165. Bölüm

165. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

Keşke bir bulut olsaydım.

Saf, temiz ve belki de özgür...

İstediğim zaman çekip gitseydim karanlığımdan, çok uzaklara.

Dökebilseydim zamanla ağırlaşan tüm yükümü.

Karartmasaydım içimi, kirletmeselerdi ruhumu.

Dokunabilseydim gökyüzüne.

Geçip gitseydi içimden ışık ve ben her zaman tertemiz kalabilseydim.

 

 

ALPARSLAN KARAHANLI

 

Gece boyunca, kollarımın arasındaki küçük bedene sarılmış, içimdeki heyecanı dindirmenin bir yolunu aramıştım.

Lakin ne mümkün...

Ben baba oluyordum.

Lâlimden, sevdiğim kadından bir bebeğim olacaktı. İkimize ait bir can...

Bunu o kadar uzun zamandır istiyordum, o kadar uzun zaman hayal etmiştim ki...

Şimdi gerçekliğine inanmak imkânsız gibiydi.

Şayet şu an kollarımda huzurla uyuyan beden olmasaydı, kendimi yine bir rüyada sanırdım.

Ama rüya değildi.

Buradaydı, kollarımın arasında.

Ve üstelik hayal gibi olan sadece o değildi.

Şaka gibiydi.

Ama ben... bir babaydım.

Dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamıyordum.

Odayı bahçedeki ışıklandırmalar aydınlatıyordu.

Sevdiğim kadının, kollarımdaki bedeni derin ve huzurlu bir uykudaydı ve ben hayatımda hiç olmadığım kadar huzurluydum.

Elim saçlarında dolaştı. Parmaklarımı yüzünde, dudaklarında gezdirdim.

En son istemsizce karnına ilerlettim, yavaşça okşadım.

“Merhaba bebeğim... Aramıza hoş geldin. Ben senin babanım. Ve ömrüm yettiğince seni hep sevip koruyacağım. Rabbimden tek dileğim, seni ve anneni korumaya gücüm yetsin. Başka hiçbir şey istemiyorum.”

"Erik."

Duyduğum mırıltıyla karnına çevirdiğim bakışlarımı yüzüne kaldırdım.

Lakin gözleri hâlâ kapalıydı.

“Efendim, bebeğim?”

"Şekerpare..."

Duyduğum şeyle gülüşümü durdurmaya çalıştım.

Çünkü şu anda sevgili karım, dudaklarındaki hafif gülümsemeyle rüya görüyor ve uykusunda konuşuyordu.

Alt dudağıma dişimi geçirdim.

Benim güzel bebeğim... Sanırım aşeriyordu.

Bu düşünce daha da mutlu olmama neden oldu.

Benim karım hamileydi ve bir şeyler aşeriyordu.

Yeter ki istesinlerdi; gerekirse dünyanın öbür ucuna gider alırdım.

Komodinin üzerindeki telefonumu elime alıp Devran’ı aradım.

Sanırım şu an itimat edebileceğim, ağzı sıkı olan tek kişi oydu.

Bir iki çalıştan sonra karşıdan sesi geldi:

— "Emredin komutanım."

— “Alo Devran, sana göndereceğim adrese, listelediğim şeyleri alıp gelebilir misin?”

— "Emredersiniz komutanım. Ne isterseniz getiririm de, bir sorun yok değil mi bacımla? Siz iyi misiniz?"

— “İyiyiz, iyiyiz... Hatta düşündüğünden çok daha iyiyiz. Sadece, sana göndereceğim listedeki her şeyi alıp gelir misin?”

— "Emredersiniz!"

Telefonu kapattıktan sonra mesaj kısmına girip listeyi yazdım.

Daha birkaç hafta buradaydık ve eminim ki bu aşerme işi son olmayacaktı.

Şehirden epey uzaktaydık; onu yalnız bırakamazdım.

Sürekli birilerinden de bir şey isteyemezdim.

O yüzden aklıma gelebilecek her türlü meyveyi, tatlıyı mesaja yazıp gönderdim.

Telefonu yerine koyup tekrar güzel karımın yanına uzandım.

Ben yanına uzanır uzanmaz, kedi gibi göğsüme sinmiş, başını boynuma gömmüştü.

Saçlarının üzerine dudaklarımı bastırdım.

"Rabbim, ben nasıl bir sevap işledim de bu kadını kaderime yar diye yazdın?

Bu nasıl güzel sevmekti Yarabbi?"

Birkaç saat boyunca sadece onu seyretmiştim.

Bu süre zarfında neredeyse hiç hareket etmemiş, göğsümde bir kedi gibi uyumuştu.

Arada birkaç mırıltı çıkarıyor, sonra da uykusuna devam ediyordu.

Telefona gelen bildirim sesiyle Devran’ın geldiğini anladım.

Yavaşça ondan uzaklaşıp önce odadan, sonra evden çıktım.

Bahçeye geçip dış kapıya ulaştığımda, Devran’ı daha fazla bekletmemek adına hemen bahçe kapısını açtım.

Araçla içeri girdi. Beni görünce farları söndürüp araçtan indi.

— "İstediğiniz her şeyi aldım, komutanım."

— “Eyvallah kardeşim, sağ olasın.”

— "Rica ederim de komutanım, bir şey sorabilir miyim?"

— “Sor.”

— "Yanlış anlamazsanız... bunca şey fazla değil mi?"

Bunu elbet bekliyordum.

Çünkü aldırdığım şeyler o kadar çoktu ki, mutlaka merak etmişti.

— “Devran, şimdi sana bir şey söyleyeceğim. Ama biz duyurmadan önce tek bir insan evladına bile bahsetmeyeceksin.”

— "Estağfurullah komutanım. Siz söyleyene kadar kimseye tek kelam etmem."

— “Devran... baba oluyorum lan!”

Birkaç saniye öylece durdu.

Aslında ona da söylemeyebilirdim ama birine söylemezsem içimde çatlayacaktım.

Dağa taşa “Ben baba oluyorum!” diye haykırmak geliyordu içimden.

Üzerindeki şaşkınlığı atmış olacak ki hızla bana sarıldı.

Az buçuk hayat hikâyesini biliyordum.

Evlatlarını toprağa vermiş, sevdiği kadını kaybetmişti.

Şimdi nasıl hissediyordu, bilemiyorum.

Lakin yüzündeki ifadeden bizim adımıza mutlu olduğu belliydi.

— "Çok sevindim komutanım. Allah analı babalı büyütsün. Dilerim Rabbim sizi asla ayırmaz, bir ömür birlikte olursunuz."

— “Âmin kardeşim, âmin.”

Geri çekildiğinde ikimiz de tebessümle birbirimize baktık.

— “Bana bak, dediğimi sakın unutma. Kimseye bir şey söyleme.”

— "Siz merak etmeyin komutanım."

Sonrasında getirdiği poşetleri eve taşıdık.

İşimiz bittikten sonra o sessizce arabasına binip evine döndü.

Daha sabaha vardı.

O yüzden ben de güzel karımın yanına yukarı çıktım.

Koca bedenimi onun yanına bıraktım.

Her zaman olduğu gibi, ben uzanır uzanmaz yine göğsüme sığınmıştı.

Bu haline ne kadar zaman geçerse geçsin, sanırım asla alışamayacağım.

Her yaptığında içimdeki mutluluğa engel olamıyordum.

Bilinçsizce de olsa bana sığındığını görmek beni öyle mutlu ediyordu ki tarifi imkânsızdı.

Kollarımı bedenine doladım, gül kokusunu soluya soluya ben de kendimi karanlığa bıraktım.

Sabah

Göğsümdeki hareketlenmeyle gözlerimi açtım.

Güzel karım önce huysuz mırıltılar çıkarmış, sonra da yavaşça göğsümden kalkmıştı.

Uykusunu hâlâ tam alamamış olacak ki çatık kaşlarla odanın içini tarıyordu gözleri.

En son göz göze geldik.

Uyanık olduğumu görünce dudakları kıvrıldı:

— “Günaydın.”

— “Günaydın bebeğim. Kendini nasıl hissediyorsun?”

— “Yorgun ama aynı zamanda dinlenmiş. Alparslan, sanki bıraksalar bir ay uyurmuşum gibi geliyor.”

Gülümseyerek yüzüne baktım.

Yüzüne gelen saçlarını elimle geriye doğru ittim.

Yanağını hemen avuç içime bastırmıştı.

Doğrulup anlına dudaklarımı bastırdım.

— “Uyumak istersen uyu bebeğim. Değil bir ay, bir ömür uyumak istersen, göğsüm emrine âmade.

Söz veriyorum; sevgiyle okşarım saçlarını, bedenini, göğsümde aşkla uyuturum.”

— “Yüzbaşı...”

— “Yüzbaşının canı?”

— “Sen böyle şiir gibi konuşursan, ben bir ömür göğsünden kalkmam ki zaten. Masal gibi geliyor her kelimen.”

Kollarımı bedenine doladım.

Başını göğsüme koyup gözlerini hemen kapattı.

Saçlarının üzerinden derin soluklar aldım.

Anlamıyordum, güller nasıl bir insan gibi kokardı ki?

Gerçekten de dışarıdaki beyaz güller onun gibi kokuyordu.

Lakin bu kadar güzel değillerdi.

— “Hadi bakalım uykucu. Önce yüzünü yıkayalım, sonra doğru kahvaltıya.

Malum, doyurmamız gereken iki can var.”

Dediğimle birlikte gülüşü odayı doldurdu.

Yataktan kalkıp onu kucağıma aldım, sonrasında adımlarımı banyoya yönlendirdim.

Önce güzel yüzünü yıkadım, sonra üzerini değiştirmesine yardımcı oldum.

Her ne kadar kendisi yapabilecek durumda olsa da, buna izin vermemiştim.

Onunla ilgilenmek çok hoşuma gidiyordu.

O gerçekten de benim bebeğimdi.

Kaç bebeğimiz olursa olsun, ömrüm yettiğince ona küçük bir bebekmiş gibi davranacak, öyle naifçe sevecektim.

Saçlarını da tarayıp ördükten sonra tekrar kucakladım ve o şekilde aşağıya indirdim.

— “Alparslan...”

— “Efendim bir tanem?”

— “Bak, söylemedi deme... Daha işin başındayız ve sen bu şekilde davranmaya devam edersen, ben alışırım.

Ve alışırsam, sürekli isterim.”

— “Neye alışırsın?”

— “Buna işte. Sürekli beni kucağında taşımana, üzerimi değiştirmeni, saçlarımı taramanı...”

Boynuma dudaklarını bastırdı.

— “Kokunu bu kadar yakından solumayı... Yani daha ne kadar alışabilirim bilmiyorum ama...”

— “Alış bebeğim, şımar...

Çünkü tüm ilgim, sevgim, sabrım, her şeyim senin.

Ömrüm yettiğince seni hep böyle seveceğim.”

Burnunu boynuma sürttü.

Derin bir soluk alıp dudaklarını bastırdı.

— “Ben de... Ben de bir ömür seni hep ilk günkü gibi seveceğim. Sana hep aynı aşkla bakacağım.”

Boynumdan derin bir soluk alıp dudaklarını bastırdı. Her kelimesi yüreğimi yerinden sökmeye ant içmiş gibiydi.

O, kolay kolay sevgisini dile getiren bir kadın değildi. Zor zamanlar geçirmiştik ve bu zamanları her atlattığımızda bana “seni seviyorum” derdi.

Ama bahsettiğim şey bu değildi.

Bahsettiğim, sevgi sözcüklerini kolay kolay kullanmayan biri olduğuydu.

Lakin o, karanlık gözlerinde, gülüşünde, hatta bazen kızışında bile aşkını yansıtan biriydi.

Dokunurdu mesela… Dokunarak seven bir kadındı.

Ve ben, bana her dokunduğunda, her baktığında onun aşkını iliklerime kadar hissediyordum.

Mutfağa girip onu kucağımdan indirdiğimde adımları direkt dolaba yönelmişti.

Hamileliğin en güzel getirilerinden biri buydu: İştahı gerçekten çok açılmıştı.

İlk başlarda anlamasam da, şimdi bunca zamandır yaşadığımız her şey anlam kazanmıştı.

Dolabın kapağını açıpta dün yerleştirdiğim eriklerle göz göze gelince, güzel gözlerinin birer siyah elmas gibi parladığına yemin edebilirdim.

Hemen ardından, üst taraftaki tatlı poşetiyle göz göze geldi.

Güzel dudaklarından küçük bir sevinç nidası koptu. Gülümseyerek arkasına dönüp boynuma atladı. Beklemeden kollarımı beline sardım.

— "Ya Alparslan, nasıl canımın bunları çektiğini bilebilirsin ki?"

— "Güzelim, beni hafife alma demiştim sana. Ben bir yüzbaşıyım ve aynı zamanda artık bir babayım."

— "Sen dünyanın en güzel babasısın. Seni çok ama çok seviyorum."

Dudaklarını yanağıma bastırmış, sonrasında beklemeden hızla dolaba yönelmişti. Tatlı poşetini ve kasedeki erikleri alıp hemen mutfak masasına yerleşti. Tam eriklerden birini ağzına atacaktı ki, engel oldum.

— "Bebeğim, önce yıkasak mı onları?"

Eli eriklerin üzerinde öylece kaldı. Bakışları bana değdi.

— "Benim için yıkar mısın?"

Bunu öyle tatlı söylemişti ki... Şu an, bu bakışla, bu ses tonuyla bana istediği her şeyi yaptırabilirdi.

Erik kasesini elime alıp musluğa yöneldim. O ise çekmeceden bir çatal alıp tatlı poşetini açtı. Hiç tabağa falan yerleştirme gereği duymadan, direkt karton kabın içinden yemeye başladı.

Eskiden de bu tatlıyı çok sever, yerken kendinden geçerdi.

Lakin şu anda... apayrı bir şehvetle yiyordu.

O bu şekilde davranırken ben kendimden geçmek üzereydim.

Kendine gel Alparslan, kendine gel oğlum. Kız alt tarafı tatlısını yiyor.

Kendimi toparlayıp erikleri masaya koydum. Ağzındaki tatlıyı yutmadan, eriklerden birini eline aldı ve onu ısırmaya başladı.

Ben öylece ona bakıyordum.

Bir yandan tatlıyı yiyor, bir yandan eline aldığı erikleri kütür kütür götürüyordu.

Sorun neyi ne kadar yediği değildi.

Sorun, şu an hem tatlı hem ekşiyi aynı anda yiyor oluşuydu.

— "Bebeğim?"

— "Efendim?"

— "Güzelim, bir yandan tatlı bir yandan ekşi... dokunmasın sana?"

— "Ama canım ikisini aynı anda çekiyor. Sanki içimde bir sürü ses var.

Biri erik isterken diğeri tatlı yemek istiyor. Hamileyim ben, ne yapabilirim?"

Gözlerinin dolmasıyla ben de panikle ona doğru hareket ettim.

Yüzünü ellerimin arasına aldım.

Gözlerindeki yaşlar sanki bu anı bekliyormuş gibi bir bir akmaya başladı.

Ha siktir

Ben bu hormonlarla ne yapacaktım?

Daha şimdiden böyleysek, sonrasını düşünemiyorum.

— "Nefesim, ben bir şey yap diye demedim.

Ben sadece... kötü olur musun diye endişe ediyorum senin için.

Yoksa ne istiyorsan yiyebilirsin. Hem hamilesin. Olur öyle şeyler.

Sen bana ne bakıyorsun?"

— "Endişe ettiğin için dedin, değil mi?"

— "Tabii ki onun için, kurban olduğum. Başka ne için olacak?"

— "Kilo alırımda çirkin olurum diye demedin yani?"

— "Asla! Ne mümkün! Sen yüz kilo da olsan, yüz yaşına da gelsen,

benim için dünyanın en güzel kadınısın.

Çirkin olmak ne demek?

Sen benim kadınımsın. Benim kadınımın çirkin olmak gibi bir ihtimali olabilir mi?"

— "Gerçekten mi?"

— "Gerçekten."

Dediğimle birlikte, ellerini yanaklarındaki yaşlara uzatmış, onları kurulamaya çalışmıştı.

Nihayet dudaklarında güzel bir tebessüm vardı.

Ben tatlısına devam eder diye beklerken, onun gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.

— "Bir şey mi oldu, kurban olduğum?"

— "Alparslan... benim canım bir şey çekiyor."

— "Ne çekiyor bebeğim? Sen iste, söyle, ben hemen alır gelirim."

— "Yok... bu öyle alınacak bir şey değil."

Anlamayan bakışlarım yüzünde dolaştı.

Alt dudağına dişini geçirdi.

Sonra da üzerimdeki tişörtü elleriyle kavrayıp dudaklarımızı birleştirdi.

İlk birkaç saniye gözlerim şaşkınlıkla aralandı sonrasında kendime gelip bedenini kollarımla sardım. Küçük bedenini tuttuğum gibi kucağıma çektim nefesi kesilir gibi olunca hafif geri çekildim. Kesik kesik nefesler alıyordu.

"Alparslan! Benim canım seni çekiyor."

Dediği ile dudaklarım kıvrıldı alt dudağında baş parmağımı gezdirdim. Daha sonrasında beklemeden tekrar dudaklarına kapandım .Ellerim üzerindeki pijamanın üzerinden kadınlığına uzandı hafif hafif okşayarak onu hazırlamaya çalıştım ,onun elleri ensemdeki saçları okşuyor hafif çekiştiriyordu. Dilini ağzımın içine itmesiyle dilimi onunkine doladım. Doymuyordum doyamıyordum bu kadına. Bu imkansız gibi bir şeydi ,her zaman sanki ilkmiş gibi tenine hasret ve muhtaçtım. Alt dudağını ağzımın içine alarak emmeye başladım

"Ahhhhh Alparslan."

Elimi kalçasına atıp hafif sıktım. Ağzımın içine doğru inledi. Biraz geri çekilip ayaklarının üzerine bastı sonrasında kucağıma ata binermiş gibi bindi. Her iki elimde kalçalarındaydı. Onu kendime bastırınca kucağımdaki kalçalarını ileri geri hareket ettirmeye başladı. Şimdiden sertleşmeye başlamıştım.

"Alparslan..... ıhhh... Odaya çıkalım."

Başımı olumlu anlamda salladım sonrasında tekrar dudaklarımızı birleştirdim. Kalçalarından destek verip kucakladım sonra da ayaklanıp yönümü odaya çevirdim. Her ne olursa olsun tüm birlikteliklerimizi yatak odamızda yaşıyorduk. Bu ev bize aitti evin duvarları çok yüksekti hiç kimse dışarıdan evin içinde neler olup bittiğini göremezdi. Lakin o her defasında yakınlaşmalarımızdan sonra eğer ileri gideceksek bunun yatak odamızda olmasını istiyordu. Mahremimizi odamızda yaşamak istiyorsa bana da ona itaat etmek düşerdi. Çünkü bu evliliğin komutanı oydu. O ne isterse başım gözüm üstüneydi. Odaya çıktığımızda belimdeki bacaklarını yavaşça yere indirdi ellerini üzerimdeki tişörte atıp başımdan yukarı çıkardı sonrasında ellerini kendi üzerindeki pijama üstüne atıp onu da bedeninden sıyırdı. Üstüne sütyen giymediği için güzel göğüsleri ortaya serildi açlıkla bakan gözlerimi görünce dudakları kıvrıldı. beklemeden tekrar dudaklarıma yapıştı. Elleri çıplak sırtımda geziniyor tırnaklarıyla sırtımı çizmeye çalışıyordu ve bu bana inanılmaz bir zevk veriyordu. Adımları yavaş yavaş geriye yatağa doğru ilerledi Ben de aynı şekilde ona yardımcı oldum. Sırtı yatak çarşafı ile birleşince elleri enseme gitmiş beni kendine doğru bastırmaya çalışmıştı. Bedenim iki bacağının arasındaydı kalçasını istekle bana bastırdı.

"Ahh Alparslan ıhmmm lütfen sevgilim.."

Üzerinden hafif doğrulum altındaki şortu ve iç çamaşırını aynı anda bacaklarından sıyırdım sonra da kendi üzerimdeki pantolon ve boxerdan kurtuldum. Ben çoktan hazırdım önemli olan oydu. Elimi kadınlığına atıp ıslaklığını kontrol ettim.

"Senin için çoktan hazırım sevgilim. Ahhh lütfen dayanacak gücüm yok."

Gerçekten de öyleydi benim için şimdiden sırılsıklamdı bu bile onun için deli olmama yeterdi. Yavaşça üzerine uzandım ve aynı yavaşlıkla erkekliğimi kadınlığına hizalayıp içine girdim.

"Ah Alparslan"

İnleyişi adımı söyleyişi aklımı başımdan alıyordu. Kadınlığı sıcacıktı alev gibi yanıyordu. Her defasında beni bu şekilde kavrıyor oluşu adamı canından ederdi. İlk birkaç seferinde yavaş ilerledim, olabildiğince nazik hareketlerle içine girip çıkıyor onu zorlamaya çalışıyordum. Kayganlığı tamamen her tarafa yayılınca hızımı biraz daha arttırdım.

"Yüzbaşımmm ahhh biraz daha hızlı lütfen."

Komutu ile biraz daha hareketlendim ellerini bana doğru uzatmasıyla ne istediğini anladım yüzlerimizi yaklaştırıp dudaklarımızı birleştirdim. Dilini ağzımın içine aldım ben her içine daldığımda dili dilime dolanıyor tadı damağımda kalıyordu. Çok güzeldi. Çok tatlıydı, kadınlığı sıçacıktı. Bu kadın beni deli edecekti. Ben her içine girdiğimde tırnakları sırtımı boydan boya çiziyor beni daha hızlı olmam için tahrik ediyordu ama daha fazla hızlanamaz sert olamazdım. Her ne kadar şu an arzularımızın esiri olsak da hamileydi ona ya da bebeğimize zarar verecek her türlü davranıştan kaçınmamız gerekiyordu.

"Alparslan... ıhmm biraz daha hızlı.... lütfen"

"Olmaz bebeğim sana ya da bebeğimize zarar verebilir bu."

"Ama dayanacak gücüm yok geleceğim sanırım.... Ahhh ALPARSLAN....IHHH EVET... DEVAM ET....AHHH."

"Kasma kendini bir tanem benim için gel."

Birkaç dakika daha bu şekilde içinde hareket etmiştim bir süre sonra bedeni kasıldı zevk çığlıkları odanın duvarlarında yankı yaptı. Ona bu şekilde zevk vermek bana da ayrı bir zevk veriyordu. Her inleyişi, zevk çığlıkları beni daha fazla tahrik ediyordu birkaç hızlı git gelden sonra ben de içine boşalmıştım sıcak menilerimi içinde hissetmek ona ayrı bir haz veriyordu ve kadınlığının içine her aktığında zevk doruklarında geziniyordum.

Yavaşça kendimi geri çektim erkekliğimi kadınlığının içinden çıkardım vücudu pelte kıvamı almıştı ama şunu biliyordum ki ona yetmemişti. Tıpkı bana yetmediği gibi... Tebessümle yüzüne baktım

"Kendini nasıl hissediyorsun bir tanem."

"Her zamanki gibi çok güzel."

Dudaklarımı alnına bastırdım.

"Bir kere daha istesem kabul etmezsin sanırım."

Ağzımdan erkeksi bir gülüş koptu. Bunu söyleyeceğini az buçuk tahmin ediyordum.

"Üzgünüm nefesim. Lakin önce doktora gitmemiz gerek. İkinizin de iyi olduğundan emin olduktan sonra bu konuyuda danışırız olur mu?"

Başını tamam anlamında salladı. Küçük bedenini kucaklayıp banyoya doğru ilerledim.

"Yüzbaşı!"

"Yüzbaşının canı emret?"

"Bugün hastaneye gidelim mi?"

"Gidelim kurban olduğum sen ne istersen o olacak. Ne zaman istersen."

Dediğimi ile boynumdaki kolları sıkılaştı. Aslında o teklif etmeseydi bile ben bugün hastaneye gitmeyi isteyecektim. İkimiz de banyoya girmiş gusül abdestilerimizi almıştık sıcak su bedenlerimizin üzerinden akıp giderken çıplak bedenlerimiz iç içe girmiş huzurla birbirinin olmanın tadını çıkarıyordu. Ve biz gittikçe büyüyen bir aileye sahip olmanın mutluluğunu yaşıyorduk....

 

Bölüm : 06.07.2025 22:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 165. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.38k Okunma

29.68k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...