31. Bölüm

31."HEVL"

V.N
veskerazem

 

31.Bölüm: “Hevl”

Gözlerime çok güzel bakıyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde her şeyden soyutlanıyor, sadece onunla kalıyordum. Bakışlarında hayatın anlamını görüyordum. Gökbaran’ın bakışlarındaki hayatın anlamı aşktı. Onun bakışlarında aşkı görüyordum. Bana olan aşkını görüyor ve kendimi şanslı hissediyordum. Şanslıydım çünkü Gökbaran’la tanışmıştım. Şanslıydım çünkü onunla birlikteydim. Şanslıydım çünkü birbirimize âşıktık. Âşık olmak için yıllar geçmesine gerek yoktu, bunu onunla birlikte öğrenmiştim. Aşk, zamanla değil yaşamla alakalı bir duyguydu. İlişkimiz aylar önce başlamış olsa da hislerimiz kuvvetliydi. İkimizde bunun farkındaydık.

Elimi kalbinden çekmek istediğimde bileğimden tutarak engel oldu. “Biraz daha yakından hissetsin tenini,” dediğinde dışarıda oluşumuza lanet ettim. Onu öpmek, ona dokunmak istiyordum ve bu isteği onun gözlerinde, hareketlerinde de görebiliyordum.

“Neden öyle bakıyorsun?” diye sorduğunda “Hiç,” diyerek geçiştirdim. Üstelemediğinde elimi çektim ve ellerimizi birleştirdim. Avuçlarımız çarpıştığında gülümseyip “Ellerimiz bile yakışıyor,” diye söylendim. “Evet.” Susarak beni izledi ardından “Dudakların çok güzel,” dedi. “Sana gülmek çok yakışıyor.”

Kafamı sola eğip konuştum. “Teşekkür ederim.”

“Hiç durmadan sana iltifat edebilirim.” Dizlerimi okşayarak huylanmama neden oldu. “Gökbaran, huylanıyorum!” Uyarımı dikkate alıp elini dizimden çekti. Gülerek “Hep huylanıyorum,” dedim.

“Evet. Dokunduğum an…” Utanarak gözlerimi kaçırdım. Bana dokunduğunda huylanıyor ama daha fazlasını istiyordum. Konuyu değiştirmek adına “Saat kaçta karargâhta olman gerekiyor?” diye sordum. Kolundaki saate bakıp “Bir saat içinde orada olmam lazım,” dedi. “Bugün nöbetim var.”

Üzgünce “Ayrılalım o zaman,” dedim.

“Seni eve bırakayım önce.” Ayağa kalkıp elimi tuttu. Yürümeye başladığımızda “Sadece hastaneye geldiğin gün mü görüşebiliriz?” diye sordum.

“Evet, maalesef. Göreve gidemediğim için her güne nöbet koydu komutanım.”

“Komutanın olsaydım keşke,” diye söylendim. “Adam seni benden çok görüyor.” Apartmana yaklaştığımızda “Karşıma hep askeri videolar çıkıyor,” dedim. “Hepsinde de yemek yapıyorlar. Sen yemek yapmayı biliyor musun?”

“Biliyorum,” dedi. “Süt helvasını çok güzel yaparım, hatta annem yapmak için beni bekler.”

“Bana da yap,” diye seslendim ve apartmanın kapısının önünde durdum. “Bana da öğret hatta.”

“Öğretirim,” dedi. “Seni bir gün yaşadığım lojmana götüreyim mi?”

“Olur, götür. Merak ediyorum doğrusu nerede yaşadığını.”

“Sizin ev kadar güzel değil,” deyip güldü.

“Olsun.” Sarılıp sırtını okşadım. “Çok özleyeceğim seni. Bana yazmayı unutma, olur mu?”

“Unutmam,” dedi ve saçlarımdan öptü. “Her an düşündüğüm bir şeyi unutmam mümkün değil.”

“İlk karşılaştığımız zamanlardaki halin, şimdiki haline görse kendinden utanır. Öyle böyle soğuk nevale değildin!” Güldü. “Kendimi sorguluyordum bazen onu zorla mı konuşturuyorum acaba diye.”

“İşlerin bu raddeye geleceğini bilmiyordum. Mesleğim gereği yazıyormuşum gibi görünmeye çalışıyordum. Aslında bir bakıma öyleydi, kendimi suçluyordum ve tedbirsiz davranmıştım. Sonra konuştukça sana alıştım, kendi kişiliğimi gösterdim.”

“Evet, çok sevdim kişiliğini.”

“Öyle mi?” diyerek belimden kavrayıp kendine çekti. Burnunu burnuma sürttü. “Sadece kişiliğimi mi beğendin? Yoksa benimle kişiliğim için mi birliktesin?”

“Hayır, sen olduğun için birlikteyim?”

“Demek öyle?”

Gözlerim kapanmaya başladığında arzudan olduğunu biliyordum. “Hım hım,” dedim ve kafamı salladım, dudaklarımız birbirine değdi. “Öyle.” Kafasını geriye çekip kısık gözlerini açtı. “Bence ben artık gideyim.”

“Bence de git yoksa yine babama yakalanacağız.”

“Hatırlatma o günü,” diye söylendi kızgınlıkla. “Öpücüğümüzün güzelliğine mi sevineyim yoksa babana yakalandığımıza mı üzüleyim?”

“Sevin bence sen,” diyerek göz kırptım.

“Haklısın, seni öperek güzel bir şey yaptım.” Böbürlenerek omuzlarını geriye attığında göğsüne toz silme bahanesiyle hafifçe vurdum. “Hadi tamam, git.”

“Gidiyorum,” deyip yanağımı öptü. “Görüşürüz, sevgilim.”

“Görüşürüz, sevgilim.” Kapıya yaslanıp onun gidişini seyrettim. Artık onu göremediğimde içeri girip merdivenleri çıkmaya başladım. Bugün hem güzel hem yorucu bir gün olmuştu. Gökbaran’la bazı sorunları halletmiştik. Artık onu daha iyi anlamaya başlamıştım. Neyden korktuğunu anlamıştım. Gidip de dönememek, dönüp de bulamamaktan korkuyordu. Haklıydı. Ben burada korkarken o ne yapabilirdi?

İhtimalleri düşünerek kafamı yordum. Dalgın olduğunu biliyordum ve bu dalgınlığın nöbet sırasında ona bir zararının dokunmasından korkuyordum. Ona hiçbir şey olmayacağını hatırlattım. İyiyi düşünmek ve iyiyle karşılaşmak istiyordum. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Babamı ve annemi salonda görüp yanlarına gittim. “Nasıl geçti gününüz?”

Annemin sorusuna “İyi geçti,” cevabını verdim. “Yoruldum ama.”

“Dinlen kızım,” dediğinde kafamı sallayarak onayladım. Odama geçip kıyafet ayarladım ve ardından banyoya girip duş aldım. Çıktığımda mesajlarımı kontrol edip kendime kahve yapmak için odamdan ayrıldım. Benden başka kimse kahve içmek istemediklerinden kısa sürede kahvemi yapıp odama döndüm ve hazırlığıma kaldığım yerden devam ettim. Önce kıyafetlerimi sonra da çantamı hazırladım.

Günler sonra

Annem ve babam gitmişti. Yokluklarına alıştığım sırada varlıklarıyla hediyelenmiş, şimdi ise yeniden yokluklarıyla sınanmaya başlamıştım. Bu defa o kadar fazla üzülmemiştim ama üzerimde bir burukluk vardı. Bu burukluğun sebebi biraz da Gökbaran’a bağlıydı. Günlerdir ondan haber alamıyordum. En son babamla görüştüğü gün görüşmüştük, o gün nöbetleri olduğunu söyleyip gitmiş ve mesajlarıma asla bakmamıştı, aramalarım bile ulaşılamıyordu çünkü telefonu kapalıydı. Feride de haber almadığını söylemişti. İçim içimi kemiriyordu. Henüz iyileşmemiş olması ve bana hiç haber vermemesi endişelerimi artırıyordu. Onu çok merak ediyordum.

Yarın öğrencilerime ilk karnelerini verecektim. Bu onların ilk karnesi olduğu kadar benim de vereceğim ilk karneydi, onlardan daha heyecanlıydım. Gökbaran’ı düşünmemeye çalışarak karne için aldığım süsleri ve hediyeleri bir araya topladım. Tüm karneleri sırayla hazırlayıp hediyeleri paketledim. Karnelere bakarak iç çektim ve karnelerimi aldığım günleri hatırladım. Çocuksu heyecanla özenle hazırlanır koşa koşa okula giderdim. Yıllar önce karne alan ben şimdi karnelere öğretmen sıfatıyla imza atıyordum. Karneleri dosyaya koyup paketledim ve dolabıma koydum. Meslektaşlarıma iyi akşamlar dileyip öğretmenler odasından çıktım, okulun dışına yürüyüp az önce çağırdığım taksiye bindim. Bugün hiç yürüyecek halde değildim. Kendimi çok halsiz hissediyordum. Evin önünde durduğumuzda ücreti ödeyip taksiden indim. Apartmana adımlamadan önce taksinin gitmesini bekledim, gittiğinde adımımı attım ve biri tarafından sertçe duvara itildim.

Gözlerim fal taşı misali açılırken ağzımı eliyle kapattı. Elindeki çakıyı gözümün önünde sallayıp “Bezindaroğulları’nın selamı var,” dedi. “Sen bizim sicilimize iz bıraktın biz de senin bedenine iz bırakalım, değil mi? Her şey karşılıklı.” Kafamı iki yana salladığımda “Korkma,” dedi. “Bizim canımız acımadı, seninki de acımaz. Neden biliyor musun, davamızı engellemeye çalışan çok kişi oldu ama başaramadı. Biz güçlendiğimizi biliyoruz. Bu yaptıklarınız haklı olduğumuzu gösteriyor.”

Nefretin gücü büyüktü lakin fazlası bedene yüktü.

Konuşmaya çalıştım ama kelimelerim ne kadar seçildi anlayamadım. “Günü geldiğinde hepiniz aynı anda bu topraklardan silineceksiniz. İşte o gün geldiğinde kimin haklı olduğunu göreceksiniz. Haklı olmak için fitili ilk ateşleyen olmak gerekmez.”

Elini ağzımdan çekip “Ne gerekir?” diye sordu.

“Türk olman gerekir,” diyerek cesaretle kafamı kaldırdım. “Ama sen ve senin gibiler bunu hiç anlayamayacaksınız.”

“O asker sevgiline güvenme,” dediğinde kafamı salladım ve aniden babamdan öğrendiğim teknikle kafamı onun kafasına vurdum. Burnunu tutarak geriye gittiğinde polisi arayıp telefonumu ceketimin cebine koydum. Ben telefondan gelen konuşmaları duysam da o adam duymuyordu. “Git buradan!” diye bağırarak durumu anlatmaya çalıştım. Hızla gelip boynumu tuttu ve bedenimi kapıya çarptı. “Bak, ne çok güvendiğin Türk vatandaşların var ne de polisin. Asker sevgilin de yok, yalnız kaldın, avım oldun.”

“Gelecekler,” diye bağırdım. Çakıyı elinde döndürüp elini boynumdan çekti ve beklenmedik bir hızla boynuma çizik attı. Acıyla inlediğimde “Bezindaroğulları affetmez!” dedi.

Nefes nefese “Türkler de bu toprakları size vermez,” dediğimde siren sesleri duyuldu. Kaçmak için hareketlendiğinde ayağına vurup düşmesini sağladım. Elimi boynuma götürdüğümde polis memurları arabalardan inip yanıma geldiler ve adamı ayağa kaldırıp kelepçelediler. Acil sağlık ekipleri yanıma geldiğinde boynumu gösterdim. Kolumdan tutup yürütmeye başladıklarında başım dönüyordu. Ambulansa bindiğimde ilk müdahale yapıldı, yaram temizlendi. Kesiğin her an büyüyeceği söylendi ve kıpırdamadan durmam istendi. Hastaneye geldiğimizde gerekli müdahaleler yapıldı ve yaranın üzeri kapatıldı. Polisler ifademi almaya geldiklerinde kimliğimi onlara uzattım. “Germiyan mı?” diye şaşırarak sordular. “Emniyet Müdürü Kenan Germiyan, benim babam.” Aldıkları cevapla kafalarını sallayıp konuşmamı dinlediler. Tüm olanları en baştan anlatıp ara sıra dinlendim. Boynumdan yaralandığım için konuşmam aksıyor, nefesim yetersiz kalıyordu. Ne kadar sürdüğünü anlamadığım dakikaların ardından “Tamamdır Dilhan Hande Hanım,” dediler. “Geçmiş olsun,” deyip yanımdan ayrıldılar. Hemşire gelip yaramın durumunu ve serumumu kontrol etti. O da gittiğinde babamı haberdar etmem gerektiğini düşünüp telefonumu elime aldım. Babamı aradığımda açmadı.

Serumumu kontrol edip bitmesine az kaldığını görünce etrafımı inceledim. İfade vereceğim için bir odaya alınmıştım. Fazla eşya yoktu, üç sandalye, bir yatak ve birkaç tıbbi malzeme vardı, sanırım burası sorgu odasıydı. Serum bittiğinde hemşirenin gelmesini bekledim ve işlemler bittiğinde hastaneden ayrıldım. Dışarıda hazır bekleyen taksilerden birine binip evin adresini verdim ve arkama yaslandım. Ücreti ödeyip indiğimde oyalanmadan apartmana girdim. Kapıyı arkamdan defalarca kilitleyip salona geçtim. Babama yaşananları anlattığım bir mesaj atıp ardından Gökbaran’ı aradım ama ulaşamadım. Oflayarak arkama yaslandım. Yaşadıklarımı artık kaldıramıyordum. Her şey üst üste geliyor ve ben taşıyamıyordum. Altında ezilmekten korkuyordum.

Gözyaşlarım akmaya başlarken engel olmadım, boynumu acıtmamaya çalışarak içli içli ağladım. Elimi yüzüme kapatarak “Neden böyle oluyor?” diye sayıkladım. “Neden hiç bitmiyorlar?” Bedenimi koltuktan kaydırıp yere oturdum. “Sadece yardım etmek istedim,” diyerek saçlarımı geriye savurdum. “Sadece sevmek ve sevilmek istedim.” Aksiliklerin biri bitmeden diğeri başlıyordu. Burada kimsem yoktu, yanınızda kimse olmayınca ne babanızın polis olması ne de sevgilinizin asker olması fayda etmiyordu. Her an yanımda olamazlardı tabii ki ama son günlerde hiçbir anımda yanımda değillerdi. Ailem başka şehirde sevgilim ise kilometrelerin arkasındaydı. “Gökbaran da gelmiyor,” diyerek daha çok ağladım. “Hiç kimse gelmiyor, yalnız kalmak istemiyorum. Korkuyorum. Korkuyorum. Güvende hissetmiyorum.” O an en son ne zaman güvende hissettiğimi hatırlamaya çalıştım. Hiçbir zaman hissetmemiştim. Babam yaşadığı şehrin güvenliğini sağlarken bizi güvensizliğe itmişti. Annem her akşam onun postallarını kapının önüne koyar kapıyı defalarca kilitlerdi. Günlerimiz onu beklemekle geçerdi. Annem her ne kadar bana belli etmek istemese de korkarak uyuduğunu bilirdim. Çünkü onun korkusu beni de uyutmazdı. Korkularımıza ve birbirimize sarılıp babamın eve gelmesini beklerdik.

Ben, babamın eve geldiğini belli eden tıkırtılardan korkardım.

“Korkmak istemiyorum,” dedim ve ardından ayağa kalktım. “Ağlamak da istemiyorum.” Zil çaldığında önce mutfağa gittim ve her ihtimale karşılık elime bir bıçak aldım. Bıçağı bacağımın yanında durup kapı deliğinden baktım ve beyaz gülleri gördüm. Kapıyı açtığımda “Hande’m,” diyerek gülleri yüzünden çekti ve gülerek yüzüme bakmaya başladı. Önce kaşları çatıldı ardından gözleri tüm bedenimde gezindi. “Hande?” dedi sorarcasına. Cevap vermediğimde elimdeki bıçağı fark etti. Gözleri irileşirken kenara çekildim. Hızla içeri girip kapıyı kapattı. Bıçağı yere fırlatıp boynuna sarıldım. Kollarımla boğazını sıkıştırırken umursamadım ve yaşlarım kıyafetine akarken ağlamaya devam ettim.

“Ne oldu?” diye sorarak boynumdaki sargının üzerini öptü. “Söyle bana, sevgilim, ne oldu?”

“Korkuyorum,” diyerek ondan zor da olsa ayrıldım. “Artık korkmak istemiyorum ama korkmak istemezken bile korkuyorum.” Yüzümü avuçlarının arasına adlı ve boynuma bakarak yanaklarımı okşadı. “Önce yüzünü yıkayalım sonra bana ne olduğunu anlat, tamam mı?” dediğinde kafamı salladım. Elimi tuttu ve banyoya götürüp yüzümü yıkadı. Salona döndüğümüzde neler olduğunu anlattım. “Alçaklar,” diye söylendi.

“Sen yoktun, kimse yoktu,” diye mırıldandım. “Sadece sen olsan ben herkes yanımdaymış gibi hissederdim ama yoktun.”

“Özür dilerim,” dedi ve ellerimi tuttu, ağzına götürüp öptü. “Nöbetlerden telefona bakacak vaktim olmadı. Günde sadece üç saat uyudum ve nöbete devam ettim. Bir haftalık izin isteğim onaylanınca hiçbir şeye bakmadan direkt yanına geldim.”

“Çok yoruldum,” diyerek kafamı omzuna yasladım. “O kadar yoruldum ki Gökbaran, sırtımda tonlarca yük taşısam bu kadar yorulmazdım.”

“Kafanı kaldırma ve yanımda dinlen, sevgilim.” Alnımı omzuna sürttüm ve gözlerimi kapattım. Uykuya dalmaya yakınken bedenimin havalandığını hissettim. Kesiğin daha da büyüyeceğini düşünerek elimi sargının üzerine koyduğumda Gökbaran “Bir şey yok,” diye fısıldadı. “Şimdi seni yatağına yatıracağım.” Anlamsız kelimeler kullanıp gözlerimi tamamen kapattım.

Uyandığımda yanımdaki bedene yaslanıp uyumaya çalıştım. Başarılı olamadığımda yaram aklıma geldi ve dikkat ederek kafamı çevirip ona baktım. Elimi yüzüne götürüp yüz hatlarına dokundum. Dudağımdaki tebessümle onu izlemeye başladığımda yanımda olduğu için şükrettim. Durumlar karışık olduğundan onun gelmesine sevinememiştim. Gökbaran’ın varlığı ve uyumam bana iyi gelmişti. Zihnimi biraz toparlayabilmiştim. Saate bakmak için üzerine eğilip komodindeki telefonunu aldım ve kapalı olduğunu gördüm. Açılmasını beklerken pozisyonumu bozmadım ve aniden belimden tutup çektiğinde sarsıldım. Dudaklarıma kısa ama etkili bir öpücük bıraktıktan sonra kısık gözleriyle gözlerime baktı. “Ne güzel bir uyandırma şekli,” dedi. “Artık hep böyle uyumak ve uyanmak istiyorum.”

“İsteyebilirsin,” dediğimde boğazımın kuruluğunu gidermeye çalıştım. “Ama elde etmek için bir şeyler yapmalısın.”

“Ne yapmalıyım?” diye sordu, dudakları yukarı kıvrılırken. “Ne yapman gerektiğini biliyorsun bence,” deyip göz kırptım ve yataktan çıktım. Saate bakıp sekiz olduğunu gördüğümde yüzümü ve elimi yıkayıp mutfağa geçtim ve hızlıca bir şeyler hazırlayıp Gökbaran’ı çağırdım. Hazırladıklarımı yedikten sonra ilacımı içtim ve birlikte bulaşıkları yıkayıp salona döndük. Yan yana oturduğumuzda elini tuttum. “Sen nasılsın?” diye sordum.

“Yanında olduğum için mutluyum,” dedi. “Yanında olmasaydım kahrolurdum.”

“Yanımda olduğun için kendimi güvende hissediyorum,” dediğimde şakağımdan öptü. “Saatler önce yalnızdım şimdi ise onlarca insanın arasında oturuyormuş gibi hissediyorum. Sen, hayatımdaki herkesin yerini dolduruyorsun. Sadece senin olman onların tümünün olmasından daha değerli benim için. Ben yanımda sadece seni istiyormuşum ve bunu bilmiyormuşum. Yeni anladım.”

“Gel ve beni kendine kat, diyorsun.” Dudaklarını alnıma sürtüp öpücük kondurdu. “Ruhlarımızı birleştirmek istiyorum.”

“Birleştir,” diyerek gözlerine baktım. Dudaklarını okşarken “Ruhlarımızı da bizi de birleştir,” diye fısıldadım.

“Şimdi olmaz,” diyerek yutkundu. Tekrar tekrar yutkunduğunda gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Yaralısın, bugün yaralandın. Yarın okulun var…”

“Hep bahanelerin arkasına mı sığınacaksın, merak ediyorum doğrusu.”

“Hayır,” dedikten sonra “Doğru zaman geldiğinde hiçbir şeyin arkasına sığınmayacağım, “ diye ekledi. “Umarım,” dediğimde konuyu değiştirdi. İçindekileri dökme sırası ondaydı. “Seni o halde gördüğümde nefes almayı unuttum. Bir an ne yaşadığımı sorguladım. Cevap bulamadığımda yer ayağımın altından kayıyormuş gibi oldu. Elindeki bıçakla, titreyen çenenle o kadar korkmuş ve çaresiz görünüyordun ki… O görüntüleri asla unutmayacağımı biliyorum. Seni bir daha öyle görmek istemediğimi de biliyordum.” Gözlerini boşluğa dikmiş öyle konuşuyordu. “Bana sarıldığında ve ağladığında gözyaşlarında boğulmak istedim. Sen bu hale gelirken yanında olamadığım için kaybolmak istedim. Kendimi suçladım, suçluyorum. Bu hikâyede sadece senin suçsuz olduğunu biliyorum.”

“Böyle düşünmeni istemiyorum,” dedim. “Suçlu olan kişiler belli. Biz sadece yapmamız gerekenleri yaptık. Kendi isteğimiz ve rızamızla yaptık bunları. Sen bana sordun, bende kabul ettim. Zoraki hiçbir şey yok. İstedik ve yaptık. Suçlu değil haklıyız. Bu konuyu da kapattık. Tamam mı?”

“Tamam. Biliyor musun, bilmeden yükümü hafifletiyorsun. Yanına geldiğimde zihnimdeki şüpheler ve korkular dağılıyor. Kendin dışındaki her şeyi görünmez kılıyorsun. Bana sadece kendini bırakıyor, dilimi lâl, benliğimi sana kılıyorsun. Kendimi sana adamamı sağlıyorsun. Bunu kasıtlı yapmıyorsun.”

“Kasıtlı yapmıyorum,” diyerek yüzünü okşamaya başladım. Gözlerini kapattığında göz kapaklarının üzerinden geçtim. Sıcak nefesi bileğime çarptığında kan akışım hızlandı. Güzelliği karşısında büyülenerek tenine dokunmaya devam ettim. Burnuna dokunup dudaklarına kaydım. Parmaklarım alt dudağının üzerindeyken konuştu ve dudakları teker teker parmaklarıma değdi. Yutkunamadım. “Kalbimi ve bedenimi alevlendiriyorsun. Dokunduğun her yerde bir hava boşluğu açılıyor da ciğerlerim temiz havaya kavuşuyor gibi… Bedenim tazeleniyor ve temizleniyor. Biraz daha dokunursan yeniden doğacağım sanırım.”

“Öyleyse seni bugün yeniden doğurmayacağım.” Elimi dudaklarından çektim ve koltuğun üzerine bıraktım. “Doğru zaman geldiğinde yaparım bunu.”

“Doğru zaman çok yakındaysa ya?”

“Olur, zamanı önemsemiyorum. O anın geldiğini anlarım ve yaparım.”

“Bende zamanı önemsemiyorum,” deyip sargıya dokundu. “Sadece o zamanı bekliyorum. Çok yakında gelecek biliyorum.”

 

 

Bölüm : 11.12.2024 17:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...