25. Bölüm
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 24. BÖLÜM : ÇİYLERİN HATIRI KALIR

24. BÖLÜM : ÇİYLERİN HATIRI KALIR

petrikor.
yagmurluhikayeler


24




 

"Aynı günde dört mevsime şahit olmak gibi bir şey bu," demişti Özdemir Asaf bir şiirinde. Devam etti. "Önce özlüyor, sonra ağlıyor. Akşamları küsüyor, geceleri çok seviyorum."

Artık aralık ayına geliyorduk. Yine de benim içlerinden en sevdiğimdi sonbahar çünkü sonbahar kor yakardı. Yağmur mevsimi bana kötü sonlu masalları da anımsatırdı. Hem, her masalda illa prens ve prenses olmak zorunda mıydı? Bazılarında tek dişi kalmış canavarlar, bazılarında cadılar, bazılarında ise kötü sonlar olmalıydı. Hayatın sonu ölümdü, nitekim iyi sonlu masallar sadece avutmaydı.

İpek kumaşlı kaplamaları olan araba koltuğunda otururken başımı cama yaslamış, dışarıyı izliyordum. Arka koltuktaydım. Eniştem arabayı kullanıyordu. Ablam onun yan kısmındaki koltukta elindeki büyük harita ile yolu tarif ediyordu. Gülümsedim iç çekerek. "Enişte radyoyu aç da dinleyelim be," dedim yağmura bakarken.

Dün geceden beri ne ben onu gördüm ne o beni. Göz ucuyla yattığım odanın camından baktığımda çoktan gitmişti. Hani o kaldırımda bekleyecekti?

İnsan bir kez yalanlar kabaresinde sarhoş olunca artık ayılmakta güçlük çekiyordu. Ya zevktendir ya derttendir ama bir türlü affedemiyordu. Etmek? İstiyordu.

Sezen Aksu çalıyordu radyoda. Yeni çıkış yapmış, çok başarılı bir kadındı. Bana masallardaki aşkları anımsatırdı şarkıları. Onu dinlerken kendi masalım aklıma geldi. Masalımın kötü biteceğini düşündüm hep çünkü benim masalımda ne ben prensestim ne o bir prens. Bana hep melek derdi, kendine şeytan ama bence ikimiz de bir masalın iki insanıydık. İnsandık işte. Hatalarımız vardı. Kimi zaman yanlışlar, diğerlerine saçma gelen davranışlar, bazen söylediğimiz yalanlar, bazen güldüğümüz kahkahalar. En önemlisi de görmekten korktuğumuz doğrular.

Büyük bir göle yere geldik. Balıkesir'de bir kuş cennetiydi. Çeşit çeşit pelikanlar çiseleyen dökülen gölün üzerinde süzülüyordu. Arabadan inip oraya doğru merakla ilerledim. Ablam yanıma gelip şemsiyesini açtı ve ikimizi damlalardan sakladı. Göle baktığım sırada eniştem çay bahçesine geçmiş, sipariş veriyordu.

"Abla eniştem seni gerçekten seviyor mu?" diye sordum. Bir pelikan gölün dibinde süzülen balığı almak için başını buz suya daldırdı.

"Sence?" dedi. Başımı ona çevirdim. Pelikanı izliyordu. "Seven insan bu kadar kolay kırmayı göze alabilir mi?"

"Almaz," dedim merakla onun yan profilini izlerken. "Ne diye seni istedi ki bu kadar kavga kıyamet o zaman?"

"Ben onu istemedim diye," dedi ve kaşlarıyla pelikanı gösterdi. Başım göle çevrildi. "Sırf ben onu istemiyorum diye kendi erkeklik gururu incindi. İnadına aldı beni. Çünkü kadınların değil erkeklerin istedikleri olur her zaman. Biz kadınlar ikinci sınıf insan muamelesi görürüz bu hayatta." Bana döndü başını olumsuz salladı. "Neden acaba ablacığım? Bizim bir çükümüz yok diye mi? Neden onlar kendilerini bizden üstün görüyorlar?"

"Bence bunun suçlusu onları yetiştiren anneler," dedim ve işaret parmağımla bir pelikanı gösterdim. "Bak sudan çıkarttığı balığı alıp yavrusuna verdi. Bence o bir anne pelikan. Çocukları yetiştiren hep anneler."

"Düşünüyorum da Melek, bizim bir erkek kardeşimiz olsaydı annem onu paşam, aslanım diye severdi. Bir dediği iki olmazdı. Yemeği önüne bırakılırdı. Yemediği önünden alınırdı. Gece istediği saatte çıkardı. Sonra o da kendini mehdi ilan ederdi." Dudaklarını birbirine bastırıp güldü yavaş. "Haklısın ablacığım, bu erkekleri böyle yapan yine kadınlar."

"Ben asla öyle olmayacağım," dedim hızla ona bakıp. Heyecanlanmıştım. Hayallerimde mutlu olmuştum. "Ben oğlum olursa ona kadınlara değer vermesi gerektiğini anlatacağım. Bir kadın hayır diyorsa bunun hayır olduğunu öğreteceğim."

"Aferin benim güçlü kızıma," dedi ablam ve duraksayıp bana döndü. "Biliyorsun Melek, genetiğimizde doğurganlık sorunlarımız var."

"Biliyorum abla," dedim omuz silkip. "Ama annem bizi nasıl doğurdu o zaman?"

"Öncesinde dört düşük yapmış ablacığım," dedi ve bana tamamen dönüp kolumu sıvazladı. "Bak ben tedavi görüyorum. Sor bana istiyor muyum? İstemiyorum. Bu adamdan bir çocuk istemiyorum. Ama anne olmayı çok istiyorum. Olamazsam üzülmem ama. Sen de üzülmeyeceksin."

"Allah'ın işine karışmayın!" dedim sinirle. "O isterse çocuğum olur benim. Hem benim kan sonuçlarım güzel geliyor abla."

"Bir şey demedim ablacığım," dedi koluma girip bizi çay bahçesine doğru ilerletirken. "Sadece anne olma sürecimiz biraz sancılı geçebilir. Bunu aklından çıkartmamanı söyledim. Hem sen daha öğretmen olacaksın, paranı kazanacaksın sonra evleneceksin."

"Evet," dedim masaya geçip. Eniştem akranım bir oğlanla sohbet ediyordu. Yanlarına oturduğumuzda ablam şemsiyesini açık bir şekilde yere bıraktı ve menüyü eline aldı.

"Melek tanıştırayım sizi. Bu Aziz, çok kıymetli bir dostumun oğlu. Buraya çekim yapmaya gelmiş. Gazeteci kendisi. Bizim camiadan," dedi eniştem babacan sesle.

"Memnun oldum," dedim menüye bakıp. Aziz akranım duruyordu. Ablama doğru eğildim. "Ne yiyeceğiz?"

"Aziz nasılsın ablacığım?" dedi ablam. Bana döndü ve dirseğini koluma dürttü. "Bırak boğaz düşünmeyi. Bak süt gibi çocuk. Arkadaşlık et."

"Ne diyorsun ya?" dedim sinirle ama kısık. "Kara ne olacak abla? Bunun için mi getirdiniz beni buraya? Ben de gezmeye sandım. Meğer görücüye çıkmıştım."

"Başlatma şimdi Kara'ya," dedi sinirle. Aziz ise şaşkınlıkla bizi izliyordu. "Hadi siz koşun siparişleri verin çocuklar."

"Biz mi?" dedim sinirle. "Garson yok mu? Niye biz veriyoruz?"

"Bekleyemeyiz garsonu," dedi ablam elini havaya sallarken. "Hadi hadi, kahvaltılık söyleyin. Çay da. Biri açık. Hadi."

Ayaklandığım sırada Aziz şaşkınlıkla benimle bir kalktı. "Hazır kalkmışken bana da gölün karşısındaki büfeden bir sigara alsanız ya," dedi eniştem.

"Tabii abi," dedi Aziz. Eniştem ona para vereceği sırada Aziz ilerlemeye başladı. Yerdeki şemsiyeyi aldım ve yanına adımladım. Çay bahçesinin kasa kısmına ilerleyip sipariş verdik. Sonra gölün orada ilerlemeye başladık.

"Ablanları ziyarete gelmişsin sanırım," dedi yere bakıp ilerlerken. Büfeye ilerliyorduk. Başımı olumlu salladım ama görmedi.

Şemsiyeyi biraz kaldırdım, "Islanma istesen birlikte kullanabiliriz," dedim. Eğilip yanıma yaklaştı ve benimle bir yürümeye başladı.

"Ben genelde Ankara'ya gidip geliyorum," dedi ve şemsiyeyi elimden alıp kendi tutmaya başladı. Elimi indirdim ve hafif salladım çünkü onun boyuna ulaşmak için çok tepeden tutuyordum. "İzmir'e de gidip geliyorum ama. Oradaki basın daha özgür diğer illere kıyasla. Güzel bir şehir."

"Ben de çok seviyorum," dedim heyecanla. "Mahallem çok yokuşta ama bir manzarası var, tüm Ege Denizi ayaklarının altında. Yaz kış balkonumda oturasım geliyor."

"Duydum mahalleni," dedi başını onaylar sallarken. "Han Mahallesi. Oranın haberini yapmak istemiştim ama sonra vazgeçtim. İnsanları kışkırtmaya gerek yok."

"Nasıl haber yapacaktın ki?" dedim merakla Aziz'in yan profilini izlerken. "Ne yazacaktın?"

"Kendini soyutlayan ve sokaklarında uyuşturucu satılan çirkin bir sokak," dedi elini cebine atarken. "Her şeyleri kendi mahallelerinde. Kendi bakkallarından alışveriş yaparlar. Kendi pastanelerinde çay içerler. Kendi kahvehanelerinde kart oynarlar."

"Hayır yan mahallelerden de alışveriş yapıyoruz," dedim şaşkınlıkla. Gülmeye başladı. Büfenin dibinde sıraya girdiğimizde bana döndü.

"Demek istediğim her zaman birbirini kollayan örgütler," dedi. "Onların komple ülkeden temizlenmesi lazım aslında. Hırsızlık, kapkaç, adam kaçırma ya da şiddet... Hepsi onlarda."

"Biliyor musun ben oranın başkanı ile nişanlıydım," dedim ezile büzüle. "Hatta gelip beni istemişti."

"Duydum," dedi sırada biraz ilerlerken. "Ben de şaşırdım. Kağan abiyle sohbet ettik de o anlattı. Nasıl onlardan biriyle kendi isteğinle birlikte olabilirsin? Tehdit edildiğini düşündük."

"Hayır etmedi asla," dedim başımı olumsuz sallarken. "Kara öyle biri değil. Bana hiç kızmıyor. Aksine ben ona vuruyorum, bazen de ona küfür ediyorum."

"Bak Melek seni tehdit ediyorsa söyleyebilirsin," dedi sıra bize geldiğinde. Cebinden cüzdanını çıkarttı ve bir sigara istedi. Sigarayı alıp sıradan çıktığımız sırada şaşkınlıkla onu izliyordum. "Ben onun haberini yapar, polise veririm. Uyuşturucu sattıkları bir anı resmetsem bir daha hapisten çıkamazlar."

"Kimse beni tehdit etmiyor," dedim şaşkınlıkla gölün kenarından ilerlediğimiz sırada. Yavaş adımlarla yürüyorduk. "Dediğim gibi Kara bana çok iyi davranıyor."

Göle doğru bakan nemli banka elini koydu ve kontrol etti. "Oturalım mı biraz?"

"Oturalım," dedim şaşkınlıkla. Sohbet çok ilgimi çekmişti. Kara hakkında konuşmak her zaman benim için merak uyandırıcıydı. Yanına oturduğumda şemsiyeyi kapattı. Tek tük damlıyordu bulutlar.

"Bence insanları öyle yargılamayalım. Han Mahallesi'nde bir sürü çocuk var. Bir tanesiyle kayık yaptım. Çok eğlendik mesela," dedim. Bir anda sanki Kara'nın kokusu burnuma doldu. Heyecandan, ondan bahsettiğim için beynimin bana oynadığı bir oyun olduğunu düşündüm.

"O eğlendiğin çocuk zengin kesim bir caddede bir kadının çantasını kapıp kaçmıştır mesela," dedi dirseklerini bankın tepesine çıkartıp geriye yaslanırken. Sonra bana döndü. "Gerçekten insanları çok güzel görüyorsun. Görmemelisin."

Ellerimi bacaklarımın arasına sokup etrafa bakındım. "Biliyor musun Aziz? İnsanların beni sürekli salak görmeleri sinir bozucu. Neden kimse benim gözümden bakamıyor?"

Aziz etrafa bakındı kısaca. Bana hafif eğildi ve gülümsedi. "Kesinlikle sana salak demiyorum. Ben sadece senin için endişeleniyorum. Ablan gibi, enişten gibi..." Gözleri boynuma kaydı ve boncuktan yaptığım kolyeme bakıp güldü. "Ne güzelmiş bu," dedi elini uzatıp kolyemi tutmaya yeltendi.

"Hey!" sesi ile sıçradım. Bir anda gözlerimi kırpıp geriye atıldım. Kara sinirle Aziz'in yakasından tutup onu banktan kaldırdı. "Kime dokunuyorsun lan sen?" Yakalarından öyle sert salladı ki, Aziz'in gömleğinin yakası yırtıldı. "Kimin boynuna dokunuyorsun lan sen?"

Gözlerim açılırken banktan korkuyla ayaklandım. Aralarına girmeye çalıştım. Kara ise öfkenin kanununu yazıyordu. "Sikmedim mi lan ben şimdi senin ona dokunmaya çalışan elini orospu çocuğu!" dedi öfkeden titrerken. Gülüyordu. "Öldürmedim mi lan ben seni?"

"Bırak lan!" diye bağırdı Aziz. Gözleri kısık, ağzı aralık tısladı. "Bırak!"

Kara ona sertçe kafa attı. "Amına koyduğumun çocuğu," diye fısıldadı kin dolu. Aziz banka çarpıp yere düşerken ellerimle ağzımı kapatmış, ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakıyordum.

"Yardım edin!" diye bağırdım. "Adam dövüyorlar!"

Kara başını sağa sola kütletti ve bacaklarını açıp Aziz'in üzerine oturdu. Gözleri öyle büyük bir ateşle yanıyordu ki, masmavi bir okyanusun kıpkırmızı dalgalarına şahitlik ediyordum. Omuzlarını ileri geri oynatıp Aziz'e sertçe bir yumruk attı. "Sen değil miydin lan kızı gelip babasından istemeyi düşünen?"

Sertçe vurdu bir daha. "Sendin," dedi. Çığlık attım. "Hatırladım seni," dedi gülerek. Büyük eli bir anda Aziz'in boynuna gitti. Sırıtırken mavi gözünden yaş aktı. Sinirden ağladı. "Yaşı küçük diye gelip isteyememiştiniz kızı. Hatırladım seni. Gözün mü kaldı kızda? Gözünü oyarım. Öldürürüm seni orospu çocuğu."

"Kara!" diye bağırdım. "Yapma! Yeter! Defol git!"

Etrafımız kalabalıklaşırken birkaç adam Kara'yı kaldırmak için araya girdi. Koşarak ablamlara doğru gölde ilerlemeye başladım. "Abla! Enişte! Yetişin!" diye bağırdım. Ayaklanıp telaşla benim peşimden kalabalığa doğru ilerlemeye başladıklarında koşarak Aziz ve Kara'nın yanına gittim. Bir adam Kara'ya bağırarak onun üzerini düzeltiyordu.

"Kardeşim anladım tamam!" dedi adam sinirle. "Böyle olur mu ama? Böyle yapma kardeşim."

"Çekil lan!" dedi Kara alnını adamın alnına dayarken. "Çekil dövüşmeyelim. Çekil boğayım şunu."

"Hop hop!" dedi eniştem koşarak. Hızla yere baktı ve nefes nefese Kara'ya döndü. "Kara n'aptın sen? Milletvekili oğluna dokunmak ne demek?"

"Allah'ım sen aklıma mukayyet ol," dedi ablam hızla yanaklarını tutarak Aziz'in kanlar içinde kalan yüzüne bakarken. "Ne oldu böyle?"

"Ulan Gülsüm denen karı," dedi Kara sinirle ona doğru adımlarken. "Bu herif zamanında senin düğününde Melek'i görüp beğenmemiş miydi lan? Reşit olmasını beklemiyorlar mıydı bunlar? Ne işi var lan bu herifin kızın yanında?"

"Bana bağırma o dilini keserim senin!" dedi ablam sinirle. Eniştem Aziz'i yerden kaldırıp banka oturttu. Aziz yere kan tükürürken bir yandan da eliyle boğazını tutuyordu. Acımıştı belli. Şahitlik etmek benim bile nefesimi kesmişti.

"Ne oldu Kara?" dedi ablam öfkeyle. Hırstan alev aldı ablam. "Kardeşimin yaşına uygun, kibar ve başarılı bir erkek görünce delirdin mi? Oldukça donanımlı, kültürlü ve iyi aile çocuğu Aziz. Senin tam zıttın yani her şeyi."

"Dua et," dedi Kara başını olumlu sallayıp sırıtırken. "Dua et baldızsın."

"Sen ablamı tehdit edemezsin!" dedim sinirle ayağımı yere vurup. "Kimsin sen be? Maganda! Geldin yine her şeyi mahvettin! Böyle mi af diliyorsun sen benden?"

Kara telaşla bana döndü. Sanki benim varlığımı hatırladı gibi. Hızla bana doğru eğilip elimi tutmaya çalıştı. "Minik sinir küpü kiracım o herif senin boynuna dokunacaktı sen farkındasın bunun değil mi?"

"Nasıl buldun sen bizi!" dedim sinirle elimi çekiştirip. "Ben sabah baktım kaldırımda değildin! Ben gittin sandım!"

"Kızım arabada bekledim," dedi doğrulurken. "Hava soğuktu. Şeytanlar da üşür."

"Kinaye mi yapıyorsun bu halde?" dedim gözlerim açılırken. Aziz ayaklanıp işaret parmağını Kara'ya doğru uzattı.

"Bunun bedelini sana çok pis ödeteceğim serseri," dedi başını onaylar sallayıp. Yanıp kavruluyordu. "Bu yaptıklarının bedeli hapislerde çürümen olacak. Benim babamı tanımıyorsun."

"Ulan senin babanı sikeyim," dedi Kara ona doğru adımlarken.

"Melek koş uzaklaştır şunu!" dedi ablam telaşla. Hızla Kara'nın koluna girip onu yana doğru çekiştirdim. Bana izin verdi ve benimle bir uzaklaştı ama kafası hala Aziz'i takip ediyordu. "Senin babanla seni üst üste koyup sırasıyla sike-"

"Yeter!" dedim sinirle. Ne yapacağımı bilemeyerek bir anda Kara'nın kolunu ısırdım. Şaşkınlıkla duraksayıp bana döndü.

"Ne bu?" dedi anlamsızca bana bakarak.

"Vurunca acımıyor belki ısırırsam acır dedim," dedim kaşlarımı çatarak. Sırıttığında sinirle koluna vurdum. "Gülmesene! Eşkıya!"

"Benim canım acıyor zaten," dedi ve elini cebine soktu. Saat Kulesi'nin önünde çekildiğimiz fotoğraf ve yanına bıraktığım yüzüğü bana tuttu. "Hadi tak yüzüğü," dedi. Tek tük çiseleyenden bir tanesi burnumun ucuna düşünce gözlerimi kısaca kırptım. "Hadi tak şunu alayım seni gidelim."

"Polisi aradılar," dedim yüzüğü elime alırken. Sonra inceledim. "Bunu da göle fırlatayım. Zeki ve Kaya ile arayıp durun sonra dalgıçlar gibi. Ama sen onlara katılamazsın çünkü birazdan polis seni alıp götürecek."

"İlk günkü gibi," dedi yavaşça. "O güne dönelim mi? Bak, harika bir fırsat."

"Ne ilk günü?" dedim kaşlarımı çatıp. Yüzüğü avcumda sıkıca tuttum.

"İlk göz göze geldiğimiz gün de beni alıp götürmüşlerdi," dedi ve bana doğru eğilip yavaşça burnumun ucundaki damlaya parmağını sürttü. Kokusuna hapsoldum. "O güne dönelim. Dejavu muydu neydi onun adı? İşte ondan olalım. Sonra da baştan başlayalım. Sıfırdan tanışalım."

"Bembeyaz bir sayfa mı?" dedim şaşkınlıkla. "Hayır, ben unutamam eski yazıları."

"Unuttururum," dedi. Derin nefes alıp verdi. "Hadi bak seni kapmak için sıraya girdi bu amcık ağızlılar. En azından yüzüğü tak, biraz da olsa uzak dururlar senden."

Omuz silktim. "Güzel olmak benim suçum mu?" dedim saçımı geriye atarken. "Kusura bakma, ben seni affetmedim."

"Tak o yüzüğü," dedi. Yağmurun ıslattığı hercai menekşelere baktım. Çenemden kibarca tutup başımı kaldırdı. Gözlerimiz selamlaştı. "Tak," dedi. "Çiylerin hatırı kalır."

"Çiylerin hatırı kalır," dedim şaşkınlıkla. "Onlar şahidimizdi, değil mi Kara?"

"Öylelerdi," dedi gülümserken. Çenemdeki eli yanağıma gitti ve yavaşça yanağımdan okşadı. "Hadi ben gözaltından çıktığımda seni mahallede göreyim. Lütfen, Melek."

Arkadan bize doğru ilerleyen iki polis memuru ile doğruldu ve bıkkın nefes verdi.

"Bu!" dedi Aziz oturduğu bankta gözüne tuttuğu buz torbasını elinden çekerken. "Bunu hemen alın buradan! Tutuklayın! Milletvekili oğluna saldırdı!"

"Melek," dedi Kara bana dönerek. "Hadi bak, dejavu."

"Alalım beyefendiyi," dedi memur kelepçesini ona doğru uzatıp.

Kara bana bakarken ellerini polise doğru uzattı. Polis onun bileklerine önden kelepçeyi takarken Kara sırıtıyordu. "O gün de böyle şaşkın ama güzel bakıyordun."

Polisler onunla birlikte giderken önüne döndü ve arabaya doğru ilerlemeye başladı. Sırıtarak arkamı döndüm ve iç çektim. "Ay salak bu adam ya!" dedim kıkırdarken. Ablamla göz göze geldim. Öylesine öfkeli bakıyordu ki hızla ifademi toplayıp onlara doğru adımladım. "Aziz, iyi misin kardeşim?"

"İyiyim," dedi Aziz buz torbasını çekip bankta geriye yaslanırken.

"Yok ben bu magandayı öldüreceğim," dedi ablam öfkeyle. "Kağan sen de anca aptal aptal dur!"

"Ya olay yine bana mı patladı amına koyayım?" dedi eniştem şaşkınlıkla. "Gülsüm git topla çay bahçesinden eşyaları eve gidelim hadi." Aziz'e eğilip omzunu sıktı. "Abicim sen de kusura bakma, biliyorsun onları."

"Ben şimdi darp raporu alıp oradan karakola gideceğim," dedi Aziz ayaklanıp. "Bitti onun hayatı. Mahallesindeki herkesi hapse sokacağım. Çok yanlış insana bulaştı." Durup bana baktı. "Ne güzel bir adammış gerçekten, Melek. Tebrik ederim seçimini." Yanımdan hızla çekip gitti. Ablam eşyalarımızı toplarken yerdeki şemsiyeyi aldım ve telaşla eniştemin peşinden ilerledim.

"Enişte," dedim korkuyla. "Cidden Kara bir daha dışarı çıkamayacak mı?"

"Yok yahu," dedi eniştem arabanın anahtarını takarken. "Olur öyle kıskançlıklar. Unutulur gider."

Arka koltuğa oturup geriye yaslandım. Ablam öne oturup elindeki eşyaları üzerime attı ve sinirle kemerini taktı. "Bir gün şöyle huzurla kuş cennetine gelelim dedik onda da günümüzü cehenneme çevirdi."

"Abla ne bu isteme olayı?" dedim şaşkınlıkla ortaya doğru oturup başımı öne uzatırken. Eniştem arabayı çoktan yola çıkartmıştı. "Kara nereden biliyor bu çocuğun beni istediğini? Kara biliyor ben bilmiyorum?"

"Annem anlatmıştır ablacığım," dedi ablam alnını ovarken. "İnşallah çıkamaz oradan. Ruh hastası."

Cebime koyduğum yüzüğü ve fotoğrafı çıkarttım. Bir süre baktım. Kara mavileri zuhur etti yine yüreğime. Fotoğrafta bana çok güzel bakıyordu. İstemeden sırıttım ve fotoğraf ile yüzüğü tekrar cebime koydum.

Evin önünde eniştem bizi bırakıp işe geçti. Ablam hala söyleniyordu. "Hazır a denyo nezaretteyken biz bu akşam gidip eşyalarını topluyoruz ve seni başka bir eve yerleştiriyoruz," dedi bahçe kapısını açarken. Kapının önündeki büyük motoru görünce kaşları çatıldı. "Bu kimin be bizim bahçemizin önünde?"

Bahçeden girdiğimizde Zeki ve Hande ev kapısının önündeki beş altı basamaklı merdivene oturmuş, sohbet ediyorlardı. Bizi görünce Zeki telaşla ayaklandı ve bana doğru koşmaya başladı. "Melek koş!" dedi ve bir anda bana sarıldı. Anlamsızca etrafa baktığım sırada ablam şaşkınlıkla Zeki'yi izliyordu. "Ah be Melek'im!" dedi Zeki ve hızla geri çekilip alt dudağını korkuyla ısırdı. "Haberler felaket! Haberler çok kötü!"

Hande gülerek ayaklandı ve yanındaki büyük çiçekleri alarak yayvan yayvan dibimize geldi. Çiçeği bana uzattı. "Abim gönderdi sana. O verecekti ama yolda haber aldık, içeri girmiş. O nedenle biz getirdik."

Çiçeği şaşkınlıkla elinden aldım. Zeki hızla burnunu çekti. "Ah şu çocuğa demir parmaklıklar ardından bile çiçek aldırtıyorsun be Melek!" dedi ve gözlerini ovuşturdu. "Don atlet falan almaya gidelim mi? Üşür orada."

"Nasıl ağlayabiliyorsun böyle her istediğinde?" dedim merakla Zeki'nin yüzünü incelerken. "Müjgan teyze olayında da böyle ağlamıştın."

"Bir de bu var," dedi Hande ve bana kocaman bir pamuk şeker uzattı. "Bunu da yolladı sana."

"Ya salak," dedim. Tam alacağım sırada ablam sinirle koluma vurdu.

"İstemiyoruz," dedi ablam ve çiçeği de alıp bir anda Hande'nin üzerine doğru uzattı. Hande şaşkınlıkla çiçeğe sarıldı. "Gelip kardeşimi rahatsız etmeyin. Söyle abine bizi rahat bıraksın. Bu akşam gelip eşyalarımızı alacağız oradan."

"Ah!" dedi Zeki telaşla ellerini dizlerine vurup. "Ah yapma etme komünizmin patroniçesi ablam! Güzelim benim! Feminizmin adeta başkahramanı! Yapma etme, sevenleri ayırma!"

"Tamam Zeki abi," dedi Hande gülerek kolunu tutarken. "Senin adına ben utanıyorum. Sus artık." Zeki hızla doğrulup boğazını temizledi ve yavaşça gülümsedi.

"Hadi Melek," dedi ve elini uzattı. "Hadi yengem. Gel götürelim seni mahalleye."

"İstemiyorum," dedim ve aralarından geçip kapıya doğru ilerledim. "Balıkesir'e kadar gelmişsiniz. Teşekkürler." Durup onlara döndüm. "Kabul etsem nasıl döneceğiz üçümüz? Motorla gelmişsiniz."

"Hande," dedi Zeki gözleri açılırken. "Biz bunu hiç düşünmedik abicim."

"Abi planımızda abimin içeri gireceği yoktu. Biz ikna edecektik abim onu arabayla götürecekti. İyice yaşlandın her şeyi unutuyorsun."

"Tamam kes şimdi hatırladım," dedi Zeki başını olumlu sallarken. "Melek'i ikna edemediğimizi abine sen söylesene. Bana küfretmesin."

"Bana da küfrediyor," dedi Hande ve bana el sallayarak bahçeden çıktı. "Bence söylemeyelim."

"Balıkesir'in nesi meşhur acaba? Ne yiyebiliriz buralarda? Kara çıkana kadar oyalanalım bir yerlerde." dedi Zeki motor kaskını Hande'ye uzatırken. "Horoz eti mi yesek? Horozu meşhurdu."

"Denizli'nin amblemi o Zeki abi," dedi Hande gözlerini devirip kaskı takarken. "İlkokul mezunları bile bunları bilir."

"Ötme kız bana," dedi Zeki sinirle motoru çalıştırıp. "Melek'i ikna edemedin zaten. O dilin anca çemkirmeye yarıyor. Tatlı dil haşa!"

"Tamam bu akşam mahalleye geliyorlarmış işte," dedi ve ellerini Zeki'nin karnına sardı sıkıca. "Akşama abim de çıkar, biz de başka bir çiçek alırız. Şansımızı deneriz."

"Sen ödersin bu sefer çiçek parasını," dedi Zeki.

"Tamam," dedi Hande gülerken. Zeki bir anda gaza bastı. Kornaya basa basa ilerledi. Gidişlerini gülerek izledim. Tekrar ablama baktım. Sinirle beni izliyordu. Hızla eve girip ayakkabılarımı çıkarttım ve koltuğa oturdum.

"Ay abla ben acıktım," dedim ve koltuğa uzandım. "Salçalı ekmek yapsana bana."

"Melek senin bu pervasızlığın ne böyle ablacığım?" dedi ablam sinirle mutfağa ilerlerken. "Ne bu umursamazlık?"

"Ya acıktım ne yapayım!" dedim sinirle ayaklanıp peşinden ilerlerken. "Hem Aziz'i pek sevmedim ben. Gıcık biri gibiydi. Neden herkes bana salak muamelesi yapıyor? Ben Kara iyi biri demiyorum ki kimseye."

"İyi olmadığını bildiğin biriyle niye nişanlanıyorsun sen?" dedi ablam sinirle sepetin içine bakıp. "Yemeklik kalmamış. İki günlük yemek yapayım eniştene sonra basıp gidelim eşyalarını toplamaya. Yürü pazardan sebze al gel."

"Ya ben buraları bilmiyorum, kaybolurum," dedim önüme bıraktığı salçalı ekmeği tırtıklarken. "Birlikte gidelim mi?"

"İyi tamam," dedi ve bıkkınlıkla elini beline koydu. Yüzüme baktı kısa. "Görüyorsun değil mi? Bir de biz devrimcilere haydut derler, ama kendileri haydutun önde gideni. Resmen kimse durdurmasa çocuğu orada öldürecekti." Gözlerini kıstı. "Ama görür o gününü. Aziz'in babası çok taşaklı biri."

"Ya tamam dedikodu yapma," dedim çıkışa ilerleyip. Sohbetten kaçmak istedim artık. "Gidelim hadi bir an önce. Akşam da İzmir'e geçip alırız eşyalarımı tamam kapat artık bu konuyu."

"Bana bak," dedi evin kapısını kilitlerken. "Sen Türkan Şoray kurallarını uyguluyorsun değil mi?" Durduğumda bahçe kapısında durup bana döndü. Gözleri kocaman açılırken başını yana eğdi. "Ya senin Allah belanı vermeye! Zina mı yaptın Melek!"

"Hayır hayır!" dedim hızla ona adımlayıp. "Hiç ama hiç dokunmadık abla! Eli elime değmedi! Gerçekten. İstersen yemin bile edebilirim sana!"

"Allah'ın cezası!" dedi sinirle önümden ilerlerken. Hiç durmadan sövüyordu. "Evlenmeden nasıl yaparsın?"

"Evlenmeden asla vermem!" dedim korkuyla arkasından ilerlerken. "Abla biz onunla hiç bir samimiyet yaşamadık."

Pazara girdiğimizde ablam söylene söylene yeşilliklere bakıyordu. Onun yanında durup etrafı izlediğim sırada kalabalığın içinde bizi izleyen birini görüp gözlerimi kıstım. "Bu kimdi ya?" dedim şaşkınlıkla. Ablam kendi kendime konuşmamla doğrulup bana döndü ve sonra baktığım yere baktı.

"Kazım?" dedi ablam fısıldayarak. Ablamın eski nişanlısıydı. "Burada ne arıyor bu?" Sesi titredi. Elindeki yeşillikleri bıraktı Kazım abiye bakarken. Hemen sonra ona doğru yavaşça kalabalığın içinde ilerlemeye başladı. "Kazım," dedi tekrar. "Hiç değişmemiş."

Kazım abi ona doğru gelmesi ile birkaç adım attı ablama. Şaşkın şaşkın onları izliyordum. "Sen ne arıyorsun burada?" dedi ablam hayretle. Aşkla bakıyordu. "Sen nereden çıktın?"

"Gülsüm," dedi Kazım abi şaşkınlıkla. "Ne oldu böyle sana?"

Ablam şaşkınlıkla eliyle üzerini düzeltti. "İlaçlar kilo aldırıyor. Onu diyorsan yani Kazım..."

"Hayır," dedi Kazım abi enkaz gibi bir sesle. "Gözlerindeki parıltılar nerede? Sönmüşler."

"Ah Kazım," dedi ablam başını olumsuz sallarken. "Nereden çıktın ki şimdi karşıma?"

"İnsan önce bir hal hatır sorar," dedi Kazım abi sitemle karışık. "Bunca sene sonra nasılsın?"

"Bıraktığın gibiyim," dedi ablam ve duraksadı. "Sen nasılsın?"

"Ben seni hiç bırakmadım ki," dedi Kazım abi. Ablamın gözlerine doya doya baktı sanki. Toparladı hızla. "Güzel bir tesadüf oldu," dedi ve bana döndü. Gülümsedi yavaşça. "Nişanlanmışsın, duydum. Tebrik ederim."

"Yok öyle nişan falan, Melek daha küçücük," dedi ablam mırıldanarak.

Kazım abi güldü. "Girme aralarına. Hiç değişmemiş başkaldırışların."

"Ablası olarak en doğrusunu düşünüyorum," dedi ablam gülerek. "Sen de fazla bir ılıman olmuşsun. Eskiden yaprak yaprak bildiri yayınlardık okullarda. Komünizmi anlatırdık insanlara. Şimdi bakıyorum da senden geçmiş. Yaşlanmışsın Kazım."

"Öyle oldu," dedi Kazım abi. Duraksadı sonra. "Gülerken bile yok parıltıların. O adam ile mutlu değilsin sen."

"Sen o kadınla mutlu musun?" dedi ablam gözlerini silerek. "Mutlu ediyor mu seni? Pek kilo almamışsın. Güzel yemekler yapıyor mu?"

Güldü Kazım abi. Eski iki dost gibilerdi sanki. Ama ikisinin de içinde niyaz eden bazı gecikmeler vardı. "Senin yaktığın kekler bile daha lezizdi."

"Hadi oradan," dedi ablam gülerek. "Yiyordun yaptığım kekleri sonra üç gün buluşmuyorduk."

"Yataklara düşüyordum zehirlenip," dedi Kazım abi gülerek. "Değerdi ama." Durup kendini toparladı. "Neyse ben gideyim," diyerek etrafa baktı. "Bir tanıdık görecek yanlış anlayacak."

"Doğru," dedi ablam telaşla etrafa bakınıp. "Kağan'ın çevresi çok. Haber ederlerse açıklayamam bile."

"Gidiyorum o zaman," dedi Kazım abi arkayı göstererek. Gözleri ablamın gözlerinden hiç ayrılmadı. "Gideyim mi?"

"Git," dedi ablam hızla burnunu çekip. "Eşine selamlar."

"Sen de eşine selam söyle," dedi Kazım abi ve duraksadı. "Umarım benim sana veremediğim tüm o şatafatlı hayatı, o hak ettiğin güzel hayatı sana sunabiliyordur." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Görüşürüz Gülsüm."

"Görüşürüz," dedi ablam gözlerini silip. "Umarım senin eşin de sana hak ettiğin babalık duygusunu tattırabilir. Ben yapamadım çünkü."

"Ben baba olmak istemedim hiç," dedi Kazım abi ona doğru eğilip. "Ben çocuklardan nefret ederim zaten. Hiç istemedim çocuk."

"Neyse," dedi ablam ve birkaç adım geriye attı. "Şimdi laf söz olmasın. Çok kalabalık burası. Git hadi."

"Çok konu var aslında konuşacak da..." dedi Kazım abi arkasını dönmeden hemen önce. "...Belki tekrar karşılaşırız bir yerlerde. Ya da aşıklar ibret alırlar bize bakıp yine bir gün. Boşa giden seneler, yanlış evlilikler... İnsanları zorlama, kardeşinin iyiliğini istiyorsan bırak kötülüğü kendi tatsın."

"Git," dedi ablam başını olumlu sallarken. "Benim işime karışma. Git hadi." Kazım abi bana kısaca sarıldı. Şaşırmıştım. Sonra ablama döndü. Çok kısa ama çok dolu bir şekilde sarıldı ona. Bir dost kadar yakın değil, bir yabancı kadar uzak değil. Öyle sarıldı.

Sineye çekmek gerekirdi bazen sitemleri. Bazen de içinde bulunduğumuz gerçekleri. Oysa gerçeklerden hep kaçılırdı, en zor şeydi çünkü yüzleşmesi. Ben de Kara'nın gerçeklerinden kaçtım hep. Ama Kara o kadar güzel bir adamdı ki kör olmayı kendime reva görmüştüm. Bir duysam bacaklarım titrerdi heyecandan. Bir alsam kokusunu bataklıklarımda yaban çiçekleri açardı.

Ablam hızla yere eğdi başını. Kayıp gidiyordu hayatı. O zorla evlendirildi, ama Kazım abi ablama inat evlendi. İkisi de evlendi işte. Bitti gitti gelecekteki otuz kırk seneleri.

"Kağan abi," dedim fısıltıyla. "Duyacak." Karşıdan bizi izleyen öfkeli adama baktım. Kağan abinin adamıydı sanki. Bana başını olumlu salladı, göreceksiniz der gibi güldü. Ablam hızla başını kaldırıp baktığım yere baktı.

"Eyvahlar olsun!" dedi ablam korkuyla adama doğru ilerlerken. "Veda sarılmasıydı! Sakın Kağan'a söyleme!"

Adam hızla arkasını döndü ve koşar adımlarla pazarda ilerlemeye başladı. Ablam hemen peşinden koştururken ben şaşkınlıkla durakaldım. Hemen sonra kendime gelip insanları bir bir yarmaya, ablamı yakalamaya çalıştım. "Abla dur! Abla!"

"Melek, Kağan öldürecek beni!" dedi ablam en sonunda durup. Nefes nefese bana döndü. "Kaç git Manisa'ya sen. Bu beni öldürecek."

"Seni bırakıp nereye gidebilirim?" dedim. Korkudan kalbim deli gibi atıyordu. "Gidelim hadi birlikte!"

"Saçmalama," dedi ablam sinirle yumruk yaptığı elini ısırırken. Tiz çığlık attı. "Öldürecek beni! Sarılan kafama sıçayım!"

"Tamam hadi gidelim," dedim ablamın elini tutarken. "Gel birlikte kaçalım işte! Sen de özgür olmak istemiyor muydun abla? Buluruz bir çare, bırakırsın eniştemi."

"Manisa'ya gidersem annemlere de zarar verir," dedi ablam elimi itekleyip. "Melek git buradan. Hadi ablacığım."

"Han Mahallesi'ne gidelim?" dedim gözlerim kocaman açık. "Oraya yabancı kimseyi sokmuyorlar. Hem Kara belki şu an içeride ama Zeki var, Kaya var, Hakan var, hepsi bizi korurlar."

"Tükürdüğümü yalayacak mıyım?" dedi ablam şaşkınlıkla. "Hayır. Gitmiyorsun sen de o mahalleye. Sen Manisa'ya, ben evime."

"Ya seni öldürecek adam!" dedim sinirle kolunu tutup. "Mahallede sana kimse bir şey yapamaz! Hadi abla. Bak gidiyoruz ama ben Kara'nın yüzüne bile bakmam orada. Hem onlar bizi korurken biz de eşyalarımı toplarız yavaş yavaş."

"Öyle mi dersin?" dedi ablam korkuyla etrafa bakınıp. "Koş bankaya gidip para çekelim. Sonra da tren garına gidelim."

"Hadi," dedim hızla onun önünden koşuştururken. "Sonunda o adamdan kurtuluyorsun!"

"Kağan beni gördüğü ilk yerde öldürecek," dedi sinirle arkamdan ilerlerken. "Salak Gülsüm! Ne diye sarılıyorsun herife? Bak yine senin ruh hastasının işleri bunlar farkındasın değil mi?"

"Abla o bizi korur!" dedim heyecanla. Ablamın eniştemden kurtuluyor olması beni çok mutlu etti çünkü onun hayattaki en büyük isteğinin bu olduğunu biliyordum. Belki Kazım abi ile olmazlardı artık, ama en azından Kağan abiden kurtulacaktı.

Bankadan para çekip hızla tren garına ilerledik. Ablam bize bilet alırken ben ilerideki telefon kulübesine gidip çantamı çıkarttım. Zeki ve Hande buralardaydı. Motorları vardı. Bu nedenle aklıma Kaya geldi. Numarasını bulup hızla jeton attım.

"Alo?" sesi ile boğazımı temizledim.

"Kaya benim Melek," dedim telaşla. "Biz üç dört saate ablamla Alsancak Tren Garı'nda olacağız. Acaba bizi oradan gelip alır mısın?"

Kaya önce anlam veremedi. Ama hiç de sorgu sual etmedi. "Alırım," dedi. Sonra duraksadı. "Var mı bir sıkıntı?"

"Eniştemden kaçıyoruz," dedim etrafı incelerken. Ablam biletleri almış bana doğru geliyordu. "Bizi korursunuz değil mi mahallede?"

"Kimmiş o enişte? Hayırdır?" demesine kalmadan ablam bağırdı.

"Hadi tren kaçacak Melek!"

"Kaya kapatmam lazım, biz trene biniyoruz. Lütfen bizi al gardan!" dedim ve hızla telefonu kapattım. Koşarak ablamla birlikte bir vagona bindim ve geriye yaslandım. Vagonların kapıları kapandı ama ben sanki eniştem her an bir yerlerden çıkacak diye korkuyla bakınıyordum.

"Abla bekarlar kulübüne hoş geldin," dedim bir nebze olsun korkusunu unutması için. Anlık sinirle güldü ve bana döndü.

"Senin ben ağzına sıçayım," dedi gülerken. "Senin de o Kara denen manyağın da ağzına sıçayım."

"Biz de seni seviyoruz," dedim. Tren hareket ettiğinde derin bir nefes aldım. "Önce ben ayrıldım şimdi sen... Annem artık yataklara düşer."

"Aman aman sakın ablacığım," dedi ablam sıkkın sesle. "Duymasın. Ağzından kaçırma sakın."

"Yok yok," dedim ve camdan baktım. Bandırma'dan gidişimi, İzmir'e dönüşümü izledim. İzmir'i çok seviyordum. Havası, martıları, denizi ve kara mavileri bana güzel hissettiriyordu. Aşıktım bu şehre, belki de sebebi farklıydı bu şehre bu kadar bağlanmamın. Ama tüm bu önyargılara rağmen mahallemi de seviyordum. Evimdi çünkü, alışmıştım oraya.

Alsancak Garı'na vardığımızda ablamın arkasından çıkıyordum. Kalabalık insan kümesi koşuştururken ben gözlerimi kıstım ve etrafa bakındım. Kaya'yı gördüm. Merakla çıkan insanlara bakıyordu. "Kaya!" dediğimde bana döndü. Ablamın önüne geçtim ve ona doğru ilerledim. "Teşekkür ederiz geldiğin için."

Kaya başıyla selam verdi. Ablam ıkıla sıkıla arabaya binerken sürekli etrafa bakıyordu. Hiçbir eşyamız olmadığı için elimiz kolumuz sallanarak çıktık gardan. Arabada ablam öne geçti. Arkaya oturup geriye yaslandım. "Kusura bakma sen de," dedi ablam camdan bakarken. "Eşimle biraz sorunlarım var. Şiddet uygulamasından korktuğum bir durumun içine girdim. O nedenle geldik."

"Estağfurullah abla," dedi Kaya arabayı yola çıkartırken. "Melek bize abimin emaneti, onu koruyacağız elbet."

"Sağ ol," dedi ablam tekrar ve bıkkın nefes verdi. "Bu sizin mahalleye falan sokmazlar bunu, değil mi?"

"Sokmazlar," dedi Kaya ve şerit değiştirip biraz hızlandı. "Abla bu lavuk çok sıkıyorsa canını biz halledelim."

"Durun şimdi bir düşüneyim ben," dedi ablam gözlerini silerken. "Aslında iyi oldu biliyor musunuz çocuklar? Ben de kaçmayı istiyordum. Ama yok annem duyar üzülür, babam bu saatten sonra boşanmış kızı evine geri almaz diye hep kısılmıştım kapana."

"Biz hep yanındayız abla," dedim telaşla öne doğru eğilip. Onun omzunu öptüm. "Babam da seni kabul eder ki! Hem ben de varım, birlikte yaşarız."

"Dur yapma plan," dedi ağlarken gülerek. "Ne plan yapsak olmuyor. Akışına bırakalım."

"Kara da bana öyle der hep," dedim geriye yaslanıp gülerken. Sonra duraksadım. "Kaya?"

"Hı?" dedi yola bakarken.

"Kara ne zaman çıkar ki?"

"Akşama salarlar," dedi. Sonra durup dikiz aynasından bana baktı. "Biri seni taciz etmiş, onun için girmiş diye duydum."

"Ne tacizi ya?" dedim şaşkınlıkla. "Çocuk kolyeme baktı sadece. Manyak! Nasıl abartıyor olayları görüyor musun abla?"

"Görüyorum ablacığım," dedi ablam camdan bakarken. "Ona göre taciz gibi gelmiş demek ki."

Evin önünde indiğimizde hızla çantamdan anahtarları çıkarttım. Hakan pastaneden başını uzattı. "Aldınız mı kızı?"

"Aldık aldık," dedi Kaya yanından geçerken. Durup bana döndü. "Gelsene bir Melek."

Ablama anahtarları uzattım. Ablam içeri geçerken ben birkaç adım uzaklaştım. "Efendim?" diye sordum.

Cebinden cüzdanını çıkarttı, "Borç olarak gör," dedi ve para uzattı. "Şimdi ablanın da ihtiyacı olur."

"Var paramız, teşekkürler," dedim kollarımı göğsümün altında birleştirirken. "Ama biterse isteriz, sağ ol Kaya."

"Dursun al," dedi ve parayı salladı. "Borç niyetine al. Dursun yanınızda. Sonra abimle hesaplaşırsınız."

"Peki," dedim parayı alırken. Durup kendi apartmanımın zemin katına baktım. "Müjgan teyze nerede?"

"Bir akrabasında," dedi ellerini cebine sokup. Sonra sigara paketi çıkarttı. Bu sırada Hakan merakla dibimize girdi. "Biz onu mahalle karışacak diye yolladık. Mahalle düzelince tekrar alacağız seni evine diye ikna ettik. Ölüm mölüm o sohbetlerden haberi yok kadının. Seni sorup duruyormuş zaten yanında kaldığı akrabasına. Merak ediyormuş seni."

"Ne zaman gelir geri?" dedim heyecanla. "Onu çok özledim."

Sigarasından bir duman alıp yana doğru üfledi. "Kara çıksın gider alırız onu. Eski düzenimize döneriz. Sen nasıl öğrendin onun ölmediğini?" Kaya'nın sorusu ile gözlerim kocaman açıldı. Hakan'ın da donduğunu hissettim ama ona bakmadım.

"Şey," dedim ve boğazımı temizledim. "Onun rehberindeki insanları aradım. Bende yedek anahtarı var ya... Girip almıştım telefon defterini. Orada aradığım biri söyledi."

"Anladım," dedi sigarasını yere atarken. Başı Hakan'a döndü. "Zeki ve Hande Bandırma'dalar. Kara çıkana kadar oralarda dolanacaklarmış. Soran eden olursa gezmeye gittiler dersin. Şimdi Kara içeri girdi diye mahalleliyi hoplatmayalım."

"Tamamdır abi," dedi Hakan hızla. Sertçe yutkundu ve bana döndü. "Dönmene sevindim Melek."

"Ben de sevindim," dedim ve Kaya'ya döndüm. "Melisa ile nasıl gidiyor?"

"Aynı," dedi Kaya. Bu kadardı. Çok kapalı bir kutuydu Kaya. Çok soğuktu. Bu halleri onunla iletişim kurma duvarlarımı kırmama engel oluyordu.

"İyi o zaman ben ablamın yanına gideyim," dedim apartmanı göstererek. "Kara geldiğinde Müjgan teyzeyi alırsınız." Kaşlarımı çattım bir anda. "O kadına yardım edeceksiniz. Duvarları çatlak hep, boyayacaksınız. Dolabını dolduracaksınız."

"Biz mi?" dedi Kaya şaşkınlıkla. "Bize ne?"

"Çünkü ben öyle istiyorum," dedim ve Hakan'a döndüm. "Hepinizin çok parası var. En azından bir işe yarasın paralarınız. Yardım edeceksiniz o kadına. Hepiniz. Özellikle Kaya ve Zeki'ye duvarlarını boyatacağım."

"Elimizden ne geliyorsa," dedi Hakan korkuyla. "Sen söyle biz yapalım Melek."

"İyi," dedim ve duraksadım. "Teşekkür ederiz Kaya. Bizi mahalleye getirdiğin için. Eniştem gelirse lütfen onu kovar mısınız?"

"Sen rahatta kal," dedi Kaya gitmeden hemen önce. "Enişte muhabbeti bizde."

"Görüşürüz," dedim ve onlara el sallayarak apartmanın kapısını ittim. Üst kata çıkıp kapıyı tıklattım. Tak, tak... Tak tak tak. Böyle tıklattım. Kara'nın ritmi gibi. Güldüm kendime sonra. Ablam kapıyı açtığında içeri girdim ve onun yanağını öptüm. "Abla kurtulacaksın. Kaya halledecek eniştemin olayını!"

Ablam etrafa bakınıyordu, "Melek nerede bezlerin? Bu evin hali ne? Her yer toz içinde."

"Şimdi temizlik sırası mı?" dedim koltuğa oturup. "Oturalım. Sen dinlen. Akşam sana en sevdiğin yemeği yapacağım!"

"Neymiş benim en sevdiğim yemek?" dedi gülerek yanıma otururken. Yanağımdan makas aldı. "Büyüdü de ablasını evinde ağırlıyor. Ablasını koruyor."

"Evet abla ben kocaman kız oldum," dedim kıkırdarken. "Siz de boşandığınızda belki benim alt katımdaki daireye yerleşirsin!"

"Dur şimdi," dedi ve televizyona baktı. "Bu çalışıyor mu?"

"Bilmem hiç açmadım," dedim televizyona bakıp. "Kurulması lazım onun sanırım. Ayarları falan ben anlamam abla."

Ayaklanıp televizyonu kurcalamaya başladı. "Kazım öğretmişti bana bu elektrik işlerini. Nasıl kuracağımı biliyorum sanırım."

Bir süre oyalandı. Televizyonu kurdu. Açıp geriye yaslandığında ben dışarı çıkıp marketten birkaç atıştırmalık ve yiyecek aldım. Mahallenin içinde olduğum için eniştemden korkmuyordum. Giremezdi çünkü.

Mahallede dolanıp eve gireceğim sırada Hakan'ın seslenmesi ile duraksadım. "Canım yengem yardım edeyim mi taşımana?" dedi poşetlere bakıp. Ona dil çıkarttım ve cevap vermeden eve girdim. Ablam ev telefonundan annemle konuşuyordu.

"Evet anne döndü evine, iyiyiz biz. Tamam... Hadi geldi bak. Kapıyorum." Kapattı telefonu. "Ay Melek benim içimde çok kötü bir his var. Sanki bu herif gelmiş gibi."

"Gelse duyardık," dedim poşetleri koltuğa bırakıp balkona çıkarken. Karşı balkona baktım. Kapalı ışıklara baktığım sırada aşağıdan Kaya seslendi.

"Sorun yok, gelen giden olmadı," dediğinde ona baktım. "Abim de çıkmış. Verdik haber. Geliyor mahalleye. Zeki ve Hande de dönüyorlar."

"Geliyor mu?" dedim heyecanla. Bir anda kalbim pır pır oldu. "Aman bana neyse," dedim ve içeri baktım. "Biz ablamla Melisa'ya gideceğiz zaten şimdi." Kara ile karşılaşmak istemedim. Gelirse direkt beni görmeye gelecekti çünkü.

İçeri geçip ablama seslendim, "Melisa'ya kahve içmeye gidelim mi?" diye sordum merakla. Kara'dan kaçmak için aklıma daha uzak ama güvenli bir yer gelmemişti, çünkü Kara Haydar'ın mahallesine gelmezdi. Üstüne üstük mahalleden uzak olmadığımız için eniştemden de korkacak bir durum olmazdı.

"Gidelim," dedi ayaklanırken. "Yakın oturuyor, değil mi?"

"Evet, hem eniştem de yokmuş. Gelmemiş. O bizi bulamaz zaten. Kesin Kara gibi önce Manisa'ya gider."

"Annemle konuştum, oraya gitse annem söylerdi," dedi ayaklanırken. "Belki de gerçekten benden vazgeçti. Bıraktı peşimi. Olabilir mi?"

"Olabilir," dedim ayakkabılarımı giyerken. "Hadi gidelim bir an önce."

Aşağı indiğimizde montumu sıkıca çektim. Ablam zorla atkı taktırdığı için burnum kapalıydı. Mahallenin tepesindeki diğer çıkışa ilerlediğimiz sırada ablam etrafı izliyordu. "Ne garip bir yer. İnsanlar korkunç."

"Alışıyorsun bir süre sonra," dedim kıkırdarken. "Alışacaksın."

"Çıkamazsınız," sesi ile durdum. Bir oğlan bize doğru adımladı. "Kara abi çıkmanızı istemiyor. Güvenliğiniz için."

"Hemen de haberi olmuş mu?" dedim şaşkınlıkla. "Gerçi Kaya ötmüştür." Durup ablama döndüm. "Neyse, Melisa bize gelsin."

"Hemen şurası değil mi?" dedi ablam merakla. "Yan mahalleye gideceğiz. Biz bize konulan sınırlardan kaçtık. Şimdi yeni sınırlara boyun mu eğelim?"

"Doğru," dedim başımı onaylar sallayıp. Sonra çocuğa döndüm. "Sen bize karışamazsın tamam mı! Biz çıkıyoruz."

Ablamla birlikte mahalleden çıktık. Diğer mahalleye ilerlerken gülüyordum. "Abla nasıl bağırdım öyle? Senin gibi çirkefleştim."

Melisa balkonda sigara içiyordu. Ona el salladığımda hızla ayaklandı. "Ay dostikom ve ablası gelmiş!" dedi heyecanla. "Gelin hemen yukarı!"

Güldüğüm sırada bir ses duydum. Hızla arkamı döndüm.

"Ulan Gülsüm!" dedi eniştem kükreyerek. "Sen kimsin de eski nişanlınla ulu orta fingirdiyorsun! Sen kimsin de benden kaçıyorsun?"

"Melek git," dedi ablam hızla kolumu itekleyip. "Koş git arkadaşının evine."

Melisa korkuyla içeri geçti. Aşağı indiği sırada ben hızla ablamın önüne geçtim.

"Enişte biz sadece eşyalarımı toplamaya geldik," dedim korkuyla.

"Melek git!" diye bağırdı ablam. "Git!"

"Haydar abi!" diye çığlık atarak çıktı Melisa evden. O da öğrenmişti belli. Kaya ona da anlatmıştı. "Yetişin! Gelin!"

Melisa'nın bağırışı eniştemi telaşa soktu. Birkaç adam koşarak bize doğru geldiğinde eniştem ne yapacağını bilemeyerek belinden silahını çıkarttı. "Sana benden kaçmanın bedelini ödeteceğim!" dedi ve silahı ablama doğru tuttu. Ablam beni iteklerken ben ablamın önüne doğru atılmaya çalıştım. Ablamla arbede içinde kaldık.

Bir silah sesi. O kadar güçlüydü ki silah sesi, kulaklarım incecik bir ölüm tizi duydu. Kulaklarım kanadı gibi hissettim. Birkaç saniye sessizlik. Sonra art arda silah sesleri. Diğerini susturmak için onlarcası atıldı. Bir sürü silah sesi. Çok fazla. Ölümün ritmini duymuştum, sesi de buydu demek ki.

Eniştem birini vurdu ve karşılığında onlarca kez vuruldu. Gözlerimin önünde yere yığıldı.

"Yardım edin!" diye bir figan duydum hemen ardından. Melisa'ydı çığlık atan. "Yardım edin! Yardım et Haydar abi yalvarırım! Ambulansı arayın!" Sıcacık hissettim. Ya korkudan ya ölümden. Ablamın sesini hiç duymuyordum. Ben mi vurulmuştum ablam mı vurulmuştu, bakamadım. Ben mi ölmüştüm ablam mı ölmüştü, bilemedim. Ama içimden ablama bir şey olacağına benim ölmeme niyaz ettim.

Kara'yı hiç bu kadar çok istemedim yanımda, müşkül durumların hoyratlığında. Sonra güneş dediği gözlerim onu aradı sokakta. Kara mavisi olmayan kahverengilerim yalnızdı. Sonra da çiylerin hatırı kaldı.

.

Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz??? Sohbet edelim!

Bölüm : 24.12.2024 16:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 24. BÖLÜM : ÇİYLERİN HATIRI KALIR
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.69k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...