"Yasalara karşı gelmek hep çok kolaydır, ama çöldeki Bedeviler için bile kamuoyuna karşı gelmek imkansızdır."
-kamuoyu: suskunluk sarmalının keşfi/elisabeth noelle-neumann
11
Suskunlar Sarmalı Teorisi, bir topluluğun onayladığı şeyler hakkında fikir belirtirken korkmamaktı. Fikirlerin ne olduğu önemsizdi, topluluk onaylıyorsa o fikir rahatça belirtilirdi. Mahallenin mimlenmeye karşı ayrı bir içgüdüsü vardı. İçlerinde tuttukları canavarı dışarı atabiliyor olmak onların bilinçaltında sakladıkları şehvetin bir davetiyesiydi.
O davetiyeyi yırtmaksa bana düşmüştü.
Bu girdaba girdiğimden beri bataklığın içinde bir korku hissediyordum. Merakım onun bir adım ötesinde olmuştu her zaman. Kara bu sefer sertçe omzumdan iterek bir adım geri atmama neden oldu. Korkumla yüzleştirdi.
"Sen dedin," dedim şaşkınlıkla. Burunlarımız birbirlerine dokunuyordu. Buna ne kadar gücüm yeterdi bilmiyorum, ama tüm bu kudret intikamını zamana yaymak için pek vaktim yoktu. Bu adalet romanının mürekkebini geç yazıp geç kurutmak olmazdı.
"Neyi ben dedim Melek?" diye sordu. Şaşkınlığıma şaşırdı. Nefesi yüzüme çarptı.
"Sen dedin işte," dedim nefes nefese etrafa bakarken. Geriye doğru adım attım. Nefesi aptal ederdi. Geri çekilmemle bana doğru eğik bedeni doğruldu, "Kara, sen bana dokunulmaz olduğumu söylemedin mi? Ben fark etmemiştim, sen fark etmemi istemedin mi?"
"İstedim." Dudaklarını birbirine bastırdı. Gülümsedi, "Hiç düşündün mü? Belki de o sahafın dükkanına çarpı atma nedenimiz budur."
"Ne?" dedim gözüm seğirirken. Yere çekip fırlattığım örtünün üzerine basarak arkamı döndüm ve şaşkınlıkla yere baktım, "Beni korkutmak ya da üzmek için bir başkasını mı harcayacaksın?"
"Böyle olmalı," dediğinde başım ona çevrildi. Sakince omuz silkti, "Hayat bazen böyle acımasızdır. Yara açmadığında bile iz bırakır."
Korkuyla başlardı her şey. Ya fazla sessizlikle korkulurdu ya da kulak kanatan sesle. Ölüm ya da çığlık gibi.
Kara'nın cümleleri ise işitsel olgudan çıkılan bir hastalık gibi yayıldı. Bu hastalık gitgide büyüyüp gelişti, bana kanseri hatırlattı.
"Tüm sözlerimi geri alıyorum," dedim başımı onaylar anlamda sallarken. Gözlerim yanıyordu, "Sen gerçekten pislik bir herifsin."
Gülümsemesi yüzüne yayıldı, siyah kirpikleri mavilerine doğru hafif kapandı, "Bunu sana hep söyledim. Biraz söz dinlesen daha neler anlatıyorum sana, şaşar kalırsın. Dinlemiyorsun ama."
"Polisi arayacağım," dedim sinirle gülerek. Dibinde bittim ve ellerimi sertçe göğsüne vurdum, "Kadir'i tehdit ettiğinizi söyleyeceğim polise. Seni tekrar içeri alsınlar."
"Tanıştığımız gün gibi mi?" dedi alayla. Kokusu burnuma girdi. İffeti bedenime elimde olmadan saplandı. Eğildi ve çenemden tuttu. Çenemi sıkmıyordu, yine de gözleri beni dövüyordu, "İstediğini ara Melek, kanun bana işlemez."
Onun mavilerinde bu korku tekerrür etti ama teşekkür etmedi. Kulağımdan kan akıttı ama katil olmadı. Ruhumu katletti ama bedenimi masum bıraktı. Tehditler etti ama nesnel kılmadı. Kibar uyarılarını hiç ciddiye almamamın ivedilikle sürmesine son verdi. Bunu yine benimle değil, bir başkasıyla yaptı. Kadir'e bunu yapmasına izin veremezdim. Gerekirse içinde bulunduğum bu Kırmızı denilen yapıtı Kara ile birlikte yerle bir ederdim.
Hışımla eline vurdum. Elini çenemden çekti ve doğruldu. Öfkeliydi. Belki de elini itmeme öfkelendi, "Seni hurafeler ile kandırmıyorum işte. Daha benden ne istiyorsun?" diye sordu yavaşça. Gözlerindeki aleve rağmen oldukça sakin konuşmuştu.
"Sen insanları birer çöp gibi bertaraf edeceğini söyleyip alkış mı bekliyorsun?" diye sordum dişlerimin arasından, "Ben senin mahallelin değilim. Beni sakın onlarla karıştırma, sana boyun eğmem ben."
Sinirle bana doğru eğildi, "Mahallelim değilsin ama benim kiracımsın," diye fısıldadı. Ona ait olduğumu bu kadar ince bir ayarla başka türlü veremezdi. Sesindeki hırs bedenimi egale etti, "Senin o minik kalbini kırmak istemiyorum, Melek. Git buradan."
İsmi gibi kanları anımsatan o kırmızı daireden çıktım. Apartmanın dibinde Kaya ve Zeki sigara içiyordu. Onların yanından geçerken rüzgar saçlarımı sarsıyordu. Zeki ağzını açıp bana laf edecekken koşar adımlarla yüzüne bakmadan yanlarından geçtim. Zeki aralık ağzını kapattı, konuşmadı.
Sokak bomboştu. Ölü sokakta ilerlerken elimle çenemi tuttum. Beni korkutamadığı için bir başkasıyla cezalandırması kafa çalkalayıcıydı. Mahallenin yokuşunu indim ve Kadir'in dükkanına vardım. Kepenkleri inmiş, dükkan kapalıydı. Kapattığı kepenklerin üzerine yeni bir kırmızı çarpı çizilmişti. Kedi ortalıklarda yoktu. Çaresizce yokuşu çıkmaya başladım.
Ne yapacağımı bilemez bir şekilde mahalleye girdim. Eve girip duş aldım. Saçlarımı kurulayıp üzerimi giyindim, ev telefonundan Manisa'yı aradım.
"Alo?" sesiyle hızla yere bağdaş kurup telefonun kıvrık kalın kablosunu avuçladım.
"Anne?" dedim korkuyla, "Anne, ben sizsiz yapamıyorum."
Bir süre cevap vermedi. Hattın kesildiğini düşünüp telefonu kulağımdan çektim ve telefon deliklerine bakıp tekrar kulağıma götürdüm, "Alo? Anne?"
"Ne diyorsun Melek? Dalga mı geçiyorsun?" dedi annem karşıdan şaşkınlıkla, "O kadar masraf ettik, çocuk oyuncağı mı bu?"
"Anne dinlesene," dedim telaşla, "Ben yapamıyorum. Geri dönmek istiyorum."
"Sen gerçekten iyice şımardın," dedi sinirle. Kahkaha attı hattın diğer ucundan, "Ablanın evlilik masrafları yetmezmiş gibi bir de senin gelgitlerinle mi uğraşacağız?"
"Anne burada iyi hissetmiyorum," dedim korkuyla, "Babam gelse, beni alsa... Ben Manisa'yı çok özledim."
"Yarın okuluna gidiyorsun, sonra da o okulu bitirip para kazanmaya başlıyorsun. Yetti senelerdir sana baktığımız, biraz da sen bize bakarsın. Bitti konuşma, kapat telefonu," dedi. Hattın kapanma sesini duydum. Sertçe yutkunarak telefonu kapattım.
Yeşil çay yapıp balkona çıktım. Saçlarımdaki havluyu masaya bırakıp geriye yaslandım. Gri bulutlara bakıp iç çekerken gözüm onun balkonuna kaydı. Uzunca bir süre kadar balkonda oturdum. Kadir'e ulaşmak istiyordum, ancak tek başıma hareket etmek istemedim.
Akşama doğru Hakan'a özel ders verdim. Ders sırasında kafam bir nebze dağılsa da, pastanenin önünden geçen herkese bakıyordum. Kara ile denk gelmek istiyordum. Onunla hesaplaşmam bitmemişti.
Müjgan teyzenin yaptığı bir tencere yemeği ikimiz bitiremezdik. Hakan ve Melisa'yı da çağırmıştım. Sofrayı kurduğum sırada Hakan ülke politikası hakkında Müjgan teyze ile salonda oturmuş, tartışıyordu. Kapı çaldığında koşarak dış kapıyı açtım.
"Dostikom!" diye bağırdı Melisa gülerek. Ona sıkıca sarıldım. Gözlerim doldu. Birine sarılmak ölü duygularımı diriltti, korkularımı serbest bıraktı.
"Melisa," diye fısıldadım, "Ben çok kötü bir şey yaptım."
"Dur dur," dedi telaşla sırtımı sıvazlarken, "Ne oldu? Ah canım, neden ağlıyorsun?"
"Melisa," dedim ve bedenlerimizi ayırıp burnumu çektim, "Benim yüzümden biri mimlendi. Ne yapacağımı bilemiyorum."
"Tamam dur, konuşuruz," dedi ve içeriye girdi, "Merhabalar hanım teyzeciğim. Melisa ben, muhterem bir genç vatandaşım. Tanıştığıma memnun oldum."
"Gel kızım," dedi Müjgan teyze heyecanla.
"Selam toprağım," dedi Hakan heyecanla ayaklanırken, "Bugün çok şıksın."
Melisa Müjgan teyzenin elini öptü ve yemek masasına oturdu, "Her zamanki halim, Hakan."
Yemeklerimizi yediğimiz sırada gözlerim sürekli dalıyordu. Hakan ve Müjgan teyzenin politika tartışmalarına ara ara mırıldanarak katılsam da, onların yanında değildim.
"Hep gelin evladım," dedi Müjgan teyze mutlulukla. Masasında bu kadar kalabalık uzun süredir görmediğine emindim. Kendime gelip hızla onun yanağını sıktım ve lokmamı çiğnerken kocaman sırıttım.
"Nine sen böyle yemekler yapacaksan valla gelirim ben hep," dedi Hakan bir obur gibi yemeğini yerken. Müjgan teyze Hakan'ın yanında oturan Melisa'ya bakıp başını onaylar anlamda salladı.
"Sen kızım?" dedi gülümserken, "Sevdalın mı Hakan?"
Yemek Hakan'ın boğazında kalırken bir anda öksürmeye başladı. Gözleri fal taşı olmuştu. Melisa onun sırtına vururken gülüyordu, "Yok Müjgan teyzeciğim ben sizin karşı komşuya gözümü diktim."
"Tövbe tövbe," dedi Müjgan teyze şaşırarak, "Göz dikmek nedir yavrum?"
"Kaya var ya," dedi Melisa ve su doldurup Hakan'a su içirmeye başladı, "Onu alacağım kendime. Gidip isteyeceğiz onu anasından babasından."
"Anaları yok ki," dedi Müjgan teyze. Başım ona çevrildi ve çatalımı bırakıp merakla onu dinlemeye aldım, "Anaları öldü onların."
"Neden?" diye sordum merakla. Hakan suyu bitirip derin bir nefes verdi.
"Ay nine sen beni öldürecek misin?" dedi gülerek, "Ben Melisa'ya bakar mıyım sence? Ne sevdalısı?"
Melisa kahkaha atarken Müjgan teyze heyecanla bizi izliyordu. Yemeğini yemek yerine bizim yemek yediğimizden emin olmaya çalışıyordu. Onu ilk defa böyle mutlu ve heyecanlı görmüştüm.
"Sen kendini Tom Cruise mu sanıyorsun?" dedi Melisa gülerken, "Sen benim dengim bile olamazsın."
"Ya nineciğim bu da zengin koca arayıp duruyor da," dedi Hakan gür sesiyle masayı hoplatırken, "Kaya bunu ne yapsın Allah aşkına?"
"Ben çok güzelim bir kere!" dedi Melisa ve saçlarını geriye atıp yemeğini yemeye devam etti, "Benden güzelini mi bulacak?"
"Ya sen daha kek yapmayı beceremezsin," dedi Hakan gülerek, "Ben sana yapmayı öğretiyim istersen."
"Canım benim zengin kocam eve aşçı alacak, o yapacak kekleri. Sen merak etme," dedi Melisa sinirle, "Sen yorma o güzel kafanı bunlarla."
"Kaya mı eve aşçı alacak?" diye sordu Hakan ve kahkaha attı, "Kaya sana baksın ben de götümü açar mahallede gezerim."
"Tövbe," dedi Müjgan teyze gülerken, "Bu gençlik ne kadar edepsiz konuşuyor?" dedi bana dönüp. Başımı onaylar anlamda sallayarak kıkırdadım. Müjgan teyze çok tatlıydı, sürekli onun yanağını öpmek istiyordum.
"Kadının yanında pis pis konuşma," dedi Melisa sinirle, "Biz bununla aynı liseye gittik de!" dedi bağırarak Müjgan teyzeye doğru, "O zamanlarda da böyle terbiyesizdi bu!"
"Sofrada didişip durmayın ya," dedim gülerken, "Yemeğinizi yiyin, birbirinizi değil."
Sofrayı topladıktan sonra Türk kahvesi yapmak için mutfakta oyalandığım sırada Melisa tezgaha oturmuş, ayaklarını aşağı sallandırıyordu.
"Kadir bizim mahallede de sevilen bir tip. Bizim mahalledeki abilere haber salayım mı?"
"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla kahveleri cezvelere dökerken, "Dostikom ben aslında polise gitmeyi düşünüyordum."
Güldü yavaşça, "Kızım ne polisi? Mahalleler arası çözmeye çalışalım. Bizim mahalleliyle sizinkiler hasım. Ortalığı karıştıralım, belki korkup vazgeçerler."
"Daha da tetiklenirlerse?" dedim oflayarak alnımı ovarak. Kahveleri tepsiye dizerken derin bir nefes verdim.
Hakan bu sırada mutfağa girince Melisa kaşlarıyla onu gösterdi, "Hakan'a da bir soralım. Ona da danışalım. Bilir kişi kendisi ya."
"Konu nedir hanımlar?" dedi ve dibimizde bitip gözlerini bir bir üzerimizde gezindirdi.
"Kadir mimlenmiş," diyerek tepsiyi elime aldım. Mutfaktan çıktığım sırada durup güldüm, "Benim yüzümden. Oraya gidip kaset almak istediğim için mimlendi."
"Haberim var," dedi Hakan. Salona geçtiğimizde Müjgan teyze koltukta uyukluyordu. Onun yanında olalım istemiştim. Evinde bir kalabalık görmek onu çok mutlu etmişti. Yemekten beri kıpır kıpırdı. Derin bir nefes verip Müjgan teyzenin yanına oturdum ve kahvemi elime aldım.
"Ben de bizim mahalleye haber salayım diyorum," dedi Melisa ve karşıdaki koltuğa oturup geriye yaslandı, "Hakan, ne dersin?"
"Saçma," dedi Hakan ve sehpanın dibine oturup kahvesini eline aldı, "Ortalığı karıştırırsınız sadece. Mimlendiyse geri dönüşü olmaz."
"Böyle saçma iş mi olur?" diye sordum şaşkınlıkla, "Bu Kara kendini ne zannediyor? En iyisi polise gitmek, başka bir yolu yok."
"Kara'yı en son polise veren herifi hatırlıyorum da," dedi Hakan gülerek, "Mimlendikten sonra bir daha haberini alamadık."
İçim gıcıklanmıştı. Çirkinliğin üzerini çirkinliklerle örtmenin bedeli yalnızca basit bir suskunluk sarmalı olmamalıydı.
Gözüm karardı, "Melisa," dedim kahveme bakarken, "Sizin mahallenin en ağır abisi kim?"
"Haydar abi," dedi Melisa kıkırdayarak, "Kendisi Çakırları pek sever, iki kuşak önce birbirlerinden kız alma verme meselesinde üç kişi ölmüştü. Öyle başladı düşmanlıkları."
"İyi," dedim ve yavaşça bir yudum aldım, "Beni Haydar abinle görüştürür müsün?"
"Sen delirdin mi?" diye sordu Hakan şaşkınlıkla. Sesi gür çıkmıştı, Müjgan teyze gözlerini açıp hızla nefes almıştı, "Müjgan teyzem kalk sana kahve yaptık!" dedi Hakan telaşla. Müjgan teyze öne doğru eğildi ve Türk kahvesini eline aldı.
"Delirdim," dedim ve Melisa'ya döndüm, "Beni onlarla ne zaman görüştürebilirsin?"
"Yarın sorarım bizim mahalledeki oğlanlara, Haydar abi buralardaysa bir görüşme ayarlarız," dedi Melisa kıkırdayarak. Durup Hakan'a döndü ve yavaşça dudaklarını birbirine bastırdı, "Ya sessizce olayı halledeceğiz ya da mahalleler birbirlerini ateşe verecek. Burada çözümler böyle bulunuyor maalesef Hakancığım."
"Melisa ben peri masalından çıkmadım," dedi Hakan şaşkınlıkla, "Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum."
"O zaman neye şaşırıyorsun?" diye sordu Melisa, "Senin mahallenin abisi bu kızın arkadaşını öldürecek, farkında mısın?"
"Şaşırıyorum çünkü Melek buraların yabancısı," dedi Hakan ve derin bir nefes verdi, "Haydar abi ile görüşmek istediğini Kara'ya söylemek zorundayım, özür dilerim Melek."
"Söylersen söyle be!" diye bağırdım. Müjgan teyze şaşkınlıkla bana dönerken bizi pek duyamadığı için anlamsızca bizi izliyordu, "Selamımı da söyle, Hakan. Git yetiştir hemen."
Öfkeyle ayaklandım ve Müjgan teyzenin yanağını öptüm, "İyi geceler, ben eve çıkıyorum. Ellerine kollarına sağlık."
Melisa'ya haberleşiriz anlamında el kol yaparak Müjgan teyzenin evinden çıktım. Üst kata geçip eve girdim ve kapıyı sertçe kapattım. Gözlerim hızla karşı eve kaydı. Işıkları açıktı. Yatağa geçip uzandım ve ondan aldığım kitabı okumaya başladım. Satırları okuyordum, ancak aklım yazılarda değildi. Aynı sayfayı üçüncüye okuduğumu fark ettiğimde kitabı kapatıp başucuma koydum ve gözlerimi kapattım.
Sabah okulun ilk gününe uyandım. Üniversiteye gidecek olmanın heyecanı içimde yoktu. Bir an önce okula gidip dönüşte Haydar isimli yan mahallenin abisi ile tanışmak istiyordum. Bu işin sonunda Kadir'e benim yüzümden bir şey olursa kendimi asla affetmezdim. Kadir'i kurtarıp mahalleden kaçıp Manisa'ya dönecektim. Annemin bunu kabul etmemesi o an için umurumda değildi. Yalnızca gitmek istedim.
Üzerime sonbahar elbisesi giydim. Bu açık kahve ve fırfırları olan bir elbiseydi. Etek uçları bana yaprakları anımsatmıştı. Mahalleden çıkmadan Müjgan teyzeye ekmek bıraktım. Denizi izleyerek yokuşu indiğim sırada yanımda benimle bir giden arabayı fark ettim. Durdum. Araba da durdu.
"Günaydın," sesi ile şaşkınlıkla başımı arabanın camına doğru eğdim. Kara, yola bakarken gülüyordu, "Ben bırakacaktım seni, unuttun mu?"
"Defol," dedim ilerlemeye başlarken. Arabayı benim hızımda sürerken sırıtıyordu.
"Çok ayıp," dedi keyifli sesle. "Benden çok mu korkuyorsun? Kıyamam sana ben."
"Sen benden kork asıl, maganda," diye mırıldandım. "Defol git başımdan."
"Anladım ödlek kiracı," dediğinde adımlarımı durdurdum. Benimle bir durdurdu arabayı. Başımı ona çevirdim.
"Senden korkmuyorum. Beni korku ile yönetebileceğini mi sanıyorsun? Ben senin mahallelin değilim, Çakır."
"O halde baştan başlayalım. Günaydın. Ben bırakacaktım seni, unuttun mu?"
Gözlerimi kıstım ve sinirle önünden dolanarak arabanın ön koltuğuna oturdum. Geriye yaslanıp saçlarımı düzelttim ve başımı onun yan profiline çevirdim. Kirli sakalları hafif uzamıştı. Yine siyahlar içindeydi. Bedenindeki tek farklı renk gözleriydi, "Günaydın Kara. Nasılsın bugün? Hava da kasvetli... Adam öldürmek için ne kadar da uygun, değil mi?"
Sırıtarak arabayı yola çıkarttı, "Kemerini tak," diye mırıldandığında söylenerek kemerimi taktım. Ona baktığım sırada keyfi yerindeydi.
"Kadir'e bir şey yapmayacaksınız, değil mi?" diye sordum, "Bunu mu istiyorsun? Tamam... Özür dilerim, bir daha sözünden çıkmayacağım."
Arabayı bir anda yolun ortasında durdurdu. Öne doğru kemerim sayesinde fırlamazken nefes nefese bir şekilde ona baktım, "Ne yapıyorsun, manyak mısın be?"
"Sen benden özür mü diledin?" diye sordu şaşkınlıkla karşıya bakarken, "Kadir bu kadar mı önemli senin için?"
"Hasta mısın?" diyerek kahkaha attım, "Farkında mısın? O bir insan. İnsan!"
"Yani?" dedi ve bana çevirdi başını. Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu, "Neden insan olmak çok matah bir şeymiş gibi konuşuyorsun kiracı?"
"Çünkü benim yüzümden birinin ölmesini istemiyorum," dedim. Yüzünü inceledim. Aklını okumak isterdim, "Makul bir gerekçe değil mi Kara?"
"Belki de," dedi ve gaza bastı, "Bu konuyu düşüneceğim."
"İyi... düşün," dedim ve kollarımı göğsümün altında birleştirdim. Gülerek başımı camdan dışarıya çevirip İzmir'i izlemeye başladım, "Bana dokunulmaz olduğumu söyledin. Sonra da korkmadığım için bana ceza verdin. Senin aklın uçmuş gitmiş, kalıntıları bedenime dokundu diye bana suç atıyorsun."
"Ben sadece beni anlamanı istedim," dediğinde başım yan profiline çevrildi. Bir süre arabayı kullanırken öylece yolu izledi, gözleri bir yere dalıp gitmişti, "Mahalleliden korkma dedim, benden korkma demedim."
"Ya ben kaset alacaktım!" dedim şaşkınlıkla ona bakarken, "Müjgan teyze için kaset alacaktım! Kaset kaset! Hem ayrıca o kadının hali ne öyle? Kadın harap içinde yaşıyor, onu bir ben düşünüyorum burada!"
"Biz kimseyi düşünmek zorunda değiliz, burası hayır kurumu değil," dedi yola bakarken. Ona tokat atmamak için avcumu sıktım ve önüme döndüm. Hızla nefes verdim.
"Kadir'in çarpısını silmezseniz Haydar abiye gideceğim," dedim. Kırmızı ışıkta durdu. Silikçe gülümsedi ve başını koltuğuna yasladı. Hakan'ın beni çoktan ispiyonladığını Kara'nın bu söylemime şaşırmamasından anlamıştım. Gözleri karşıdayken dudaklarını yaladı.
"O kim biliyor musun sen?" diye sordu. Yeşil olduğunda sakince arabayı sürmeye devam etti.
"Evet, senin düşmanın," dedim hırsla, "Seni tokatlaması için gidip ona yalvaracağım."
Gülmeye başladı. Onu ilk defa böyle gülerken görmüştüm. Çok içten, çok eğlenerek güldü. İnsani bir duygu belirdi ilk defa sanki onda. Sesi gülerken bile tok ve kalındı, "Hala akıllanmamışsın. Hala korkmuyorsun, hala inatçısın. Ne yapacağım ben seninle?"
Üniversitenin önünde durdu. Başı bana çevrildi gülerken, "Söyle, ne yapayım şimdi sana ben?"
"Kadir'i rahat bırak," dedim başımı onaylar anlamda sallarken, "Çünkü bu iş çok ama çok karışacak. Sonra herkesin başı ağrıyacak. Seni herkese, her yere şikayet ederim."
"İstediğine beni şikayet edebilirsin," dedi gülümserken, "Gördüğün üzere kimseden korkmuyorum."
"Hani senin suçun korkmaktı?" dedim sorar gibi. Şaşırmıştım. Üniversitenin dibinden insanlar geçiyordu, bense onun mavilerine kilitlenmiş, bedenimi serinletmelerine izin veriyordum, "Neyden korkuyorsun tam olarak?"
"Melek," dedi yavaşça. Fısıldadı. Arabanın içi buz kesti sanki sesiyle, "Gel seninle bir anlaşma yapalım."
"Uslu durmam karşılığı Kadir'i rahat bırakman mı?" diye sordum merakla, "Olur. Bir daha kimseye bulaşmam. Onun dükkanına da adım atmam. Sen de o çarpıyı sil," diyerek elimi tokalaşmak maksatlı ona uzattım.
"Hayır," dedi gözleri elime inerken, "Ben Kadir'i bırakırım, ama şartım başka."
"Ne?" dedim elim havada asılı kalırken. Ne olursa olsun onunla tokalaşacaktım. Kendi yaptığım hatayı gerekirse kendi bedellerimle ödeyecektim.
Büyük eli kibarca elimi sıktı. Elim onun elinin içinde kayboldu. Gözleri ellerimizden çekilip gözlerime çıktı ve gülümsedi, "Bu mahalleden kaçmaya çalışmayacaksın."
Şaşıp kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Afallamamla eğlenerek devam etti, "Gidersen ya da bunu düşünürsen arkandan yapacağım ilk iş Kadir ve ailesini toprağa gömmek olur. Kabul mu?"
"Ne kaçması? Kara ben kaçmayacaktım ki," dedim zar zor. Korkudan kibarca tuttuğu elim terlemişti. Elimi çekip onunkinden ayırdığım sırada avuç içimi bacağıma bastırıp terini sildim, "Kara nereden çıktı ki şimdi tüm bu palavra? Belli ki biri sana yalan söylemiş. Hakan mı? Hakan! Kesin yalan söylemiş sana. Ben mahalleden kaçmayı hiç ama hiç düşünmedim!"
"Anlaştık mı?" diye sordu keyifle. Başımı onaylar anlamda salladım.
Arabadan inip kapıyı kapatacağım sırada durup ona baktım son kez, "Neden?" diye sordum, "Neden gitmemi istemiyorsun bu mahalleden? İşi inada mı bindirdin, yoksa bu herkes için geçerli bir kural mı sadece?"
"Güneş," dedi gözleriyle gri bulutları göstererek, "Güneş bana küstü."
"Ha?" dedim ve başımı gökyüzüne çıkarttım, "Ne demek o?"
"Bencilliğimden olsa gerek," diyerek gülümsedi. Buz kalbinin o an attığını hissettim sanki. Önce gülmüştü, şimdi de samimiyetle gülümsemişti. O ana şahitlik etmek ister gibi arabaya geri oturdum ve kapıyı kapattım. Dikkatle yüzünü incelediğim sırada devam etti, "Hani gözlerini yumdum ya senin, güneşi görmeni istemedim. Ben göremediğimden sen de görme istedim."
Merakla dinliyordum. Sanki kalbi kan pompalamaya başlar başlamaz o çorak ruhunda cesetler hayata tutundu. Ölüler dirildi, duygular çakıl dolu pis toprakta yeşerdi.
"Nasıl yani?" diye sordum merakla. Onu yadırgamak ya da ona hesap sormak değil, onu anlamak için uğraşıyordum. O da bunun farkındaydı, bu nedendir bana açıklama yapıyordu. Ben Kara'nın dediklerini bir türlü kafamda oturtamıyordum. Komplike ve süregelen bir dili vardı, "Güneş küser mi, Kara?"
"Küsmüş işte," dedi ve yavaş bir kahkaha attı. Kısa kahkahası sonrası bir sigara yakıp sigara tutan elini araba camından dışarıya tuttu, "Güneş bana uzun süredir küs. Onunla bir türlü anlaşamadık biz. İsmimden olsa gerek, bana bir kini var."
"Ne kadar süredir?" diye sordum merakla. Arabaya dolan sigara kokusu beni rahatsız etmemişti.
"Uzun bir süredir," dedi ve dudaklarını yalayarak başını bana çevirdi. Gözlerindeki mavi buzulların eridiğine şahitlik etmek heyecandan ölmeme neden oldu, "Bildiğin küsmüş bana."
"Neden?" diye sordum. Sertçe yutkundum. İfadem meraktan gerim gerim, gözlerim sürekli kırpışıyordu, "Neden küstü güneş sana?"
"Kızdı bana çünkü."
"Güneş?" dedim gülerek. Kara, kocaman bedenine rağmen tıpkı bir çocuk gibiydi karşımda.
"Evet, güneş. Bildiğin kızdı bana," dedi sırıtarak. Dudaklarıma hemen ardından da gözlerime baktı.
"Güneş neden kızdı sana, Kara?"
"Çünkü ondan daha parlak bir şeyle karşılaşıp güneşi küçümsedim," dedi. Sigarasını dudaklarının arasına götürdü.
"Neyle karşılaştın?"
Üflerken devam etti, her kelimesinde dudaklarının arasından sigara dumanı çıktı, "Bir çift toprak gözle."
Neyden bahsettiğini anlamıyordum. Martaval okuyor, aklımı bulandırıyordu. Kara bunu hep yapardı, bundan keyif alırdı.
"Seneler sonra karşılaştım," dedi ve gülümsedi, "Şaşırdım ilk görünce, sonra gökyüzüne baktım. Ne güneş geri geliyordu ne o koca gözler parlıyordu. Benim küçük kiracım, biliyor musun? Kahveleri de güneşi de karalara ben bürüdüm. Bu nedendir hem güneş hem de o kahve gözler tarafından karalara mahkum bırakıldım. "
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.67k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |