172. Bölüm

172. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARAHANLI

Hayat, azılı bir iblis misali üzerimize geliyordu. Vazgeçmek yoktu, sevdamızdan caymak da. Onu zamanın acımasız insafına bırakacak bir kalp yoktu bizde. Savaşacaktık, var gücümüzle; kalbimizle, dişimizle, tırnağımızla savaşacaktık. Ve belki de bunu yaparken en çok sevdiğimize yaslanacaktık. Dur durak olmayacaktı. Ağlayacaktık, acıyacak ve hatta can verecek raddeye gelecektik. Ama sevdamız umut olacaktı. Ona tutunacak, dimdik ayaklanacaktık.

— Bebeğim.

— Hııı...

Kolları arasında mayışmıştım. Elleri durmuyor, saçlarımda geziniyor, tenimi okşuyordu. Beni iyiden iyiye gevşetiyordu. Hastaneden ayrılalı birkaç saat olmuştu. Eylül’ün yaralandığını duyunca ikimiz de duramamıştık. Tatilimizin bitmesine daha bir hafta vardı ama gelmiştik. Şimdi ise evimizdeydik. Bu, evimizdeki ilk gecemizdi.

— Ne düşünüyorsun?

Dudaklarım kıvrıldı.

— Seni.

— Öyle mi? Nasıl bir düşmüş bu?

— Güzel. Hem de çok ama çok güzel...

Bedenimdeki kolları biraz daha sıkılaştı.

— Hadi bana gerçeği anlat.

— Gerçeği söylüyorum zaten. Öyle güzel bir düşsün ki tarifi yok. Gerçek olamayacak kadar hayal, hayal olamayacak kadar gerçek... Benim en güzel, en gerçek düşüm.

Başımı kaldırıp dudaklarımızı birleştirdim. Geri çekildiğimde gülümsemesi gözlerine ulaştı.

— En güzel duamsın kadın.

— Sen de benim.

Başımı tekrar göğsüne koydum ve elleri durmadı. Kulaklarımda, benim için atan kalbinin ritmi çınlarken elleri bir an olsun durmamış, bedenimi sevmişti. Ve ben daha fazla dayanamamıştım. Bedenim kendini uykuya bırakmıştı. Hamilelikten mi bilmem ama son zamanlarda uykuya daha bir düşkün olmuştum. Ve yine sabaha, onun güzel sesi ve dokunuşlarıyla merhaba demiştim.

— Bebeğim... canımın canı... güzel sevgilim, uyan hadi.

— Günaydın.

— Günaydın, nefesim...

Eli yüzümde, saçlarımda gezindi.

— Bebeklerim acıkmadı mı?

— Aç hissetmiyorum... Biraz daha sarılalım...

Dediğimle gülümsemişti. Sonra da bedenimi kolları arasına aldı. Bir süre daha yatakta uzanıp bu güzel anın tadını çıkardık. Öpmüş, koklamış, teninde hayat bulmuştum. Elleri karnımda dolaşmış, bebeğimizle konuşmaya çalışmıştı. Bu hali beni mest ediyordu.

— Yüzbaşım.

— Efendim?

— Beni anneme götürür müsün?

— Götürürüm güzelim. Bir şey mi oldu?

— Hayır... Sadece annemi özledim.

Dediğimde dudakları kıvrıldı. Anlıma sıcak dudaklarını bastırdı. Sonra önce kendi kalktı yataktan, ardından benim kalkmama yardımcı oldu. Kısa süre içinde hazırlanıp annemlere gittik. Alparslan kapıdan annemin elini öpmüş, işi olduğunu söyleyip ayrılmıştı. Şimdi annemle ben yan yana oturuyorduk. Gülümseyerek yüzüme baktı.

— Anne...

— Annem...

Beklemeden kollarına sığındım. O da bekletmeden sardı bedenimi. Bu güzel kadının şefkati öyle güzeldi ki...

Geri çekilip yüzüne baktım. Elini tuttum. Meraklı gözleri yüzümdeydi.

— Anne, ben... anne oluyorum.

Dediğimde şaşkınlıkla baktı. Sonrasında gülümseyerek beni bağrına bastı.

— Aman Allah’ım... Çok şükür Allah’ım, evlatlarımın evladını görmeyi de nasip etti.

Geri çekilip yüzümü avuçlarının arasına aldı.

— Allah sağlıkla kucağına almayı nasip etsin.

— Amin.

İkimizin de yüzünde tarifsiz bir gülümseme oluştu.

— Anne, ben... ben nasıl anne olunur bilmiyorum. Ben senden başka anne tanımıyorum ki... Bana anne olmayı öğretir misin?

Şefkatle baktı yüzüme.

— Güzel kuzum... Annelik öyle öğretilecek bir şey değil ki. Sen evladını hissettiğin andan itibaren anne olursun. Onu her şeyden, herkesten korumaya başlarsın. Sen onu öğrendiğin ilk andan beri annesin aslında. Allah’ın izniyle bir kucağına al, her şey kendiliğinden olur.

— Anne, ben de senin gibi bir anne olabilir miyim?

— Sen benden bile güzel bir anne olacaksın, ben eminim.

— Gerçekten mi?

Gözlerim doldu.

— Gerçekten.

— Anne, ben istifa etmeye karar verdim.

Sözlerimle şaşırdı.

— Kızım, iyi düşündün mü?

— Düşünmeye gerek görmedim. Anne, ona bir şey olursa yaşayamam. Ölürüm. Buna dayanamam. Bir de ben annesiz büyüdüm. Bebeğimin öyle olmasını istemiyorum. Onun her anında yanında olmak istiyorum.

— Bak, gördün mü? Daha şimdiden her şeyi onu düşünerek yapıyorsun. Bir de iyi anne olacak mıyım diye soruyorsun.

Dediğinde gülümsedim.

— Anne?

Bakışları yüzümü taradı.

— Ben kahvaltı yapmadım. Bana böreğinden yapar mısın?

— Aaa, bak sen deli bozuğa! Hamile kızı aç gezdiriyor!

— Yok, o kahvaltı yapmayı teklif etti ama benim canım senin böreğini istiyor. Yani bizim canımız.

— Oy babaannesi kurban olur ona! Siz yeter ki isteyin, şimdi beş dakikada yaparım size.

— Anne, şey... bir de yüzbaşıya bildiğini demesen olur mu? Biz birlikte söyleyecektik ama ben dayanamadım.

Dediğimde gülümsedi.

— Sen merak etme, kimseye bir şey demem. Sen yeter ki mutlu ol, kara kuzum benim.

Saçlarımdan öptü. Sonrasında daha fazla beklemeden mutfağa geçti. Ben ise elim karnımda, arkasından baktım.

— Annecim, sence de biraz fazla yemiyor muyuz? Kaç kilo olmamı istiyorsun?

Birkaç saniye cevap verecekmiş gibi bekledim.

— Aslında haklısın. Hazır babamız burada değilken, istediğimiz kadar yiyelim. Ama zarar vermeyecek kadar... Baba o konuda haklı.

Dudaklarımdan kaçan kıkırtıya engel olamadım. Yerimden kalkıp annemin yanına, mutfağa ilerledim...

 

ALPARSLAN KARAHANLI

 

Güzel karımı annemlere bıraktıktan sonra arabayı karargâha çevirdim. Sormam gereken sorular, almam gereken cevaplar vardı. Bu yüzden buraya gelmiştim. Araç karargâhın önünde durunca, kapıdaki erler beklemeden barikatı kaldırıp geçmeme izin verdiler. Beni gören askerler şaşkınlıkla bakıyordu; çünkü normal şartlar altında iznimiz bir hafta sonra bitecekti.

Adımlarım koridorda ilerliyordu. Kimseyle muhatap olmamaya özen gösteriyordum. Şu an kimseyle hoşbeş edecek havada değildim.

Albayın odasının önüne geldiğimde kapıyı çaldım. İçeriden onay gelince yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Beni gördüğünde, yüzündeki şaşkınlığı birkaç saniyeliğine saklayamadı.

— Evlat?

— Komutanım.

— Bir şey mi oldu? Senin iznin bir hafta sonra bitmiyor mu?

— Evet komutanım, haftaya bitecek. Ben başka bir şey için geldim.

— Dinliyorum seni.

— Komutanım, askerî kimlikleri birkaç dakikalığına bırakabilir miyiz?

Yüzünde farklı bir ifade oluştu. Sonra konuşmaya başladı.

— Seni dinliyorum.

— Lâl... istifa edecek. Yani, fırsatını bulduğunda o da size gelecektir.

— Anlamadım?

Sesi sertti, şaşkındı.

— Aslında bakarsanız, ben buraya bunun için gelmedim...

— Evladım, sen ne anlatıyorsun?

Adam da haklıydı. Resmen saçmalıyordum.

— Komutanım... Lâl hamile.

Bu defa pat diye söyledim. Yüzünde şaşkın bir ifade belirdi.

— Anlamadım?

— Bizim bir bebeğimiz olacak.

Bu defa gözleri doldu resmen. Dudakları yukarı kıvrıldı. Bunca yıldır yanındaydım, onu ilk defa böyle görüyordum. Yerinden kalkıp karşıma geldi. Ben de ayağa kalktım. Kollarını bedenime dolayıp bir baba gibi sarıldı. Eli sırtımı sıvazladı.

— Allah bağışlasın, sağlıkla doğsun.

— Sağ olun Komutanım.

Geri çekilip bu defa karşımdaki koltuğa geçti.

— Ben... ben buraya geldim çünkü ne yapacağımı bilmiyorum. Komutanım, ben çok küçük yaşta kaybettim babamı. Doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Tanıdığım tek baba sizsiniz. Çevrenizdeki herkese baba oluyorsunuz. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Eskiden sevdiğim kadını nasıl koruyacağımı düşünürdüm, şimdi iki can var... ve ben ne yapacağımı bilmiyorum...

— Bu, sorarak öğreneceğin bir şey değil. Ama madem sordun, söyleyeyim. Ona bir şey olacak diye aklın çıkacak. Sen ne kadar doğruyu gösterirsen göster, o inadına gidip yanlışı bulacak, onu yapacak. Hele bir de kız babası olursan... İşte orada işin daha da zor. Etrafında dolanan onlarca zibidi olacak. Bir de onları def etmeye çalışacaksın.

Dedikleriyle derin bir nefes aldım, yutkundum.

— Kızımın yanına bile yaklaşamazlar.

— Sen öyle san! Kızın o zibidilerden birine gönlünü kaptıracak. Karşına geçip “seviyorum” dediğinde “yaklaşamaz” diyemeyeceksin. Senin gözünden sakındığın, beyazlar giyip güle oynaya ona gidecek. Ve sen hiçbir şey yapamayacaksın.

— Komutanım, etmeyin. Kalbime inecek.

Söylediğimle bu defa kahkaha atarak güldü.

— Tamam tamam, korkma. O kadar da değil. Merak etme... Her ne olursa olsun, sevdiğine güveneceksin. Ve hele bir de “babam” deyip sana sarılması var ya... İşte o zaman, dertmiş, tasaymış, karargahtaki askerlerin mallıklarıymış, hepsi birer birer uçup gidecek. Onu bir sardın mı, evladın için gerekirse dünyayı yıkacak, yerle bir edecek gücü bulacaksın. Şimdikinden daha güçlü olacaksın.

Dediğinde bu defa yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.

-Lâl’ime benzeyen küçük bir kız... Hayali bile güzel.

Bu dediğime o da gülümsedi.

— Ben sizi daha fazla meşgul etmeyeyim.

Ayaklanmamla o da kalktı.

— Komutanım, acaba yarın vereceğimiz yemeğe katılır mısınız? Bu haberi daha kimseye söylemedik. Eğer gelirseniz çok mutlu oluruz.

— Geleceğimden emin olabilirsin. Kızıma selam söyle.

— Başüstüne.

Daha fazla kalmadan oradan ayrılıp sevdiğimin yanına gitmek için yola çıktım. Son zamanlarda daha mı çok özler olmuştum nedir... Araba kısa sürede apartmanın önünde durdu. Beklemeden kendi anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. Mutfaktan gülüş sesleri duyuluyordu. Bu, benim de gülümsememe neden oldu.

— Annem, eline sağlık. O kadar güzel olmuş ki...

— Afiyet olsun, güzel kızım benim.

Kapıda durup bir süre ikisini izledim. Annemle karşılıklı oturmuş kahvaltı ediyorlardı. Annem çay içerken, o önündeki portakal suyunu yudumluyor, bir yandan da önündeki böreği iştahla ısırıyordu. Aklıma sabahki hali geldi; aç hissetmiyormuş. Belli ki canı börek istemiş. Bu hali, gülüşümün büyümesine neden oldu. Elindeki börekten bir ısırık aldıktan sonra duraksadı.

— Anne...

— Efendim kızım?

— Ben kilo almadım, değil mi?

— O da nereden çıktı?

— Çok yiyorum ya...

Başı öne eğildi.

— Anne ya... Yüzbaşı artık beni sevmezse?

Sesi ağlamaklı çıkmıştı. “Hayda, bu da nereden çıktı şimdi?” diye düşündüm.

— Anne, ne olur öyle bir şey olmasın.

Önündeki böreği uzaklaştırdı.

— Yemeyeceğim artık.

— Kızım, saçmalama. Olur mu öyle şey?

— Anne, toparlak bir şey olursam beni neden sevsin?

Eli karnına, sonra göğsüne gitti. Ben ise şaşkınlıkla onu izliyordum.

— Şu halime bak. Ben böyle değildim ki. Benim karın kaslarım falan vardı... Şimdi beni sevmez ki...

Bu saçmalığa daha fazla katlanamadım. Çünkü işler gitgide çığırından çıkıyordu. Ağlayacaktı. Hemen arkasından kollarımı boynuna doladım. Boş bulunmuş olacak ki irkildi.

— Şu dünyada hiçbir güç yok ki, seni sevmekten vazgeçirmeye yetsin. Seni sevmekten ölsem vazgeçmem.

— Şişko olsam da mı?

— İstersen ol...

— Çirkinleşsem de mi?

— Mümkünmüş gibi.

— Hamam böceği olsam da mı?

Son söylediğiyle şaşkınlıkla yüzüne baktım.

— Güzelim, abartmasan mı?

Yüzündeki o gülümseme uğruna can verirdim. Demin önünden uzaklaştırdığı börekleri tekrar önüne çektim. Bir dilim alıp uzattım. Beni kırmayıp bir ısırık aldı, gözleri beğeniyle kapandı.

— Anne, sen bu işi gerçekten çok iyi yapıyorsun. Yüzbaşı, çok güzel. Hadi, sen de ye.

Dediğiyle bu defa, az önce ısırdığı böreği ağzıma attım.

— Immm... Gerçekten çok iyi.

Elim karnına gitti, sevgiyle okşadım. Karnındaki elimin üzerine elini yerleştirdi.

— Seni çok özledik... Nereye gittin?

Sesi fısıltı gibiydi. Daha kimseye söylememiştik. Albaya söylediğimi hâlâ bilmiyordu.

— Babana gittim. Yarın yemek vereceğiz, gelir misiniz diye sordum. “Gelirim” dedi.

Bakışlarımı anneme çevirdim. Neden gülümsüyordu ki?

— Annem, yarın yemek vermek istiyoruz. Sizin için sorun yok, değil mi?

— Yemek mi? Tabii verin evladım, ne sorunu? Seve seve katılırız.

Lâl’in panik hali gözümden kaçmadı. O ise sanki bu tepki çok doğalmış gibi çaktırmadan bana bakmış, sonra da böreğini yemeye devam etmişti. Neyse, ikisinin de yüzü gülüyordu. Sorun yoktu. Yarınki yemekte herkese hem istifasını hem de bebek haberini verecektik. Umarım albaya söylediğimi anlamazdı. Kulağına doğru eğildim.

— Bebeğim...

— Bebeğin ölür sana...

Verdiği karşılığın yüreğimde yarattığı depremlerden haberi yoktu.

— Doktora gidelim mi?

— Kontrol bugün müydü?

Başımı evet anlamında salladım. Bugün birtakım testler ve aşılar yapılacaktı. Ve bu günden sonra düzenli kontroller başlayacaktı. Allah nasip ederse, ben de yanında olmak istiyordum.

Anneme "işimiz var" deyip evden ayrıldık. İkimiz el ele hastaneye giriş yaptık. Küçük ailemiz olarak ilerliyorduk. Ben bu eli tutmak için ne çok beklemiştim, ne acılara göğüs germiştik... Şimdi tüm o acıların mükâfatını almanın zamanıydı sanki. Sıra bize geldiğinde içeri girdik. Geçen seferki doktor bizi görünce tanıdı, gülümseyerek karşıladı. Biz de beklemeden içeri geçtik.

İlk başta kan alınmış, bir takım testler yapılmıştı. Doktor, bunların rutin testler olduğunu söyleyene kadar kuşku ve endişe dolu bakışlarım üzerinde gezinmişti. O ise gülümseyerek her şeyin yolunda olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Son olarak sedyeye uzanmış, ultrasonda bebeğimizi görme vakti gelmişti.

İlk seferki kadar heyecanlıydım. Sanırım buna asla alışamayacaktım. Doktor bir süre elindeki cihazı Lâl’imin karnında gezdirdi.

— Bu da ne?

Kadının şaşkın sesiyle ikimiz de endişeyle ona baktık.

— Ne? Ne oldu?

- Bir şey mi oldu?

Korkulu sesime engel olamamıştım. Kadın ekranı biraz daha yakınlaştırdı, sonra gülümsemeye başladı.

— Evet, bir şey var.

— Doktor hanım, bebeğim iyi mi?

Kadının yüzündeki gülümseme büyüdü.

— Merak etmeyin Eflal Hanım, bebekleriniz gayet iyi.

— Be... Bebekler mi?

-Nasıl?

Şaşkınlık dolu seslerimiz iç içe geçmişti. “Bebekler” derken ne demek istemişti?

— Bir kese daha var. Tebrik ederim, ikizleriniz olacak.

— İkiz mi?!

Güzel gözlerinden süzülen yaşları hızla sildim.

— Yüzbaşı...

— Yüzbaşının canları... Ölürüm size. -Alparslan, iki taneler!

Başımı evet anlamında hızlı hızlı salladım. Gözümden akan yaşlara engel olamadım. Doktor, bizi yalnız bırakmak adına dışarı geçti.

— Alparslan...

— Nefesim, cennetim...

— Çok mutluyum.

— Sen bir de benim içimin hâlini gör. Ben gece gündüz Allah’a şükür etsem, varlığına layık olamam...

Daha fazla dayanamamıştım. Dudaklarımızı birleştirdim. Mutluydum... Hem de hiç olmadığım kadar.

 

Bölüm : 24.07.2025 09:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 172. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.38k Okunma

29.68k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...