bölümde geçen şarkılar,
Yasemin Kumral - Bim Bam Bom
MFÖ - Deli Deli
"Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır."
-Mustafa Kemal Atatürk.
22
Zaman olgusu geceleri çamurlara bürüdüklerini, gündüzleri güneşlemeye meyilliydi. Bu herkes için geçerliydi. En çirkin bataklıklar bile sonunda güneşin sıcağıyla kavrulabilirdi. Ateşin gücüne bundan inanırdım. Korkuturdu da gücü. Bir milim oynasa ısıttığı eli yakardı çünkü.
Sıkıca tuttum Kara'nın elini. Yetmedi diğer elimi de önümden uzatıp elini tuttuğum kolunu tuttum. Bir ahtapot misali yapıştım ona. Sanki gitmek istese tutabilecekmişim gibi inandım gücüme.
Nefesim boğazıma fazla geldiği için kısık kısık konuştum. "Lütfen Kara," dedim. Ders bitimi onu derslikten çıkartıyordum. "Çok rica ediyorum huzurlu huzurlu gidelim. Kavga falan etme sakın."
Recep kitaplarını çantasına tıkıştırırken Kara ile yanından geçiyorduk. Başıyla takip etti Recep'in bedenini. Recep ise özenle bize bakmamaya çalıştı.
İnsanların Kara ile göz göze geldiklerinde mavi sularda yanmaktan korktuklarını düşünürdüm. Kara mavisi sular herhalde bir bana huzuru hissettiriyordu. Bir beni yakmıyordu. Boğmuyordu.
Kara'nın gözleri ponziler gibiydi hatta. Dolandırıcıydı bakışları. Buna rağmen onun gözlerine kapılıp gitmek insanlar için nasıl bu kadar zor olabilirdi?
Aslında bu iyi bir şeydi. Çünkü içimdeki nüansların eşliğinde rahatsız edici bir kıskançlığı ben de var ediyordum. Ben de çok kıskanabilirdim onu. Bir başka kız onun gözlerinin inine doğru melül melül baksa, delirirdim. İçten içe sıyırırdım. Onun gözlerine benim verdiğim gibi bir mahlas verseler, çok kızardım. Bir başka kızla gülüşse ben de sınıfları basabilirdim. Bunların hepsini bir hafta öncesine kadar yapmazdım, ancak artık o cesareti alabildiğime inandım. O verdi.
Alelalece onu derslikten çıkarttım. Arabaya ilerlediğimiz sırada onun elinde kaybolan elimi kıpırdattım ve kolumuzu ileri geri salladım. "Ben çok alıştım beni okula bırakıp okuldan almalarına... Hep isterim."
"Hep iste," dedi yere bakarak yürürken. Kollarımızı sallandırmam onun sırıtmasına sebep oldu. "Sen hep iste, ben hep yaparım," dedi sallandırdığım kollarımıza bakarken.
"Şimdi nereye gidiyoruz?" diye sordum neşeyle. Olay çıkmaması beni mutlu etmişti.
"Seni evine bırakıp Haydar ile konuşmaya gideceğim," dedi. Başım ona çevrildi. Yan profilini görmek için yukarı doğru iyice kaldırdım başımı.
"Ben de gelmek istiyorum konuşmaya," dedim. Gözlerim yas tutan kibritler gibi alev aldı bir anda. "Haydar'a iki çift lafım var."
"Seni evine bırakıp Haydar ile konuşmaya gideceğim," diye yineledi. Kollarımızı sallandırırken kampüsteki büyük heykellere ve renkli çiçeklere çevirdim başımı.
"Peki gelmem tamam," dedim sevimli sesle. Adımlarımı istemeden hızlandırdım. "Biraz yavaş yürür müsün Kara? Koşarak yetişiyorum sana."
"Ben yeterince yavaş yürüdüm," dedi. Kendi kendine eğlendiği sırada anlamsızca kaşlarım çatıldı. O eğlenmeye devam etti. "Daha fazla yavaş yürümeye takaatim yok, güzel kiracım."
"Neydi bu?" dedim kısa ama sık adımlar atarken. "Bir metafor mu?"
"Benim şaşırdığım peki diyerek sözümü bu kadar kolay dinlemen," dedi. Ağzımı aralayıp ona cevap vereceğim sırada Zeki telaşla dibimize geldi ve bizle bir yürürken soluk soluğa alnını sildi.
"Af buyurun da beni neden beklemediniz?" dedi alelacele.
"Kara'yı mayın tarlasından çıkartıyordum," dedim kıkırdarken.
"Ah be yengelerin gülü. Mayının kendisi Kara, bir çözemedin bunu."
Karşıdan bisiklet sürerek geçen öğrenciyi görünce gözlerim parladı. "Çok güzel sürüyor. Nasıl iki teker üzerinde dengede durabiliyorlar ki böyle?"
"Bacım sen de Gebeş Dağı'ndan mı geldin?" dedi Zeki kaşlarını çatarak. "Bisiklet sürmeyi nasıl bilmezsin?"
"Korktum küçükken düşerim diye sonra da hiç fırsatım olmadı tamam mı!" diyerek ona döndüm. Zeki bana kaşları çatık, sırıtarak bakıyordu. Sinirimle dalga geçiyordu. Öfkeyle önüme dönüp Kara'nın elini bıraktım ve kollarımı göğsümün altında birleştirdim.
"Ona kızıp benim elimi neden bırakıyorsun?" dedi Kara. Elini uzattı ilerlerken. "Tut."
"Arkadaşını hiç ama hiç sevmiyorum Kara," dedim sinirle Kara'nın elini tutarken. "Ya beni korkutuyor ya da küçümsüyor."
"Ne?" diye çığlık attı Zeki. "Yenge bak öyle cümleler kurma yeminle Kara keser atar beni kenar sokağa. Sev beni valla ben zararsızım."
"Kara! Senin arkadaşın bana Gebeş Dağı'nda mı yaşıyorsun dedi!" diye döndüm Kara'ya.
"Duydum güzel kiracım," dedi bıkkınlıkla ilerlerken. Adımlarını ikazım sonrası yavaşlattığı için rahat yürüyordım. Başı Zeki'ye çevrildi. "Özür dile len. Yoksa seni Gebeş Dağı'na gömerim."
"Özür dilerim yahu!" dedi Zeki hızla.
"Bu kızla da bir daha uğraşırsan şerefime seni çok kötü döverim, Zeki." diye mırıldandı.
Zeki hızla duraksadı. Durup ona döndüm. Kara bir adım daha atıp ellerimizi ayırmamak için mecbur duraksadı ve Zeki'ye baktı. Zeki ellerini dizlerine vurmaya başladı. "Ah benim Müjgan'ım burada olaydı da bana böyle cephe aldığınızı görüp size kızaydı!"
"Ya her seferinde rahmetliyi karıştırmasana konulara!" dedim sinirle. "Zeki valla bazen seni şöyle haşat edene kadar hırpalayasım geliyor."
"Tamam tamam," dedi hızla bizim hizamızda yürümeye başlarken. "Pişt pişt, yenge!"
"Ne?" dedim kampüsten çıktığımız sırada.
"Şu derste el sallığın avrat var ya... Adı neymiş? Bekar mıymış?"
Gülerken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şebnem mi?" dedim kaşlarım kalkık, ifadem soğuk şekilde. "Sana bakmaz o canım."
"O ne demek len?" dedi merakla dibimden ilerlerken. "Yenge... Kız yenge... Yapsana onu bana. Hadi bak çok makbule geçersin."
Kara'ya döndüm gülerek. Bıkkınlıkla bir an önce arabaya binmek istiyor gibi yürüyordu, adımları hızlandı. Zeki'ye baktım tekrar kendi adımlarımı koşar gibi arttırırken. "İyi tamam bir bakarım, sevdiği yoksa sorarım."
"Oley!" dedi Zeki gülerek. Arabaya vardığımızda ön koltuğa oturmak için kapıyı açtı.
"Çok teşekkürler yengeciğim," diyerek Zeki'nin oturmak için açtığı kapıdan girdim. Kapıyı kapatırken söylenmeyle karışık güldü. Kara ise çoktan kendi koltuğuna oturmuş, arabayı çalıştırmıştı.
"Melisa ve Kaya dün akşam yemeğe gitmişler," dedim kemerimi takarken. Zeki arka koltuğa geçip ortaya doğru kaydı ve öne doğru başını uzattı. Dedikodu duyduğu için gözleri kısıldı ve merakla beni dinlemeye başladı.
Devam ettim heyecanla, "Kaya da hiç göstermese de romantik birine benziyor bence."
"Bırak şunu be yengem," dedi Zeki geriye yaslanıp. "Salak romantik falan değil. Ayı bildiğin. Kutup ayısı."
"Niye ya?" dedim ona dönerek. "Gayet de mutlu geliyordu Melisa'nın sesi. Hatta babası ile tanıştıracakmış."
"Kim babası ile tanıştıracakmış?" sesi ile Kara'ya döndüm. Arabayı sürmeye başladı. Yola bakıyordu kaşları hafif çatık.
"Melisa işte," dedim ve Kara'nın üzerini inceledim. "Kaya onun babası ile tanışacakmış belki."
"Kaya'ya bak sen," dedi Zeki kahkaha atarak. "Bize söylemedi yavşak." Eli cebine gitti ve sigara paketini çıkarttı.
"İçme," dedi Kara. Zeki dudaklarının arasına yerleştirdiği sigara ile hızla başını ona kaldırdı arka koltukta otururken. "Bekle yirmi dakika. Kız hoşlanmıyor."
Zeki şaşkınlıkla sigarayı dudaklarının arasından çekti ve camdan dışarıyı izlemeye başladı. Bense kıkırdayarak Kara'yı izlemeye devam ettim. Sürekli onun bedenini izlemek istiyordum.
"Acıktın mı?" diye fısıldadı. Gözlerim kocaman açılırken hızla omzumun arkasından Zeki'ye baktım. Camdan dışarıyı izliyor, radyodaki şarkıyı mırıldanıyordu. Boğazımı temizleyip önüme döndüm.
"Ne diyorsun Kara?" dedim şaşkınlıkla. "Çok ayıp."
"Acıkmak mı ayıp? Ben doyurayım bebeğimi acıktıysa," dediğinde sinirle koluna vurdum. Zeki'ye baktım ardından. Hala bizi fark etmediğinde Kara'ya döndüm.
"O an seninle şeytana uyduk. Yoksa ben öyle hafifmeşrep değilim," dedim sinirle.
"Yok artık," dedi. Kahkaha attı kısa ama içten. Kara kahkaha atınca Zeki şaşkınlıkla başını bize çevirdi ve öne doğru eğildi.
"Oğlum benim uyuşturucu hapları azaltmam lazım amına koyayım. Seni kahkaha atarken düşledim şimdi. Gerçek gibiydi lan."
"Saçma salak konuşma Melek," dedi Kara gülerken. "Kim giriyor senin aklına böyle? Melisa mı?"
"Hayır kimse girmiyor," dedim omuz silkerek. Zeki ise ona kimse cevap vermediği için tekrar camdan bakarak şarkı mırıldanmaya başladı. "Ben sadece öyle basit veyahut hafif bir kız değilim."
"Benim dünyamı nasıl hafife alırsın?" dedi yavaşça. Ona döndüm. Yola bakıyordu. "Küçücük bedeninle kocaman bir dünyasın içimde. Bilgine." Bir an durup bana döndü ve tekrar yola baktı. "Bu konuyu baş başa tekrar konuşalım, olur mu? Kendini böyle hissetmene sebepsem ben-"
"Hayır asla," dedim hızla onu keserek. "Asla öyle hissettirmedin." Alt dudağımı büzüp camdan baktım. "Ben sadece kızsal taktikler uyguluyorum. En azından uygulamaya çalışıyorum."
Hayatın bazı kısımlarında minik çalkantılar olurdu. O çalkantılarda insan aşkı tadardı. Tüm galaksi bu yeryüzünü en az bir kere çalkalandırırdı. Bunu tadardı insanoğlu. Ben de tatmıştım. Kızarmıştı yanaklarım. Hoplamıştı kalbim. Öyle bir histi ki Kara'yı sevmek, çalkantıda bile dengem şaşmıyordu.
Biliyordum, çok çalkantılıydı onu sevmek. Ama dimdik duruyordum işte. Başım bile dönmüyordu.
Kara beni evin önünde bıraktıktan sonra arabayı park etti. Zeki ile birlikte Kırmızı'ya gidecekleri sırada apartmanımın önünde bir kadın ve küçük oğlan gördüm. Çocuk ağlıyordu.
"Heh," dedi kadın oğlana doğru eğilerek. "Geldi Melek ablan. Hadi ver bakalım atkısını artık."
"İstemiyorum!" dedi hıçkırırken. Alt dudağını büzdü ve elinin tersiyle gözlerini sildi. "Bana hediye etti diyorum sana anne!"
"Hayırdır götü boklu Mami?" dedi Zeki merakla. Çocuğun kafasına yavaşça vurdu. "Erkek adam ağlar mı len? Kendine gel."
Zeki'yi itekleyip çocuğun dibine çöktüm. "Üzülme ablacığım." Başımı kaldırıp annesine baktım. "Ben hediye ettim Mami'ye bu atkıyı. Onunla kağıttan tekne yapmıştık gölette. Üşüyordu." Başımı oğlana çevirdim. "Sahi, alabora olmuş muydu o zaman teknemiz?"
"Oldu valla abla," dedi çocuk ağlaması kesilirken. "Bir daha yapar mıyız?"
"Çok daha iyisini yaparız!" dedim gülerek oğlanın yanağını sıkarken.
"Bana bak len piç kurusu," dedi Kara dibime çöküp. Oğlanın gözlerine bakıp kaşlarını çattı. "Sen hayırdır benim kızla atkılaşmalar, tekneleşmeler? Rakip misin lan sen benim başıma?"
Çocuk gülerek dudaklarını birbirine yapıştırınca Kara sırıtarak oğlanın başını sevip ayaklandı. "Daha bana vermedi bir atkı. Zeki görüyor musun kardeşim benim rakibimi?"
"Karizma çocuk birader," dedi Zeki başını onaylar sallarken.
"Teşekkür et abilerinle ablana," dedi kadın oğlanın omzundan itekleyerek. Oğlana kocaman sırıtarak ayaklandım.
"Teşekkürler!" dedi ve duraksadı. "Melek abla. Bir şey sorabilir miyim?"
"Sor ablacığım," dedim gülümserken.
"Benim bir arkadaşım var adı Fazıl. Onun babası mimlendi sonra Fazıl teyzesine gitti. Arada mektup atıyoruz birbirimize ama ben mahalleye gelmesini istiyorum. En azından birkaç saat futbol oynardık. Kara abiye söylesen, izin verse olur mu?"
"Zeki?" dedi Kara elleri ceplerinde, dikilirken. "Ben buradayken neden kıza soruyor. Ben burada yok muyum lan?"
"Yok şimdi Melek sana soracak sen de Melek'e kıyamayıp izin vereceksin," dedi Zeki başıyla onaylar sallarken.
"Piçe bak," dedi Kara soğukkanlılıkla çocuğa bakarken. "Benden iyi iletişim becerileri var amına koyayım."
"Kara," dedim gözlerimi belertip. "Çocuğun yanında ne biçim konuşuyorsun?" Hızla çocuğa döndüm. "Soralım bakalım izin alalım," dedim gülerek. "Kara? Mami arkadaşı ile mahallede futbol maçı yapmak istiyormuş."
"İyi," dedi Kara elleri ceplerinde bedenini hafif ileri geri sallandırıp. "Zeki abisi bir ara gider alır diğer piç kurusunu teyzesinden. Gelir oynarlar burada." Gözlerini kıstı. "Bana bakın milletin camlarına top fırlatıp camları patlatmayın adam akıllı oynayın."
"Teşekkür ederim Melek abla!" dedi oğlan hızla karnıma doğru sarılırken.
"Allah çarpsın döverim ben bunu. Oğlum izin veren benim yine Melek'e sarıldı bu," dedi Kara.
"Melek gibi nur yüzlü varken çocuk senin gibi zebellah deccale mi sarılacaktı?" dedi Zeki yüzünü ekşitip.
"Hadi Zeki koş bak mallar bekliyor sayman için. Hadi birader," dedi Kara. Zeki başıyla selam verip giderken ben oğlan ve annesine el sallıyordum. Onlar da mahallede uzaklaştığı sırada Kara'ya döndüm. "Çok şeker bir çocuk Mami! Fazıl da geçen sana sorduğum çocuk, değil mi?"
"Evet. Melek biz senin bu her şeyi ya da herkesi kendin gibi güzel görmeni ne yapacağız acaba?" dedi ve elini uzattı. Elini tuttuğumda yavaşça avuç içimi öptü. "Haydar'a bakayım bir. Haberleşiriz akşam."
"Görüşürüz Kara, dikkat et," dedim kıkırdarken. Eve girerken sırıtıyordum. Kara'nın elimi öpmesi hala avuç içimi huylandırıyordu. Balkabağı mumu yakıp balkona yerleştim ve meyve yiyerek denizi izlemeye başladım. Bir yandan bulmaca çözerken mahallenin arka girişinden gelen kahkahalar ile başımı oraya çevirdim.
Yarım saat geçmedi Melisa'yı mahallenin girişinde gördüm. Kaya onun yanındaydı. Melisa beni balkonda görünce kolunu tepesinden kocaman sallandırdı. Aşağı inmem için elini gel anlamında oynattığında hırkamı üzerime geçirirken evden çıktım. Hakan'ın pastanesine girmiş, gülüşüyorlardı. Karşılarındaki sandalyeye oturduğum sırada Hakan onlara limonata getiriyordu.
"Halloldu mu?" dedim gülümserken. "Gerçi niye soruyorsam? Kara hallederim dediyse halleder. Biliyordum ki ben zaten."
"Dostikom evet!" dedi Melisa heyecanla. Gözlerini kıstı ve kollarını öne doğru uzattı. "Seninki geldi böyle ağır abi ya zaten. Ketum herif, suratsızdı yine," dedi sesini kalınlaştırırken. Bense kıkırdıyordum. "Geldi bu işte dedi böyle benim mahalleme girecek adamlar senden izin almayacak dedi yoksa dedi tüm ticaret barolarını dedi keserim dedi."
"Of erkek ya!" dedim gülerken. "Melisa nasıl duruyor Kara?" dedim gülerken. "Yapsana bir daha Kara'nın taklidini."
"Aha böyle," dedi Melisa gözlerini kısıp omuzlarını yukarı kaldırırken. Kendini kocaman göstermeye çalışıyordu. İfadesini dondurdu. "Böyle suratsız kara kediler gibi."
Kaya arkasına yaslanmış, kolunu Melisa'nın sandalyesine uzatmıştı. Melisa heyecanla devam etti. "Haydar da garibim tamam Melisa gitsin istiyorsa ben karışmam dedi . Bunlar sizin mahalleye saldırdıktan sonra Kara bunun tüm alışveriş yaptığı yerlere gidip Haydar'dan mal alırsanız hasım oluruz demiş." Elini uzatıp avcunu sıktı. "Haydar'ın da nah böyle götü tutuştu."
"Haydar derken?" dedi Kaya başını ona çevirip. Melisa ellerini önünde birleştirip bacaklarına baktı. Kaya kaşlarını çattı. "Abi diyeceksin. Şu üstüne başına da adam gibi giyin."
"Peki," dedi Melisa şirin bir sesle. "Sen ne dersen o."
Kaya erkek egomanyası altında bir böbürlenme ile Hakan'a döndü. Hakan tezgahın dibinde tetris oyuyordu. "Gelsene len yanımıza."
"Yok abi iyi burası," dedi Hakan ona bakmadan. "Bir ihtiyacınız olursa ses edersiniz."
"Babanla tanıştı mı?" dedim kaşlarımı birkaç kez kaldırıp. Melisa gülerek bana baktığında Kaya araya atladı.
"Sağ olasın Melek valla," dedi başını onaylar sallarken. "Mahallenin dedikoducu teyzesini Hakan bilirdik, meğer senmişsin." İfadesi durulaştığı sırada gülüyordum. "Niye gidip Karalara söylüyorsun bunu?"
"Gizli olduğunu bilmiyordum Kaya," dedim dudaklarımı birbirine bastırıp. "Yani ben abinlerden sakladığını bilmiyordum."
"Yok ki öyle bir şey!" dedi Melisa heyecanla başını onaylar sallayıp Kaya'dan destek alır gibi. "Canım? Biz gizli aşk yaşamıyoruz ki! Değil mi?"
"Saçmalama," dedi Kaya geriye yaslanıp. Melisa'nın yüzünü incelerken hafif sırıttı. "Güzelsin he."
Melisa hızla saçlarını düzeltip ona döndü ve kıkırdarken fısıldadı. "Biliyorum he."
"Bak şunlara," dedim kendi kendime. "İşve cilveye bak."
"Neyse," dedi Kaya ayaklanırken. "Ben Kırmızı'ya gidiyorum. Mal sayımı var. Haberleşiriz." Çıkmadan durup Melisa'ya döndü. "Bu akşam bana gelsene. Şarap içeriz."
"Nasıl bir şarap?" dedi Melisa saçlarıyla oynarken. Sonra alt dudağını büzdü. "Öyle ucuz bir şey içmem ben. Midemi rahatsız eder."
"Sen rahatta kalsana. Ben sana alırım en pahalısını," dedi Kaya sırıtırken. "On gibi gelirsin."
"Tamam!" dedi Melisa kıkırdayarak. Sesli bir nefes verdi ve Kaya'nın arkasından el sallayıp geriye yaslandı. Ellerini iki yana açtı. "Bim bam bom! Çok şükür dostlar! Benim de artık bir sevgilim var!" Bir anda ayaklanıp kendi kendine dans etmeye, şarkı söylemeye başladı. "Hırsından..."diyerek Hakan'ı gösterdi, "...Çatlasın düşmanlar! Artık benim de bir sevgilim var!"
Hakan bıkkınlıkla nefes verirken Melisa gülerek kapının önüne çıktı. "Kim demiş kimse ona bakmaz diye! Kimse onu koluna takmaz diye!" Hande şaşkınlıkla balkonuna çıktığında Melisa işaret parmağını ona tuttu ve bağırarak şarkıyı söylemeye devam etti, "Evde kalmaktan kurtulamaz diye! Çatlasın patlasın dönsün Hande deliye!" Hande yüzünü ekşitip balkondan içeri girerken Melisa gülerek ellerini iki yana açtı.
"Ha ha hay! Dinleyin dostlar! Şimdi benim de bir sevgilim var!" Pencerelerinden başlarını uzatan anlamsız kalabalığa doğru dizlerini kırdı ve eteğinin ucunu tutarak selam verdi, "Sağ olunuz efendim. Dinlediğiniz için teşekkürler." Hemen sonra dükkana girdi.
"Sesin de pek güzelmiş," dedim kıkırdarken. "Sen bir matinede falan işe başlasana dostikom."
"Yok hayatım ihtiyacım mı kaldı? Gerçi eskiden matine değil de bir kumpanyada tiyatrocu olmayı çok istiyordum. Şimdi Kaya var, öyle çalışmaya lüzum yok," dedi oturup. Başını çevirip derin bir nefes verdi. "Hakan! Canım bana ılık bir su getirsene. Konser vereceğim diye boğazım acıdı."
Hakan yanımıza oturduğunda Melisa kendi limonatasını onun önüne bıraktı. "İçmedim ben. Al sen bunu." Hakan'ın önündeki suyu alıp hızla kafasına dikti.
"İçseydin de içerdim Melisa," dedi Hakan limonatayı eliyle tutup masada ileri geri sürerken. Gergindi.
"Ben şimdi eve gideyim," dedi Melisa nefesini düzenleyip. "Duş alayım." Kıkırdadı. "Bacaklarıma bebek yağı süreyim. Parfümlerimi sıkayım her yerime. Sonra da şarap içmeye gideyim."
"Aman hadi bakalım," dedim sırıtırken.
Melisa ayaklandı. "Haberleşiriz canlarım."
"Bay bay," dedim Hakan masadaki limonataya bakarken.
Melisa dükkandan çıktıktan sonra hızla başını bana kaldırdı. "Ne konuştuk seninle Melek? Senin bu yaptığın iş mi şimdi güzel kardeşim?"
"Ne?" dedim şaşkınlıkla.
"Hani Melisa ile benim aramı yapacaktın?" dedi sinirle ama kısık. Neye uğradığımı şaşırarak birkaç santim geriye attım başımı.
"Bir dakika bir dakika..." dedim afallayarak. "Ben sizi aynı ortama sokacağımı söyledim. Ben sana vaatlerde bulunmadım Hakan."
"Sen yaptın işte aralarını," dedi sinirle ayaklanırken. "En yakın arkadaşını sevgilinin kardeşine ayalardın. Dörtlü randevulara çıkacaksınız diye sırf... Niye yaptın kızım bunu bana?"
"Hakan sen iyi misin?" dedim şaşkınlıkla ayaklanarak. "Tamam anlıyorum az önce onları öyle görmek seni kırmış olabilir ama buradaki günah keçisi ben değilim. Kimse değil."
"Konu onları görmek mi Melek?" dedi bana bir adım atarak. Eliyle kendini gösterdi çaresizce. "Biliyordun kızım ona olan sevgimi. Bile bile yaptın."
"Hakan benim bir suç-"
"Çok ayıp ettin," dedi sinirle içeri geçerken. "Bencillik yaptın. Ben seni böyle biri bilmezdim Melek."
"Deli mi ne bu da!" dedim sinirle. "Manyak! Bana bak Hakan söylenme öyle ben Kara'ya bile kafa tutan kızım seni var ya haşat ederim!"
Anlıyordum onu. Öfkeliydi. Birilerine bunu yansıttı. Doğru kişi ben değildim. Aslında burada doğru bir kişi de yoktu. Olsundu.
Sinirle pastaneden çıktım. "Manyak!" dedim öfkeyle. Kendi dairemin kapısını açtım ve sinirle içeri geçip üzerimdeki ceketi koltuğa fırlattım. "Ben suçlu oldum. Götün yemedi tabii Kaya'ya sinirlenmeye! Geldin bana sinirlendin! Aptal çocuk! Dedikoducu teyze seni!"
Elime Kara'nın verdiği kitaplardan birini alıp yatağa uzandım. Okumaya başladım. Okudukça aklım bulandı. Bu işime yaradı. Kafam dağılırken okuduğum kitabın Kara'nın bana anlattığı kitap olduğunu fark ettim. İlk on sayfa bunu idrak bile edememiştim. Dilber'in hayatını okumak beni oralarda hissettirdi.
Akşama doğru ağlayarak kitabı bitirdim. Mutfağa geçip ağlarken kendime yemek hazırlamaya başladım. Telefon çalınca ellerimi mutfak bezine silip salona yöneldim. Telefonun dibine diz çöküp burnumu çektim.
"Alo?" dedim ağlamaklı sesle. "Buyurun, acıların kadını ve her şeyin sorumlusu bencil Melek'in evi... Kime bakmıştınız?"
"Ay Necati koş!" dedi annem telefonun diğer ucundan. Sesi telaşlı çıktı. "Bizim kız orada iyice kafayı yemiş!"
"Yok anne ya," dedim hızla burnumu çekip. "Hassas dönemimdeyim ondan. Bir de soğan doğradım yemek yapmak için. Öyle ağlıyorum işte."
"Ne pişireceksin anneciğim?" dedi bir anda sesini toparlayarak. "Bak beyine güzel yemekler yap, ikram et. Yesin senin yemeklerini. Şimdiden göster kendini, becerikli olduğunu anlasın."
"Okulum iyi anne," dedim gözlerimi belertip iç çekerken. "Derslerim falan da çok iyi... Merak ediyorsan yani. Her şey yolunda. Siz nasılsınız? Ablamla konuştun mu?"
"Ablan olacak o geri zekalının yeşil montlu sözde devrimci arkadaşları bugün bir milletvekilinin evini taşlamışlar. Enişten ile dövüşüyorlardı en son."
"Klasik yani," dedim iç çekerek. "Var mı başka bir şey?"
"Bir de biz babanla bir karar verdik..." dedi ve duraksadı. Telefonun diğer ucundan fısıltıyla bağırdı. "Sus Necati. Ben ne diyorsam o." Hızla boğazını temizledi. "Anneciğim siz şimdi nişanlısınız sonuçta Karahan oğlum ile. Bunlar sana nişanda hiçbir şey takmadılar? Bunun için onlara kira ödemek istemiyoruz."
"Anne!" dedim öfkeyle ayaklanıp. Telefonun kıvrık kablosu benim kalkmamla uzadı. Her ne olursa olsun henüz çok taze bir başlangıcın bu tarz bir olayla art niyete dönüşmesini istemiyordum. "Son saniye babam isteme diye tutturduğu için insanlar hazırlık yapamadan gelmişlerdi farkındaysan. Ne demek kira ödemeyeceğiz! Zaten çok ucuz kira!"
"Çemkirme halası kılıklı!" dedi öfkeyle. "Başlık parası da ablan olacak o geri zekalı sağ olsun iptal olduğu için böyle düşündük. Sen Karahan oğluma söyleyiver. Kira falan ödemiyoruz. Kızımızın nişanlısına bir de para mı vereceğiz? Nerede görülmüş bu?"
"Bak kadın beni delirtme!" dedim sinirle.
"Hadi canım hat kesildi. Alo? Ay gitti sesin, hadi sağlıcakla yavrum." Telefonu yüzüme kapattı.
"Her şey neden bugün benim için iğrenç gidiyor?" diye çığlık attım. Sinirle telefona doğru bağırarak söylenmeye başladım. "Of anne!" dedim öfkeyle telefonu yerine yerleştirirken. "Zaten ne çektiysem senin bana danışmadan aldığın bu kararlar yüzünden çektim ben! Bıktım senden!" dedim telefona bakarken.
Başımı balkon camından dışarı çevirdiğimde Kara balkonunda şaşkınlıkla beni izliyordu. Kaşları çatıktı, sırıtıyordu. Hızla boğazımı temizleyip ifademi dondurdum ve balkona çıktım.
"Merhaba Kara," dedim. Hava kararıyordu. Güneşin yarısını kaplayan deniz turuncuyu Kara'nın yüzüne yansıtıyordu. "Nasılsın?"
"Merhaba kendi kendine konuşan kiracı," dedi aynı ifade ile. "Arkadaşsızlıktan sıkıldıysan benimle sohbet edebilirsin."
"Yok ben kendi kendime söyleniyordum anneme," dedim ve boğazımı temizledim.
"Sorun nedir?"
"Ablamla ilgili..." dedim geçiştirerek. Bunu ona söyleyemezdim. Utanırdım çünkü. Bir şekilde parayı kazanır kendi kendime kirayı öderdim. "Kara bugün o kadar iğrenç geçiyor ki..." Başımı güneşle buluşan denize çevirdim.
"Hadi in bakalım," dediğinde ona döndüm. Sigarasını pufun yanındaki küllüğe attı ve bana döndü. "Kaçırayım seni biraz buranın kasvetinden."
"Yemek yapıyordum," dedim elimle içeriyi göstererek. "Yemekten sonra gidelim mi?"
"Uğraşma yemekle. Yeriz dışarıda. Hadi," dedi ve duraksadı. "Umarım götünü dondurmayacak kıyafet seçimleri yaparsın."
"Hemen hazırlanıyorum," dedim hızla içeri geçerken. Telaşla dolaba yöneldim. Üç beş kıyafet denedim. Sonunda altıma ispanyol paça bir kot ve üzerine beyaz bir bol kazak giydim. Üzerime ceket olarak kahverengi büyük deri bir ceket seçtim.
Kulağıma büyük halka küpeler takarken kapı tıklatıldı. Bu Kara'nın ritmi değildi. Şaşkınlıkla ayaklandım ve kapıyı açtım. "Vay vay," dedi Hande içeri girmeden. "Ne bu şıklık hanımefendi?"
"Merhaba görümce," dedim kıkırdarken. "Kara ile yemeğe çıkıyoruz."
"Laflarımı dinliyorsun, değil mi?" dedi merakla. "Bak sakın elletme bir daha Melek. Duydun mu? Göster ama elletme." Gözlerim fal taşı olurken şaşkınlıkla başımı onaylar salladım.
"Yok!" dedim onu onaylarken. "Bir daha asla elletmedim. Göstermedim de. Çok ağırdan satıyorum kendimi Hande." Dün piknikte yaşanılanları ona elbette anlatmayacaktım.
"İyi aman aferin," dedi ve gülerek bana bir kutu uzattı. "Babam yollattı. Sanaymış bu."
"Ne bu?" dedim merakla kutuyu açıp. İçinde kocaman bir altın seti vardı. Kolyenin üzerindeki taş gözlerimi kısmama neden olurken şaşkınlıkla Hande'ye baktım. "Hande baban mı yollattı bunu?"
"Evet şekerim," dedi kapıdan çıkarken. "Nişanda bir şey takamadık. Ayıp oldu diye bunları verdi. Annenlere de büyük bir başlık parası yollamış. Biz sözümüzü tutan bir aileyiz. Babam çok değer verir böyle şeylere."
"Anne seni Allah taş etsin!" diye çığlık attım. "Rezil kadın. Beni nasıl rezil ettiğini görüyor musun, Hande? Kesin annem babana söyledi bu seti bana almasını. Bir de başlık parası almadık diyor annem. Babamdan gizli cukkaladı demek ki. Kesin!"
"Sakin ol," dedi Hande şaşkınlıkla. "Delirdin iyice. Doğru diyor, takmamız lazımdı. Neyse, hadi öptüm bay bay." Giderken durup bana döndü. "Mottomuzu unutma. Göster ama elletme."
Kapıyı sinirle kapattım. Annemi arayıp kavga etmek istiyordum ancak Kara ile buluşmaya gecikmek de istemedim. Derin bir nefes verip kutuyu sinirle koltuğa fırlattım ve içeri geçip parfüm sıktım.
Aşağı inerken sinirliydim. Kapıdan çıkıp camdan baktığımda Hakan öylece oturmuş, masalardan birinde kendi kendine çay içip dışarıyı izliyordu.
"Merhaba güzellik," sesi ile başımı yana çevirdim. Kara arabasına yaslı bir şekilde sigara içiyordu. "Çok güzel olmuşsun."
"Teşekkür ederim," dedim ıkıla sıkıla. Ona doğru adımladım ve ellerimi önümde birleştirip kıpırdandım. "Sen de çok yakışıklısın Kara. Her zamanki gibi."
"Allah Allah," dedi sigarasını yere atıp dumanı üflerken. Arabanın kapısını açtı. "Geç bakalım."
"Nereye gidiyoruz?" dedim hızla oturup. Kapıyı üzerime kapattı ve önden dolanarak kendi kısmına oturdu. Arabayı çalıştırdı, yola çıkarttı.
"Karşıyaka taraflarına inelim," dediğinde geriye yaslanıp camdan dışarı baktım. "Rakı için biraz daha büyümen lazım ancak benim gözetimim altında birkaç kadeh içebilirsin."
"Bana çocuk muamelesi yapma," dedim gülerek. "Bir sürü içeceğim!"
Denize sıfır bir restorana gelmiştik. Arabadan bir kitap alarak çıktı. Karşımdaki sandalyeye oturup geriye yaslandı.
"Burası çok güzel," dedim denizin dibindeki martılara masada hazır duran ekmeklerden atarken. "Çok ama çok beğendim. Ama çok pahalı bir yer gibi duruyor."
İnsanlar afilliydi. Rakı içerek gülüyorlar, eğleniyorlardı. Kadınların saçları kabarık kabarık, erkeklerin kumaş pantolonları cafcaflıydı. Kara gelen garsona siparişleri verdikten sonra siyah montunun cebinden sigara paketini çıkarttı. "Hep sahillerde odun toplayıp ateş yakarak olmaz. Arada bir şımarmak lazım, değil mi kiracım?"
Güldüğüm sırada koyu denize baktım tekrar. "Onun da yeri ayrı bunun da. O ateş yaktığımız gün de çok güzeldi. Eminim bu da olacak," dedim kıkırdayarak. "Baksana martılar nasıl da yiyorlar onlara attığım ekmekleri?"
Gözleri martılara çevrildi. Onları izlediği sırada heyecanla çalan müziklere eşlik ediyordum. Yemeklerimiz geldiğinde onunla sohbet ederken rakılarımızı doldurdu ve bana uzattı.
Bir yudum alıp tek gözümü kapattım ve yüzümü ekşittim. "Pek güzel değil."
"Ama sırf bana inadına içeceksin," dedi. Rakı kadehini tepeden tuttu ve masaya bakarken benim kadehime yavaşça tokuşturdu. "Güzelliğine."
"Bize!" dedim gülerek. Hızla birkaç yudum daha içtim. Dudaklarımı yalayıp başımı olumsuz salladım. "Tadı çok sert. Ama dediğin doğru, bana çocuk muamelesi yaptığın için hepsini içeceğim."
"Çok da hafif doldurdum senin rakını aslında. Biraz bir şeyler ye," dedi. Hızla çatalımı önümdeki mezelere daldırdım ve bir bir yemeye başladım. Başımı ona kaldırdığımda bir eli çenesinde, sırıtarak beni izliyordu.
"İlk defa mı yemek yiyen birini gördün?" dedim utanarak. "Bakma bana."
"Sana ne? Kiracı benim değil mi? İstediğim kadar bakarım," dedi gülümserken. Eli çenesinden çekildi ve karşımdan bana doğru kolunu uzatıp dudağımın kenarına baş parmağını sürttü. Kokusu bir anda burnumda dolunca şaşıp kaldım. Geriye yaslandı ve baş parmağını yavaşça diline götürdü. "Çocuk muamelesi yapmayayım diyorum ama sen daha yediğin yemeği yüzüne bulaştırıyorsun."
Boğazımı temizledim ve hızla önüme döndüm. Gece ilerledikçe rakı etrafı çift görmeme neden olmaya başladı. İki kadeh içmiştim. Oldukça yavaş içmiştim. Buna rağmen Kara'nın kokusu da beni sersem etmekte yardımcı olmuştu.
"Kara!" dedim yayvan bir şekilde. Masanın altından ayağımı uzatıp onun bacağına vurdum. "Nasıl da emcükledin beni piknik yaparken ama! Her yerimi emcükledin!"
Gözleri kocaman açıldı. Mavileri şaşkınlıkla parlarken ben gülerek geriye yaslandım ve rakı bardağını elime aldım. "Kara!" dedim bardağı havaya kaldırıp tepeden ağzıma tutarken. Kadehteki son birkaç damla dilime düşsün diye dilimi çıkarttım. "Açma o kara mavisi gözlerini bana! Yalan bir şey mi dedim? Emcüklemedin mi her yerimi!"
"Kızım bağırmasana," dedi öne doğrulup. Sağa sola bakıp ağır ağır gülmeye başladı. O kadar güzel gülmüştü ki onunla birlikte kıkırdıyordum. "Ağzına pul biber sürdüğümün kiracısı seni."
"Sergüzeşt kötü bitti," dedim alt dudağımı büzerek. "Okudum! Sonunda öldü kız! İntihar etti! Dilber!" diye bağırdım. "Bunları hak etmedin, Dilber!"
Şaşkınlıkla ama bir yandan da sırıtarak bana bakıyordu. Çalan şarkı ile gözlerimi kocaman açtım ve ayaklandım. "Ay inanmıyorum! Bu şarkı resmen sana yazılmış!" dedim ellerimle ağzımı kapatırken.
Hızla ona doğru elimi tutup şarkıyı söylemeye başladım, "Bak kim geliyor, görüyor musun? İşte bir deli! Halinden belli!"
İnsanlar bize göz ucuyla bakıp gülüşürken ben kıkırdıyordum. "Hanımefendiler ve beyefendiler bakınız bu karşımda oturan adamın adı Kara! O tam bir deli! Ben de onun o kara mavisi gözlerinin delisiyim!" diye bağırdım insanlara ve hemen sonra şarkıyı söylemeye devam ettim. "Deli deli, kulakları küpeli!"
Şarkı bitimine doğru beni alkışlayan tek tük insana teşekkür ederek yerime oturdum ve geriye yaslandım. "Nasıl kıskandın beni o bonus Recep'ten ama," dedim gülerek. "Yok tokatlarım da yok onun ağzını burnunu kırarım da. Erkek ya! Haşin erkeğim benim. Delim benim."
"Melek bak," dedi silik sırıtırken. "Benimle uğraşıp durma. Çok oldun sen. Şerefime çok pis öperim seni."
"Öp!" dedim öne doğrulup dudaklarımı büzerken. "Öp, öp, öp!"
Gülüştüğüm sırada gözlerim yanıma oturan kişiye döndü. Zeki merakla bize bakıyordu. O kadar heyecanlıydı ki onun ifadesine gülmeye başladım. "Benim hapı harbili azaltmam lazım. Minnoş gözlerim sürekli Kara'nın güldüğünü görüyor bu aralar."
"Kara," dedim Zeki'yi göstererek. "Bu Zeki de solucan gibi her delikten çıkıp duruyor amına koyayım!"
"Çüş!" dedi Zeki şaşkınlıkla. "Melek bizimle takıla takıla iyice edepsiz oldun he."
"He oldum," dedim kahkaha atarken. "Ya sen neden her yerden çıkıp duruyorsun kardeşim? Bizi bir salsana be!"
"Bir kere ben sizin meraklınız değilim!" diye çirkefleşti. "Kara çağırdı da geldik, paçoz yengesi seni."
Kara geriye yaslanıp sandalyesini geriye çekti. Yanına oturan kadın ile ona doğru döndüm ve gülerek kadını inceledim. "Bu abla kimdi ya?" Gözlerimi kıstım. "Çok tanıdık. Kimdi bu?"
"Abe manyaklar," dedi kadın elindeki kocaman gül sepetini masaya bir anda bırakırken. "Bu saatte beni aldınız da evimden bulup getirttiniz. Benim evde altı tane çucuğum var. Emen benimle derdinizi söyleyin!"
"Zeki?" dedim merakla ona dönerken. Zeki sırıtarak bana döndü. "Bu gülcü abla nereden çıktı?"
"Kuruçaylıymış. Gittim Kuruçay'a tüm gülcüleri arattım. Buldum bir şekil."
"Neden?" dedim merakla Kara'ya dönerken. "Neden bu ablayı getirttiniz?"
"Bak bana dürüst ol," dedi Kara yanında oturan kadına dönerek. "Bütün gülleri alacağım senden. Tek şartım yalan söylememen."
"Valla mı mavi boncuk?" dedi kadın merakla. "Oy benim Kadir İna-"
"Yalakalık yapma da adam gibi dur iki dakika. Vereyim hatta paranı dur," dedi Kara. Hemen sonra cüzdanından bir tomar para çıkartıp kadına uzattı. Kadın parayı alırken mutluluktan ağlayacaktı. "Yalan söylediğini hissedersem parayı geri alırım elinden. Söyle. Sence bu herif yakışıklı mı?"
"Bakayım bir," dedi kadın merakla Zeki'yi incelerken. Zeki saçlarını geriye tarar gibi yapıp önünden küçük bir tutam alıp alnına doğru indirdi. Kadın yüzünü ekşitti. "Yok anam bu ne böyle, şam şeytanı gibidir bu."
"Sen ne anlarsın ulan yakışıklıdan!" dedi Zeki sinirle. "Koca götlü!"
"Aa!" dedi kadın sinirle. "Bak o koca götümle sana bir çakarım var ya-"
"Hey," dedi Kara yüksek sesle. Sustular. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. "Yeterince dürüstsün. Paranı da aldın. Sana son bir soru."
"Buyur boncuk gözlüm," dedi kadın şaşkınlıkla.
"Sence..." dedi ve durup bana baktı. "Sence bu kızla ben yakışıyor muyum? Dürüst ol kitabıma elindeki paraları alırım senden."
"Anam bir bakayım," dedi kadın merakla beni incelerken. Sonra Kara'ya döndü. "Valla yakıştırdım ben sizi."
"Bak yaşlarımızı da hesapla. Abi kardeş der miydin bize?"
"Yok dede torun derdim," dedi kadın şaşkınlıkla. "Sen de kendini ölmeden mezara mı gömersin mavi boncuk? Gencecik adamsın."
"Ne yapıyor bu?" dedi Zeki bana doğru eğilip. Anlamlandıramadı. "Bu saatte bana bu karıyı harıl harıl arattı Kuruçay'da. Sebebini soruyorum şahsi diyor."
"Ben anladım onu," dedim dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi tutarken. "Bu kadın bize birkaç ay önce Kordon'da gül satmıştı. O zamanlar sevgili falan değildik. Kara gülü benim için satın aldıktan sonra, bu kadın bize gül sattı ama biz abi kardeş gibi duruyoruz, sevgili gibi durmuyoruz diye bir zarf atmıştı. Ben de Kara'yı kendimce onaylamıştım orada. Onu onaylamama içerlemiş, resmen kadını bulup getirtmiş."
"Yuh ama!" dedi Zeki ayaklanırken. "Yuh seni kindar herif... Bunun için mi arattın lan bu şoparı bana?"
"Söyle," dedi Kara kaşlarıyla beni göstererek. "Söyle duysun."
"Türkan'ım valla ben sizi abi kardeş sanmadım o zaman. Öyle düşündüklerimin yanına bile gitmiyorum zaten gül almazlar diye. Vakit kaybetmemek için çiftleri bulup kopartıyorum. Ay pardon gül satıyorum."
"Gidebilirsiniz," dedi Kara geriye yaslanıp. Zeki sinirle ayaklandı ve elini kadına doğru tuttu.
"Yürü lan göbekli kadın."
"Sıçarım bacağına," dedi kadın sinirle ayaklanıp. "Tipsiz!"
"Yürü bak çocukların olmasa seni kezzaplardım Allah belamı versin ki o bebelerine dua et sen," dedi ve sinirle çekip gitti. Kadın da Zeki'nin arkasından bağırarak ilerlediğinde dudaklarım birbirlerine bastırılmış, başımı onaylar sallıyordum.
"Pes," dedim şaşkınlıkla Kara'ya bakarken. "Bunun için kadını gidip buldurttun mu yani?"
"Aslında sana çiçek alacaktım. Bu konuya da açıklık gelsin istedim," dedi ve sepeti gösterdi. "İlk ben kutlamak istedim."
"Neyi?" dedim heyecanla kırmızı gül dolu sepeti kendime doğru çekerken. Yavaşça kokladım. "Yüz tane vardır burada. Baksana kıpkırımızı kocaman hepsi. Mis gibi kokuyorlar Kara!"
"Senin gibi," dediğinde ona baktım. "Sen de yeni doğmuş bebekler gibi masum kokuyorsun."
"Ya Kara," dedim kıkırdarken. Sepetten bir gül alıp yavaşça parmaklarımın arasında döndürdüm.
"Al bakalım," dedi ve önüme arabadan inerken yanına aldığı kitabı uzattı. İngilizce bir şiir kitabıydı. Birçok ünlü yazarın derlemeleri vardı. "Lütfen bir daha kendine hafif deme. Bedenin elli kilo vardır yoktur. Ama ruhun çok ağır." Yavaş ama tok, kısık ama güçlüydü sesi. "Öyle olmasa dünya bu kadar ağır gelmezdi bana. Çok fazlasın. Her şeyin en fazlasısın. Bilmem farkında mısın, ama sen benim dünyamsın."
Cevap vermedim. Veremedim. Büyülendim çünkü. Devam etti. "Mahalleye geldiğinden beridir çoğu zaman seninle kitaplar sayesinde iletişim kurabildim. Onlara teşekkür borçluyum. Onlardan da bir tane olsun kutlamada istedim."
Heyecanla gözlerine bakıyordum. Kara'yı en son bana masal anlattığı zaman bu kadar çok konuşurken duymuştum. Öyle güzel öyle içtendi ki ister istemez yanaklarım ısınıyordu. Kitabı elinden aldım. "Neyi kutluyoruz, hala anlamadım ki!" dedim zar zor.
Kolundaki saate baktı. "Saat on ikiyi geçmiş çoktan. Kasım ayının yirmi dördüne girdik." Başı bana kalktı gülümserken. "Ömrünün ilk öğretmenler gününü ben kutlamak istedim. Öğretmenler günün kutlu olsun, benim dünyalara bedel kiracım."
"Ama," dedim. Hızla gözlerimi sildim. "Ama Kara. Bu. İnanmıyorum." Hızla ona baktım ve tekrar gülerken gözlerimi sildim. "Daha mezun olmadan hediyemi aldım."
"Benim gibi bir herife sevmeyi öğrettin lan sen. Daha ne olsun?"
"Kara," dedim. Devam edemedim. Birkaç saniye derin derin nefes aldım kitaba bakarken. "Bunun benim için anlamını tahmin bile edemezsin. Bunu düşünmen, bunu planlaman, bu söylediklerin... Kara beni çok mutlu ettin."
"Sen hep gül böyle," dedi. Keyfi yerine gelmişti. Sigara yakıp denize baktı. "Sen gül ki ben de güleyim."
"Çok teşekkür ederim," dedim kitabın kalın kahverengi kabartmalı kapağında parmağımı dolandırırken. "Ölene kadar saklayacağım bunu."
"Zahmet olur ya, sağ ol," dedi alayla sırıtırken. Gülmeye başladığımda bana döndü. Yavaşça nefes verdi. "Melek sen en güzellerini hak ediyorsun. Ben de farkındayım kendi varyasyonumun en iyisi olmadığımın. Çabalıyorum ama."
"Sen mükemmelsin bir kere," dedim kıkırdarken. "Gülcü ablanın da dediği gibi mavi boncuk gözlerini çok seviyorum. Onlara isim bile taktım. Kara mavisi!"
"Öyle mi?" dedi sırıtırken. "Ben de senin koca kahvelerine bir isim taktım."
"Ne?" dedim merakla.
"Güneş," dedi başı hafif yana eğilirken. "Onlar güneş gibi parlak. Benim güneşim gibi."
"Çok utandım," dedim hızla başımı bacaklarıma eğerek. "Kara cidden çok utandım artık."
"Ne o? Az önce her yerimi emcükledin diye bağırıyordun," dediğinde hızla elimle ağzımı kapattım.
"Sarhoştum Kara, alkole kandım," dedim gülerken. Hala ona bakamamıştım. Hacet vardı ama ona bakmaya. Ona hep bakmalıydı insan.
"Ben de senin kahve güneşlerine kandım," dediğinde ona baktım artık. "Melek sen hep böyle kandır beni olur mu?"
Prangalarımı bir bir döktüm yerlere. Sanki gerçekten de bir meleğin kanatları vardı artık sırtımda.
Kara benim için günahların amorti edilmesi gibiydi. Ya da ben onun için öyleydim, bilemiyorum. Tamamlıyorduk ama birbirimizi. Buna inanmıştım.
Dönüşte beni eve bıraktığında kocaman sepeti benim için yukarı taşıdı. Gülleri salon sehpama koyup ona sıkıca sarıldım. Bu gece geleceğine dair bir imada bulundu. Gelsindi. Bu sefer onun için uyumayacaktım. O geldiğinde onu korkutmayı bile düşünmüştüm.
Kırmızı'ya gitti gecenin o saati. Ben de balkondan sırıta sırıta denizi izlemeye başladım. Deniz çok güzeldi. Hayat çok güzeldi. Kara ile geçirdiğim her vakit bir peri masalındaki prenses gibi hissediyordum.
Aşağı baktığımda Hakan elleri ceplerinde, yanındaki bekçi ile mahalleyi gözetliyordu. Derin nefes verdim. Üzerime montumu giyip anahtarlarımı aldım ve aşağı indim. Mahallenin girişinde duraksadıklarında boğazımı temizledim.
"Hakan?" dediğimde bana döndüler. "Seninle bir konuşabilir miyiz?" Yanındaki oğlana döndü. Oğlan yanımızdan biraz uzaklaşınca bana doğru birkaç adım attı.
"Buyur Melek?"
"Şey," dedim merakla başımı hafif yana eğip. Ellerimi önümde birleştirdim. "Müsaitsen sabahki olayı konuşalım mı tekrar?"
"Gerek yok," dedi elleri ceplerinde dikilirken. "Konuşacak bir konu yok. Olan oldu, giden gitti."
"Hep gözünün önünde oldu," dedim şaşkınlıkla. "Biliyorsun, sen de vardın. Kaya'ya ilgi duyduğunu söylediğinde sen de yanımızdaydın. O bana Kaya derken ben ona gidip Hakan nasıl derdim?"
"Tamam Melek cidden sıkıntı yok. Yapacak bir şey yok."
"Ya of!" dedim sinirle ayağımı yere vurup. "Of! Neden gücün bana yettiği için bana tavır takınıyorsun? Bu kadar seviyorsan gidip Kaya'ya kafa tutsana!"
"Gücüm sana yettiği için derken?" dedi kaşları hafif çatık. "Melek git bak bozuşmayalım. Bu saatte çıktığını Kara abi biliyor mu?"
"Daha ne kadar bozuşabiliriz Hakan?" dedim sinirle. "Ben aramız kötü olsun istemiyorum. Kötü hissediyorum böyle olunca. Konuşup halledelim işte."
"İyi konuş," dedi cebinden sigara paketi çıkartıp. Bir sigarayı dudaklarının arasına koydu. "Dinliyorum buyur."
"Bak benim bu aralar o kadar çok sıkıntım oldu ki..." dedim kendimi açıklamak adına. Onu anlıyordum. Onun da beni anlamasını istedim. "Ben mahalleye uyum sağlamaya çalıştım. Hande'ye uyum sağlamaya çalıştım. Hatta Zeki'ye bile... Sizin olayınızı unuttum. Sonra üzerine Müjgan teyzenin ölümü girdi..."
"Ya bırak," dedi sigarayı dudaklarının arasında tutup eliyle kamufle ederken. Diğer elindeki çakmakla sigarayı ateşledi ve sertçe bir duman çekip gözlerini bana çıkarttı. "Müjgan teyze falan ölmedi. Zeki abi bana her şeyi anlattı."
Cevap vermedim. Öylece şaşkınlıkla ona baktım. Gülerek dumanı aşağı, ikimizin ortasına üfledi. "Sırf o zamanlar Kara abiye muhtaç olduğun için kadını öldü gösterdiler. Böyle de benciller."
"Ne?" dedim anlamsızca. "Ne demek şimdi tüm bunlar?"
"Böyle bir yer kızım burası," dedi bana doğru bir adım atıp. Gözleri hararetle gözlerimi kesti. "Öyle bencil, öyle sikik bir yer ki burası, karşındakinin menfaatlerini iki dakikalık zevklerin için bile sikip atmaya gücenmezsin. Kendi mutluluğun için diğer her şeyi hiçe sayarsın bu iğrenç yerde." Üzerimi süzdü. "Kara abi orada iki sarıl da ona ilgi göster diye aylardır ağlatıyor seni."
Başını onaylar salladı kendi kendine. Ben susarken devam etti. "Madem Kaya'ya göt korkum olduğunu düşünüyorsun, sana kendi menfaatim için ona neler yapabildiğimi göstereyim ben. Kaya benim için bir hemdem falan değil. Velev ki öyle, yine de siler geçerim. O kızı ben seviyorum, o kızı ben hak ediyorum. Bunu sana göstereceğim." Bir an durup sırıttı. "İşte şimdi mahallemize hoş geldin, Melek. Hadi selametle."
Çekip gitti yanımdan. Darbelediği rüzgar ise bedenimde izler bıraktı.
Ben kara mavisi gözlerin bana huzurlu hissettirdiğini düşünürdüm. Sonra anladım. Hemen sonra. Tam da ateş barutu üşüttükten sonra. Soğutan bir yangın, sese eklenen cızırtıları. Kalbimi boğan maviler.
Diğer herkesi defaatle yaktığı gibi beni de ilk kez yakan yangınları. Soğuk, öfkeli ve bencil mavilerin yangınları.
•••
Yeni bölüm için lütfen yıldızı tuşlayınız.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |