Bölümde geçen şarkı : Erol Evgin - İşte Öyle Bir Şey (1991)
18
"Küçük evsiz, evin bunlardan hangisi biliyor musun?"
"Biliyorum! Bak burası!"
"O gösterdiğin bir ev değil. O bir samanlık..."
"O zaman şuradaki!"
"Orası da bir kulübe..."
"Ama biliyorum ben, tarlalar var evimin orada!"
"Bu köydeki her evin orada tarlalar var..."
"Salonumuzdaki sobada hep kestane pişer! Bulabilir misin şimdi?"
"Hiç yardımcı olmuyorsun ama sen bana..."
"Kırmızı duvarları var odamın. Ablamla birlikte kalıyoruz o odada. Bir tane bez bebeğim var. Annem dikti o bebeği bana. Boncuktan gözleri var bebeğimin. Çok iyi biliyorum evimi, söyledim sana! Hadi bul annemi, bul evimi."
Kırmızı duvarlar. Uyandığım oda bana geçmişi uzattı. Gözlerimi kırptım. Rüyamda istemeden de olsa geçmişten bir anı yakaladım. Bu tuhaftı, bilinçaltımın kazılı bahçesindeki bir anıyı daha önce hiç görmemiştim. Hızla yana döndüm. Hande sırt üstü uyurken yastığı yüzüne kapatmıştı. Gerinerek doğruldum. Bornova'daki büyük evdeydim. Hande gece üzerime pijamalarımı giydirmişti, kaza bela hatırladım. Çoğu şeyi hatırladım. Hatırladım.
Kısacık bir zaman kapsülünün içinde senelerdir kısılmışım gibi oldu bir anda. Bu saat sonrası ne kaçacak yerim vardı ne de diyecek sözüm. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kara'nın davranışlarını kestiremiyordum. Öngöremediğim korkularla birlikte ayaklandım. Duş alıp saçlarımın nemini havluya kuruttum.
Bir askılı tişört giyip üzerine haki yeşili hırka giydim, altıma da siyah bir eşofman altı. Pijama olarak bu kombini seçmiştim, çünkü bugün için evden çıkmaya pek niyetli değildim.
Alt kata inerken konuşma sesleri duyarak duraksadım. Hırkamla üzerimi örterek mutfağa ilerledim. Kaşlarım şaşkın çatıldı, Melisa gülüyordu, "O filmi izledim. Kemal Sunal'ın izlemediğim tek bir filmi bile yok ki!"
Arkada radyo çalıyordu. Kaya kahve doldurdu ve Melisa'ya uzattı, "Çok usta bir oyuncu. Kiracı filmi beni bile ağlatacaktı," diyerek kendine yeni bir kupa aldı. İçeri girmemle bana bakarak kaşlarıyla beni gösterdi, "Ev sahibi kirayı arttıran bir adamı oynuyordu. Kiracı perperişandı."
"Ne bu, bana bir mesaj mı?" dedim içeri girerken, "Abin kirama zam mı yapacakmış?" Yanlarına adımladım. Melisa bana sarılırken fısıldadım, "Gece burada mı kaldınız siz? Ne işiniz var burada?"
"Hepimiz burada kaldık! Zeki ve Kara da burada kaldı! Sana anlatacağım çok şey var. Gece Kaya ile neler oldu neler, duyunca delireceksin!" dedi Melisa fısıltıyla. Geri çekildi ve kahvesinden bir yudum alıp Kaya'ya döndü, "Canım sigara içmeye arka bahçeye çıkalım mı?"
"Çıkalım," dedi Kaya yanımdan geçerken. Başıyla kısaca selam verdi ve, "Günaydın," gibisinden mırıldandı. Mutfakta yalnız kaldığımda üst dolaba uzanmaya çalıştım. Parmak ucuna kalktım ve elimle kupayı kavramaya yeltendim. Kupayı daha da geri ittiğimde sinirle tezgaha çıkmak için atıldım.
"Yardımcı olayım."
Gözlerim açıldı. Başım tezgaha indi ve nefesimi tuttum. Kara arkama geçti. Dibime. Dolaba uzandı, kupayı alıp önüme bıraktı.
"Teşekkürler," dedim hala o arkamdayken. Ben bile duyamadım sesimi. Nefesim yetişmedi konuşmaya. Elim ayağım titredi. Alelacele kahve yapmaya yeltendim. Kupayı lavabonun içerisine düşürdüm. Kırıldı. Dört büyük parçaya ayrıldı. Telaşla lavaboya elimi götürdüm.
"Dokunma," dedi. Elim hızla tezgaha geri gitti. Arkadan kolunu uzattı, omzuma sürttü kocaman kolu. Dün gece öpüşürken avuçladığım kolu.
Kırık seramikleri toparlarken burnu saç diplerime dokundu. Nefesini tenimde hissettim, "Kırık Camlar Teorisi... Hiç duydun mu bu teoriyi, ürkek kiracım?"
"Duymadım," dedim. Sesim yine çıkamadı. Kırık parçaları avcunda toplayıp tezgahın üzerindeki minik çöp kutusuna koydu. Hemen sonra uzandı, yeni bir kupa çıkarttı.
"Böyle koskocaman bir bina hayal et. Eski püskü, harabe gibi. Tüm camları da kırık, bir tanesi hariç," dedi ve ocakta pişen sıcak suyu aldı. Arkamda hissettiğim bedeni sırtıma alev aldırdı, her cümlesinde sesi başımın tepesine çarptı, "İnsanlar o binadaki tek sağlam camı kırmak için cebelleşirler, sonunda kırarlar. Çünkü apartmanın normali bu gibi görünür. Kırmaktan gocunmazlar, bunun bir suç olduğunu düşünmezler."
Granül kahveyi kupaya boşalttı ve su ekledi. Kolu hala omzuma dokunuyordu, "Bu teori insanlar için de geçerli. Pekçe kırığı olan bir insanı parçalamak hiçbir insanı gocundurmaz."
"Yani?" dedim. Neyden bahsettiğini bile anlayamıyordum. Kokusu aptal etti.
"Yani," dedi.
"İnsan güçsüzlüklerini diğer insanlarla paylaşmamalı mı?" dedim nefes nefese. Kahveyi karıştırdı ve önüme bıraktı. İki elini arkadan tezgaha koydu. Kollarının arasında sıkışıp kaldım. Sırtıma göğsü yapıştı.
"Paylaşmamalı," diye fısıldadı. Yutkundum. Nefes almak güçtü.
Kupayı elime aldım. Kupanın sıcaklığı elimi ısıttı, bedenimin kavrulmasına eşlik etti. Kahveden bir yudum içip boğazımı temizledim, "Zorluklar paylaşarak atlatılmalı, Kara. Kimseye güvenmeyecek miyiz dertlerimizi anlatırken?"
"Hayır," dedi. Geri çekildi hafif. Sırtım bedeninden koptu. Hızla kahveyi tezgaha bırakıp ona doğru döndüm. İstemeden bedenim onun bedenine sürttü. Alev aldım. Başımı kaldırıp mavilerine baktığım sırada o bana eğik ifadesiyle gülümsüyordu, "Kimseye hiçbir derdini anlatmayacaksın. Ben hariç."
Mavileri yakından yorgun bakıyordu. Akşamdan kalma olduğu için gözlerinin kızardığını düşündüm. Söylemleri ise bana mesaj gibi geldi. Dün geceyi kimseye anlatmamam konusunda bir uyarıya benzettim. Başımı onaylar salladım mavilerine kilitliyken. Yine bir savaşa girdik sanki, gözleri ilk ayıran kaybedecekti. Omuz silktim o gülümserken, "Anladım Kara. Mesajı aldım."
"Ne mesajı?" dedi kaşları çatık, başı bana eğik sırıtırken, "Kim bilir yine ne anladın bu dediğimden?"
"Dün geceyi kimseye söylemeyeceğim. Korkma," dedim. Onu biraz iteklemeye çalıştım. Başım yere eğildi ve çekilmesi için adım atmayı denedim. Önümden çekilmedi. Aksine avuç içleri tezgahın uçlarından tutunurken bedenini bana doğru eğdi. Burnu burnuma dokundu. Nefes alamadım.
"Dün gece senin için bir dert miydi?" dedi kısık kısık. Hırıltılı sesi bu sefer kulaklarımı boğdu. Cevap veremedim. Buna istinaden devam etti, "Aksine bana dertti. Seni buraya getirene kadar kaç kere yere kapaklanmaktan kurtardım, bilsen şaşarsın."
"Teşekkür ederim," dedim. Boğazımı temizledim. Gözlerimizi ayırmadım, savaşı ben kaybetmek istemedim, çünkü gülümsemesi pekala içimi okşadı. "Bir şey sorabilir miyim acaba?"
"Tabii," dedi. Sesi merhamet döktü.
"Biz..." dedim, sonra savaşı kaybettim. Başımı aşağı doğru eğdim. Ortamızda pek bir boşluk yoktu, yine de gözlerimi kaçırmak istedim. Geveledim, "Biz dün gece sevgili mi olduk?"
"Anlamadım," dediğinde başım ona kalktı. Gülümsüyordu hala.
"Biz," dedim. Durup derin bir nefes alıp boğazımı temizledim. Daha anlaşılır sordum, "Dün gece sevgili mi olduk?"
Başı hafif yana eğildi. Yüzlerimiz o kadar yakındı ki, nefes almaya utanıyordum. "Ne sevgilisi? Biz zaten nişanlıyız ya," dedi alayla. Gülmeye başladım. Utançtan kızardığımı yanağımdaki alevde fark ettim. Ben güldükçe gözlerime bakarak sırıtıyordu.
Ağzı hafif aralık, ifadesi harlıydı. Kısaca dudaklarıma baktı ve tekrar gözlerimizi dokundurdu, "Ne gülüyorsun? Yalan mı söylüyorum?"
"Yok," dedim gülerken. "Haklısın, nişanlıyız." Omuz silkim ve derin bir nefes alıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Sesim neşeyle çıktı, "Ben dün için özür dilerim."
"Neden?" diye sordu. Bu sefer başını diğer tarafa attı, "Bana anlat, Melek. Derdini, sıkıntını, pişmanlık ya da sorunlarını bana anlat. Çünkü ben en savunmasız anında seni korurum. Bir bana anlat ki sana çözümler sunayım." Bir şeylerin peşindeydi. Çözmeye çalıştığı yargılar vardı.
"Daha açık," dedim. Devam edemedim. Daha açık sormasını istedim. Gözlerine baktıkça kalbimden dışarıya bir yumruk çıkıyordu. Çok garip bir duyguyu. Güzeldi ama korkunçtu.
İki kelimemden demek istediğimi anladı hemen. İç çekti. Savaşı kazanmakta ısrarlı gibiydi. Gözleri bendeyken çaresizce kısıldı. Derin nefes verdi, "Dün geceyle ilgili pişmanlığın var mı?"
"Bu neyi değiştirir?" dedim. Mırıldandım. Mavileri yakından mükemmelliği sembolize etti. Önüme bir bir güzellik akıttı gözleri.
"Bak ben daha uyumadım," dedi. Bu sefer çaresizliğini şeffaflaştırdı. "Sabaha kadar bu konuşmayı, yüzleşmeyi düşündüm. Geceki olayda bana öfkeli misin?"
Şimdi anladım kızarık gözlerini. Vicdanım tökezledi, "Neden olayım ki Kara? Aksine sen bana öfkelisindir diye düşündüm ben."
"Sarhoş bir genç kıza karşılık verecek kadar aşağılık birine dönüştüm dün gece," dedi. Hırsı mavzer kurşunlarının saçıldığı son saçak gibiydi.
"Sen de sarhoştun," dedim. Kolunu tutmak istedim. Tutamadım, "Beni suçla, kendini değil. Bunu zamanında sen bana söylemiştin, hatırlıyor musun?"
"Her bir cümleyi," dedi ve omzumdan yana düşen hırkamı tekrar omzuma yerleştirdi. "Seninle konuştuğumuz her bir cümleyi hatırlıyorum."
"O zaman kendini suçlama," diyerek kıkırdadım, "Hatta biliyor musun ben bana şak diye bir tane çakmamana şaşırıyorum."
Gülümserken doğruldu. Hoplayan bedenim boşluğa atıldı. Üzerime soğuk sular fışkırdı. Uçurumdan düştüm gibi oldu, "Bu zorlu süreçte seni kullanabilir miyim küçük kiracı?" Omuz silkti ve tezgahtaki ellerini biraz oynattı. Hala büyük kollarının arasında sıkışıp kalmıştım.
O anı hatırladığını bana gösterdi. Bana söylediklerini ona söylemiştim, o da karşılık olarak benim ona söylediklerimi söyledi. Hatırladığını mühürledi bana. Ben de ona onun cevabını cevapladım. "Beni kullanmak mı istiyorsun?" dedim tekrar kıkırdarken. Gülerken onun gözlerinin içine bakıyordum. Kalbimde birkaç kelebek uçuştu gibi oldu, "İzin veriyorum. Kullanabilirsin."
"Eyvallah," dedi keyifle. Kara ile öyle anlaşıyorduk ki, fazla karmaşıktı. Bunu ikimiz dışında deneyimlemeden dışarıdaki kimse anlayamazdı. Kitaplardaki rastgele sayfaların okunması gibiydik. Birbirimize bu denli uyum yakalama sebebimizi de aynı kitabı sular seller ezberlemiş olmamıza yordum. Bu nedenle tüm karmaşık sayfalarda bile tökezlemiyorduk. Bizim kitabımızdı bu, kitabımıza bir isim arıyordum sadece.
Dayanamadım, sordum. "Nasıl bir şey ki bu böyle? Bu denli anlaşmak... Sen ve ben. Çok garip bir his, Kara."
Gülümserken mırıldanmaya başladı. Radyodaki şarkıya eşlik etti, "Hani ıssız bir yoldan geçerken... Hani bir korku duyar da insan... Hani bir şarkı söyler içinden....İşte öyle bir şey."
Gülmeye başladım. Hiç durmadan ona bakarak gülüyordum, "Kara!" dedim gülerken.
Gözleri dudaklarıma indi, söylemeye devam etti sırıtırken, "Hani bir yağmur yağar da bazen...Hani gök gürler ya arkasından...Hani şimşekler çakar peşinden...İşte öyle bir şey."
Burunlarımız birbirine sürttü. Gülerken derin bir nefes aldım. Kalbim çarpıyordu, "Ya Kara!" dedim utanarak. "Söyleme öyle şarkı bana bakarken!" Gülümserken sustu. Utançtan bedenim kasılıyordu.
"Ne o?" dedi yavaşça, "Ne oldu ki?"
"Utandım," dedim. Dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için, "Demek öyle bir şey."
"Evet öyle bir şey," dedi. Sonra ifadesi yavaşça dondu. Gözlerime bu sefer daha farklı baktı, "Öyle be Melek. Öyle işte."
"Bir şey daha sorabilir miyim?" dedim merakla.
"Sor bakalım," dedi. Toparladım ifademi. Sertçe yutkundum. O ise sorumu bekliyordu, "Kara b-"
"Gençle-" Zeki hızla gözlerini kapattı, "Ay dur öpüşmeyin sakın!"
Kara ellerini tezgahtan çekti ve beni hapsettiği yerden gökyüzüne doğru uçurdu. Hızla arkamı dönüp kahve kupasını elime aldım.
"Senin ben zamanlamanı sikeyim," diye mırıldandı Kara. Bıkkın nefes verip benden birkaç adım uzaklaştı ve Zeki'ye başını salladı, "Ne var birader?"
"Bitti mi!" diye bağırdı Zeki, "Bittiyse öpüşmeniz ben bir şey sormak için gelmiştim."
"Bana aynı soruyu ikinciye sordurma," dedi Kara. Ben o sırada elim ayağıma dolaşmış bir şekilde kahvemi içmeye çalışıyordum. Basıldık gibi hissettim. Utançtan kızaran yanaklarım acımaya başladı.
"Tamam tamam," dedi Zeki ve boğazını temizledi. Hemen sonra gözleri açıldı, "Kızlarağası Hanı'na gidip bu tayfa kahvaltı yapalım mı?"
Kara cevap vermeyince bir yudum içerken ona döndüm. Bana bakıyordu, "İster misin?" diye sordu.
"Ben mi?" diyerek bir yudum daha içtim. Hemen sonra dudaklarımı yaladım, "Olur tabii."
"İyi," dedi Kara ve Zeki'ye döndü, "Tamam."
"Oley!" dedi Zeki zıplarken, "Yengelerin yengesi! Hande isimli o zatı uyandır da hazırlanın." Yanından hızla geçip merdivenlere ilerledim. Kahvemi içerken bir yandan üst kata çıkıyordum. Bedenim kokusunun aptallığını yaşadı. Etkisinden çıkamıyordum. Yatak odasına girip kahveyi makyaj masasına bıraktım ve hızla Hande'yi dürttüm.
"Hande," dedim hararetle, "Kalk. Kemeraltı'na gidiyoruz."
"Hım?" dedi yastığın altından. Yüzündeki yastığı çektim. Gözlerini açtı ve birkaç kez kırptı, "Ne?"
"Kemeraltı'na gidiyoruz. Kahvaltı yapmaya. Hadi kalk." dedim.
Kaşları çatıldı bana bakarken, "Senin bu halin ne? Ne oldu?"
"Ne olmuş?" dedim hızla yanaklarımı tutarken. Isınmışlardı, "Şey, bir şey olmadı. Dünden beri sarhoşum ya, ondandır. Kendime gelemedim hala."
Doğruldu ve saçlarını kaşıyarak tuvalete girdi. Makyaj masasına geçtim. Kendimi güzel hissediyordum. Daha da güzel olmak istedim. Aynada bir süre gözlerime baktım. Yavaşça dudaklarıma dokundum. Kara'yı öptüğüm ana gidip geldim. Başımı olumsuz sallayıp anılardan koptum ve hızla rimeli elime aldım. Rimel sürmeye başladım.
"Dostikom!" dedi Melisa içeri girerek, "Ne giyeceksin? Lütfen biraz şıkır şıkır giyin."
"Hande burada giyelim diye bir ton şey aldı. Dolaba baksana," dedim ağzım aralık, kirpiklerimi kıvırırken. Bir yandan da ara ara gülüyordum. Kara bana şarkı söylerken çok tatlıydı. Tekrar söylemesini isterdim. Ona güzel gözükmek istedim, "Melisa? Bana oradan güzel bir şeyler seçer misin?"
"Hemen!" dedi ve heyecanla dolabın kapağını açtı. Kirpiklerimi kıvırdıktan sonra yüzüme pudra sürmeye başladım. "Bu siyah kısa elbiseyi giy," dedi heyecanla bana tutarken. Aynadan ona doğru baktım. Daha etiketleri üzerindeki uzun siyah çizmeleri tek eliyle kavradı, "Altında da bu çizmeler! Kulağına da halka küpeler!"
"Çok şık," dedim gözlerim tekrar yanaklarıma giderken. Kırmızı yanaklarımı pudra ile kapatmaya çalışıyordum, "Tamam giyeyim." Durup ona baktım, "Siz dün ne yaptınız?"
"Ay biz dün Kaya ile seviştik!" diye çığlık attı. Hande hızla tuvalet kapısını açtı. Ağzı köpük dolu, dişlerini fırçalarken bize doğru baktı.
"Ne?" dedim ayaklanıp. Melisa'ya döndüm ve telaşla dibinde bittim, "Sen ne diyorsun Melisa? Manyak mısın sen? Evlenmeden nasıl yaparsın?"
"Evleneceğiz, söz verdi!" dedi Melisa kıkırdarken, "Çok romantikti. Bayıldım ben bu sevişme işine. Artık sık sık yaparım. İyi ki kendimi Kaya'ya saklamışım." Fısıldadı, "Çarşafa biraz kırmızı leke bulaştı. Şey işte anlarsın, benim ilk kezdi ya... Sonra gece gece gizlice çarşaf değiştirdik, çok komikti!"
"Sen salaksın," dedi Hande gülerek tuvalete geri giderken, "Evlenmeden yapmış, rahatlığa bakar mısın? Abim seni ortada bırakacak. Seni de bu halinle hiçbir erkek almayacak. Geçmiş olsun."
"Söz verdi diyorum size," dedi Melisa üstüne basa basa. "Çok romantikti. Söz verdi."
"Biraz acele mi ettiniz gibi acaba? Daha Kaya ile ilk kez dışarı çıktınız hem, tanımıyorsun bile," dedim. Melisa için endişeliydim. Kaya'yı tanımaz etmezdim, ancak Melisa'nın bu kadar kısa sürede kendini kaptırıp üzülmesinden korktum, "Biliyorsun Melisa, bu işlere hiç sıcak bakılmıyor."
"Devir değişiyor, insanlar modernleşiyor!" dedi Melisa gülerek, "Artık Avrupai bakar mısınız bu olaylara?"
"Modernleşmek demek evlenmeden sevişmek demek mi?" diye bağırdı Hande içeriden, "Kızım ben sana şimdiden söylüyorum, sen ortada kaldın. Kendin gibi geniş bir adam bulursan ne ala! Yoksa evde kaldın, çünkü abim seni asla almaz."
"Bok almaz!" dedi Melisa. Sinirlendi, "Göreceksin Hande. Abin bana aşık oldu."
"İlk geceden birlikte olduğu bir kadına hangi erkek aşık olur?" diye sordu Hande gülerek ağzındaki diş macununu yıkarken. "Abim diye demiyorum. Hepsi böyle."
Üzerimi çıkartıyordum. Melisa halıya bakıp düşünmeye daldı. Belki de gerçeklerle yüzleşti, belki de yüzleşmekten kaçtığı için başka şeyler düşünmeye çalıştı, "Dostikom?" dedim yavaşça.
"Hı?" diye mırıldandı halıyı izlerken. Kendini toparlayıp bana döndü ve gülümsedi, "Bana aşık oldu. Merak etme. Çok modern bir adam Kaya. Benimle evlenecek."
"Bence de," dedim başımı onaylar sallarken. Daha fazla ona köstek olmak istemedim. Üzerimi değiştirip çizmelerin etiketlerini koparttım ve fermuarlarını çektim, "Nasıl oldum?" dedim aklı dağılsın diye.
"Süper. Ben Kaya'ya bakıp geliyorum," dedi ve hızla odadan çıktı. Telaşlanmıştı. Hande tuvaletten çıkıp dolabın önüne geçti ve askıdaki elbiselere bakınmaya başladı.
"Neden korkuttun kızı?" dedim, onu izlerken.
Bir elbise çıkartıp üzerine tuttu ve yerine geri astı. "Doğruları söyledim." Yeni bir elbise çıkarttı ve bana tuttu. "Nasıl bu?"
"Güzel," dedim. Elbiseye bakmadım bile. Derin bir nefes verdim, "Sence öpüşmek de buna dahil mi?"
"Ha?" dedi ve üzerini çıkartmaya başladı.
"Yani sence evlenmeden öpüşmek de bu dediğin şeye dahil mi? Erkekler evlenmeden öpüştükleri kıza basit kız gözüyle mi bakarlar?"
"Melek benden sana bir tavsiye, göster ama elletme," dedi ve elbiseyi üzerine geçirdi. Altına renkli bir külotlu çorap giyerken ben yatağa oturmuş, halıya bakma seansına geçmiştim, "Yoksa erkekler için Melisa gibi basit kadın olursun. Hiçbir erkek ilk geceden ulaşabildiği bir kadına heyecan duymaz."
"Ama," dedim halıya bakarken, "Ama yüzüğün varsa da mı?" dedim. Elime baktım, "Mesela nişanlınla da mı öpüşmemelisin?"
"Ne o?" dediğinde başım hızla ona kalktı, "Bak birkaç dakika önce, daha çok taze Kaya abimle ilgili travma dolu bir anıya şahitlik ettim. Bunu atlatamam uzun süre. Lütfen Kara abimle ilgili bir gelişme ile şu an bana gelme, kaldıramam ikisini aynı anda."
"Yok yok!" dedim hızla ayaklanıp, "Merak ettim sadece. Zaten biz Kara ile nişanlı değiliz, rol yapıyoruz. Kendim için sormadım yani."
"İyi," dedi ve makyaj masasına oturdu, "İçiyorum bunu?" dedi kahveye bakarken. Başımı onaylar salladım. Kahveyi içerken saçlarını taramaya, ıslık çalarak müzik söylemeye başladı. Odadan çıktım. Telaşlanmıştım. Her sarhoş olduğumda Kara'ya asılıyordum. Beni basit bir heves gibi gördüğüne inanmak istemedim. Ama Hande haklıydı, bu olabilirdi.
Dışarısı soğuktu, yine de yağmur yoktu. Kabanımın düğmelerini kapattım. Bahçeden çıkıyorduk. Melisa, Kaya'nın elini tutarak ilerliyordu. Göz ucuyla Hande'ye bakıyordu. İki araba şeklinde gitmeye karar verdik.
"Ben sizinle geleyim," dedim Melisa ve Kaya'nın arabasının arka kapısını açarken. Kara durup bana döndü. Onun arabasıyla gitmememe şaşırmıştı.
Hızla arabaya bindim. Ortaya doğru yanaştım. Zeki, Kara'nın arabasında öne oturdu. Hande ise onların arkasına geçti. Yol boyu Kaya'nın Melisa'ya olan hareketlerini gözlemlemeye çalıştım. Oldukça samimi davranıyordu. Melisa'nın cilvelerine karşı gülüyor, şakalar yapıyordu. Bir nebze olsun onun adına rahatladım. Kemeraltı'nda arabadan indiğimizde kızlarla önden ilerliyorduk. Burası tarihi bir yapıttı. İçerisinde bir sürü dönerci dükkanı, sahaf ve kuyumcu vardı. Melisa bir boncuk dükkanına girdiğinde kapının önünde onu beklemeye başladık.
"Bak bak," dedi Zeki elleri ceplerinde kalabalığı izlerken, "Tüm bu insanlar bu saatte burada ne yapıyor? Yamyam ordusu resmen."
"Zeki abi onlar da sana aynısını diyordur," dedi Hande gülerek. Zeki ona dil çıkarttığında Hande gülerek ona vurdu. Gözlerim Kaya'daydı. Onu inceliyordum. Melisa'nın gelmesini beklerken öylece yan dükkanın plaklarına bakıyordu.
"Meraklı kiracı?" sesi ile hızla başımı yana çevirdim. Kara yere bakıyordu, "Neyin peşindesin?"
Hızla onu yana doğru çekiştirmeye başladım. Şaşkınlıkla bana eşlik etti. Zeki ve Hande ise arkamızdan gülüşüyordu.
"Kaya," dedim ve onu durdurup başımı kaldırdım. Kaşları çatık, odağı bendim, "Kaya nasıl biri? Evlenme sözü vermiş, tutar mı?"
Kara dikkatle beni dinledi. Dudaklarını birbirine bastırıp ellerini ceplerine soktu ve etrafa bakındı, "Tutmaz."
"Ama söz vermiş," dedim çaresizce, "Melisa mahvolur. Söz vermiş, Kara."
"Tamam, hallederim."
"Konuşacak mısın Kaya ile?" dedim heyecanla, "Lütfen, abisi olarak ona nasihat ver. Bir kızın hayatı yanar. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
"Anlıyorum, hallederim," dedi. Konuyu kısa kesti. Zeki bize gel işareti yaptığında Melisa dükkandan çıkmıştı. Birlikte bir restorana oturduk. Doksanlarda İzmir'de yaşayan herkesin bildiği bir geleneği yerine getirdik. Kemeraltı'na gelindiğinde burada döner yenirdi. Belki saat bunun için erkendi, ancak kimse şikayetçi değildi.
Önümdeki yemeği iştahla yediğim sırada Kara bir yanımda, Zeki diğer yanımdaydı. Tam karşımda Melisa oturuyordu. O da Kaya ve Hande'nin ortasındaydı.
"Yengesinin gülü bu senin abla bizim nişan işini pek iyi karşılamadı gibi," dedi Zeki önündeki yemeği günlerdir aç gibi tüketirken. Elimle ağzımı kapattım ve lokmamı çiğnerken ona döndüm.
"Neyse ne, sen neden bu kadar ciddiye alıyorsun bu nişan işini?" dedi Melisa araya girerek, "Resmen kaptırdın gittin kendini."
"Ha?" dedi Zeki şaşkınlıkla, "Dünkü boka bak sen! Sen kimsin be kadın! Yan mahallenin zottiriği. Valla kezzaplarım seni, canımı sıkma benim."
"Pardon?" dedi Melisa ve omuz silkti, "Ben de senin yengenim." Çatalını yerine bıraktı ve Kaya'nın koluna girdi, "Biz sevgiliyiz."
Zeki kahkaha atarken Hande gülerek eliyle ağzını kapattı. Kaya ise yemeğini yemeye, konuya dahil olmamaya devam etti.
"Hande'yi bile isteye görümce olarak almak..." dedi Zeki ve sırıtarak yemeğine döndü, "Saf karı seni."
Önüme dönüp yemeğimle ilgilenmeye devam ettim. Üstüme düşeni fazlasıyla yapmıştım. Daha fazlasına müdahil olmak istemedim, "Ne zaman mahalleye döneriz?" dedim.
"Bugün alırız eşyalarınızı, dönebilirsiniz artık." dedi Kara. Başımı onaylar salladım.
"Tüh be," dedi Zeki telaşla, "Siz yokken mahalleyi pavyona çevirmiştik, ne güzeldi..." Ayranı kafasına dikti. Yemeğimi yerken bir yandan Zeki'nin komik halleriyle ilgileniyordum.
"Senin abla komünist bence," dedi Zeki tekrar benimle uğraşarak. Derin bir nefes verdim ve önüme döndüm, "Ablanın eşi enişte bey ne diyor bu konuda? O da mı komünist?"
"Bilmiyorum Zeki," dedim. Bıkkın nefes verdim.
"Babam çok güzel konuştu orada," dedi Hande heyecanla araya girerek, "Nasıl dedi ama? İnsanları ayrıştırmayalım diye."
Zeki başıyla onayladı onu, "Ecevit amcam ülkeye barışı getirecek."
Kaya güldü bu sefer. Melisa hızla araya girdi ve ayranı başına dikti. Dudağının üzerine ayran lekesi bulaşınca ellerini karnına götürüp homurdandı, "Ho ho! Ben milliyetçiyim! Milliyetçi bıyığım da var!"
"Çok konuşma sen," dedi Zeki cıkcıklayıp sırıtırken. Bense kıkırdıyordum, "Çakma yenge seni..."
"Asıl çakma yenge orada," dedi Hande kaşlarıyla beni göstererek. İfadem hızla dondu ve boğazımı temizledim.
"Çeneleriniz açıldığına göre yemekleriniz bitmiş," dedi Kara geriye yaslanıp. Derin bir nefes verdi, "Bittiyse kalkalım."
"Yoo!" dedi Zeki gülerek, "Daha ben bir döner daha söyleyeceğim. Hande, yer misin abicim?"
"Evet!" dedi Hande kıkırdayarak, "Daha burada otururuz bence."
"İyi," dedi Kara ve peçete ile ağzını silip avcuyla ezdi. Masaya bıraktı, "Siz oturun. Ben gidiyorum."
"Nereye?" dedim hızla ona dönerek, "Beni neden kurtlar sofrasında yalnız bırakıyorsun? Gidersen benimle çok daha fazla uğraşırlar."
"Gel sen de," dedi ve ayaklandı. Hızla ayağa kalktım. Kara elini cebine attı ve cüzdanını çıkarttı.
"Bendensiniz," dedi Zeki gülerek, "Ben ısmarlıyorum size. Kaynanan seviyormuş, Kara! Senin baldız sevmiyor seni sadece." Kahkaha attı.
Kara bıkkınlıkla masaya tomar para bırakıp başını Hande'ye kaldırdı, "Var mı senin paran?"
"Var ama biraz daha harçlık verebilirsin. Fazla mal göz çıkarmaz derler," dedi Hande kıkırdayarak. Kara başıyla onay verip bir tomarı da ona uzattı. Hande hızla parayı alıp çantasına attı. "Teşekkürler abi."
"Afiyet olsun," dedi Kara ve arkasını döndü. Çantamı kapıp hızla Melisa'ya baktım. Gidiyorum anlamında elimi salladığımda bana gitmem konusunda elini savurdu ve Kaya'ya dönüp ona sırnaşmaya devam etti. Hande ise aldığı para ile alacağı plak ve kasetleri Zeki ile konuşmaya başladı.
Birlikte büyük taş duvarların arasında dolanmaya başladık. Çizmelerimin topukları parlak ahşaba her çarptığında ses çıkartıyordu. Kollarımı göğsümün altında birleştirip ilerlemeye başladım. Sokaklar arası ilerlediğimiz sırada vitrinlerdeki oyma el işleri ve kasnaklara bakıyordum.
"Bir kasnak mı alsam?" dedim merakla. Durup vitrine baktım. Dükkanın önündeki tavana asılı rüya kapanlarında gözlerim parladı.
Kara durup bana döndü. Elleri arkadan bağlıydı. Vitrinin dibindeki kapanlara baktı, "Ne işe yarıyor bunlar?"
"Sen?" dedim gülerek ona dönerken, "Senin bilmediğin bir şey?" Elimi uzatıp tavandaki iplere dokundum, "Bu rüya kapanı. Yatağının dibine asıyorsun. Kabus görmeni engelliyor."
"Batıl inanç yani," dedi.
"Evet ama işe yarıyor bence," dedim ve içeri girdim. Kendime bir tane yapmak istemiştim. Orta boy bir kasnak ve beyaz ipler aldım.
"Ben alayım," dedi eli cüzdanına giderken. Şaşkınlıkla çantamı açtım.
"Hiç gerek yok, param var," dedim ve telaşla satıcıya parayı uzattım, "Zaten yemeği de sen ısmarladın. Teşekkürler."
"Dur abi," dedi Kara adam parayı alacakken, "Ben alayım."
"Gerek yok dedim," diye direttim şaşkınlıkla, "Neden sen alıyorsun ki? Ne gerek var?"
"Bana da yaparsın," dedi ve kasnaklara döndü, "Abi bir tane daha versene." Adam poşete bir kasnak daha eklediğinde Kara'nın uzattığı parayı aldı. Kara poşeti eline aldı ve geçmem için bekledi. Oradan çıkıp ilerlemeye başladık. Yol boyu batıl inançlar hakkında konuştuk. Onun bu tarz şeylere inanmadığını biliyordum. Yine de merakla beni dinledi. Ona pekçe batıl inançtan bahsettim heyecanla.
Çarşıda karşıdan gelen bir kadın Kara'yı görünce heyecanla önümüze atladı, "Karahan!" dedi şaşkınlıkla, "Sizi burada görmek çok iyi oldu. Arıyorum ancak telefonunuz kapalı."
Kara buz kesti. Telaşla bana döndü ve tekrar kadına baktı. "Sonra," dedi başıyla onay verip. Bileğimden tutup beni kadının yanından götürmeye çalıştı.
"Hey! Bir dakika!" dedi kadın telaşla yanımızdan gelerek, "Mahalleye girmeye çalıştım bugün! Beni almadılar! Eşyalar varmış evde!"
"Tamam sonra," dedi Kara beni sürüklerken.
"Ya dursana!" dedim şaşkınlıkla, "Kadın bir şeyler diyor. Dur ya!" dedim sinirle kolumu çekiştirerek. Telaşla kadına döndüm. Meraktan ölecektim.
Kara durup kadına döndü ve bıkkın bir nefes verdi, "Kara mahalleye girmeme izin verdi dersen alırlar. Git öyle söyle," dedi. Kadın şaşkınlıkla bizim telaşımıza bakarken başıyla onay verdi.
"Sadece Kara izin verdi dersem alırlar mı beni? Müjgan ablanın evde bir sürü kıyafet varmış. Onları almam lazım."
"Ya tamam!" dedi Kara sinirle, "Tamam git öyle söyle. Öyle söylersen alırlar mahalleye. Hadi," dedi ve tekrar bana dönüp bileğimden tuttu. Arkadan kadına baktığım sırada kadın şaşkınlıkla gitmemizi izliyordu.
"O kimdi ya?" dedim merakla, "Dursana! Müjgan teyzenin akrabası mı? Ne yapacakmış eşyaları? Ya alo! Dursana be!"
"Müjgan'ın yadigarı eşyaları almak istiyor demek ki," dedi Kara ve bizi telaşla Kemeraltı'nın dışına çıkarttı. Derin bir nefes verdi ve bana döndü, "Onun bir tanıdığı işte. Üzülme diye çekiştirdim seni." Telaşla bileğimi bıraktı, "Acıttım mı canını?"
"Hayır acıtmadın. Anladım telaşlanma sebebini," dedim. Boğazımı temizledim. Gözlerim hızla doldu. Telaşla sildim. Saat Kulesi'nin oraya varmıştık. İzmir'in kalbi gibiydi burası. Güvercinlere yem atan insanlar gördüm. Bir banka oturdum. Hava ılık esiyordu. Ellerimi bacaklarımın arasına sokuşturup Saat Kulesi'ne bakmaya başladım.
"Ne güzel bir şehrimiz var," dedim. Etrafa bakındım. Kara yoktu. Şaşkınlıkla önüme döndüm. Birkaç dakika sonra yanıma oturdu ve şeffaf torbanın içindeki pirinçleri bana uzattı.
"Bu ne?" diye sordum. Akan gözlerimi ikinciye sildim. Geriye yaslandı ve ellerini önünde birleştirdi. Bacakları hafif aralandı, oturuşu rahatladı.
"Besle kuşları işte," dedi kaşlarıyla güvercinleri göstererek. Ayaklandım ve Saat Kulesi'nin çevresinde yürüyen güvercinlere doğru poşetteki pirinçleri atmaya başladım. Bir anda dibime pekçe güvercin üşüştü. Gülerek Kara'ya döndüm. Oturduğu yerden öylece beni izliyordu.
"Baksana!" dedim gülerken, "Bir sürü var! Hepsi çok acıkmış!"
Başını onayladı gülümserken. Hızla güvercinlere döndüm ve pirinçleri avcuma alıp alıp etrafıma dökmeye devam ettim. Güvercinleri beslerken bir fotoğrafçı koşarak bana doğru geldi.
"Hanımefendi! Güvercinler ve arkanızda muhteşem Saat Kulesi ile bir fotoğrafınızı çekeyim! Üstelik bir fotoğraf yalnızca elli bin lira!"
"Şey, bir saniye," dedim hızla. Kara'ya döndüğümde fotoğrafçıya bakıyordu. Anlamlandıramamıştı. Elimle ona gel işareti yaptım. Ayaklandı. Yanımıza geldiğinde biraz pirinci onun avcuna döktüm, "Bizi çekecek beyefendi. Hatıra kalır hem. Ne dersin?"
"Bizi?" dedi Kara ve ona verdiğim pirinçlere baktı, "Çeksin bakalım."
"Yakınlaşalım biraz lütfen," dedi fotoğrafçı ve biraz geriye doğru adımladı. Saat Kulesi'ni arkamıza aldı ve güvercinlere yem döktüğümüz sırada bir fotoğrafımızı çekti. Büyük makinenin altından çıkan küçük fotoğrafı eline alıp sallamaya başladı. Çantamdan para çıkartacağım sırada Kara tekrar beni engelleyerek adama ücreti ödedi.
"Kısa bir süre sonra tamamen netleşir," diyerek polaroid fotoğrafı bana uzattı. Gülerek elimle sallamaya başladım. Güvercinlerin mamaları bitmişti. Banka geri oturdum ve fotoğrafı incelemeye aldım.
"Nasıl çıktık acaba?" dedim fotoğrafı bacağıma koyup üflerken. "Bende kalsın, olur mu?"
"Olmaz," dediğinde hızla ona döndüm. Fotoğrafı bacağımdan çekip aldı. "Bende kalsın. Sen iyi saklayamazsın."
"Ya versene!" dedim hızla elinden çekerken, "Bende kalacak. Çok istiyorsan git adamı bul, yenisini çekil."
"Bak yırtacaksın şimdi. Hem ben çok kıyak çıkmışım," dedi tekrar fotoğrafı elimden alırken. "Bende kalsın."
"Kendini nasıl gördün de beğendin? Daha net bile değil fotoğraf!" dedim sinirle. "Ya Kara bende dursun işte! Ben saklarım. Albümüme eklerim. Hiç de bir şey olmaz orada."
Bıkkın nefes verdi, "İyi tamam." dedi ve önüne dönüp mırıldandı, "Sanki evine gelip çalamayız o fotoğrafı."
Kıkırdadım. Hızla ona doğru uzanıp yanağını öptüm. Dudaklarıma sakalları battı, heyecanlandım. Hemen sonra utanarak önüme döndüm. "Pardon," dedim ve boğazımı temizleyip fotoğrafa baktım, "Şey, içmedim de aslında ama... İçimden geldi. Kusura bakma."
Ona döndüğümde yavaşça gülümsedi, "Hani sabah mutfakta sordun ya bana, nasıl bir şey sen ve ben diye... İşte öyle bir şey."
Kaşları ile bacağımın üzerindeki fotoğrafı gösterdi. Belirginleşmiştik artık. Ben güvercinlere mama döküp gülerken Kara bana bakıyordu. Gülümsüyordu. Beni izliyordu fotoğrafta. Öyleydi işte. Sefaletlerin içindeki bereket gibiydi. Karanlıkların içindeki ışıklar gibiydi. Yalanların doğrusu, nahoşların güzelliği, günahların sevapları gibiydi. O ve ben.
İşte öyle bir şeydi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
282.95k Okunma |
14.6k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |