161. Bölüm

161. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARAHANLI

 

Hayat, karanlık anlarla doluydu. Umudunuz bitebilir, kendinizi çok çaresiz, bitmiş hissettiğiniz anlar olurdu. Öyle zamanlarda hayat bitsin isterdiniz. Her şeyin yok olmasını... Ve belki de gözlerinizi sonsuza dek kapatmayı... Ama benden bir tavsiye: Sabredin. Tüm karanlıklar aydınlığa mahkûmdur. Hiçbir mutsuzluk sonsuza dek sürmüyordu.

Kendimi çokça o anların içinde bulmuştum. Çokça yok olmaya yakındım. Pek çok zaman artık yok olmayı, yaşamamayı dilemiştim. Ama bitmişti işte. Tüm o karanlıklar aydınlanmış, mutsuzluklar yerini mutluluğa; çaresizlikler kendini umuda teslim etmişti. Ve hayatta öyle bir an geliyordu ki, bir kişinin varlığı diğer herkesin yokluğunu dolduruyordu. İşte, benim hayatımda da öyle biri var olmuştu. Sevdiğim adamın varlığı hayattaki tüm boşlukları doldurmuştu. Benim gülen yüzüm olmuştu.

Araba karanlık yolda ilerliyordu. Girdiğimiz yollar artık tanıdıktı. Bizim ikinci evimize gidiyorduk. Düğün yaklaşık iki saat önce sona ermişti. Şimdi göl evine gidiyorduk. Tüm yalvarmalarıma rağmen bana orada ne gibi değişiklikler yaptığını söylemiyordu. Ben de yarım saat önce sormayı bırakmıştım. İkimiz de gülüyorduk, ikimiz de mutluyduk. Hayat bize çok acı çektirmiş, çok ağlatmıştı. Ama şimdi mutlu olma zamanıydı.

— Bebeğim, şöyle bakmayı kesmen gerek.

Bakışları kısa bir an beni bulsa da yola odaklanmak için hemen geri çevirmişti.

— Neden?

— Kaza yapmak istemeyiz, değil mi?

Dediğiyle dudaklarım kıvrıldı.

— Ne kadar yolumuz kaldı?

— Çok az. Yorulduysan dinlen.

— Yorulmak değil de...

— De ne?

— Bilmiyorum...

Birkaç dakika içinde araba durmuştu. Karanlıkta tek görebildiğim yüksek duvarlar ve büyük bir çelik kapı oldu. Bunlar daha önce yoktu.

— Alparslan?

— Bebeğim?

— Bu ne?

— Buraya yapılan saldırıdan sonra birkaç önlem diyelim.

Ağzım açık kalsa da başımı anladım anlamında salladım. Yüzümdeki şaşkın ifade onu gülümsetmişti. Cebinden telefonunu çıkarıp birkaç tuşa bastı. Sonrasında kapı otomatik olarak açıldı. Araba kapıdan geçer geçmez de tekrar kapandı. Şaşkınlığım sürse de ağzımı açıp bir şey demedim.

Araba, evin birkaç metre uzağında durunca kapımı açıp indim. Ama dışarı adımımı atmamla yüzüme çarpan güzel koku ile kendimden geçtim. Mis gibi gül kokuyordu. İyi de... nasıl?

— Yüzbaşı...

— Yüzbaşının canı?

— Bana başka ne gibi değişiklikler yaptığını söylemek ister misin?

Yanıma gelip kollarını belime doladı.

— Sen yokken kokuna hasrettim be güzelim. Çare aradım. “Buldun mu?” diye sorma... Bulamadım. Çünkü hiçbir gül senin gibi kokmadı. Ben senden uzakken anladım... Senin kokun gül kokusuna benzemiyor. Sana benzeyen güllermiş... Ama aynısı değilmiş. Canım çok yandı ama anladım.

Elimi yanağına koydum. Gözleri kapandı.

— Bu sorumun cevabı değil ama...

Dediğimde gülümseyerek baktı.

— Evin her yerine beyaz gül ekmiş olabilirim.

Gözlerim şaşkınlıktan daha ne kadar açılabilirdi bilmiyorum. Ama beni şaşırtmaktan bıkmıyordu.

— Nasıl?

— Sabah görürsün. Şimdi göstermek istesem de karanlıkta pek bir şey göremezsin. Ayrıca bir ay... Tam bir ay birlikteyiz yalnız burada.

Sesi gittikçe kısılıyordu. Bir adım uzaklaşıp yüzüme baktı. Tam kapıya doğru adım atıyordum ki izin vermedi, eğilip tek hamlede kucakladı beni.

— Ben yürürdüm...

— Adettendir, bu gece evimize benim kollarımda gireceksin.

— Ne güzel adetmiş o öyle...

— Öyle miymiş?

— Öyleymiş...

Adımları eve ilerledi. Nedense içimden bir ses yaptığı tek değişikliğin güller olmadığını söylüyordu...

Eşikten geçtiğimizde beni yavaşça yere bıraktı, ayaklarım yere bastı. Her yer karanlıktı bu beni huzursuz etmişti.

"Alparslan"

Ses vermeyince onun olduğu tarafa baktım ama karanlıkta hiç bir şey göremedim. Bu beni daha çok tedirgin etmişti.

"Yüzbaşı...... Yüzbaşım şayet şaka yapıyorsan hiç komik değil!"

Bir kaç saniye ses vermesini bekledim ama yoktu.

"Alparslan! korkuyorum!"

Ama yine ses yoktu. Korkak bakışlarım etrafta dolaştı gözlerim dolmaya hazırlanıyordu ki etraf aydınlandı. Etrafı aydınlatan loş bir ışık hakimdi öyle güzeldi ki. Etrafta küçük ışıklandırmalar vardı ama Alparslan'dan iz yoktu.

"Yüzbaşı!"

Seslensemde ondan karşılık alamadım. Ayaklarımın dibinden başlayan kırmızı gül yapraklarından bir yol vardı ve üst kata doğru uzanıyordu.

Sanırım yolu takip etmem gerekiyordu. Bende adımlarımı oraya doğru ilerlettim. Her adımımda heyecanlanıyor, her adımımda meraklanıyordum. Yatak odasının kapısına geldiğimde elim ayağım titriyordu. Elim yavaşça kapı koluna uzandı. Sonrada aynı yavaşlıkla açtı ,demin korkudan gözlerime hücum eden yaşlar bu defa mutluluktan akmaya başladı. Odanın her yerinde beyaz güller vardı. Ama her yerdeydiler. Yatağın üzeri ise beyaz gül yaprakları ile doluydu öyleki yatak çarşafı görünmüyordu. Ve daha güzeli ise sevdiğim adam bu güllerin arasında bana gülen gözler ile bakıyordu.

"Yüzbaşı !"

Sesimdeki titremeye engel olamadım. Adımları yavaş yavaş bana doğru geldi elimi tutup odanın ortasına çekti.

"Yüzbaşının canı ! Sende al istiyorum. Senden aldığım o muazzam kokuyu sende solu istiyorum. Aynısı değil ,hatta yanından geçmez ama belki kokunu her soluduğumda ne kadar muhteşem hissettiğimi anlatabilirim."

"Şayet derdin Mutluluktan ve heyecandan kalbimin durması ise doğru yoldasın Çünkü Yüreğim daha fazlasına dayanamayacak."

"Geri kalan tüm ömrümü böyle hissetmen için harcayacağım. Hep seni mutlu etmek için uğraşacağım. Her şeyden önce sen geleceksin ,sen ve sana olan sevgim."

Bakışı, sesi, dokunuşu her şeyi öyle güzeldi ki. Bu adam benim hayallerimin ötesindeydi. Kollarımı ona doladım fazla bekletmedi beni var gücüyle sımsıkı sardı. Etraftaki gül kokusu dahi kokusunu bastıramamıştı derin derin soluklar aldım. Saçlarımda, boynumda dudakları vardı. Her öpüşünde adeta kendimden geçiyordum. Elleri sırtındaki fermuara gitti yavaşça aşağıya doğru çektiğinde gelinlik üzerimde bollaştı. Geri çekilip gözlerine baktım. Gözlerindeki ışıltı hayatımı aydınlatıyordu. Hafif geri çekilip ona izin verdim belimdeki diğer elini kaldırıp yanağıma koydu, elinin tersiyle önce elmacık kemiklerimi okşadı. Oradan yavaş yavaş boynuma indi. Hareketleri o kadar yavaştı ki bu daha hızlı soluk almama neden oluyordu. Sanki ilkti. Beni ilk öptüğündeki heyecanla şu an hissettiğim heyecan birbiriyle yarışırdı. Titreyen ellerimi damatlığının ceketine uzattım omuzlarından yavaşça geriye doğru ittim. O da bana zorluk çıkartmamak adına ceketin üzerinden çıkarmış yeri boylamasını sağlamıştı. Bu defa ellerim gömleğinin düğmelerine gitti. İlk düğmesinden başlayarak yavaş yavaş açmaya başladım. Bir süre sonra tüm düğmeler açılmış güzel teni açığa çıkmıştı. Bedeninde birçok yara izi vardı, bazılarına bizzat şahit olmuştum bazıları ise benden çok önce var olmuştu. Onları her gördüğümde ruhum acıyordu. Ama bu yaralar bile güzel görüntüyü bozmuyordu. Ellerini gelinliğin askılarına uzattı askılar kollarından çıkınca gelinlik kendiliğinden üzerimden kayıp yere düşmüştü. Şu an karşısında sadece gelinliğin içine giydim iç çamaşırlarım ve topuklu ayakkabılarımla duruyordum. Bakışları bedenimin tamamında gezindi adeta tenimi talan ediyordu.

"Yüzbaşım!"

"Bebeğim?"

"Şey saçlarımda bir sürü sprey var ,beni yıkar mısın?"

Söylediğim ile dudakları kıvrıldı önce karşımda diz çöküp ayaklarımdaki topuklu ayakkabıları çıkardı. Sonrasında doğrulup çıplak bedenimi kucakladı. Yönünü banyoya çevirdi. Yapılan değişiklikler sanırım sadece bahçede değildi odanın içerisine çok dikkat edemesem de şu an banyonun içerisine geniş bir jakuzi yerleştirilmişti bunu sevmiştim çünkü suyun içerisinde zaman geçirmekten gerçekten hoşlanıyordum. Suyu ayarladıktan sonra içerisine birkaç top attı topların suyla buluşmasının ardından su mavi renge boyandı. Banyoya çok fresh bir koku yayıldı. Üzerindeki kıyafetlerden kurtulduktan sonra bana yöneldi aynı şekilde benim bedenimi saran iki parça iç çamaşırından kurtulup bedenimi tekrar kucakladı. Birkaç saniye içerisinde ikimiz de suyun içine girmiştik duş başlığını eline alıp suyu ayarladı sonrasında saçlarımdaki tokalardan kurtuldu. Başlığı tekrar eline alıp uzun saçlarımı usul usul ıslattı. Sanki yıkamıyordu da seviyordu. Parmakları saç derime her değdiğinde içimde tarifi imkansız bir duygu oluşuyordu. Eline şampuanı alıp bu defa saçlarımı köpürttü. Ardından tekrar yıkadı. İkimiz de jakuzinin içerisinde oturmamıza rağmen hala aşağıdan yüzüne bakıyordum kısa bir an başını eğip yüzüme baktı.

"Nefesim ne oldu?"

"Hiç, sadece seni çok seviyorum."

Suyu kapatıp başlığı tekrar kenara koydu. İki elini de yanağıma koyup anlama dudaklarını bastırdı.

"Ben de güzelim, ben de seni çok seviyorum. Ömrümün baharı ,cennet kokulum."

Çıplak bedenimi göğsüne çekti kollarım belinden sırtına uzandı ,başımı çıplak göğsüne yaslayıp gözlerimi kapadım. Kendimi gerçekten çok yorgun hissediyordum. Hele ki onun kollarındayken bedenim kendini uykuya teslim etmek istiyordu. Bir süre suyun içerisinde öylece sarmaş dolaş bekledik.

"Bebeğim çıkalım mı artık?"

"Çıkalım."

Onayımdan sonra önce kendisi çıkıp beline havlu sardı sonrasında kollarımdan destek verip beni ayaklandırdı. Suyun içerisinden çıkarmadan kenardan aldığı havluyu göğsümden bedenime sardı ve bir kez daha kendimi onun kollarında buldum. Onun kucağında tekrar yatak odasına ilerledim. İkimizin de bakışları birbirinin yüzünde dolanıyordu buna daha fazla dayanamadım dudaklarımı boynuna bastırdım. Bu yaptığım ile adımları birkaç saniyeliğine olduğu yerde durdu sonrasında yatağa doğru ilerlemeye devam etti. Bedenimi yavaşça yatağa yatırdı ıslak saçlarım ve çıplak tenim gül yapraklarının arasında onun dokunuşlarını bekledi. Bedeni hiç doğrulmadan üzerime doğru eğilmeye devam etti dudakları önce saçlarıma değdi sonrasında alnıma, yanaklarıma derken en son dudaklarımı buldu. İşte nihayet istediğimi vermişti. Kollarımı boynuna doladım. Ellerim saçlarının arasına daldı ,yeni duş aldığımız için güzel kokusu burnuma doluyordu. Dili dilime dolandı alt dudağımı ağzına alıp emmeye başladı bu yaptığı ile bedenim direkt tepki vermiş kendimi ona bastırır halde bulmuştum. Dili ,dişleri çok çok güzel hissettiriyordu. Bir yandan da eli çıplak bacağımda dolanıyor yukarılara çıkmak için sabırsızlanıyordu. Dudakları bir süre sonra dudaklarımı azad etmiş boynuma doğru yol almıştı. Islak öpücükler, ısırıklar bırakarak aşağılara doğru yol aldı. Tenimde dudaklarının değmediği tek bir nokta bırakmamaya yeminliydi. Elleri üzerimdeki beyaz havluyu bedenimden ayırdı bedenimi biraz yukarıya kaldırıp havluyu tamamen almasına izin verdim. Bu şekilde bedenimin altında yayılan gül yapraklarını daha çok hisseder hale gelmiştim bu adam bu kadar çok gülü nereden bulmuştu böyle. Dudakları göğüslerime ilerledi birini ağzına alırken diğerini elinin içerisine alıp sıkmaya başladı. İnlemelerim odanın duvarlarında yankı yapıyor nefesim gittikçe hızlanıyordu.

"Ahhh...Yüzbaşım lütfen."

"Lütfen ne bebeğim? Sana daha önce de söyledim benimle açık konuşmalısın."

"Alparslan .....dayanamıyorum...ahhh... bedenim senin için kıvranıyor görmüyor musun?"

"Görüyorum bebeğim ve inan bana hiçbir şey beni bundan daha fazla mutlu edemez."

"Alparslan... lütfen... lütfen istediğimi ver artık."

Istekle kalçamı ona doğru bastırdım daha fazlasına gerek yoktu çünkü ıslaklığımı ben bile hisseder hale gelmiştim. Bedenim onun için çoktan hazırdı üzerimden doğrulup gözlerimin içine baka baka belindeki havluyu çözdü. O da benim için hazırdı, erkekliğe sertleşmiş benim içime girmek için bekliyordu. Ağırlığını üzerime vermeden tekrar bedenimin üzerine uzandı. Erkekliğini kadınlığımın üzerinde hissetmek bile inlememe neden oldu. Kollarımı tekrar bedenine doladım dudaklarımızı birleştirdim. Dilimi bu defa ağzının içine iten ben oldum. Bana istekle karşılık verdi geri çekilip dudaklarının üzerine doğru fısıldadım.

"Yüzbaşım lütfen. Seni istiyorum."

"Sen sadece iste bebeğim isteklerin benim için bir emirdir."

"O zaman bu bir emirdir yüzbaşı hemen şimdi içime giriyorsun!"

Dediğim ile dudakları kıvrıldı dudaklarımızı tekrar birleştirdi bir yandan beni öperken diğer yandan kendini içime itti.

"AAAHHH..."

Bu yaptığı ile derince ağzının içine doğru inlemiştim. Epeydir çalışmadığım için tırnaklarımı kesmemiştim uzayan tırnaklarımı istemsizce sırtına sapladım. Her ne kadar yarın sabah sırtındaki izleri gördüğümde üzülecek olsam da şu an kendime hakim olamıyordum. Okendini her içime ittiğinde avuçlarım sırtına dayanıyor istemsiz olarak daha fazlası için çıldırıyordum.

"Ahhhh...Yüzbaşım...ıhmmmm daha sert lütfen."

Komutum ile daha çok hızlanmış dudaklarımızı kısa bir süreliğine ayırmıştı. Ellerimi sırtından çektim yatağa serpilmiş olan gül yapraklarını avuçlarımın arasında sıktım. Ah tanrım çok çok iyi hissediyordum, her birlikteliğimiz bir öncekinden çok daha iyi oluyordu. Tenim bile adeta onun için deliriyor Bedenim onun adını haykırıyordu. Kendini sert bir şekilde içime itti.

"Ihhh Nasıl hissediyorsun bebeğim."

Nefesi sıklaşmıştı.

"Çok iyi yüzbaşı ahhhh aklımı... Kaybedecek kadar iyi."

Git gelleri her geçen saniye daha da hızlanıyordu erkekliğini resmen göğsümün tam altında hissediyordum artık. Çok büyüktü ve bana delicesine zevk veriyordu.

"Evet... evet.. evet...sevgilim böyle devam et... çok çok iyisin."

Alparslan'ın nefesi boynuma vururken bedenimdeki her hücre titriyordu. Kalbim sanki onun adını bağırıyordu, her bir atışta biraz daha derine iniyordu. Ellerim sırtında gezinirken, dudakları bir kez daha göğüslerimde dolaşmaya başladı. Dişleriyle nazikçe ısırıyor, ardından dudaklarının sıcaklığıyla orayı yatıştırıyordu. Gözlerimi kapattım, yalnızca hissetmeye odaklandım. Zaman durmuştu, sadece bizim için var olmuştu. Sanki içimi görüyordu. Sanki sadece bedenime değil, ruhuma da dokunuyordu. Kısa bir an içimden çıktı. Ve aynı saniyede sesli bir hırlama ile sert bir şekilde içime girdi. Bunu bir kaç defa daha yaptı. Önce içimden çıkıyor daha sonra sert bir şekilde tekrar içime dalıyordu. Her girişi daha derin, daha güçlüydü. Her hareketiyle beni parçalara ayırıyor, sonra yeniden birleştiriyordu. Parmaklarım sırtında geziniyor, ardından saçlarına karışıyordu. Nefes alışlarımız birbirine karışmıştı, sanki aynı ritimde yaşıyorduk. Her iç geçirişim onun kulağına doluyor, onu daha da deliye çeviriyordu.

Kalçamı yukarı doğru kaldırdığında daha fazla hissetmeye başladım onu. Her vuruşunda bedenim yatağın üzerine daha çok gömülüyor, gül yaprakları tenime yapışıyordu. O an anladım… Bu sadece bir tutku anı değildi. Bu, iki insanın birbirinin içinde kayboluşuydu.

Adımı fısıldadı…

“Lâl'im …”

O an zaman gerçekten durdu. Çünkü o sadece bedenimi değil, adımı da sevgiyle öpüyordu. Adımı dudaklarından dökülen bir dua gibi fısıldarken, kalbimin yerinden çıkacak gibi attığını hissettim. Tenim, onun teninde sığınacak bir yuva bulmuş gibiydi. Her hareketinde, her dokunuşunda biraz daha çözülüyordum. Beni ben yapan her şey, onun kollarında anlam kazanıyordu.

Alparslan, içimde derinleşirken bir eliyle yüzüme dokundu. Başparmağıyla dudaklarımı araladı. Gözlerimin içine baktı uzun uzun. Yalnızca bedenlerimiz birleşmiyordu; gözlerimiz de, ruhlarımız da birbirine kenetlenmişti artık.

“Seninle olmak… başka hiçbir şeye benzemiyor,” dedi kısık bir sesle.

Sadece başımı sallayabildim. Gözlerim dolmuştu ama bu gözyaşları acıdan değil, aşktan, teslimiyetten geliyordu. Dudakları tekrar boynumda gezinmeye başladığında, nefesim tamamen ona teslim olmuştu. Ritmi yükseldi, adımlarının hızına bedenim de uyum sağlamıştı. Artık sadece onu hissediyordum. Zaman, mekan, düşünce… Hepsi silinmişti. Geriye sadece biz kalmıştık.

Birlikteliğimizin zirvesinde, dudaklarını kulağıma yaklaştırıp bir şey fısıldadı:

“Ben sadece seni istiyorum Lâl'im … Sadece seni.”

İçimde öyle güçlü bir dalga kabardı ki, onunla birlikte zirveye ulaşırken bedenim titredi, dudaklarım aralandı ve boğuk bir çığlıkla adını andım.

"ALPARSLAN…"

O da bana eşlik etti. Son bir hamleyle derinleşti, alnını alnıma dayadı ve nefes nefese içime boşaldı. Göğsünde attığını hissettiğim kalp, benimkiyle aynı ritimdeydi.

O an, bir süre hiç konuşmadık. Sadece birbirimize sarıldık. Odamızda sadece nefeslerimiz ve kalp atışlarımızın sesi vardı. Gül yaprakları arasında, çıplak tenlerimiz birbirine değerek sükûnete erdi.

Bir süre sonra başını göğsüme koydu. Parmaklarını karnımda gezdirmeye başladı.

“Eğer rüya görüyorsam… ne olur beni uyandırma,” dedim fısıltıyla.

Gülümsedi, yanağı göğsümdeyken, sesi hafif titreyerek mırıldandı:

“Bu rüyaysa… ben sonsuza dek içinde kalmak istiyorum.”

Zaman durmuş gibiydi. Yatakta birbirimize sarılmış şekilde uzanıyorduk. Gül yaprakları tenimize yapışmış, saçlarımız yastıklara dağılmıştı. Bedenlerimiz hâlâ birbirine yaslı, kalplerimiz aynı ritimde atıyordu. Bu gece artık sadece bir tutku değil, resmen bir yuvanın başlangıcıydı. Bir ömrün ilk sayfasıydı.

Alparslan, saçlarımı geriye itti ve alnıma yumuşacık bir öpücük kondurdu.

"Artık resmen benimsin, bebeğim... ve ben sonsuza kadar seninim."

Ona baktım, gözlerindeki o bağlılık ve adanmışlık ifadesi boğazıma bir düğüm gibi oturdu. Gözlerim doldu. Bu geceyle birlikte sadece bedenlerimizi değil, kalbimizi, ruhumuzu da sunmuştuk birbirimize. O ise, beni öyle büyük bir sevgiyle sarmıştı ki içim ürperdi.

“Seninle yaşlanmak istiyorum…” dedim usulca. “Sabahlara kadar gözlerini izlemek, saçlarını karıştırmak, her sabah gözlerinin kenarındaki çizgilere biraz daha âşık olmak…”

Yanaklarımı ellerinin arasına aldı. Parmak uçlarıyla gözlerimin kenarına dokundu.

“Onlarca yıl geçsin, bu gözlere her baktığımda içimde yine aynı yangın olacak, söz veriyorum,” dedi.

Sonra bedenini tekrar bana yaklaştırdı. Dudaklarımız yeniden buluştu, ama bu seferki öpücük şehvetten çok huzur doluydu. Sanki “evet” sözümüzün bir tekrarını yapıyorduk tenimizle. Birlikte geçireceğimiz ömrün ilk gecesinde, her dokunuş bir yemin gibiydi.

Yorganı üzerimize çekti, beni göğsüne bastırdı. Kalp atışı kulağımda çalarken, parmak uçları sırtımda daireler çiziyordu. O an, dünyanın en güvenli yeri onun kollarıydı.

“Yarın sabah nasıl uyanırsak uyanalım… lütfen ilk sözün bu olsun: ‘Ben buradayım.’” dedim.

Alparslan gözlerini kapatmadan önce fısıldadı:

“Ben her sabah seninle uyanacağım. Çünkü artık resmen evliyiz Lâl Karahanlı.”

O sözle birlikte gözlerim kapandı. Dudaklarımızda sonsuz bir huzur, tenimizde birbirine emanet edilmiş bir ömür vardı.

Ve dışarıda gece, yeni bir hayata şahitlik ediyordu.

Sabah, odanın içine süzülen yumuşak gün ışığıyla geldi. Kalın perdelerin arasından sızan birkaç ışık huzmesi, yerdeki gül yapraklarına düşüyordu. Odamız hâlâ gecenin kokusunu taşıyordu: aşk ,gül ve onun teni… Alparslan’ın teni.

Gözlerimi açtığımda, yüzümde incecik bir tebessüm vardı. Kafam hâlâ onun göğsündeydi. Kolunu sıkıca belime dolamıştı. Uyurken bile bırakmamıştı beni. Bir omzum çıplaktı, üzerimize hafifçe çektiği yorganın altında bedenimiz hâlâ birbirine temas ediyordu. Aramızda tek bir boşluk bile yoktu.

Başımı hafifçe kaldırdım. Yüzüne baktım. Uykudaydı. Kirpikleri hafifçe titriyordu. Elmacık kemiklerinin üstü ışığın vurmasıyla altın gibi parlıyordu. Dudaklarında yorgun ama huzurlu bir kıvrım vardı. O gülümseyişe tekrar tekrar âşık olabilirdim. Bin kere.

Parmak uçlarımı saçlarının arasına daldırdım, hafifçe taradım. Birkaç saniye sonra gözlerini araladı. Bakışları hemen bana yöneldi. Ve gülümsedi.

“Günaydın karım,” dedi kısılarak, sesi uykulu ama sıcacık.

Boğazıma bir yumru oturdu. O kelime, "karım", ne kadar da yakışmıştı bana ondan duyulunca. Başımı göğsüne bastırdım yine, kollarımı sıkıca sardım boynuna.

“Günaydın kocam…” dedim usulca.

Bir süre konuşmadan öylece yattık. Tenimiz hâlâ geceyi hatırlıyordu. Kalbimiz ise yeni bir güne aynı yastıkta uyanmanın sevinciyle doluydu. Birbirimizin nefesiyle ısındık. Saatin kaç olduğu, dışarıda ne olduğu… hiçbirini umursamıyorduk.

Sonra Alparslan doğrulup yanağımı öptü. “Kalkalım mı?” dedi, sesi hafifçe gıdıklıyordu kulaklarımı.

“Hayır,” dedim çocuk gibi. “Bugün hiçbir şey yapmak istemiyorum. Sadece seninle kalmak istiyorum. Bu yatakta. Saatlerce. Günlerce.”

Kahkaha attı. Gözleri ışıl ışıldı.

“O zaman emredersiniz bayan Karahanlı,” dedi alaycı bir eğilişle.

Ben de onun üzerine yattım bu kez, kollarımı boynuna doladım. Gözlerinin içine bakarak fısıldadım:

“Ben artık hep seninle kalacağım. Bu sadece bir sabah değil Alparslan… Biz her sabah birbirimize böyle uyanacağız.”

Başını salladı. Dudaklarıma eğildi, bir öpücük bıraktı. Uzun, derin, huzur dolu bir öpücük.

Evliliğimizin ilk sabahıydı. Ama biz hep evliydik… sanki bu sabah, daha önce eksik kalan her şeyin tamamlandığı andı.

Yatakta biraz daha kıvrıldık birbirimize. Zamanın ağırdan alması için gizlice dua ediyordum içimden. Alparslan’ın parmakları hâlâ sırtımda gezinirken, boynuma ara sıra minicik öpücükler konduruyordu. Tenine yaslandıkça, onun kokusunu içime çekip gözlerimi kapatmak istiyordum.

“Ne güzel kokuyorsun,” dedim, başımı kaldırmadan.

Gülümsedi. “Sen de. Evlilik sana iyi gelmiş olabilir,” diye fısıldadı.

Yorganı biraz araladı, omzumu açığa çıkardı ve tekrar öptü. "Bu ten, sadece bana ait," dedi, sesi hem sahiplenen hem de okşayan bir tondaydı.

Yanaklarım kızardı ama utançtan değil; onun bu sahiplenişine karşı kalbimin erimesindendi.

"Seninim," dedim sessizce. "Resmen. Gerçekten. Sonsuza dek."

Yatağın içinde biraz doğrulup bana baktı. Ellerini iki yanağıma aldı, gözlerimin içine bakarak konuştu:

“Bunu her sabah birbirimize tekrar edeceğiz. İkimiz. Ne olursa olsun, her güne birbirimizi seçerek başlayacağız. Tamam mı?”

Başımı salladım, gözlerim dolmadan önce dudaklarına yapıştım. Yumuşak ama uzunca bir öpücükle mühürledik birbirimizi yine.

Sonra bir anda gözlerim parlaklaştı.

"Acıktım," dedim, çocuk gibi burnumu kırıştırarak. “Hem de çok.”

Kahkaha attı Alparslan. “İlk sabah kahvaltımızı birlikte hazırlayalım mı karıcığım?”

“Ooo, romantik sabah planları,” dedim gülerek. “Ben kahvaltı yapmayı severim ama yanında sen olunca daha da güzel olabilir.”

Yorganı üzerimizden atıp birlikte yatağın kenarına doğru uzandık. Alparslan elini bana uzattı, “Gelin hanım, mutfağımıza teşrif eder misiniz?” dedi, göz kırparak.

“Seve seve,” dedim ve elini tutarak doğruldum.

İkimiz de üzerimize birkaç parça kıyafet geçirip, çıplak ayaklarla sessizliğe bürünmüş eve doğru ilerledik. Aşağıya indiğimizde gözlerim etrafı taradı bir kaç küçük değişiklik vardı. Kahvaltıdan sonra herşeyi daha ayrıntılı incelemeye karar verdim sonrasında mutfağa ilerledim. Ama o an, o mutfağın ortasında durup göz göze geldiğimizde, içimden tek bir cümle geçti:

“Bu adam benim evim.”

Alparslan, yumurtaları çıkarırken ben çay suyunu koydum. Ara sıra mutfağın ortasında öpüştük, kahkahalarımız yankılandı. Tereyağı yanınca ocağı söndürmeyi unuttuk, ama hiçbiri umurumuzda değildi. Çünkü o sabah her şey yarımdı ama tamam gibiydi. Eksikler içinde mükemmeldik.

Ve o sabah, sadece kahvaltı değil, yeni bir hayat da birlikte pişiyordu.

Bölüm : 07.06.2025 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 161. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

233.29k Okunma

21.38k Oy

0 Takip
162
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...