
DURSUN KARA
İçimdeki sevda ateşine çare yok muydu ya Rab? Ben bu duyguyla nasıl başa çıkacaktım? Üç gün... Sadece üç günlük bir görevdi. Peki, neydi bu hasret? Bu ne yangındı ki yüreğimle birlikte bedenimi ateşe veriyordu? Küçücük bir kadını delicesine özler olmuştum. Şimdi de kapısına dayanmıştım. Lakin saat daha çok erkendi, kapıyı çalamaz, güzel yüzünü göremezdim. Oysaki nasıl bir umutla buraya geldiğimi bir ben, bir Allah biliyor.
"Aklına tüküreyim Dursun, saat sabahın dördü. Bu saatte kim uyanık ki? O uyanık olsun… "
Apartmanın önündeki ağacın altında öylece duruyordum. Gözlerim penceresindeydi. Diyorum ya, ne umarak geldiğimi ben de bilmiyorum. Sadece ona yakın olmaktı sanırım tek istediğim. Birkaç adım uzağımda olduğunu bilmek istiyordum. Bir sesine, bir soluğuna, teninde, canında olmak istiyordum. Ama sadece isteyebiliyordum. Elimden daha fazlası gelmiyordu. Dahasına hakkım yoktu. Ve ben, hakkım olmadığını bilmeme rağmen buradaydım işte.
Devran Abi, bu halime "hayra alamet değil" demişti. Ali, çaylağının bile diline düşmüştüm. Ben bu hallere düşecek adam mıydım? Oluyormuş demek ki… Bir güzel gülüş, bir çift ahu göz, adamı deli divane ediyormuş.
Gözlerim hâlâ evlerinin camında, kendi içimde düşüncelere dalmıştım. Yolun başında duyduğum araba sesiyle dikkatim pencereden oraya kaydı. Sarı bir taksi sokağa giriş yaptı. Apartmanın önüne gelince durdu. Meraklı ve şüpheci bakışlarım birkaç adım öteden izledi durumu. Birkaç dakika içinde aracın arka kapısı açıldı. Nehir’in halası indi. Hızlı adımlarla aracın diğer tarafına geçip kapısını açtı. Birkaç saniye içinde Nehir de indi. Kaşlarım çatıldı. Sabahın bu saatinde nereye gitmişlerdi?
— Dikkat et kızım, yavaş.
Kadın, Nehir’e dikkatli olmasını söylüyordu. Işık olmayan gözlerine ışık oluyordu.
Kaşında gördüğüm bandajla demin çatılan kaşlarım daha çok çatıldı. İçimde oluşan endişeyle daha fazla duramadım. Seri adımlarla yanlarına ilerledim.
— Ne oldu sana?
Sesimle dudaklarında tebessüm oluşmuş, başı benim olduğum yöne dönmüştü.
— Dursun...
Şaşkın sesi, neden mutlu olduğunu düşündürmüştü ki şimdi, halasının elindeki kolunu kurtarıp bana yöneldi. Lakin adımları birbirine dolandığı için sendeledi. Hızla belinden tuttum.
— İyi misin?
— Evet evet, iyiyim.
Dudaklarında çok tatlı bir tebessüm vardı. Kendimi geri çekmedim, çekemedim.
— Dikkat etsene! Ya düşseydin?
— Düşmedim ama...
Verdiği cevapla derin bir soluk bıraktım.
— Ne oldu kaşına?
Parmakları, kaşının üzerindeki bandaja gitti.
— Düştüm banyoda, ayağım takıldı.
— İyi misin? Canın yanıyor mu?
— Yok yok, artık yanmıyor.
Dediği şey daha çok beni rahatlatmaya yönelikti.
— Evladım, bu saatte senin burada ne işin var?
Halasının bana yönelttiği soruyla bakışlarım onu buldu. Kadının üzerimizdeki bakışlarını görünce ondan uzaklaşmak zorunda kaldım. Ben şimdi ne diyecektim?
— Ben… ben şey için gelmiştim…
— Ne için gelmiştin?
— Şey için…
Söyleyecek bir şey bulamayınca utançla başımı çevirdim.
— Anlaşıldı…
Sesinde sabır dileyen bir ton vardı.
— İçeri geçelim mi?
Nehir’in ortamı yumuşatmak için sorduğu soruyla kadın sorgulayan bakışlarını üzerimden çekti. Öne doğru adımlamasıyla kaldırıma takılması bir oldu. Demin halasının bakışlarıyla belinden çekilen kollarım hızla tekrar sarıldı.
— Dikkat et.
— İyiyim, bir şey olmadı.
Bizi rahatlatmaya çalışmasını anlıyordum ama bunu yapmayı kesmeliydi. O an halasının ne düşündüğü umrumda olmadı. Kızma ve bir daha beni ona yaklaştırmama ihtimali vardı ama şu an onu da düşünecek durumda değildim. Belindeki bir kolumu çekip bacaklarının altından geçirdim, sonrasında kucaklayıp doğruldum. İkisi de şaşkındı. Bu şaşkınlığı üzerinden ilk atan Nehir oldu. Tatlı bir gülümsemeyle kollarını boynuma doladı, sonrasında başını omzuma yasladı. Halası da bu duruma sessiz kalmış, bir şey söyleyememişti. Önden ilerledi, adımlarım peşi sıra gitti.
— Farklı bir şey kokuyorsun.
Göğsümde hissettiğim mırıltıyla yüzümü ona doğru eğdim.
— Barut kokusudur.
— Yeni mi geldin?
— Sayılır. Birkaç saat oldu.
— Hemen buraya mı geldin?
Sorusuna cevap veremedim. Parmakları boynumu okşuyordu. Başını göğsümden kaldırmadan mırıldanıyordu neden bu kadar güzeldik ki şimdi?
— Çok soru soruyorsun.
Bu defa kıkırtısı duyuldu. Asansöre girdiğimizde halasının bakışları bizi buldu, bu gerilmeme neden oldu.
— Yorgun olmalısın.
— Alışkınım ben.
— Ben de çok yoruldum, biliyor musun? Kaç saattir hastanedeydik. Başıma dikiş attılar. Sence izi kalır mı?
— İzlerle alakalı sıkıntın mı var?
Bu sorunun cevabı benim için önemliydi. Zira daha önce bir patlamada benim de kaşımın üzerinde derin bir yara izi oluşmuştu. Belki de gözleri görüyor olsa iğrenirdi.
— Şimdiye kadar hiç olmadı.
— Peki ya bundan sonra?
— İzi kalsın istemem.
Daha fazla bir şey söylemek istemedim. Zaten asansör onların katında durmuştu. Önce halası indi, çantasından anahtarları çıkarıp kapıyı açmaya çalıştı. O saniyelerde kucağımdaki kız derin bir uykuya dalıyor, düzenli solukları tenime değiyordu. Kapı açılınca dikkatli bir şekilde ayakkabılarımı çıkardım, sonrasında onun yönlendirmesiyle odasına ilerledim.
Odası gerçekten onun gibiydi: cıvıl cıvıl, rengarenkti. Bedenini yavaşça yatağa bıraktım. Birkaç kıpırdanıştan sonra rahat bir pozisyona gelmiş, uykusuna devam etmişti. Bu haline istemsiz dudaklarım kıvrıldı. Arkamda duran halasına rağmen elim saçlarına gitti. Bana ne kadar kızacağı, ne düşüneceği umrumda olmadı. Saçlarını yüzünden çektim, usul usul okşadım.
— Canı yandı mı?
Sesimde istemsiz bir acı vardı.
— Bakma "iyiyim" dediğine. İlk başta çok ağladı. Ben endişelenince bu defa "iyiyim, acımıyor" demeye başladı.
Dediğiyle yüzümde acı bir gülüş peyda oldu.
— Bir yolu yok mu onu korumanın, iyi etmenin?
— Var. Ama istemiyor.
Dediğiyle şaşkınlıkla ona baktım.
— Nasıl?
— Ameliyat ile düzelme şansı var.
— Neden? Peki neden olmuyor?
— Korku.
— Ne?
— Korkuyor. O ameliyattan bir daha çıkamayacağına kendini öyle bir inandırmış ki, sözünü bile ettirmiyor.
Bakışlarımı yatakta uyuyan kıza çevirdim. İçimdeki duygu neydi? Umut, korku, sevinç, hüzün… Öyle çok şeyi bir anda yaşıyordum ki… Ona doğru eğildim, bandajın üzerine dudaklarımı bastırdım. Saçlarından derin bir soluk aldım. Daha fazla durmamak adına hızla odadan dışarı çıktım. Ben evden ayrılamadan halası peşimden geldi.
— Ondan hoşlanıyorsun.
Benim sesli dile getiremediğimi o söylemişti. Gözlerimi kaçırdım. Ben ömrü hayatımda kimseden çekinmedim şimdi bu kadından çekinmiştim. Ama cesur olmam gerekti. Demin kaçırdığım bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdim. O her zamanki tedirgin, şüpheli bakışlarıyla değil; tam tersine anlayışlıydı.
— O da senden hoşlanıyor.
Dediğiyle beynim düşünmeyi bıraktı. Kalbim atmayı reddetti. Öylece baka kaldım.
— Bakma öyle şaşkın şaşkın. Şayet hoşlanmasa, bırak seni eve almayı, yanına bile yaklaştırmazdım.
— Nasıl? Beni görmeden nasıl sevebilir ki?
— İnsan gözüyle mi sever?
-Belki de görse sevmez, istemez.
-Ama görmüyor ve kalbi seni seviyor.
— Ama görecek…
— Bunu yıllardır deniyorum. Yaptıramadım.
— Ben ikna edeceğim. Ne olursa olsun bir yolunu bulacağım.
— Gözleri gördüğünde ya dediğin gibi seni istemezse?
Acıyla yüzüne baktım.
— Varsın istemesin. Ben sevmeye devam ederim.
Başka bir şey söylemedim. Hızla önce evden, sonra da apartmandan dışarı çıktım. Bunu yapacaktım. Yapmak zorundaydım. O güzel gözler görmek zorundaydı. Sonrasına sonra karar verecektim.
Nehir, hayalindeki bir kahramanı seviyordu. Diğer tüm kadınlar gibi… Her kadının kalbinde, aklında yakışıklı, güçlü bir erkek vardı. Ve bazen karşılarına çıkan adama o kafalarında ki maskeyi yerleştirir, hayallerinin erkeği olduğuna kendilerini inandırırlardı. Genelde gerçeğin farkına vardıklarında her şey için çok geç olurdu. Ve işte orada başlardı “Ben seni hiç tanıyamamışım.” sözleri...
Varsındı… Beni beğenmesindi, istemesindi… O güzel gözlere ışık gelsin de, ben karanlıkta kalsam da olurdu.
Dudaklarımda hüzünlü bir gülüşle kendi evime ilerledim. Saat henüz çok erkendi. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Ellerimi ceplerime koyup tenha yollarda yürümeye devam ettim...
Evin kapısını sessizce açtım. Ayakkabılarımı çıkarırken içeriden gelen konuşmaların sesini işittim. Devran abinin tok sesiyle Ali’nin neşeli tonu karışmıştı birbirine. Salonun kapısından içeri girdiğimde ikisinin de dikkatleri bana çevrildi. Ali elindeki çayı havaya kaldırdı:
— Ooo, gönül adamı teşrif etmiş! Bak Devran abi, ben dedim bu gün dönmez bu adam diye.
Devran kaşlarını çatıp beni süzdü, ciddi bir ses tonuyla sordu:
— Hayırdır Dursun? Üstün başın hâlâ asker gibi. Kafanı mı dağıtamadın, yoksa başka bir şey mi var?
Cevap vermedim, derin bir soluk alıp verdim. Sonra ağır adımlarla koltuğa geçip oturdum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İçim doluydu ama kelimeye dökmek zor geliyordu. Bir süre sessiz kaldım, ikisi de ağzımı aramadı. Sonunda derin bir nefes alıp boğazımı temizledim:
— Gittim.
Devran başını salladı:
— Belli zaten. Peki ne oldu?
Bir an gözlerimi ellerime diktim. Parmaklarımın arasında hâlâ Nehir’in saçlarının dokusu varmış gibi hissettim. Gözlerim doldu dolacak gibiydi ama kendime hâkim oldum.
— Gördüm… daha doğrusu göremedi… yine de gülümsedi. Ama… Ama o gözler açıldığında, gerçekleri görecek Devran abi. Beni görecek.
Sesim titredi. Ali kaşlarını kaldırdı:
— Ne demek o şimdi?
Başımı öne eğdim. Dudaklarımda acı bir tebessümle söyledim:
— Nehir şu an bir hayali seviyor Ali. Kafasında çizdiği o düzgün yüzlü, uzun boylu, karizmatik adamı. Ben değilim o adam. Bir gün gözleri açıldığında benim görecek yüzümdeki derin yarıkları görecek.... Ve anlayacak, o adam ben değilim.
Odanın içine ağır bir sessizlik çöktü. Devran yerinden kalktı, önümdeki sehpayı iterek karşıma geçti. Ellerini dizlerine dayayıp bana eğildi:
— O kız seni gözleriyle değil, kalbiyle seviyor lan. O kalple kurduğu bağı, göz gördüğünde mi bozacak sanıyorsun?
Başımı iki yana salladım:
— Sen anlamıyorsun abi. Ben kendime bile aynada bakarken irkiliyorum. Bir kadının beni severek, isteyerek, bakarak yanında durmasını beklemek hayal gibi geliyor bana.
Ali oturduğu yerden homurdandı:
— abi , sen kendi suratına düşman olmuşsun be! Nehir görmüyor diye kalbinin sesini daha yüksek duyuyor belki de. Senin onu taşıyışını, sesini, kokunu seviyor. Ellerini, sabrını, merhametini… Bunlar aynada görünmüyor. Gözle değil gönülle bakıyor o sana.
Gözlerim doldu ama gülmedim, sevemedim bu sözleri. Direndim.
— Bugün ameliyatı konuştuk. Halası söyledi, gözlerinin açılma ihtimali varmış. Ama Nehir korkuyormuş. O korkuyu yenip karar verirse… Ben kaybolurum. Gözleriyle beni tanıdığı an, hayalindeki adam olmadığımı anlayacak. Benim gibi birini kim sever ki?
Bu defa Devran sert konuştu:
— Kendini aşağılamayı bırak Dursun. Bu, kendinden öte Nehir’e de haksızlık. Onun sevgisini küçümseme. Belki de sen, bu dünyada gözü kapalı sevebilecek nadir adamlardansın.
Ali lafa girdi:
— Ve o kız da seni gözü kapalı sevdi abi. Bu ne demek biliyor musun? Gerçek sevgiyi bulmuşsun demek. Ama sen ne yapıyorsun? Onu görecek diye kendini geri çekiyorsun.
Yutkundum, başımı kaldırmadım. Sesim kısıktı ama kararlıydı:
— Siz beni iyi tanıyorsunuz. Ama ben aynaya baktığımda sizin baktığınız gibi bakamıyorum. Nehir’in gözleri açıldığında ilk göreceği şey, sevdiği adam değil, hayal kırıklığı olacak. Bu yüzden… Bu yüzden o ameliyata ikna etmeye çalışacağım ama… sonra gitmem gerekebilir. Kendimi onun hayatından çıkarmam gerekebilir.
Ali ayağa fırladı:
— Saçmalıyorsun !
Devran ise sadece başını eğip iç çekti. Gözlerinde çaresiz bir kabulleniş vardı. Söylenecek her söz, benim içimde çoktan reddedilmişti sanki. Direnişim, yalnızca dış görünüşüme değil; sevilmeye layık olduğuma dair inancımı yitirmişliğeydi. Ve o gün... kalabalık bir evin içinde, kendimi en yalnız halimle baş başa bulmuştum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 402.38k Okunma |
29.68k Oy |
0 Takip |
174 Bölümlü Kitap |