"Bu devirde duygusu olan bir insanın rahat etmesi mümkün mü?"
-tolstoy/savaş ve barış.
12 - (part I)
İnsan bencil bir mahluktu. Bunu inkar edenlerse bencil olmayı henüz keşfedememişti. Ders boyunca Kara'nın bana arabada söylediklerini düşündüm. Bencil olduğunu söylemişti; haklıydı da. Zira tüm dünya onun çevresinde dönüyor sandığından beni cezalandırırken bir başka canı hallaç gibi fırlatıp atmayı kendine reva görmüştü.
Yaptığım anlaşma herhangi bir şekilde adil değildi. Kara, bile isteye beni bu mahalleye tutsak etmişti. Beni buna mecbur bıraktıktan sonra önüme bir seçenek sunarak kendi rızamla kalmak istiyormuşum gibi hissettirmişti. Kapana kıstırmıştı. Yine de Kadir'in yüzünü ağarttığım için memnundum.
İlgimi çekmemişti burası. Mahalleden soyutlanmak bana da sanki artık garip geliyordu. Bir an önce Konak'ın tepe yokuşlarını koşarak çıkmak ve mahalleye gitmek, balkonumda oturup denizi izlemek istiyordum.
Berisi gün ders geç vakitteydi. Üniversite okumanın bir kız için lütuf ve sınıfsal sayıldığı bir dönemde bile bunun ayrıcalığını düşünemiyordum. Hissedememiştim işte. Kara ve mavileri yine beni hapsetmişti. Bu sefer cümleleri de kazınmıştı düşüncelerime. Odaklanamıyordum.
Hoca tanışma faslını kısa tutup sınıftan çıkarken hızla peşinden çıkarak kampüste yürümeye başladım. Bir ankesörlü telefon bulup jetonladım.
"Alo?" sesiyle telaşla telefonu diğer elimle de kavradım.
"Anne, nasılsın?" dedim ve sertçe yutkundum. Telefon kulübesinin sağını solunu saran camlardan akranlarım talebeleri izliyordum.
"Sağ ol kızım," dediğinde telaşım arttı. Dünkü konuşmanın üzerine bana olan öfkesinin geçip geçmediğini bir türlü anlayamamıştım, "Sen nasılsın Melek? Akıllandın mı?"
"Kampüsteyim," dedim heyecanla insanları izlerken. Gözlerim şık giyinimli gülen gençlerdeyken aklım annemdeydi, "Akıllandım anne, okulu çok beğendim. Buradan gitme fikrimi değiştirdim gibi."
"Çok şükür," dedi ve derin bir nefes verdi. Rahatlamış gibiydi, "Ablanla konuştuk dün. En kötü kulağını çeksin diye onu yollayacaktım yanına. Gerek kalmamış sanırım."
"Yanağımı öpmeye gelsin," dedim kıkırdarken, "İlla kızacağı zaman mı gelmesi gerekiyor? Çok özledim onu, nasıllarmış?"
"Enişteni biliyorsun," dedi bıkkın bir şekilde, "Evlenince de değişen bir bok olmadı. Bir insan yedisinde de birdir, yetmişinde de."
"Babam nasıl?" dedim heyecanla, "Onu da çok özledim."
"Bildiğin gibi," dedi ve duraksadı, "Senin para durumun nasıl?"
"Özel ders veriyorum!" dedim gülerek, "Daha muallim olmadan bir öğrencim oldu bile."
Annem karşıdan gülmeyle karışık nefes verdi, "Okuldan birine sakın gönül kaptırayım deme."
"Anne ne alakası var?" diye sordum gözlerim kocaman açılırken, "Ben sana meslek diyorum sen bana aşk diyorsun."
"Uyarayım da," dedi. Yutkunduğunu duydum, "Var mı gönlünü hoş eden bir bey?"
"Anne saçmalamasana," diyerek gözlerimi belerttim ve ankesörün tuşlarına parmağımı sürttüm, "Daha bir gün oldu üniversite başlayalı. Ne ara bulacağım da aşık olacağım?"
"Canım illa okuldan mı olmak zorunda? Mahalleden falan diyorum."
"Ne?" dedim. Gözlerimi bir müddet kırpmadım ve öylece tuşlara baktım, "Anne ne saçmalıyorsun?"
"Neşe teyzenin evinde gün var bugün, gecikmeden hazırlanayım. Allahaısmarladık," diyerek telefonu yüzüme kapattı. Bir süre hattın kesilme sesini dinledim. Başımı olumsuz salladım ve telefonu kulpuna yerleştirip kampüsten çıktım.
Otobüs durağına ilerlerken bir dükkandan dergi alıp otobüste okumaya başladım. Sigara dumanı eşliğinde öksürerek mahallenin üst kısmında duraktan indim.
"Sizin içeceğiniz sigaranın filtresine," diye söylendim ve sinirle otobüsten inip kapılar kapanırken başımı camdan dışarıya bakan amcaya çevirdim. Otobüs ilerlemeye başladığı gibi amcaya dil çıkarttım. Sigara dumanını bana doğru üflerken şaşkınlıkla içinde oturduğu otobüsle birlikte gözden kayboldu.
"Melek!" sesi ile durdum ve yan mahalleye doğru bakındım. Melisa koşuşturarak bana doğru geliyordu. Yanında bizle yaşıt bir oğlan vardı, "Gel dostikom gel! Ay insanın okumuş etmiş arkadaşı olması da pek havalıymış be!"
"Nasılsın havalı dostikom?" dedim yanağını öperken, "Ne bu enerji?"
