16
Kader bana bir şeyler yapmaya çalıştı. Halk dilinde buna şark kurnazlığı dendi. Sahi, tüm bu seneler boyu süren savrulma... Rüzgar mı beni itekledi, yoksa Kara'nın zamanında bana aksini belirttiği o güçsüz kanatlarımın nezdinde ilerlemenin çığıltısı mı bu? Ne bu?
"Abla bıraksana," dedim kolumdan tutmuş beni mahalleden dışarı sürüklediği sırada. Ayak tabanım sürekli çatlaklı asfalta sürtüp duruyor, saçlarım rüzgarla eş uçuşuyordu, "Ya bırak abla beni. Bırak da açıklayayım. Yemin ederim arka planı çok farklı bir durum bu."
"Kes sesini," diye mırıldandı. Dinlemek istemedi. Gözleri kısık, içinde harman bir öfke vardı. Ablam genelde anne görevi üstlenmiş bir elçiydi. Sözü bana hep geçer, gözü hep üzerimde eserdi, "Küçük aptal şımarık çocuk. Seni okumaya yolladık, ev sahibinle işi pişirmişsin, bir de nikah günleri mi konuşuyorsunuz? Bu ne cüret? Bu ne rahatlık Melek?"
Beni otobüse doğru fırlattı. Şoförün yanındaki kutuya iki bilet atıp bedenimi itekledi. Savsaklamanın bedeli kaynayan beynim oldu, "Nereye gidiyoruz?"
"Manisa'ya gidiyoruz. Babamla konuşacaksın," dedi ve bir koltuğa oturup geriye yaslandı. Alnını ovarken sızlanıyordu, "Sana öğrettiğim her şey, tüm emeklerim... Ben senelerce boşuna yetiştirmişim seni. Babam tüm bu genişliği duysun da seni bir güzel dövsün, akıllanırsın belki. Bunu hak ettin."
"Bildiğin gibi değil," dedim yanına oturup. Başımı ona çevirdim ve kolunu dürttüm. Odağını düşüncelerinden çok bana vermesini istedim. Sonra durdum. Aralık ağzım asılı kaldı. Ona ne diyebilirdim ki? Mahalleden atılıp öleceğim korkusuna can havli ile bir yalan söyledim mi diyecektim? Bunu nasıl derdim? Bunun sonuçlarını nasıl üstlenirdim?
Camdan bakarken gözlerini siliyordu, "Kaç yaşında bu herif Melek?" dedi ağlarken, "Neden yapıyorsun ablacığım sen böyle şeyler?"
"Abla hayır hayır," diyerek başımı onaylamaz çevirdim, "Daha değil. Okul bitince. Yemin ederim."
"O okul bitmeden gönül işlerine bulaşırsan, okulunu bırakırsan sana hakkım helal değil," dedi ve bana döndü. Yüzleşti benimle. Kendini gördü sanki gözlerimde, belki de görmekten korktuğu için diretti, "Sen özgür bir kız olacaksın. Hiçbir adama tamah etmeyeceksin. Avcunu açıp da para istemeyeceksin." Derin bir nefes verdi. Dolu gözlerini sildi, "Sen benim gibi olmayacaksın."
Onaylar salladım başımı bu kez. Alt dudağımı emerken telaşla gözlerimi kocaman açtım. Onun korkusu benim kırıklığım oldu, "Okul bitmeden asla." diye fısıldadım, "Sadece babası ile tanıştım, o kadar. Babamlara bunu söylemesek olur mu?"
Önüne döndü. Otobüs otogarın önüne vardığında kuzu gibi arkasından ilerliyordum. Bizi Manisa'ya giden küçük bir dolmuşa oturtup muavinden bilet satın aldı. Yol boyu onu ikna etmeye çalıştım. Ben ona dil dökerken Manisa yolu benimle birlikte direndi sanki.
Sıfır noktasındaydım. Öyle bir yerdi ki burası, babamdan dayak yememek adına Kara'dan yardım istemeyi dahi düşündüm. Vahametin gerçekliği ile parmaklarımı kemirdiğim sırada ablam bizi dolmuştan indirdi. Köye geldik. Evime. Korkudan bacaklarımın titrediğini hissettim. Boynumda atan nabız güçlenerek kendini belirtti. Ablam sinirle kapı tokmağını vurdu.
Annem açtı. Gözleri parladı. Sırasıyla ablamla bana baktı ve elindeki köpük dolu lifi yana doğru bırakarak bana doğru atıldı, "Hoş geldiniz canımın parçaları. Anneye sürpriz mi yaptınız?" Sarıldım. Onu çok özlemiştim. Ruhuma kadar işleyen adrenalin ağır geldi. İstemeden gözlerim aktı. Ağlamamla annem sırtımı sıvazlayarak geri çekildi, "Ana kuzusu bu, baksana Gülsüm."
Ablam içeri geçti, "Ya ya..." dedi ve durup elini beline koydu. Diğer eli sinirle havaya kalktı, "Ana kuzusu gitmiş mahallenin kurduyla aşna fişne yapmış!"
"Ne diyorsun ya?" dedim sinirle. Korkunun yerini öfke aldı, "Daha doğru kelimelerle konuş bana abla."
"Kes! Adam benimle yaşıt neredeyse! Evlilik hasbıhalleri ediliyor, siz burada anca oturun! Olan bitenin farkında mısın anne sen? Hemen babamı ara, gelsin. Konuşulacak bu mevzu."
"Ne?" dedi annem. Gözleri şaşkın şaşkın bana döndü, "Kız hani senin hoşlandığın birisi yoktu?"
"Ya of abla, of!" diye çığlık attım, "Of! Niye yapıyorsun bunu ya!" Ayağımı sertçe yere vurdum, "Ben her şeyi ayarlamıştım. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Neden karıştırıyorsun ortalığı!"
İşaret parmağı tehditkar biçimde savruldu bana, "Bak o sesini bana kaldırma, seni babamdan önce ben döverim Melek."
"Bir dakika bir dakika," diyerek araya girdi annem. Sırasıyla bize baktı, bende gözleri dinlendi, "Kim bu gönlünü verdiğin?"
"Ev sahibiymiş," dedi ablam histerik bir kahkaha ile, "İnanabiliyor musun? Evi kiraladığınız adam, benimle yaşıt diyorum sana anne!"
Annem bana döndü. Kaşları çatılırken gülümsedi. Hoşuna gitti gibi. Heyecanla kocaman bir nefes aldı, "Ev sahibi mi..." diye söylendi kendi kendine, "Şu renkli gözlü çocuk mu?" Sıfır noktasındaydım yine. Burada sıkışıp kalmıştım. Çıkış yolu bulamıyordum. Her yol bana kesişiyor, çıkmazları önüme seriyordu.
Kara zamanında bana yolları ona sunmamı, yoksa şaşacağını bir kitap satırı ile alıntıladı. O kitabı açıp tam o kısmı Kara'nın gözüne sokmak istedim. Lazımdı bana, bir yol sunmalıydı. Sıra ondaydı. Yoktu ama.
"Pek de zengin," dedi annem cevap vermediğimde. Sırıtarak yere baktı. Düşüncelere, hayallere gitti, "Çok da donanımlı bir adam. Ev kontratını imzalarken ayaküstü babanla sohbet etti. Çok kibar, güler yüzlü."
"Sen aklını kaçırmışsın," dedi ablam şaşkınlıkla, "Ne dediğinin farkında mısın sen? Okuyor bu kız valide hanım, hey hey! Kendine gel! Bırak artık parayı pulu, senin zengin damat arzuların yüzünden benim hayatım karardı, görmüyor musun?"
"Ne isteyecektim başka size?" dedi annem sinirle başını kaldırıp. Hedefi ablamdı. Gözlerini kıstı sinirle, "Kızlarım ferah içinde yaşasın istedim. Seni evlenmek istediğin o marangoz çapulsuza vermedik de fena mı ettik, Gülsüm? Bak kocana. Yediğin önünde, yemediğin arkanda. Kendime mi istedim ben o damadı? Sana istedim. Nankörlük etme." Ablam cevap vermedi. Annem lifi kovaya attı ve telefona ilerledi, "Geldin madem yerleri çitileyiver. Belim koptu sabahtan beri."
Başımla annemi takip ediyordum. Ablam sinirle kovanın dibine çöktü ve lifi alarak tellerinin arasına köpük doldurdu. İki eliyle birden yerleri silmeye başladığında uslu bir çocuğa dönmüştü. Annem babamı arayıp eve çağırdı ve bana döndü. Üzerimi inceledi ve kaşları çatıldı, "Yeni mi bu elbise?"
Üzerimdeki pembe elbiseye baktım, "Evet anne, arkadaşım aldı."
"İyi. Gülsüm yerleri silerken sen de koş domates al. Akşama size dolma yapayım. Girişte nakit para var." Annem hem beni hem ablamı ekarte ederek mutfağa yöneldi. Girişten para alıp evden çıktım. Park halindeki kamyonetin dibine doğru ilerlerken etrafı inceliyordum. Babamla yüzleşmek istemedim. Kaçarak mahalleye dönmeyi düşündüm. Yapamadım.
Kasanın içinden bu mevsime göre gözüme ilişen en taze domatesleri seçtim ve abiye parayı uzattım. Poşeti elime alıp köyde ilerlerken mahallenin kahvehanesine baktım. Babam çoktan oradan ayrılmış, eve gitmişti belki. Onu özlediğim için sevinmek yerine onunla yüzleşeceğim için korktum. İki duyguyu aynı anda yaşadım. İlerlediğim sırada bir telefon kulübesinde durdum. Etrafa bakındım. Tanıdık görmeyince bir jeton atarak aklıma kazıdığım numarayı tuşladım. Kulpu kulağıma götürdüm, bekledim.
"Evet?" sesiyle bedenim çözüldü. Domates poşetini yere bırakıp diğer elimle kulpu kulağıma doğru iyice bastırdım.
"Kara..." dedim mırıldanarak. Etrafa baktım. Birileri duyar diye korktum, "Ben Manisa'ya geldim. Ablam çok öfkeli. Annem öğrendi, ne yapacağız?" Kahkaha attı. Hep kısık kısık gülerdi, şimdi ise yüksek bir şekilde güldü. O gülünce şaşırarak gülmeye başladım, "Gülmesene!" dedim gülerken, "Bir şeyler yap! Ne yapacağız?"
"Hallederiz," dedi gülerken. Gülmesi nedensizce korkuları çekip aldı benden. Devam etti, "Vermezlerse seni gelip kaçırırım, rahat ol."
"Ya dalga geçmesene!" dedim kaşlarım çatık, sırıtarak. Sağa sola bakınırken kulübenin iki yanındaki şeffaf camlara dökülen yağmur damlalarını parmağımla takip etmeye başladım, "Ne yapacağız?"
"Ne yapalım?" diye sordu. O da benden akıl istedi. Belki de gösteride en başından beri ipleri bana verdiği için kuklalara dokunmak istemedi. Buna şaşırmıştım.
