Burada 10.000'e yaklaştık, Wattpad'de 100.000'i geçtik sanırım Kara Çiy ailesi beni mutluluktan coşturmak istiyorrrrr🖤 🖤 🖤 🖤 🖤
Instagram'a gelin orada da sohbet edelim dedikodu yapalım. Zeki'ye hanım arayışımız sürüyor. Fikirlerinizi merak ediyorum! Buradaki kullanıcı adım ile aynı Instagram adresimiz.
Umarım bölümü beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederimmm. İyi okumalar 🖤
"Aşk için her zaman ödenecek bir bedel vardır ve yalnızlık da bu bedelin bir parçasıdır."
-lars fr. h. svendsen/yalnızlığın felsefesi
23
Yalanları öğrenirdi ilk çocuk. Yapay bir öksürmeyle evden çıkan annesini iyileştirecek doktora dualar ederdi. Açardı minicik avuçlarını. Sonra sonra anlardı annesinin yalanlarını. Annesi hiçbir zaman hasta olmazdı. Eğlenmeye, gezmeye çıkardı.
Masal değildi bunlar. Herkesin gerçeğiydi. Herkesin annesi yalanı ilk öğretirdi. Ve evet, bu doğruydu. Çocuk ilk başlarda inanırdı, ta ki büyüyene kadar. Sonra anlardı en güvenmesi gerektiği tarafından bile kandırıldığını.
Doksanlar, seksenler, elliler, iki binler... Bu düzen hiç değişmedi insanoğlunda. Böyle ailelerde büyüyen çocuklardık biz. Yalanların beşiğine doğduk hepimiz. Emindim ki ileride anne baba olduğumuzda aynı yalanlarla çocuklarımızı besleyecektik.
Kara da kendi ailesinin en büyüğüydü, abiydi o. Bu nedendir annesi öldüğünden beri yalanları üstlenme görevinin ona teslim edilmesi. Belki de ondandı yalana bu kadar alışıklığı. Yine de kırıldım. Hayal kırıklığı oldu. Olmasındı.
"Ne diyorsun sen be!" diye bağırdım. Tüm bunlar biraz fazla absürttü de. Hakan belki kendi yanan acısını hafifletmek için beni yakmıştı. "Gidip bu söylediğin sapır saçma şeyi Kara'ya söyleyeyim de dövsün seni Hakan!"
Durdu. Gülerek bana döndü, "Söyle de anında kellemi alsınlar," dedi. Birkaç adım attı. "Sen kendini çok akıllı sanıyorsun. Kendi dünyanda burası harika görünmüş olabilir sana. Değil ama."
"Delirdin," dedim nefes nefese. "Ben seni kırmadım Hakan. Bile isteye nasıl kırarım seni? Olaylar benim dışımda gelişti. Şimdi kanadın diye beni de üzmeye çalışma."
"Seni üzen ben değilim Melek, hiç olmadım," dedi. Sessizliği kesti nefesi. Kaşları ile mahallenin sonundaki Kırmızı'yı gösterdi. "Hadi git öğren kim seni üzüyor."
Hakan'ın gidişini izledim. Sonra avcumdaki anahtarlığa baktım. Orada Müjgan teyzenin yedek anahtarları vardı.
Kandırılmış mıydım?
Bir anda gökyüzü sağanak dökmeye başladı. Başımı kaldırıp gözlerimi kısarken sırıttım. "Ağlamam için mi geldin? Ağladığımda damlalarımı mı saklayacaksın?" diye sordum.
Cevapsa ısrarcı bir yağmurdu. "Anladım," dedim kendi kendime mahallenin sonuna bakarken. Ağır adımlarla Kırmızı'ya ilerlemeye başladım. "Anladım ben, daha da anlayacağım," dedim.
Kırmızı'nın kapısını ittim ve içeri girdim. Gürültülü bir erkek sohbeti duydum boğuk boğuk. Salon kapısından baktığımda adamların önlerindeki masada yığınla duran şeffaf poşetleri hassas tartılarla ölçtüklerine şahitlik ettim.
Kara cam pervazına yaslı bir şekilde dikilmiş, masadaki adamları izliyordu. Dalgındı. Aklı onlarda bile değil gibiydi.
"Melek," dedi Kaya araya girerek. Ortam sessizleşti. "Hayrola bu saatte?" Bunun üzerine Kara dahil herkes bana döndü ama ben sadece Kara'ya bakıyordum. Kaşları şaşkınlıkla çatılırken ceplerinde tuttuğu ellerini çıkarttı ve pervaza avuç içlerini bastırıp başını hafif yana eğdi.
Kara'nın gözleri pekala önümdeydi. Sertçe yutkundum. "Melek?" dedi Kara şaşkın gibi. Sesini yumuşattı. "Ne oldu? Kabus mu gördün?"
"Tek bir soru soracağım," dedim. Yutkundum. Ona doğru adımladım ve başımı kaldırdım. Gözleri meraklıydı.
Sırasıyla gözlerime bakıyordu, "Sor bakalım," dedi.
"Müjgan teyze ölmedi mi?" Bunu bu şekilde sormazsam başka şekilde soramazdım. Hızlı olmam gerekti. Hızla çözüm bulmam gerekti. Aptal gibi hissetmek istememem gerekti.
Kara'nın kaşları havalandı ve gözleri açıldı. Çok değil, ama ben anladım. Çözdüm onun mimiklerini artık çünkü. Pek mimik kullanmasa da anlıyordum işte.
İstemsizce sesli nefes verdim, "Ölmedi, değil mi?" dedim karnım ağrırken. Başımı eğdim. Sancılarla yüzleştim. Başımı kaldırdım. Kara'ya baktım. "Ölmedi," dedim. Ağır ağır ifadem soldu. "Kandırdın beni."
"Kim söyledi?" dedi Kara sadece. Bu benim hazzımı daha da delirtti çünkü içimdeki yanardağ magmasının patlaması için gerekli son basınçtı bu soru.
