14. Bölüm

14. BÖLÜM : VELİAHT

petrikor.
yagmurluhikayeler

 



"Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?"

 

-victor hugo/bir idam mahkûmunun son günü


14

 

Yedi gün geçti. Yedi günah gibi akıttı kinini. Hugo doğru bir soru sordu, dünüm kötüyse bugünüm neden hala iğrençti?

Gözlerimi kırpıştırdım. Sıkıca sarıldığım yastıktan başımı kaldırdım. Hava aydınlıktı. Pencere pervazında bir kuzgun gördüm. Dışarıdaki ötme seslerine odaklandığım sırada yanımda uzanan kişinin kıpırdanması ile o tarafa döndüm. Hande uzattığı bacaklarının üzerine yerleştirdiği gazetenin bulmaca kısmını çözüyordu.

"Günaydın Melek," dedi mavi mürekkepli kalemi gazetede dolandırırken. Derin bir nefes verip başını bana çevirdi, "Bugün düne göre daha iyisin."

"Abinler ne zaman çıkacaklarmış?" diye sordum sertçe yutkunup. Yedi gün önce yaşadığım kabus aklıma üşüştü. O anı hatırladım. Yedi gün önce onun kollarında bayıldıktan sonra gözlerimi bu malikanede açmıştım. O ise Kaya ve Zeki dahil mahalledeki pek çok adamla birlikte gözaltına alınmıştı.

Bu sürede annemlerle birkaç kez konuşmuş, her şey yolunda numarası yapmıştım. Melisa ve babası ise iyiydi, onların mahalleden verdikleri kayıplar Melisa'nın tanıdığı insanlar değildi. Kazıyarak aklımdan çıkartmak istedim her şeyi. Doğrulduğum sırada avuç içlerim sızlıyordu. Hande kendi tarafındaki komodinden bir krem alıp ikimizin ortasına, yorganın üzerine bıraktı.

"Bilmiyorum ben de kafayı yiyeceğim," dedi ve gözlerini gazeteye indirdi, "Şu kremi sür bitir de abimler çıktığında kremi sana vermedim sanıp bir de bana fırça kaymasın."

Aklıma çayla kendimi yaktığım an gelmişti. Kremi ortamızdan alıp kapağını açtım ve avuç içlerime sürdüm, "Sağ ol, Hande."

Ellerimi birbirlerine ovarak kremi yedirdim ve ayaklandım. Yatak odasındaki kişisel tuvalete doğru ilerliyordum. Hande bu sırada yataktan kalktı ve gazeteyi kıvırıp kapıya doğru ilerledi, "Çok zayıfladın Melek. Bir şeyler yemen lazım artık."

Tuvalete girip musluğu açtım. Gözlerim çok ağırdı. Aynaya baktığımda nedenini gördüm. Şişlikten kapanacak gibilerdi. Kahvelerimin çemberlerinin bitişiğinde kırmızı damarlar çatlak çatlak kanamayı bekliyor gibiydi. Korkunç görünüyordum. Bir dökük enkazın harabesiydim.

Yüzümü yıkayıp ellerimi lavabonun iki yanına koydum. Başım öne eğildi ve istemeden olmayan damlalar akıttım. Yaşlar tükendiği için kuru kuru ağlıyordum. Ben bir kayıp vermiştim. Üstelik onu ellerimle kendim kaybetmiştim. Ruhumdaki boşluğun acısı varken ellerimin acısını düşünemedim.

Hayatta bazı anlar vardı. Onları atlatmak için insan çok daha ağırlarını sırtlamaya hazırdı. Ölüm bunlardan biriydi. Ondan ağırı olmadığı için onun yarasından akan kanları durdurmak mümkün değildi. O kan kokusu bile isteye içe çekilirdi.

Alnıma ve enseme su çarpıp tuvaletten çıktım. Hareketlerim ölü gibiydi. Zihnim çekip alınmıştı sanki. Ağır ağır nefes aldığım sırada yatak odasından çıkıp aşağı indim. Hande sofrayı hazırlıyordu. Yardım etmek istediğimde beni sandalyeye doğru itekledi.

"Hadi bakalım," dedi kahvaltılıkları tabağıma koyarken, "Bugün sinemaya gidelim mi? Cüneyt Arkın'ın çok güzel bir filmi varmış. Herkes onu konuşuyor."

Başımı olumsuz anlamda sallarken öylece tabağımdakilere bakıyordum. Hande durup kıkırdadı, "Kız valla zehir falan koymadım içlerine. Ye gönül rahatlığıyla."

İstemeden güldüm. Yedi gündür ilk defa oldu. Utandım. Güldüğüm için kendimden nefret ettim. Ben bir haksızlık ile boğuşuyordum. Gülmem silindi ve yerimden kalktım, "Ben uzanayım."

Hande'nin çatalı elinde asılı kalırken şaşkınlıkla gözleriyle beni takip etti. Merdivenleri çıktım hızla. Yatak odasına girip kapıyı kapattım ve gülmeme ağladım.

Güldüğüm için ağladım.

Yorganı üzerime çekip gözlerimi sıkıca kapattım. Boğazım acıyordu. Hande haklıydı, yedi gün yedi sene gibi gelmişti. Zayıflamaktan çok güçsüzleştiğimi hissediyordum.

Çok üzüldüğümde bunu hep yaşardım. Kimseyle görüşmek istemezdim. Su içmek bile midemi bulandırırdı. Ama şimdi farklıydı. Bu sefer ilk kez tattığım bir meyus vardı. Bunu atlatmak için çevreye ihtiyaç duydum. Bunu Kara ile birlikte yaşadığım için ruhani erdemim onu bekledi. Bana destek olmasını istedim. Ona ihtiyacım vardı.

Hande'nin bağırışları ile uyandım. Hava akşamüstüne geliyordu. Yorganı üzerimden çekip yatakta doğruldum.

"Geldiler!" diye bağırdı zıplarken. Ellerini birbirine çak işareti yaparak sevinçle hoplayıp gülüyordu, "Melek! Abimler geldi, aşağıdalar! Hadi gel!"

Hızla yatak odasından çıktı. Başımı tekrar yastığa koyup gözlerimi ovuşturdum. Kara'nın sohbetine, mavilerinde aklımı dağıtmaya ihtiyaç duyuyordum. Son yedi gündür bunu yaşadım. Başım yatak odasının kapısına çevrildi.

Kara'yı gördüm. Elleri birbirine önden bağlı, meraklı duruyordu. Boyu kapı kadardı. Onunla göz göze geldim. Terk edilmiş bir çocuğun ailesine kavuşma anı gibi hissettirmişti mavileri.

"Küçük?" dedi merakla. Ürkütücü sesini çıkartabildiği kadar naif çıkartmaya çalıştı. Ağlamadığımı görünce rahatlamış gibi devam etti, "Nasıl oldun?"

Alt dudağım büzüldü. Onu görmek sonu olmayan bir tarlada yangın başlatmak gibi hissettirdi. Hiç durmadan, cayır cayır yandı kalbim. Yataktan bir hışımla çıktım. Ellerimi ona doğru uzatırken hızla dibine doğru ilerlemeye başladım.

"Kara," dedim. Hıçkırmamla önden bağlı ellerini açtı ve şaşkınlıkla ondan şefkat dilenme anıma kendini hazırladı. Bana şaşkın baktığı sırada hızla beline doğru ellerimi sardım ve yüzümü göğsüne doğru gömdüm, "Kara ben çok mutsuzum. Bugün güldüm ben. Bunu nasıl yapabildim?"

Geri sarılmadı, ama sarılmama müsaade etti. Kaskatı bedeni ben hıçkırdıkça kokusunu içime doldurmama neden oldu. Kalbinin atışı alnıma çarpıyordu.

"Şşt tamam," dedi yavaşça, "İnsan olduğun için kendine kızmak olur mu, kiracı?"

"Sana sormam gereken çok şey var. Senin bakış açınla hayata bakmaya çok ihtiyacım var," dedim geri çekilirken. Burnumu elimin tersine silip başımı kaldırdım ve ona baktım. Meraklı olsam da meraklı görünemedim. Ölü gibiydi ifadesizliğim, "Mesela sence ben bir katil miyim, Kara? Yani sen bir ahlak yargıcı olsan bana katil olmakla hüküm giydirir miydin? Beni nasıl görüyorsun?"

Yavaşça gülümsedi, "Ben sadece kendi şartlarına göre en iyisini yapmaya çalışan bir genç kızın dışarıdaki şartlarla çakışmasını görüyorum." Başı bana eğildi ve dudaklarını yaladı. Ağır ağır konuştu, "Meleklerin günahı olmaz. Kimi zaman dış şartlara uyum sağlayamayabilirler yalnızca. Burada suçlu melekler değil, şartlar."

"Yani mahalle mi suçlu?" diye sordum alt dudağımı emerken. Gülümsedi.

"Melek kanat çırpamadıysa suçlu sert rüzgar olmalı. Melekte suç aramak olur mu hiç? Meleğin kanatlarına güçsüz demek yerine rüzgara güçlü demeyi öğreneceksin. Öğrenmelisin, küçük kiracı."

Ona tekrar sıkıca sarıldım. Bu sefer gerildiğini hissettirerek kıpırdandı. Geri çekildiğimde gözlerimi ovarken başımı kaldırıp ona baktım, "İyi ki varsın, Kara."

"Ne dedin?" diye sordu hızla. Bana doğru eğildi ve gözlerini kocaman açtı. Burnundan verdiği hızlı nefes yüzüme çarptı. Kaşlarını çattı gözleri deli dehşet bana bakarken, "Ne dedin sen az önce?"

Korkmuştum. O kadar ürkütücü bakıyordu ki hızla sağa sola bakarak gözlerimi ondan kaçırdım, "Yani bu zor süreçte yanımda olduğun için teşekkür ederim." Duraksadım, "Şey, ben yanlış bir şey mi dedim Kara?"

Aynı ifade ile bana bakıyordu. Doğrulurken yüzüme odaklı gözleri yumuşadı, "Korkutmak istemedim kiracı, anlık algılayamadım dediğin şeyi sadece."

"Yani bu süreçte yanımda olacaksın, değil mi?" dedim korkuyla. Nefret ettiğini bilmeme rağmen kolunu tuttum. Başımı ona kaldırıp kocaman gözlerle baktım, "Ben çok mutsuzum. Bu sürede senden destek almaya çok ihtiyacım var."

Kara şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ondan dilendiğim ilgiyi apaçık söylemek belki fazla cesurca, belki de fazla zavallıcaydı. Ama ona ihtiyacım vardı işte. Onunla şahitlik ettiğim korku sahnesini onunla aşabileceğimi düşündüm. Kara benim mahallede korkmadığım tek insandı.

"Destek?" diye fısıldadı, "Benden?...Bu sürede?...İhtiyaç?"

"Evet," dedim ve koluna sarılı elimi biraz kıpırdattım, "Seninle konuşmak bana çok iyi geliyor."

"Beni kullanacak mısın, küçük kiracı?" diye sordu keyifle.

"Kullanmak istiyorum," dedim ve omuz silktim, "Ben de bencilim. Hande bana çok yardımcı oldu ama sen beni duygusal anlamda doyurabiliyorsun. Demek istediğimi anlıyor musun?"

"Anlıyorum," dedi fısıltıyla, "Sen de beni anladığında çok daha rahat anlaşacağız seninle."

"Seni kullanmam sorun olur mu?"

"Olmaz."

Elimi kolundan çektim ve hızla gözlerimi ovuşturdum, "Müjgan teyze çok korkmuş mudur?" diye sessizce ağlamaya başladım. Bağışıklığım çöküyordu. Ses tellerim yıpranmıştı. Ne yapacağını bilemedi. Telaşla sağa sola bakındı ve bir anda merakla gözlerini açtı.

"Sürdün mü kremi yedi gün boyunca? Bakayım bir avuç içlerine," diyebildi. Başımı onaylar anlamda sallarken ellerimi açıp ona doğru avuç içlerimi uzattım. Bir yandan ağlıyor diğer yandan ona avuç içlerimi gösteriyordum. Gözleri parladı sanki. Avuç içlerini benim gibi açarak bana doğru gösterdi ve mırıldandı, "Ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı..."

"Ha?" dedim şaşkınlıkla burnumu çekerken, "Ne?"

"Ateşe atılmış bir demir gibi kor hala..." dedi gülümserken. Anlamadım. Şarkı söylüyordu. Çok kısık, çok tok söylüyordu. Mırıldanırken bana doğru eğildi ve başlarımızı eşitledi. Baş parmağını gözümün altına doğru sürttü ve gözümdeki damlayı silerken şarkıyı söylemeye devam etti, "Ellerim bomboş, gözümde yaşlarla..."

"Ne ki bu?" dedim şaşkınlıkla. Ağlamayı bırakıp onun yaptığı bu anlamsız ve alakasız şeyi çözmeye çalışmaya başladım. Parmağı gözümün altından çekildi ve mavilerini kahvelerime kilitleyerek başını iki yana doğru salladı. Mırıldanmaya devam etti.

"Güneşin kavurduğu bir çöldeyim..."

"Kara?" dedim anlamsızca ağzım aralanırken, "Hadi ben Manisa'nın delisiyim. Ya sen nerenin delisisin?"

Doğruldu sırıtırken. Arkasını döndü, "Düş hadi önüme. Bir şeyler ye."

Önüne geçtim. Şaşkınlıkla tırabzanlara tutunup inmeye başladım. Han Mahallesi'nde olmamak garipti. Kara'nın anlamsız şarkı söylemesi çok daha garipti. Aşağı indiğimde Zeki gösterişli salonda hararetle izlediği futbol maçı hakkında kendi kendine söyleniyordu.

"Melek!" dedi Zeki ayaklanırken, "Müjdemi isterim. Hanım kızım sana çok bombastik haberlerim var."

"Zeki," diye homurdandı Kara. Ellerini eşofman ceplerine soktu ve bedenini ileri geri oynattı, "Birader senle bir baş başa konuşalım mı önce?"

"Ya dur ulan bu büyülü sahneyi bozma!" dedi Zeki heyecanla zıplarken, "Melek bacısı senin kahramanın benim, ben!"

"Kesin hadi şovu," dedi Kaya bıkkınlıkla mutfaktan çıkarken. Başım ona çevrildiğinde ağzı dolu bir şekilde lokmasını çiğnerken devam etti. Elindeki elmayı bize doğru uzattı konuşurken, "Af buyurun da mahalleye gidebilir miyiz artık paşalarım? Hayır bir de Haydar nasıl gözaltına alınmadı? Mahallesinden leş çıkmayan biziz. O pisliğin mahalleden dokuz merhum varmış."

"On bir diye duydum," dedi Zeki şaşkınlıkla, "Dokuz muymuş?"

"Bizden nasıl ölü çıkmadı ya?" diye bağırdım. Gözlerim doldu istemeden, "Müjgan teyze öldü ya! O bizim mahallemizden değil mi! O kadını hiç ama hiç insan yerine bile koymuyorsunuz! Kalpsizler!" Hıçkırmaya başladım, "Of, delireceğim şimdi Kara!"

Kaya'ya kızdım, Kara'ya bağırdım. Ona karşı içimde bir yerlerde şımarık bir kız vardı. Önüme kendi elleriyle sunmuştu bu fırsatı. İlk başından beri beni istemeden şımartacak şekilde diğer mahalleliden kayırmıştı.

"Hah işte o konuda..."

Zeki'nin sözünü Kara yavaşça kesti, "... o konuda seninle bir konuşalım Zeki," dedi ve mavilerini belertti. "Bak benim küçük kiracım perperişan. Sus artık birader. Sus diyorsam sus."

"Lan kardeşim yürüsenize!" diye bağırdı Kaya. Durup arkasını döndüğünde sinirden deliriyordu, "Babam mahalleye varmak üzeredir. Bizi Bornova'da duyarsa bir de ondan darbe yemek istemiyorum."

"Kara, sen kalır mısın?" diye sordum alt dudağımı emerken, "Benim biraz kafamı dağıtmaya ihtiyacım var. Destek olursun bana, bir iki saat en azından? Daha kendimle ilgili sana sormam gereken çok soru var."

"Kız dur bak ben sana şimdi destek olacağım," dedi Zeki kahkaha atarken, "Bu Müjgan karısı var ya ben onu zaten çoktan..."

"...çoktan sen onu gömdün!" diye bağırdı Kara. Telaşlı sesi odada yankılandı. Anlamsızca ona baktığımız sırada Kara nefes nefese bir şekilde birkaç saniye Zeki'ye baktı ve kendini toparlayıp yavaşça devam etti, "Sen onu gömdün, kardeşim. Öldü ya karı. Ben şimdi senin o kemiği olmayan dilini koparmadan git artık bence. Ben de Melek'e destek olayım."

"Ha?" dedi Zeki şaşkınlıkla. Sonra kaşları havalandı, "Haaa!" dedi başını onaylar anlamda sallarken, "Anladım, destek. Evet!" diyerek ellerini birbirine vurdu, "Vah Müjgan teyzem, vah Müjgan teyzem! Bu tazecik körpecik yaşında hayata veda etti!" Gözleri doldu.

Zeki'ye bakıp ağladığım sırada Zeki telaşla bana doğru gelip elini omzuma koydu. Ağlarken derin bir nefes verdi, "Bir bir aileyiz, bacım. Kara sana bu sürede hep destek olacak. Unutma..." dedi ve hıçkırarak elini omzumdan çekip diğer eliyle parmaklarını birleştirdi, "...kenetlenmek zorundayız."

Başımı onaylar anlamda sallarken Zeki'ye bakıp ağlıyordum.

"Tamam Zeki siktir git yoksa seni çeker vururum," diye mırıldandı Kara.

Zeki hızla yanımızdan çekip giderken ellerini dizlerine vuruyordu, "Ah teyzem! Ruhun şad olsun, teyzelerin güzeli!" diye bağırıyordu.

Kaya ile çıktıkları sırada ben anlamsızca Zeki'yi izliyordum. Kapıyı kapattıklarında derin bir nefes verip Kara'ya döndüm ve gözlerimi sildim, "Hadi ben Müjgan teyzeyi çok seviyordum. Buna ne oldu şimdi? Bugün neden herkes akıl noksanı gibi?"

Kara koltuğa oturup alnını ovarken Hande elindeki tepsiyle bana doğru ilerliyordu, "Melek kahvaltı da yapmadın al bari kek ye."

Kara'nın yanına oturdum. Ondan bir an olsun ayrılmak istemiyordum. Ondan alabildiğim kadar güç ve destek almak zorundaydım. Hande tepsiyi bacaklarımın üzerine bırakıp karşıdaki koltuğa oturdu ve eline kumandayı alıp televizyonda başka bir kanal açtı.

"Teşekkür ederim Hande, benim için mi gerçekten?" diye sordum gözlerim dolarken. Sağlıklı bir ruh halinde olmamı onların da beklemediğini biliyordum. Hande başıyla onay verirken televizyon izlemeye devam etti. Hıçkırarak bacaklarımın üzerindeki tepsiye baktım.

"Yesene," dediğinde başım Kara'ya çevrildi. Gözleri yerdeydi. Kocaman sırtı koltuğa iyice dayandı ve bacaklarını hafif araladı.

"İstemiyorum," dedim mırıldanarak, yan profilini izlediğim sırada. Gözleri yerdeyken yavaşça gülümsedi.

"Ye hadi kiracı," diye diretti, "Gerçi Hande'nin yemekleri sağlık açısından ne kadar güvenlikli, bilemiyorum."

Hande yüzünü ekşitip Kara'yı taklit ederken televizyon izliyordu, "Belki sen ellerinle yedir istiyordur abi?"

Hande durup hızla bize döndü. Söylediği şeyin pişmanlığı ile yerinden kalktı ve koşarak üst kata çıkmaya başladı. Abisinin tepkisini görmek dahi istememişti. Tepsiyi yana doğru bıraktım ve geriye yaslanıp başımı yana doğru çevirdim. Kara'nın yan profilini izlediğim sırada bıkkınlıkla nefes verdi.

"Biraz dolanmak ister misin? Yedi gündür evden çıkmamışsın." Başımı olumlu anlamda salladım.

"Birlikte dolaşalım ama," dedim ayaklanırken, "Sohbet de ederiz. Sen benim buradaki en yakın arkadaşımsın, Kara."

"Senin ben arkadaş seçimlerine..." diye mırıldanıp önümden ilerlemeye başladığında minik adımlarla onu takip ediyordum. Gözlerimin basıklığı yüzünden bedenim ruhuma ağır geliyordu. Kapıdan çıkarken ceket almamıştım. Üstüm başım perişan haldeydi. Umursamadım.

Arabaya bindiğimizde geriye yaslanıp kemerimi taktım. Camı sonuna kadar açıp elimi dışarı doğru uzattım. Yolda rüzgar parmak uçlarıma dokunurken derin derin nefes alıp veriyordum.

"Zeki ne söyleyecekti bana?" diye sordum İzmir denizini izlerken. Mavi deniz minik tekneler serpiştirilmiş bir şekilde çiseleyeni içine çekiyordu. Elim donduğu için camdan içeri soktum ve camı kapattım.

"Abuk sabuk bir mevzuydu," dediğinde başım ona çevrildi. Yanımdaki adamın gözlerindeki denize bakmaya başladım.

"Müjde diyordu," diye mırıldandım, "Neyin müjdesi?"

Kırmızı ışıkta durdu. Çenesi kasılıyordu. Kirli sakallarını yavaşça ovuşturup başını kısaca bana çevirdi, "Savcılık sınavını kazanmış, onu diyecekti. Dediğim gibi, saçma salak bir muhabbet."

"Anladım," dedim anlamsızca. Başımı camdan dışarı çevirdim ve gözlerimi kapattım, "Müjgan teyzenin kabri nerede?" Cevap vermediğinde başım ona çevrildi, "Kadının bir mezarı var herhalde?" dedim şaşkınlıkla. Cevap vermedi, "Kara?"

"Bizim mahallenin mezarlığı var, orada," dedi ve ışık yeşil yanınca gaza yüklendi. Başımı onaylar anlamda salladım ve geriye yaslandım.

Konak'ta arabayı park etti. İndiğimde çiseleyen çok hafif dökülüyordu gri bulutlardan. Hava esiyordu. Üzerime ceket almamanın verdiği pişmanlıkla arabadan indim. Kordon'a doğru ilerlemeye başladığımda Kara arkadan omuzlarıma bir ceket bıraktı. Ellerimle ceketin uçlarını tuttum ve kendime doğru bastırıp ilerlerken ona döndüm, "Arabada vardı," dediğinde ceketin kollarını geçirip fermuarını çektim. Üzerime çok bol olmuştu, ancak sıcacık tutuyordu.

Ceketin yakasına burnum sürtündü. Kara'nın kokusu buram buram içime doldu. Kollarımı göğsümün altında birleştirip denizi izlerken yürüyordum, "Sen Tanrı'ya inanmıyorsun ya... Sence öldükten sonra ne olacak?"

"Hiç," dedi elleri ceplerinde ilerlerken. Gözleri yerdeydi, "Hiçbir şey olmayacak."

"Nasıl yani?" dedim merakla. Nemlenmeye başlamış bir banka oturdum ve geriye yaslanıp ayaklarımı bankta sallandırdım, "Hiçlik ne ki?"

Yanıma oturdu. Elleri hala ceplerindeydi. Başı denizdeyken silik bir şekilde sırıttı, "Doğmadan önce neysen, ölünce de o olacak işte."

"Bunu bilerek yaşamak seni çok korkutmuyor mu?" diye sordum şaşkınlıkla, "Yani ölünce gideceğin bir cennet olmadığını düşününce insan kafayı yer."

"Cık," dedi ve oturuşunu rahatlatıp dudaklarını yaladı denizi izlerken. Onun mavileri denizin mavilerinden daha güzel bir tona sahipti, "Bu hayatı cennet için yaşamamayı öğreniyor insan."

"Ama iyilik yaparsan cennete gidersin," dedim belli belirsiz gülümserken, "Sen cehenneme gitmekten korktuğun için direkt olarak inançsızlaşmışsın bence."

Gülümserken bana döndü, "Sen cennete gitmek için mi iyilik yapıyorsun?"

"Hayır, ne alakası var?" dedim gözlerim kocaman açılırken, "Ben iyi bir insan olduğum için iyilik yapıyorum."

Başını onaylar anlamda sallarken alayla gülümseyerek dudaklarını birbirine bastırdı ve önüne döndü. Denizi izlerken iç çekti, "İnsan ölene mi üzülür, yoksa ölenle bir daha göz göze gelemeyeceği için kendi haline mi, küçük kiracı?"

Duraksadım. Şaşkınlıkla yutkunup onun yan profilini bir süre incelemeye aldım. Martılar aramızdaki sessizliği bozdu. Bir müddet öylece ona baktım. Cevap vermediğimde gülümseyerek bana döndü, "Soruyu anladın mı?"

"Anladım," dedim sinirle, "Salak mıyım ben? Cevabı düşünüyorum işte. Bak Kara beni küçümseme."

"Bir şey demedim," dedi şaşkınlıkla sırıtırken. Gözleri arkadaki kestaneciye kaydı, "Sever misin? Bari kestane ye."

Eliyle adama işaret verdiğinde seyyar kestaneci bize doğru adımladı. Arabasını dibimizde durdurduğunda Kara ayaklandı ve cebinden cüzdanını çıkarttı. Bağlı kollarımı açtım ve merakla kestaneciye baktım. Kara açık kahve bir kağıt poşete bir bir seçtiği kestaneleri koydurup keseyi bana uzattı. Keseyi elime aldım ve bir kestaneyi üfleyerek hafif açık kabuğunu soydum.

Yanıma geri oturduğunda ona kaseyi uzattım. Onaylamaz anlamda elini kaldırdı denizi izlerken. Bir kestaneyi ağzıma attım ve çiğnerken derin bir nefes aldım.

"Sen çok değerli birini kaybettin mi?" diye sordum merakla. Gözleri denizdeyken duraksadı. Bir noktada kilitli kaldı ve düşüncelere daldı. Kendini toparlayıp bana döndü ve dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi.

"Kaybettim, kiracı."

Başımı onaylar anlamda salladım yanağım doluyken. Daha fazla sormadım. Onu sıkıştırmak istemedim. Belki kendisi hazırken anlatmak isterdi annesini. Önüne döndüğü sırada başında yazma olan şalvarlı bir kadın koşarak bize doğru gelmeye başladı.

"A be gacı!" diye çığlık attı, "Türkan Şoray'ımla Kadir İnanır'ım otururmuş burada be! Nerede bu ceylan gözlümün gülleri sorarım sana be adam!"

"Biz sevgili değiliz," dedim şaşkınlıkla gül satan kadına doğru elimi olumsuz anlamda sallarken. Ağzım dolu olduğu için hemen sonrasında elimle ağzımı kapattım.

"Adi oradan be! Para vermemek için yaparsınız, ben sizin gibileri çok iyi bilirim! Emen alıyorsun benim Türkan'ıma en okkalı güllerden yoksa vallaha gitmem!" diye bağırdı kadın Kara'ya doğru. Kara bıkkınlıkla nefes verirken başı bana çevrildi.

"Ona değil bana bak Kadir İnanır'ım!" dedi kadın sinirle. Elindeki sepeti bana doğru uzattı, "Seç kız."

Utanarak Kara'ya baktım. Gözleri yerdeyken ona bakmamla hızla bana döndü, "Seç seç," dediğinde başım güllere çevrildi. Bir gül alıp kadına gösterdiğimde kadın Kara'ya döndü ve avcunun içini uzattı.

"Hangi mahalledensin sen?" dedi Kara cebinden cüzdanını çıkartırken. Para çıkartmadan cüzdanına bakarak kadından cevap bekledi.

"Kuruçaylıyım ben." dedi kadın gülerek, "Ne oldu mavi boncuk? Yanındaki gacıyı bırakıp beni mi alacan?"

Kara kadının cevabı ile cüzdanından bir gül için verilebilecek paranın çok daha fazlasını çıkartıp kadına uzattı, "Al, ikile hadi."

"Allah razı olsun," dedi kadın hızla parayı çekip alırken, "Ceylan gözlüm sana da maşallah bebek gibisin kız!" diyerek poposunu sallandıra sallandıra ilerlemeye başladı. Gülü avcumda döndürürken başım Kara'ya çevrildi. Elimdeki güle bakıyordu.

"Ne saçma, değil mi? Ben dışarıdan bizi görsem abi kardeş derdim, sevgili demezdim."

"Şey, zaten onlar satmak için herkese öyle diyorlar," dedim derin bir nefes vererek.

Gülümsemesi yüzüne yayıldı. Cevabımı beğenmemiş dibi nefes verdi ve denize bakmaya devam etti. Hızla boğazımı temizledim ve önüme döndüm, "Teşekkürler gül ve kestane için."

"Rica ederim," dediğinde utanarak ona bakıyordum.

"Bir de beni buraya getirdiğin için," dedim dudaklarımı birbirine bastırıp, "Teşekkür ederim yanımda olduğun için."

"Rica ederim," dedi tekrar. Derin bir nefes verip bana döndü, "Buldun mu cevabı?"

"Ney?" dedim ve duraksadım, "Ha, o soru mu? Şey, düşündüm de sanırım ölen kişiyle birlikte güzel anılar yaşayamayacak olduğu için insan hem kendine hem de ölen kişiye üzülüyor."

Başını onaylar anlamda sallarken önüne döndü. Cevabımı beğenmediği her halinden belliydi. Silik bir şekilde sırıtırken derin bir nefes verdi, "İnsan sevdiği biri için ne kadar çirkinleşebilir, kiracı?"

"Bence aşkın gözü kör," dedim heyecanla, "Yani onun için her şeyi yapabilir insan," Durup merakla ona baktım, "Senin sevgilin var mı?"

"Yok," dediğinde bana döndü, "Senin?"

Başımı olumsuz anlamda salladığımda dikkatle gözlerimi izliyordu, "Peki en son ne zaman sevgilin oldu?" diye sordum merakla.

Önüne döndü. Bir süre öylece denize baktı, "Uzun süreli biri hiç olmadı."

"Hülya haklı mı?" diye sordum gözlerim kocaman açılırken. Kaşları şaşkınlıkla çatıldı, "Sen kızlarla tek gece eğlenip sonra da peçete gibi kullanıp atıyor musun, Kara?"

"Hülya böyle mi söyledi?" dedi kaşları çatık kalırken.

"Evet!" dedim hızla ağzıma kestane atarken, "Kızlarla takılıp takılıp atıyormuşsun. Öyle söyledi. Nerede o?"

"Hastanede hala. Tedavisi birkaç ay daha sürer."

"Oha," dedim şaşkınlıkla, "Kızın hayatı resmen bitti."

"Gerekli bazen öyle," dedi. Mırıldanarak küfrettiği sırada lokmamı çiğnerken onu izliyordum. Başı bana çevrildi ve kaşlarını hayır anlamında birkaç kez kaldırdı, "Yok öyle kullanma falan kimseyi. Bunlar çok özel sorular. Ben sana soruyor muyum?"

"Sorabilirsin," dedim omuz silkerek, "Ben anlatırım sana. Biz arkadaşız sonuçta."

"Anlat bakalım," dedi ve merakla bedenini bana doğru döndürdü. Kolunu arkama doğru, bankın tepesine uzattı, "Senin en son ne zaman sevgilin oldu?"

"Ben Manisa'nın bir köyünden geldim, Kara. Gönül işleri bizim orada mevzu bahis olamaz. Birini görür uzaktan beğenirsin, seni istemeye gelir ve evlenirsin..."

Cevap vermedi. Ben ise anlatmaya dünden hazır gibi hiç susmadan konuşmaya devam ettim.

"Ben zaten ailemin beni tek başıma bir başka şehre yollamalarına şaşırıyorum," diyerek gözlerimi kocaman açtım heyecanla, "Hatta tek başıma bir ev tutmama nasıl müsaade ettiklerini hala anlayamıyorum. Üniversitenin kız yurdunda kalırım diye düşünüyordum ama babam gelip hemen bu evi tuttu."

"Öyle mi?" dedi gülümserken. Başımı onaylar anlamda salladığım sırada gözlerim heyecandan kocamandı. Kestane yerken hızla devam ettim.

"Yemin ederim sana. Annem beni bakkala bile yollamazdı köyde. Kendileri İzmir'de oku diye tutturdu hatta. Ben ilk başta alay ediyorlar sanmıştım."

"Güveniyorlar demek ki sana," dedi gülümserken. O gülümsediğinde gülümsedim. Kendimi ayıplamıyordum artık. Kara benim bir insan olduğumu, gülmenin normal olduğunu aşılamıştı bana.

"Evet çok güveniyorlar," dedim ve kestane torbasını buruşturup yandaki çöpe attım, "Çünkü ben onların güvenini sarsacak bir şey yapmam."

"Muhakkak."

"Kalkalım mı?" diye sordum. Üzerini inceledim. Hava soğuktu ve o siyah kazağı ile oturuyordu, "Ceketini de bana verdin, hasta olabilirsin."

"Çoluk çocuktan doktor tavsiyesi alıyoruz," dedi ayaklanırken, "Yürü hadi doğru diyorsun. Seni bırakayım Han'a geçmem lazım."

"Ne doktoru ne çocuğu?" dedim hızla yanından yürümeye başlarken, "İnsanlar birbirleri için endişelenebilir. Sana güzel bir şey söylediğimde neden hep gardını alıp böyle saçma salak cevaplar veriyorsun?"

Cevap vermedi. Kaşlarımı çatıp arabaya bindim ve kollarımı birbirine bağlayıp geriye yaslandım. Arabaya bindiğinde bacaklarımın üstüne gülü bıraktı, "Çöpe atmayı mı unuttun, yoksa yanına alacağın kadar anlam ifade etmedi mi?"

"Aa!" dedim hızla gülü bacağımdan alırken, "Bankta unuttum çünkü sen beni sinir ettiğin için aklımdan çıkmış."

"Anladım," dedi ve arabayı çalıştırdı. Gülü sapından tutmuş sağa sola döndürürken bir eli direksiyonu alttan kavramış, diğeri bacağının üzerindeydi.

"Hiç sigara içmedin," dedim ona bakıp gülü kucağıma bırakırken.

"Sonra sigara kokusu iğrenç diye ağlıyorsun," dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım.

"Bazen çok ince ruhlu oluyorsun bazen çok hödük," dedim şaşkınlıkla, "Gerçekten çözemiyorum seni."

"Neyse ne kiracı," dedi bıkkınlıkla, "Benimle böyle şahsi sohbetler yapmayı azaltabilir misin? Gerçekten beni geriyorsun."

"Peki," dedim ve önüme döndüm. Başım cama çevrildi, "Ne zaman Müjgan teyzeyi görmeye gideriz?"

"Bir ara gideriz," dediğinde geriye yaslandım. Bornova'daki büyük müstakil evin önünde arabayı durdurdu. Başım ona çevrildiğinde yola bakıyordu. Bir an önce gitmemi istediğinden, bakışlarımdan rahatsız olduğundan emindim. Yine de konuşmak istedim.

"Biraz olsun aklım dağıldı," dedim kibarca, "Teşekkür ederim Kara."

"Ben teşekkür ederim," dedi bana bakmadan. Ceketini çıkartıp arabadan indim ve koltuğa ceketi bırakıp bana bakması için bekledim. Mavileri bir türlü gözlerimi boyamıyordu.

"Kara?" dediğimde bıkkınlıkla nefes verdi ve başı bana çevrildi. Yavaşça dudaklarımı birbirine bastırdım, "Görüşürüz... görüşür müyüz?"

Bir süre gözlerime baktı. Sonra önüne döndü, "Görüşürüz, kiracı."

Kapıyı kapatıp bahçeden içeri girdim. Değişen güvenliklerle selamlaştım. Dört adam bahçede dolanıyordu. Kara, yangında evden çıkmama izin verenleri aynı gece uzaklaştırmıştı.

Dış kapıyı Hande'nin bana verdiği yedek anahtarla açtım. Hande koltukta oturmuş, ellerini bacaklarının ortasına sokmuştu. Diken üstünde gibiydi. Karşısında oturan gösterişti bir adam bedeni vardı. Takım elbisesinin ceketini gördüm arkadan.

"Evet babacığım çok haklısınız," dedi Hande bıkkınlıkla, "Siz hep dersiniz, daha kendi ilişkisi olmayan, kendi yuvasını kuramayan adam nasıl olur da bir mahalledeki onlarca insanı yönetebilir?"

Karşısındaki adam başını onaylar anlamda sallarken bastonunu sıkıca kavradı. Beyaz saçları geriden taralıydı.

"Hande," dedi adam. Sesi kopkoyu, zifir gibiydi, "Kara, mahalleye soktuğu o kız yüzünden adımızı iki paralık etti demek..."

"Evet Haydar'dan yardım istemişler Melisa diye bir kızla," dedi Hande hızla, "Resmen koynumuzda yılan besledik."

"Ne yapsak?" dedi adam ciddiyetle.

"Siz ne yapsanız doğru, babacığım," dedi Hande telaşla başını olumlu anlamda sallayarak. Duvara doğru pıstım ve gözlerimi kıstım, "Yani elli yaşında amcalar bile abimden korkarken bu kızın abime böyle rahat davranması akıl karı değil."

Babası bastonunu hafif aralık bacaklarının ortasına dikti, "Bana bak," dedi. Hande ona doğru telaşla koltukta eğildi, "Sevdalı mı bunlar?"

"Yok yahu, nerede?" dedi Hande ellerini bacaklarının arasından çıkartıp tavana bakarak, "Öyle olsa amenna. Lakin kız tamamen şımarıklığından yapıyor. Abim de buna hep imtiyaz gösteriyor."

"Ne yapsak ki?" diye mırıldandı adam, "Hayır torun verecek olsa kızı öpüp başıma koyarım. O da yok senin söylemlerine göre."

"Valla yok babacığım. Senelerdir ona bir kız bulmak için uğraşıyorum bildiğiniz üzere. Çünkü sizin mahallemiz için bir veliaht istediğinizi biliyorum. Abim benim arkadaşlarıma zaten bakmıyor, çok denedim ama olmadı. Bu kızdan ümitliydim ancak bu kız da fos çıktı."

"O halde durduk yere evladımın kafasını bulandırıp mahallemizi kepaze etmesine izin vermeyelim. Kızı atalım mahalleden."

"Babacığım biraz fazla mı kaçar acaba?" dedi Hande telaşla, "Başka bir alternatif-"

"Höst!" diye bağırdı ve bastonunu sertçe yere vurdu. Kükremesi, Hande ile aynı anda sıçramama neden oldu, "Sen benim fikirlerime karşı mı çıkıyorsun? O kız derhal atılacak!"

Atılmak? Ölmek. Ölmek? Ölmek!

Gözlerim kocaman açılırken hızla onlara doğru ilerlemeye başladım. Elimdeki gülü göstererek bağırdım, "Merhabalar müstakbel kayınbabacığım!"

Adamla göz göze geldik. Buzul mavileri aynı oğlununkiler gibi soğuktu. Bedenim üşüdü. Beyaz sakallarını yeni jiletlemiş, teni pütür pütürdü. Yaşıtlarına göre oldukça dinç durmasına rağmen koca gövdesini bir bastona hükmetmişti.

"Sen ne zaman geldin?" dedi Hande ayaklanırken, "O çiçek ne?"

"Kara aldı!" dedim korkudan ne yapacağımı bilemeyerek, "Biz onunla evlenmeyi düşünüyoruz. Hatta ben ondan çocuk yapmak istiyorum!"

 

 

Bölüm : 30.11.2024 13:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / 14. BÖLÜM : VELİAHT
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ

185.69k Okunma

11.2k Oy

0 Takip
45
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...