167. Bölüm

167. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

DURSUN KARA

 

 

Birkaç gündür kalbimde bir boşluk vardı.

Aslında boşluk değil... yerini bulamamış bir şeyin ağırlığı diyelim.

Görev biterken aklımda bir şey vardı.

Ya da bir biri.

Nehir.

O gülümserken gözlerini bir yere sabitlemesi, yürürken yavaşça bastonunu yere vurması, susarken bile sanki içindeki dünyayı anlatıyor oluşu…

Yorulmuştum. Hem fiziksel olarak, hem içten içe.

Ama onu düşündükçe bir tür huzur gelip çöküyordu üzerime.

O yüzden parkta buluşma fikrini ben sundum.

Havası serin bir akşamdı. Sonbahar kokuyordu. Şu bir kaç günde olabildiğince yanına gitmeye çabalıyor güvenini kazanmaya çalışıyordum.

Onu gördüğümde hâlâ aynı bankta oturuyordu.

Saçları topuz yapılmış, üstünde koyu gri bir kazak.

Bastonunu yanına bırakmış.

Beni duymuştu. Her zaman duyuyordu.

Gözleri görmüyor olabilir ama kalbi… kalbi insanın içine işliyordu.

“Yine geç kaldın,” dedi. Hafifçe tebessüm etti.

“Komutanın değilim diye mi böyle rahat geliyorsun?”

Gülümsedim. Yanına oturdum.

“Haklısın. Ama bu sefer geç kalmamın nedeni sensin.”

Başını eğdi.

“Yani seni düşündüm. Biraz durdum. Belki senin gibi birini nasıl anlatabileceğimi düşündüm. Sonra dedim ki… anlatamam. Ancak yaşarım.”

O an sessizlik oldu.

Ve bilmiyordu ama onunla sessizlik bile güzel.

Kimse konuşmasa da bir şeyler oluyor aramızda.

Sanki kelimeler olmasa da duyuluyoruz.

Sonra birden elini uzattı.

Yavaşça parmakları avcuma dokundu.

“Ellerin hâlâ nasırlı,” dedi.

“Evet,” dedim. “Ama eskisi kadar ağır taşımıyorlar.”

“Görev mi bitti?”

Başımı eğip yüzüne baktım.

Gözleri boşluğa bakıyor gibiydi ama içinde koca bir dünya taşıyordu.

“Görev bitmez Nehir,” dedim. “Ama bazen bir durak olur. Bir soluklanma. İşte sen… sen benim soluklandığım yer gibisin.”

Biraz sustu.

Sonra bana döndü, başını azıcık yana eğdi.

“Ben hep karanlığa alıştım. Ama biri ilk defa gelip karanlığımda kalmak istiyor gibi…”

Kalbim sıkıştı.

Yutkundum.

Bilmiyorum bu nasıl oldu, neden bu kadar etkilendim senden.

Ama bak… bakamıyor olsan bile bana, ben ilk defa bakılmak istendiğimi hissediyorum.

Elini tuttum o an.

“İstersen… daha çok gelirim. Daha uzun kalırım.

Yani, eğer bir gün elini bir daha uzatmak istersen… ben hep burada olurum.”

Nehir bir şey demedi.

Ama elimi bırakmadı.

Ve bence bazen kelimelerin susması, en çok şeyin söylendiği andır.

Elini tuttuğumda bir anlık bir ürperti geçti içimden.

Ama korkudan değil…

Sanki tuttuğum şey sadece bir el değildi.

İçine sakladığı yalnızlık, sessizlik, kabullenme ve direnme de vardı o avuçta.

Hepsini o küçücük elde hissediyordum.

“Dursun?” dedi yumuşakça.

“Efendim?”

“Hiç... böyle birini sevdin mi?”

Sorusunu duyduğumda kalbim bir an durdu sanki.

Ne cevap vereceğimi bilmiyordum.

Ama yalan da söyleyemezdim.

“Sanırım... daha önce biri beni böyle düşündürmedi,” dedim dürüstçe.

“Senin yanında kendimi… olduğum gibi hissediyorum. Ne güçlü olmam gerekiyor, ne susmam.”

Bir sessizlik oldu.

Kafasını biraz geriye yasladı.

“Ben de yıllardır ilk defa biriyle... kendim gibi konuşabiliyorum. Gözlerim görmüyor, biliyorsun.

Ama insanlar genelde bana ya acıyor, ya da beni hayranlıkla izliyor.

Sen hiçbirini yapmıyorsun. Sadece... yanımda duruyorsun. Bu çok kıymetli bir şey.”

Kalbim o an ağzıma kadar geldi.

O an... gerçekten istedim.

İstedim ki bu kız, bana güvensin.

İstedim ki halasının “Dikkatli ol” bakışlarını haklı çıkaracak bir hata yapmayayım.

O sırada topuk sesi duydum.

Alışık olduğum bir ritimle yürüyordu.

Nehir’in halası.

Yanımıza geldiğinde başıyla beni selamladı.

Gözleri beni inceledi. Sert değildi ama uyanıktı.

“Çay demledim,” dedi.

Sonra Nehir’e döndü. “Soğuk olur oturma fazla.”

Nehir başını salladı, ama gitmedi.

Halası sonra bana döndü.

“Sen... nerede görev yapıyorsun şimdi?”

“Şardin tugayında” dedim.

“Zor,” dedi.

“Alıştık,” diye geçiştirdim.

Ama sonra göz göze geldik.

Beni tarttı, tartmak zorundaydı.

Bu kız ona emanetti, tek akrabasıydı.

“Nehir çok hassastır,” dedi doğrudan.

“Biliyorum,” dedim.

“Onu üzmemeni isterim,” diye ekledi.

“Ben de,” dedim, “En az sizin kadar isterim. Belki daha fazla…”

Nehir bir şey söylemedi.

Ama dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.

Halası sessizce başını eğdi, sonrada arkasını dönüp eve ilerledi.

“Sen buradayken... dünya biraz daha az sessiz gibi.”

Elini sıkıca tuttum.

“Ben geldim Nehir. Gitmem kolay değil artık.”

"Eve geçelim mi."

Elimi uzatıp elini tuttum sonrasında bastonunu diğer eline bıraktım ikimiz yan yana onlara ilerledik. İşte şimdi sorgu vaktiydi.....

Nehir içeri gidince birkaç saniye boşluk oldu.

O yokken etraf birden daha sessiz, daha düz geldi.

Sonra başımı çevirdim, sandalyesinde dimdik oturan halasıyla göz göze geldim.

O da çay fincanını yudumladı, bakışlarını benden kaçırmadı.

“Nehir, çok özel bir çocuktur,” dedi.

Sesi ne yumuşaktı ne sert. Düzdü.

Ama dikkatle seçilmiş kelimeler vardı içinde.

“Farkındayım,” dedim.

“Sadece özel değil, çok güçlü biri. Ama fazla da yalnız.”

Başını hafifçe salladı.

“Yalnızlığı, yaşadıklarından değil. İnsanlardan yorulduğu için.

Çok görmediğin biri gibi değil mi?”

Gülümsedim.

“Ben Nehir’i görmediğimi hissetmiyorum,” dedim.

“Daha çok, onun beni gördüğünü hissediyorum.”

Halası gözlerini biraz kıstı.

İnce ince bakıyordu.

“Nehir kolay güvenmez. Hele bir erkeğe… hiç.”

Başımı eğdim.

“Haklı. Güven, bir sözle kurulmaz zaten. Zamanla, emekle... belki sabırla.”

Kısa bir sessizlik oldu.

Sonra halası gözlerini uzaklara çevirdi, ama sesi yumuşadı:

“Biliyor musun Dursun, ben gençliğimde bir askere sevdalandım.”

Başımı kaldırdım, şaşırdım biraz.

“Beni beklemedi,” dedi.

“Bir daha hiç de dönmedi. Kimseye güvenim kalmadı.

Ama sonra Nehir doğdu. Bana kaldı. Yıllardır... bu kız için yaşıyorum.”

Gözleri parlıyordu.

“Şimdi karşıma bir asker daha çıkmış. Nehir’i görüyor, duyuyor, hissediyor gibi. Ama sen gidersen… o eskisinden daha çok incinir.”

Derin bir nefes aldım.

Bu kadın kalbini bir savunma hattı gibi kurmuştu, anlayabiliyordum.

“Haklısınız,” dedim.

“Ben de kendime her gün soruyorum. Bu kalbimdeki şey... gerçekten onu tanıdıkça büyüyor mu, yoksa bir anlık bir etki mi?

Ama Nehir’le geçirdiğim her dakika... cevabı netleştiriyor.”

Gözlerine baktım.

“Gideceğim evet. Görevim var. Ama kalbim burada kalırsa… geri dönmek için her şeyi yaparım.”

Halası gözlerini benden ayırmadı.

Sonra dudaklarının kenarında çok küçük bir gülümseme belirdi.

“Nehir kolay kolay elini birine uzatmaz. Uzattıysa... bir bildiği vardır.”

O sırada Nehir geldi elinde bastonuyla önce önünde herhangi bir engel olup olmadığını kontrol etti. Sonrada gelip yanımıza oturdu.

“Ne konuşuyorsunuz bu kadar sessiz sessiz?” dedi gülerek.

“Senin dedikodunu yapıyorduk,” dedim.

O an göz göze geldik halasıyla.

Söz bitmişti ama... güven ağır ağır yerini alıyordu. Güzel geçen gecenin ve keyifle edilen sohbetin sonu gelmişti benim için gitme vaktiydi. Onlarla vedalaşıp evden ayrıldım. Sokağın başına kadar yürüdüm, dönüp bir kez bile arkama bakmadım.

Oysa içimde, Nehir’in balkonuna bir göz atma isteği kabarıp duruyordu.

Belki hâlâ oradaydı.

Belki elinde fincan, yine sessizce rüzgârı dinliyordu.

Ama ben bakmadım.

Çünkü bir bakarsam… kalırım.

Ve şu an gitmem gerekiyordu.

Ayaklarım ağırdı.

Çelik bot giymemiştim ama her adımda toprağa batıyor gibiydim.

İnsanın içi ağırsa, ayakları hafiflemezmiş.

Onu anladım bu akşam.

Nehir’in elleri hâlâ elimdeymiş gibi.

O minicik parmakların içinde öyle bir kuvvet vardı ki…

Ben on yıldır koca bir taburun içinde sıkışmış bir adamım,

ama onunla konuşurken yüreğim titredi.

O gözleriyle görmüyor belki ama ben…

Ben onunla ilk kez gerçekten “görülmüş” gibi oldum.

Ne garip…

Hayatımda birçok kadınla konuştum.

Kimi bakışıyla, kimi sesiyle, kimi dokunuşuyla dikkatimi çekti.

Ama Nehir…

Nehir başka.

O içime dokundu.

Dışımı değil, süsümü değil… en kırık yerimi buldu.

Adımlarımı yavaşlattım.

Sokağın ucunda askeri servis aracını bekleyeceğim durağa gelmiştim.

Yalnızdım.

Gerçekten yalnızdım bu an.

Ama o yalnızlığın içinde Nehir’in sesi dönüp duruyordu:

“Senin yanında dünya biraz daha az sessiz gibi…”

Belki de hayatım boyunca yalnız kalmamıştım da, sadece yanlış seslere maruz kalmıştım.

Şimdi… içimde onun sessizliği vardı.

İyileştiren bir sessizlik.

Birden cebime attım elimi, bastonunun sapına hafifçe değdiğimde orada kalan kâğıt mendili çıkardım.

Halası vermişti çay sırasında.

Ama Nehir’in parmakları değmişti.

O kadar şey hissettirdi ki bir mendil…

O an fark ettim:

Ben bu kızı özleyeceğim.

Henüz ayrılmadan özledim bile.

Henüz tanımadan bağlandım bile.

Henüz konuşmadan sustum onunla.

Ve kendime sessizce şunu söyledim:

“Bir daha dönersem… onun yanına değil, onun hayatına döneceğim.”

Görev zordu.

Hayat düzensizdi.

Ama içimde artık düzen isteyen bir şey vardı.

Adı: Nehir.

 

Bölüm : 08.07.2025 11:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 167. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.38k Okunma

29.68k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...