"Ya sen," dedim ve ona sinirle vurdum. Derdim canını yakmak değildi, hırsımı atmaktı. Hoş, canını yakacağımı ben de zannetmiyordum. Aksine onun koluna vurmak benim parmaklarımı acıttı. "Sen ne yaptın? Sen neden yaptın?"
"Melek," dedi kolumu kavramaya çalışırken. Beni dizginlemeye çalıştı. "Kim söyledi kızım bunu? Bırak açıklayayım."
"Neyi açıklayacaksın?" dedim sertçe onu itekleyip. Delirdim sanki. Kara'nın yalanı bana zamanında annemin yalanlarını anımsattı. Saatlerce o hasta sanıp hüngür hüngür ağladığım çocukluğumu anımsattı. Doktorlar annemi hiç iyileştiremedi sanıp onlardan nefret ettiğim küçük Melek'i anımsattı. Kimisi için bu yalanlar abartılacak şeyler değildi, ama küçük Melek o kadar üzgündü ki onun için hurafelerin hafife alınmaması gerekirdi.
Kara da güvenimi o denli kazanmış, o denli yıkmıştı. Bu, bir nebze olsa öfke çığlığıydı. Çocukluğum da hep hırsını atmak istedi, atamadı. Şaşkındı bakarken bana, "Melek," dedi biraz telaşlı biraz serinkanlı. "İzin verirsen sana durumu izah edeyim. Sen bana bir bunu sana kimin söylediğini söylesene."
"Ya sen manyak mısın?" diye çığlık attım. İnsanlar için bir gösteri komedyasıydık adeta. Umursamadım. Sinirle göğsüne vurdum, "Sen ruh hastası mısın? Sen deli misin nesin? Neden yaptın bunu? Neden yaşattın bana bunu? Neden söylemediniz bana? Nasıl söylemezsiniz bana?" diye çığlık attım.
Ağzını araladı konuşmaya ama fırsat vermedim, "Sakın," dedim işaret parmağımı ona uzatıp. "Sakın bana haberim yoktu deme. Kuş uçamaz senden habersiz bu mahallede. Sakın beni kandırmaya kalkma."
Ellerimi açtım, avuç içlerime baktım, "Ya ben!" dedim nefes nefese. "Ben öldüm ya! Ben öldüm öldüm dirildim, sen nasıl bir manyaksın? Sen hasta mısın? Neden yaptın Kara bunu? Zevk mi aldın benim üzülmemden?"
"Ne oluyor lan? Bu ne tantana?" sesi ile hızla girişe döndüm. Soluklanamadım. Zeki'yi görmemle sinirle ona doğru adımladım. Kaya çoktan ayaklanmış, dikildiği yerden bizi izliyordu.
Zeki ona ilerlememle korkuyla birkaç adım geriye gitti. Diğer kodomanlar ise şaşkınlıkla bize bakıyordu. "Allah'ın manyağı!" diye çığlık attım.
Sertçe Zeki'yi itekledim. Ne yapacağını bilemeyerek geriye doğru tökezlediğinde Kaya telaşla onu tuttu. Bedenim onlarınkinin yarısı kadardı, öfkemse hepsinin toplamından fazla. "Sen benimle ağladın o kadın için! Allah'ın ruh hastası seni!"
"Ha?" dedi Zeki gözleri kocaman bir şekilde.
"Müjgan teyze ölmemiş, öğrendim! Ya siz nasıl insanlarsınız?" diye çığlık attım. Zeki hızla Kara'ya baktı. Ona döndüm. Gözleri çaresiz kapalı, Zeki'ye başını olumsuz sallıyordu. Yakalanmışlardı. Bense delirmenin eşiğinde sinirle Kara'ya kilitlenmiştim.
Hedefim yine Kara oldu. "Tüm bu insanları kölen yapmışsın," dedim yüzümü ekşitip. "O kadar alıştırmışlar ki seni buna, kendini Allah zanneden bir deliye dönmüşsün. Ama ben sana bunu hep söyledim," dedim hırsla alev alırken. "Ben senin mahallelin değilim Çakır. Beni istediğin gibi yönetebileceğin bir kukla yapamayacaksın."
Cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm. Sinirle Zeki'ye doğru ilerlediğimde kaçar gibi yana çekildi. Kırmızı'dan çıktım. Ben bir kayıp verdiğimi düşünmüştüm. Onu tekrar buldum ama bu sefer bir başka kayıp verdim. Bu sefer Kara'nın sadakatinin ölümüne şahitlik ettim.
"Melek," dedi Kara arkamdan hızla ilerlerken. "Bak çok ağır konuştun. Dinlesene kızım beni bir. Hey!"
"Defol," dedim sinirle, "Manyak seni. Yürü git."
"Lan dur!" dedi telaşla kolumu tutarak. Elimi çekiştirdim ve sinirle karanlık sokakta apartmanıma doğru çığlık çığlığa ilerlemeye devam ettim.
"Psikopat adam! Git başımdan!"
"Bak kızım beni insanlıktan çıkartma," dedi sinirle peşimden koşarken. "Lan bir dinlesene amına koyayım."
"Neyi ya?" dedim hiç durmadan. "Manyak mısın sen? Bunun nasıl bir açıklaması olabilir. Manyak."
"Bilmiyorum amına koyayım bilmiyorum," dedi ısrarcı sesle. Kolumu tutup bırakmadı. Sinirle beni kendine çevirdi. Perdelerin arasından başını uzatan insan kalabalığı bize göz ucuyla bakarken benim için Kara dışındaki her şey buğuluydu, "Öğretmediler hiç. Nasıl sevilir bilmiyorum. Deniyorum işte seninle, öğreniyorum işte seninle," dedi.
O gece bu soğukta böylesine suçlu bakışlarına şahitlik ettim. Pişmanlıktan kelimeleri yetersiz kalıyordu. Bu yine de beni doyuramayacağı bir bakıştı. Çünkü bu yaptığı kalbime kocaman bir yara açmıştı. "Nasıl kandırdın beni böyle?" dedim alt dudağımı büzüp gülerek. "Kendi gerçekliğinde ne de güzel yaşattın beni."
"Haklısın," demişti. Diğerlerinden ne farkı kalmıştı ki şimdi? Ben haklı olmak değil, doğru olmak istiyordum. Onunla doğru olmak istiyordum.
Eğildi, başlarımızı eşitledi, "Senin o minicik kalbinde kocaman bir güzellik var. Denesen belki beni anlarsın. Anlasan ya, çok az da olsa anlasan... Yalvarırım. Anla Melek," dedi.
Ne yapacağımı bilemediğim noktadaydım yine. Burada bile ondan yardım ister gibi oldu kalbim, "Anla," dedi gülümserken. Onun da şuuru gitti. "Sen yanımda bir dakika fazla kal diye yapmadığım şey kalmadı, anla. Bu da onlardan biriydi. Anla beni, sana yalvarırım."
İstemeden büzülü alt dudağımla ona, "Nasıl üzersin beni?" diyerek hesap sordum kendimce.
Telaşla elimi tutup avuç içimi dudaklarına bastırdı, "Annem üzerine yemin ederim sonradan öğrendim. Yoksa orada kendi canını asfalta vura vura yakmana izin verir miydim? Öğrendim ama sen bana muhtaçtın o an," dedi.
Doğruldu gözlerimizi ayırmadan, "Senin üzülmeni hiç ister miyim lan ben? Sana bir geleceğine bana bin gelsin. Aksini ister miyim kızım?"
Gecenin mehtabına eklenen birkaç pespaye gerçeklik vardı. Sanki ayyuka çıkan gerçeklere toprağa gömülen çaresizlik eklendi. "Nerede Müjgan teyze?" diye sordum. "Kemeraltı'nda senin bizi koşarak yanından uzaklaştırdığın kadın onun kıyafetlerini istemişti. O kadınla mı kalıyor? Akrabası falan mı?"
"Müjgan'ı alıp getiririm mahalleye," dedi hızla. Başını onayladı. "Tamam mı benim dünyalar güzelim? Hadi kapatalım bu konuyu."
Omuz silktim sadece, parçaları yapışmak için an kollayan kalp ritmim aksine oldukça umursamaz durdum. "Okuldaki insanlar senin korkunçluğundan bahsettiklerinde çok kırıldım. Sizin tarafınızda olmak beni çok kırdı," dedim.
Dudağımı emdim kısaca. "Şimdi fark ediyorum ki ben hiçbir zaman sizin tarafınızda olmadım. Hiçbir zaman sizin kadar ürkünç şeyler yapmadım. Ben buraya ait değilim." Başımı onayladım. Kendime destek çıktım. "Ben bu mahalleye hiç ait olmadım."
"Bana aitsin," dedi. Saçlarına saldıran yağmurlar gözlerime şölendi. Yine de sözlerine kanmadım. Yaklaştı iyice. "Kara ve Çiy... Unuttun mu? Güzel olmaları farklı olmaları değil mi? Hem aynı olsak çok sıkıcı olurduk Melek."
"Hayır biz güzel falan değiliz," dedim. Durup ağlamaklı güldüm. "Ben burada güzel hissetmiyorum."
"Gidemezsin hiçbir yere. Bırakmam," dediğinde çoktan arkamı dönmüştüm. Sinirden nefes nefese kaldı. Elini kaldırıp bana tuttuğunda damlalar bu sefer kollarına vurdu. "Bırakmam kızım seni. İstediğin yere kaç, bulurum. Duydun mu?"
"Hadi oradan serseri kılıklı," dedim kendi kendime. "Ruh hastası seni."
"Senin hastanım," dediğinde ona döndüm. Gülüyordu çaresizce. "Bırakmam. Bak kızım peşinen söylüyorum sana. Her türlü pisliği yaparım. Bende kal diye gerekirse seni bile korkuturum. Mahalleden çıkmayı denediğin gibi Kadir'in tiyniyetini haritadan silerim."
Sinirle etrafa bakındım. Kaldırımın dibindeki büyük taşı alıp bir anda Kara'ya doğru fırlattım. "Sen kimi korkutuyorsun be!" diye bağırdım öfkeyle. Koluyla yüzünü örttüğünde taş hızla yere çarptı. "Cibiliyetsiz seni!"
"Bir lokmalık kalbin var onda bile bana öfken çok büyük," dedi. Yerdeki taşa baktı. "Ceza vereceksen böyle vurdulu kırdılı cezalar ver bana. Gitme ama."
"Ben buraya ait değilim," dedim. Hızla gözlerimi sildim. Zordu. Çok zordu. Sevdiğin tarafından salak yerine konulmak zordu. Sevgi? O da apayrı bir zorluktu. "Ben bazen nereye ait olduğumu bir türlü anlamıyorum. Sanırım her yere çok fazlayım."
Ellerini iki yana açtı gülümseyerek, "Bak kollarımın arasında sana yer bol," dedi.
"Nasıl da masum naraları atıyorsun?" dedim şaşkınlıkla. "Kara ben aylarca öldüm. Kendimi suçladım. Sen de benim duygularımla peşkeş çektin. Hiç sızlamadı mı vicdanın soruyorum sana?"
"Sızladı," dedi. Açılı kollarını indirip bana adımladı. Yanağına dökülen damlalara baktım. "Sızladı ama yine benim kollarımdaydın Melek. Başka türlü benim kollarıma gelmezdin ki. Kanatların vardı uçmak için."
"Sen de kırmak mı istedin onları?" dedim gülümserken. Ömrümde ilk defa muhakemesini yapamadığım bir tat ile serpiştirildim. Bunun adı aşksa ben bunu istememiştim.
"Onarmadım sadece," dedi. Nitekim kendince doğru yolu bu görmüştü. Kara'nın doğrularını kendime hezimet bilmemin nedeniydi bu. "Onarmadım ki sen uçup kaçma, avcumdan bir yere ayrılma."
"Bir melek elbette yerde daha güvendedir," dedim gülümserken. "Ama kanatlar bunun için yapılmamıştır."
Arkamı döndüm. Gittiğim sırada bağırdı. "Havada bir rotan yoksa uçman ne kadar mantıklı?" diye bağırdı. "Benimle güvendesin. Rotaları ben çizerim, yorulmadan taşırım seni hayat denen bu siktiğimin yerinde."
"Senin rotana teslim olmaktansa başıboş uçmayı yeğlerim," dedim sinirle ilerlerken. "Özgür kalsam seni istemeyeceğime inanman ne naif. Kendini biliyorsun. Beni de öyle. Doğrusun da, haklısın."
"Biliyorum," demişti. Gülümsedi o da. "Ben leş gibi bir adamım. Tek arzum bu mahallede gözümün önünde olmandı. Yemin ederim. Sonra fark ettim sen gözlerimin içine doğru bakıyorsun."
Durup ona döndüm. Yaklaştı ve başını eğdi. Karanlığın içindeki direğin sarı loş ışığı mavi gözlerini parlattı. Gözlerinin yansımasında kendimi gördüm. "Ben çok korktum gözlerimin berisini görmenden. Hep istedim ki benim derinlerimden ruhuma değil gözlerimin yansımasından kendi güzelliğine bak."
Şaşkın şaşkın açtım gözlerimi. "Bak Melek," dedi burunlarımız dokunurken. Biraz damla girdi ortamıza. "Güzelliğini görüyor musun? Bir de benim gözlerimden kendine baksan aklını yitirirsin." Fısıldadı. Koyu sesi çatallı çıktı. "Sen adamın aklını alırsın, Melek. Yanımda kal diye yaptıklarım benim deliliğim, benim deliliğim de senin güzelliğin."
Akabinde doğruldu. Elini uzattı. "Yarın alır getiririm Müjgan'ı eve. Özür dilerim tüm bu yaşattıklarım için. Sadece anla beni. Benim yerimde hangi adam olsa seninle iki dakika fazla vakit geçirmek için bunu yapardı. Dahasını da yapardı Melek."
Arkamı döndüm, "Beni rahat bırak lütfen," dedim sadece. İlerledim. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
Ölen biri yarın karşıma çıkacaktı. Ben aptaldım. Kara aptaldı. Yaşadıklarım korkutucuydu. Naçizane bir hayatım olduğuna inanırdım. Hayatımın temelleri bile sarsılmaya çok müsaitti. Kara iki eliyle sıkıca tutsa, beni tepetaklak edebilirdi.
Eve girip sırtımı kapıya dayadım. Daha önce hiç bu kadar bağırarak ağlamamıştım. Yavaşça yere çöktüm. Saçlarım sağanaktan yerleri ıslatırken ben yok olmanın eşiğinde hissettim. Bilemiyorum, çok garip bir duyguydu.
Güneş çıkana kadar balkonda öylece oturdum. Yaptığım çay buz gibiydi. Son birkaç yudum içip öylece denizi izledim. Kara balkonuna çıkmadı hiç.
Müjgan teyzeyi görmek çok istedim. Bunu hayattaki her şeyden önce istedim. Ama bunu yapmayacaktım. Kara istediği gibi o kadını benden alıp istediği gibi karşıma çıkartamazdı.
Ben kendim yapacaktım.
Ayaklandım. Gözlerim ağlamaktan kapanmıştı. En son Müjgan teyze öldü sandığımda böyle ağladım. Şimdi ise ölmediği için.
Defterimi elime aldım ve yemek masasına geçtim. Ocakta pişen çaydan doldurduğum yeni fincanı üfledim ve küçük bir yudum içip kalemi elime aldım. Kara'ya yazdım.
Kara. Aklıma üşüştü, bana Kırık Camlar Teorisi'ni anlattığın zaman. Fonda Erol Evgin çalıyordu. Sen bana gülerek şarkı söylüyordun. Kara Mavisi dediğim gözlerin gülüyordu. Bana bahsettiğin teoride insanların zayıflıklarını saklamaları, diğer insanlara karşı güçlü olmaları gerektiğini söylemiştin. Tek zayıflığımı sana anlatmamı, çünkü senin benim kötülüğümü asla istemeyeceğini ima ettin.
Orada binaların yalnızca bir sağlam camı olur ve insanlar onu parçalamak için tereddüt etmez demiştin Kara. Benimse tüm camlarım tertemizdi. Şimdi sen gelip bir tanesini paramparça ettin. Hiç de tereddüt etmedin.
Ben burada senin gölgende kalmaya devam etmek istemiyorum. Önceliğim bu gölgeden kaçmak, sonra da öldüğünü zannettiğim o kadını bulmak. Ama önceliğim sen değilsin artık. Çünkü sana adım atarsam bende kırdığın camlar canımı yakar. Benim canımı yakacağına, sen yan.
Elveda.
Melek
Ne beni kanatsın ne seni yaksın. Bu dünya bence bize fazlalık kalsın. Veda bizim mesafemiz, kanlar ise imzamız olsun bu kırık camlarda.
Elveda Kara.
Tamamladım. Tamamdım artık. Kağıdı masaya bıraktım. Eve girdiğinde direkt görebileceği şekilde ayarladım. Hemen yanına Saat Kulesi'nin orada güvercinlere yem atarken çekildiğimiz fotoğrafı ve nişan yüzüğünü koydum. O fotoğraf için onunla çokça kavga etmiştik. Artık onu alabilirdi. Ben istemiyordum.
Çayımı içip yatak odasına geçtim ve sırt çantası hazırladım. Birkaç kıyafet ve günlüğümü alıp evden çıktım. Montumu iyice çekip ellerimi ceplerime soktum. Hava çiseliyordu. Sabahın soğuğu çok sert vuruyordu. Saat yedi vardı ya da yoktu. Güneş henüz sıcak değildi.
Mahalleden çıkarken girişte Hakan ve geceki oğlanı gördüm. Yanlarından geçtiğim sırada Hakan peşime dolandı.
"Günaydın. Okula mı? Daha çok erken değil mi?" dedi meraklı ama gergin.
"Söylemedim," dedim ona bakmadan ilerlerken. "Senden duyduğumu söylemeyeceğim."
"Ne diyeceksin?" dedi hızla. "Nereye?"
Durup ona döndüm. Elimi montumdan çıkartıp işaret parmağımı uzattım. "Eğer ki şu an buradan kaçtığımı Kara'ya söylersen yemin ederim ki seni ona ispiyonlarım. Sorarsa okula gitti diyeceksin."
"Tamam," dedi gözleri kocaman açık. "Nereye gidiyorsun?"
"Sana ne?" dedim sinirle. "Hepiniz damarınıza basılınca nasıl da ötüyorsunuz. Serseriler sizi..." Uzaklaştım yanından.
Otobüse binip en arkaya oturdum. Camdan dışarıya bakıyordum. Müjgan teyzeyi bulmam gerekiyordu. Ama öncesinde kafamı toplayıp biraz da akıl almam gerekirdi. Annemlerin yanına gidemezdim. Annem beni anında mahalleye götürür Kara ile aramı düzeltmemi sağlardı.
Ben de Kara'yı en az seven insanlardan birinin yanına gitmeye karar verdim. Ablamın.
Bu ne kadar doğruydu, bilemedim. Keşke bilseydim. Çünkü oraya gitmek hayatımda verdiğim en korkunç kararlardan biri oldu. Belki de en güzel. Korkunç bir şey güzel olabilir mi?
Alsancak Garı'nın orada otobüsten indim. Kocaman bir tarihi yapıydı. İçerisi erken vakit olmasına rağmen kalabalıktı. Herkes telaşlı, herkes kendi hikayesinin kahramanıydı. Bir yerlere koşuşturuyorduk hep. Zaten Kara'nın da dediği gibi oturup dinlensek sıkılırdık.
Bandırma trenine bilet alıp içeri geçtim. Bir kadın kızıyla birlikte oturuyordu. Onların karşısındaki koltuğa oturdum ve geriye yaslandım. Kız sürekli ağlıyor, bağırıyordu. Kadın artık sinirden fenalık geçirerek kızına susmasını söylüyordu. Güldüm istemeden. Kadının o halleri komiğime gitti. Hem artık gülebilirdim. Çünkü Müjgan teyze ölmemişti. Bunun utancını yaşamama da şahitlik etti Kara.
Düşündükçe deliriyordum. Bandırma'da indim. Burası İzmir'e göre çok daha sert esiyordu. Bulduğum ilk telefon kulübesine gittim. Çantamdan telefon numaralarını kaydettiğim küçük defterimi çıkarttım ve Melisaların evini tuşladım.
"Alo?"
Hızla boğazımı temizledim ve iki elimle birden kulbu tuttum, "Merhabalar efendim. Ben Melek, Melisa'nın arkadaşı olan Melek. Melisa oralarda mı?"
"Dur evladım," sesi geldi. Hemen sonra Melisa'ya seslendi babası. Birkaç dakika sonra Melisa esneyerek telefonun başına geçti.
"Dostikom benim, Melek! Çok ama çok kötü bir şey oldu," dedim hızla. Etrafa bakındım. Kara her an her yerden çıkacak gibi hissediyordum. "Şimdi sana söyleyeceğim ama Kaya'ya sakın söyleme. Yerimi bulurlar."
"Ne oldu?" dedi Melisa telaşla. "Çatlatma ne oldu?"
"Ben evden kaçtım," dedim sessiz ama hırsla. "Müjgan teyze ölmemiş inanabiliyor musun?"
"Ne?" dedi anlamsızca. "Ne saçmalıyorsun sabah sabah verdiğin haberlere bak!"
"Melisa ben ablamların yanına geldim. Bir süre burada durup kafamı toplayacağım. Sonra da senden bir şey isteyeceğim. Müjgan teyzenin evine girip onun telefon rehberini bulman lazım. Ben çok telaşla gittiğim için unuttum almayı. O rehberdeki insanları tek tek arayıp kadın nerede bulmamız lazım." Melisa'ya olayları anlattım. Ablamların ev numarasını verdim ona.
Akabinde kulübeden çıkıp ablamların evine doğru ilerlemeye başladım. Ablamların evinin sokağına girdiğimde rüzgar dudaklarımı artık uyuşturmuştu.
Ablamların evleri iki katlı, gösterişliydi. Eniştem politikacıydı. Parası pulu çoktu. Evleri de ona yaraşır gibi büyük taş duvarlarla örtülüydü. Bahçesindeki bol bol meyve ağacının içinde saklanıyordu.
Ablam ve eniştem iki zıt görüşe sahipti. Biri solcu, diğeri sağcıydı. Çocukluğumda hatırladığım eski büyük çatışmalar ülkemizde artık kalmamıştı. Yavaş yavaş insanlar kendi içlerinde ikiye ayrılmak yerine ortak yerlerde buluşmaya başlamıştı. Yani sağcı solcu davaları seksenlerin sonlarına doğru bitmişti. Ancak ablam ve eniştem için bitmemişti. Onlar hala tezatlıkların arasındalardı.
Eniştem ablamı ilk gördüğünde gelip istemişti. Ablam o gün ortalığı ayağa kaldırmış, nişanlısı olduğu için annemlerle büyük bir kavgaya tutuşmuştu. Sonra da evden kaçtı. Babam çok üzülüp hastalanınca geri dönmüştü. Onların istediği olmuştu. Ablam ve nişanlısı ayrılmışlardı. Ayırılmışlardı.
Bahçe kapısından girip içeri adımladım. Zile basacağım sırada kapı açıldı. Eniştem kravatını düzeltip evden çıkıyordu. Beni görünce benimle aynı anda korktu. İkimiz birden korkuyla bağırdık. Hemen sonra gülmeye başladı.
"Melekciğim günaydın," dedi şaşkınlıkla. "Geç bakalım ablan içeride."
"Günaydın enişte," dedim yanından geçerken. "Kolay gelsin iyi çalışmalar."
"Sağ olasın canım," dedi giderken. Makam arabasına binip oradan uzaklaştı. Ablam mutfaktaydı. Sofrayı topluyordu.
"Abla!" diye bağırdım. Elindeki tabağı korkuyla yere düşürüp bana döndü. Kıkırdamaya başladım.
"Allah cezanı vere!" dedi sinirle. Baş parmağını damağına götürüp yukarı kaldırdı ve eliyle kalbini tutup güldü. "Aklım çıktı geri zekalı." Bir an durup hızla bana baktı. "Ablacığım? Hayrola senin okulun yok mu?"
"Bugün tatil," dedim ona ilerlerken. "Ben de seni görmeye geldim. Sen geldiğinde yarım kalmıştı görüşmemiz."
"Bana bak," dedi sinirle üzerimi süzüp. "Senin gözlerin kızarık kızarık. O herif üzdü mü seni?"
"Hayır abla ne alakası var ya?" dedim masaya yerleşip kahvaltılıkları yemeye başlarken. Saatlerdir trende olduğum için çok acıkmıştım. "Küstüm ama ona."
"Küsmek ne kız?" dedi yerdeki tabak kırıklarını toplayıp çöpe atarken. "Küslük olur mu artık çocuk musun sen? Söyle üzdüyse seni döveyim ben onu."
"Beni kandırdı aylarca," dedim önümdekileri yerken. "Alt komşum öldü sandım ama ölmemiş. Ben üzülünce Kara bana destek oldu."
"Ne kadar saçma salak şeyler," dedi anlam veremeyerek. "Niye böyle bir şey yaptı bu herif ruh hastası mı?"
"Evet öyle," dedim yanağım dolu. "Manyağın teki." Gülmeye başladım. "Şener Şen filmde traktöre binip kılıç sallayarak küfür ediyordu ya, sonra kadınla dövüşüyorlardı. Sen de onun gibi traktörle mahalleye dalıp Kara ile dövüşme sonra."
"Onu mahvederim ben," dedi önüme çay bırakıp. Karşıma geçip geriye yaslandı. Derin nefes verdi. "Ne diye seni kandırmış ben hiç anlamadım?"
"İşte ben üzülünce o bana destek vermiş," dedim çay içerken. "Abla resmen kadın öldü diye aylarca ağladım. Meğer kadın senden benden sağlıklı uzakta bir yerlere sürgün edilmiş."
"Delirmiş bunlar," dedi. Masaya daldı gözleri. "Alalım seni o mahalleden artık. Derslerine odaklanamıyorsun mahalle olayları yüzünden." Durup güldü. "O film nereden aklına geldi salak?"
"Abla hatta Şener Şen kadın kılığına girip bunların arasına karışıyordu," dedim gülerek. "Kara da bir peçe takıp içimize sızmasın sonra." Yemeğimi yediğim sırada ev telefonu çaldı. "Melisa!" dedim ayaklanırken. Koşarak telefonu açtım.
"Gülsüm!" diye bir çığlık sesi duydum. "Yanında mı o çocuk!"
"Ben mi anne?" dedim hızla arkaya bakıp. Ablam telaşla ayaklandığında önüme döndüm. "Evet ablamın yanındayım."
"Karahan oğlum geldi buraya seni aramaya," dedi annem sinirle. "Sen evden mi kaçtın Melek?" Durup sesini biraz telefondan uzaklaştırdı. "Bandırma'daymış evladım. Ablasının yanında. Burada değil dedim ben sana. Ben damadıma yalan söyler miyim hiç?" Tekrar bana odaklandı. "Melek yüzük atmak nedir kızım çocuk oyuncağı mı bu? İlk kavgada ayrılmak ne demek?"
"Ya of anne neden yerimi söylüyorsun?" dedim sinirle ayağımı yere vurup. "Of! Söyle ona. Gelmesin sakın."
"Gelsin gelsin," dedi ablam sinirle dibime gelip. "Gelsin de enişten onu vursun." Telefonu sertçe elimden aldı. "Söyle anne gelsin bekliyoruz. Benim kız kardeşimi, canımı kanımı üzmek neymiş ben göstereyim ona."
"Gülsüm sen karışma!" diye bağırdığını duydum annemin. Peş peşe sıraladı cümleleri.
Hiç susmadan bağırıyordu. Ablam bir gözünü kapatıp telefonu kulağından uzaklaştırdı. "Bitti mi anne?" dedi ve telefonu kapattı. Yerine oturup çayını eline aldı. "Enişteni ara, üç dört saate gelsin."
"Aileyi işin içine katmamalıydım sanırım," dedim dikildiğim yerden. "Ben Kara'yı bir arasam mı?"
"Sana buradan uçarak bir vururum," dedi ablam sinirle. "Sana bir terlik fırlatırım Melek dersin ki abla sen okçu musun?"
"Abla barışmak için değil ya," dedim telaşla. "Konuşayım gelmesin. Kavga dövüş olmasın."
"Yok ablacığım bitti senin o herifle münasebetin. Buraya kadar gelip benim yanıma sığındıysan bu saatten sonra o herifin yüzünü göremezsin."
"Sana da gün doğdu," dedim karşısına oturup. "Neden onu sevmiyorsun hiç?"
"Neyini seveyim ben onun?" dedi şaşkınlıkla. "Sen sevdin de ne oldu? Bak geldin benim yanıma." Eğildi elini masaya birkaç kez vurarak. "İyi biri değil o, üzer seni. Üzmüş de. İlk hatada bırakacaksın yoksa ileride buna alışır hep üzer seni."
"Yani bir daha onu asla görmeyecek miyim?" diye sordum. Hızla gözlerimi sildim.
"Hayır ablacım, görmeyeceksin," dedi ayaklanırken. "Enişteni ara, başımızda dursun. O manyakla bir daha asla görüşmeyeceksin."
Şaşırmamalıydım. Ona bir elveda mektubu yazıp giden bendim. Kırıldım ama işte. Onunla çok güzel zamanlarım oldu. Onda çok güzel anılarım oldu.
Mahalleyi çok benimsemiştim aslında. Şimdi gittim evet ama giderken geri dönme ihtimalimi hiç silmemiştim. Ablam bunu yapınca nedensizce gerçeklerle yüzleştim. Kendi gerçeklerimle.
Akşama doğru eniştem işten geldi. Kara ise gelmedi. Ben gelir diye düşündüm, çünkü beni Manisa'da bile aramıştı. Belki Bandırma'ya gelmek ona zor geldi. İzmir'e uzaktı çünkü Balıkesir.
Akşam yemeği yedik. Eniştem ve ablamın iletişimini hiç sevmiyordum. Sürekli birbirlerine laf sokmaya çalışıyorlardı. Eş gibi değil de düşman gibilerdi. Yemek sonrası etrafı toparlayıp misafir odasına geçtim. Yatağa uzanıp elime bir kitap aldım. Başka yapacak hiçbir şeyim yoktu. Ablamların evindeki kitaplar hep siyasiydi. Bir tanesini okumaya başladım. Okudum ama anlamadım hiç yazılanları. Aklım hala elvedamdaydı.
Elveda? Pek basit değildi. Odada öylece uzanmışken balkon camına taş atıldı. Minik taş camı tıklattığında hızla ayaklandım. Balkona çıktım ve ellerimi demirlere koydum.
"Bana bak," diye bağırdım aşağı doğru. Karanlıktan seçemedim. "Biz sağcı solcu davası peşinde değiliz. Polis yığarım buraya! Bir daha sakın ablamın evine taş atma!"
"Benim ben," dedi loş lambanın altına geçip. "Belalın geldi."
"Kara?" dedim şaşkınlıkla. Hızla içeri bakıp ona döndüm. Fısıldadım. "Annem mi evi tarif etti? Nasıl buldun bu evi? Hadi evi buldun, bu odada olduğumu nereden bildin? Kim söyledi? Kuşlar mı yine?"
"Kimse söylemedi," dedi sırıtırken. Elini açıp burnuna doğru salladı. "Kokunu takip ettim."
"Kara," dedim sinirle. "Mektubumu almadın sanırım?"
"Burada," dedi cebinden çıkartıp. Bana doğru katlı kağıdı salladı. "Bunu gözünün önünde yakmaya geldim."
"Ne oluyor? Kimle konuşuyorsun sen?" sesi ile yana döndüm. Ablam balkon demirlerine doğru tutunup aşağı baktı. "Bana bak manyak herif!" dedi bağırarak. "Kardeşimin peşini bırak yoksa seni mahvederim!"
"İyi bakalım," dedi Kara mırıldanıp bana dönerek. Kağıdı salladı. "Yakıyorum bunu."
"Sana diyorum!" dedi ablam sinirle. "Kağan hemen buraya gel! Melek'in sapığı burada!"
"Çok ayıp," dedi Kara başı bize doğru hafif kalkık, aralık ağzıyla sırıtırken. "Sapık nedir? Ben onun bugüne bugün kaşeli nişanlısıyım."
"Kardeşimde yüzük göremedim," dedi ablam sinirle. Durup içeri doğru bağırdı. "Kağan! Hemen gel!"
Eniştem şaşkınlıkla balkona çıktı ve aşağı doğru baktı. Elini kaldırdığında Kara sırıtarak ona başıyla selam verdi. "Hop Kara! Naber hocam?"
"Eyvallah," dedi Kara kağıdı cebine koyarken. "Benim kızı üzdüm biraz. Af dilemeye geldim."
"Gelsene oğlum orada durma, üşürsün," dedi eniştem telaşla.
"Kağan?" dedi ablam durup. Enişteme baktı. "Sen nereden tanıyorsun bu manyağı?"
"Hem neden içeri geliyor?" dedim sinirle araya girerek. "Ben onunla küsüm. Gelmesin sakın."
"Ben gelme sen gelme beni nasıl affedeceksin?" dediğinde tekrar Kara'ya baktım. Sırıtıyordu. "Hadi bak insanların içinde uzatmayalım."
"Gider misin sen?" dedim sinirle. "Ben seni affetmiyorum."
"Öyle bir şansın yok," dediğinde ablam sinirle güldü.
"Kağan sen bu serseriyi nereden tanıyorsun dedim sana!"
"Bak kadın cazgırlaşma insanların içinde dövüşmeyelim," dedi eniştem bıkkınlıkla. Kara'ya doğru eğilip elini salladı. "Biraderim ben içeri geçiyorum."
Kara ona başıyla selam verdiğinde eniştem durup ablamı inceledi. "İnsanların ilişkilerine karışma bu kadar," dedi ve balkondan çıktı.
Ablam sinirle onun peşinden ilerlediğinde şaşkınlıkla Kara'ya bakıyordum. "Bak akşama kadar bekledim sinirin geçsin diye," dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Geçmedi sinirim," dedim öfkeyle. "Geçmeyecek de. Gider misin?"
"Gitmem," dedi ve kaldırıma oturup mektubu cebinden çıkarttı. İki eliyle döndürdü kağıdı. "Koskoca herifi ağlatacaktın bu mektupla."
"Ağla," dedim omuz silkerek. "Gerçek hislerimi yazdım."
"Melek ben toplarım," dedi bana başını kaldırıp. "Sende kırdığım ne kadar cam varsa ellerimle toplarım."
"Güvenimi sarstın," dedim dirseklerimi balkon demirlerine yaslayıp. "Ben istemiyorum seni."
"Melek sana çok açık soracağım," dedi kağıda bakarken. "Minik kalbin beni sevmeyi bıraktı mı sahiden? Yoksa küstüğün için mi böyle konuşuyorsun?"
"Bu neyi değiştirecek?" dediğimde bana baktı. Kağıdı salladı.
"Bana küstüysen bu kağıdı yakacağım," dedi.
"Seni sevmeyi bıraktıysam? O zaman neyi yakacaksın?" dedim.
"Bu şehri," dedi ayaklanırken. Ellerini ceplerine soktu. "Hadi gidelim artık. Şehri hoplatmayalım akşam akşam."
"Sen gidebilirsin," dedim. "Ben gelmiyorum."
"Nereye kadar?" dedi ve etrafa bakındı. "Sen burada yapamazsın. Burası hem çok sıkıcı hem okulun yok. Hem de seni koşulsuz şartsız sarmalayan bir Kara yok."
"Hem de beni aylarca kandıran bir Kara yok," dedim sinirle. "Git bak kafana mandal atarım senin."
"Gel gözümün önünde dur," dedi. Yutkundu. "Hadi bak üşüdüm gel gidelim. Evde yap bana küsmeni nazını. Ben mahalle dışındayken şerefime kitabıma çok pis geriliyorum. Gel evde yap bana bu hareketleri."
"Ben içeri geçiyorum," dedim. Durup ona baktım. "Bekler misin?"
"Beklerim," dedi kaldırıma otururken. "Sabaha kadar bekleyeceğim zaten. Buradayım."
"Geliyorum," dedim hızla içeri geçip. Ayakkabılarımı giydiğim sırada ablam ve eniştem bağırışıyordu. Ablam beni gösterip enişteme sinirlendi.
"Al işte!" dedi öfkeyle. "Herifi neden korkutmadın geri zekalı Kağan!"
"Ben tanıyorum o elemanı," dedi eniştem koltuğa yaslı sırtını kıpırdatıp. Tüplü televizyonun kumandasına birkaç kez vurup kanalı değiştirdi. Hoş, zaten birkaç kanal vardı. "Boşuna dertlenmeye lüzum yok. Bana sararlarsa zor kurtulurum. Çete bunlar, Gülsüm. Bir mimlenirsem evi başımıza yıkarlar."
"Kardeşimin güvenliği söz konusu sen kendi pısırıklığını mı düşünüyorsun yine!" diye çığlık attı ablam. Eniştem sinirle kumandayı yere fırlattı.
"Kes artık be kadın! Senin ben çenene sıçayım! Ulan sen adamı yaşlandırırsın! Katil edersin lan sen adamı!"
Her zamanki halleriydi. Hızla aşağı indim. Bahçeden çıkıp evin arkasına dolandım ve arka sokağa geçtim. Kara kaldırımda sigara içiyordu. Yanına oturdum ve ellerimi bacaklarımın arasına sokuşturdum. Kokusunu duymak istedim. Ona dönüp biraz yaklaştım.
"Bence git boşuna bekleme," dedim. "Çünkü ben çok kırgınım."
"Ve kindar," dedi yere bakıp gülümserken. "Kargaları sevmen bundandı hatta. Onlar da kindar diye..."
"Evet," dedim kıkırdayarak. Hızla ifademi dondurdum sonra. "Git o yüzden. Çünkü olurumuz yok."
"Oldururuz," dediğinde yan profiline baktım. "Kaç kurtar kendini dedim sana," dedi ısrarcı tonla. "Kaçmadın ama. Ben de bırakmam seni artık." Ziftleri anımsatan sesi ruhumu salladı. Çok istiyordum sallanmayı.
Elini uzattı. Kocaman eli bile uğruna destanlar yazılır gibi güzeldi. Aralık gözlerimi kapatıp elini itekledim. Tutmadım ve hemen tekrar elimi bacaklarımın arasına soktum. "Uzatma, tutmayacağım," dedim.
Sonra ona doğru uzanıp başımı kaldırdım. Yanağını öptüm. Kirli sakalları çok hafif uzamıştı. Bu nedenle dudaklarıma batmadı ama huylandırdı. Onu öpmek çok güzeldi. Onu her şeyden çok öpmek istiyordum. Kokusuna bağımlıydım. Sigara içmezdim işte ama benim nikotimin de Kara'nın kokusuydu. Bir de kara mavileri. Bir de gülüşü. Sesi de var tabii. Bakışları. Omuzları. Avuçladığım kocaman kolları.
Onu öptüm çünkü onu bir daha öpmeyecektim. Vedalaştım kendimce. Ayaklanacağım sırada bileğimi tuttu. Kalkmama müsaade etmedi. "Yapma," dedi yavaşça. "Gitme. Ben yirmi sekiz senelik ömrümde ilk kez kendim için bir şey istedim. Seni. Bana kendini çok görme."
"Umarım yaşamazsın ama bir gün değer verdiğin biri tarafından aylarca ağlamana göz yumulursa beni anlarsın," dedim ısrarla kalkmaya çalışıp. Bileğimi çekiştirip ayaklandım. Soğuk kaldırım popomu üşütmüştü. "O mektubu istersen yak istersen sakla. Umurumda değil."
"Çok seviyorum," dedi başını bana kaldırıp. "Kovma beni. Sığdır kalbine. Lütfen. Sana söz telafi edeceğim." Ayaklandı ve elini uzattı. "Yemin ederim telafi edeceğim bu saçmalığı."
Teslimiyet hatalara ön ayak olmaktı. Ben biliyordum zaten, ona teslim olacaktım. Ama henüz buna erkendi. Böyle hatasını anlayamazdı yoksa. Bile isteye bir daha beni üzmemeyi ona öğretmem gerekti.
"Hoşça kal," dedim. Ondan uzaklaşmak zordu. Bir türlü yapamadım. Ama yapmam gerekti.
Çünkü sana adım atarsam bende kırdığın camlar canımı yakar. Benim canımı yakacağına, sen yan.
Elveda Kara.
Arkamı döndüm. Gittim. Bittim.
•••
Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce Kara kendini nasıl affettirecek? Sohbet edelim!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.39k Okunma |
11.18k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |