17. Bölüm

17. BÖLÜM : MELEK UNUTSA ŞEYTAN HATIRLATIR

petrikor.
yagmurluhikayeler

 

"Tanrım, değiştiremediklerimi kabul etmek için bana güç ver."

-melekler ve şeytanlar/dan brown.




17



 

Camdan dışarı bakıyordum. Arabanın içi sessizdi. Sakince İzmir yolunda gidiyorduk. Güç. Tanrıdan isteğim buydu. Ona yalvarma nedenimdi bu. Ellerimi açıp ona kaldırsam, elimden kayıp giden birçok şeye şahitlik ederdim. Bunların başında vicdanım geldi. Kara ile yaptığım bu iştirak düşündürdü, beni ona mı benzetecekti yoksa onu mu bana, düşünüyordum. Sessizliği bölerek başımı ona çevirdim, "Müjgan teyzenin vefatı henüz bende çok tazeyken gidip böyle eğlenip gülmek... Bazen karmaşanın içerisinde unutuyorum. Sonra sanki aklıma gelip bana hesap soruyor."

Yola bakmaya devam etti. Arabanın kısa farları karşıdaki arabanın bagajına hafif dokunuyordu. Direksiyonu tutan elindeki yüzüğe gözüm çarptı. Karanlıkta arada bir parlayarak gözlerime dokunuyordu yansıma.

"Eve gidebiliriz," dedi. Sesi karanlıkla tokalaştı. Kara'nın sesini karanlığın sesine benzetirdim. O da karanlık havalar gibi konuşurdu. Sesi öyle çıkardı. Ben onu incelerken devam etti, "Ben de pek bayılmıyorum tüm o yüksek ses ve kalabalığa."

"Farkındayım," dedim. Gülümsedim. Bunu onu yermek ya da küçük görmek için söylemedim. Zaten kalabalıklardan soyutlanmayı bir güçsüzlük kalkanı olarak görmezdim hiç. Aksine insan kendiyle kaldığında güçlenirdi. Kendini dinlemek, ruhunu dinlendirmekten güzel ne olabilirdi?

"Kara ben odamda eskiden okuduğum bir kitabı buldum. Senin okuyup okumadığını çok merak ediyorum. Kitabın adı En İyi Adamlar Yalnızken Güçlüdür. Orada bir söz geçiyordu, hiç çıkmadı aklımdan. Seçilmiş bir yalnızlık insanın sahip olabileceği en büyük lükstür, diyordu kitap. Doğru mu bu?"

Gülümsedi yola bakarken. Ben de onun gibi kitap alıntısı yapmıştım. Bu beni çok heyecanlandırdı. Önündeki arabaya kısaca selektör yaptı. Araba yavaş akan şeride geçince hızlandı, "Hangisi doğru mu? Bu laf mı, yoksa seçtiğim bu yalnızlıkta memnun olup olmadığım mı?"

"Bu laf işte," dedim ona merakla bakarken, "Sence doğru bir laf mı? Hem sen yalnız değilsin ki. Kardeşlerinle aynı apartmanda yaşıyorsunuz. Tüm mahalle gözünün içine bakıyor, bir şey emretmeni bekliyorlar sanki. Bir ihtiyacın olsa herkes arkanda."

"Doğru değil," dedi. Geriye yaslandı. Yüzük olan eli direksiyonu bıraktı ve bacağına koydu. Kumaş pantolonuna bir süre gözlerim daldı. Diğer eli alttan direksiyonu kavradı. Gaza biraz daha yüklendi. "O söylediğin laf yalnız insanlara atfeden bir vicdan mastürbasyonudur, küçük kiracı. Kimse yalnızlığı bile isteye seçmez. Doğa kanunlarına aykırı." Durup bana döndü ve yavaşça gülümsedi, "Okudum bu arada o kitabı."

"İyi de ama neden?" diye sordum merakla. Önüne döndü gözlerimizi kısaca kesiştirdikten hemen sonra, "Niye hiç evlenmedin ki o zaman?"

"Melek ve sorguları," diye mırıldandı yola bakarken. "Başladık yine."

Sinirlendim. Kaşlarım çatıldı. İtiraf etmek istedim artık. İçimde çokça birikmiş olgu, tenime nüfuz eden pekçe sancı vardı. Bunlar ruhuma kadar indi. "Bazen ne düşünüyorum biliyor musun?" diye sordum. Yola bakarken kaşları sesime odaklanır gibi çatıldı. "Bazen beni hiç ama hiç sevmediğini, benden nefret ettiğini düşünüyorum, Kara."

Bahsettikleri yere varmıştık. Sanırım ikimiz de istemediğimiz bir yere girmek konusunda hemfikirdik. Arabayı park etti. Bana döndü ve anahtarı çevirdi. Motor sesi kesildiğinde sahne ışıkları sanki tamamen bana aydınlandı, "Nefret dolu mu geldim sana benim küçük kiracım?"

Son kozumu oynadım, konuştum. "Hayır. Bana nasıl geldin biliyor musun? Kendini beni sevmek konusunda içten içe çok zorladığını düşünüyorum. Böyle geldin işte bana. Böyle düşünüyorum."

Farlar kapalı da olsa çevredeki dükkanların ışıkları sayesinde mavilerini siyahlardan ayırabildim. Şaşkın ifadesini gizlemedi, "Sen zaten her şeyi hep yanlış düşünüyorsun."

Şaşırarak duraksadım. Omuz silkerek önüme döndüm ve kemerimi açtım gülümserken, "Kara ve kelime oyunları. Başladık yine." dedim. Çok sinirlenmiştim. Bana hayretle bakıyordu.

O gülümserken hırsımı alamayarak devam ettim, "Sana hislerimi söyledim, cevabın bu olmamalıydı. Yine ben küçümsenmemeliydim. Çok can sıkıcısın, çok can kırıcısın Kara." Cevap beklemeden arabadan indim. Derin bir nefes aldım.

Ben ondan basit bir cevap bekledim, o her zamanki gibi işine geldiği gibi başka yerlere çekti konuyu. Nasıl yapıyordu bilmiyorum, ama sözcüklerle oynayıp istediği şekilde hikayenin akışını değiştiriyordu.

Soğuk hava bedenime çarpınca dışarıya boğuk boğuk ses akıtan diskonun içerisine girdim. Kara'yı beklememiştim içeri girerken. Onu neden bekleyecektim ki? O daha ona yakındığım şeyleri bile cevaplamaktan korkuyordu. Ben korkmazdım. Belki de korkardım, bilemiyorum. Ancak karşımda biri onu sevmediğimi ima etse, onu gerçekten seviyorsam bunu belirtirdim. O belirtmedi. Canı sağ olsundu.

İçerisi kocamandı. Büyük bir disko topunun ışıkları renk renk yerlere yansıyordu. Eğlenceli Türkçe ve yabancı şarkılar karışık bir şekilde çalıyordu. İnsanlar eğleniyor, kokteyller içiyorlardı. Birkaç kez diskoya gelmiştim. Annemin çapulsuz marangoz olarak adlandırdığı ablamın eski erkek arkadaşı ve ablam beni getirmişlerdi. Gözlerimi kısarak üstleri örtülü yuvarlak masalarda bizimkileri aradım. Hande ve bir kızı sohbet ederek dans ederken gördüğümde hızla yanlarına adımladım.

"Selam!" dedim gülerek. Kara'ya sıraladığım fırçalar hala bedenimi hararetle yakıyordu. Hızla şarkıya ritim tutmaya başladım sinirden alev alırken, "Ne yapıyorsunuz?"

"Gel gel kutluyoruz sizi! Baksana mahalleden arkadaşımla karşılaştım," dedi Hande kıkırdayarak. "Melisa ve Kaya abim şu ileride." Başımla söylediği yere baktım. Pist kısmının dibinde karşılıklı dans ediyorlardı, "Zeki abim de şu-" dedi ve durdu, "Nereye gitmiş o ya?" Çevreye bakındı. Zeki çoktan Kara'nın yanına gitmiş, bir masanın dibinde ona danslar ediyordu. Kara ise öylece masaya bakıyor, düşünüyordu.

"Ay hayırlısı olsun," dedi Hande'nin yanındaki kız bana bakıp gülerek, "Kara abi sana nasıl bakmış? İnanamadım." Hızla elimi tuttu ve yüzüğe baktı, "Hande dalga geçiyor sandım ben."

"Pardon?" dedim hızla elimi çekerek. Dans etmeyi durdurdum. Şaşkınlıkla kıza baktım, "Neyim varmış benim acaba?"

"Yok kız ondan değil, sadece Kara abiyle pek yan yana sizi yakıştıramadım. O böyle kocaman," diyerek ellerini iki yana açtı, "Upuzun, gösterişli bir küheylan gibi." Durup üzerimi inceledi, "Sen de böyle kısa, çıtı pıtısın. Kara abi daha uzun, şöyle manken gibi bir kız alır sanmıştım hep."

"Yanlış sanmışsın," dedim sinirle kaşlarım çatılırken. "Sizi seçmedi diye hep bu kuyruk acınız."

"Melek?" dedi Hande şaşkınlıkla bana dönüp. Aralık ağzı kapandı ve kahkaha attı, "Kötü bir şey demedi. Sadece boy farkınız çok ya, onu söyledi."

"Kendine baksın o!" dedim sinirle kıza dönüp, "Bu boyla tavlamışım adamı. Demek ki iş zekada bitiyor. Kara'yı isteyip de alamayan tüm kızlardaki ortak sorun... Hepsi Kara için fazla geri zekalı." Saçımı omzumdan geriye doğru savurdum ve bara doğru bakındım, "Ben içki alıp nişanlımın yanına geçeceğim. Bay bay!" Oynayarak bara doğru ilerlemeye başladım. Kara'ya olan öfkeme Hande'nin arkadaşına olan öfkem eklendi. Alev topu gibiydim.

Hande arkamdan kahkaha atarken kız öylece beni izliyordu. Bara doğru ilerledim ve Melisa'ya el salladım. Zıplayıp oynarken heyecanla güldü ve beni yanına çağırdı. Ona olumsuz elimi sallayarak bara oturdum. Derin bir nefes verip ellerimi tezgaha koydum, "Ben çok ağır alkollü bir şeyler alabilir miyim, lütfen? Şöyle tüm sinirimi çekip alsın mümkünse."

"Kimliğiniz?" dedi barmen reşit olup olmadığımı sorar gibi. Hızla çantamdan kimliğimi göstereceğim sırada yanıma oturan adam lafa atladı.

"Birlikteyiz hanımefendiyle," dedi ve viskileri işaret etti. "Ben bir viski alayım, hanımefendi ne istiyorsa verin lütfen."

Durdum. Adamı inceledim. İçinde beyaz bir atlet, üzerinde siyah bir deri ceket vardı. Saçları geriden jöleliydi. Dönemin en meşhur kombinlerinden biriydi bu. Başım arkaya çevrildi. Zeki gözlerini kısmış masadaki bardağını tutup bir yandan bana bakarken, Kara adama bakıyordu. Gülümseyerek önüme döndüm ve barmenin bana uzattığı içkiyi aldım. Yanımdaki adama sırıttım, "Teşekkür ederim beyefendi."

"Rica ederim hanımefendi," dedi sırıtarak. İçkisini bana doğru uzattı. "Güzelliğinizin şerefine."

Başım tekrar arkaya çevrildi. Kara bu sefer adamın elindeki içkiye bakıyordu. Bense omuz silkerek bardağımı adamın bardağına tokuşturdum ve sırıttım, "İltifatınız için teşekkür ederim." Diğer elimi kaldırıp nişan yüzüğümü baş parmağımla yerinde döndürdüm, "Ancak ben nişanlıyım."

"Yalnız girdiniz mekana," dedi yüzüğüme bakarak. "Sizin gibi hoş hanımlar neden eşleri tarafından yalnız bırakılır, inanın hiç anlamıyorum. Sinirinizi çekip alacak bir içki istediniz, nedeni nişanlınız mı?"

"Maalesef," dedim ve derin bir nefes vererek elimi adamın omzuna kısaca vurdum, "Değerimi hiç anlamıyor bu adam benim. İnanabiliyor musun? Beni sevmiyorsun bence diyorum, sen salaksın diyor bana. Tabii kendi tarzında konuşuyor. Hep öyle, kendi edebiyatı var onun. Anlaması güç, ama çabalayınca insan anlıyor."

"Öyle mi?" dedi merakla beni incelerken. Omzuna vuran elimi kibarca tuttu ve dudaklarını elimin üzerine dokundurup öptü, "Duygusal bir boşlukta mısınız? Yoksa sizi hoş sözlerle mutlu etmiyor mu nişanlınız?" Elimi hızla çektim. Başım yana çevrildi. Kara ve Zeki yerlerinde yoktu. Şaşkınlıkla önüme döndüğüm sırada yanımdaki adamın yüzünde bir anda patlayan bardak ile çığlık attım. Kara yanımdaki adamın üzerine uçtu. Adama o kadar hızlı vurmuştu ki, dengesini koruyamadı ve adam bar sandalyesinden yere uçarken adamın üzerine düştü.

Müzik kesilmedi. İnsanların bize yakın dans eden kısmından birkaç kişi durumu fark etse de, pistin ortasındaki kimse bunu görmedi.

Kara hızla doğrulup adama yumruk atmaya başladı. "Sen," dedi ve sertçe vurdu. "Ona." Bir daha yumruk attı. Adamın çenesi kayarken yüzündeki kanlar Kara'nın eline bulaştı. "Nasıl?" Hırladı. Tekrar vurdu. "Nasıl dokunursun?"

Zeki telaşla Kara'nın arkasına geçip beline sarıldı ve onu geriye doğru çekiştirmeye başladı. "Mahallede değiliz!" diye bağırdı, "Lan Kara! Dur amına koyayım, dur! Evde değiliz! Burada yapma! Dur lan!"

"Nasıl!" Kara adama sertçe bir yumruk daha savurdu. Gömleği şişen kol kasları yüzünden yırtılacak gibi oldu. "Nasıl dokunursun!"

Kaya hızla önüne geçip onu geriye doğru itekledi. Zeki ve Kaya'nın arasında kaldı ve nefes nefese bir şekilde yerde acıyla bağıran adama doğru kükredi, "Nasıl öpersin lan! Nasıl dokunursun!"

"Evde değiliz!" diye inledi Zeki. Müziği bastırmaya yetmedi yine de sesi.

"Öldüreceğim lan seni," dedi Kara soluk soluğa. Elini yerde haykırarak yüzünü tutan adama doğru salladı, "Senin ben ananı babanı soyunu sopunu sikeceğim, duydun mu lan beni!"

Arka cebine doğru eli gittiğinde Zeki telaşla onu dışarı doğru sürüklemeye başladı, "Dur artık! Amına koyacağım senin, dur!" diye haykırdı Zeki.

Kara diskonun arka kısmındaki kapıya doğru sürükleniyordu. "Kafanı kopartacağım lan senin!" diye bağırdı elini adama doğru uzatıp, "Duydun mu lan beni! Celladın olacağım lan senin! Şah damarını siktiğimin çocuğu! Duy lan beni!"

Zeki hızla kapıyı üzerlerine kapattı. Kaya telaşla adamı kaldırmaya çalıştı. Adamın yüzünü kandan seçemedim. Disko ışıkları adamın çehresine her dokunduğunda şiş gözleri ve kanlı yüzünü anlık görebiliyordum, "Hadi kardeşim, kalk elini yüzünü yıkayalım." dedi Kaya. Ölüp ölmediğini kontrol ediyordu. Adamın kolunu kendi omzuna attı ve onu ayaklandırmaya çalıştı. "Bak sana o kadar çok para vereceğim ki ömrün boyu zenginlikler içinde yaşayacaksın. Şikayet etme polise, tamam mı kardeşim?"

"Gözlerim!" diye bağırdı adam gözlerini kırparken. "Allah kahretsin! Gözlerim!"

"Tamam kardeşim cam kaçtı gözüne, çıkartırız şimdi. Hadi gel," dedi Kaya onu lavaboya doğru sürüklerken. Gözlerinden kanlar akan adam bağırarak küfürler ediyordu.

"Eşkıya mı lan bu!" diye haykırdı, "Burnum sallanıyor!"

"Yok yok hiçbir şeyin yok," dedi Kaya. Sonunda tuvalete girdiler. Önüme döndüm. Barmenle göz göze geldim. Bana şaşkınlıkla bakıyordu.

"Ne?" dedim nefes nefese bir şekilde, "Ben nereden bilebilirdim nişanlım beyefendinin bunları yapacağını? Beni sakın suçlama. Ben onu döveceğini bilsem bunları yapmazdım, tamam mı?"

"Yok yenge," dedi barmen şaşkınlıkla, "Ben nişanlım deyince anlayamadım. Kara abinin nişanlandığını bilmiyordum."

"Tanıyor musun?" dedim ve şaşkın bir nefes verdim. Başım piste döndüğünde Hande bize bakarak gülüyordu. Elini karnına doğru götürüp, "Oh olsun o adama," babında mırıldandı. Melisa ise olaylardan habersiz öylece dans pistinde oynuyordu. Önüme döndüm ve barmenin bana hazırladığı içkiyi bir anda başıma diktim. Çok sertti, çok çirkindi. Dudaklarımı yalayıp çantamdan cüzdanımı çıkartacağım sırada barmen telaşla elini olumsuz bana doğru uzattı.

"Yok yenge," dedi hala Kara'nın nişanlandığına anlam veremeyerek. "Çok ayıp ediyorsun. Burada senin paran geçmez."

"İyi sağ ol," dedim ve dirseğimi bar tezgahına dayayıp alnımı ovmaya başladım, "Manyağa bak ya!" Sinirlendim. Kendi kendime söylendim. "Deli hödük Kara."

Bir süre geçti. Yanımdaki bar sandalyesine biri oturunca başımı hızla yana çevirdim. Yana baktım ama gözlerim oraya yetişemedi. Bakışlarımı kontrol edemedim. Alkol bedenime hükmetti, "Bak uzak dur yemin ederim nişanlım olacak hödük senin beynini patlatır."

Gülmeye başladı. Sesi tanıdım hemen. Ben de gülmeye başladım, "Kara sen misin?" dedim gülerken. Etraf buğuluydu. Gözlerimi açıp kapatırken istemeden sağa sola sallanıyordum.

"Benim," dedi. Elimi tuttu. Barmene döndü ve ıslak mendil istedi. Elimin üzerini ıslak mendille sildiğini hissettim. Elim üşüdü, "Bir yerlerine cam mam batmadı, değil mi?"

"Ne mümkün? Hepsi adamın gözüne girdi." dedim elimi sildiği sırada. Kaşlarım çatıldı, "Ne yapıyorsun? Elimi mi siliyorsun? Kanamış mı elim?"

"Yok mikroplardan arındırdım," dedi ve mendili avcunun içiyle buruşturarak bar tezgahına bıraktı. "Dokundu ya sana tiyniyetini siktiğimin evladı. Orayı temizledim."

Gülmeye başladım. Sonra hemen ifademi düzeltip kaşlarımı çattım, "Neyse," diyerek saçlarımı geriye attım. Sesi çıkmayınca ona döndüm. Şaşkın şaşkın sırıtıyordu.

"Nedir bu halin?" dedi gülerken, "Bana küstün mü yoksa?"

"Yok ama sana şak diye bir tane çakasım var," dedim sinirle.

"Eskiden içip içip öpmek isterdin, şimdi içip içip dövmek mi istiyorsun beni?" dedi gülerek. Sinirle kaşlarımı kaldırdım ve ifademi dondurdum, "Bana bak bir bana," dedi gülerken. "Tavır mı alıyorsun?" Omuz silktim ayaklanırken.

"Ne tavrı? Beni zorla sevmeye çalışma sen, hani salağım ya ben, gidiyorum şimdi bay bay!" dedim ve yalpalayarak Melisa'ya doğru ilerlemeye başladım. Pistteki kalabalığı bir bir aşarak ona ulaştım ve koluna tutundum. Bana döndü ve gülerek hızla ellerimden tuttu. Birlikte dans etmeye başladık. Kara bardan kalkarak Zeki'nin yanına ilerledi. Elleri arkasında birleşti ve dikildiği masanın dibinden bana bakarak gülmeye başladı. Ona bakmamaya çalışıp Melisa ile oynuyordum. Hande dibimizde bitti ve gülerek oynamaya başladı.

"Gitti mi o aptal kız?" dedim dans ederken.

"Gitti gitti, kıza resmen geri zekalı dedin!" diye güldü Hande, "Bakın bu dans figürü harika! Beni taklit edin!"

Üç kız pistin ortasında oynadığımız sırada gözüm ara ara Kara'ya kayıyordu. Kaya tuvaletten çıkıp ona doğru ilerlemeye başladı. Kara baktığım yöne baktı ve Kaya'yı görünce ellerini arkadan açtı. Zeki ise piste doğru yöneldi.

Zeki bize doğru değişik dans figürleri eşliğinde gelmeye başladığında gülerek ona döndük. Onu ortamıza aldık. Zeki tek tek bizimle oynarken başım Kara'ya döndü. Beni izliyordu. Ona dil çıkarttım ve önüme döndüm, Zeki'ye alkış tutmaya başladım.

Zeki yerde break dans tarzı enteresan hip-hop hareketleri sergiliyordu. Çok komikti. Ceketini çıkarttı ve tepesinde bir kovboy ipi gibi sallandırarak göbek atmaya başladı. Herkesin odağı ona çevrilmişti. Işıklar ona yandı sanki. Zeki'nin çevresinde tüm pist bir çember oluşturdu. Başım Kara'ya çevrildi. Tuvaletten ağzı köpükler içinde bayılan adamı çıkarttılar bu hengamede. Böyleydi bu insanlar. Ne isterlerse yapabiliyorlar, nasıl isterlerse yapabiliyorlardı. Yaptılar da. Arka kapıdan üç adam Kara'nın dövdüğü adamı ağzındaki köpüklerle birlikte dışarı çıkarttı.

Adam diskodan çıktığında Zeki eğilerek selam verdi ve gülerek bizi masasına doğru yöneltti, "Yoruldum yahu!" dedi kahkaha atarken, "Gerçi star ışığına çok alışığım."

"Harikaydın Zeki abi!" dedi Hande kıkırdayarak. Masaya geldiğimizde Melisa hızla Kaya'nın dibine girdi ve kendine bir içki doldurdu.

"İyi ki nişanlandınız ya!" dedi Melisa gülerek, "Bize de nasıl eğlence çıktı!"

"Ben bu nişan muhabbetini anlamıyorum. Resmen kızı düğüne kadar ayırttık gibi bir şey." dedi Zeki içkisini kafasına dikerken.

"Kapora gibi," dedi Kaya kahkaha atarken. Onlara güldüğüm sırada Kara bir yere doğru dikkatle bakıyordu. Oraya döndüm. Bir adam başıyla onay işareti verdi. Kara da ona tamam anlamında bir cevap verdi. Anlaştılar sanki. Adamın işi bitmişti, Kara'ya haberi gitmişti.

"Harbiden he," dedi Zeki gülerken. Yanağımdan makas aldı, "Kız yenge! Düğün ne zaman?"

"Sus be!" dedim gülerken. Konuşamadım bile. Alkole karşı çok fazla direnmeye çalışıyordum, ama olmuyordu. Melisa'ya döndüm, "Ben hava almaya çıkmak istiyorum."

"Hay hay!" dedi Zeki ve Kara'ya döndü, "Sana diyor birader."

"Şey tamam," dedi Melisa, "Kara götürsün seni. Düşersen falan tutar."

"İyi," diyerek Kara'nın önüne geçtim. Oradan çıktık ve sahile doğru ilerlemeye başladık. Kara hemen yanımda ağır ağır ilerlerken gözlerim İzmir'de dolanıyordu.

"Üşüdün mü?" diye sorduğunda başımı olumsuz salladım. Aksine bedenim alkolden alev alıyordu.

"Acıktın mı?" diye sordu bu kez. Tekrar olumsuz salladım. Konuşmak istemiyordum onunla. Küsmüştüm ona.

Deniz kokusu içime girmeye başladı. Sahilde birkaç oğlanın topladıkları küçük odunlara ateş yaktıklarını gördüm. Ona küstüğümü unuttum. Heyecanla Kara'ya döndüm, "Biz de ateş yakalım mı?"

"Yakalım," dedi. Şaşırdım. Ne itiraz etti ne de söylendi. Sahile ilerledik. Kuytu bir yere doğru hızla parmağımı gösterdim.

"Burada yakalım!" dedim gülerken. Başım havaya kalktı, yıldızlara bakarken derin bir deniz havası çektim içime.

Ayakkabılarımı çıkartıp denize doğru ilerledim. Dalgaların ıslattığı kumlara vardım. Su buz gibiydi. Gülerek başımı Kara'ya çevirdim. Bir yandan beni kontrol ediyor, diğer yandan bulduğu çalı çırpı ile minik bir ateş yakıyordu.

"Üşüteceksin," dedi ateşi yakıp doğrulurken. Ellerini çırptı ve bana gel anlamında salladı, "Gel ısın burada."

"Deniz buz gibiydi," dedim ona doğru ilerleyip. Çıplak ayaklarım ıslandığı için kumları tabanına yapışık bir şekilde paytak paytak Kara'nın dibine vardım. Kumlara oturdum ve ellerimi ateşe uzattım.

"Tam alkol içmelik oldu," dedim gülerken. Ona döndüm, "İçelim mi?"

Duraksadı ve etrafa bakındı. Kimse yoktu, "Bekle geliyorum. Sakın kaybolma bir yere." dedi ve ayaklandı.

"Dur dur!" dedim gülerken. Çantamı açtım ve içindeki viski şişesini çıkartıp ortamıza koydum. Kara şaşkınlıkla bana bakarken iki tane cam viski bardağını da kumlara bırakıp ona döndüm ve gülmeye başladım, "Mekandan çıkarken bizim masadan çaldım."

"Ben nasıl bunu görmedim?" dedi hayretle yanıma geri otururken, "Ne ara yaptın bunu?"

Omuz silktim ve kıkırdayarak yarım dolu viski şişesinin kapağını açtım, "Yenisini söylesinler kendilerine." dedim kendi kendime.

Sonra içkiden bir yudum alıp kumlara uzandım. Saçlarım soğuk kumlara dökülürken Kara oturduğu yerden başını bana çevirdi, "Sen iyice pasaklı bir kız oldun."

"Dur daha üstüne kusacağım," dedim kıkırdarken. Gülerek önüne döndü. Bıkkın bir nefes verdim, "Yanıma uzansana."

"Neden?" dedi. Bana baktı yine. Ona dümdüz baktım. "Sen neden bugün oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi somurtuyorsun? Herifi patakladığım için mi? Hak etti gibi bence."

"Hayır," dedim ve doğruldum. Bıkkınlıkla nefes verdim, "Sana çok kızdım. Biliyorsun nedenini." Hızla içkiyi başıma dikip ortamıza bıraktım.

"Eve götüreyim seni. Yat artık sen de istersen," diye mırıldandı. Omuz silktim.

"İstemem," dedim. "Yarın ders yok. Erken yatmama da mani yok."

"Anladım," dedi. Başım ona çevrildi.

"Ben mahalleyi çok özledim. Ne zaman döneceğiz?"

"Bugün yarın dönersiniz, Haydar ile konuşup hallettik." dedi.

"Zaten onun başka şansı var mı?" dedim önüme dönüp, "Adam size saldırdı, olan adamın mahallelisine oldu. Nasıl bir intikam aldınız ondan?"

Bana bakarak sırıtıyordu. Ya alay ya da keyifle. Bulamadım nedenini. İstemeden sırıttım ve başımı ne var anlamında salladım. "Ne gülüyorsun?" dedim gülerken, "Kara seni çözememek bana kafayı yedirtiyor."

"Çok mu istiyorsun?" diye sordu. Önüne döndü ve gözlerini yakamozda dolandırdı. Bir süre baktı ve düşüncelerden çıkıp bayık bir şekilde kısaca güldü, "Beni çözmek mi istiyorsun?"

"Evet çok hem de," dedim merakla yan profiline kilitli bir biçimde. Sertçe yutkundum ve heyecanla devam ettim. "Soruyorum hep, sen de kızıyorsun. Neden kızıyorsun ki bana? Ben merak ediyorum."

"Neyi mesela?"

"O küçük çocuk," dedim hızla. Yüzleşmek istedim. Kaşları yakamoza bakarken çatıldı. Odağı aydan çekilip bana geçse de yüzüme bakmadı. Ben de onun baktığı yarımaya dönerek orada gözlerimizi buluşturdum. "Kapının önünde oyun oynayan bir çocuk vardı. Mimlenmişlerdi. Nerede o çocuk?"

"Teyzesinde," dedi. Hiç düşünmeden konuştu. Şeffaflaştı. Bu bana daha gaz vermiş olacak ki fırsatı kaçırmamak için hızla konuştum.

"Neden orada? Ne oldu ailesine?"

"Babası bir gün alkolü fazla kaçırıp annesine vurmuş," dedi. Ayda kesişen bakışlarımızda dahi mavilerini hissettim sanki. "Annesi iç kanamadan öldü. Çocuğu alıp teyzesine bırakmalarını söyledim. Babayı da mahallemde istemedim. Hepsi bu."

"Neden bu bana asla söylenmedi?" dedim aya bakıp kaşlarımı çatarken. Sinirlendim. Bir yandan da içimdeki közlere sular döküldü. Allak bullak oldum aynı anda. Çocuğa rahatladım içimde, annesini kaybetmesine haykırdım.

"Korkmanı istedim," dedi. Açık sözlülüğü sanki bana sorularıma hız kesmemem konusunda emir verdi. Bana çiylerin şeffaflığıyla yaklaşması gözlerimi aydan çekip onun yan profilinde dinlendirmeme sebep oldu.

"Çünkü korku kontrol etmedeki en güçlü silahtır, değil mi?" dedim. Gülümsedim hemen sonra. Onu biraz da olsa anlayabilmek kendimle gurur duydurdu bana.

"Değil mi?" dedi. Aya bakıp gülümsedi. Onayladı beni. Başımı salladım evet anlamında.

"Kara biliyorum insanlara dokunamıyorsun," dedim hızla, "Ama ben aslında başımı koluna yaslayıp öyle oturmak istiyorum."

"Nasıl?" dedi ve bana döndü. Kaşları çatıktı, "Ne demek dokunamıyorsun? Nereden çıkarttın bunu?"

"Biliyorum işte," dedim omuz silkerek, "Gözlemliyorum seni hep. Sen kimseye dokunamıyorsun."

Önüne döndü. Elindeki bardağı başına dikti. İçkisini bitirip diğer yanına, kumların üzerine boş kadehi bıraktı ve dudaklarını yaladı, "Yanlış gözlemlemişsin. Ben insanlara dokunabiliyorum. Sadece çoğu zaman bu hoşuma gitmiyor."

"O zaman koluna yaslansam hoşuna gitmez mi?" dedim merakla. "Yani doğru, kızlara maşallah pek de güzel dokunabiliyorsun. Öyle duydum Hülya'dan."

"Hay ben bu Hülya'nın," dediğinde gülerek başımı koluna doğru yasladım. Yanağımı gömleğinin kumaşına sürttüm kısaca. Derin bir nefes verdim. Rahatsız olmadı gibi.

"Hande'nin yanındaki kız benimle alay etti. Kara'nın yanına hiç yakışmıyorsun dedi bana," dedim kumlara yansıyan ateş ışığına gözüm dalmış bir şekilde. Yanan ateşin sıcaklığı beni mayıştırmıştı. "Ben senin yanında fazla çirkin kalıyormuşum, öyle söyledi."

"Hallederim yarın," dediğinde başımı kolundan kaldırıp ona çevirdim. Bana döndü ve şaşkınlıkla başını salladı, "Ne bakıyorsun öyle?"

"Neyi halledeceksin ya sen? Kızı korkutup fikirlerini değiştirmesi gerektiğini mi söyleyeceksin?" dedim.

"Hayır, sana saygı duymaları gerektiğini öğreteceğim hepsine," dedi ve tekrar aya baktı. Derin bir nefes verdi, "Unutuyorsun, biz seninle yüzük paylaşıyoruz. Sana yapılan her saygısızlık bana da yapılmıştır."

Başım tekrar koluna yaslandı. Elim kolunu sardı ve ona doğru iyice sokuldum. "Çirkin miyim sence?"

"Güzelsin," dedi. Sonra fısıldadı. "Çok güzelsin."

"Çirkin dedin ama sen bana," dedim. Koluna yaslı yanağımı hafif sürttüm. Kısaca hapşırdım hemen sonra. Burnumu çekerken devam ettim, "Bana senin gözlerin çok çirkin dedin bir keresinde."

"Sen onu nasıl unutmadın? Hani sarhoş olduğun gecelerin ayazında unutuyordun aramızdakileri?" dedi sorar gibi. Yargılayıcı değil, şaşkın sordu. Anlamlar aradı bir iki. Oturuşunu hiç bozmadı.

"Bazı şeyleri alkol yüzünden unutabiliyorum," dedim gözlerim yakamozu izlerken. Ucu belli olmayan siyah deniz ürkütmedi. "Ama o dediğini unutmadım işte. Kaç hafta oldu onu bana diyeli. Unutmadım. Ben sana gözlerin çok güzel dedim. Maviş maviş dedim, sen senin gözlerin çok çirkin dedin. Bana böyle söyledin."

"Bu konuşmayı da yarın sabah hatırlayacak mısın?" diye sordu. Sesi keyifli çıktı. Yüzünü göremesem de gülümsediğini düşündüm, "Daha doğrusu içine atıp haftalar sonra önüme sunacak mısın? Ona göre bir cevap vereyim sana."

"Hatırlamam," diyerek kıkırdadım. "Söyle bakalım, neden çirkinmiş benim gözlerim?"

Bir şey söylemedi. Yalnızca derin bir nefes verdi. Göremedim, ama uykuya selam vermiş gibiydi. Gözlerini kapattığını düşündüm. Ben de kapattım. Dalga seslerini dinledik.

"Konuşsana," diye mırıldandım bölerek sessizliği. Ağzımı açmadan zar zor sordum. Gözlerimi açamadım. "Neden çirkin dedin benim gözlerime?"

"Çirkin dedim, çünkü kıskanırdım. Gözlerin başka gözlere dokunup da güler diye."

"Ha?" dedim başımı kaldırıp. Şaşkınlıkla yanan ateşe doğru bakabildim en fazla. Kara'ya dönmeye çalıştığımda viski kadehine alkol doldurup bana uzattı. Gülerek viskiden birkaç yudum içtim.

"İç bol bol. Sakın yarın bunu hatırlama," dediğinde ona döndüm gülerken. Aklım algılayamıyordu. Buna güvenerek içini döktü. Sanki sırlarını serdi. Önüne döndü, "Oh be!" dedi. Birkaç yudum içtiğim içki bardağını elimden aldı ve başına dikti. Rahatladı. Belli ki içinde çok tutmuş, sabırla beklemişti bu cümleyi bana kuracağı zamanı. Hemen ardından bir içki daha doldurup içti. Sonra bir tane daha.

"Çok korkarım," dedim. Bana döndü alkollü dudaklarını yalarken. Sarhoş oldu gibi. "Kara çok korkarım yarın bunu hatırlamaya."

"Biliyorum," dedi yer yer sekteye uğrayarak. Apaçık sarhoş olmuştu. Gülümsedi, "O yüzden unut, olur mu? Az önce söylediğim şeyi yarın sakın hatırlama."

"Onu değil," dedim heyecandan titrerken. Dalga sesleri beni ürküttü belki. Belki de alkolden titremiştim, bilemiyorum, "Bunu hatırlamaya çok korkarım. Çünkü utanırım."

"Neyi hatırlamaya utanırsın?" dedi zar zor. Konuşamadı bile alkolden.

"Bunu hatırlamaya utanırım," dedim zar zor. Konuşamadım bile alkolden.

Durdu. Üzerimi inceledi kaşları şaşkın çatıkken, "Neyi neyi?" diye geveledi ağzında.

"Bunu," dedim. Nefesimi tuttum. Cesaretim yoktu. Tuttuğum nefesim beni boğdu. Korkuyordum. Düşünüyordum. Dalga sesleri bana yapmamı söyledi. Önümüzde yanan ateşin cızırtıları bana yapmamı söyledi. Cesaretim vardı. Dayanamadım. Hızla ona doğru atıldım. Bir anda dudaklarına dudaklarımı dokundurdum. Buz gibiydi dudakları. Alkol tadı onun tadına karışmıştı. Bir kez daha sarhoş oldum. Dudakları dudaklarıma yapışıkken yavaşça onu öpmeye başladım. Direnir gibi tuttu kendini. Nefes almayı kesti. Sonra bir anda eli enseme gitti ve beni çok sert öpmeye başladı. Burnundan çıkarttığı hırslı nefes yüzümü yaktı. Dudakları dudaklarımı yiyordu. Deli gibi öpüyordu beni. Ensemdeki eli beni sertçe kendine bastırıyordu. İçim kıpır kıpır, bedenim hopluyordu. Sanki soyutlaştık. Ruhlarımız tokalaştı. Ellerimi hızla kollarına götürdüm ve onun deli öpüşlerine ayak uydurmaya çalışırken gömleğinin üzerinden şiş kollarını avuçlamaya başladım. Dayanamıyordum. Öperken hırladı. Öperken inledim.

Ben yarın bunu unuturdum belki. Unutmak istedim belli ki. Düşünüp utanırdım çünkü. Ama şeytanla melek tokalaştı artık. Melek unutsa şeytan hatırlatırdı. Hatırlatacaktı.

 

Bölüm : 04.12.2024 20:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 17. BÖLÜM : MELEK UNUTSA ŞEYTAN HATIRLATIR
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ
Hikayeyi Paylaş
Loading...