
EFLAL KARAHANLI
Sabah gözlerimi açtığımda Alparslan henüz uyanmamıştı.
Birkaç dakika boyunca güzel çehresini inceledim, doya doya sevdim. Çok güzel bir adamdı. Birdenbire içimde, nedensiz bir kıskançlık hissi oluştu:
“Seni evden dışarı çıkarmasam mı? Ya biri sana bakarsa?”
Düşündüğüm şeyin saçmalığına başımı iki yana salladım. Dudağının kenarına küçük bir buse kondurup yavaşça kollarından sıyrıldım. Adımlarımın gittiği yer de niyetim de belliydi. Parmak uçlarımda alt kata indim, sonrasında mutfağa doğru ilerledim. Dün gece Alparslan’ın bir dilimden fazlasını yememe izin vermediği pastayı dolaptan çıkarıp mutfak masasına yerleştirdim.
Bir lokma, iki lokma derken bir süre sonra önümdeki pasta bitmişti. Şaşkın bakışlarla önümdeki boşluğa bakıyordum. Sanırım Alparslan’ın pastayı önümden kaldırma sebebini şimdi anlamıştım. Dün tüm ısrarlarıma rağmen bir dilimden fazlasına izin vermemiş, gerisini dolaba kaldırmıştı. Bu duruma istemsizce ağlamıştım. O ise bu halime şefkatle karşılık verip, “Fazlası size zarar verir,” demişti.
İşin daha da kötüsü, tüm pastayı yememe rağmen hâlâ yemek istiyordum.
Üst kattan duyduğum adım sesleriyle panikledim. Önümdeki pasta kabını hızla çöpe attım, elimdeki çatalı da makineye yerleştirdim. Tam işim bitmiş, doğruluyordum ki arkamdan onun sesini işittim:
— Bebeğim?
Arkamı dönüp bir şey çaktırmamaya çalışarak gülümsedim.
— Yüzbaşım...
Yanıma gelip kollarını belime doladı.
— Günaydın.
— Günaydın canımın canı. Neden beni uyandırmadın?
Göğsündeki başımı kaldırıp yüzüne baktım.
— Bilmem… Çok sakin ve huzurluydun, kıyamadım.
Yüzüme bakarak gülümsedi.
— Yüzbaşım, acıktım.
Şaka yapmıyordum, kendimi gerçekten aç hissediyordum. Yüzüme baktı, başını iki yana hafif salladı. Gülüşü tüm yüzüne yayıldı.
— Peki, bebeklerim ne yemek ister?
Sorusu üzerine kısa bir an düşündüm.
— Hmm... Patates kızartması, bir de sucuklu yumurta... Bir de geçenki böreklerden kızartsak mı?
Kollarını bedenime dolayıp beni bağrına bastı. Gülüşü ortalığı şenlendirdi.
— Peki, sen bir pastanın üzerine tüm bunları yiyebilecek misin?
Dediğiyle dudağıma dişimi geçirdim. Nereden anlamıştı ki? Geri çekilip yüzüne baktım.
— Nereden anladın?
Elini uzatıp dudağımın kenarına değdirdi. Geri çektiğinde parmağının ucuna bulaşan çikolatayı emdi. Bu hareketi yutkunmama sebep oldu. Acaba yemekten önce onu istesem ne olur ki?
— Delilleri iyi saklayamamışsın. Keşke bana da biraz bıraksaydın.
Dediğiyle şaşkınca yüzüne baktım.
— Hepsini yediğimi nasıl bildin?
Elleriyle yüzümü avuçladı. Gözleri tüm yüzümü tavaf etti.
— Çünkü ben canımı bilirim.
— Kızdın mı?
— Kızdım.
Dediğiyle yüzüm düştü.
— Çünkü ikinize de zarar verir...
Birkaç saniye duraksadı, söylediklerini anlamamı bekliyordu.
— Bebeğim, canımın canı… İştahının açılmasını, hatta bazen tatlı ile tuzluyu karıştırmanı anlayabilirim ama tüm bir pastayı bir kerede yemek hem sana hem bebeğimize zarar verir. Bu sağlıklı değil.
Dedikleriyle hislerim kabardı. Şakağıma yol alan bir gözyaşına engel olamadım.
Panikle yüzüme baktı.
— Nefesim… Ağlama. Özür dilerim, seni üzdüm mü? Affet ne olur.
Burnumu sesli şekilde çektim.
— Ben özür dilerim… Yüzbaşım, ben düşünemedim. Ona zarar verebileceğini düşünemedim, özür dilerim.
Ellerimle yüzümdeki yaşları silmeye çalıştım ama artık çok geçti. Çünkü musluklar açılmıştı bir kere. Elim karnımı buldu.
— Özür dilerim bebeğim… Anneni affet, ne olur.
— Güzelim, yapma, ağlama ne olur.
Kolları bedenimi sımsıkı sardı.
— Yüzbaşım, ben kötü bir anne oldum.
— Şşş… Sakın böyle şeyler düşünme. Sen dünyanın en güzel, en iyi annesisin. Bir daha böyle şeyler söyleme.
— Ben düşünemedim, yemin ederim aklıma gelmedi. Sadece canım çok çekti.
— Tamam bebeğim, ayrıca sen düşünme. Bunları düşünecek olan benim, ben düşünürüm sonra da sana söylerim. Tamam mı? Yeter ki sen ağlama. Bak, ben de üzülüyorum.
Burnumu çekip hafif uzaklaştım.
— Tamam, üzülme. Bak, ağlamıyorum.
Ellerini uzatıp gözlerimin altındaki ıslaklığı silmeye çalıştı. Dudakları kıvrıldı.
— Aferin benim bebeğime.
— Yüzbaşım...
— Yüzbaşının canı...
— Ben eskiden bu kadar ağlak değildim, biliyorsun değil mi?
— Biliyorum. Ama her halini ayrı ayrı seviyorum.
— Ağzın çok iyi laf yapıyor, bunu biliyor musun?
Bu defa kahkaha attı.
— Hadi güzelim, kahvaltı zamanı.
Tebessümle ondan ayrıldım. Yardım etmek istiyordum ama bana sadece hazırladıklarını masaya koyma görevi vermişti. Bu da işime gelmişti. O hazırlarken ya çıplak sırtına öpücükler bırakıyor, ya arkadan sarılıyordum, ya da yılışıp yanaklarından öpücükler çalıyordum. Bu halimden oldukça memnundu. Hele ki hormonlarım yüzünden onu “aşermem” en sevdiği olmuştu.
İznimiz bu haftanın sonunda bitecekti ve benim onunla konuşmam gerekenler vardı.
Masaya oturup şen şakrak kahvaltımızı yapmıştık. Daha doğrusu o yapmıştı çünkü ben hâlâ yemeye devam ediyordum.
— Yüzbaşım?
— Efendim güzelim?
— Benim içimde insan yavrusu olduğuna emin miyiz?
Mutfak onun gülüşüyle yankılandı.
— Gülme! Bu kadar yememin başka bir açıklaması olamaz.
— Afiyet olsun. Sen yeter ki yemek ye.
Uzanıp elimi tuttu.
— Yemek yiyemediğini, uyuyamadığını görmek beni nasıl yaralıyordu, nasıl bir işkenceydi bilemezsin. Canın yanıyordu… Canımın canı yanıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. Bu hallerini görmek…
Alt dudağına dişlerini geçirdi.
— Sanki yıllardır esirmişim, işkence görmüşüm de şimdi özgürmüşüm gibi. Öyle güzel, öyle eşsiz.
— Sana böyle hissettirdiğimi bilmiyordum.
— Sen değil… Canının yanması böyle hissettiriyor. Sensizlik… Bu söylediklerimden daha beter. Yalvarırım bir daha gitme. Gel, vur istersen. Etimi kemiğimden ayır, canıma oku başımın üstüne ama gitme. Benden gitme Lâl’im.
Elimi uzatıp yanağını okşadım, sonra da dudaklarımı bastırdım.
— Alparslan...
- Alparslan’ın canı...
- Ben dün gece bir karar aldım.
Meraklı gözleri yüzümde dolaştı.
— Alparslan, ben... Ben istifa etmeye karar verdim.
Gözlerindeki şaşkınlık o kadar netti ki.
— Ne? Yani… Ben şaşırdım, beklemiyordum.
— Ben istifa etmek istiyorum. Bebeğimiz varken zaten uzak olacağım ama ben bundan sonrası için de hayatımı ona ve sana adamak istiyorum. Vatan bana ihtiyaç duyarsa elbet durmam ama artık asker değil, anne olmak istiyorum. Yüzbaşının Lâl’i, canı, sevgilisi, karısı, bebeğinin annesi olmak istiyorum.
— Güzelim emin misin? Mesleğin senin için çok önemli.
— Önemli ama hiçbir şey sizden değerli değil. Bu zamana kadar vatanım için ölmek istiyordum ama şimdi sizin için yaşamak istiyorum.
Beni göğsüne çekti.
— Sen nasıl istersen bebeğim. Ben her zaman yanındayım, hep elini tutuyor olacağım.
— Seni çok seviyorum. İyi ki sen...
— Ben de güzelim, ben de seni çok seviyorum.
-Herkes çok şaşıracak, sevinecek de.
-Ortalığı ayağa kaldıracaklarına eminim... İkimiz de gülümsemiştik.
Gözlerindeki gülümsemeyle alnıma bir öpücük kondurdu.
— Hadi, kahvaltıyı bitir de üstümüze bir şeyler alıp çıkalım.
Kaşlarımı hafifçe çattım.
— Nereye?
— Ufak bir yürüyüş… Hem sana hem minik kalbimize iyi gelir. Biraz hava alırsın.
Beni tanıyordu. Ne zaman içime bir şey otursa, ne zaman sessizliğim kalbimi bastırsa, o hep anlardı. Sessizce başımı salladım. Kahvaltının kalanını toparlayıp hazırlanmak için yukarı çıktık. Elbiselerimi giyerken aynada kendime baktım. Karnım henüz çok belirgin değildi ama ben artık her kıvrımda onun varlığını hissediyordum.
Alparslan çoktan hazırlanmış, kapının önünde beni bekliyordu.
— Hazır mısın anne adayı?
Elini uzattı. O eli tutarken gözlerim doldu yine. Duygularım o kadar karışıktı ki... Sevinç, endişe, heyecan, özlem ve biraz da korku.
— Hazırım.
Beraber evin önündeki yoldan göle doğru yürümeye başladık. Sessizliğimizin içinde garip bir huzur vardı. Elim hep elindeydi. Arada bir durup gökyüzüne bakıyor, rüzgârı içime çekiyordum.
— Alparslan...
— Dinliyorum güzelim.
— Sence iyi bir anne olabilecek miyim?
Yavaşladı. Yanıma geldi, durdu. Ellerini yüzüme koydu, gözlerime baktı.
— Sen şimdiden dünyanın en iyi annesisin. Bunu hissettirmeye başladın bile. Bebeğimiz çok şanslı. Ben de öyle.
Bir an sustuk. Kuşların sesi, ağaç yapraklarının hışırtısı huzur veriyordu.
— Sence kız mı, erkek mi?
Gülümsedi.
— Fark etmez. Yeter ki sana benzesin. O zaman kesin melek gibi olur.
— Bana mı benzesin? Niye sana değil?
— Çünkü ben sana aşığım. Sana benzeyen her şey benim için güzel olur.
Gözlerim dolmuştu yine. Artık kendimi tutamıyordum. Sanki içimde yıllardır susan bir kadın şimdi her şeye duyarlı, her şeye açık hale gelmişti.
— Keşke zaman dursa Alparslan.
— Durmaz güzelim. Ama biz her anını güzelleştirebiliriz. El ele, yan yana, aynı yöne bakarak.
Banklardan birine oturduk. Başımı omzuna yasladım.
— Gitme vakti yaklaşıyor değil mi?
— Evet.
— Bu defa nasıl olacak bilmiyorum. Eskiden sadece seni düşünürdüm. Şimdi bir de içimdeki canı taşıyorum. O sensizliğe nasıl dayanır bilmiyorum.
— Güzelim...
Yüzüme döndü.
— Ben her zaman geleceğim. Bu kalbim seninle, aklım seninle. Her dua, her nefes, her atım sende. Ve bu defa daha da güçlü olacağım. Çünkü döneceğim yerde bir değil, iki kalp bekliyor beni.
Karnıma hafifçe dokundu.
— Beni bekleyeceksiniz, söz mü?
Elini tuttum. Gözlerimin içine baktı.
— Söz. Ama çabuk gel olur mu? Çünkü biz seni çok özleyeceğiz.
O an gözlerinde yanan kararlılığı gördüm. Her şeyin farkındaydı. Hayat zordu, evet. Ama sevgi, bağlılık ve inançla daha güçlüydük. Ve bu sevda... bu sevda her şeyden kıymetliydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 402.38k Okunma |
29.68k Oy |
0 Takip |
174 Bölümlü Kitap |