"Gel hayatım, sana sürpriz!" dedi ve kolumdan tutarak beni kendi mahallesine doğru sürüklemeye başladı. Şaşkınlıkla onunla birlikte ilerlerken hemen arkamızdan ilerleyen çocuk sanki çevreyi kontrol edermişçesine sağa sola bakınıyordu. Mahalleye girdiğimiz gibi Melisa beni bir kahvehanenin içine soktu. Kahvehanede külüstür sandalyeler ve masif ahşabın üzerinde örtülü yeşil örtüler vardı. Bir adam sandalyede oturmuş radyodan futbol maçı dinlerken başı bize çevrildi ve ayağa kalktı.
"Demek meşhur başkaldırışçı sensin," dedi adam ve başıyla selam verdi, "Kara'yı bitirmek istiyormuşsun."
"Ha?" dedim şaşkınlıkla. Melisa'ya döndüğümde gülerek zıplamaya başladı ve ellerini çırptı.
"Haydar abi işte! Ona anlattım! Bu gece sizin mahalleye benzin döküp yakacaklar!"
"Ne diyorsun Melisa sen kafayı mı yedin?" dedim şaşkınlıkla. Şaşkınlığımı telaş aldı ve hızla Haydar'a döndüm, "Bakın o iş halloldu. Kadir'e dokunmayacaklar. Biz anlaştık aramızda."
"Nasıl yani?" dedi Melisa ve kaşlarını çattı, "Mimlendi ama ölmeyecek mi?"
"Hayır Melisa," diyerek gözlerimi belerttim. İfademi toplayıp Haydar'a yapay bir şekilde gülümsedim, "Teşekkürler yardımlarınız için ama dediğim üzere biz hallettik o konuyu."
"Hallettiniz mi?" diye sordu Haydar şaşkınlıkla. Sigarasını üstü kalaylanmış tepsideki küllüğe bıraktı, "Kara'nın mahallelisi artık ona karşı gelmeye başladı da, Kara mahalleli ile anlaşma mı yapıyor?"
"Ne demek bu?" dedim aynı şaşırmış ifadeyle.
"Demek ki eski otoritesi kalmamış," diye mırıldandı, "Bugün aldığım en güzel haber bu."
Kara bana zarar vermeyeceğine en çok itimad ettiğim insandı. Haydar bunu nasıl algılamıştı bilemiyorum, ancak bakışları hırs ateşi doluydu. Düşünüyordu.
"Beyefendi kusura bakmayın ama dediğim gibi," dedim ve Melisa'nın koluna girdim, "Kara insan gibi konuşarak sorunlarınızı çözebileceğiniz biri. Ben öyle yaptım, siz de onunla küs iseniz gidip bir konuşun. Biz yine de teşekkür ederiz ince düşünceniz için."
"Ay bunun bu naiflik beni bitirecek," dedi Melisa kahkaha atarak, "Kızım ne ince düşüncesi? Mahalleyi bidonlarla havaya uçuracaklar diyorum sana!"
"Ya biz Kara ile anlaştık!" dedim sinirle, "Melisa yardım etmeye çalıştığın için sana da teşekkür ederim ama biz Kara ile hallettik, gerçekten."
"İyi peki madem," dedi Melisa ve Haydar'a el salladı, "Teşekkür ederiz abi yine de, eksik olma."
"Siz de küçük hanımlar," dedi Haydar gülümseyerek. Gülümsemesi bana hiç samimi gelmemişti. Ona ısınamadım. Kara'yı sevmediği içindir belki, bilemiyorum. Belki de Kara onu sevmediği içindir, fark eder mi?
Oradan çıktığım gibi koşar adımlarla eve doğru Melisa'yı çekiştirmeye başladım, "Ya bebeğim, hayatımın anlamı, anlıyorum benim için yaptın. Ama şimdi Haydar denilen bu zibidi de onunla dalga geçtik diye bize bilenmesin?"
"Yok be ne bilenecek? Kara'ya saldırmaya bahane bulamadı ya, ona köpürür o anca," dedi Melisa gülerek, "Ay dostikom okulun ilk günü nasıl geçti? Yakışıklı, şöyle okkalı zengin aile çocukları var mıydı?"
"Kaya selam!" diye bağırdım mahallenin girişinde. Melisa heyecanla saçlarını düzeltirken Kaya kırmızı apartmanın girişindeki kaldırıma oturmuş, sigara içiyordu. Başı bize kalktı ve önüne dönüp bıkkın bir nefes verdi. Bizi sevmediği her halinden belliydi, ancak ben bu durumla eğleniyordum.
"Merhaba," dedi ve ayaklandı. Sigarasını uzağa doğru fırlatıp başını bize çevirdi, "Nasılsınız?"
"Merhabalar Kaya," dedi Melisa ve kıkırdadı, "Geçen tuz vermiştin bana, hatırladın mı?"
"Hatırladım o tuz gelmedi bir daha bana," dedi Kaya alayla karışık, "Nerede o tuz?"
"Ben getireyim bir ara onu sana," dedi Melisa şirin bir şekilde kıkırdayarak, "Olur mu ki öyle?"
"Olur," dedi ve yanımızdan çekip gitti. Melisa ile Hakan'ın dükkanına gelmiştik. Bize limonata ve kek ikram etti. Okulun ilk gününü anlatırken sürekli pastanenin camından dışarı bakıyordum. Kara'yı ortalıklarda görememiştim.
Hande'nin bir arkadaşı ile hararetli bir şekilde konuşarak eve girdiğini gördüğümde hızla yerimden kalkıp pastaneden çıktım.
"Hande!" diye bağırdım. Apartmanın girişinde durdu ve bana dönerek arkadaşına bir şeyler fısıldadı. Gözlerini kısıp dudaklarını yapay bir şekilde genişletti.
"Naber Melek?" dedi dibimde biterken, "Nasıl gidiyor?"
"İyi," diyerek pastaneyi gösterdim, "Sohbet ediyoruz, gelmek ister misiniz?"
"İstemeyiz," dedi ve derin bir nefes verip arkadaşına döndü, "Bu işte Hülya'ya kezzap döktüren kız."
"Ay o sen misin!" dedi yanındaki kız ve heyecanla bana selam verdi, "Memnun oldum. Şanın yürüyor bizim oralarda. Tepecik'te bile duyduk seni."
"Ben döktürmedim," dedim şaşkınlıkla Hande'ye bakarak, "Senin abinin fantastik dünyasının bir fikriydi o. Benlik bir durum yok."
"Neyse ne Melek," dedi ve göz devirdi, "Sonuçta senin için döküldü o kezzap."
"Bence gurur duymalısın," dedi diğer kız heyecanla, "Sana meydan okuyanlara karşı mahallenin abileri arkanda durmuş."
"Ya ya," dedim bayık bir şekilde gülümserken, "Çok gurur duyulası bir hareketti gerçekten." Durup etrafa bakındım, "Nerede abin?"
"Nerede olabilir?" dedi Hande bıkkınlıkla, "Kırmızı'da kesin."
"Anladım," dedim ve derin bir nefes verdim. Bana baktıkları sırada aramıza giren sessizlik ile sağa sola bakındım, "Şey, görüşürüz o zaman?"
"Görüşürüz," dedi ve apartmanın kapısını itti. İçeri geçtikleri sırada pastaneye girip geriye yaslandım ve alnımdaki terleri sildim.
"Bu Hande'yi çözebilen var mı?" diye sordum ve ellerimle yüzüme hava çarpıp limonata pipetimi dudaklarımın arasına götürdüm, "Bu kız iyi mi yoksa kötü mü ben anlayamıyorum."
"Kimse anlayamıyor merak etme, yalnız değilsin," dedi Hakan sırıtarak. Gözü tetristeydi. Melisa ise yan apartmana bakıp sürekli sırıtarak iç çekiyordu.
"Kaya çok yakışıklı ya," dedi gülümserken, "Keşke benim olsa."
"Bak," dedi Hakan. Gözlerimiz ona çevrildiğinde bir elini masanın üzerinden Melisa'ya doğru nah işareti yapmıştı, "Bak senin oldu şimdi."
Melisa sinirle ona vururken Hakan gülerek tetris oynamaya devam etti.
Kara ortalıklarda yoktu. Hava kararana kadar pastanede sohbet ettik. Melisa eve geçerken Hakan ile kepenkleri indirdik. Eve geçip üzerimi değiştirdim.
Aynada kendime baktım. Kahvelerimin ardında bile mavilerinin soğuğu vardı sanki. Güneşe onu kim neden küstürmüştü? Ölen annesiyle ilgili olduğunu düşünüyordum. Annesinin neden öldüğünü çok merak ediyordum.
Sema açıktı. Bulutların olmamasını fırsat bilerek menekşe çayı yapıp balkona çıktım. Kara'dan aldığım kitabı okurken damla sakızı mum yakıp balkon masasına yerleştim. Üzerime hırka alıp kitap okuduğum sırada istemeden ara ara Kara'nın karanlık dairesine bakıp duruyordum.
Çayı yarıladığım zaman akreple yelkovan gecenin ortasına aktı. Saat yarıma yaklaştığında esneyerek uyumaya hazırlanmak için ayaklandım. Çoraplarıma rağmen ayaklarım soğuk havadan donmuştu. Kalkıp mumu üfledim.
Bir ateşi söndürürken, istemeden kocaman bir yangın başlattım.
İçeri geçtim ve yatağa uzandım. Kitabı okurken uyukluyordum. Kara'dan tüm gün haber alamamak garipti. Akşamları balkonunda oturup denize bakarken sigara içerdi. Dayanamayıp yerimden kalktım ve salona ilerledim. Karşı daireye baktım. Perdeleri çekili, ışığı hala kapalıydı. Balkona çıktım. Ellerimi balkon demirlerine koyup derin bir nefes verdim. Başım mahallenin girişine çevrildi.
Haydar'ı gördüm. Arkasında onlarca insan vardı. Gözlerim kocaman açılırken hızla ayakkabılarımı giyip telaşla evden çıktım. Anahtarımı alamadan merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladım. Ben aşağı inene kadar bizim mahalleli çoktan girişe varmış, bir insan kümesi oluşturmuştu.
"İyi geceler Han Mahallesi sakinleri," dedi Haydar en önde dururken. Arkasında sıralı adamların kimisi sigara içiyor, kimisi her an saldırmaya hazır bekliyordu, "Sahibiniz nerede?"
Kaya insanları yararak en öne geçti ve Haydar'ın tam karşısında durarak bıkkın bir nefes verdi, "Ne istiyorsun?"
"Sen değil," dedi Haydar kahkaha atarak, "Senin de sahibin var ya bir tane..." diyerek elini yukarı kaldırdı, "Şöyle buralarda muhtar gibi dolanan bir padişah."
"Ne diye geldin?" diye sordu Kaya tekrar. Sinirden gözleri yanıyordu, "Biz mahalleye misafir almıyoruz, biliyorsun."
"Birkaç duyum aldım," dedi Haydar ve elindeki tespihi sallandırarak avcunun içine doğru sıkıca bastırdı, "Artık mahalleliniz size karşı çıkmaya başlamış."
Kaya durup arkasına döndü. Mahalleli merakla onlara bakarken Kaya tekrar başını Haydar'a çevirip arkayı gösterdi, "Bunlar mı bize karşı çıkmaya başlamış?"
"Hım hım," dedi Haydar ve gülerek başını onaylar anlamda salladı, "Bir tanesi gelip benden yardım bile istedi bugün. İnanabiliyor musun?"
"Kim?" diye sordu Kaya şaşkınlıkla. Alev alan gözleri bana bakmasa bile bedenimi yakarken nefesimi tuttum. Haydar benden bahsediyordu.
"Sizin işgalinize karşı başkaldıran ilk kurşun..." diyerek tespihini koparttı Haydar. Kopan bilyeleri soğuk asfalta doğru döktü, "...bu mahallenin Hasan Tahsin'i diyorlar bizim orada ona."
"İsim ver lan!" diye bağırdı arkadan bir adam. Üstü başı perişandı. Elinde bir kelebek bıçağını sıkıca tutuyordu, "Bizim mahalleden kimse Han'ı satmaz! İftira atmayı kes ya da isim ver!"
"Mahalleliniz size saygı duymuyor!" diye bağırdı Haydar'ın arkasındaki bir herif. Sinirle bir adım attı ve elini kaldırıp kükredi, "Millet uyanıyor! Bize de günaydın demek düşer!"
"Hadi lan!" diye hırladı Kaya'nın arkasından bir amca, "Kim söyleyin gözünüzün önünde idam edelim!"
"Sessiz," diye bir ses duydum. Gözlerim kocaman açılırken iki taraf da suskunluğa sarıldı. Kara ağır adımlarla Kaya'nın yanına ilerleyip ellerini arkadan bağladı ve derin bir nefes verdi, "Bağırmayın mahallede."
"Ooo!" dedi Haydar heyecanla, "Sonunda muhtar geldi!" dedi ve ellerini çırptı, "Köpeklerin çok havlıyor Kara, önlerine kemik atmadın mı ne zamandır?"
Kara gözleriyle gülümsedi. İfadesi ölü olsa da sakince başını arkaya çevirdi ve burnundan soluyan mahallelisine bakıp Haydar'a döndü, "Benimkiler çiğ et yiyor."
"Ah," dedi Haydar şaşkınlıkla. Elleriyle göğsünü tuttu, "Beni mi atacaksın önlerine?"
"Kendin gelmişsin," dedi Kara ve mavilerini kısarak başını hafif yana attı, "Ne istiyorsun?"
"Bir mahallelin bizden yardım istedi," dedi gülümseyerek, "Ona yardım etmeye geldik."
Kara duraksadı. Başı benim apartmanıma çevrildi ve balkonuma baktı. Apartmanın girişinde ezik büzük bir şekilde durduğum sırada Kara gözlerini apartmanın dış kapısına indirdi. Gözlerimiz birleşti. Başımı olumsuz anlamda salladığım sırada Haydar başını bana çevirdi ve işaret parmağını bana doğru uzatıp bağırdı, "İşte bu! Evet! Leb demeden leblebiyi anladın!"
Kara bıkkınlıkla nefes verip Haydar'a döndü, "Kiracı evine çık."
Haydar anlamsızca ona bakarken ben bir hışımla apartmandan içeriye girdim ve üst kata çıkmaya başladım. Ellerimi sabit tutamıyordum. Aralık kapıdan içeri girdim ve korkuyla balkona çıktım. Başım aşağı çevrildiğinde Haydar ve arkasındaki insan kümesinin mahallenin girişinden ayrıldığını gördüm. Kara arkasına döndü ve onu merakla bekleyen insanlara doğru derin bir nefes verdi.
"Bu saatten sonra mahalleden kimse çıkmıyor. Karılarınız ve çocuklarınız dahil. Mahalleye saldırı olursa onları korumak adına gerekirse kendi canınızı vereceksiniz," dedi ve kaşlarıyla bir adamı gösterdi, "Mahallenin giriş ve çıkışını kapat. Kimse çıkmayacak."
Adam başıyla onay verip hızla harekete geçtiğinde kaşları ile bir başkasına komut verdi, "Sen de Kırmızı'yı korumaya al. Barikat kur."
"Emrin olur abi," dedi oğlan ve heyecanla Kırmızı'ya doğru ilerlemeye başladı.
Kara bıkkınlıkla nefes verdi ve mavilerini bir başka oğlana çevirdi, "Tüm araçları çıkart mahalleden. Altlarına patlayıcı yerleştirecekler. Sen de git silahı olmayanlara silah dağıt," diyerek Kaya'ya döndü. Kaya başıyla onay verip oradan ayrılırken Kara derin bir nefes verip başını yukarı kaldırdı. Göz göze geldik, "Diğer herkes gidin hazırlık yapın."
Tüm mahalleli dağılırken Kara bana yaptığımı beğenip beğenmediğimi sorar gibi güldü. Karanlık ay yüzünün yarısına dokunduğu sırada başını yere eğdi ve gülerek olumsuz anlamda salladı.
Korkarak içeriye geçtim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Telaşla salonda volta attığım sırada kapı tıkladı.
Tak, tak... tak tak tak.
Kalbimin bu kadar sert çarpması beni ürkütürken yerimde donakaldım. Saniyelerce bekledim ve zar zor kapıya gidip yavaşça açtım. Gözlerim mavilerine dokunmaya korkarken sertçe yutkundum, "Selam ev sahibim. Nasılsın? İçeri gelsene?"
"Sen gel," dediğinde başımı kaldırdım. Gözlerim mavilerine çıktı. Korkudan gözlerim titriyordu. Başımı anlamadım anlamında salladığımda devam etti, "Bir süre Hande ile ikiniz mahalleden ayrılıyorsunuz."
"Anlayamadım ki," dedim korkuyla, "Nereye gidiyoruz?"
"Senin okula yakın bir ev var, orada kalacaksınız. En azından burası mahşer alanı olup bitene kadar."
"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Kara sen o insanlara eşleriniz ve çocuklarınız mahalleden çıkmayacak demedin mi? Şimdi herkes burada kalmak zorunda ama Hande ve ben kaçacak mıyız?"
"Herkes kendinden sorumlu," dedi ve başını yavaşça bana doğru eğdi. Derin bir nefes aldım, kokusunu sabahtan beri ilk kez duymuştum, "Ben de sen ve kız kardeşimden sorumluyum."
"Müjgan teyze?" dedim şaşkınlıkla, "O peki?"
Gülümserken doğruldu. Kokusu uçtu gitti. Boğazımı temizlediğim sırada kaşlarıyla içeriyi gösterdi, "Git birkaç kıyafet al kendine. Bekliyorum."
Telaşla içeri geçtim. Dolabıma ilerledim ve bir sırt çantasına kıyafetlerimi sokuşturup çıkışa ilerledim. Kapıyı kapatırken önümden merdivenleri inmeye başlamıştı, "Kara ne oldu da böyle bir anda Haydar buralara sardı ki? Hay Allah!" dedim korkuyla.
"Bak sen şu işe," diye mırıldandı keyifle. Konuyu onunla konuşmak istiyordum.
"Kara!" diye bağırdım heyecanla.
Durup bana döndüğünde sırıtıyordu, "Evet, küçük kiracı?"
Birkaç basamak indim ve basamaklarda boylarımız eşitlendiğinde ellerimi önümde bağladım, "Ben Haydar ile görüştüm, doğru. Melisa ona yardım istediğimi söylemiş. Ben ona gidip biz Kara ile anlaştık dedim. Ama o bunu yanlış anladı galiba çünkü sanki sen mahalleliye söz geçiremiyorsun gibi düşündü."
"Olur öyle arada," dedi gülümserken. Kızmamıştı bana. Başımı olumlu anlamda sallarken gözlerim kocaman açık bir şekilde ona bakıyordum.
"Olur, değil mi Kara?" dedim korkuyla, "Ben bilerek yapmadım ki!"
"Olur, sorun yok kiracı," dedi ve önüne döndü, "Hadi artık."
"Çok kısa Müjgan teyze ile görüşmek istiyorum," dedim.
"Fırla," dediğinde koşarak önüne geçtim ve zemin kata indim. Müjgan teyzenin evine anahtarla daldım. Bu yaptığım çok saygısızcaydı, ancak benim kaybedecek vaktim yoktu.
"Müjgan teyze!" diye bağırdım. Işıkları kapalıydı. Evde onu ararken yatak odasına ilerledim. Uyuyordu. Işığını açıp telaşla yatağının yanına çöktüm, "Teyze bak bugün yarın buralarda bir sürü kaos çıkacak. Sen korunmak için Kırmızı'ya git, tamam mı?" diye sordum.
"Ne oluyor kızım?" dedi gözleri yarım yamalak açılırken. Şaşkınlıkla bana baktığı sırada elini tuttum ve yavaşça elini öptüm.
"Bir arka sokakta kırmızı bir apartman var ya hani!" diye bağırdım beni daha rahat duyması için, "Oraya git yangın başlayınca! Tamam mı!"
Şaşkınlıkla başını onaylar anlamda salladığında doğrulup Müjgan teyzenin alnından öptüm, "Oraya git orada seni korurlar. Seni çok seviyorum, görüşürüz."
Koşarak evinden çıktım. Gözlerim istemeden akmıştı. Gözlerimi ovduğum sırada Kara elleri arkadan bağlı bir şekilde apartmanın dışında beni bekliyordu. Çıkmamla ilerlemeye başladı.
Mahallenin girişinde bir sürü adam duruyordu. Ellerindeki kocaman silahlar ve her an yanmaya hazır molotoflar ile girişi kapatmak için an kolluyorlardı. Kara ile aralarından geçtiğimizde korkudan gözlerimi yere indirmiş, ayaklarıma bakarak ilerliyordum.
Arka kapıyı açıp geçmem için geri çekildi. Arabaya binmeden ona baktım ve başımı olumlu anlamda salladım, "Kara olur değil mi böyle yanlış anlaşılmalar?"
"Olur," dedi gülümserken, "Geç içeri bakalım."
"Müjgan teyzeyi sen korursun, değil mi?" diye sordum. Bir süre mavileri gözlerimde sırasıyla dolandı. Denize yansıyan ay onun yüzünün yarısına dokunduğu için bir gözü koyu mavi, gölgede kalan gözü ise ismi gibi kara görünüyordu. Cevap vermediğinde arabaya bindim. Kara kapıyı üzerime kapattı ve arabanın arkasına iki kez hızla vurdu. Zeki gaza basarken Hande yanımda oturmuş, telaşla arkayı izliyordu.
"Keşke ben de kalsaydım da iki adam öldürseydim!" diye bağırdı Hande heyecanla, "Of Zeki abi ya, abimler kaldı biz gidiyoruz ezik gibi!"
"Bakın şimdi sizi götürdüğüm yerde uslu durursanız Kara abinin sözü size pamuk şeker alacak," dedi Zeki arabayı kullanırken, "Mahallenin abileri şimdi gideceğimiz evin kapısının önünde olacak hep. Nöbet tutacaklar sizi korumak için."
"Ay of!" dedi Hande ve önüne dönüp geriye yaslandı. Başı bana çevrildiğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum, "Melek karşı mahalledeki karıları dövmek istemez miydin sen de? Ah, unutmuşum. Senin o mahalleden arkadaşların vardı, değil mi? Söylesene cidden sen kimin tarafındasın?"
"Ne alakası var?" diye sordum şaşkınlıkla. Şoka girmiştim. Beni ihanetle suçluyordu.
"Bana bak Melek eğer senin yüzünden ortalık karıştıysa ve onlarca insan ölecekse gerçekten seni pataklarım," dedi Hande öfkeyle, "Tüm bu aptal saldırının sebebi İnşallah sen değilsindir."
"Asıl sen bana bak!" diye bağırdım. Hande şaşkınlıkla duraksarken ben öfkeyle yumruğumu sıktım, "Beni tehdit etme seni var ya tokatlarım Hande!"
"Ne diyorsun sen be! Millet senin yüzünden mi ölecek yani!" diye çığlık attı.
Sinirle önüme döndüm ve güldüm, "Ya sen nasıl da düşünüyorsun milleti? Orada kalıp milleti öldürmek isteyen babamdı sanki. Ne manyaksın sen Hande be!" diye bağırdım.
"Bak seni döverim," dedi Hande sinirle, "Beni sakın delirtme Melek."
"Hadi bir döv bakayım," dedim sinirle ona bakarak, "Döv bakayım ne oluyor gör gününü!"
"Kesin lan ikiniz de!" diye kükredi Zeki. Geriye doğru pısıp korkuyla gözlerimi kocaman açtım, "Yeter ulan çoluk çocuk kavgası etmeyin yemin ederim ikinizi de ben döverim!"
"Şakalaşıyorduk abi," dedi Hande korkuyla sesini incelterek, "Yanlış anladın sen bizi."
"Sarılın birbirinize sonra da çenenizi kapatın," dedi direksiyona sinirle vurarak, "Farkında mısınız? Mahalle yanacak. Dükkanlar, evler gidecek. Bunlar yetmez gibi bir de sizinle uğraşıyoruz bu yaşta."
"Şerefsizler abi bunlar! Han olarak onlara hadlerini katiyetle bildiririz!" diye bağırdı Hande. Zeki daha da gaza geldi.
"Orospu çocukları! Çok yanlış yapıyorlar! Haydar'ın mezardaki annesini sikmeyene deli Zeki demesinler!" dedi sinirle direksiyona vururken.
"Abimler kaldı mahallede," dedi Hande, "Aslında abimler gelseydi, mahalleli keni başına hallederdi..."
"Evet ya Müjgan teyzeyi de alırdık," dedim heyecanla, "O kadın perperişan olacak orada."
"Sikecem senin teyzeni de ama he," diye homurdandı Hande, "Evimiz barkımız yanacak bu hala yüz yaşındaki karının derdinde. Ne Müjganmış arkadaş?"
Ona bön bön baktığım sırada Hande yavaşça nefes verdi, "Tamam. Özür dilerim. Sinirlerim çok bozuk Melek."
"Aferin sarıl şimdi," dedi Zeki sinirle. Hande korkuyla bana sarılırken ben donakalmış bir şekilde karşıya bakıyordum. Hande önüne döndü ve geriye yaslandı.
"Ben de özür dilerim," dedim şaşkınlıkla, "Zeki, bize kezzap dökmezsin, değil mi?"
Hande gülerken ben şaşkınlıkla Zeki'ye bakıyordum. Arabayı kullanırken dikiz aynasından bana baktı ve ciddiyetle gözlerini yola çevirdi, "Belli olmaz bacım. Birbirinize sahip çıkmayı öğrenmeniz lazım. Yoksa ikinizi birden kezzaplayabilirim."
Hande gülerken ben korkuyla geriye yaslandım, "Zeki biz çok iyi anlaşıyoruz, gerçekten."
"Evet abi ya biz çok eküriyiz onunla," dedi Hande sırıtarak, "Böyle kedi köpek gibi didişiyoruz ama alevimiz çabuk sönüyor."
"Tamam susun artık," dedi Zeki. Arabayı Bornova taraflarına sürdü. Bahçeli büyük üç katlı bir evin önünde durdu. Hande'nin gözleri parlarken hızla arabadan indi. Peşinden çıktım ve onu takip etmeye başladım. Bahçeye girdiği sırada bizi takip eden iki araba hemen arkaya park etti ve içinden bir sürü adam indi.
"Çocuklar bakın bu abiler burada sizi koruyacak," dedi Zeki ve önümüze geçerek büyük bahçede ilerlemeye başladı, "Melek sen sabah okula giderken bu abilerden biri sana eşlik edecek. Hande senin sokağa çıkma yasağın var."
"Ya of!" diye bağırdı Hande ayağını yere vurarak, "Neyse ne. Bu ev ne ya? Açsana hadi kapıyı abi!"
Zeki kapıyı açtı ve geçmemiz için kapıyı sonuna kadar itti. İçeri girdiğimizde kocaman bir salonla karşılaştım. Büyük avizeleri incelediğim sırada Hande merakla etrafta dolanmaya başladı, "Malikane gibi burası, keşke hep burada yaşasak!"
"Neden yaşamıyorsunuz ki?" diye sordum merakla parlak parkeleri incelerken.
"Abimlerin Han Mahallesi aşkı yüzünden böyle güzel evlerde kalamıyoruz," dedi ve üst kata çıkmaya başladı.
"Gelin buraya," sesiyle durup hızla girişe koşturmaya başladı. Zeki cüzdanından büyük bir tomar para çıkartıp Hande'ye uzattı, "Alın bunu yanınızda dursun."
"Ay çok teşekkür ederiz abicim!" dedi Hande gülerek parayı elinden alırken. Paranın yarısını bana doğru uzattığında gözlerim kocaman açıldı.
"Benim param var," dedim şaşkınlıkla. Yarısını uzattığı para bile ev kiramdan fazlaydı, "Teşekkürler yine de."
"Of sana paran yok demedi," dedi Hande ve elindeki parayı sallandırdı, "Bulunsun yanında diye veriyor. Al işte gururlu kızı oynama."
Sinirle Hande'nin elinden parayı çekip Zeki'ye baktım, "Teşekkürler."
"Uslu durun, ben mahalleye dönüyorum. Birbirinize emanetsiniz bir süre," dedi ve durup işaret parmağını Hande'ye doğru tehditkar bir şekilde uzattı, "Özellikle sen Hande, bu kıza sahip çıkacaksın yoksa seni abinlere söylerim. Duydun mu?"
"Tamam abi ya," dedi Hande ezilip büzülüp. Zeki evden çıkarken Hande hızla şömineye doğru koşturmaya başladı, "Ay Melek bunu yakmayı becerebilir miyiz ki acaba?"
Evi keşfettiğim sırada gözüm telefona takıldı. Gösterişli ve modern duruyordu. Çantamdan telefon defterimi çıkarttım ve telefonun yanındaki geniş tekli koltuğa oturup numarayı çevirdim. Telefonu kulağıma tutarken Hande mutfağa geçmişti.
"Evet?" sesiyle durdum. Sertçe yutkundum. Ne yapacağımı bilemedim. Telefonu diğer kulağıma götürdüm ve koltukta öne doğru eğildim.
"Şey," diye mırıldandım, "Kara benim, Melek..." Bir süre cevap vermedi. Duraksamasını fırsat bilerek devam ettim, "Orada durumlar nasıl?"
"Henüz bir durum yok," dedi yavaşça. Sesinden anladığım benim aramama şaşırmıştı, "Var mı bir sıkıntı? Hande kırdı mı seni yoksa?"
"Yok hayır," dedim ikinciye yutkunurken, "Kara, benim yüzümden oldu her şey. Hande kırsa bile hakkıdır."
Cevap vermedi. Gözlerim dolmuştu. Bir süre sessizce yere baktım, "Neyse ben oradaki durumu merak etmiştim. Dikkat edin kendinize." dedim ağlamaklı sesle.
Telefonu hızla kulpuna yerleştirip ayaklandım. Gözlerimi silerken Hande merdivenlerden iniyordu, "Ay Melek üst kattaki odaların kendilerine özel banyoları var," dedi ve beni görünce duraksadı. Şaşkınlıkla bana doğru ilerlemeye başladı, "Ağlamasana, neden ağlıyorsun?"
"Benim yüzümden," dedim ve alt dudağımı büzüp koltuğa oturdum, "Benden nefret etmeni anlıyorum Hande. Ben olsam ben de ederdim."
"Şşt tamam be," dedi ve kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. Bana sarıldığında ellerimi sırtına koyup gözlerimi kapattım.
"Hem mahalle savaşlarını çok seviyorum ben. Hep ertesi günleri babam bize fırça kaymaya geliyor. Bu bahaneyle onu görürüm yarın," dedi gülümserken. Geriye doğru çekildi ve saçlarımı geriye doğru attı, "Bize kahve yapayım mı?"
"Çok sevinirim," dedim gülümseyerek. Burnumu sildim ve koltuğa geri oturup gözlerimi telefona çevirdim. Hande mutfağa geçerken ben öylece evi inceliyordum. Gözlerim ağlamaktan kızarık olsa da yaşlarım durmuştu. Hande kahve tepsisini ortamıza bıraktı ve karşıdaki koltuğa geçti.
Kapı çaldığında aynı anda ayaklandık, "Bu kim şimdi?" dedi şaşkınlıkla önümden ilerlerken. Kapıyı açtığında Kara elleri arkadan bağlı bir şekilde kocaman bedenini karşımıza dikmişti. Hande heyecanla bana döndü, "Ay abi hoş geldin! Bizi savaşa mı götüreceksin?"
"Dövüştünüz mü yalnız kalınca?" diye sordu gülümserken. Hande başını olumsuz anlamda sallarken korkuyla koluma girdi.
"Abi valla ben ağlatmadım kendi ağladı, hatta ben ona kahve yaptım! Konuşsana Melek!" dedi yapak bir şekilde sırıtırken. Başımı olumlu anlamda salladım.
"Evet hiç dövüşmedik Kara," dedim şaşkınlıkla.
"Dur sana da kahve yapayım abi," dedi Hande ve hızla arkasını dönüp içeriye doğru geçti. Kapıyı biraz daha açtım ve geçmesi için yana kaydım. İçeri geçmedi.
Arkadaki ellerinden birini öne doğru çekti ve bana bir kitap uzattı, "Al bakalım. Sıkıldıkça okursun bu gece."
"Bana mı?" dedim heyecanla kitabı elime alırken. "Savaş ve Barış," diyerek gözlerimi kocaman açtım ve ona bakıp kıkırdadım, "Teşekkür ederim."
"Rica ederim," dedi. Eli tekrar arkasına gitti ve diğer elini tuttu. Yutkundu. Gözüm kısaca adem elmasına kaydı ve tekrar mavilerine baktım. Anlam dolu bakıyordu. Bir şeyler demek istiyor, diyemiyordu sanki.
"Senin suçun değil, benim suçum."
"Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Kadir'i mimleyen benim," dedi gülümserken, "Ben başlattım savaşı. Sen yalnızca savaşın ortasında kaldın. Bir suçlu arıyorsan kendini değil, beni suçla."
Yutkundum. Başım kitaba indi, "Seni anlamak çok istiyorum. Ama o kadar karmaşık bir adamsın ki Kara... Bazen ne düşüneceğimi bilemiyorum."
Cevap vermediğinde ona baktım. Gözleri gözlerime kenetliydi. Mavileri bana gece mürekkebini anımsattı.
"O halde beni affetmek istiyorsun," dedi. Bir süre soğuğun sessizliği kulaklarıma ilişti. Başı ağır ağır onaylar anlamda sallanırken ağzı aralıktı. Kaşlarıyla Savaş ve Barış kitabını gösterdi, "Orada öyle yazıyor, her şeyi anlamak her şeyi affetmek demektir."
"Şey," dedim elimdeki kitaba bakıp. Gülerek gözlerimi tekrar mavilere buladım, "Sen beni çoğu zaman affettin, ben de seni affedebilirim sanırım."
"Bunu hak ettin o zaman," dedi ve gülümserken arkadan bağlı ellerini çözdü. Bana tek eliyle saplarını sıkıca tuttuğu iki pamuk şeker uzattı, "Biri sana biri içerideki hayduta."
"Bize mi aldın?" dedim kıkırdayarak. Şekerlerin üstleri şeffaf jelatinle korunuyordu. Heyecanla pamuk şekerleri elinden aldım.
"Ağlama bir daha, hele de suçsuz olduğunda," dedi. Ağzımı açıp ona bir şey diyeceğim sırada devam etti, "İzninle, şimdi gidip mahallelinin başında durmam gerekiyor. Sakın ama sakın, çok rica ediyorum evden çıkmayın."
Arkasını döndü ve konuşmama izin vermeden bahçe kapısına ilerlemeye başladı.
"Neden çoğu zaman susuyorsun?" diye sordum. Kocaman bedenini izlerken pamuk şekerlere bakıp kıkırdadım. Durdu ve bana döndü. Gülümsüyordu.
"Cümleni biraz daha açar mısın?" diye sordu kibarca.
"Çoğu zaman," dedim ve heyecandan elimi ayağımı nereye koymam gerektiğini bulamayarak ayakta kıpırdandım, "Gözlerin sayfalarca yazı yazar, ama dilin bir türlü konuşmuyor. Neden?"
"Hım," dedi ve dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi, "Orada Tolstoy bunu benim yerime çok güzel cevaplamış," dedi kaşlarıyla kitabı gösterirken.
"Kitapta mı?" diye sordum merakla, "Kara sen her kitabın her cümlesini nasıl ezbere biliyorsun?"
"Kitapta o alıntının geçtiği sahne..." dedi ve gülümsedi, "...bir adamın yaşı kendinden genç bir kızı ailesinden istediği sahnede geçiyordu." Gözlerini yana kaydırdı. Kitaptaki o anı zihninde canlandırdı sanki, "O sahnede söylüyordu adam o lafı. Oradan aklımda kalmış."
"Ne diyordu o sahnede?" diye sordum merakla. Asıl sorum neden Kara'nın benimle çoğu zaman konuşmadığıydı. Alıntıladığı cevapsa bir savaşın barış ketenleriydi.
"Hissedilen şeyi sözle ifade etmek mümkün değilse niçin konuşmalı, küçük kiracı?"
"Neler hissediyorsun ki?" dedim şaşkınlıkla, "Yani açıklamaya çalışsan belki anlaşılırsın." Cevap vermedi ve gülümseyerek arkasını döndü. Hızla içeri geçip kapıyı kapattım. İçeri geçtiğimde mutluluktan havalara uçuyordum.
"Nereye gitti ya?" dedi Hande elindeki tepsiyle. Pamuk şekerleri görüp kaşlarını şaşkınlıkla çattı, "Savaşın ortasında bize şeker mi getirmiş?"
"Evet," dedim ve hızla şekerleri sehpaya bırakıp kitabı elime aldım. Tekli koltuğa oturdum ve sayfaları tek tek çevirmeye başladım. Mutlaka bir not bırakmış olmalıydı. Bana özel olmasa da kendi alıntıladığı ve sevdiği bir cümle görmek, okumak istedim.
"Ülkenin her yerinde böyle güzel evlerimiz var, ama gel gör ki Han sevdaları buralarda prenses gibi yaşamamı engelliyor," dedi Hande kahvesini içip uzanırken.
"Sen de evlenince kalırsın bunlardan birinde," dedim kitapta alıntılar araken. Kara'ya ait izler görmek istiyordum. Onun mavilerinin dolandığı satırlara bakmak heyecan vericiydi.
"Bak kusura bakma söylediklerim için ama ben cidden kızdım sana yani."
"Ben kötü bir amaçla hiçbir şey yapmadım," dedim başım ona kalkarken. Sırt üstü bir şekilde uzanmış, kahve içerken dergi okuyordu, "Orada kim bilir neler olacak şimdi?"
"Melek ben abimi başımdan al dedim, sen resmen düşmanları başımıza musallat ettin. Ben bu olayda o Melisa denen kızın parmağı olduğuna adım kadar eminim."
"Biz gerçekten kötü bir şey olsun istemedik," dedim korkuyla, "Hande benim de o mahallede çok sevdiğim insanlar var. Ben birinin başı belaya girsin ister miyim hiç? Müjgan teyzeme bir şey olacak diye çok korkuyorum mesela," Durup kıkırdadım, "Neyse ki onu Kırmızı'ya yolladım."
"Ne?" dedi başı bana çevrilirken, "Ne yaptım dedin?"
"Kırmızı'ya yolladım, orası en güvenli yer ya..." dedim gülümserken, "Oraya gitsin işte. Orada kimse ona bir şey yapamaz."
"Salaksın sen," dedi Hande hararetle kahkaha atarken, "Melek kadını neden oraya yolladın? Kızım orası bizim mahallenin kalbi."
"Tamam işte," dedim dikkatle Hande'ye bakarken, "Orası en güvenli yer değil mi?"
"Bir insanı öldürmek istersen ilk neresine nişan alırsın?" diye sordu.
"Kalbine," diye mırıldandım. Gözlerim kocaman açılırken hızla ayağa kalktım ve evin dış kapısına ilerlemeye başladım. Kalbimin gümbür gümbür attığını adımlarımla bir duyuyordum. Kara evden çıkmamamız konusunda beni uyarmıştı. Ama ben başlattığım savaşın tozlarını yutmak için o savaş alanına, mahalleye gitmek zorundaydım.
Savaş ve barış... İki zıt kutup, aynı madalyonun iki karanlık yüzü. Adımlarım beni savaşa götürürken içimdeki barışın kaybolacağını biliyordum. Ya barışı yok edecektim ya da savaşa teslim olacaktım. Her iki yolun sonunda da kaybederken kazanacaktım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
282.95k Okunma |
14.6k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |