171. Bölüm

171. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

SİNAN ŞAHİN

Nihayet bitti. Ne görevmiş, bitmek bilmedi... Ya da ben özlemekten dakikaları es geçip saniyeleri saymaya başladım. Bu kadar özlemek mümkün olmamalıydı. Böylesine delice sevmek imkânsız değil miydi? Madem öyleydi, ben imkânsızı nasıl başarmıştım? Bir kadına nasıl böyle meftun olmuştum?

Adımlarım artık koşmayı bırak, uçuyordu adeta. Kapıya vardığımda elim ayağıma dolanmıştı. Hâlâ ilk günkü gibi seviyordum; onu görecek olmanın heyecanını taşıyordum. Anahtarı yuvasına yerleştirip çevirdim. Saat sabahın erken saatleriydi, henüz uyuyor olmalıydı. Kapıyı olabildiğince yavaş açmaya çaba gösterdim, lakin salondan duyduğum kırılma sesiyle uyanık olduğunu anladım. Adımlarım oraya doğru ilerledi. Lakin kapının ardından duyduğum ağlama sesleri ve işittiklerimle dünyam başıma yıkıldı.

Ağlıyordu. Hıçkırıkları salonda yankı yapıyordu:

— Bırak beni, ne olur...

Birine yalvarışını işittim.

— Bırakmak mı? Asla! Sen bana aitsin, Eylül! O asker bozuntusu seni benden alamaz. Ama merak etme, bizi bir daha asla bulamayacak!

— Hayır, hayır! Seni istemiyorum! Gelmem! Ölürüm ama yine de gelmem!

— Bak ama zorlama beni... Seni öldürmem, ama onun olmana da izin vermem. Bir damla... sadece bir damla asit, bu güzel yüzünü ne hâle getirir, o adam seni bir daha sever mi sanıyorsun? Yüzüne bakar mı?

— Hastasın sen! Aşağılık herif! Bırak beni!

Yüzüne tokat atmış olmalı ki, sesini duydum:

— Kes sesini! Hasta falan değilim ben!

Daha fazlasını dinleyemedim. Hızla kapıyı açıp silahımı ona doğrulttum. Endişeli bakışlarım önce onu buldu. Tüm bedenini baştan aşağı inceledim. Görünürde herhangi bir yarası yoktu, lakin korkudan öyle bir titriyordu ki... Soğukta kalmış kuş misali. Gözleri beni görünce, yüzündeki yaşlara inat gülümsedi. Bedeni hafif bana doğru atılsa da şerefsiz izin vermemişti.

Bu iti merdiven boşluğundan atan aklıma tüküreyim. Kafasına sıkmalıydım.

— Sinan...

— Geldim, güzelim. Sakın korkma...

Başını olumlu anlamda salladı. Biraz daha sakinleşti. Biliyordu... Her ne olursa olsun onu kurtaracağımı biliyordu. Gözlerim bu defa, elinde asit şişesiyle duran iblise çevrildi. Korkusu gözlerinden okunuyordu.

— Elindekini şimdi bırakırsan yaşamana izin veririm.

Eline, sevdiğim kadının saçlarını dolayıp hırsla çekti.

— Olmaz... ÇEKİL ÖNÜMÜZDEN! Gideceğiz biz! Çok mutlu olacağız, değil mi Eylül?

Adam aklını yitirmişti. Benim dokunmaya kıyamadığım saçlarını çekmenin, onun canını yakmanın bedelini ödeyecekti.

— Yemin ederim seni gebertirim! Bırak onu!

— Asıl ben yemin ederim, bu asidi onun güzel yüzüne dökerim! Bana ne yapacağın umurumda olmaz!

Adamın sesi o kadar kararlıydı ki... Ölümden korkuyordu, ama bu geri adım atmasına yetmiyordu. Eylül'ü saçlarından tutup ayağa kaldırdı. Acısı çok olacak ki, ağzından derin bir inleme bıraktı. Gözlerinden durmaksızın yaşlar akıyordu. Bu hâli, benim daha çok paniklememe neden oluyordu.

— Çekil! Çekil, geçip gideceğiz!

Başımı hızla iki yana salladım.

— Olmaz! Asla! Asla izin vermem!

— ÇEKİL DEDİM SANA! YOKSA YAKARIM! YEMİN EDERİM, YÜZÜNÜ, BEDENİNİ YAKARIM!

Eylül’ün bedenini kendine siper etmişti. Bakışlarım ona kaydı. Korkuyordu... Çaresiz kalışımdan korkuyordu. Onu bırakmazdım, lakin zarar görmesine de izin veremezdim.

Allah’ım, sen bana yardım et...

Benim de gözlerim dolmaya başladı. Silah tutan elim titriyordu.

— Sinan, vur onu...

— KES SESİNİ!

Kolunu sıkan eliyle onu savuruyor, hırpalıyordu. Ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bir kez daha konuştu. Ve çaresizliğiyle yanan bendim. Yanan bendim lakin kimse bunu görmüyordu.

— Vur onu Sinan... yalvarırım. Beni götürmesine izin verme...

— Sana sus dedim!

— Yapamam...

Sesim öyle çaresiz çıkmıştı ki...

— Yap sevgilim, yap benim için! Götürürse ölümden beter olur! Bırak yaksın! Vur! Gerekirse ikimizi birden vur ama götürmesine izin verme...

Sesindeki yakarışa nasıl kayıtsız kalacaktım? Sabahtan beri soğukkanlı olmaya çalışıyordum. Lakin bu yalvarışlar bana hiç yardımcı olmuyordu. Gözümdeki yaşlar bir bir aktı.

— Çekil dedim sana! Yakarım onu, şakam yok!

İçimdeki sesler, şerefsizin elindeki asidi havaya kaldırmasıyla birlikte bir bir sustu. Onun yüzüne yaklaştırmasıyla içimdeki tüm endişeler tek tek gün yüzüne çıktı. Daha fazla beklemedim. Düşünmedim doğrusu-yanlışı, riskini tartmadım. Normalde operasyonlarda tüm riskleri, olasılıkları bir bir düşünür, tartardım. Ama bu defa yapamadım.

Namlunun ucundaki sevdiğin olunca, insan mantıklı düşünemiyormuş. Olmuyormuş. İnsan, kendi canını korumak için aklını geri plana atıyormuş. Elim tetiğe gitti ve tek bir saniye düşünmeden, peş peşe iki mermi ateşledi. Aynı anda evin içinde iki farklı çığlık duyuldu. Biri benim canımdan koptu. Ruhumun en derinine işlemek istercesine canhıraş bir çığlıktı. Tetiğe bastığım anda göz kapaklarım kapanmıştı. Bakamamıştım. Birkaç saniye bekledim. Sonrasında ağır ağır aralandı göz kapaklarım. Kirpiklerimin arasından yüreğimi parçalamaya yetecek olan ve belki de bir ömür içimde taşıyacağım o görüntüye baktım.

Sarıya çalan saçları kana bulanmıştı. Eli, ayağını tutuyordu. Ağzından sık nefesler alıyor, acısını dizginlemeye çalışıyordu. Kısa bir an da olsa yerde yatan şeytana baktım. İlk mermi elini delmişti, ikincisi kafatasını parçalamıştı. Adımlarım nihayet kıpırdandı. Öyle ağır, öyle acıydı ki... En son dibine çöktüm. Adamı vurunca elindeki asit ayağına dökülmüştü. Çok değildi ama acısını yüzünden okuyabiliyordum. Elim havalandı, yüzüne dokunmak istedim. Lakin gül yüzüne gelen kanları görünce havalanan elim geri indi. Gözlerimden akan yaşların dur durağı yoktu. Acıyordu yüreğim. Yangın yeriydi... Bu yangını söndürmenin bir yolu yok muydu?

Benim bu çaresiz hâlim karşısında hareket eden o oldu. Gördü içimdeki yangını. O an sadece o gördü, bir o bildi. Kendi acısına rağmen, benim içimdeki acıya şifa olmaya çalıştı. Kollarını yavaşça boynuma doladı. Bedenim bunu beklermiş gibi hızla beline dolandı. Sarabildiğim kadar sardım. Göğsüme sokarcasına, içime hapsetmek istercesine göğsüme bastırdım. İkimizin hıçkırıkları birbirine karıştı. Ellerim saçlarını okşadı. Derin soluklar aldım saçlarından. Bedenini bırakmadan, başını boynumdan geri çekip yüzüme baktı. Elim yanağında, gül yüzünde gezindi.

— Sinan...

— Geçti... Geçti. İyisin... İyisin, bir şey olmadı. İzin vermedim... Seni ona vermedim.

Yüzüne dudaklarımı bastırdım.

Anlında, yanaklarında dolaştı dudaklarım; dudakları da bu öpüşlerimden payını almıştı.

Bedeni hâlâ yaşadıklarının şiddetinden sarsılıyordu. Bir kolum hâlâ onu sararken, bizimkileri aradım. Birkaç çalıştan sonra Rıdvan abinin sesi karşıdan duyuldu:

— Efendim?

— Abi...

Sesim öyle çaresiz çıkmıştı ki… Bu ben miydim? Ben bile çaresizliğime yabancılaşmıştım.

— Sinan, ne oldu?

— Abi... Eylül...

— Eylül’e ne oldu?

— Abi, evine gelebilir misiniz?

— Tamam, tamam. Ben hemen geliyorum, sakin ol.

Telefonu kapattıktan sonra cebime koymaya çalıştım ama avucumdan kayıp yere düştü. Beklemeden tekrar sarıldım ona. Ağlayışı iç çekişlere dönmüştü.

— Merak etme, iyi olacaksın. Ben sana çok iyi bakacağım...

Elini uzatıp yanağıma dokundu.

— Sen de iyi ol...

— Olurum... Sen iyi ol, ben de iyi olurum.

Alnına dudaklarımı bastırdım. Yüzü ellerimin arasındaydı. Başparmaklarım yüzünü okşadı. Birkaç dakika içinde apartmanda koşuşturmalar duyuldu. Ardından evin içinde bizimkiler göründü. İçeri giren herkes önce bize bakıyor, iyi olduğumuzu görünce derin bir nefes alıyordu. Sonra da yerde yatan cesede dönüyorlardı.

— Aslanım, ne oldu?

— Abi, eve geldiğimde içerdeydi. Eylül’ü alacaktı… Sevdiğimi alacaktı. Yakacaktı abi… Benim canımı diri diri yakacaktı. Vurdum... Çok bile dayandım.

Derin bir nefes alıp verdi. Gelip Eylül'ün yaralı ayağına bakmaya çalıştı.

— Hastaneye gitsek iyi olur. Burayı bizimkiler temizler.

Söylediğiyle birlikte yanımdaki bedeni kucakladım, ayaklanıp dışarı çıktım. Zaten daha fazla orada kalmasını istemiyordum. Lakin kendimde hareket edecek takati bulamıyordum. Timin gelişiyle biraz daha toparlanmıştım. Yalnız olmadığımı hissetmiştim. Kaybettiğim sağduyum geri gelmişti.

Arabaya binmemle Ateş şoför koltuğuna oturup gaza bastı. Diğerlerinin de peşimizden geldiğinin farkındaydım. Kısa bir süre içinde hastaneye gelmiştik ve tahmin ettiğim gibi, ailemizin geri kalanı da kısa sürede hastaneye doluşmuştu. Acile giriş yapmamızla onu içeri almışlardı. Ayağına dökülen asidin temizlenip tedavi edilmesi gerekiyordu. Keşke daha erken getirebilseydim ama yapamamıştım. Toparlanamamıştım işte.

Koridorun başında işittiğimiz adım sesleriyle hepimizin bakışları oraya kaydı. Alparslan ve Eflal koşar adım bize doğru geliyordu. Onları beklemiyordum. Gelip karşımda durdular.

— Sinan, Eylül nasıl?

İlk soruyu soran ve endişesini gidermek isteyen Eflal oldu.

— Bilmiyorum… İçeri aldılar, biz de bekliyoruz.

— Nasıl? Nasıl olur böyle bir şey?

Bu, sorudan çok kendi kendine konuşmasıydı.

— O şerefsiz bizim göreve gitmemizi beklemiş... Kim bilir ne zamandır… Ne zamandır uzaktan izlemiş… Fırsatını bulduğunda da…

Devamını getiremedim. O sırada Sevgi teyze ve diğerleri Eflal’e sarılıyordu. Alparslan karşıma geçti, elini omzuma koydu. Mavi gözleri, kahverengilerimdeki duyguları arşınladı. Beni en iyi anlayan oydu. Sevdiği kadını kim bilir kaç defa ölümün pençesinden söküp almıştı. İçimdeki korkuyu bir Allah bilirdi, bir de o.

— İyi misin?

— Olmadığımı biliyorsun...

— Biliyorum. Tıpkı iyi olmak zorunda olduğunu bildiğim gibi.

— İçimdeki yangın nasıl söner?

— Sönmez… Sönmeyecek. Lakin onu hissetmemeyi öğreneceksin. Sevdiğine sarılıp o acıyı hissetmemeyi öğreneceksin. Aksi takdirde bu yangın, ikinizi de yakar.

— Sen nasıl dayandın onca zaman, onca acıya? Nasıl dayandın? Bizim de canımız yandı. Seni anladığımı sanırdım. Ama şimdi… Asıl şimdi anlıyorum.

— Dayandığımı kim söyledi? Sadece alıştım. Ben bu korku ve acıyla yaşamaya alıştım. Çünkü her düştüğümde bir kaldıran var...

Son sözlerini söylerken gözleri, sevdiği kadını bulmuştu. Karşımızdaki kapının açılmasıyla hızla çıkan doktorun karşısına dikildim.

— Durumu nasıl?

Adam küçük bir tebessümle karşılık verdi. Bu hâli benim de biraz rahatlamama neden oldu.

— Endişe edilecek bir şey yok. Ayağında ikinci derece bir yanık mevcut. Gerekli tedaviyi uyguladık. Bir süre düzenli pansuman yapılsa yeterli olur.

Adam gerekli açıklamayı yaptıktan sonra “geçmiş olsun” deyip gitmişti. Ben de beklemeden içeri girdim. Yatakta öylece oturuyordu. Gözleri beni görünce yüzünde hüzünlü bir tebessüm oluştu. Hızlı adımlarla yatağa yaklaşıp bedenini sardım. Saçlarından derin bir soluk alıp dudaklarımı bastırdım.

— Çok şükür… Çok şükür iyisin.

— Senin sayende... Sen gelmesen...

— Şşş... Düşünme bunları. Geçti. Bir daha olmayacak.

Yanağını, yüzündeki avuç içime yasladı.

— İyi ki... Sen, Sinan Şahin. İyi ki sen...

Kapının tıklatılmasıyla, dışarıdakilerin bize tanıdığı sürenin sonuna geldiğimizi anladım. Birkaç saniye içinde, başta Albay ve Sevgi teyze olmak üzere herkes içeri girdi. Hepsi “geçmiş olsun” deyip odanın içine adımladı. En son Eflal ve Alparslan’ın kapıda görünmesiyle yüzünde çok tatlı bir tebessüm oluştu.

— Siz ne zaman geldiniz?

Eflal yanına gelip kollarını ona doladı.

— Kardeşim yaralanmış… Gelmese miydim?

— İyi ki geldin...

İkisi de gülümsedi.

— Geçmiş olsun, doktor hanım.

Alparslan’ın ona takılmasıyla gülüşü büyüdü.

— Sağ ol abi, hoş geldiniz...

Alparslan ona göz kırpıp Eflal’in yanındaki yerini almıştı. Bir süre sonra hepsi teker teker hastaneden ayrılmıştı. Baş başa kalmıştık.

Odanın kapısı kapandığında, sanki dünya yeniden sessizliğe büründü. Dışarıda akan hayat, içeride asılı kalan nefesimizde durmuş gibiydi. Eylül’ün başı hâlâ göğsümdeydi. Parmaklarım saçlarında dolaşıyor, her dokunuşumda içimdeki fırtına biraz daha dinmeye başlıyordu.

— Bir daha… bir daha asla böyle bir şey yaşamayacaksın, tamam mı?

Sesim titrek, ama kararlıydı.

— Ben yanındayken kimse sana dokunamaz. Kimse sana zarar veremez.

Gözlerini bana kaldırdı. O güzel gözlerinde hâlâ korkunun tortusu vardı ama bu defa umudu da görüyordum.

— Ya sen, Sinan?

— Ben mi?

— Sen iyi misin gerçekten?

İçimden geçenleri tam anlatacak kelime yoktu. O karanlık anları, onun çığlıklarını, elinde tuttuğu o lanet şişeyi… zihnimden silemiyordum. Ama ona göstermek istemedim.

— Ben, senin iyiliğini görünce iyi oluyorum.

— Yalan söyleme. Senin ellerin titriyordu. Gözlerinde gördüm... ağlıyordun.

O anda gözlerime yine doldu yaşlar. Yutkundum. Elini tuttum, sımsıkı.

— Korktum. Beni hayatta en çok korkutan şey, seni kaybetmekti. Ve o an... elim tetiğe giderken sadece seni düşündüm. Başka hiçbir şey yoktu. Sadece sen vardın.

Elim, yanağında dolaşırken gözlerini kapadı. Ağlamıyordu artık. Sanki ikimiz de aynı anda tükenmiştik, ama bir arada kalınca yeniden doluyorduk.

— Sinan…

— Hı?

— İyiki seni sevmişim.

Kalbim bir an durdu, sonra öyle güçlü çarptı ki sanki göğsümden dışarı çıkacaktı.

— Ben de. İyi ki beni sevmişsin. Ben zaten seni sevmek için beklemişim.

Odanın ışığı hafifçe kırpıştı. Belki hastane sisteminden, belki de gecenin yorgunluğuydu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Umursamıyordum da.

Yatağın kenarına oturdum, hâlâ elini bırakmıyordum. Başını omzuma yasladı.

— Uyuyabilir miyim biraz?

— Elbette. Yanındayım. Gözünü kapat sadece.

Saçlarını okşayarak usulca uyumasını izledim. Gözleri yavaşça kapandı. Nefesi düzene girdiğinde, odada hâlâ asılı kalan sessizlik bu kez huzura dönüşmüştü.

Ben, bir elim onun saçlarında, bir elim hâlâ silik gözyaşlarımı silerken, usulca fısıldadım:

— Artık yalnız değilsin. Asla da olmayacaksın...

-Sinan!

-Efendim?

-Evlenelim mi?

-Ne!

Şaşkın sesim ile odada kıkırtısı duyuldu.

-Düğünümüzü yapalım mı?

Söylediği ile içimde tarifi imkansız bir mutluluk yeşermeye başladı.

-Yapalım ceylan gözlüm sen yeterki evet de.

Başını göğsümden kaldırıp dudaklarımızı birleştirdi. Kısa bir öpüşten sonra geri çekildi , başını tekrar eski yerine koyup gözlerini kapadı.

-Evlenelim en kısa zamanda.

Son sözleri oldu lakin bu sözler bizim için mutlu bir hayatın ilk başlangıcıydı......

Bölüm : 21.07.2025 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 171. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.38k Okunma

29.68k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...