Gözlerim yağmur damlalarının izlerinde dolanırken parmağımı camda asılı bıraktım. "Bilmiyorum, buraya kadar hep benim dediğimi yaptık. Şimdi de senin dediğini yapalım."
"Bazı anlarda hiçbir şey yapmayarak çok şey yaparsın. Ben derim ki bir süre biz bir şeyler yapmayalım. Bırakalım olacak şeyler olsun." Sıkılmıştı. Sürekli oyunlar çevirmekten, benimle uğraşmak onu sıktı. Böyle hissettim.
"Öyle mi dersin?" dedim derin bir nefes verip. Sesim çocuksu çıktı, "O halde akışına mı bırakalım, Kara?" Güldü yine telefonun karşısından. Sıkılmaktan ziyade eğleniyor gibiydi de. Çok karmaşıktı. Aklını okumak için saatler boyu köydeki tarlalarda çakan şimşeklerin altında dahi koşuşturabilirdim. Öyle meraklıydım onun aklına.
"Öyle derim," dedi. Sesi eza yardımıydı. Benim sürekli tırıs gitmem hakkında ne düşünüyordu, bir türlü çözemesem dahi o an için sormaya cesaret edemedim.
"Babam bunu duyarsa ve beni okuldan almaya karar verirse ne yapabiliriz?" diye sordum. Ortak bir dil kullandım, onunla bir madalyonun iki yüzeyi de olsak aynı ham maddelerden yapıldığımızı vurgulamak istedim.
"Ben hallederim öyle bir sorun olursa, merak etme," dedi. Rahatladım. Ona sonsuz güveniyordum. Halledeceğine inanmıyordum, bunu biliyordum. Bilmenin inanmaktan çok daha güçlü bir olgu olduğunu bana o öğretmişti.
"O zaman ben rahatlamış bir şekilde eve döneyim, akışına bırakalım... Bir sorun olursa sen zaten halledersin," Duraksadım, "Şey," dedim ve telefon kulübesinden bizim evi işaret ettim, "Ev derken Manisa'daki eve yani, İzmir'dekine değil."
"Ne çok evin oldu, değil mi?" dedi diğer uçtan. Eskiden olsa sohbeti kısa kesmem gerektiğini, hattı meşgul ettiğimi söylerdi. Şimdiyse pek rahatsız gibi çıkmadı sesi, "Bir tane de Bornova'da var."
"Doğru diyorsun. O kocaman malikaneyi unutmamak lazım," dedim kıkırdayarak, "Üç tane evim var benim, değil mi Kara?"
"Öyle," dedi. Sesi keyifliydi. Bir müddet sessizlik girdi aramıza. Derin bir nefes verdiğini duydum, "Haberleşiriz."
"Tamam," dedim başımı onaylar anlamda sallayarak. Sertçe yutkundum. Gözlerim ankesörlü telefonun tuşlarında dolanıyordu, "Görüşürüz."
"Görüşürüz kiracı," dedi. Hattın kapanma sesini duydum. Telefonu yerine yerleştirip yerdeki poşeti aldım ve eve yöneldim. Eve girmemle annem telaşla bağırdı, "Melek, koş! Babanın gömleğini ütüle!" Hızla bir odaya girdi. Şaşkınlıkla domates dolu poşeti mutfağa götürdüm. Babam mutfakta ablam ile hararetli bir şekilde konuşuyordu. Beni görmesiyle kollarını açtı.
"Hoş geldin babacığım," dedim ezilip büzülüp. Poşeti tezgaha bıraktım ve çekinerek sarıldım. Bana kızmasından çok korkuyordum. Ablam sinirle bana bakarken babam gülümsedi.
"Sen de hoş geldin yavrum," dedi ve ablamı işaret etti, "Ablana da anlatıyordum. Sen de kulak ver dediklerime. Madem bir sevdalın var, öyle ulu orta arkadaşlık olmaz. Takarız yüzüklerinizi, alnımızın akı ile seni orada okuturuz."
"Aslında acele etmemize gerek yoktu. Yani bizim hiçbir acelemiz yok," dedim. Kıpkırmızı oldum. Ablam sinirle yanımdan çekip içeri yöneldi.
"Oğlanın peder ile görüştüm," dedi babam mutfak tezgahına dayanarak, "Bu akşam istemeye gelecekler."
Gözlerim açıldı. Ses bile çıkartamadım. Mani olması için ablama baktım. Mutfağın girişinde durup bana baktı ve güldü, "Sakın bakma bana. Sesimi çıkartmıyorum ama tek şartla!" dedi ve öfkeyle bana doğru eğildi, "O okuldan mezun olacaksın, mesleğini eline alacaksın. Duydun mu beni ablacığım?"
Başımı onaylar salladığım sırada annem çığlıklar eşliğinde mutfağa girdi, "Siz hala ne duruyorsunuz! Necati koş marketten kolonya almaya!" diyerek babama bağırdı. Hemen sonra bana döndü, "Sen de yürü toz almaya, ablana yardım et!" Ellerini açıp avuç içlerini tavana doğru uzattı, "Allah'ım son anda nereden çıktı şimdi bu kız isteme? Neden bu kadar acele ettiniz?"
"Hanım, madem kızlar da burada, halledelim çıksın aradan istedik. Oğlanın babası da gecikmeye karşı. Dost gibi dolaşmasınlar, yüzükleri olsun gönüllerince gezsinler."
"Necati git hadi!" dedi annem onu itekleyerek, "Tulumba tatlısı da al bir ton!" diye bağırdı. Babam gülerek tamam anlamında elini salladı ve mutfaktan çıktı. Bense şaşkınlıkla annemin telaşesini izliyordum. Annem hızla önlüğünü giyip kollarını sıvadı ve poğaça yapmaya başladı, "Melek git kek falan yap sen de saf saf durma!"
"Anne sakin olsana," dedim şaşırarak, "Ya Kara benim ağzıma sıçacak! Of!"
"Kaç kişi gelecekler?" dedi oklava ile hamuru açarken, "Ben bir sürü şey hazırlıyorum, yeter mi acaba o kadar insana? Sen bir sorup öğren kızım."
"Anne ne bileyim ya," dedim ağlamaklı bir şekilde mutfaktan çıkarken. Ablam telaşla etrafın tozlarını alıyor, bir yandan da söyleniyordu.
Girişteki portmantonun üzerindeki ev telefonuna gidip derin bir nefes verdim. Kara'nın numarasını tuşladım ve kulağıma götürdüm.
"Evet?" diyerek açtı. Birkaç saniye ne diyeceğimi bilemeyerek etrafa baktım.
"Şey," diye mırıldandım, "Yine ben."
"Yine sen," dedi karşıdan. Sesi keyifli çıktı, "Dinliyorum."
"Babanla konuştun mu?" diye sordum. Heyecandan bağırmıştım.
"Konuştum," dedi gülerken, "Girdaba girmek nasıl hissettiriyor?"
"Kara çok kötü," dedim ve telefonun kablosunu tutarak yere oturdum. Yerde bağdaş kurup derin bir nefes verdim, "Yani küçük bir kelebek etkisiydi hepsi. Kadir'den rahmetliye kaset almaya gittim, ve şimdi geldiğimiz noktaya bak."
"Noktalar cümleleri sonlandırır, kiracı. Sanıyorum ki hikayemize bir nokta koymak için henüz erken." Duraksadı, "Özellikle sende bu çene varken."
"Of tamam evet hepsi benim suçum!" dedim sinirle yere bakarak, "Ama ne yapayım, Kara? Ne yapacağız yani biz şimdi?"
"Eğer bu aptal oyunu sonlandırmak istersen ben halledebilirim."
"Sen?" dedim. Cesaret ile karşılaştım. Neden sordum bilmiyorum, meraklarıma yenildim.
"Ben?" dedi. Beklemediği bir soruydu. Sesi dondu sanki, "Ne ben?"
"Sen sonlandırmak istemez misin bu oyunu?" dedim. Anlamsızlıklarda anlamlar aramaya hala devam ediyordum. Kendi alnıma yavaşça vurdum, "Yani şey Kara..." dedim mırıldanarak, "Bence dönemeyiz gibi buradan. Düğün konusu açılırsa okulu beklediğimizi söyleriz. Ablam bize destek olacak."
"O halde akşam görüşürüz," dedi. Hala şaşkındı. Neden onu sorguladığımı bir türlü anlayamadı. Hoş, ben de anlayamadım. Telefonu kapattı.
"Aptal aptal sorular soruyorsun Melek!" dedim sinirle yerden kalkarken. Ablamla eski odamıza girdim. Kendi yatağıma oturdum ve etrafı incelemeye başladım. Çocukluğuma baktım. Kütüphanemdeki kitaplara göz gezdirdim. Kitapları görünce aklıma hep Kara geliyordu. Kütüphanemdeki hangi kitapları okumuş olabileceğini içimden tahmin ettiğim sırada ablam sinirle odaya girdi.
"Ne giyeceksin sen?" dedi öfkeyle. Omuz silktim kitaplara bakarken. Evde annemin hengamesi bitmezken ben öylece kitaplara dalmıştım. Komodin çekmecemde günlüğümü buldum. Onu çantama koydum ve günlük tutmaya devam etmem gerektiğini anımsadım. Akşama doğru annem hazırlıklarını tamamlamış, üzerini değiştirmişti. Babam şık giyinirken ablam etrafta öylece dolanıp duruyordu. Kapı çaldı.
Odadan çıkıp koridora doğru koşturdum. Annem babamın kravatını takıyordu. Durup bana döndü, "Kız açsana!"
"Ben mi açacağım ya?" dedim korkuyla, "Abla sen aç!"
"Salak mısın? Sen açacaksın," dedi ablam bıkkınlıkla. Koridorda yavaşça ilerlemeye başladım. Kara'nın tüm bu oyunlardan sıkılıp patlamasından o kadar korkuyordum ki... Belki de içeri girerek beni herkese rezil edecekti. Söylediğim yalanları dayanamayarak anlatacaktı. Belki de beni evinden çıkartacaktı. Kiracısı olmamı istemeyecekti. Düşüncelere dalıp kapıyı açmadığımda annem ve babam koridora sırtlarını dayamış, sıra halinde yan yana duruyorlardı.
Kapıyı açtım. Kara karşımdaydı. Simsiyahtı. Siyah bir gömlek giymişti. Büyük kolları gömleği yırtacak gibiydi. Çok güzeldi. Altında siyah bir kumaş pantolon, belini saran siyah deri bir kemeri vardı. Çok güzeldi. Siyah saçları her zamanki gibi hafif dağınık, kirli sakalları hafif uzundu. Çok güzeldi. Göz göze geldiğimizde istemeden gülmeye başladı. O güldükçe ben de gülüyordum. İçinde bulunduğumuz durum yüzünden bana aklının derinlerinde küfürler ettiğini düşündüm. Ettiyse de hakkıydı. Gülerek bana gülleri uzattı, "Merhabalar. Sana."
"Çok teşekkür ederim," dedim gülerken. Sinirlerimiz çökmüştü. Gülleri alıp geriye çekildim. Annem ona tokalaşmak için atılırken Kara başıyla selam vererek anne ve babamı geçti. Kara'nın insanlara dokunma konusundaki bariyerlerinin farkındaydım. Dibimden geçerken kokusu iz bıraktı. Derin bir nefes alıp kısaca sersemledim.
Hemen arkasından babası girdi. Her zamanki gösterişi ile elini uzattı, "Merhabalar Ecevit amcacığım," diyerek hızla elini öptüm. Anne ve babamla sırasıyla tokalaştığı sırada Kaya arkasından girdi.
"Selam yenge," dedi kahkaha atarken. Onunla tokalaşırken gülüyordum. Bu duruma onları soktuğum için belki de hepsi birden Kara ile alay ediyordu.
Hande bana sıkıca sarıldı, "İnanamıyorum benim için resmen evleniyorsunuz," dedi sessizce kıkırdayarak. Ona sarılırken güllerin şeklini bozmamaya özen gösterdim.
"Dur daha senin için çocuk yapacağız," dedim gülerek. Hande, anne ve babamın ellerini öpüp salona ilerlerken Zeki belirdi ve gülerek bana sarıldı.
"Oy benim gelin kızım," dedi keyifle, "Büyümüş de mahallenin patronuyla nişanlanırmış."
"Susar mısın?" dedim gülerken. Anne ve babamla tokalaşıp içeri geçti. Elinde bir çikolata paketi vardı. Hepsi jantiydi. Çok asil görünüyorlardı. Zeki'nin hemen arkasında Melisa'yı gördüğümde şaşkınlıkla duraksadım.
"Dostikom kambersiz düğün olur mu?" dedi ve hızla bana sarıldı, "Ay bu pembiş elbise çok şekermiş!"
"Hakan mı söyledi?" dedim gülerek, "Hoş geldin!"
"Evet! Aileler arası denildi ama baktım Zeki isimli bu mahallenin manyağı da var, ben de geleyim dedim. Yolda sürekli manyak manyak hareketler yaptı. Üç tane farklı araba ile yarıştı. Dönüşte Kaya ile gitmeyi düşünüyorum." Zeki elbette ona yolda işin aslını anlatmıştı. Melisa'nın bu nedenle Kara ile nişanlanma savsatamıza verdiği tepki gülmek olmuştu.
Herkes içeri geçtiğinde ablamın yanına oturup geriye yaslandım, "Kalksana, herifin yanına otur, aptal," diye mırıldandığında hızla kalkıp Kara'nın yanına oturdum. Geriye yaslandım ve ellerimi bacaklarımın arasına soktum. Elbisemin eteğini incelerken başımı Kara'ya çevirdim.
"Hoş geldiniz, İzmir nasıl?" dedi babam ellerini birleştirmiş, karnının üzerinde tutarken. Kara'ya baktığımda bana bakarak gülüyordu. İstemeden gülmeye başladım.
"Hoş bulduk Necati Bey," dedi Ecevit amca babacan sesle, "Yollar kısa sürüyor. Yirmi dakikada vardık buraya. İzmir'in havasını getirdik size."
"Ne gülüyorsun ya?" dedim Kara'ya bakıp kıkırdarken. Önüne döndü ve başını olumsuz sallarken dudaklarını yaladı.
"Ne iyi ettiniz efendim!" dedi babam dominant bir sesle, "Artık yolu öğrendiniz, hep gelirsiniz."
"Şu halimize bak," dedi Kara halıyı incelerken. Gülümsüyordu. Mutlu muydu, yoksa sinirleri mi bozuktu bir türlü çözemiyordum, "Ah benim küçük kiracım..." diye fısıldadı.
"Bizim bazı şartlarımız var," dedi ablam araya girerek. Melisa ve Hande şaşkınlıkla ablamı izlerken Zeki gözlerini kısmış, her an lafa atlamak için an kolluyordu.
"Tabii tabii," dedi Ecevit amca ve kumaş ceketinin düğmesini çözüp oturuşunu rahatlattı, "Başlık parası meblağsını bize belirtin, size kat be kat üstünde ödeyeceğiz."
Ablam güldü ve başını olumsuz salladı. Bıkkınlıkla nefes verdi, "Biz para falan istemiyoruz. Tek şartımız Melek'in okulunu bitirmesi. Bu söz nişan işleri nedeni ile mektebini bırakmayacak."
Tüm bakışlar Kara'ya çevrildi. Kara yeri izlerken sessizleşen ev ortamı ile başını kaldırıp tek tek herkese baktı. Mavi gözleri ablamda durdu, "Melek istediği şeyi yapmakta özgür. Bunun için benden onay alacağı imajı çizdiysem bu beni kırar."
"İyi," dedi ablam başını olumlu sallarken, "Sorun yok o halde."
"Af buyurun," dedi babam merakla araya girerek. Kara'ya dikkatle baktı, "Özgürlük dediniz, solcu muydunuz sağcı mı?"
"Efendim ülkemiz çok taze büyük bir darbeden çıktı. Hepimiz yıprandık," diyerek Ecevit amca araya girdi, "Sağ sol diyerek insanları ayırmayalım. Hepimiz aynı bayrağın dalgalandığı topraklarda yaşıyoruz. Ortak paydada buluşalım."
"Hey!" dedi ablam şaşkınlıkla araya girerek, "Karşı görüşteyseniz nasıl anlaşacağız?"
"Siz anlaşmayacaksınız," dedi Kara. Sessizleşti ortam. Geriye yaslandı ve bıkkınlıkla nefes verdi halıya bakarken, "Melek ve ben anlaşacağız."
"Öyle mi beyefendi?" dedi ablam gözlerini belerterek, "Benim kız kardeşimle farklı siyasi görüşlerdeyseniz ne olacak?"
"Senin kız kardeşinle farklı siyasi görüşlerde olmuş olacağız," dedi Kara halıya bakıp sırıtırken. Kara'nın siyasi görüşünü bilmiyordum. O da benimkini bilmiyordu. Buna rağmen istifini bozmadı. Gözleri kalktı ve ablama bakarak gülümsedi, "Tekrar ediyorum, bu kız kardeşinle benim aramda."
"Sus artık," dedi annem fısıltıyla. Gözleri ile ablamı öldürüyordu. Yapay bir şekilde güldü, "Hadi kalkın kahveleri yapın kızlar. Kim nasıl içer acaba?"
Melisa ve Hande siparişleri alıp ayaklanırken ablam sinirle kalkıp mutfağa yöneldi. Zeki ise telaşla bağırdı, "Özgürlükçü bir ülkedeyiz! Abla! Seni anladım ben! Kadınlar özgür olmalı, haklısın! Hiç merak etme, bu aile feminist bir aile!"
"Ne diyor bu deli yine?" dedi Hande gülerek mutfağa girerken. Melisa mutfak kapısından başını uzatıp bana gel işaretleri yaptığında telaşla Kara'nın yanından kalkıp mutfağa yöneldim. Ablam cezveleri çıkartıp zamanında kendine aldığı nişan tepsisini hazırlarken ben öylece tezgaha oturmuş, gülüyordum.
"Zeki abi yine nabza göre şerbet veriyor," dedi Melisa gülerek, "Bu adam tam bir manyak."
"Haydar'a söylersin sen şimdi burada olan sohbetleri," dedi Hande Türk kahvelerini yaparken, "Köstebek seni..."
"Ben iki mahalle arasına barış getireceğim," dedi Melisa kıkırdayarak, "Hande senin abilerin de maşallah, karizmaları bizim mahallede bile konuşuluyor."
"Bana bak," dedi Hande sinirle cezvedeki kahveyi karıştırırken, "Bak benim abimden gözünü çek, oyarım senin gözünü."
"He he," dedi Melisa gülerek ve bana bakıp duraksadı, "Yapsana nişanlının kahvesini!"
Telaşla tezgahtan indim. Bir başka cezve alıp diğer ocağı ateşledim ve kahve yapmaya başladım. Hande gülerek tuzluğu eline aldı, "Bol bol koy."
"Arkadaşlar biz gerçekten nişanlanmıyoruz," dedim kıkırdayarak, "Zaten Kara anlamsızca gülüp duruyor. Her an cinnet geçirip toplu katliam yapabilir. Bence şansımızı zorlamayalım."
"Deterjan da koysak mı?" dedi Melisa zıplayarak. Hande gülerken ben kahveyi köpürdüğü an cezveden alıp fincana koydum.
"Melek," diye bir fısıltı geldi. Zeki mutfağın dibinden başını uzatmış, bana gel anlamında elini sallıyordu. Ona doğru ilerlediğimde doğrulup arkasına baktı ve ceketinin iç cebinden bana bir şişe uzattı, "Bunu su bardağına koysana."
"Bu ne?" dedim şişeyi elime alırken. Gözlerim açılırken Hande ve Melisa kıkırdıyordu, "Yok artık!" dedim şaşkınlıkla gülerek, "Rakı mı koyacağız?"
"He koyuver," dedi Zeki gülerek, "Hadi çabuk," diye fısıldadı ve arkasını kontrol etti. Su bardağına sek rakı döktüm ve şişeyi ona uzattım. Telaşla cebine koydu ve hızla içeri yöneldi.
"Tuz da koy hadi!" dedi Hande kıkırdayarak, "Hadi Melek ya!"
"İyi," diyerek kahveye tuz döktüm. Bu sırada Melisa pişen kahveleri dağıtıyordu. Ablam da bir yandan tabaklara yiyecekler doldurup servis ediyordu.
"Çıkışta diskoya gideceğiz," dedi Hande gülerek, "Ay yine içer sıçarız, bizi yerlerden toplarlar. Çok eğleniriz."
"Bu tayfa mı?" dedim kıkırdayarak tepsiyi elime alırken, "Kara beni çıkışta tokatlamazsa gideriz." Hande gülerek arkamdan ilerlerken ben Kara'nın önündeki ahşap zigon sehpaya tepsiyi bırakıp geriye yaslandım. Merakla onun yan profiline bakıp kıkırdadığım sırada Kaya ve Zeki heyecanla içmesini bekliyordu. Hande, Melisa'nın yanına oturdu ve kıkırdamaya başladı.
Kara kahveye bakıp duraksadı ve bana döndü, "Bunu yapmadın, değil mi küçük kiracı?" diye fısıldadı şaşkınlıkla, "Sanırım kendini fazla kaptırdın. Hatırlatmak isterim ki burası yalnızca bir tiyatro oyunu."
"Ben de oyunu kurallarına göre oynuyorum," dedim omuz silkerek, "Ya adettendir, hadi!" Kara şaşkınlıkla kahveyi eline aldı ve incelemeye başladı.
"Hadisene birader," dedi Zeki dayanamayarak, "Kızın elinden zehir olsa içmen lazım."
Kara bir yudum içti ve dudaklarını yalayarak bana döndü, "Gerçekten yaptın mı?" dedi hala inanamayarak. Gülmeye başladı. O güldükçe salondaki kıkırdamalar arttı.
"Bitir onu," dedim kaşlarımla kahveyi göstererek, "Hadi Kara, lütfen!"
Bıkkınlıkla nefes verip kahveyi bir dikişte bitirdi. Yüzünü ekşitirken sakallarını ovuşturarak geriye yaslandı. Rakı dolu su bardağını alıp ona uzattım. Durup tekrar bana baktı ve bardağı aldı. İçindekini kokladığı sırada Zeki gülmeye başlayınca başını ona çevirdi, "Senin ben ta a..."
"...Hey hey hoppala!" dedi Zeki bağırarak gülerken. Kara'nın sessiz küfrünü egale etti, "Hadi bakalım damat! İç o suyu! Hadi canım, zemzem niyetine. Oh, yarasın benim aslan paşama!"
Kara, bardaktaki sek rakıyı içip kısaca gözlerini kapattı ve başını hafif iki yana salladı. Öne doğru eğilip bardağı bıraktı ve oturuşunu rahatlatıp bana döndü, "Seninle hesaplaşacağız, kiracı."
"Hım hım," dedim kıkırdayarak. Gözlerim kısaca üzerinde dolandı. Bu kıyafetler ona çok yakışmıştı, "Olur."
"Efendim malumunuz, bugün burada hayırlı bir iş için toplandık." sesi ile odağım hızla Ecevit amcaya çevrildi. Oturuşunu düzeltti. Melisa büyük bir kamera ile fotoğraflar çekmeye başladı, "Gençler birbirini görmüş, beğenmiş. Bizler de Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz."
"Hay şu sohbete," diye fısıldadı Kara. Hızla koluna vurdum.
"Sus," dedim heyecanla. Babama döndüm. Merakla bekledim. Babam bir müddet bana baktı. Ardından anneme döndü. Annem başını olumlu sallarken babam derin bir nefes verdi.
"Madem gençler birbirlerini beğenmişler, sevdalanmışlar. Bizlere de hayırlı olsun demek düşer." Melisa ve Zeki tezahüratlar eşliğinde alkış tutarken Hande ve Kaya sürekli gülüyordu.
"Kahveleri de içtiğimize göre yüzükleri takalım isterseniz," dedi annem heyecanla ayaklanarak. Melisa nişan tepsisini tutuyordu. Dibimize vardığında Kara ile ayaklandık. Nedensiz bir biçimde kendimi bu oyuna çok kaptırmıştım. Sanki gerçekten nişanlanıyormuşuz gibi heyecanlandım.
"Makas kesmiyor!" dedi Zeki hızla araya girerek. Kara içten içe sövmeyle karışık sırıtırken cebinden cüzdanını çıkarttı ve Zeki'ye uzattı.
"Geri kalan vakitte susman için varımı yoğumu veriyorum," dedi Kara. Zeki cüzdanı hızla alıp cebine atarken ben gülüyordum. Ecevit amca yüzüklerimizi takıp kurdeleyi kestiğinde Kara babasına döndü, "Hadi gidelim."
"Durun evladım daha tatlı yiyeceğiz," dedi annem hızla, "Ay hayırlı olsun, gelin bir öpeyim sizi!" Bir anda Kara'nın yanağını öpüp ona sıkıca sarıldı. Kara'nın yüzündeki o afallamayla karışık rahatsız olma ifadesi ile istemsizce gerildim. Sevmiyordu dokunulmasını. Şimdi ise annemden sonra tek tek herkese sarılmak zorunda kaldı. Ben herkese sıkıca sarılıp öperken o yalnıza zoraki sarılmalar ile geçiştirdi.
"Hayırlı olsun. Bizim çok işimiz var," dedi Ecevit amca oğlunu destekler şekilde, "Yarın iş güç var. Ben buradan Eskişehir'e döneceğim. Kızınızı da yanımızda götürüyoruz, yarın okulu var, malum. Okuluna geç kalmasın." Ablama bakıp güldüğünde ablam sinirle sehpalara yöneldi ve etrafı toparlamaya başladı.
"Herkese iyi geceler," dedi Kara ve hızla evden çıktı. Dışarı adım attığında içinde yaşadığı o rahatlama sanki benim bedenimi ferahlattı. Annemle babama sıkıca sarıldım. Ablam benim yüzümü dahi görmek istemezken çantamı alıp hızla evden çıktım.
"Ay yengem!" dedi Zeki hızla ve ellerini açarak meksika dalgası şeklinde bir dans figürü yapmaya başladı, "Asid'çiler olarak bu akşam bir diskoya giderek dıptıs ile kutlama yapalım diyoruz. Ne dersiniz?"
"Olur!" dedim kıkırdayarak. Kara arabasına binmiş, sigara içiyordu. Kaya çoktan Melisa'yı da alarak kendi arabasıyla İzmir'de bahsettikleri diskoya doğru yola çıkmıştı. Ecevit amca Hande'ye sıkıca sarıldı.
"Ben gidiyorum," dedi ve gülümsedi, "Seninle çıktığım yollarda beni asla yüz üstü bırakmıyorsun. Canım kızım benim, sen benim gururumsun."
Hande kıvanç duyarak gülümsedi. Hissettim. Gördüm. Duydum. Babasına sarıldı ve gözlerini sıkıca kapattı, "Seni çok seviyorum, baba."
"Prensesim benim," dedi babası saçlarını okşarken, "Annenin gençliği gibisin. Onun gibi zeki ve akıllısın. Sen bana ondan kalan son hatırasın." Doğruldu ve gülümsedi. Zeki ile gözlerimizi silerek onları izliyorduk. Ecevit amca bize dönüp başıyla selam verdi ve Kara'nın arabasının kaputuna vurarak kendi arabasına geçti. Kara kornaya kısaca basarak ona veda etti. Konuşmadılar bile.
"Ay bittim!" dedim karanlık havaya bakarak, "Çok şekersiniz ya."
Hande bana sıkıca sarıldı, "Teşekkür ederim, Melek. Ben çıkarları olmadan sırf başkaları mutlu olsun diye iyilik yapan insanlara pek inanmazdım. Bana böyle bir duygu tattırdığın için ayrıca minnettarım."
"Ne yaptım ki?" dedim gülerken. Bir yandan da gözlerimi sildim, "Baksana bir yüzük işte. Ne oldu? Ne kaybettim? Hiçbir şey. Hadi geç arabaya, daha gidip içip sıçacağız!"
"Tamam!" dedi ve gülerek arabaya bindi. Zeki arabayı yola çıkartırken ben Kara'nın yanındaki koltuğa oturup geriye yaslandım. Gözleri karşıya bakıyordu.
"Ne gündü ama?" dedim ensemi koltuğa dayayıp. Gülümserken kemerimi taktım, "Hande'nin o mutluluğunu gördün mü? Nelere bedeldi şu şey?" diyerek yüzüğü çıkarttım ve ona doğru uzattım, "Teşekkürler bunlara katlandığın için."
"Anlamadım," dedi yola bakarken. Arabayı çalıştırdı hemen sonra. Bana döndü ve yüzüğe baktı. Gözleri bana çıktığında gülümserken kaşlarımı çattım, "Ne yapıyorsun sen şimdi, kiracı?"
"Yüzüğü veriyorum işte," dedim ona doğru sallayarak, "Baban gitti artık. Hem mahallede benimle nişanlandığını düşünen kızlara karşı kısmetin kapanır sonra."
"Ben asla erinmem, senin şirazene bakılırsa seni bilemem. Bunu kampüsteki oğlanlar adına kendi kısmetin için söylemiş olabilir misin?" dedi yüzüğe bakarak, "Şimdi tak onu geri."
"Kendim için mi?" dedim şaşkınlıkla, "Kara, ben zaten okul bitene kadar kimseyle sevgili olmayı düşünmüyorum. Bu süre zarfında neden bu oyunu sürdüreceğiz ki?"
"Senin yan mahalleden arkadaşının kulağına bile giden sikik bir durumun içindeyiz, farkında mısın?" dedi hırsla. Şaşıp kaldım.
"Kara ben..."
Kesti sözümü. Yüzüğü elimden çekip aldı ve bana gösterdi, "...Mahalledeki insanları düşündün mü hiç? Mahallenin sahibi kız istemeye Manisa'ya gitti, yüzüksüz döndü derlerse benim düşeceğim durumu düşündün mü?" Öfkeli gözleri karanlıkta alev aldı.
"Şey, ben o açıdan hiç düşünemedim. Özü..."
Yine kesti sözümü. Hırsını bir türlü atamadı. Koyu sesiyle bedenim yandı. Ağır ve hırslı, kısık ama kin dolu konuştu, "Düşünme, bak sana anlatıyorum işte. Bu kaide senin için de geçerli, benim için de. Takacağım. Takacaksın. Çıkartmayacaksın o yüzüğü Melek." Gözleri gözlerimi öldürdü, "Çıkarttırmam. Çocuk oyuncağına çevirdiniz her şeyi."
"Kara tamam," dedim şaşkınlıkla, "Anladım şimdi. Hem ne olacak ki taksam? Sorun değil, takarım." Bıkkın bir nefes verdi. Dayanamadım. Şaşkınlığım arttı, "Neden bu kadar öfkelisin? Neye bu kadar öfkelisin?"
"Sana söyledim benim küçüğüm," dedi. Öfkesi sitemli bakışlara evrildi, "Şeffaf olalım dedim. Yalan dolan sokmayalım aramıza dedim. Böyle ilerleyelim dedim. Ben sana bunları söyledim." Durdu. Önüne döndü ve derin bir nefes verdi. Sonra başı bana çevrildi. Fısıltıya yakın hırıltılı sesi bedenimi kelepçeledi.
"Çok kaçındım seni kendimden korumaya. Sense hiç korkmadın," dedi ve avuç içini bana uzatıp parmaklarını birkaç kez ver anlamında açıp kapattı. Elimi parmaklarının üzerine koydum. Yüzüğü yavaşça parmağıma geri taktı. Mavilerinde ukte kalan bir koyuluk gözlerimin ötesinde esti, "Madem şeffaf çiylerini karalarla örttüğün bu girdaba girdin, oradan çıkmayacaksın ki masum çiylerini birlikte karalara bürüyelim."
Buz kestim. O ise alevler arasında devam etti. Kaşları karanlık havayı zor bela aydınlatan loş sarı sokak lambasının oradaki çalıları gösterdi. Oraya baktım. Çalıların üzerinde soğuğun örttüğü çiyler vardı. Sonra tekrar Kara'ya döndüm. Adı gibi sesiyle konuştu, "Şu berideki çiyler bu anın şahidi olsun, bu yüzüğü parmağından çıkartmayacaksın, çıkarttırmam."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |