım sizi de."
"Abla?" dedim korkuyla. Bir kadın polis ablama kelepçe takarken ben şaşkınlıkla onu izliyordum. "Ya bırakın!" diye bağırdım. "Ablamı niye alıyorsunuz bıraksanıza! Biz bir şey yapmadık! Aksine biz mağduruz!"
"Tamam," dedi Kara polisle aramda dururken. "Karakolla uğraşmayalım. Halledelim burada. Kızı almayın benden."
"Çekilin son ikazım," dedi polis sinirle. "Sizi de almak zorunda kalacağız."
"Ya alsanıza!" dedi Aziz sinirle. "Alın bu kızı da önündeki adamı da! Katil bunların hepsi!"
Polis bir anda bileğimden kavrayıp beni çekiştirince çaresizce sürüklendim. "Lan bıraksana kızı! Canı acıyacak! Hey!" dedi Kara sinirle. Hemen arkadan beni çekmeye çalıştı.
"Kara," dedim korkuyla ona bakarken. "Tamam sus artık lütfen. Yalvarırım sus. Sana bir şey yapacaklar şimdi sus."
"Canı yanacak amına koydurtmayın buranın!" dedi Kara öfkeyle. "Bırak lan kızı!" Polisi ittiği anda bir anda bir sürü polis ona doğru adımladı. Bir tanesi sertçe vurup onu yere düşürdü.
"Kara!" diye bağırdım. Elimi çekiştirmeye çalıştım. "Bırak!" diye çığlık attım. "Vurmayın! Kara!" Vuruyorlardı. Dövüyorlardı. Dayak yiyordu.
"Bırakın lütfen!" dedim ağlarken. "Bırakın vurmayın! Yalvarırım vurmayın!" Tekme yedi. Bir kadın beni ablamla Hande'nin yanına oturturken çığlık atıyordum. "Bırakın! Kara! Yapmayın yalvarırım! Nolursunuz!"
Bir mahalleli polise vurmaya kalkınca diğer polisler onu da yere yığdı.
"Uzak durun!" dedi polis silahını mahalleliye tutarken. "Yaklaşanı vururum!"
Kara'yı kurtarmaya çalışan kalabalık mahalleli soluk soluğa onun tekmelenmesini izledi. Kara'yı yüz üstü yere yığdılar. Kocaman bedeni şeytan taşlanır gibi dövülüyordu. Yanağını sertçe asfalta bastırdılar ve ellerini ters kelepçelemeye başladılar. Göz göze geldik. Göklerden akan bir günah gibiydi bakışları. Yere kan tükürdü. Bir daha vurdular ellerini arkadan kelepçelerken. Sonra bir daha. Daha hiddetle. Tekrar vurdular. Gözlerimizi ayırmamaya çalışıyordu. Hala beni kontrol etme derdindeydi. Çaresizlik doluydu nefes alışı, derine doğru çektiği soğukları. Güçlü bedeni daha fazla acıya dayanamadı. Gözlerini kapattı. Göremedim artık, kara mavisi buzul siyahlarını...
...
Neler düşünüyorsunuz bölümle ilgili? Sohbet edelim!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.68k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |