"Akıl ve adalet bizden yanayken bir şeyleri kulak arkası etmek, reddetmek, karşı gelmek nasıl oluyor da bu denli zor olabiliyor? Otoriteye saygı mı? Sonuçlarından korkmak mı? En başta verilen bir taahhüte sadakat mi? Yalnız kalmak, damgalanmak, mimlenmek korkusu mu? Yoksa basit bir edilgenlik mi?"
-itaat etmemek/frédéric gros
10
Güneş görmemiş çiçeklerin berrak masalları olmaz. Bakılıp da görülemeyen yüzlerin güzellikleri saptanamaz ve hiç sevilmeyen kalplerin sevgisi anlaşılmazdı.
Kara'nın bana karşı tutumunu bu nedendir bir türlü çözemiyordum. Sadece orada zamanı durdurmak isterdim.
"Günaydın," dedim yarı uykulu boğuk sesle. Gözlerini açtı. Başı tavana bakarken gülümseyen ifadesi asılı kaldı. Bana çevrildi başı, mavileri bedenimi kesmeye başladı.
Onun soğuk ve dengesiz aklında var mıydım, bilemiyorum. Fakat onun evinde somutların içinde vardım, yatağına kıvrılmış, uyumuştum.
"Şey," dedim bana baktığı sırada. Utana sıkıla ondan bir tepki bekliyordum. Tepkisizdi. Gülümsüyordu, ama gözleri dupduruydu. Bana bir şeyler söylemesini beklerken o yalnızca benim şaşkınlıkla sancılanmamı izleyerek keyif alıyor gibiydi, "Kara?"
"Melek?" dedi yumuşak sesle. Rahatsızlığımı sonunda anlamış gibi başını tavana çevirdi ve yavaş bir nefes verdi, "Hatırlamıyorsun, değil mi?"
"Ben en son arabada uyuyordum," dedim doğrulurken. Başım çatlıyordu. Hande ile kadınlar matinesinde yere düştüğümüzde acımayan bedenim sanki çürümüş, acısı ağır ağır çıkıyordu. Ellerim saçlarıma gitti ve saçlarımı kaşımaya başladım, "Kafam çok çalkalanıyor."
Doğruldu. Doğrulması ile ne yapacağımı bilemeyerek hızla sırt üstü uzandım. Bana bakmadan uzun bacaklarını yatağın dışına çıkarttı ve öne eğilip avuç içlerini gözlerine bastırdı. Gözlerini kaşıdığı sırada başı yere eğik, kocaman sırtını izliyordum. Boynunu kütletti ve yataktan kalktı.
"Bir şeyler ye, ağrı kesici içersin," dedi ve dudaklarına sigarasını yerleştirip salona doğru ilerlemeye başladı. Yerimden hızla kalktım. Elbiseyi elime aldım. Uçları kuru çamur kahvesi, buruşuk elbiseye öylece baktım. Kendi başıma giyemezdim. Kendi başıma da çıkaramazdım. Nasıl çıktığını bilemeden elimi yavaşça elbise görevi gören bol tişörtün altına doğru götürüp külotumu kontrol ettim. Yerindeydi.
Oramda bir ağrı sızı yoktu. İlk sevişme sonrası oranın ağrıdığı söylenirdi. Elbiseyi sandalyeye bırakıp ayakkabılarımı aldım ve girişe bıraktım. Minik adımlarla salona ilerledim. Televizyonunu açmış, haberleri dinliyordu. Tavana yakın boyu ile tezgahın önüne dikilmişti. Elindeki tavaya baktım. Krep yaptığı sırada koltuğa oturup geriye yaslandım.
Dudaklarının arasındaki sigaranın yüzüne çarpan dumanı gözlerini kısmasına neden olmuştu. Onu izlemeyi bırakıp önüme döndüm ve gözlerimi koltuğun önündeki ahşap sehpaya çevirdim. Öne eğildim ve kaşlarımı çatarak pamuk şekeri elime aldım.
"Gündüzleri mahallenin abisi, geceleri de prensesi misin?" dedim pamuk şekerin beyaz sapını parmaklarımın arasında döndürürken. Kıkırdamaya başladım.
"Ha?" dedi ve başı tavadan çekilip bana döndü. Pamuk şekeri gördü ve silik bir şekilde gülerek tekrar önüne baktı. Tavayı yukarı doğru sallayıp içindeki krep hamurunu ters döndürdü ve ocağa bıraktı, "Bu da benim gizli fantezim. Bu illeti yemeden güne başlayamıyorum."
"Gerçekten mi?" dedim kıkırdarken, "Sen pamuk şeker mi yiyorsun?"
Pişmiş krebi tabağa koydu ve üzerine bal döküp yanıma adımladı. Tabağı çıplak bacaklarımın üzerine bıraktığında pamuk şekeri yan tarafıma bırakıp çatalı elime aldım. Geriye yaslandı ve sigarasını karşıya doğru üfleyip küllüğe ezdi. "Sana alındı o, küçük kiracı."
"Bana mı?" dedim ağzım dolu bir şekilde. Başım ona çevrildi. Televizyon izliyordu, "Bana neden pamuk şeker aldın ki?"
"İstedin ya dün gece," dedi televizyon izlerken. Başı bana çevrildiğinde şiş yanağımdaki lokmayı çiğnemeyi durdurdum. Gözlerimiz birleşti, "Hatırlamıyor musun hiçbir şey?"
Başımı olumsuz anlamda sallayıp önüme döndüm. Tabağımı tırtıklarken göz ucuyla ona baktım, "Kara," dedim cesaret tohumları yutmuş gibi. Efendim anlamında mırıldandığında devamını getirmeden ağzıma lokma tıktım. Konuşmasını istiyordum. Kafamın içindeki toz bulutundan aklımdaki soruların cevaplarını yağdırmasını istiyordum. (bölüm arası reklamı : toz bulutu demişken toz yağmuru kitabına da göz atarsanız sevinirim tşkler bye ahshasdh)
"Kara," dedim tekrar. Televizyona bakarken bayık bir şekilde güldü. Biliyordu merakımı, sanki benimle alay etmek istermişçesine susuyordu. Sinirlendim. Krebi bitirip ellerimi çırptım ve kalkıp tabağı tezgaha bıraktım, "Teşekkür ederim, ellerine sağlık."
"Dolapta ağrı kesici var," dediğinde buzdolabını açtım. Gözlerim kocaman açılmıştı. Dolabında çokça bira vardı. Dolabın yarısı alkol şişesiyle doluydu. İlaç kutusundan ağrı kesici alıp ağzıma attım ve su doldurup tekrar yanına ilerledim. Koltuğa oturup hapı yuttuktan sonra geriye yaslandım.
Konuşmuyordu. Deliriyordum. Dayanamadım.
"Biz sevgili mi olduk?" diye sordum. Gülmeye başladı televizyona bakarken. Gülmesiyle istemsizce saçma soruma kıkırdayarak ona eşlik ettim. Neyi kast ettiğimi anlamıştı, belki de bunu daha dolaylı bir şekilde sorabilirdim.
"Cevap versene," dedim gülerken. Dudaklarını yaladı ve geriye yayılıp televizyon kumandasını elinde döndürmeye başladı. Ensesini koltuğun tepesine yaslayıp tavana baktığı sırada aralık ağzından yavaşça nefes verdi.
"Hayır," dediğinde ona bakarak başımı olumlu anlamda salladım. Bana dokunmamıştı, buna emin olmuştum.
"Üzerim peki?" dediğimde başı bana döndü. İfadesi eğleniyor gibiydi, belki de mutluydu. Benim bu halim onu güldürmüştü.
"Ben değiştirdim üzerini," dedi ve ayaklandı. Gözlerimizi ayırdı, "Gece suların içine uzandığın için o kıyafetle yatağıma sokamazdım. Yatağımı ıslatırdın yoksa."
"Neden yatağına soktun ki beni?" dedim merakla ayaklanırken. Yatak odasından balkona ilerlediği sırada durdu. Bana dönerken ifadesi şaşkındı.
"Sen istemiştin," dedi. Sorumu yanlış anlamasından korkup gözlerimi kocaman açtım.
"Aksini düşünmedim," dedim telaşla, "Ben sadece neler yaşandığını merak ettim."
"Rahatsız mı ettim?" dedi tok sesini dökerek, "Sana asla dokunmadım. Sana bakmadım bile üzerini değiştirirken. Sen benimle kalmak istedin. Aslında ben seni Hande'ye götürecekt-"
"Kara," diyerek hızla sözünü kestim ve ona birkaç adım attım, "Açıklama yapma. Ben asla aksini düşünmedim."
Cevap vermedi. Olmayan kalbin kırıldığını duydu sanki ruhum. Onu üzmekten çok korktum ve devam ettim, "Sen beni yanlış anlıyorsun. Ben merak ettiğim için sordum, olaylar nasıl gelişti öğrenmek istedim sadece."
Bir süre yüzüme baktı. Kendini kötü hissetmiş gibiydi, belki de benim onun hakkında kötü şeyler düşündüğümü düşünmüştü.
"Ben Hande'yi çağırayım, üzerini giydirsin," dedi. Yanımdan geçip evden çıktı. Kalakalmıştım. Ne yapacağımı bilemedim ve hızla peşinden çıktım.
"Kara!" diye bağırdım. Sesim apartmanda yankılanırken basamaklarda durup bana döndü. Çıplak ayaklarımla birkaç adım attım ve onun birkaç basamak tepesinde durdum. Boylarımız eşitlenmişti, "Neden yanlış anladın beni?"
"Anlamadım kiracı," dedi gülümserken, "Dediğim gibi, çağırayım onu. Sen geç eve."
"Bekle," dedim arkasını döneceği sırada, "Olmaz öyle. Hande arkadaşlarına söyler gece sende kaldığımı. Tüm mahalleye yayılır. Sonra bekar kız bir erkekle kaldı diye namusuma laf gelir."
Duraksadı. Dikkatle izledi gözlerimi. Yavaşça nefes aldı, "Mahalle benim zaten. Sorun yok."
Başımı olumsuz anlamda salladım üst dudağımı emerken, "Hayır lütfen, sen giydir. Hande bilmesin gece burada kaldığımı."
Bıkkınlıkla nefes verdi ve yanımdan çıkıp eve girdi. Peşinden ilerleyip kapıyı üzerimize kapattım, "Giy elbiseni haber edersin sonra."
"Tamam," dedim ve yatak odasına geçtim. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp elbiseyi giydim ve yatak odasının kapısını açtım, "Gelebilirsin."
Yanıma geldiğinde ona arkamı döndüm. Arkamdaki kocaman bedeni vücudumun ısınmasına neden olurken saçlarımı alıp tek omzuma doğru attım, "Yarısına kadar çeker misin? Evde çıkartmak zor olur."
"Çekerim," dedi yavaşça. Sesi omzuma çarptı. Sıcak nefesi tenimi gıdıklarken soğuk ellerini çıplak sırtıma dokunurken hissettim. Yavaşça fermuarı çekti. Yarısında durdu. Bedeni arkamdan ayrılınca boşluğa düşmüş gibi ona döndüm. Salona ilerliyordu. Peşinden gittim. Koltuğun kol koyma bölümüne kalçasını yasladı ve kollarını göğsünün altında birleştirdi. Büyüyen kollarına baktığım sırada konuştu, "Git artık."
"Tamam," dedim gözlerim mavilerine çıkarken. Bir an durdum ve kaşlarımı çattım, "Sen beni kovuyor musun?"
Sırıttı yavaşça. Başını olumu anlamda sallarken mırıldandı, "Yeterince bakıcılık yaptım. İşim gücüm var, gidersen sevinirim."
"Gidiyorum tamam," dedim şaşkınlıkla, "Zaten yarın okulun ilk günü. Bu arada buradan hangi otobüsler geçiyor Bornova taraflarına?"
"Bilmem," dediğinde dikildiğim yerden öylece onu izliyordum. Bağlı kollarını açtı ve ellerini yanlara doğru bastırdı, "Sabah o taraflara gidecektim, bırakırım ben seni."
"Öyle mi?" dedim heyecanla. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek elbisemin eteğini tuttum, "Zahmet vermeseydim."
"Daha ne zahmeti vereceksin ki?" dedi bıkkınlıkla nefes verirken. Gözleri gözlerime sırasıyla bakıyordu, "Sana yemin ederim ki gözlerim tenine dokunmadı, kiracı."
Ona doğru adımladım. Dibine vardığımda kollarımı bir anda boynuna doladım. Bedeni şaşkınlıkla donarken başımı boynuna doğru sokuşturup gözlerimi kapattım, "Yanlış anlama beni, çok ama çok üzülürüm Kara."
"Çekil," diye fısıldadığında boynuna doğru başımı biraz daha gömdüm.
"Siz benim ailem oldunuz burada. Hande de sen de," derken sesim boğuk çıkıyordu. Kokusunu almak bedene nefes aldığını hissettirirdi, "İkinize de çok teşekkür ederim."
"Çekil bir daha uyarmam," dediğinde kollarımı boynundan ayırıp başımı geriye aldım. Gözlerine bakarken yavaşça gülümsediğimde bükük bakışları ne yapacağını bilemez bir şekilde öylece bana bakıyordu.
"Aslında ben sarhoş olduğumda sana çok asılıyorum ya," dedim kıkırdayarak başımı hafif yana atarken, "Ben seni öptüm diye düşünmüştüm."
"Yerdin dayağı," dedi sırıtırken. Bedeni kaskatı olmasına rağmen gözleri bana masum bir oğlanın papatya tarlalarında uzanan bedeninin gevşekliği gibi bakıyordu.
"Yemezdim," dedim omuz silkerek, "Dövmem demiştin bana çünkü."
"Sen bana bakma," dedi gözleri gözlerime kilitliyken, "Bakma dediklerime. Duyma bakışlarımı."
"O zaman göremem ki," dedim şaşırarak.
"Görmüyorsun zaten," dedi fısıltıyla karışık. Birkaç saniye yüzümü inceledi, odaklandığında çattığı kaşları sabitti, "Gözlerin kocaman aslına, yine de baktığın yerlerde çoğu olguyu göremiyorsun."
"Dikkatli bakmıyorumdur," dedim alayla karışık, "Yoksa görürdüm."
"Cık," dedi sırıtarak, "Göremezsin. Öyle olsa sana yazdığım diğer notu da görürdün."
"Ya ben ona baktım!" dedim şaşkınlıkla, "Tüm sayfaları tek tek inceledim, ama göremedim."
"Göremezsin," dedi alayla, "Söyledim sana."
"Kara!" dedim kaşlarımı çatarak. Sırıtıyordum, "Şimdi beni alaya aldığın için gidip senin kütüphanenden bir kitap çalmak zorundayım."
"Dükkan senin," dedi. Keyfi yerine gelmiş gibiydi. Yanlış anlaşılmayı düzeltmiş olmanın mutluluğu ile koşuşturarak yatak odasına girdim. Kütüphanesinde boylu boyunca ilerlemeye başladım. Bir kitap bulup çektim. Salona ilerlerken kitabı ona tutuyordum.
"Bu!" dedim heyecanla, "Bunu okumak istiyorum."
"Güzel seçim," dedi kitaba bakmadan. Gözleri gözlerimde kilitliydi. Anahtar kimdeydi bilemiyorum, ancak ikimiz de gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk.
"Güzel bir alıntın var mı bu kitapla ilgili?" dedim ona doğru adımlarken. Oturduğu yerden yavaşça elini bana doğru uzattı. Kitabı ona verdiğimde gözlerimizi ayırma savaşında kaybeden taraf oldu ve mavilerini kitaba indirdi. Sayfaları çevirdi ve bir sayfada durup kitabı açık bir şekilde bana uzattı.
"Namuslu bir insanım diye övünülür mü hiç? Herkes namuslu olmak zorunda değil midir?" dediği sırada kitabı elinden aldım ve cümleyi okudum. Şaşkınlıkla kaşlarımı çatıp ona baktım.
"Ne yani?" dedim merakla, "Bu alıntıdan ne anlamam gerekiyor şimdi?"
"Mahalle ya da bir başkası," dedi ve doğruldu. Mutfağa ilerlediği sırada peşinden minik adımlarla onu takip ediyordum, "Namusuna birinin laf edeceğini düşünmen komik geldi bana, kiracı. Benim mahallemde kimse kimseye laf edemez."
"Bununla övünmüyorum," dedim sırtını izlerken, "Namuslu olmakla övünmem ki. Sadece korkuyorum. Yani laf ederlerse diye..."
"Korku..." dedi ve kendine bir bardak su doldurup bana döndü. Kaşlarıyla kitabı gösterdi, "O kitapta Dostoyevski der ki, kiracı: İnsan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor."
"Suç ve Ceza," dedim açık bıraktığı sayfada gözlerimi gezdirirken, "Senin bu hayattaki cezan ne?"
Gülümsedi. Yanımdan çekilip odasına ilerlerken mırıldandı, "Cezamı bilmem, ama suçum korkmak."
Yatak odasının kapısını kapattı. Gitmem gerektiğini anladım. Beni daha fazla istemiyordu. Benimle uzun süre sohbet ettiğinde her zaman bir sınır çizer, o sınırdan adım attığı gibi kaçar giderdi. Yine aynısını yapmıştı. Koltuğun üzerindeki pamuk şekeri aldım ve çantamla dibine bıraktığım ayakkabıları alıp evden çıktım. Apartmanda ses yapmak istemediğim için çıplak ayakla Hande'nin katından hızla geçtim.
Apartmandan çıktığım gibi içeri girmeye çalışan biri ile çarpıştım, "Çüş!" diye bağırdım sinirle, "Yavaş."
"Hop! Bacım!" dedi Zeki ve telaşla üzerimi inceledi, "Hande dövdü mü seni bu halin ne?"
"Yok yok," dedim yanından geçip hızla karşıya doğru ilerlerken, "Onda kaldım da gece!"
"Ha öyle mi," dedi ve güldü, "Güzel geçti mi geceniz?"
Durup Zeki'ye döndüm ve bön bön yüzüne baktım. Alayla karışık pamuk şekeri gösterdi, "Kaya da dün abisi istediği için çılgınlar gibi pamuk şeker aramış durmuş. Bak sen şu işe, tesadüfün böylesi."
"Kes be!" diye bağırdım. Şaşkınlıkla etrafa bakıp boğazımı temizledim ve ifademi yumuşattım, "Zeki kimseye söyleme sakın."
Ağzını fermuar yaptı ve gülerek apartmana girdi. Derin bir nefes verip başımı kaldırdım. Kara balkonunda değildi. Kendi apartmanıma girip üst kata çıktım ve hızla elbiseden kurtulup tuvalete geçtim. Aynada akan makyajımı gördüğümde korkmuştum. Göz altlarım siyahtı.
Alelacele duş alıp ıslak mendille yüzümü sildim ve pijamalarımı giyip koltuğa uzandım. Dibimdeki çantadan Kara'nın kütüphanesinden yeni aldığım kitabı çıkarttım ve okumaya başladım.
Bir müddet sonra annemlerle telefonda görüşüp üzerimi değiştirip evden çıktım. Müjgan teyze için taze ekmek ve gazete alıp kapısına dayandım. Bir süre bekledikten sonra kapıyı açtı.
"Müjgan teyzeciğim günaydın!" dedim neşeyle içeri dalarken. Ayakkabılarımı çıkartıp etrafa bakındım, "İnşallah dün bana yaptığın yemeği bitirmemişsindir."
"Gel kızım," dedi ekmek torbasını elimden alıp mutfağa ilerlerken, "Toz alıyordum şimdi. Kahvaltı yapalım beraber. Yemeklerin duruyor, akşam ısıtıp yeriz."
"Yaşasın!" dedim ve heyecanla toz bezini elime aldım, "Ben yedim. Sen yemeğini ye, ben buraları silip süpürürüm şimdi."
Müjgan teyze kendine kahvaltılık hazırlarken ben şarkı söyleyerek evinde toz almaya başladım. Radyosu çalışmıyordu. Evinde süpürgenin sesi dışında bir gürültü olmaması canımı sıkmıştı.
"Kasetlerin nerede?" dedim merakla etrafa bakınırken, "Bir müzik açalım da şu evin bir havasını değiştirelim yahu."
"Yok ki bende," dedi ıkıla sıkıla, "Ben bilmem öyle kaset maset."
"Olmaz öyle," dedim süpürgeyi kaldırırken, "Ben sana kasetçalar getireyim. Bende bir tane fazladan vardı. Bir de gidip sana güzel bir kaset alayım hemen."
"İstemem ben evde gürültü patırtı," dediğinde kıkırdayarak yanağını öptüm ve evden çıktım. Kadir'in dükkanına ilerlemeye başladım. Ona gitmemem, ondan bir şeyler almamam konusunda uyarılmıştım. Ancak kısa bir süreliğine bir kaset alıp dönmenin kimseye bir zararı olacağını düşünmedim.
Kadir'in kitapçı dükkanına girip kedisini kucağıma aldım ve etrafta dolanmaya başladım. Bu dükkanın atmosferini çok seviyordum.
"Merhaba Melek," dedi Kadir şaşkınlıkla. Beni görmeyi beklemiyordu.
"Hemen kaset alıp gideceğim," dedim ve telaşla kaset kısmına elimi daldırdım, "Seksenler Türkçe Pop hangisi?"
"Şey," dediğinde başım ona çevrildi. Kediyi kucağımdan indirip doğruldum ona bakarken, "Bence gitsen iyi olur."
"Kadir?" dedim ona bakarken, "Beni kovuyor musun?"
"Biliyorsun durumları," dedi bıkkınlıkla nefes vererek, "Bana gelmemen konusunda uyarıda bulundular."
"Ne yani?" dedim ve omuz silktim, "Ne yapabilirler en fazla?"
İçeriye sertçe atılan bir taş ile dükkanın ön camı bir anda paramparça oldu. Korkuyla çığlık attığım sırada kedi koşarak dükkandan kaçtı. Kadir telaşla dışarıya doğru koştururken küçük bir oğlan çocuğunun elindeki tuğla ile ikinci bir saldırı düzenlediğini gördüm. Bağırarak elimi ona doğru tuttum, "Atma sakın! Manyak mısın!"
"Abla görevimiz bu!" dedi oğlan ve tuğlayı dükkan camına doğru fırlattı. Ellerimle kendimi korurken Kadir ne yapacağını bilemez bir şekilde şaşkınlıkla dükkanın kapısına bakıyordu.
Dükkan kapısında kırmızı bir çarpı gördüm.
"Allah kahretsin!" diye bağırdı Kadir telaşla bana dönerken, "Bittim ben! Dükkanı mimlemişler, ne yapacağım! Babam beni öldürecek!"
"Seni Han mahallesi olarak biz öldüreceğiz!" dedi oğlan ve gülerek kaçan kedinin peşinden taş atmaya başladı.
"Dursana!" diye bağırdım çocuğun peşinden koşarken, "Kediye neden taş atıyorsun, seni var ya çok kötü döverim aptal çocuk! Hey! Kediyi hemen rahat bırak!"
Kedi gözden kaybolurken Kadir telaşla eline aldığı bezle dükkanın kapısındaki çarpıyı silmeye çalışıyordu. Nefesim kesildi, ne yapacağımı bilemez bir şekilde öylece patlayan camlara bakakaldım. Gözlerim karardı ve bir anda mahalleye doğru adımlamaya başladım. Delirmek üzereydim. Mahalleye girdiğim gibi birini durdurdum.
"Kara nerede!" diye çığlık attım. Onu öldürecektim. Bu yaptığını ona misli ile ödetecektim.
"Kırmızı," dedi mahalleli amca şaşkınlıkla. Burnumdan soluyarak sinirle ara sokağa doğru ilerlemeye başladım.
"Bittin sen," diye söyleniyordum, "Sana gününü göstereceğim ben."
Kırmızı denilen apartmanın kapısını sertçe açıp içeriye daldım. Zeki ve Kaya kumar oynarken gülüşürken Kara dikildiği yerden öylece onları izliyordu. Başları bana çevrildiğinde gözlerim dönmüş bir ifade ile masanın örtüsünü tutup bir anda kendime doğru sertçe çektim. İçkileri dökülürken Kaya ve Zeki aynı anda ayaklandı.
"Hop!" diye bağırdı Zeki telaşla yanan sigarasını yerde ezerken, "Bacım delirdin mi ne yapıyorsun, pamuk şeker seni!"
"Ne hakla?" diye bağırdım öfkeyle. Nefes nefeseydim, "Ne hakla o dükkanı mimletiyorsunuz siz?"
"Ne dükkanı? Hangi dükkan?" dedi Kaya şaşkınlıkla bana bakarken.
"Kimi öldürüyoruz?" diye bağırdı Zeki heyecanla kahkaha atarken, Kara ise sırıtarak bana bakıyordu. Gözlerim onun mavilerine dokunduğunda ona doğru bir adım atıp başımı kaldırdım. Korkusuzca durdum karşısında.
"Kara sen ne yaptığını zannediyorsun?" dedim dişlerimin arasından, "O insanları öldürecek misin? Küçücük çocuklar ellerinde taşlarla dükkana saldırıyorlardı! Yazık günah değil mi?"
"Eserini beğenmedin demek," dedi gülümserken. Zeki merakla bizi izlerken Kaya söylenerek yere devrilen içki şişesini kaldırıyordu.
"Mimlendilerse öldürürüz," dedi Zeki heyecanla, "Ne zaman kıt kıt yapalım birader?"
"Sırf siktiğimin kitapçısına gidip bir kaset almak istediğim için mi yani!" diye çığlık attım. Yer yer sesim titremişti. Aklım gitmişti.
Zeki elini ağzına götürüp bağırdı, "Çok ayıp," dedi kahkaha atarken.
"Çıkın," dedi Kara yavaşça. İkisi birden çıktığında onunla odada baş başa kaldım.
"Ne istiyorsun ya?" dedim çaresizce, "Sen ne istiyorsun Kara?"
"Seninle güneşi görmeyi çok isterdim," dedi. Ellerini iki yana açıp başını hafif yana attı ve dudaklarını birbirine bastırdı, "Fakat burada karadan başka bir şey yok. Güneş sana küsmüş sanma, küçük kiracı. Onu görme diye gözlerini ben örtüyorum."
"Neden?" dedim. Zaman egale oldu birden. Soyutlaştığımı hissettim. Loş kırmızı oda sanki karanlık boya darbeleri aldı. Onu anladım. Demek istediğini anladım.
İnsanın içini şeytana dökmesiyle Tanrı cehennemin kapılarının kilidini açmıştı. Zaman illüzyonuna yenik düşüp cehenneme inanan insan yaşamaya çalışmıştı. Parmak uçlarım alev almadan, günahlar işlemeden hakikati öğrenemeyecektim.
Kara ise hakikati bu ışıkta dölledi. Ehil bu konuda adaletle kafa kafaya geldi. Zulüm aralarına girdi. Kuru toprakların içindeki karaya ışık tutan melekler kurudu. Kanatları yapraklar gibi çatırdayarak kırıldı. Tüyler ciğerlere yapıştı, iyilik burada doğdu. Nefessiz ciğerlerin arasından başını uzattı iyilik, kötülüğü görüp korktu.
Korktu ama saklanmadı.
Korktum ama saklanmadım.
"Benim suçum korkmak," dedi. Yutkundu ve bir süre bekledi, "Seninki ne biliyor musun, benim küçük kiracım?"
"Ne?" diye sordum. Ölümle göz göze geldiğimi hissetmiştim.
Bana doğru eğildi. Burun uçlarımız birbirine dokundu. Normalleşen bedellerin arasında sıkışan mavilerin tenime imza atmalarını izliyordum, "Senin suçun, korkmamak."
Suçları aleniydi. Peki ya cezaları neydi? Kara'nın cezası Melek dibindeyken bile kahvelerine tutanamamaktı, Melek'in cezası ise Kara uzaktayken bile mavilerinden kaçamamaktı.
Kartlar değişmedi, yalnızca şekillendi. Nedenler önemli değildi, sonuçlar birdi. Bu sonuca göre onlar birbirlerine kenetlenmişti.
Kara, Melek'in cezasıyla ödüllendirildi.
Kitapta dediği gibi, melekle şeytan kendi planlarını yapıyordu ama kaderin de planları olduğunu ikisi de unutmuştu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
185.69k Okunma |
11.2k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |