22. Bölüm

21. BÖLÜM : TAŞ DEVRİ

petrikor.
yagmurluhikayeler




Merhaba! Kitaba oy verip yorum atarsanız çok sevinirim. Destekleriniz için teşekkürler, iyi okumalar.

(bu bölüm açık sahneler, konuşmalar ve açık betimlemeler vardır. sahnelerin başı ve sonuna uyarı koydum. isteyenler kolaylıkla geçebilir.)


21






 

Elinden sıkıca tutarken kollarımızı ileri geri sallandırıyordum. Köyde dolanıyorduk. Hava karanlık, sağanaklıydı. Merakla etrafa bakınıyordum, "Bu olabilir mi evim?"

"Olamaz," dedi bıkkınlıkla. "Bu böyle olmayacak. Doğru köyde olduğumuzu bile düşünmüyorum. Çaldığımız hiçbir kapı seni tanımıyor. En yakın jandarma nerede acaba, biliyor musun?" Başı bana çevrildi. "Neyse sen tarif etme, şimdi bizi milletin ahırına falan sokarsın..."

"Annemi bulmazsan seni pataklarım he!" diye bağırdım öfkeyle. Kaşlarımı çattım. "Çok güçlü bir kızım ben! Sakın beni hafife alma! Ablam bana dövüş sporlarını öğretti!"

"Lütfen bana zarar verme küçük evsiz," dedi bıkkınlıkla önüne dönüp. Köyün ana yol hattına doğru geçen otobüslere bakındı. "Binelim birine merkeze gidelim. Orada jandarma vardır."

"İyi," dedim elini bırakmadan. Önümüzden geçen bir dolmuşu durdurdu. İçeri girdiğimiz gibi her yeri sırılsıklam ettik. Arkada bir yere beni oturtup cebinden kağıt para çıkarttı. Cam kenarına geçmiş, parmağımla yağmur damlalarını takip ettiğim sırada yanıma oturup geriye yaslandı.

"Annemi istiyorum artık!" diye bağırdım. Telaşla sağa sola bakındı.

"Kızım ne bağırıyorsun? Kaçırıyorum sanacaklar seni," dedi korkuyla nefes verip.

"Bana ne!" dedim öfkeyle kaşlarımı çatıp. "Nerede annem! Söz verdin bana, bulacaktın!"

"Bak susarsan ve uslu durursan sana pamuk şeker alırım," dediğinde hızla geriye yaslanıp gözlerimi kapattım.

Bir müddet sonra içerideki klimalar bedenimi ısıttı. Dolmuşun tepe lambaları loşlaştı. Başımı oğlanın koluna yasladım. O da başını başımın üzerine dayayıp yavaş bir nefes verdi. Uykuya selam verdim.

"Çocuklar! Hey!" sesi ile başımı oğlanın kolundan çekip şoföre baktım. Yanımdaki oğlan aynı benim gibi uyku sersemiydi. "Hadi son durak burası. İnin." Şoför hemen sonra dolmuştan indi.

"Son durak mı? Uyuyakalmışız, hay sikeyim!" dedi oğlan telaşla ayaklanıp. Bileğimden tutup beni dolmuştan indirdi. Etrafa bakındığımız sırada esniyordum.

"Sakın bir daha küfür etme yoksa ablam diline acı biber sürer," dedim şaşkın şaşkın bakınırken. "Neredeyiz?" dedim gözlerimi kısıp. Bir sürü devasa otobüs, çay bahçesi vardı. Tabeladaki yazıyı okumaya çalıştım. "Me...me...meme!"

"Menemen," dedi oğlan korkuyla, "İzmir'in Menemen ilçesine gelmişiz. Param bitti dönemeyiz de, ne yapacağız lan şimdi?"

"Nasıl bitti?" dedim şaşkınlıkla. "Ne bitti?"

"Manisa merkezde ben seni karakola bırakıp bir tanıdık bulur, yoluma bakardım. Şimdi çük gibi kaldık burada!"

"Çük!" dedim gülerek, "Çük çük çük!"

"Düşün," dedi gözlerini kapatıp. Kendi kendine mırıldandı. "Düşün oğlum, hadi çözüm bul..." Fısıldadı, "Hadi."

"Du..." dedim gözlerim kısık, duvara yaldızlarla yazılı afişi okurken. "Dua...Duayen. Ne demek?"

Sağa sola bakındı. Abilerden yardım isteyecekti. Bileğimi bırakmadan bizi İzmir otogarında dolandırmaya başladı.

"Duayen yani en önemli diplomat demek," dedi ve bir adamı durdurdu, "Abi dilenci değiliz ama bi..." Adam elini olumsuz salladı ve yanımızdan geçip gitti. Telaşla bir başkasına bakındı. "Gel hadi küçük evsiz, bak şuradaki abilere soralım belki bize dönüş parası verirler."

"Diplomat ne?" dedim merakla peşinden sürüklediği sırada.

"Abi bizim Manisa'ya dönmemiz lazım," dedi umut dolu bakarken. "Bize yardım edebilir misin?"

Yine ret yedik. Bir başkasına ilerlediği sırada merakla söyleniyordum. "Pamuk şeker alacak mısın? Farkındaysan çok uslu duruyorum."

"Sus yalvarırım sus," dedi çaresizce. "Tamam alacağım, söz. Ne yapacağız şimdi onu düşünelim. Telefon kartım da yok, kimi arayacağız? Nasıl arayacağız?"

"Diplomat ne demek?" dedim tekrar. Gözüm bekçi kulübesinin içindeki kocaman kasalı, renkli televizyona kaydı. "Oha!" dedim oğlanın koluna vurup. "Televizyon! İzlemek istiyorum! Baksana! Bunları biliyorum, Taş Devri! İzleyelim bu çizgi filmi lütfen lütfen lütfen!"

Bana cevap vermedi, "Abi," dedi birini durdurup. "Babam çok zengin. İzmir'deki Han Ailesi'ni duydun mu hiç? Şimdi bana biraz para verip yardımcı olursan yedi ceddini doyuracak para verir babam sana. Bize yardım eder misin?"

Adam üzerimizi inceleyip çekip gitti. Gecenin ortasına doğru otogarda kimse kalmamıştı. Bana döndü gülerek. "Ne yapacağız ki şimdi?" dedi gülerken. "Ulan evsiz, başıma bela oldun yemin ederim."

"Hiçbir sözünü tutmuyorsun ki," dedim öfkeyle etrafa bakınıp. "Hem ben çok üşüdüm. Hem de şeker yemek istiyorum. Burası da bizim evimize hiç benzemiyor. Beton dolu! Sözünü tutmuyorsun! Annem nerede?"

"Sakın ağlama," dedi telaşla bana doğru eğilip. Karanlıktan beridir ilk defa bir sürü ışığın arasında kalınca seçtim mavi gözlerini. "Diplomat yani çok büyük kocaman önemli adamlar demek!"

"Kocaman adamlar mı?" dedim gözlerimi açıp. "Çok mu önemliler?"

Başını olumlu salladı, "Çok önemliler."

"Çizgi film ne olacak?" dedim işaret parmağımı kulübeye doğru tutup. Yine bakmadı. Taş Devri oynuyordu televizyonda, görmedi. "Ben çok izlemek istemiştim o çizgi filmi."

"Tamam onu da yapacağız söz, şimdi biraz düşüneyim ben. Bana izin ver."

"Duayen," dedim tekrar kendi kendime. "Diplomat... Çok önemli... Aşk gibi önemli mi?... Aşk duayeni... Yani aşk insanı! Buldum! Ben bir aşk duayeniyim!"

•••

Aşk duayeni? Hayır, değildim. Çocukken buna inandım. Ama büyüdükçe hiç de öyle hissetmedim. Belki yaşımdandır, belki başımdan. Yine de bu konularla ilgili büyük laflar etmeye lüzum görmedim.

Koynuna sokulduğum adamın kalbime açtığı savaşla mücadele etmek, kalbimden icazet almak zorundaydım. Gün ağarana kadar uyuyor gibi yaptım. O da yaptı çünkü saçlarımı sevmeyi hiç kesmedi. İkimiz de düşündük, ama sanki birbirimize müspet ayrımcılık gösterdik.

Hava aydınlanırken yanağım göğsünde, yarım yamalak açık gözlerimle karşı kütüphanedeki boy boy kitaplara bakıyordum. Sırt üstü uzanıyordu, bir koluyla beni sarmalamıştı, saçlarımı seviyordu. Kalbi çok sakin atıyordu. Kalbinin ritmini ezberlemiştim artık. Gece bana yaptığı itiraf, benim bedenimi ona teslim edişim bir türlü ruhuma uymuyordu. Uyamıyordu işte.

Yavaş nefes verdi, "Uyumayacak mısın artık?" diye sordu. Göremesem de gözlerinin baygınlığı sesine dokundu.

"Nereden bildin uyumadığımı?" diye sordum kaşlarım çatılırken. "Hiç de kıpırdamıyordum saatlerdir."

"Uyurken çok izledim seni. Anlayabiliyorum uyumadığını," dediğinde kıpırdandım. Boynu sıcacıktı. Alnımı oraya doğru yakınlaştırdım.

"Yüzümü görmedin kaç saattir. İzlesen ne?" dedim. Gözlerimi kırptıkça kirpiklerim boynuna dokundu.

"Çok da dinledim," dedi. Saçlarımı severken devam etti. "Sen uyurken nefes alış verme hızını ezberledim. Şu anki gibi değil, daha düzenli ama daha ağır. Bir de arada mırıldanıyorsun uyurken."

"Sen neden uyumadın?" dedim. Yutkundum. "Beni uyurken dinlemek için mi?"

"Bu imkanı elde etmişken faydalanıyorum," dedi. Hemen sonra iç çekti. "Bu manzarayı uyuyarak kaçırmak tamamen aptallık olurdu."

"Kara ya," dedim ıkıla sıkıla. "Çok güzel konuşuyorsun, ben sana nasıl yanıtlar vereceğimi bilemiyorum."

"Anlat hadi aklındakileri," dedi. Saçlarımı o kadar uzun süredir seviyordu ki kokularımız homojenleşti. "Nedir seni bu vakte kadar düşündüren?"

"Sensin," dedim. Biraz kıpırdandım. Elimi yanağımın altına sıkıştırdım. Kalp atışları elime dokunmaya başladı. "Bana kıyamıyorsun ya hani... Bu seni iyi biri yapar mı?"

Gülmeyle karışık nefes verdi. Beni sarmalamayan elini başının altından çekti. Ellerini kolumun üzerinde birbirlerine bağladı. Kolları arasında sıkışıp kaldım. "Yapmaz, güzel kiracım."

"Hep aynı şeyi söylüyorum," dedim. Bir an duraksayıp kıkırdadım. "Güzel kiracım mı?" Hızla devam ettim konuşmaya. Daha tatlı çıktı sesim istemeden. "Hep aynı örneği veriyorum annemlere de. Ablamın eşini herkes çok sever. O çok iyi bir dostmuş. Çok iyi bir işadamıymış. Belki ileride çok iyi bir baba olacak ama ablam için berbat bir eş... Şimdi sence eniştem iyi biri mi?"

"Bilmem tanımıyorum," dedi.

"Anlattığım kadarı ile işte... Ablama kötü ama diğer herkese çok iyi. Bu onu iyi mi yapar?"

"Sence?" dedi. Sinirle kaşlarımı çattım kütüphanedeki kitaplara bakarken.

"Kara ben senin fikrini soruyorum. Sence iyi biri mi?"

"İyi olmak göreceli mi?" diye sordu. Alaya almak yerine bir şeyler öğretmeye çalıştığını düşünüyordum. Sesi bir muallim havasında çıkıyordu. "İyi tek bir tanedir. Ablana iyi değilse o iyi bir adam değildir."

"Ama herkes her rolde mükemmel olamaz ki," dedim.

Gülmeye başladı. Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarını yaladı sırıtırken, "Ya ben senin canını yerim," dedi ve birbirlerine bağlayıp beni sardığı ellerini sabit tuttu. "Minik kalbin benim iyi bir adam olduğuma inanmaya mı uğraşıyor geceden beri?"

Bildi. Derdim Kara'ydı aslen. Kendimle çelişiyordum. Sabaha kadar düşünme nedenlerim buradaydı. Oydu. Belki eniştem doğru bir örnek değildi, ama benzer bir durumdu. Kara çoğu kişiye iyi değildi, ama bana çok iyiydi. Bu, kalbim için kabul etmesi zor bir ikilemdi.

Onu tekrar öpmemek için hızla yanağımı göğsüne koyup nefes verdim, "Sohbet etmeye çalışıyorum sadece," dedim üzücü bir sesle. "Lütfen üzerime gelme Kara."

Yanağım hafif kalkıp indi göğsünün üzerinde. "İyilik tercih meselesidir. Emin ol insan isterse her rolde iyiliği tercih edebilir, Melek."

"İyi olmak içgüdüsel bir şey bence," diyerek yerimde kıpırdandım. "İnsan özellikle iyi olmaya çalışmaz ki, bu içinden gelir. O iyiliği yaparak mutlu olur."

"Kötüyü bilerek iyiyi seçmek önemli olan," dedi. Kolumun üzerinde birbirlerine bağlı ellerini açtı ve tekrar saçlarımı okşamaya başladı. "Sen safsalak birine iyi diyemezsin. Safsalak dersin. Tüm bu kötülüğü görüp yine de iyiyi seçen uyanıklara iyi denir, güzeller güzeli kiracım."

Gülmeye başladım, "Güzeller güzelim mi dedin bana?" dedim.

"Öylesin," dedi sesi mayışmış çıkarken.

"Yani sen bile isteye kötü biri olmayı tercih ettiğini mi söylüyorsun bana şimdi?" diye sordum kıkırdayarak. Çok utanmıştım iltifatı yüzünden. "Ya manyaksın ya sıkıntılı. Ama hiç normal değilsin. Bunu düşünüyorum geceden beri. Seni. Ama bana hiç yardımcı olmuyor bu küstah cevapların."

"Keşke gecenin başında bunu söyleseydin de bu saate kadar kendini uykudan mahrum etmeseydin," dedi. Göremesem de sırıttığını hissettim tınısında.

"Ne diyecektim? Kara şey uyumadan önce bir şey soracaktım da, sen acaba iyi biri misin falan mı diyecektim?" dedim uyuklarken.

"Kötü kavramı olmasaydı iyi kavramının anlamı kalmazdı," dedi keyifle. "Sayemde insanoğlu iyilik kavramını tadıyor. Ben iyilik yapıyorum aslında."

İstemeden güldüm. "Sen cennet kavramı şeytan sayesinde ortaya çıktı da dersin. Kılıfın hazır. Her şeyi kendince mükemmel oturtmuşsun yerine. Tebrik ederim, Çakır."

"Bir de seni alabilsem tam olacak," dedi. Gözlerim kapalı sırıttım. Ona sokuldum biraz daha. Devam etti. "Melek ben durduk yere kimseye zarar vermiyorum. İnsanlar beni sevmiyor çünkü hak ettikleri cezaları önlerine seriyorum."

"Ben neyi hak ediyorum Kara?" diye mırıldandım. O kadar güzel okşuyordu ki saçlarımı, dayanamıyordum. "Bana ne ceza vereceksin?"

"Sana en büyük ceza benim," dedi. Esneyip bacağımı onun üzerine attım.

"Sen neyi hak ediyorsun peki?" diye sordum gözlerim açılırken. Açıldılar ama uyuyordum. "Senin cezan ne?"

"Bilmem. Benim cezamı da sen bana vereceksin. Bekleyip göreceğiz," dedi.

"Nasıl yani?" diye sordum. Gözlerim kapandı.

"Hayat gösterecek. Sen göstereceksin," dedi. Koyu sesini yumuşattı. "Korkman için söylemiyorum. Bana ödeteceğin her bedel boynumun borcu."

"Ben kötü biri değilim. Kimseye ceza vermem," dedim. Cümlemin sonuna doğru sesim kesildi. Onunla çok daha uzun sohbet etmek isterdim ancak uykuya direnemedim. Uyumaya başladım.

Gözlerimi açtığımda saat öğle sularındaydı. Kokusu ile uyumak kadar güzeldi uyanır uyanmaz kokusunu almak. Bedeni sıcacıktı. Ona yaslı yanağım ısınmıştı.

Başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri kapalıydı. Belki uyumak için uyumamı beklemişti. Uyuyor gibiydi çünkü. Ona doğru biraz yaklaşıp parmağımı sakallarına götürdüm. Sakallarıyla oynamaya başladım. Parmağımın ucuna ne kadar hafif dokundurursam o kadar keskin hissettiriyordu sakalları.

Başı kıpırdandı, elimi tutup avuç içimi dudaklarının üzerine bastırdı. Avcumu öptüğünde hızla kaçıldım. Gözleri açıldığında başımı göğsüne koyup nefesimi tuttum, "Günaydın," dedim utanarak. Dün geceyi düşünmek, onunla göz göze gelmek çok utandırdı. Avcumun içine sanki dudakları iz bıraktı. "Karga sesleri ile uyanmanın tadı da bir başka canım mahallemde."

"Sesleri seni rahatsız mı ediyor?"

"Ne o? Bunu da mı halledersin?" dedim alayla karışık.

"Bana tek tek tüm kuşları vurduracaksın," dedi mırıldanarak. Sesi uykulu çok masum çıktı. Saçlarımı sevmeye başladı, "Hep elle beni böyle. Uyandır beni kendinle. Seni öperek uyanmak hayal gibi. Hayal ettiğim gibi."

"Ben sadece sakalların biraz uzamış ondan seni elledim," diye geveledim sapır saçma. Sertçe yutkundum.

"Sen hep elle beni olur mu? Dün gece benim seni ellediğim gibi. Karşılıklı bu işler hep böyle," dediğinde gözlerim açıldı. Doğrulup yorganı üzerimizden attım ve ellerimi iki yana açıp gerindim. Telaştan ne yapacağımı bilemedim.

"Kargaları severim! İntikam ve kin dolu olurlar!" dedim ayaklarımı yataktan aşağı sallandırırken. Kara yatağın diğer tarafına doğru oturduğunda başımı omzumun üstünden ona çevirdim. Sırt sırtaydık. Avuç içlerini gözlerine bastırdı ve gözlerini kaşırken esnedi. Başını sağa sola eğip kütletti ve komodinden sigara paketini aldı.

Benimle uğraşmayı kesti. Çok utanıyordum çünkü. Daha fazla üzerime gitmek istemedi. Ayaklandı. "Kin tutmak mantıklı bir şey değildir, utangaç kiracım. İnsanı hırslı bir öfkeye mahkum eder."

"Ne bu? Karahan Çakır ile dediğimi yap yaptığımı yapma öğretisi mi?" diyerek ayaklandım. Onun peşinden balkona çıktım. Sigarasını ateşledi ve balkondan aşağı baktı. Güruhunu inceliyordu. Onun gözlerinden aşağı bakınca sanki yönettiği bir krallığı kontrol ettiğini, ettiğimi düşündüm.

"Ben kin tutmam," dedi bana dönüp. Gözlerimiz birleştiğinde gülümsedi, "Sabahları uyandığın tam o ilk anda bana üzerlerine güneş vuran papatyaları anımsatıyorsun."

"Konu ne ara bana geldi ki şimdi?" dedim ezilip büzülerek. Sonra balkon demirlerine tutunup aşağı baktım. Hakan kapının önünde sigara içiyordu. "Sabah sabah ne anlıyorsunuz bu sigaradan? Ciğerlerinize günah."

"Dün geceye günah," dediğinde ona döndüm. Dudaklarının arasındaki sigarayı aldı ve deniz manzarasına doğru üfledi. "Onu konuşmayacak mıyız? Hor mu göreceğiz?"

"Şey, konuşalım tabii," dedim gözlerim fal taşı olurken. "Aslında ben biraz utanıyorum da Kara, sonra mı konuşsak dün geceyi?"

Mahalleyi incelerken gülümsedi, "Öyle mi? Utanıyor musun?" Bana döndü. Deniz arkasında kaldığında gözleriyle çok uyumlu göründü. Üzerimi süzdü sırıtırken. "Bakayım bir utanmana."

"Bakma," dedim sağa sola bakıp. Gözlerimiz birleşti. Sırıtarak bana bakıyordu. "Ya bakmasana!" dedim öfkeyle.

"Manzaran sen olsaydın sen de bakardın doya doya," dedi ve sigara tutan elini bana uzattı sırıtırken. Beni gösterdi bana, "Hatta ben sen olsam her an aynaya bakardım."

"Bilerek mi yapıyorsun?" dedim neye uğradığımı şaşırarak. Gülerek ona adımladım ve omzuna vurdum. "Çok utanıyorum! Bilerek mi yapıyorsun!"

Gülerken başını olumlu salladı. Hızla balkondan içeri ilerlemeye başladım. "Nereye?" dediğinde durup balkon girişinden ona döndüm.

"Kaçıyorum," dedim utançtan ne yapacağımı bilemeyerek.

"Kaç bakalım," dedi ve balkondan aşağı baktı. "Bulurum elbet."

Ellerimle yanaklarımı tuttum. Isınmışlardı. Alelacele tuvalete girip yüzümü yıkadım. Dakikalarca aynada kendime baktım. Hiç bu kadar güzel hissetmemiştim.

Bir müddet sonra tuvaletten çıkıp içeri yöneldim. Mutfaktaydı. Buzdolabına bakıyordu. Büyük bedeni dolaba doğru eğilmiş, eliyle üstten dolabın tepesini tutuyordu. "Küçük kiracım seni doyuracak besinlerim hiç yok. Dışarıda kahvaltı yapalım mı?"

"Ben zahmet vermeyeyim," dedim ellerimi önümde birleştirip. "Eve geçeyim ben. Üzerimi de değiştireyim. Atıştırırım ben evde."

"Hayır," dedi doğrulup. Dolabın kapağını kapatıp bana döndü, "Gidip kahvaltı yapalım. Ben de dönüşte buraya sağlıklı şeyler alayım."

"Ne gerek var düzenini değiştirmene benim için?" dedim telaşla ayakkabılarımı giyerken. Bir yandan da onunla vakit geçirmeyi deli gibi istiyordum. Bedenim tüm bu kesafetin ardında ne yapacağını kestiremiyordu. "Ama istersen yarım saat sonra Hakan'ın pastanesinde buluşup bir şeyler atıştırabiliriz."

"Daha yaratıcı mekan önerilerine açığım," dedi kalçasını tezgaha dayayıp kollarını bağlarken. Şiş şiş duruyorlardı. Yine onları avuçlamak istedim. Hızla dış kapıyı açtım.

"Tamam orada buluşup mekan planı yaparız, görüşürüz!" diye bağırdım ve hızla evden çıktım. Ben çıkarken sırıtıyordu. Bu hallerimle eğlenmesi sinir bozucuydu. Belki de sadece mutlu olduğu içindi gülümsemesi.

Koşar adımlarla bir alt kata indim ve kapıyı tıklattım. İçeriden müzik sesleri gelirken Hande kapıyı açtı.

"Hande sen göster ama elletme demiştin ya!" dedim bağırarak içeri girerken. Ayakkabılarımı çıkartıp telaşla ona döndüm, "Ben ellettim ama göstermedim. Bu durumda basit miyim yoksa zor mu?"

"Ha?" dedi gülerek. Sonra duraksadı. "Ellettin mi!" diye bağırdı. "Kızım niye elletiyorsun!"

"Görmedi ama!" dedim telaşla. "Ne düşünüyor? Ben ucuz muyum?"

"Saçma sapan konuşma," dedi yanımdan geçip. Radyoya doğru ilerledi ve koltuğa oturup geriye yaslandı. "Abim senin için karşı mahalleyle savaştı sen hala ucuz muyum diyorsun, salak."

Yanına oturup telaşla ellerimi birbirlerine sürttüm, "Daha da ağırdan almalıyım, değil mi? Dayanamadım ama! Çok güzel bakıyordu. Gece ışık yoktu odada. Bir anda oldu. Şak diye öptüm! Çok canım çekti çünkü! O da şaşırdı, ben de! Çok kısa sürdü ama! Ben ilk defa bir erkekle öyle temasta bulunduğum için hemen iki saniyede boşald-"

"Tamam!" dedi elini bana uzatıp. Gülümserken gözlerini belertti. "Tamam çok da detaya girme lütfen. Gözümün önüne geliyor, psikolojim kaldırmıyor."

"Tamam," dedim hızla başımı olumlu sallarken. "Tamam ben bir daha elletmeyeyim, naz yapayım değil mi?"

"Çok da değil," dedi ayaklanıp. Mutfağa ilerlerken konuştu, "Aşık usandıracak kadar da nazlanma. Dozunu iyi ayarla."

"Tamam," dedim hızla. Mutfağa girdiğinde başımı yere eğdim ve halıyı incelemeye başladım. "Dozu iyi ayarla Melek," dedim kendi kendime.

Elindeki meyve kasesi ile yanıma gelip bana bir elma uzattı. Elmayı alıp sertçe bir ısırık aldım, "Hayır parfümü ne bu adamın? Neden beni böyle alaşağı ediyor?"

"Bilakis alçaltmak yerine seni daha da yükseltiyor gibi," dedi kıkırdarken. Ellerini kanat gibi yapıp yukarı baktı, "Pır pır uçuyorsun. Uçurmuş abim seni. Gerçi iki saniye havada kalabilmişsin sadece ama olsun, yavaş yavaş açılırsın."

Gözlerim kocaman açıldı ve önüme döndüm. "Susar mısın Hande?" dedim yanağım dolu bir şekilde. "Zaten birazdan kahvaltı yapmaya gideceğiz." Hızla ona döndüm, "Ne giyeyim? Giyineyim değil mi? Yani ne giyeyim?"

"Biraz açık giyinsene. Abim delirsin," dedi kıkırdarken. "Geçen mini bir kot etek giymiştin. Onu giy."

"Bu soğukta?" dedim ayaklanırken. Saçlarımı düzeltip sehpadaki minik aynada kendime baktım. "Biraz da makyaj yapayım, değil mi?"

"Yap tabii," dedi dergiyi eline alırken. "Kaya abimle Melisa ne alemdeymiş?"

"Melisa ile görüşmedim daha," diyerek elmayı sehpaya bıraktım. "Teşekkürler elma için. Atamam şu an çöpe. Sen atarsın. Ben gidip hazırlanayım bir an önce."

"İyi haber edersin," dedi sırıtarak dergiyi okurken. "Eteği giy."

"Tamam!" Hande'nin apartmanından çıkıp aşağı indim. Üzerimde hala dünden pijamalarım olduğu için Hakan şaşkınlıkla bana baktı camdan. Hakan'a el sallayıp apartmanın kapısını ittim.

Durup yandaki daireye baktım. Müjgan teyzenin yedek anahtarlarını Kara bana vermişti. Onun evine girip birkaç yadigar eşya alacaktım. Bir de telefon ajandasından yakınlarının numaralarını bulup onlara ulaşacaktım. Ancak şu an için buna vaktim olmadığı; belki de henüz ben buna hazır olmadığım için üst kata çıktım.

Kasetçalara bir kaset yerleştirip hızla duşa girdim. Üzerimi değiştirip Hande'nin söylediği eteği giydim. Altına çorap denedim ancak hiçbir çorabı beğenmemiştim. Eteğin üzerine pembe bir kazak giydim. Etek kazağın hemen altından ufacık bir şekilde görünüyordu. Saçlarımı kurutup kirpiklerimi kıvırırken ev telefonu çaldı. Şaşkınlıkla salona ilerledim.

"Alo?" dedim kaşlarımı çatıp.

"Dostikom!" dedi Melisa telaşla diğer uçtan. "Bu Haydar manyağı benim sizin mahalleye girmemi yasakladı!"

"Ne demek yasakladı?" dedim şaşkınlıkla. "Ona neymiş be!"

"Valla," dedi ve yapay bir ağlama sesi çıkarttı. "Yakında senin alt kattaki boş daireye taşınacağım babamı da alıp."

"Bu mahalle abileri kendilerini ne zannediyor?"

"Bırak şimdi onu," dedi kıkırdarken. "Kaya bu akşam beni yemeğe çıkartacakmış! Babamla da bir tanışsınlar diyorum. Erken mi sence?"

"Yok yok erken değil. Ciddiyetin farkına varır herkes," dedim merakla balkon camından bakıp. Kara'nın perdeleri çekiliydi. "Ben şimdi Kara ile kahvaltı yapmaya gidiyorum. Bir ara seninle oturup mutlaka konuşmamız lazım. Bende de detaylar var."

"Olur!" dedi heyecanla. "Yemekten sonra seni ararım bize gelirsin. Sana detayları anlatırım. Sen de bana detayları anlatırsın. Öptüm dostikom!"

Telefonu kapattıktan sonra ayaklandım. Hızla üzerime parfüm bocalayıp saçlarıma son bir kez baktım. Ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Hakan'ın pastanesine girdiğimde Kara çoktan içeride oturmuş, Hakan ile sohbet ediyordu. Başları bana döndü. Kara ayaklandığında Hakan ona heyecanla selam verdi. Kara'nın burada bu şekilde oturup Hakan ile sohbet ettiğine ilk defa şahitlik ediyordum. Ben bile heyecanlanmıştım.

Bana ilerlerken duraksadı. Kısaca üzerime baktı. Bir şey demeden ilerleyerek yanımdan geçtiğinde Hakan'a el sallayıp pastaneden çıktım. Arabaya bineceğimiz sırada durup bana döndü, "Gerçekten üşümüyor musun onunla?"

"Yoo," dedim omuz silkerek. "Hem bana çok yakışıyor bu etek."

Arabanın kapısını açtı ve oturacağı sırada tekrar bana döndü, "Bacakların donar onunla. Açık alana gidiyoruz."

"Donsun," dedim ve kendi kapımı açıp içeri oturdum. Kemerimi bağlarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım, "Güzel olmamış mı?"

"Çayır çimene gidiyoruz," dediğinde kaşlarım çatıldı. Arabayı çalıştırıp yola çıkarttı ve direksiyonu alttan tutarken bacaklarını aralayıp oturuşunu rahatlattı. "Orada hiç rahat edemeyeceksin. İstersen dönelim değiştir altındakini."

"Edemeyeyim," dedim camdan bakıp. "Ben iyiyim."

İzmir otobanına girmiştik. Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım, "Kahvaltıya annemin açtığı börekleri yemeye Manisa'ya mı gidiyoruz?"

Başı kısaca bana döndü ve tekrar yola baktı. Karşıdaki arabanın dibine girmişti, "Gidelim mi?"

"Bir ara gidelim, ben şimdi senin yaptığın planı bozmayayım," dedim kıkırdarken. "Zaten seni pek sevdi, biricik damadım napıyor diye sorup duruyor." Gözlerimi belertip mırıldandım. "Daha çok paranı sevdi gibi de neyse..."

"Hürmetlerimi ilet," dediğine ona baktım. Yan profilini izlemeye aldım. Burnu, çenesi, sakalları... Bana çiylerin üzerine örtülen karalar gibi hissettirdi. İçerisi şeffaftı, ama dışı karalar bağladığı için oraya ulaşmak imkansızdı. Onun kapalı çiylerine yavaş yavaş inmek heyecan verdi bana. İstemeden gülümsedim onu izlerken. Gözleri yolda kaşları çatıldı, "Gerici bakışlarını üzerimden çeker misin, soğuktan götü donacak kiracı?"

"Utandın mı?" dedim gülerek. Silik sırıttı, hemen toparladı. Direksiyonu tutmayan eli bacağının üzerindeydi. Eli bacağıma gitti ve çıplak bacağımı avuçladı.

"Çok üşümüşsün şimdiden," diye fısıldadığında nefesimi tutup önüme döndüm. Boğazımı temizledim. Bacağımı tutan eli o kısmı yaktı gibi olunca elimle yüzüme hava çarptım, "Ne oldu?" dedi yola bakarken, "Sorun nedir?"

"Hiç!" dedim ve yutkundum. Eli orada biraz kıpırdandı. Bir bacağımı komple örtecek kadar büyüktü eli. Belki de benim bacaklarım cılızdı. Zıttı ama çoğu şeyimiz. Eli bacağımdan çekildi. Direksiyonu bir arsaya doğru kırıp otobandan çıktı. Kaşlarıyla karşıyı gösterdi, "Gelmek üzereyiz."

"Tamam," dedim nefes nefese. Etrafı incelesem de algılayamadım. Hala tuttuğu yerdeki etim yanıyordu.

Büyük bir tepeye doğru çıkıyorduk. Boy boy çam ağaçları hafif rüzgarla okşanıyordu. Yükseğe girip arabayı durdurdu. Anahtarı çevirip bana döndü. "Gece bu aktivite daha güzel olurdu ancak fazlaca üşürdün diye bu saatte yapalım dedim."

Arabadan indiğinde merakla çıkıp onu takip etmeye başladım. Kuş cıvıltıları ilişti kulağıma. Büyük, kocaman bir papatya tarlasının içindeydik. "Çok güzel kokuyor burası Kara! Mis gibi!" dedim ördek yavrusu gibi onu takip ederken. Güneş bulutların arasından çok ince bir şekilde yüzümü aydınlatıyordu. Bu mevsimde güneşin değerinin arttığını düşünürdüm hep. Papatyaların arasından geçip kocaman bir beyaz ekranın önünde durduk.

"Bu ne?" dedim merakla. Beyaz ekranı iki iple toprağa çivilemişlerdi. "Ormanın içinde gizli bir açık hava sineması mı?"

"Beğendin mi?" dedi ve ekranın dibindeki büyük sepeti eline aldı. Yere kırmızı kare desenleri olan küçük örtüyü serip sepeti bıraktı. "İzel Çelik Ercan konserinde çiseleyen yüzünden konser iptal edilirse açık hava sinemasına gidelim mi diye sormuştun. Çiseleyen yok bugün."

"Onu nasıl unutmadın?" dedim heyecanla. Örtüye oturup sepeti açtım. "Bunları kim ayarladı? Ne ara ayarlandı?"

"Kuşlar ayarladı," dedi yanıma oturup. Bacaklarını kendine çekip kollarını birbirlerine bağladı. Cebinden sigara çıkartıp ateşledi, "Sana çayır çimene gidiyoruz dedim. O eteğe lüzum yoktu."

Sepetteki şeyleri bir bir çıkartmaya başladım. Taptaze tropik meyveler, peynirler ve taze sıkılmış portakal suyu vardı. O kadar sevinmiştim ki bedenim heyecandan üşümeyi unuttu. "Sürülen çikolata da var!" dedim başımı kaldırıp ona bakarken. Yanda toprağa koyulmuş projeksiyonu çalıştırmıştı. Gülümserken bana döndü. Ormanın içindeki büyük ekran çalışınca gelen sesle başımı oraya çevirdim.

"İnanmıyorum!" diye çığlık attım. Kahkahalar ile güldüm istemeden. "Taş Devri mi izleyeceğiz? Kara biliyor musun, küçükken çok istiyordum bu çizgi filmi izlemeyi ama televizyonumuz yok diye izleyemiyordum!" Gülerek çikolata kavanozunu elime aldım. "Çok sevindim!"

Ona döndüm kıkırdarken. Gülümseyerek beni izliyordu. Hızla ekrana baktım. Çizgi filmi seyretmeye başladım.

Bir yandan gülüyor bir yandan önümdeki şeyleri yiyordum. Kara arabasından getirdiği ceketi bacaklarımın üzerine örtmüştü. Bu nedenle pek üşümedim.

"Çok güzeldi, çok çok çok!" dedim ona doğru sokulup. Çizgi filmi uzunca izlemiştim. Başımı ona çevirdim. "Karahan Çakır ormanın derinliklerinde piknik yaparak çizgi film izledi... Birileri duyar diye korkuyorsan bu anımızı ikimizin sırrı yapabilirim. Birileri görür diye korkuyor musun?"

"Seni mi beni mi?" dedi gözleri yerdeki papatyalarda dolanırken.

"Bizi," dedim. Onun baktığı yere bakıp gözlerimizi papatyalarda kesiştirdim.

"Biz mi?" dedi. Yerde bulduğu bir çalıyı parmaklarıyla döndürmeye başladı, "Biz diye bir olgu varsa bunu herkesin görüp bilmesini çok isterim."

"Yok mu Kara?" dedim çizgi film bittiği için duraksamış beyaz ekrana bakarak.

"Sen iste, yoksa bile yoktan var edeyim sana," dedi. Başımı omzuna koydum.

"Güçlü müsün o kadar?" diye sordum kıpırdanarak. Koluna girdim ve iyice sokuldum ona.

"Hırslıyım," dedi. Sesi gerçekten de yangınlı bir zaruret gibi çıktı. "Konu sensen karşıma Allah'ı bile alırım. Kararlıyım."

"O kadar büyük bir hırsa gerek yok gibi," dedim gözlerim kocaman açık.

"Bize gerek var," dedi. Aynı rafine kararlılıkla konuştu. "Beni istemen için dünyayı kül ederim, Melek."

Kalbimin pompalandığını duydum. Hafif esen rüzgar saçlarımı sevdi. Kara'nın sesindeki girizgaha cümleleri eklendi. Onu öpmek istedim. Sonra Hande'nin söylediklerini anımsadım. Kolundan çekilip yana doğru kaydım. Başı bana döndü, yan profilimi inceledi.

"Düşünmem lazım," dedim saçlarımı parmağıma dolarken. Kaşlarımı kaldırdım. "Ben öyle beni her isteyenle hemen bu yollara giremem."

Kaşları anlamsızca çatıldı. Merakla fısıldadı, "Ne bu? Naz mı yapıyorsun cilve mi? Çözemiyorum."

"Ben de çözemiyorum," dedim hızla ona dönüp. "Ne yaptığını çözemiyorum. Beni büyülüyorsun, Kara." Elimi uzatıp sakallarını okşadım. "Çok güzel bir adamsın. Gözlerin, saçların..." O kadar heyecanlanmıştı ki, nefesini tuttuğunu hissettim. "Sakalların bile çok güzel. Her şeyin çok güzel." Nutku tutulmuş gibi sırasıyla gözlerime bakan meraklı bir çocuk gibiydi. Cevap vermediğinde omuz silktim gülümseyerek, "Bana ne yapıyorsun bilmiyorum. Ama iyi ki yapıyorsun, Kara."

"Beni istiyor musun?" diye sordu. Fısıldadı.

"Deli gibi," dedim. Nefesimi tuttum birkaç saniye. "Sürekli kollarını avuçlamak, seni öpmek istiyorum." Merakla baktım. "Sen? Sen de beni istiyor musun?"

 

 

---- AYIPLI SAHNE UYARISI----

"Dur de bana," dedi hızla. Önüne döndü ve başını olumsuz salladı, "Yapma de bana."

"Ha?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Sevme beni de bana," dedi bana dönüp. İfadesi aklın çürümesi gibiydi. "Dur de bana. Çünkü sen öyle demezsen duramam."

"Durma," dedim heyecanla. Kalbim oluk oluk ihtiras akıttı toprağa. "Öp, dokun. Elimde değil, sürekli istiyorum bunu yapmanı."

"Öyle mi?" dedi. Burnunu yanağıma sürttü, "Yakayım mı seni?"

"Yak!" dedim kollarını tutarken. Ellerim titriyordu heyecandan. Kokusu yine egale etti ruhumu.

"Cık," dedi burnu boynuma sürterken. "Melekler yanar mı hiç?"

"Yanmamalı!" dedim sertçe yutkunup. "Ama istiyorum yanmayı."

"İsteme," dedi.

"Öp," dedim hırsla. "Dokun bana. Bunu düşünmek bile beni delirtiyor, Kara. Bana dokunmanı düşünmek bile beni delirtiyor."

İfadesi çalkalanırken dudaklarımı bir anda öpmeye başladı. Çekildi kısaca, "Cehennemden kaçamazsın bir daha."

Ağırlığını üzerime o kadar çok verdi ki sırt üstü uzanmak zorunda kaldım. Bacaklarımı tutup iki yana açtı ve kendine doğru çekti. Saçlarım toprağa döküldü. Ellerim hızla ensesine gitti.

"İşte o yüzden bana dur de," dedi deli gibi öperken. Dudaklarımı ısırarak çekiştiriyor, deli gibi emiyordu.

Burnundan hırsla nefes verip çekildi, "Sen kocaman bir adamsın. Bense daha dupduruyum. Bana bunu yapma de bana," dedi.

Hemen sonra dudaklarıma yapıştı, yarım kalan şehvete devam etti. Daha hırslı öpmeye başladı. Sonra eteğimi iyice yukarı çekiştirdi. İfadesinin çaresizliği hırsın gölgesinde kalamadı. Burnundan soludu. "Kıyarım yoksa sana," dedi.

Başını olumlu sallarken kazağımı üzerimden çekip çıkarttı. Sütyenimin askılarını iki yana indirdiği sırada göğüs kafesim o kadar hızlı kalkıp iniyordu ki, kalp krizi deneyimlediğimi hissettim, "Yakarım seni. Alırsam tadını bırakmam," dedi boynuma doğru eğilip.

Yavaşça boynumu öpmeye başladı. "Tadarsam bırakmam. Şimdi durdur beni. Yoksa ileride dur desen de durmam."

"Kara," dedim başımı yana çevirip. Yanağım toprağa sürttü. Gözlerim yarım yamalak açık yerdeki papatyaları izliyordum. Üzerimdeki kocaman bedeni ağırlığını vermese de bedenim altında eziliyor gibiydi.

Eli toprakla sırtım arasına girdi ve sırtımdan hafif doğrulmamı sağladı. Sütyen kopçamı tek eliyle açıp üzerimden çıkarttı. Güneş çıplak tenime dokunurken soluk soluğa bir şekilde tekrar dudaklarına yapıştım. Aralık bacaklarımı tuttu ve beline sarmam için kaldırdı. Dudaklarımız ayrıldığında yavaşça göğsüme doğru dudaklarını sürtüyordu.

"Bırakmam," dedi. Dudakları göğsüme yapışık konuştu. Göğsümü emmeye başladığında ne yapacağımı bilemeyerek ellerimi iki yana koydum ve toprağı avuçladım. İfadem ağlamaklı bir şekilde inledim. Dudakları göğsümden çekildi ve aşağı doğru inmeye başladı. Yanıp kavruluyordum. Göbeğimi öptüğü sırada huylanarak ağlamaklı ifademi düzelttim ve istemeden güldüm. Başını kaldırıp bana baktı. Şuuru gitmiş gibiydi. Gözleri sanki bir başka diyarda bir başka gökyüzünü temsil ediyordu. Onun alevli mavileri ile ifadem tekrar ağlamaklı oldu. Yavaş yavaş göbeğimi öperek iki bacağımın arasına doğru başını eğdi. Hızla doğruldum.

"Kara!" dedim telaşla. "Ne yapacaksın?"

Bacağımın iç kısmına dudaklarını bastırdı. Yavaşça bacaklarımı öptüğünde utançtan tekrar sırtımı toprağa bıraktım. Saçlarım toprakla bütünleşmişti artık. "Gıdıklanıyorum!" dedim gülerken. İç bacağımı öptüğü sırada bacaklarımı kıpırdatmaya çalışıyordum. Çok sıkı tuttuğu için hareket edemiyordum, "Kara!" dedim gülerken, "Çok gıdıklanıyorum!"

Bacaklarımın arasında dolanırken yavaşça külotuma doğru götürdü dudaklarını. Gülerken yavaş yavaş ses çıkartıyordum. Külotumun üzerinden yavaşça öpmeye başladı.

Gülmelerim ağır ağır inlemelere dönüştü.

Sırıtan ifadem soldu, ağlamaklı oldu, "Kara," dedim alt dudağımı ısırıp doğrulurken. Külotumun açık pembeliği ıslaklıktan koyulaşmıştı. Yavaşça eliyle yana doğru çekti. Gözleri oradayken telaşla bacaklarımı kapatmaya çalıştım. "Bakma!" dedim utanarak. "Çok utandım! Bakma!"

Gülmeye başladı bakarak. Zevk kahkahası denilen bir tatla karşılaştırdı beni gülüşü, "Şuna bak."

Baş parmağını yavaşça aşağıdan yukarı doğru bir çizgi çeker gibi sürttü ve dudaklarına götürüp kısaca parmağına bulaşan ıslaklığı emdi. "Melek," dedi hızla başını oraya gömerken. "Tadın adamı katil eder, Melek."

Dudakları minik minik amımı öpmeye başladı. Bacaklarımı tutup geniş omuzlarına çıkarttı. Göz bebekleri o kadar büyümüştü ki mavileri kapkara duruyordu. Sırtımı toprağa dayayıp gökyüzüne baktım. Deli gibi nefes alıp veriyordum. Bir elim istemeden göğsüme gitti ve mememi avuçlamaya başladım.

"Öldürürüm Melek," dedi hırsla amımı çekiştirirken. Her kelimesinde dudakları sürttü. Alevime alevler ekledi. "Sana bakanı öldürürüm."

"Of!" dedim inlerken. Sesimdeki ateşli tını onun burnundan soluduğu öfkeli nefese eşlik etti. "Kara! Of!"

"Daracık," dedi emerken. Dili yavaşça deliğime doğru gittiğinde elimle ağzımı kapatıp gözlerimi kocaman açtım. "Minicik amcığın, yine de bu koca adamı köpeği eder."

"Kara," dedim doğum yapar gibi nefes alıp verirken. Doğruldum hafif. Dudakları sertçe amımı çekiştirirken bacaklarımı sıkıca tutuyordu. Elimle başını kendime doğru bastırdım. Omuzlarında asılı bacaklarımla kafasını sıkıştırmaya çalıştım.

Gözümden yaş akacak gibi oldu. Ağlamaklı bir şekilde beni yalayışını izliyordum. Bu sahneyi görmek bile boşalmam için eşsizdi. "Boşalacağım şimdi!" dedim inlerken. "Çekil!"

Dili ve dudakları arasında sürekli gidip geldiği sırada başı bana kalktı. "Şu güzelliğe bak," dedi. Bacağımdaki elini çekip amıma baş parmağını bastırıp okşamaya başladı. Sırıttı dudaklarını yalarken, "Ağzıma boşal. Yalvarırım lan sana."

"Kara!" dedim gözümden istemeden damla akarken. Zevkten kıvranıyordum. Tepedeki bulutlar sanki beni gökyüzüne çıkartmıştı. Hızla doğrulup yanağımdan akan damlaya diliyle sertçe bir şerit çekti. Hemen sonra tekrar aşağı inerek bacaklarımdan beni kendine doğru çekti ve bacaklarımı omuzlarına çıkarttı. Yerde öne doğru savruldum. Saçlarım toprakla içli dışlıyken vakit kaybetmeden dudaklarını tekrar bastırıp emmeye başladı.

"Utanıyorum!" diye bağırdım gözlerimi kapatırken. "Of tam orası! Of! Devam et lütfen!"

Artık benim de şuurum gitti. Konuşmamla hırladı. Dudaklarının sıcaklığına burnundan verdiği nefes eklendi. Zaten cayır cayır yanıyordum. Şimdi ise küllerim bile alev aldı. "Durma! Kara lütfen! Devam et!"

Amımı resmen yiyordu. Çığlıklarla evrilen inlemelerim ses tellerimi acıttı. Gözlerimi açıp ağzımı araladım ve gökyüzüne bakarken haykırdım, "Evet! Çok güzel!"

Doğruldum. İfadem hırstan ve zevkten kahkaha eşiğindeyken onu izlemeye koyuldum. Kaşlarım kalktı, alt dudağım büzüldü, "Oh, Kara! Boşalıyorum!" diyerek ağlamaklı bir ses çıkarttım. Sonra gözlerimi kapattım. Hemen açtım çünkü görmek istedim.

Nefesimi kestim. Onu başından tutup kendime doğru bastırdım. Bir anda bağırmaya başladım. O kadar çok titriyordum ki üzerinde oturduğum topraklar sağa sola saçılıyordu. "Kara!" dedim haykırırken, "Kara!"

Sırt üstü uzandım ve derin bir nefes verdim. Gözlerim bayık bayık açılıp kapanırken yavaşça sırıttım, "Oh. Boşaldım, Kara."

Oramdan çekilmedi. Deli gibi tüm suyu emmeye devam ediyordu. Bedenim rahatlamanın verdiği gevşeme ile bayık bayık bakarken gülmeye başladım, "Ya Kara! Çekil! Çok huylandım!" dedim kıkırdayarak. "Dur!"

Dur dememle sanki şuuru tekrar yerine gelmiş gibi başını bir anda kaldırdı. Gözlerime bakıp sırıtırken ıslak dudaklarını yaladı ve üzerime yavaş yavaş tırmanarak dudaklarıma doğru baktı, "Sen ne güzel boşaldın öyle?" diye sordu. Dudaklarıma bakıp yavaşça öpmeye başladı. Kendi tadımı aldım dudaklarında.

Ellerim ensesine gitti ve ona sıkıca sarıldım. Onun bedeni üzerimdeyken kuş bakışı biri baksa benim bedenimi göremezdi bile. Onun o kocamanlığına rağmen ben kendimi hiç küçük hissetmiyordum. "Çok utandım," dedim gülerek dudaklarımızı ayırırken. "Kara biz nasıl bir şey yaptık böyle? Çok utandım."

"Beğendin mi?" dedi dudaklarıma bakarken, "Doydun mu?"

"Hım hım," dedim aptal gibi kahkaha atarak. İstemeden gülüyordum. Hormonlarım boşalma sonrası sersemlemişti. Gülerek ona sarıldım, "Doydum! Çok utandım ama olsun!"

Boynumu sertçe öptü. Kokusu gülmeme gülme kattı. Çok mutluydum. Çok güzel hissettim. Geriye çekilip dudaklarını öpmeye başladım. Elim ikimizin arasında doğru girdi ve onun altındakini indirmeye çalıştım. Hızla bileğimden tutup geri çekildi, "Melek," diye fısıldadı. "Hayır."

"Neden?" dedim gözlerinin inine doğru günahları akıtarak. "Senin de rahatlaman gerekmez mi Kara?"

"Gerekmez," dedi yavaşça. "Beni siktir edelim. Sana odaklanalım. Olur mu?"

"Neden?" dedim tekrar. "Yoksa sen de mi utanıyorsun?"

"Daha erken," dedi sırasıyla gözlerime bakıp. "Şimdiden seni korkutmak istemiyorum. Daha çok erken. Şimdi değil. Ben seni doyurayım, benim için kafi. Olur mu cıbıldak kiracım?" Sırıttı.

Gülerek üzerime baktım. Çıplaktım. Üzerimden çekilip yana oturdu. Kazağımı çırpıp başımdan geçirdi. Kollarımı kaldırıp ona doğru tuttuğumda kazağın kollarını geçirerek üzerime giydirdi. Yana çekiştirdiği külotumu düzeltip eteğimi aşağı doğru indirdim. Kara bu sırada kazağımın içindeki saçlarımı tutup dışarı çıkarttı ve alnımdan öptü.

 

---- AYIPLI SAHNE SONU----

"Kara ben sana artık aşkım diyebilirim!" dedim gülerken. Arabadaydık. Dudaklarının arasında sigara vardı. Normalde içmezdi ancak bedeni o kadar harlıydı ki bir tane içmesini ben söylemiştim. "Çünkü biz gerçekten artık sevgili olduk!"

"Melek ben de senin için artık adam öldürebilirim," dedi alayla karışık yola bakarken. "Çünkü artık sen benim oldun."

"Aa!" dedim hızla önüme dönüp, "Kadir'in babasından özür dileyecektik!"

"Hay sikeyim bu Kadir'in babasını," diye mırıldandığında başımı olumsuz salladım.

"Ne?" dedim sallarken, "Ne diyorsun duyamadım?"

"Tamam bir ara gider dileriz, acelesi yok," dediğinde önüme döndüm. Çok utanıyordum ama aynı zamanda o kadar samimileşmiştik ki artık ona karşı çok daha rahat hissediyordum. Yine bir ikilemdi bu. Belki de Kara'nın çiyleri gibi bir ikilemdi.

"Şeffaf çiylere karalar sürersek onlara kara çiy denir," dedim camdan bakarken. "Peki ya çiyi çiy yapan şeffaflığı değil midir zaten?"

"O çiyi çiy yapan üzerindeki karadır belki," dedi bana kısaca dönüp, "Senin şeffaflarına karalar örtsem bana kızar mısın?"

"Kızmam," dedim dışarıyı izlerken. "Ama ben ben olmaktan çıkarım."

"Ben yok artık," dediğinde ona döndüm. Yola bakıyordu, "Biz var. Ne Kara var ne de şeffaf bir Çiy... Artık sadece Kara Çiy var."

"Kara ve Çiy!" dedim kıkırdayarak, "Sen ve ben miyiz?"

"Biziz," dedi. Kalbime döllediği merhamet içimi sımsıcak etti.

Beni eve bıraktığından beri sarhoştum. Sürekli sırıtıyordum. Duş alırken onun tenime bıraktığı imzaları sildiğim için üzgündüm. Akşama doğru Hakan ile aşağıda biraz sohbet ettim. Kara bu sırada Kırmızı'daydı.

Bedenim sabahki hengamenin içinde fazlaca yorgun düşmüş gibi erkenden uyumak istedi. Kara'yı göremeden uyuyakalmak da üzücü geldi. Son biçare annemle telefonda konuşup yatağa uzandım.

Sabah okul günüydü. Gözlerimi açar açmaz Kara'yı düşündüm. Gece onu görememiştim. Ya da balkonda onunla sohbet edememiştim.

Hızla üzerime uzun, vücut hatlarını belli eden bir elbise giydim. Gölde kayık yaptığım küçük çocuğa verdiğim şalı aradım bir süre. Sonra aklıma ona verdiğim geldi. Sarhoşluk gibiydi her şey. Kara'yı sürekli düşünüyordum. Gece bana kızmış olabileceğinden korktum. Bilemiyorum, kuruntular içerisindeydim. Başka bir atkı takarak evden çıktım. Hava çiseliyordu.

Otobüs durağına ilerlediğim sırada yanımdaki arabanın korna sesi ile durup arabaya döndüm, "Günaydın çiylerin en berrağı. Gel seni okuluna götüreyim."

"Günaydın Kara!" dedim kıkırdayarak. Hızla arabanın önünden dolandım ve arabaya bindim. Bir anda ona doğru eğilip yanağını öptüm. Dudaklarım sakallarına battığında huylanarak dudaklarımı birbirlerine bastırdım ve kemerimi taktım. "Nasılsın bugün? Şey, nasılsın aşkım?"

"Aşkım diyen ağzını ısırırım," diye mırıldandı sırıtırken. Gaza bastı ve elini bana uzattı. "Dün gizlice uğradım yine sana. Bilgin olsun."

"Eve mi geldin?" dedim merakla. Elimi bana uzattığı eline götürdüm. Avuç içimi dudaklarına bastırıp yavaşça öptü.

"Merak ettim sesin soluğun çıkmayınca. Üşüttün mü kontrol ettim," dediğinde elimi bıraktı. Bacaklarımın üzerinde ellerimi birbirlerine bağladım.

"Şey, kapı icat edileli çok oluyor. İstersen bir dahakine zile bas, ben uyanır açarım," dedim kıkırdarken. Durup utandım, "Sevgilim."

"Melek bana biraz daha böyle kelimeler söylersen seni öyle bir ısırırım ki ağlasan bile ısırmayı bırakmam," dedi yola bakarak. Kaşlarımı çattım sinirle.

"Bu ne be! İyi bir şey mi diyorsun kötü mü?" dedim sinirle. "Benim gibi hoş kelimeler kullansana!"

"Kullanayım," dedi sırıtarak. Kırmızı ışıkta durup bana döndü. Öylece susup sırıtıyordu.

"Ne bakıyorsun?" dedim gülerken, "Ne oldu ya?"

"Diyeceklerimi tartıp biçiyorum," dedi gülümserken. Yeşil olunca önüne döndü ve gaza yüklendi, "Ulan Melek, nasıl bir şeysin çözemiyorum amına koyayım. Aptal ettin beni. Küçücük bir şeysin ama etkin çok güçlü."

"Evet ben çok etkilerim öyle," dedim camdan bakarken. "Ben çok güzelim çünkü. Değil mi?"

"Sen çok güzelsin," dediğinde sırıtarak ona döndüm. Hiç bu kadar güzel hissetmemiştim. Bir an durup gözlerimi kocaman açtım.

"Kara! Haydar isimli o zat Melisa'nın mahalleye girmesini yasaklamış!" dedim bağırarak, "Ne yapmaya çalışıyor bu manyak herif?"

"Anlamadım," dedi yola bakıp kaş çatarken. "Benim mahalleme girecek bir insana engel koymak ne demek?"

"Valla," dedim hızla önüme dönüp. "Melisa beni çağırdı o yüzden. Dün aramıştır kesin onlara gitmem için ama uyuyordum. Okul çıkışı onların mahalleye gideceğim. Ama Haydar bana bir şey yapar mı?"

"Daha neler," dedi gülerek. "Sana ben bile bir şey yapamam. Bir başkasının buna cesaret edebileceğini düşünmen komik." İfadesi durulaştı. "Gitme sen bir yere. Ben gider Haydar ile konuşurum."

"Lütfen yine savaşmayın," dedim ona dönüp. "Kara, Müjgan teyzeyi çok özledim ben. Ne zaman mezarına gideriz?"

"Geldik," dediğinde etrafa baktım. "Hadi bakalım iyi dersler. Hocalarını iyi dinle, bir sıkıntı olursa haber et."

"Peki," dedim arabadan inmeden. Durup tekrar yanağını öptüm. "Peki aşkım."

"Yesinler senin aşkım diyen ağzını," dedi sırıtarak. "Yürü hadi, ikidir öpüyorsun yemin ederim elimde kalacaksın."

"Kaçtım!" dedim hızla arabadan inip. Kampüste dolanmaya başladım. Dersin olduğu sınıfı bulup ortalara doğru oturdum ve sırıtarak defterimi açtım. Parmağımdaki yüzükle oynadığım sırada yanıma bir kız geldi.

"Boş mu?" dediğinde heyecanla ona döndüm. Kimse benimle arkadaşlık etmediği için teneffüslerde çok sıkılıyordum. Han Mahallesi'nde kaldığımı duyanlar herkesi uyarıyordu çünkü.

"Evet otursana!" dedim kıkırdarken. "Melek ben, senin adın ne?"

"Şebnem," dedi ve oturup elini uzattı. "Çok memnun oldum."

"Ay ne güzel isim!" dedim heyecanla. "Anlamı ne ki?"

"Çiy demek," dediğinde gözlerim parladı. Bu bana bir işaret gibi geldi. Sanki uhrevi güçler kaderi önüme serdiklerini belirtti. "Şu şey var ya, hani yağmur damlası gibi olan ama daha hassas olan... Çiğ değil ama, çiy. Y harfi ile."

"Biliyorum çiyleri!" dedim heyecanla, "Çok güzel oluyor çiyler! Ben isminin anlamını çok beğendim."

"Pişt," sesi ile arkama döndüm. İki kız geriye doğru yaslanmış, sakız çiğniyorlardı. "O yanındaki hatundan uzak dur. Kocası kendini terminatör bellemiş bir ruh hastası onun."

"Pardon?" dedim şaşkınlıkla. "Bana mı dediniz?"

"Senin kocanı tanıyoruz," dedi kız öne doğrulup. Ellerini sıraya koydu ve kalemini aldı, "Mahallenizi de biliyoruz. Pislik olarak anılıyorsunuz İzmir'de. Allah'ın unuttuğu, psikopat uyuşturucu bağımlıları sizi..."

Şebnem şaşkınlıkla bana bakarken ne yapacağımı bilemeyerek önüme döndüm. Çok üzülmüştüm. İlk defa canilerle anılmıştım. Hatta o canilerle oturup kaldırımda çekirdek bile çitlemiş, gülüp eğlenmiştim. Zeki, Kaya, Hande, Hakan... Bilemiyordum. Onların tarafında görünmek garipti.

"Herkes işine baksa ne güzel olur," sesi ile başımı diğer tarafa çevirdim. Kıvırcık saçlı, uzun ama sıska bir oğlan vardı sırada. "Başkanımız Turgut Özal ne dedi? Koyun gibi güdülen toplumlar, ancak koyunlar kadar başarılı olur. Rica ediyorum insanlara koyun muamelesi yapmayın."

"Sana mı soracağız?" dedi kız şaşkınlıkla. "Sen de bunlardan mısın yoksa? Ayrıca eğitim kurumlarında siyaset konuşmak yasaklandı. Seni rektörlüğe şikayet edeceğim."

"Eğitim kurumunda milletin kurduğu arkadaşlıklara karışmak da yasaklanmalı," dedi oğlan defterine bir şeyler karalarken. Karakalem yapıyor gibiydi. "Sizin gibi varoşlar tepe mahalle insanlarını hor görür anca."

"Pardon sen kimsin?" dedi kız öfkeyle. "Beni taciz etmeye devam edersen çok kötü olur!"

"Tamam Gizem, canım uyma şunlara," dedi diğer kız onun koluna girerek. "Uzatmayalım. Şebnem arkadaşımız mesajı aldı bence."

Önüme döndüm. Öğretim görevlisi içeri geçtiğinde dayanamayarak sınıftan çıktım. Ağlamak istedim. Ben kötü biri değildim. Hor görülmek kanıma dokundu. Koridorda öylece ilerlediğim sırada sınıftan çıkan oğlan peşime takıldı.

"Hey baksana," dedi merakla. Durup ona döndüm gözlerimi silerken. "Takma onları. Ellerine almışlar bir cep telefonu. Kulaklıklı müzikçalarlar takarak kendilerini üstün zannediyorlar."

"Konu zenginlik mi?" dedim gülümserken. "Bilemiyorum çok sinirlerim bozuldu." Hızla gözlerimi sildim. "Ben sadece orada yaşayan bir sürü küçük çocuk, yaşlı insanı da düşünüyorum. Neden onlar hakkında böyle diyorlar? Çok vicdansızlar."

"Ahrazlar işte," dedi ve defter tutmayan elini bana uzattı. "Recep ben."

"Melek," dedim elimi uzatıp. "Memnun oldum. Beni savunduğun için teşekkür ederim."

"Rica ederim," dedi ellerimizi ayırıp. "Derse girelim mi Melek?"

"Girelim," dedim burnumu silerken. "Şebnem de nasıl korktu öyle?"

"Ödlek birine benziyordu zaten," dediğinde güldüm. Sınıfa gireceğim sırada gülerek etrafa baktım. Bir oğlanla gözlerim kesişti. İfadesi o kadar sert, o kadar odaklıydı ki bana, nefesimi tuttum. Gülüşüm soldu ve kaşlarım çatıldı. "Tanıyor musun?" dedi Recep bana dönerek.

Oğlan başını onaylar salladı ve cebindeki telefonu çıkartarak koridorda ilerlemeye başladı.

"Hayır," dedim şaşkınlıkla. "Birine benzetti sanırım."

Hocadan özür dileyip içeri geçtiğimizde Recep'in yanına oturdum. Çünkü Şebnem çoktan bir başka kızın yanına geçmişti.

"Sizin mahalleden biri olabilir mi?" dediğinde Recep'e döndüm. Geriye yaslı, hocaya bakıyordu. Bana doğru eğildi hocaya bakarken, "Kocana haber giderse okul çıkışı beni sıkıştırmasınlar sonra."

"Yok artık," dedim gülerek. "Saçmalama. Bizim mahalleden olsa görürüm illaki. Birine benzetti o beni. Hem haber gitse ne olacak? Biz ne yaptık ki?"

Derse odaklandım. Hocanın anlattığı şeyleri not almaya başladım. Hoca mola verdiğinde Recep ile birlikte kahve almaya gittik. Bir arkadaş edinmek güzeldi. Ona mahalleyi, Kara'yı anlattım. Recep de nişanlıydı. Sevdiği kızın ailesi Recep'in mesleğini beğenmediği için Recep öğretmenlik okumaya karar vermişti.

"Öğretmen olunca tekrar mı isteyeceksiniz kızı?" dedim sınıfa girerken. Gülüyordum.

"Sorma ya," dedi ve sıraya oturdu. "Üç kere istedik, vermediler. Haftaya şansımı tekrar deneyeceğim."

Yanına oturup defterimi açtım, "Ne güzel ama sevdiğin için fedakarlık yapıyorsun," dedim kıkırdarken. "Biz de nişanlandık ama sahteydi."

"Sizinki de çok komikmiş," dedi kahvesini içerek. "O da senin için sahte damat olmuş."

"Evet öyle yaptı," dedim ve neşeyle etrafa bakındım. Bir oğlan hızla ayağa kalkıp parmağını kaldırdı.

"Ürtmenim ürtmenim!" Herkes ona döndüğünde gülerek ellerini açtı, "Siz ne bakıyorsunuz yahu? Siz daha öğretmen olmadınız! Yarı öğretmensiniz siz. Hatta!" dedi ve gözlerini kocaman açtı, "Siz daha öğ'sünüz."

"Zeki?" dedim bağırarak, "Sen ne yapıyorsun burada?"

"Ay ürtmenim!" dedi hızla içeri giren hocaya bakarak. "Ben geçen ders katılamadım da acaba imza kağıdını dağıtabilir misiniz?"

"Tabii," dedi hoca kağıdı en ön sıraya bırakarak. Herkes imza atarak bir arkaya uzatırken şaşkınlıkla sınıfı inceledim. En arka köşe sıraya baktım. Gözlerim kocaman açıldı. Kara geriye yaslanmış, Recep'e bakıyordu. Hızla önüme döndüm.

"Ben hemen geliyorum," dedim ayaklanıp. Eşyalarımı apar topar toplayarak amfide en arkaya ilerledim. Kara'nın yanına oturup telaşla fısıldadım, "Ya siz okula nasıl girdiniz kaçak göçek? Bir de sınıf kağıdını istiyor Zeki. Yakalanırsanız atılırsınız!"

"Ne işin var senin elin oğlanları ile?" dediğinde şaşkınlıkla önüme döndüm. "Neyse," dedi ve kaşları ile ders anlatan hocayı gösterdi. "Dinle dersini. Ben buradayım. Gözüm üzerinizde."

"Ya sen manyak mısın!" dedim fısıltıyla bağırarak. "Manyak! Ne ara geldiniz de girdiniz?"

Zeki sırıtarak imza kağıdını arkasındaki kıza uzattı, "Buralarda yeni misin? Gerçi aksi bir durum olsa ben seni hemen fark ederdim," dedi. Kız utanarak kağıdı aldığında Zeki sırıtıyordu, "Ne oldu kız zilli?" dedi kahkaha atarken. Hoca susun anlamında bir uyarıda bulunduğunda Zeki önüne döndü ve hocayı merakla dinlemeye başladı.

Şebnem ise şaşkın şaşkın bizi izliyordu. Ona çaresizce el salladığımda Kara baktığım yere baktı. Şebnem Kara'dan o kadar korkmuştu ki hızla önüne dönüp telaşla kalemini eline aldı.

"Of Kara," dedim sinirle geriye yaslanıp. "Recep çok iyi biri. Bana nişanlısını anlattı."

"Ben onun kafasına bir nişan alayım da görsün o anlatmayı," dediğinde sinirle koluna vurdum.

"Sus artık. Beni ele güne rezil etme sakın."

"Neyse dinle," dedi tekrar hocayı gösterip. "Çıkışı bekliyorum."

"Deli," dedim gülerek. "Çok mu kıskandın beni? Salak."

"Sırıtma," dediğinde ona döndüm. Masaya bakıyordu. "Seneler oldu böyle sıralarda oturmayalı."

"Kıskanç seni," dedim kıkırdarken. "Şu el salladığım kız var ya... Adı Şebnem. Anlamı neymiş biliyor musun?"

"Neymiş?" dediğinde sırıtıyordu.

"Çiy demekmiş," dedim yavaş ama heyecanla. Hoca duymasın diye fısıldadım. "Kara ve Çiy sohbetimiz geldi aklıma."

"Bak sen," dedi sırıtırken. Gözleri bana döndü, "Kızımızın adını Şebnem mi koyacağız?"

"Çok romantik olur!" diye bağırdım. Hemen sonra sesimi kısıp telaşla ona doğru eğildim, "Yani evlenecek miyiz Kara?"

"Aksini düşünme," dedi ve gözlerini Recep'e kaldırdı. Sanki içinde patlamayı bekleyen bir volkan vardı. Onun sessizliğiyle konuşuyordu. Bekliyordu ders bitimini. "Nasıl da seni etkilemeye çalışıyor orospu çocuğu." Dizini tireterek bana döndü. "Bu kahveyi o mu ısmarladı sana?"

"Hayır tabii ki," dedim şaşkınlıkla. "Hem ısmarlasa ne? O kim ki?"

"Nasıl?" dediğinde yavaşça ona doğru yanaştırdım sandalyemi. "Beni yumuşatmaya çalışma talebe kiracı. Her türlü onun ağzını burnunu kıracağım."

"Sendeki koku, gözler ya da sözler kimde var ki?"

"Allah Allah," dedi sıraya bakarken. "Öyle mi dersin?"

"Evet," dedim kıkırdayarak. "Kara ve Çiy çok yakıştı birbirlerine. Bence biz çok yakıştık birbirimize."

Her mevsim aşk aynıydı. Her dönem, farklı adları vardı ama aşk aşktı işte. Taş Devri'nde de aşktı, sonbaharda da aşktı. Bizde ise aşkın adı farklıydı. Biz ona Kara Çiy adını seçtik. Çünkü güzel çiyleri örten karalar elbet bir gün kızardı.

Ve kara kızarsa, çiy kaçardı. Geriye ne kara ne de çiy kalırdı. İşte o zaman bu hikaye başlardı. O halde hikayemize artık başlama vakti gelip çatmıştı.

 

Bölüm : 13.12.2024 18:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 21. BÖLÜM : TAŞ DEVRİ
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

282.95k Okunma

14.6k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...