"Zira bir güzel bakış, bir tatlı tebessüm, en yılmaz bir asalet taraftarının fikrini değiştirecek kuvvete sahip değil midir?"
-samipaşazade sezai/sergüzeşt.
19
Mutlak kaderden kaçılmazdı. O evvela kaypaklığı çekip alır, gerekirse seni yere çakardı. Yapardı ama istediğini. Böyle durumlarda hayatımı, yaşantımı sorgulamak yerine elimdekilere şükretmeyi tercih ettim.
Fazlasına gözüm kaymadı hiç. Olmamalıydı. Beni öyle büyütmediler çünkü. Yetinmeyi bilmek gerekirdi, belki de bu kimi duyguların yetimliğini bilmekten geçerdi.
Derin bir nefes aldım. Karga seslerine aşikardım. Gözlerim denizde, ellerim balkon demirlerindeydi, "Sonunda," diye fısıldadım. Başım karşıya çevrildi. Kara'nın balkonuna baktım. "Evde olmak güzel. Yine yeniden."
Balkonunda değildi. Kargaların çirkin ötüşlerinde sakladım hislerimi. Sert rüzgar sözlerime eşlik etti. Mesajım yine de ona gitti gibi.
Okul haftasonu tatilindeydi. Termosuma rezene otlarından bir çay yaptım. Atkımı sıkıca yüzüme sarıp evden çıktım. Montumun fermuarını çekip bir elimi cebime soktum.
Hakan'a el salladım. Mahallede dolanmaya başladım. Göletin kenarına doğru ilerledim. Boş banka oturup geriye yaslandım.
Termosu tutan elimi değiştirip diğer elimi ısındırdım. Erken vakitler olsa da hava sisliydi. Soğuktu. Çayımı içip berideki sokaklara baktım. Ölüydü yine mahalle. Bıraktığımdan farksızdı.
"Abla," sesiyle başımı yana çevirdim. Bir oğlan çocuğu elindeki kağıdı bana tutuyordu. Parmakları soğuktan kızarmıştı. "Kağıttan kayık yapmayı biliyor musun?"
Termosu banka bırakıp ayaklandım ve çocuğun dibine varıp yere çöktüm. Kağıdı aldım ve dudaklarımı birbirine bastırdım, "Hmm," diye mırıldandım kağıda bakıp. Sonra başımı kaldırıp güldüm, "Çok şanslısın, çünkü benim yaptığım kayıklar asla batmaz!"
"Valla de!" Oğlan heyecanla gözlerini parlattı. Atkımı çıkartıp ona sardım.
"Valla," dedim banka geri oturup. "Bak şimdi dikkatli izle beni." Tırmandı ve yanıma oturup merakla beni izlemeye başladı.
"Önce bu iki ucu birleştireceksin," dedim bacaklarımın üzerindeki kağıdı kıvırırken. "Sonra da burayı. Bak bu püf noktası. Not alıyor musun?"
"Ne iyi öğretmen olur senden be!" dedi çocuk gülerek. "Yapıyorsun bu işi abla."
"Öğretmen olacağım ben," dedim heyecanla ona dönüp. "Bir gün belki senin derslerine girerim."
Kağıdı kıvırıp bir tekne şeklinde çocuğa uzattım, "Al bakalım. Test et."
Gölün üzeri kuru sarı yapraklarla süslenmişti. Çocuk ayaklanıp hızla gölün dibine diz çöktü ve tekneyi bıraktı. Termosu elime aldım.
"Oldu bu!" dedi heyecanla bana dönüp. "Batmadı! Hay yaşa!" Güldüğüm sırada heyecanla göle döndü, "Kara abi doğru diyor. Sen gerçekten meleksin!"
Hızla soldu gülümsemem. Kara'nın adı bedenim için bir ağırlaştırıcıydı. Merak ve heyecanla ısındım. Gözlerim kısıldı, "Ne zaman dedi ablacım onu?"
"Kayığıma bir isim düşünüyorum," dedi ve banka oturdu. Bacaklarını sallandırarak kağıttan kayığı izlemeye başladı. "Sence ne olsun ismi?"
Nefes alışım hızlandığı için burnumdan çıkarttığım sıcak hava önüme beyaz bir duman oluşturuyordu. Küçük çocuk ondan daha fazlasını dilendiğimi anlamış gibi devam etti, "Mahallemizde bir melek var dedi. Eğer melek üzülürse şeytan çok kızarmış. Şeytanı kimse kızdırmasın dedi."
"Ne zaman dedi öyle? Kime dedi? Sana mı? Kimler vardı yanında?" dedim merakla. Çocuk bir anda ellerini birbirine vurup bana döndü.
"Ya of! Gitti ya! Rüzgar kayığımızı alabora etti!" Göle bakıp tekrar oğlana döndüm. "Sence kayığımız hayatta kalacak mı!" diyerek kalktı. Göle doğru ilerledi ve kayığı takip etmeye başladı.
Çocuğun ilgi radarından çıkmıştım. Termosumu çantama atıp ayaklandım. Mahallenin içinde dolanmaya başladım. Mahallede beni gören ya başıyla selam veriyor ya da gözümün içine bakıyordu. İnsan gibi hissettim burada ilk kez. Hepsinin bir yüzükle olması ise kırıcıydı.
Kırmızı'nın önünden geçtim bilerek. Kara kapının önünde Kaya ile sigara içiyordu. Bir eli cebinde, diğer eli arkasındaydı. Sigarası dudaklarının arasındayken mavi gözleri dumanla rahatsız olmuşçasına kısık duruyordu.
Yanlarından geçerken onlara bakmadım, "Pişt pişt." sesi ile durup Kara'ya döndüm. Sigarasını dudaklarının arasından çekip aldı ve dumanı yavaşça yere doğru üfledi. "Selam sabah yok mu?"
"Günaydın. Görmemişim seni," dedim yanına gidip. Onunla tekrar mahallede olmak güzeldi. O, güzeldi.
"İki metre herifi nasıl görmedin?" dedi Kaya sigarasını yere atıp ezerken. "Naz yapıyor sana birader."
"Siktir git," dedi Kara mırıldanarak. Kaya başıyla selam verip Kırmızı'nın içine girdi. Ellerimi arkadan birleştirip bedenimi sağa sola döndürdüm.
"Nasılsın Kara?" dedim sevimli bir sesle. "Mahalleyi özlemişim."
"Ben de özlemişim," dedi ağzı aralık sırıtırken. Gözleri kısaca bedenime indi ve tekrar gözlerime çıktı. "Kıpır kıpırsın."
"Mutluyum," dedim ve ona doğru bir adım attım. "Sen de mi özlemişsin? Sen hep mahalledeydin ki!" diyerek kıkırdadım.
"Öyleydim, değil mi?" dedi sırıtarak.
"Evet," diyerek güldüm. Kara'nın mavi gözlerinin içine bakarak gülmek içimi gıdıklardı hep. "Ne zaman Saat Kulesi'nin orada çekildiğimiz fotoğrafı çalmaya geleceksin?"
"Ne zaman geleyim?" dedi sırıtırken. "Geleyim mi?"
Dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir nefes aldım. "Yok ya," dedim ve saçlarımla oynamaya başladım. "Gelme, vazgeçtim."
"Allah Allah," dedi sırıtırken. Gözleri kısaca saçlarıma gitti. "Gelmeyeyim mi?"
"Hayır," dedim ve omuz silkerek çantamın kulbunu tuttum, "Gelme. Şimdi hırsız gibi girersin ben çok korkarım sonra."
"Ruhun duymaz," dedi yavaşça. "Öyle bir gelip alırım ki, aklın almaz."
"Senin bu kendin gibi kocaman lafların," dedim ve ona bir adım daha attım. Başı bana doğru eğilmek zorunda kaldı. Benim başım da ona doğru kalktı. Öyle yakınlaştık. "Çok güveniyorsun kendine."
"Doğru söylüyorum ama," dedi bana doğru eğilip. Burunlarımız dokundu. Kokusu bedenimi ele geçirdi. Başını hafif yana attı. Fısıldadı, "Evine, hayatına, ruhuna öyle dikkatli, öyle sessiz girerim ki fark edemezsin bile."
"Anahtarın var diye mi?" dedim. Sesim zar zor çıktı, "Ben en iyisi kilidi değiştireyim."
"Kırarım o kapıyı," dedi.
"Duyarım o zaman," dedim.
"Korkar mısın duysan?" diye fısıldadı. Kelimeleri nefesini yüzüme çarptı.
"Korkmam," dedim. Hızlı konuştum. Nefesimi tuttum sonra. "Korkutmuyorsun çünkü beni."
"İstiyorum ama olmuyor," dedi. Burnu yanağıma sürttü. Mahalle boştu, ama yine de sanki herkes bizi izliyor gibi hissettim.
"Kara," diye fısıldadım. Ellerim kollarına gitti. Onu itmek için kollarını tuttum. Sıkıca avuçladım.
"Melek," dedi. Ağır sesi bedenimi ezdi. "Herkes bizi izliyor gibi hissediyorsun, değil mi?"
"Nereden bildin?" dedim. Kokusuna aşık hissettim.
Sisler sanki bizi sakladı mahalleliden. Etrafımız bembeyazdı. Ya da ben sarhoş gibiydim, bilemiyorum. Konuştu çünkü ben konuşamadım, "Ben senin aldığın nefesi ezberliyorum. Bırak da aklını okumam seni şaşırtmasın."
"Gitmeliyim," dedim. Boğazımı temizledim. Burnundan verdiği sıcak nefes yavaşça tenimi öptü.
"Git bakalım," dedi. Geri çekildi. Elim ayağım boşaldı bir anda. Üzerime buz hava serpildi. Doğruldu ve mavilerini kahvelerime dokundurdu. "Yarın bir yerlere gitmek ister misin?"
"İsterim," dedim. Nereye diye bile sormadım. Onunla gideceğim yer önemli değildi. O vardı zaten çünkü. Gülümsediği için istemeden kıkırdamaya başladım. Güzeldi. Çok güzel bir adamdı. Dudaklarını yaladı ve başını onaylar salladı.
"Haberleşiriz o halde."
Hızla arkamı döndüm. Ellerimle saçlarımı düzeltip koşar adımlarla yanından kaçtım. İstemeden gülüyordum. Kokusu hiç durmadan gülmeme sebepti.
Hakan'ın dükkanına girip bir sandalyeye oturdum ve geri yaslandım, "Bağımlılık gibi bir koku," dedim camdan dışarıyı izleyip, "Gösterip elletmeme taktiği uygulayacaktım. Adam beni evirdi çevirdi..." Kendi kendime konuşurken Hakan dibimde bitti. "Naber Hakan?"
"Hayırlı olsun yenge," dedi yanımdaki sandalyeye oturup sırıtırken. "Nasıl oldu bu iş? Ne zaman aşık oldunuz? İlk o mu açıldı sana? Evlenme teklifi etti mi?"
Hakan'a bir yalandan ibaret olduğunu elbette söylemeyecektim. Aksi halde tüm mahalle bunun bir oyun olduğunu öğrenirdi. "Bak ben sana başka bir şey söyleyeceğim. Ama üzülmek yok, tamam mı?"
"Nedir?" dedi merakla.
"Hakan," dedim. Söylemesi zordu. Birkaç saniye ıkılıp sıkıldım. "Melisa ve Kaya sevgili oldular..."
Gözleri şaşkınlıkla açıldı. Sonra gülümseyerek önüne döndü. Başı masaya indi, "Melisa ve Kaya, he? Canı sağ olsun," dedi. Bıkkın nefes verip bana döndü. "Canı sağ olsun."
"Melisa'yı biliyorsun," dedim çaresizce, "Biliyorsun işte durumları. Kaya'dan hoşlanıyordu zaten hep."
"Ya bırak Melek, Allah aşkına!" dedi sinirle ayaklanıp. Öfkeye döndü üzüntüsü, "Ben onun ciğerini bilirim. Onun tek aşkı para." Dişlerinin arasından sinirle konuştu, "Tek derdi para onun. Aşkından falan değil bu halleri. Yani öyle Kaya'nın kaşına gözüne aşık olmadı." Sinirle bezini omzundan çekip aldı, "Ben kurabiyelere bakmaya gidiyorum." Hırsını atamadı. Hararetle mutfağın arka kısmına ilerledi. "Ah ulan bu paranın gözü kör olsun."
Geriye yaslandım. Başım camdan dışarı çevrildi. Kara'nın apartman kapısı açıldı. Kaşlarım çatıldı. Diskoda bana Kara için yetersiz olduğumu söyleyen kız çıktı apartmandan. Hande'den çıktığını düşünerek önüme döndüm ve termosumdaki çaydan bir yudum aldım. Camdan baktığımda bana bakarak saçlarını düzeltiyordu. Hemen sonra pastaneye girdi.
Kapının açılması sonucu tepedeki çan çaldı. Hakan başını mutfağın arkasındaki kapıdan çıkartıp girişe baktı. "Leyla benim işim var şimdi. Çay içeceksen kendin doldurursun." Tekrar içeri geçti.
"Yok canım ben öyle bir uğradım," dedi Leyla ve karşımdaki sandalyeye oturup geriye yaslandı. Elinde bir kitap ve anahtarlık vardı. Masanın üzerine bırakıp çantasını yandaki sandalyeye koydu.
"Boş demedim," dedim geriye yaslanıp. Termosumdaki çayı üfleyip bir yudum daha içtim.
"Ay senin arkadaşın mı var sanki?" dedi Leyla ve sırıtarak camdan dışarı baktı. "Hande bile seni sevmiyor."
"Ağzına ağzına konuşma," dedim gözlerimi belertip. "Anlaşılmıyor dediklerin."
"Kara abi diyorum!" diye bağırdı gülerken. "Sen gidip ona beni şikayet etmişsin. İspiyonlamışsın çocuk gibi. Ondan gelip özür dileyeyim dedim sana. Kıyamam, çok mu üzüldün seni aşağıladığım için?"
"Ben kimseyi kimseye şikayet etmedim," dedim şaşkınlıkla. Termosuma üfledim ve bir yudum içtim. "Hem sen beni aşağılamadın, Leyla. Sen beni aşağılayamazsın."
"Evet ben de öyle diyorum, manken gibi uzun olmamak senin suçun mu sanki?" dedi ve geriye yaslandı, "Neyse özür dilerim." Güldü ve termosa baktı, "Sonra Hülya'ya fırlattığın gibi bana da çay fırlatma ama, tamam mı?"
"Ben kimseye çay fırlatmadım," dedim bir yudum daha içerek. "Kim neyin ne olduğunu çok iyi biliyor bence. Kara da bana inandı." Durup Leyla'yı süzdüm, "Gerçi senin inanıp inanmaman zerre umurumda değil."
Gülerek kaşlarını kaldırdı. Alaycılığı beni delirtse de bunu belli etmemeye çalıştım, "Kara abim ne dese doğrudur," diyerek önündeki kitabın kapağına parmağını sürttü. "Benim edebiyat aşığı güçlü abim."
"Ne o?" dedim merakla. "Hande'den mi aldın?"
"Yoo!" dedi gülerek ve hızla kitabı çantasına soktu. "Hande dün bizim kızlarda kaldı. Ben ona gitmedim zaten."
"Anlamadım?" dedim ve bir yudum daha içtim. "Kaya da Kırmızı'daydı az önce."
"Kara abideydim ama o evde yoktu," dedi ve çantasını omzuna taktı. "Yedek anahtarı var bende. Bana okumam için kitaplar verir hep. Şimdi gidip bu kitabı okuyacağım biraz. Özrümü de diledim. Çok anlayışlı bir adam. Beni korkuttuğu için özür niyetinde gidip istediğim kitabı almamı söyledi. Sağ olsun, gönlümü aldı."
Gülerek dudaklarımı birbirine bastırdım, "Kara'nın bunu sana vermiş olabileceğini hiç sanmıyorum." Parmağımı çantasına doğru tuttum gülerken, "Hele sana yedek anahtarını vereceğini hiç sanmıyorum."
"Neden?" dedi ve sinirle kitabı çıkartıp kapağını açtı. Sağ üstteki yazıyı gösterdi. "Bak kitaptan en sevdiği alıntıyı bile kapağına yazmış."
Bilmezsin, seni ne kadar seviyorum.
Kara'nın yazısıydı. Onun inci yazısını hemen tanıdım. Çantasından anahtarları çıkarttı, "Bak bu da onun yedek anahtarları. Bende duruyorlar. İnanmıyorsan sana vereyim, gidip evin kapısını aç." Leyla ayaklandığında şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Senin Kara abinin evi için bir yedek anahtarın bile yok, değil mi? Nişanlısı da olsan üç günlük kızsın sonuçta. Ben ise onun elinde büyüdüm. Onun gözbebeğiyim ben."
Bu, Kara ve benim özelimdi. Kara sadece bana kitap verebilirdi, "Ne o tatlım?" dedi gözlerini belertip gülerek. Bense sadece susuyordum. "Kıskandın mı beni? Merak etme, Kara abinin evinde saatlerdir takılıyorum ama asla gözü senden başkasını görmüyor. Hande ile ikiniz mahalleden ayrıldığınızdan beri ben uğruyorum Kara abiye. Hep de bana böyle güzel kitaplar hediye ediyor. Sakın yanlış anlama, dostane vakit geçiriyoruz hep."
Termosumu elime aldım. Gerçekten de ona sıcak su dökmek istemiştim. Parmaklarımın uçları termosu fazla sıkı tuttuğum için beyazladı, "İnan bana Kara ile aylarca aynı evde kalsan bile seni kıskanmam." dedim.
"Hayır ben manken gibiyim de," dedi gülerek üzerine bakarken. "Yani bu kitabı bana hediye etmesine şaşırmıyorum. Erkek adam sonuçta. Onun da istekleri oluyor, o da mesut olmak istiyor." Telaşla elini bana doğru uzattı. "Şimdi gidip neden bir kitap verdi diye ona beni ispiyonlarsın da sen."
"Ne ispiyonu ya?" dedim gözlerim alev alırken. "Senin haline acıyıp bir kitap vermiş işte. Oku da biraz beynin gelişsin diye. Ne var bunda?" Saçımı geriye atıp bir yudum çay içtim, "Çok iyi yapmış."
Gülerek pastaneden çıktı. Sinirle bacağımı titreterek başımı camdan çevirdim. Mahallede gözden kayboldu. Ben ise Kara'nın bunu bir başka kıza yapmasının ihaneti ile çalkalandım. Sinirle ayaklandım. Hakan'a veda etmeden hızla apartmanıma girip üst kata çıktım. Alelacele evde Kara'dan aldığım tüm kitapları toplamaya başladım. Bir poşete hepsini tıkıştırdığım sırada sinirden titriyordum.
"Bir dakika ya," dedim nefes nefese poşete bakarken. "Ben ne yapıyorum?" Hızla poşetteki kitapları çıkartıp tekrar başucuma götürdüm.
"Madem benden başka kızları da evine davet edip kitaplar veriyor," dedim gözlerim hırsla dolarken. Yangınım sönsün diye üzerimi soyarak duşa girdim. "Ben de başkalarından kitap alırım."
Kendi kendime kirli planlar ile soğuk bir duş aldım. Üzerimi değiştirip mutfağa yöneldim. Balkonunda yoktu hala. Ekmeğe salça sürüp radyoyu açtım ve koltuğa yayılıp ekmeği yedim.
Akşama kadar düşündüm. Hava karardığında Kara'nın yatak odasının ışıkları sonunda açıldı. Hızla balkona çıktım. Sandalyeme oturup önüme bir ders kitabı aldım. Soruların altını yalandan çizdiğim sırada balkon kapısı açıldı.
"Çalışkan kiracı?" sesi ile irkildim. Ancak ona bakmadım.
"Müsait değilim sohbet için," dedim. Sesi yine karaları enjekte etti tenime. Boğazımı temizledim ve kalemi daha sıkı tuttum. "Ders çalışıyorum."
"Kolay gelsin," dedi. Yine ona bakmadım. Bakmayı deli gibi istedim ama yapmadım.
"Rahatsız etmezsen sevinirim," dedim. Soruyu okumadan bir şıkkı işaretleyip sayfayı çevirdim.
"Karanlıkta görebiliyor musun soruları? O garip gureba kokulu mumlarından da yakmamışsın ama..." dedi. Ona döndüm. Balkon demirlerine doğru eğilmiş, bana bakarak sırıtıyordu. Bir elinde sigarası vardı.
"Ya sen manzaraya falan baksana," dedim sinirle önüme dönerken. İç çektim, "Beni rahatsız etme. Çalışıyorum."
"Ben manzarama bakıyorum zaten."
Başım hızla ona çevrildi. Sırıtıyordu hala. İstemeden dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememek için bedenimi kastım. Hızla önüme dönüp saçımı düzelttim. "Git işine Kara."
"Ne oldu ya?" dedi. Sesi keyifliydi. "Sen hemen mahalleye adapte olmuşsun. Başladı bana başkaldırışların."
"Yok yok," dedim önüme dönerken, "Asıl sen alışmışsın bensizliğe."
"Ne demek o?" dediğinde ayaklanıp ellerimi balkon demirlerine koydum. Sonra gözlerinin içine baktım.
"Ben senden bir kitap istiyorum," dedim. Gözlerimi hafif kıstım, "Sergüzeşt. Var mı sende?"
"Var," dedi merakla.
"İyi," diyerek tekrar sandalyeye oturup test kitabına baktım, "Getirir misin bana?"
"Şimdi mi?" dediğinde başımı onaylar salladım ona bakmadan.
"Şimdi istiyorum o kitabı."
"Pekala," dedi şaşkınlıkla. Sonra balkondan içeri geçti. Derin bir nefes verdim. On dakika kadar geçti. Sonunda balkonuna geri çıktı. "Tuhaf. Bulamadım."
"Hadi ya," dedim gülerek. Test kitabının kapağını kapattım ve masadaki yayıntımı topladım, "Ben de öyle tahmin etmiştim."
"Aklımda ama kitap, sana anlatabilirim," dediğinde gülerek balkondan çıkıyordum.
"İstemiyorum. Ben okumuş kadar oldum. İyi akşamlar sana," diyerek balkon kapısını kapattım. Kendime yemek yapıp annemle telefonda görüştüm.
Her şey yolunda gidiyordu. Saat dokuza gelirken artık sıkılmıştım. Çok fazla düşündüğümden zihnim yorgundu. Koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım.
Tak, tak... Tak tak tak.
Gözlerim hızla açıldı ve koltuktan fırladım. Koşarak dış kapıyı açtım. Elinde Sergüzeşt kitabı vardı. Bana uzattı. Hızla kitabı elinden aldım ve ilk sayfayı açtım. Yazı orada yoktu. Leyla'daki kitap değildi.
"Nereden buldun bunu?" dedim merakla başımı ona kaldırıp. "Benim istediğim bu değildi."
"Gidip bir sahaftan aldırdım bizim oğlanlara," dedi ve nefes verdi. Bana doğru eğildi, "Neyin peşindesin, kiracı?"
"Bir şeyin peşinde değilim," diyerek kitabı ona uzattım. "Ben bunu istemiyorum. Sağ ol."
Kapıyı yüzüne kapatacağım sırada elini kapıya koydu. Tekrar açmak durumunda kaldım. Bıkkın nefes verdim, "Ne vardı?"
"Sorun nedir?" diye sordu. Bana doğru eğildi. Yüzüme odaklı ifadesi bedenimi kesti. "İstemeden seni kıracak bir şey mi yaptım? Söyle, tamir edeyim."
"Benim istediğim senin kitabındı, yenisini istemiyordum," dedim omuz silkerek. "Başka bir şey yok."
"Kızım ne yapayım? Bulamadım ki," dedi telaşla. "Baktım her yere ama bulamadım."
"Birine vermişsindir belki," dedim sinirle. "Olabilir mi öyle bir şey?"
"Ben kitaplarımı kimseye vermem," dedi. Ağır ağır ruhumu emdi.
"Hım," diyerek parmağımı dudaklarımın üzerine bastırdım. Sonra da ona bön bön baktım, "O zaman evine girip çıkan insanlara dikkat et çünkü hırsız dolu."
"Bir şeyler ima ediyorsun, seni anlayayım diye çırpınıyorsun." dedi. Gözleri kısıldı. Hırs bürüdü etrafımızı, "Anlayamıyorum ama. Üstü kapalı atışmalardansa bana açıkça problemi söyler misin?"
"Söyleyemem, çünkü bir problem yok."
"Bak küçük kiracım," dedi. Eli enseme gitti. Gözlerim kocaman açık, sertçe yutkundum. Sinirle güldü, anladım. "Ben senin istediğin her şeyi anlayacak olgunlukta, isteklerini karşılayacak güçte bir adamım. Ancak sana yemin ederim şu an ne istediğini anlayamıyorum. Hadi, söyle bana sıkıntını. Halledeyim."
"Huzur istiyorum," dedim. Geri adımladım. Elini çekti ve doğruldu. "Beni rahat bırakırsan sevinirim. İyi akşamlar, Kara."
Bu sefer yüzüne kapattım. Beni engellemedi. Neye uğradığını şaşırmıştı. Öfkeyle tuvalete ilerleyip saçlarımı taramaya başladım, "Manyağa bak! Eve attığı kız kitabını çalmış. Bu manyağın da ruhu duymuyor. Manyak adam!"
"Sen görürsün eve kız atmayı!" Sinirle dolabımı açıp üzerime kalın bir şeyler giydim. Montumu üzerime geçirip hızla evden çıktım. Kara çoktan gitmişti. Başımı balkonuna doğru kaldırdım. Yatak odasının ışıkları kapalıydı. Belki de evden çıkmıştı.
Mahalleden çıkacağım sırada Zeki yanındaki oğlan ile girişte sohbet ediyordu. Durup bana döndü, "Vay!" dedi elini kaldırıp, "Yengem!"
"Kadir'in dükkanına gidiyorum. Bir şey lazım mı?" dedim yanından geçerken. İfadesi hızla dondu ve benimle bir yürümeye başladı.
"Senin Kara'ya mı garezin var yoksa Kadir'e mi?" dedi telaşla dibimden ilerlerken. "Bu sefer o dükkanı havaya uçurur. Biliyorsun, değil mi?"
"Hayır biz Kara ile anlaştık." dedim hızla ilerlerken. Dükkanı kapatmadığından emin olmak istiyordum. Durup Zeki'ye döndüm ve derin bir nefes verdim. "Biz Kara ile anlaştık. Ben mahalleden kaçmayacağım. O da Kadir'e dokunmayacak. Şimdi izninle gidip kendime Sergüzeşt isimli kitabı alacağım. Kara'ya bunu aynen bu şekilde söyle."
Onu arkamda bıraktım. Zeki gidişimi izlerken Kadir'in dükkanına doğru koşar adımlarla gidiyordum. Kepenkleri indirdiği sırada kedisi yanında onu bekliyordu.
"Tüh!" dedim ellerimi dizlerime koyup nefes verirken. "Yetişemedim mi?" Doğruldum ve güldüm nefes nefese, "Yarın gelirim."
"Ne lazımdı?" dedi ve bana döndü. Beni görünce şaşırdı. Gülümseyerek kediyi kucağına aldı ve patisini bana doğru tuttu. Sesini inceltti, "Merhaba Melek abla! Sen neden bizim dükkanımıza gelip duruyorsun? Bizi tokat manyağı yapıyorlar ve biz çok korkuyoruz!"
"Merhaba Tombalak Hanım!" dedim gülerek. Kedinin burnuna parmağımı dokundurdum, "Ben Kara abiniz ile anlaştım. Sizinle bir daha asla uğraşmayacak. Çok özür dilerim. Dükkan camlarınızın masraflarını karşılamak isterim!"
"Öyle mi?" dedi Kadir sesini incelterek, "Babamız bizim ağzımıza sıçtı!"
"Kadir?" dedim merakla. "Baban sana çok mu kızdı?"
"Çok kızdı," dedi ve kediyi yere bırakıp ceketini üzerine geçirdi. "Bu mimlenme olayı yüzünden kimse gelip kitap almıyor. İnsanlar korkuyor onlar içerideyken dükkana bir şey olur diye. Müşterimiz kalmadı."
"Çok özür dilerim," dedim telaşla. "Ben gelip babandan da özür dilemek isterim."
"Gerek yok," dedi gülümserken. "Zaten ben de sıkılmıştım. Babam dükkanı satacak. Ben de artık hayatımı yaşarım. Bu dört duvar arasında sıkılmıştım."
"Hayır gitmeyin!" dedim korkuyla, "Ben babanla konuşup ikna etmeye çalışırım. Gerekirse Kara da gelip konuşur. Olmaz mı?"
"Olmaz," dedi gülerek. "Kara'nın gelip babamla konuşacağını pek sanmıyorum, Melek."
"Ben çok ısrar edersem belki olur," dedim onunla birlikte yürürken. Bir başka mahalledeki kuruyemiş dükkanının önünden geçerken hızla Kadir'e döndüm. "Bekler misin iki dakika?"
Dükkandan çıkıp onunla bir ilerlemeye devam ettim. Babası için bir paket lokum almıştım. Belki bir özür babında olmasa da onu yumuşatırdı. Onunla konuşup dükkanı satmamasını, gerekirse kapının önünde sabaha kadar müşteri çekebileceğimi söyleyecektim.
"Tüm bunlara gerek var mı, bilemedim." dedi Kadir bir gecekondu kapısında anahtarını çıkartırken. "Çok ince düşüncelisin. Teşekkürler, ancak bence bunlara gerek yok."
"Bir şeyleri zebil ettim," dedim kapıyı açmasını beklerken. "İzin ver de toparlayayım."
Kapıyı açtı. Babası önünde rakı, dibinde radyo ile koltukta oturuyordu.
"Baba!" diye seslendi Kadir, "Misafirimiz var."
Başı bana çevrildi ve heyecanla ayaklandı. Muhtemelen beni Kadir'in kız arkadaşı sandı. Heyecanla boğazını temizleyip bana doğru geldi ve elini uzattı, "Merhaba kızım."
"Merhaba efendim," dedim hızla elini öpmeye çalışırken. Müsaade etmedi. Tokalaştık ve beni hızla koltuğa oturttu. Kadir üzerindeki ceketi çıkartıp kedisini evin içine bıraktı ve koltuklardan birine oturdu. "Ben Melek." diyerek lokumları adama uzattım. "Sizinle konuşmak için gelmiştim. Bunlar da size. Umarım güllü lokum seversiniz."
"Ne kadar da naif bir kız," dedi babası lokum kutusunu alıp yanına koyarken. Kadir'e döndü. "Aferin evlat."
"Sevgili değiliz," dedi Kadir bıkkınlıkla geriye yaslanıp. Kaşları ile elimi gösterdi, "Zaten sözlü herhalde o birisiyle. Yüzüğü var. Sadece seninle konuşmak isteyen bir müşteri."
"Şey evet ben size bir şey söylemek istiyorum. Bu dükkanla ilgili. Satacak mısınız? Ben çok üzülürüm. Benim yüzümden oldu. Ama ben hepsini te-"
Kapı kibarca tıklatıldı. Bense nefesimi tuttum, çünkü ölümün ritmini duydum.
Tak, tak... Tak tak tak.
Oy ve yorum desteğine göre yeni bölüm gelecektir.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.68k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |