EFLAL KARCA
Gözlerime gelen güneş ışığı ile göz kapaklarım aralandı. Bunu sevmemiştim. Ağzımdan homurtular çıktı. Yüzbaşı nerdeydi. O neden beni uyandırmamıştı. Gözlerimi biraz daha araladım. Bakış açıma bir buket beyaz gül girdi. Gözlerim tamamen açıldı. Kalbim olması gerekenden çok daha hızlı atmaya başladı. Hissettiğim şey korkuydu. En saf en sert hali ile. Yerimden hızla doğruldum. Etrafta benden başka kimse yoktu. O klinikte gözlerim ne zaman aralansa bakış açıma ilk beyaz güller girerdi.Onun odasındaydım. Üzerimde ona ait bir tişört vardı. Nefesim sıklaştı. Rüyamıydı. Ben uzun soluklu güzel bir rüya mı gördüm. Nerdeydi. Gitmiş miydi. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Hissettiğim acı ile hıçkırıklarım odayı doldurdu. Niye uyanmıştım ki sanki. Madem bu kadar güzel bir rüya görmüştüm. Hiç uyanmasaydım keşke.
"Aptal. Neden Uyandın ki. "
Ağlayışlarım artık çığrından çıkmıştı.
Gözlerimden akan yaşlar üstümdeki yorgana damlıyordu.
"Allahım delirdim mi ben. Çok özledim diye mi böyle bir rüya gördüm."
Allah bu gülleride kahretsindi. Sevmiyordum artık bunları. Tuttuğum gibi duvara fırlattım. Kim getirmişti buraya. Yatak başlığına sırtımı dayadım. Bacaklarımı kendime çektim. Kollarımı kendime doladım. Gözyaşlarından etrafı göremiyordum.
"Güzelim!"
Duyduğum ses ile başımı kapıya çevirdim.
"Yüzbaşı!"
Hızla gelip beni kollarına aldı. Kollarımı boynuna doladım. Yapabildiğim kadar kendime bastırdım. Onu hissetmem gerekti. Varlığını anlamam gerekti.
"Ne oldu birtanem. Neden ağlıyorsun?"
Sesinde endişe vardı.
"Neden gittin. Seni göremeyince çok korktum. Herşey rüyaydı sandım."
Gözümden akan yaşlar üzerini ıslatıyordu.
"Ben sana çiçek almak istedim. Telefon çalınca sen rahatsız olma diye çıktım."
"İstemiyorum onları . Sevmiyorum. Alma bir daha. Tatlıda Sevmiyorum. Kırmızı rengide. Beyaz gülleride. İstemiyorum hiç birini."
Söylediklerim ile bedeni gerildi.
"Neden.. sen severdin."
"Artık sevmiyorum. O gün o güller ve tatlı yüzünden vuruldun. Üzerimdeki elbise kırmızıya bulandı. Senin kanının kırmızısı bulaştı. Sevmiyorum artık. Alma. Ben birtek seni seviyorum."
Ben konuşurken elleri sadece sırtımı sıvazlamıştı.
"Tatlıyı sen seviyorsun diye alıyorum. Çünkü sen onu yerken öyle mutlu oluyorsun ki. Yerken öyle güzel gülüyorsun ki doyasıya izlemek istiyorum. Beyaz güllleri alıyorum. Çünkü tenin onlar gibi. Tertemiz. Masum. Pürüzsüz. Onlar gibi kokuyor. Aldığım kokuyu sende al diye alıyorum. Ve biliyor musun seni sevdiğimi anladığım ama kendime dahi itiraf edemediğim ilk an üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Nefesimi kesmiştin. İşte o an anladım senin Lâl olduğunu. Lâl kırmızı renkli bir taş demek. Aşkı, sevgiyi, tutkuyu temsil eder. Benim Lâl'im. Benim aşkım, tutkum, sevgim. Her şeyim. Seni en güzel anlatan renk kırmızı. Şimdi sen diyorsun ki senin sevdiğin ne varsa sevmiyorum. Öyle mi?"
"Ama onlar seni benden aldı."
Başımın üzerinden öptü.
"Hayır bebeğim bizi ayıran onlar değildi. Bizi ayıran kaderdi. Sonrasında tekrar bir araya getiren kader. Onlara bu kadar büyük anlamlar yükleme."
Elleri saçlarımda gezindi. Kokusunu derin derin soludum. Uykum gelmişti saat kaçtı ki. Gözlerim kapanıyordu.
"Uykum geliyor."
"Uyu bebeğim."
"Gitme ama tamam mı?"
"Tamam. Uyandığında yanında olucam. Hayatımın geri kalanında olacağım gibi."
Gözlerimi daha fazla açık tutamadım. Kollarım bir an olsun gevşemeden kendimi karanlığa bıraktım...
Yanağımda yumuşak bir dokunuş vardı. Ama bir tene ait değildi. Mis gibi kokuyordu. Yanaklarımda anlımda boynumda tüm çıplak tenimde sürtündü. Neydi bu, kimdi. En son dudaklarımı buldu. Orada hafif bir sürtünüş hissettim. Gül kokusu burnuma doldu. Sonrasında geri çekildi. Bu defa sıcak dudakları aldı yerini. Çok hafif bir öpücük bahşetti dudaklarıma. Yavaşça araladım gözlerimi. Mavi gözleri parıl parıldı. Dudaklarındaki gülümseme dünyaya bedeldi.
"Günaydın"
"Günaydın güzelim. Bebeğim. Her şeyim."
Dudaklarım benden habersiz kıvrıldı. Elindeki beyaz gülü önce dudaklarına götürüp öptü. Sonrasında dudakları yine Dudaklarımı buldu. Ellerimi boynuna koyup üzerime çektim. Çok özlemiştim. Başını boynuma gömdü.
"Bu gül bile senden daha güzel kokmuyor. Hatta gül bahçeleri. Tenin kadar yumuşak pürüzsüz değil. Şu kalbimde bir sevdan var sevgilim. Tende bir tenin. Canda bir sen. Yalnız sen."
"Benim içinde yalnız sen varsın yüzbaşım. Kalbim bir sana ait. Bir sana böyle deli."
"Senden çocuklarım olsun istiyorum. Senin gibi deli kız çocukları. Mert, dik başlı ,inatçı oğlanlar. Anneler çocuklar için vatandır. Babalar ise devlet. Sen çocuklarıma ,bana vatan ol istiyorum. Senin annesi olduğun bebeklere devlet olmak istiyorum. "
Her cümlesi kalbimi yerinden oynatıyordu sanki. Ellerim yüzünde gezindi. Dudaklarım kıvrıldı.
"Çakır"
"Cennetim..."
"Öp beni"
Dediğim ile gözleri daha fazla parladı. Beklemeden dudaklarıma kapandı. Ellerim saçlarında ,omuzlarında, sırtında gezindi. Kendini bana bastırması ile ağzımdan bir inleme kaçtı. Dudakları boynuma indi.
"Alparslan. "
"Alparslan'ın canı. "
"Bir daha öp ordan. En çok ordan öp. Senin dudaklarından başka iz kalmasın orda."
Doğrulup yüzüme baktı. Gözlerinde korku vardı. Anlamıştı öyle değil mi. Elbet anlamıştı.
"Güzelim...sen?"
"Bazen."
"Kaç defa?"
"Bir kaç kez..."
"Kaç kez Lâl. Kaç kez kabus gördün. Bana Kaç defa içindeki acıyı belli etmedin. Ben Kaç kez anlamadım içindeki korkuyu. Boynundan öpmemi her istediğinde nasıl anlamadım."
Elimi yanağına koydum. Tenini yavaşça okşadım.
"Hep olmuyor. Ama bazen uyurken, o adam sanki yine karşımda. Sanki yine boynuma o pis dudakları değiyor.... Ama sen öpünce geçiyor."
Elini yanağıma koydu. Avuçlarına yanağımı bastırdım. Dudaklarım avuç içini öptü.
"Bebeğim."
Dudaklarını anlıma bastırdı. Ordan şakaklarıma bastırdı.
"Bundan böyle gözlerini her kapadığında sadece bu an gelsin aklına. Sadece benim dokunuşumu, öpüşümü hatırla."
Dudaklarını boynuma bastırdı. Her bir santimine dudaklarını bastırdı. Bir milimini bile es geçmedi.
"Sadece benim dudak izlerim kalacak bu güzel teninde. Gül kokulum. Nefesim. Bu boynun var ya benim mabedim. Ve bil benim mabedime namahrem eli değmedi. Benim mabedim tertemiz."
Gözlerimden şakağıma bir yaş süzüldü. Dudaklarını akan yaşa bastırdı.
"Şşşş akmayacak o yaşlar. Hani anlaşmıştık. "
"Seni çok seviyorum yüzbaşı. Uğruna can alıp can verecek kadar. Bir ah diyişine dünyayı yakacak kadar çok."
Dudaklarıma dudaklarını kapadı. Yaşamak buydu. Hayat onun dudaklarında can bulmaktı. Yerinden doğruldu.
"Hadi bakalım elini yüzünü yıka sonrada mutfağa gel kahvaltı yapalım."
Dudaklarıma kısacık bir öpücük bıraktı. Arkasını dönmüştü ki gördüğüm ile durdurdum onu.
"Alparslan!"
Yerimden hızla kalkıp yanına gittim. Bana dönük olan bedenini çevirip sırtına dikkatli baktım. Doğru görmüşüm. Aman allahım. Bunları ben mi yaptım. Sırtı tırnak izleri ile doluydu. Hatta yer yer kanamıştı. Ben gece ne yaptım böyle. Şaşkın halimle yüzünü bana döndü.
"Şşş bakma öyle. Hayatımda aldığım en güzel izler."
"Acıyor mu "
Şefkatle baktı yüzüme.
"Acımıyor meleğim. Diyorum ya ben çok memnunum halimden."
"Özür dilerim. Kendimi nasıl bu kadar kaybettim anlamıyorum. "
"Dileme. Çünkü ben dilemiyorum."
Bana göz kırpıp dışarı çıktı. Ne için özür dilemiyordu. Anlamamıştım. Kafamı daha fazla yormadan. Banyoya girdim. Aynadaki yansımam ile ne demek istediğini anladım. Üstümdeki tişörtü biraz sıyırdım. Boynumda , göğüslerimde karnımda, bacaklarımda yer yer morluklar vardı. Biz nasıl bu kadar kendimizden geçmiştik. Her şeye rağmen dudaklarım kıvrıldı. Yüzümü yıkayıp içeri girdim. Üzerinde bir şey yoktu. Benimde üstümde hangi ara giydirdiğini bilmediğim tişörtü vardı. Kollarımı beline sardım. Sırtına dudaklarımı bastırdım.
"Şu halimize bak. Harpten çıkmış gibiyiz." Yüzünü bana döndü. Yüzünde en güzel tebessümlerinden biri vardı.
"Ben halimden memnunum. Hatta devamı için sabırsızlanıyorum. "
Bu gün hafta sonuydu. Ama bir günümüzü yatakta geçirmiştik. Yarın işe gidecektim. Aklıma gelenle içeri gidip telefonumu aldım. Geri yanına geldiğimde merakla bana bakıyordu. Babamın numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüm. Bir kaç dakika sonra sesi duyuldu.
"Efendim kızım."
"Alo baba. Ben şey diyicektim. Acaba bana bir hafta izin verir misin?"
"Veririmde bir sorun yok değil mi?"
"Yok yok. Bir kaç işim var onları halledicem. "
"Tamam kızım. Görev dışında izinlisin. Ben Karan yüzbaşıya haber veririm."
"Çok teşekkür ederim. Sonra görüşürüz"
Telefonu kapatınca gülen yüzüne baktım. Kollarımı beline sardım.
"Demek bir hafta."
"Evet. Bir hafta seninim. Benimsin. Ne istersek o. Dua edelim görev çıkmasın."
Gülüşüne dudaklarımı bastırdım. Tam daha fazlasını talep ediyordum ki kapı sesi duyuldu. Kim gelmişti ki. Geri çekilip derin bir nefes bıraktı. Sinirlenmişti. Dudaklarıma son defa bir öpücük kondurup kapıya gitti. Bir süre gelmeyince seslendim.
"Yüzbaşı kim gelmiş"
Üzerim müsait olmadığı için gidememiştim. Bir kaç saniye sonra geri geldi. Yüzünde sinir vardı.
"Kimdi?"
"Sence kim olabilir. En güzel anlarımın katili."
Söylediği ile kahkahama engel olamadım.
Kolumdan kendine çekip gıdıklamaya başlayınca daha çok gülmüştüm. En son insafa gelip durdu. Ama hala kolları arasındaydım.
"Bir gülüşüne dünyayı yakarım be kadın."
Elimi yanağına koydum.
"Sen bende öyle bir yerdesin ki seninleyken ne yerdeyim ne gökte. Ne hayattayım ne ölü. Böyle sevmek nasıl mümkün. Anlamıyorum."
Kollarını biraz daha sıktı.
"Hadi bakalım hatun. Acıktık. Göster marifetini. "
Dediği ile gülüşüm büyüdü. Benden ayrılınca ikimizde yan yana kahvaltı hazırlamaya başladık. Ve biliyordum ki güzel bir hafta bizi bekliyordu....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.3k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |