13 - (part II)
Tolstoy bu kitabında bir yeri güzelleştirenin oradaki güzel insanlar olduğunu yazmıştı. Benim için mahalledeki güzel şeylerden en önemlisiydi zemin kattaki bu yaşlı kadın. Onu korumak adına gitgide köpükleşen bir soğuk okyanus dalgasında istemeden bu yaşlı kadını boğmaya kalkmıştım.
"Gidemezsin, Zeki abi ne dedi bize?" diye bağırdı Hande arkamdan. Duraksamadan dış kapıyı açtım ve hızla bahçede ilerlemeye başladım. Soğuk hava yüzüme çarptı. Bahçede dolanan adamların başları bana çevrildi.
"Nereye?" diye sorduğunda adamın yanından geçtim. Nefesim gecenin ortasına kan gibi akarken burnumdan çıkan hava soğuk nedeniyle gri boğuk bir duman gibiydi.
Bahçe kapısının dibine geçti, "Çıkamazsın. Emir aldık," diyerek önümü kapattı.
"Çekilin!" diye bağırdım, "Benim gitmem lazım oraya, çekilin!"
"Hiçbir yere gidemezsin bayan! Uzak dur!" diye bağırdı adam telaşla. Sinirle ona vurduğumda ne yapacağını bilemez bir şekilde yanındaki adama baktı.
"Kara'yı arayın," dedi bir diğeri. Adam hızla cebinden telefon çıkartıp tuşladı ve kulağına götürdü. Bir süre sessizce adamı izledim.
"Açmıyor işte telefonu. Ya bırak gideyim işte!" diye bağırdım onu iteklerken. Beni tutmuyordu. Dokunmamak için ayrı bir özen içerisindeydi. Sanki bana dokunmaması için özel olarak defalarca ikaz edilmişlerdi. Onu yana doğru iteklediğimde ne yapacağını bilemez bir şekilde çıkmamı izledi.
Hızla yola doğru koşturdum ve gördüğüm ilk taksinin önüne atladım. Taksi şoförü son anda frene bastı. Tekerleklerinin sürtme sesi kulaklarımı tırmalarken taksi şoförü telaşla arabadan indi ve kolunu bana doğru uzattı, "Manyak mısın sen kardeşim!"
"Bin abi bin!" diye çığlık attım ve ön koltuğa oturdum. Adam koltuğuna oturup bana baktı, "Abi sür! Han Mahallesi'ne doğru! Çık tepelere!"
"Hayırdır kardeşim bir sıkıntı mı var?" dediğinde bağırarak ellerimi birbirine alkış yapıyordum. Sinirden bacağımı sürekli titrettiğim sırada adama döndüm.
"Ya sürsene!" diye çığlık attım. Adam arabayı gazladığında geriye yaslandım ve parmaklarımı kemirmeye başladım. Kara'ya Müjgan teyzeyi koruması konusunda ricada bulunmuştum. Cevap vermemişti ancak ben onu koruduğunu düşünmek istiyordum.
Mahalleye yaklaştıkça sayısız polis sireni ve itfaiye sesi duydum. Mahallenin girişinde duruyorlardı. Girişe baktığımda kocaman bir insan kümesinin birbirlerine girmiş bir şekilde dövüştüğünü, birbirlerini bıçakladığını gördüm.
Yerde yatan adamların acıyla kıvrandığına, kimisinin hareketsizce uzandığına şahitlik ettim. Karanlık mahallenin girişi kırmızı alevlerle turuncuya bürünmüştü. Ay ışığının beyazı bile bu alçak turuncuyu bastıramıyordu.
"Abi," dedim korkuyla mahallenin girişindeki devasa şerit şeklindeki yangına bakarken. Taksi şoförü en az benim kadar afallamış bir şekilde önündeki korku sahnesine bakıyordu. Zeki'den aldığım tomar parayı çıkartıp adama uzattım, "Arabayı bu ateşten içeri sokarsan bu parayı sana veririm."
Taksi şoförü korkuyla bana döndü ve elimdeki paraya baktı. Parayı eline aldı ve saydıktan sonra ortadaki konsola bıraktı, "Geriye yaslan kardeşim."
Gaza bastı. Bir anda alevlerin içinden geçmeye başladık. Camlara gri duman çarparken ben korkuyla ona devam etmesi gerektiğini söylüyordum. Mahallenin alt girişine doğru elimle ona sürekli ilerlemesi konusunda bağırıyordum.
"Sür abi, sür sür! En alttaki apartmana kadar!" diye bağırıyordum. Kimse bizi umursamadı. Yerde yatan bir adam bedeni gördüğünde direksiyonu yana doğru kıvırdı. Adamı ezmemek için direksiyon hakimiyetini kaybettiği sırada iki eliyle birden direksiyonu sıkıca tutuyordu.
Mahallenin alt girişinde frene bastı.
"Kimsiniz lan!" diye bağırdığını duydum Hakan'ın. Bir hışımla arabadan indim ve ellerimi kaldırdım. Hakan bize doğru bir silah tutuyordu.
"Benim Hakan! Melek ben! Sakın vurma, sakın!"
Hakan nefes nefese bir şekilde silahını yere doğru tutarken arkasındaki oğlanlara silahlarını indirmeleri için elini kaldırdı. İnsanlar silahlarını arabadan çekerken şoför gaza yüklendi ve tekerlerinden en az gece kadar siyah bir iz bırakarak alt çıkıştaki alevlerin arasından geçip mahalleden ayrıldı.
İki oğlan yüzlerindeki maskelerle koşarak yanımdan geçtiler, "Adam akıllı kapatın ulan girişi!" diye kükredi Hakan. Oğlanların ellerinde yanan molotofları girişi kapatmak adına fırlatmaları ile alevler bir anda daha da harmanlandı.
"Ne arıyorsun sen burada?" diye sordu Hakan şaşkınlıkla. Harareti bedende bir kitap gibi okunurdu.
Ellerim titrerken mahallede başlayan sokak köpeği havlamaları ve çirkin karga seslerine yangının dalgaları eklendi. Hakan'a cevap vermeden hararetle apartmanın kapısını ittim. Müjgan teyzenin dairesini açmaya çalışıyordum. Ellerim titremekten anahtarı düşürdü. Bağırarak yere eğildim ve oturduğum yerden dairenin kilidini açtım. Müjgan teyzenin salonu dumanlar içindeydi.
"Müjgan teyze!" diye çığlık attım ayaklanırken. Gri dumanı kolumla burnumu örterek savurmaya çalışırken öksürerek yatak odasına doğru adımladım.
Evde değildi. Hiçbir yerde yoktu. Girişten çıkamayacak kadar çok zehirlemişti duman. Yatak odasının penceresini açtım ve atlayarak arkadan öne doğru dolandım. Alnım terliyor, burnum dumandan yanıyordu. Gökyüzüne baktım. Karanlık hava grilere bürünmüştü. Belki de ilk defa yağmuru bu kadar çok istedim.
Ağlamaya başlamamak için sürekli derin derin nefes alıp vermeye başladım koşarken.
"Söndürün lan yangını!" diye bağıran bir adam sesi duydum. "Haydi haydi! Kovalara su doldurmaya devam!"
Çocuk ağlamaları duyduğum sırada Kırmızı'ya doğru koşturuyordum. Kadınların koyunlarındaki evlatlarına siper olduklarını gördüm. İnsanların çığlıkları nefesimi daraltıyordu. Mahallenin karmaşası içimdeki fırtına kadar güçlüydü.
"Müjgan teyze yok!" diye bağırdım. Sağa sola bakıp Hakan'ı aradım. Onu göremeyince hızla dibimden ilerleyen bir adamı tutup haykırdım, "Buralarda yaşlı bir kadın gördünüz mü?"
Adam telaşla beni itekleyip mahallenin üst kısmına ilerlerken delirecek gibiydim. Evinin önünde ağlayan bir kadın gördüm. Kucağındaki bebeği pışpışlıyordu. Çaresizce ona doğru adımladım, "Yaşlı bir kadın gördünüz mü?"
Cevap vermeden ağlamaya devam etti, "Of!" diye çığlık attım, "Of! Haydar seni gördüğüm yerde öldüreceğim!"
Ellerindeki silahlarla bizim mahalleden çıkan oğlanları gördüm, "Bana bakın!" diye bağırdım. Oğlanlar durup bana döndüğünde birkaç saniye nefes almaya çalışıp elimle arka sokağı işaret ettim, "Müjgan teyzeyi gördünüz mü?"
"Şu Kara'nın zemin kat kiracısı mı?" diye sordu oğlan, "Kırmızı'daydı en son."
Hızla arka sokağa doğru koşmaya başladım. Yan mahalleden sürekli duyduğum silah sesleri kulağımı tırmalıyordu, "Dayan," diye bağırdım korkuyla, "Dayan gelip seni kurtaracağım, yemin ederim sana!"
İnsanlar koşuştururken benim nefesim konuşmaya yetmemişti. Yüzüme düşen saçları hızla ittim. Alevler evlerin bacalarından yükseliyordu. Kara'nın kara mahallesi turuncuyla kaplanmıştı. Her şey, herkes yok oluyordu.
"Of ya!" diye hıçkırarak ağlıyordum, "Nasıl korkmuştur orada şimdi! Of!" Avazım çıktığı kadar çok çığlık attım.
Mahallenin küle dönmesine şahitlik ettiğim sırada mahallenin girişinde kovalarla su taşıyan amcaları gördüm. Kimse itfaiyeyi istemiyordu. Herkes kendi işini kendi halletmeye çalışıyordu. Kaya elindeki karton koliyi bir bir mahalleliye doğru uzatıyordu. Karton koliden şarjör alan adamlar koşarak yangından sıyrılıp diğer mahalleye geçiyordu.
"Haydi beyler!" diye bağırdı Kaya, "Yan mahalleden vurduğunuz her leş için size büyük ikramiye vereceğiz! Leş çıkartamayan herkes yarın sabah evinin kapısında bir kırmızı çarpı ile uyanır, benden söylemesi!"
Yanından geçtiğim sırada koliyi sıkıca tutmuş telaşla bana bakarak bağırdı, "Ne işin var senin burada? Hop! Kırmızı'dan uzak dur!"
"İçeride Müjgan teyze var!" diye bağırdım Kırmızı'ya adımlarken. Kaya panikleyerek koliyi tek eliyle sıkıca kavradı ve boştaki elinin parmaklarını dudaklarının arasına koyarak sertçe ıslık çaldı. Bir mahalleli beni kolumdan tutarak Kırmızı'dan geriye doğru çekmeye başladığında çığlık atıyordum, "Bırak beni! Bırak!"
"Giremezsin oraya ölmek mi istiyorsun kadın!" diye kükredi. Beni geri geri ittiğinde sinirle adama vuruyordum.
Dibimde patlayan silahla ellerimi kulaklarıma götürdüm ve yere çöktüm. Karmaşanın içine oturdum. Adam dibimde dikilirken ben hiç durmadan bağırarak ağlıyordum.
"Allah kahretsin," diye hıçkırdım, "Yardım edin yalvarırım! Kırmızı'da yaşlı bir kadın var!"
Yerde ruhum çürürken ellerim kulaklarımı sıkıca örtüyordu. İnsanlar birer birer yanımdan telaşla koştururken ben öylece haykırıyordum. Gözlerim sıkıca kapalı, sayıklıyordum.
"Melek?"
Başımı kaldırdım haykırırken.
"Kara," diye fısıldadım yalvarır gibi.
Başım ona çevrilirken gözlerim deli gibi onu aradı. Sonunda mavilerine dokundum. Soğuk asfalta yanan kalbim eklendi, "Müjgan teyze," dedim parmağım zar zor apartmanı gösterirken, "Onu almak istiyorum ama izin vermiyorlar. Onu almadan buradan gitmem."
Kara şaşkınlıkla Kırmızı'ya bakıp tekrar bana döndü ve kolumdan tutarak beni sertçe havaya kaldırdı. Sinirle mahallenin çıkışına doğru sürüklemeye başladı.
"Nasıl girdin buraya kadar?" diye mırıldandığında kolumu çekiştiriyordum. Ancak onun iki metreye yakın boyu ve kocaman cüssesine direnmem imkansızdı.
"Ya bırak!" diye çığlık attım, "Onu almadan gitmem diyorum! Bıraksana beni! Bırak!" Ses tellerim yırtılacaktı.
"İlk önce hayal görüyorum sandım, meğer cidden gelmişsin. Nasıl girdin?" diye sordu. Kafam savsaklıyordu. Saçlarım uçuşuyordu. Mavi gözlerine yansıyan kırmızı alevlere bakıyordum.
"Ya bırak sohbeti! Kara bırak beni!" diye bağırıp direnmeye çalıştığım sırada bir anda eğilerek karnımı omzuna doğru bastırıp beni omzunun üstüne çıkarttı, "Hayır!" diye bağırdım sırtına doğru yumruk atarken. Ayak bileklerimden sıkıca tuttuğu sırada hiç durmadan bağırıyordum, "Sana diyorum, sana! Bırakacaksın beni! Ben onu almaya geldim onu almadan buradan gitmem!"
Kara durdu. Nefes nefese bir şekilde saçlarım yere doğru düşerken beni omzundan indirdi. Burnundan soludu, "Sana çıkma demedim mi ben?" dedi kısık ama öfkeli bir sesle, "Sen ne laftan anlamaz bir çocuksun amına koyayım?"
Sertçe göğsüne doğru vurdum, "Müjgan teyze kaldı diyorum sana!" diye çığlık attım, "Onu oradan almadan hiçbir yere gitmem!" Ayağımı sinirle asfalta vurdum.
"Bana bak kızım burada ölüp gideceksin sonra benim başıma kalacaksın," dedi ve öfkeyle kolumu tuttu, "O kapıda size gözetmenlik yapsın dediğimiz heriflerle de ayrıca hesaplaşacağım."
"Şimdi bir Kırmızı'ya gitsem?" dedim telaşla, "Kara, yalvarırım onu gidip alayım oradan."
"Olmaz," dedi başı bana eğik bir şekilde, "Gidemezsin oraya. Çok tehlikeli."
"Of!" diye çığlık attım ve sinirle tırnaklarımı avuç içime geçirdim, "Kafayı yiyeceğim ama şimdi he!"
"Bekle ben bakıp geleyim," dedi bıkkınlıkla nefes verip, "Sana da Müjganına da..."
"Hadi," dedim heyecanla bana arkasını döndüğü anda, "Hadi Kara, sen halleders-"
Çok büyük bir patlama sesi duydum. Çatıları yanan gecekonduların camları patlarken gözlerimi kapatıp çığlık attım. Kara hızla önüme geçerken ben gözlerimi daha da sıkı kapattım.
Korkuyla barıştım. Savaşla tanıştım.
Kırmızı'nın zemin katındaki kocaman patlama başımı yavaşça Kara'ya çevirmeme neden oldu. Zemin katındaki duvarlar yıkılırken üst katı infilak eşliğinde yıkılmaya başladı. Bana depremi hatırlattı görüntüsü. Bina yıkılıyordu.
Önce sustum. Nefesimi bir süre düzenledim. Başım yere eğildi. Asfalta nefes nefese bir şekilde bakıyordum. Mahalle sessizliğe büründü. Kalpleri kanamıştı. Yıkılmış, tozları ciğerlerden taşmıştı.
Sonra bağırmaya başladım. Hiç durmadan, susmaya fırsat bulamadan yangının arasında içimdeki ateşlere el uzattım.
"Yok yok! Olmadı bu hayır!" diye çığlık attım. Ses tellerim aşındı. Kara'ya çaresizce baksam da göremedim. Gözlerim buğudan seçemedi. Oraya doğru atıldığımda kolumdan yakaladı. Elimi patlayan zemin kata doğru uzattım.
"Hayır!" diye bağırdım. Yere çöktüm. Çökerken Kara kolumu bıraktı. Ellerimi sertçe asfalta doğru vurmaya başladım, "Hayır hayır hayır!"
Ölen kadardı ölümün kokusu. Ölüm anın kendisine aitti. Zaman onundu. Her hikaye ölümle bitmez ancak her ölümde bir hikaye sonlanırdı. Yaşamın esas dengesiydi. Onu asla unutmamak gerekirdi. Ölüm, dengeydi.
Dengem şaştı. Henüz on sekiz yaşında kimine göre ufak sayılabilecek bir kızdım. İlk defa bir ölümle göz göze geldim. Bir mezar toprağı avuçladı ruhum. Kara ise bu zaman diliminde karşılaştı ilk kez sanki benimle. Onunla çırılçıplak duyguları tattım. Bir ilki tattım onunla. Ölüme onunla şahitlik ettim ilk defa.
"Üzgünüm kiracı," diye fısıldadı. Haykırmamın arasında duydum kısık koyu sesini. Yavaşça arkama çöktü ve savaşın ortasında soğuk asfaltta hemen arkama doğru oturdu. Eli destek vermek ister gibi arkadan saçlarıma gitti. Dokunamadı, elini asfalta koydu ve mırıldandı, "Çok üzgünüm."
Zaman egale edilmezdi. Zaman akrebi yelkovana eşlik ederek döner, ilerler ve insan nefesini yönetirdi. Boynu eğik insanoğlu ise bu egemenlik karşısında sessizce ölümü beklerdi. İnsanoğlu bir mahkumdu. Alışılmış boyunduruğa karşı mecburdu.
"Bir şey yapsana!" diye haykırdım hunharca. Asfalta vurmaktan avuç içlerimdeki deri soyulmaya, aşınmaya başlamıştı. Burnumdaki sular akıp dudaklarıma yetişti, "Kara bir şey yapsana neden oturdun! Kalkıp bir şey yapsana neden oturdun!"
"Özür dilerim," dedi. Ağlamaktan mahalleyi inlettiğim sırada dayanamadı. Yerdeki eli kalktı ve bacaklarını kendine doğru çekip iki yana açtı. Arkama biraz daha yaklaştı ve koltuk altlarımdan tuttu. Beni yerde kendine doğru çekti. Bacaklarının arasından karnına doğru bedenimi soktu. Arkadan bileklerimi tuttu ve yukarı kaldırdı. Yere vurmaya çalıştığımda bileklerimi tek eliyle kibarca tutup engelledi. Ensemi omzuna yasladım ve bağırırken gözlerimi yukarı kaldırdım. Bileklerim onun tek bir avcunda kilitliydi.
Kalbimden bir bir aktı satırlar. Dumandan çok daha fazlasını soluyordum. Ben bir ateş bulup onu harmanladım. Onu kenar kuytu sıkışmış bir rüzgarın önüne attım. Zihnim somutlaşmak istedi, kalbim müsaade etmedi.
"Benim yüzümden!" diye çığlık attım gökyüzüne bakarken, "Ben onu oraya götürdüm! Benim yüzümden oldu! Benim yüzümden öldü!" Kalbim bir mahzenin içindeki mahşerin ortasında kalakaldı.
"Bilemezdin," dedi yavaşça. Beni sakinleştiremeyeceğini o da biliyordu, yine de konuşmak istedi benimle. Kocaman kolları beni sıkıca sarmaladı.
"Bilmeliydim!" diye bağırdım. Hıçkırmaktan zar zor çıktı sesim. Ölümün nüshası yoktu, feryatlarım o kadından koparttığım canda birikti. Boğazımı sıktı sanki onun nefessizliği, "Benim yüzümden! Kara ben yaptım! Ben soktum onu oraya! Ben onu ölüme yolladım! Bana güvenip gitti oraya, inandı bana! Allah benim belamı versin! Keşke ben ölseydim!"
"Tamam," diye fısıldadı kibarca. Susmamı deli gibi istiyordu. Yüksek sesten nefret ederdi. Göremesem de ifadesinin ruhsuz olduğunu biliyordum, "Suçlama kendini."
"Benim yüzümden!" diye çığlık attım. Bileklerimi kurtarmaya çalıştım. Avcunu açtı ve bileklerimi tutmayı bıraktı. Bir elini alıp göğsüme doğru bastırdım. Acıya dayanamadım. Kara'dan yardım dilenir gibi büyük elini göğsüme bastırdım, "Kara bir şey yap yalvarırım! Kalbim çok acıyor! Dayanamıyorum!"
Kara, çığlıklarımla sağırlaşıyordu. Benimse gerçeklik algım kopmuştu. Yangınlar günahlarımı arındıramazken Kara bunu yapmaya çalıştı. Dudaklarının başımın tepesine dokunduğunu hissettim.
"Lütfen," diye mırıldandı. Koyu sesindeki hırıltıyı duydum. Dudakları konuştukça saç tellerime sürttü, "Lütfen sus artık."
"Onu koruyamadım! Onu koruyacaktım ama ben onu koruyamadım! Başaramadım! Kara ben onu yaşatmak istedim ama başaramadım!" diye çığlık attım. Sinirle ellerimi yere doğru vurmaya başladım. Avuç içlerim kanıyordu. Daha fazla dayanamadım. Kalbim o kadar acıyordu ki ölmek ister gibi gözlerimi kapattım asfalta vururken.
"Melek," diye fısıldadı. Gözlerim açıldı. Burnundan çıkarttığı sıcak nefes saç dibime çarptı, "Yalvarırım beni suçla." Elimi tutup yavaşça soyulan derime doğru baş parmağını sürttü, "Yalvarırım kendi canını yakma. Bana vur."
"Acıyor," dedim hıçkırırken. Diğer elini kalbime doğru sertçe bastırmaya devam ediyordum, "Kalbim çok acıyor. Kara bir şey yap kalbime lütfen."
Cevap vermedi. Onun içinde ne koptuğunu anlayamıyordum. Konuşmaya gücü yetmedi sanki.
"Bayılacağım şimdi, hissediyorum," dedim sessizce.
Çok yorulmuştum. Ses tellerim konuşmaya çalıştıkça boğazımı diken gibi kesiyordu.
"Yum gözlerini. Ben seni koruyacağım. Korkma sakın, yum hadi kiracı."
Korkmadan bayılmamı söyledi. Gözlerimi kapattım. Sesler boğuklaştı, zaman soyutlaştı. Bayılacağımı anladığımda çelimsiz bedenimle Kara'ya doğru daha da sokuldum. Arkamdaki kocaman bedeni güvende hissettirmiş gibi ona teslim olmam konusunda rahatladı. Hemen sonra bilincim kapandı.
Barıştan savaş doğurdum. Gözlerim kapandı, açamadım. Bir savaş başlattım. Barışamadım, başaramadım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.67k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |