160. Bölüm

160. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARAHANLI

 

 

İçim içime sığmıyor, ellerimin titremesine engel olamıyorum. Düğün salonunun gelin odasındaydım. Hazırlıklar nihayet bitmişti.

Aynadaki yansımama gülümseyerek baktım. İnce dantellerle süslenmiş askıları olan, belime kadar üzerime tam oturan gelinliğim gerçekten hoş duruyordu. Dilerim Alparslan da beğenirdi. Eteği tamamen tülden oluşuyordu ve asimetrik katlar mevcuttu. Katlarının bitiş noktaları ipek şeritlerle çevriliydi. Sırtında belirgin bir dekolte vardı. Saçlarımı alttan bir topuz yaptırmıştım; bu şekilde daha zarif görünüyordu.

"Eflal!"

Gelen sesle bakışlarımı kapıya çevirdim. Şehrazat kapıda durmuş, gülümseyerek bana bakıyordu. Üzerinde mavi bir elbise vardı ve gerçekten çok hoş görünüyordu. Mavi gözlerini ön plana çıkarmıştı; kıvırcık saçları hafifçe toplanmıştı. Bu haliyle Karan’ın aklını başından aldığına emindim.

— İyi misin?

— Değilim... Sanırım kalbim duracak.

Gülümseyerek içeri girdi, gelip karşımda durdu.

— Sakin ol canım.

— Şehrazat, sence nasıl oldum? İyi mi? Saçımı farklı mı yapsaydım?

Paniklemiş halime gülümsedi.

— Bence harika görünüyorsun.

— Alparslan da beğenir mi?

— Bence sana bir kez daha aşık olacak.

Dediğiyle ben de gülümsedim. Kapının çalınmasıyla bakışlarımız o yöne kaydı. Önce annem içeri girdi, peşi sıra babam ve kızlar. Babamın bakışları beni bulunca gözleri doldu ama hemen kendini toparladı.

— Kızım...

— Babam...

— Bir ömür mutlu ol.

— Teşekkür ederim... Bir ömür yanımda ol.

— Her zaman. Bana ihtiyaç duyduğun her anda... Keşke annen de burada olsaydı.

Dediğiyle ikimiz de hüzünlendik.

— Keşke... Ama o her zaman kalbimde.

— Şayet emin değilsen, hâlâ geç değil.

Bu sözleriyle gülmüştüm.

— Baba ya...

— İyi ya, demedik bir şey.

O kenara çekilince annem karşıma geçti. Gülümseyerek bana baktı. Sonra elindeki kutuyu açtı, içinden bir gerdanlık çıkardı. Gördüğümle gerçekten çok şaşırmıştım.

— Anne...

— Güzel kızım, güzel yüzün hep gülsün.

— Teşekkür ederim...

Gerdanlığı boynuma takması için eğildim. İşi bitince babam tekrar karşıma geçti. Elini cebine atıp kırmızı kurdeleyi çıkardı. Gördüğümde boğazım düğümlendi. O ise yaşlı yüzünün kırışıklıkları arasından süzülen bir damla yaşı silmeye çalıştı. Kurdeleyi birkaç defa belimin etrafında dolaştırdıktan sonra bağladı. Alnıma dudaklarını bastırdı. Ağlamak istiyordum ama istemiyordum da... Ne garip duygulardı bunlar böyle... Yüzbaşı nerede kalmıştı?

O sırada kapı tıklatıldı. Sanırım sorumun cevabı gelmişti. Fulya kapıya doğru gitti. Birkaç küçük uğraştan sonra kapının arkasındakilere seslendi:

— Kapı açılmıyor!

— Ne? Nasıl açılmıyor?

Şaşkın sesim ve çıkışımla diğerleri bana güldü. Bunda gülecek ne vardı ki?

— Kızım, adet bu. Kapı açılır şimdi, merak etme.

Annemin açıklamasıyla biraz rahatlamıştım. Fulya kapıyı hafif aralayıp elini dışarı uzattı. Alparslan’ın gülüşünü duyuyordum. Elinin içine birkaç tane iki yüzlük banknot tutuşturdu. Ama Fulya memnun olmamıştı sanırım.

— Kapı hâlâ açılmıyor. Kilit sıkışmış sanırım.

— Seninle sonra görüşürüz, canım kardeşim!

Sesinde sabırsızlık hakimdi. Ben de onu çok merak ediyordum. Bu defa Fulya'nın eline bir tomar para sıkıştırdı. Bu kadarını Fulya da beklemiyordu sanırım; gözleri şaşkınlıkla aralandı. Sonra kapıyı açtı.

İlk olarak Alparslan içeri girdi, peşi sıra timin diğer üyeleri... Hepsi çok iyi görünüyordu. Ama benim bakışlarım ondan başkasını görmüyordu.

— Biz çıkalım, dedi annem.

Annemin önerisiyle herkes yavaş yavaş dışarı çıkmaya başladı.

— Bana bakın, gelmeyi unutmayın sakın!

Rıdvan abinin çıkışıyla biraz utansam da, beni daha fazla utandırmamak için gülüp dışarı çıktı. Gözlerim tekrar sevdiğim adamı buldu. Girdiğinden beri aynı noktada duruyordu. Gözleri bedenimi baştan aşağı süzdü. Üzerinde siyah bir damatlık vardı. Onu tanıdığımdan beri belki de ilk kez bu kadar iyi görünüyordu.Yapılı saçları, sinek kaydı tıraşı... Normalde de çok yakışıklıydı ama bu kadarı fazla değil miydi?

— Yüzbaşım...

— Lâl’im...

Dudaklarımdaki tebessüm genişledi. Birkaç adım atıp karşımda durdu.

— Lâl’im, şayet düğün bizim olmasa seni asla böyle çıkarmazdım, biliyorsun değil mi?

Dediğiyle kıkırdadım.

— Bu yakışıklılıkla sanırım ben de seni çıkarmazdım.

Eğilip alnıma dudaklarını bastırdı.

— Yüzbaşı, bizi bekliyorlar.

— O zaman daha fazla bekletmeyelim. Gidip herkese senin benim olduğunu haykırmak istiyorum.

— Seninim, her şeyimle...

— Benimsin, en az senin olduğum kadar.

İkimizin de gözlerinin içi parlıyordu. Elimden tutup dışarı yönlendirdi. Gelin odasıyla düğün salonu arasındaki koridoru geçerken, salondaki coşkuyu daha çok hisseder hale gelmiştim ve bu durum beni daha çok heyecanlandırıyordu. Avucunun içindeki elimi sıktı.

— Bebeğim...

Bakışlarımı ona çevirdim.

— Sakinleş güzelim, hiçbir sorun çıkmayacak.

— Alparslan, kalbim duracak sanki...

— Sen bir de benim kalbimi gör.

— Düşmeme izin verme.

— Asla, asla izin vermem.

Dediğiyle gülümsedim. Derin bir nefes alıp yönümü kapıya çevirdim. Birkaç saniye içinde büyük kapı iki yana açıldı. Kapının iki yanında dizilmiş olan arkadaşlarımızla birlikte, şaşkınlıkla Alparslan’a baktım. Bana kısa bir bakış atıp göz kırptı, sonra önüne döndü. Kızlar sağa, erkekler ise sola dizilmişti. Adımlarımız ilerledikçe başımızdan aşağıya kırmızı gül yaprakları dökülüyordu. Alkış ve ıslık sesleri eşliğinde salona giriş yapmıştık. Etrafta tanıdık tanımadık onlarca kişi vardı. Askeriyeden birçok üst ve alt rütbeli subay buradaydı.

Salonun ortasına geldiğimizde ilk dans şarkımız çalmaya başladı. Ellerim omuzlarına uzandı, onun sıcak elleri ise belime dolandı:

(Bende kaybolanı

Sende bulmak güzel

Yitip unutulanı

Sende görmek güzel

Güzel demek yetmez

Muhteşem olmalıyız

Bakir bir yere

Seninle varmalıyız)

 

Şarkı ilerledikçe bedenim kendinden geçiyordu sanki, kendinden geçip ona yol alıyordu. Mavi gözleri saçlarımda, kirpiklerimde ve gözlerimde dolaştı; oradan dudaklarımı izledi. Bu yaptığıyla ağzımdan kısık bir soluk bıraktım.

 

(Bir umut gözlediğim

Yıllardır beklediğim

Kalbimin sahibisin sen

Çırpınıyor yüreğim

Ferman buyur ölürüm

Ömrümün sahibisin sen

Duy şu kalbimin vurduğu sesi

Dilerim bitmesin bu tutku, sevgi

Kulak ver dilimden dökülen sözlere

Bir söz, bir evet bana versene

Evlenir misin benimle?)

 

Belimdeki elinin baş parmağı, açıkta olan çıplak tenimi okşuyordu. Bedenim her geçen saniye ona daha çok yaklaşıyordu. Bunu yapmayı acilen kesmesi gerekiyordu ama ona “dur” diyecek bir hal yoktu ki bende.

 

(Kader, kıymet budur

Kısmet buna derim

Mutluluksa dileğim

Seninle yaşamalı

Yaşamakla bitmez

Muhteşem olmalıyız

Mucize bir yere

Seninle varmalıyız)

 

"Bebeğim, nefesim, ömrümün baharı, canımın canı, göz bebeğim, kadınım... Lügatımdaki tüm güzel kelimelerin sahibi, yaşama sebebim, kalbimin, tenimin, canımın sahibi..."

Söylediği her kelimede kalbim tekliyordu. Şayet evlenmeden öldürmek istiyorsa, devam etsin… Zaten benim kuş gibi çırpınan kalbim, birazdan çırpınmayı da bırakırdı.

 

(Bir umut gözlediğim

Yıllardır beklediğim...

Kalbimin sahibisin sen,

Çırpınıyor yüreğim,

Ferman buyur ölürüm,

Ömrümün sahibisin sen.

Duy şu kalbimin vurduğu sesi,

Dilerim bitmesin bu tutku, sevgi.

Kulak ver dilimden dökülen sözlere,

Bir söz, bir evet bana versene,

Evlenir misin benimle?)

 

Şarkının sonuna gelmiştik.

— Bebeğim... benimle evlenir misin?

Dudaklarımın üzerine doğru fısıldamıştı.

— Şayet o masada evet demeden heyecandan ölmemi istiyorsan doğru yoldasın.

Dediğimle gülüşü büyüdü.

— Nefesim...

— Evlenirim, evleniyorum ya, şapşal şey!

Şarkı bitince etrafta bir alkış tufanı kopmuştu. Biz nikah masasına ilerlerken ortamda oyun havaları çalmaya başladı. E tabi bizimkiler durur mu? Hepsi pisti doldurmuştu. Gerçekten de Alparslan'ın dediği gibi, askeriyede tanıdığım ve sohbet ettiğim kim varsa bugün buradaydı. Pistte gözümü gezdirdiğimde Dursun'un yanında gülümseyerek el çırpan çok tatlı bir kız vardı, bizimkisi de ona gülümsüyordu ama Kız sanki bu bakışların farkında bile değildi, görmüyordu.

— Alparslan?

— Efendim güzelim?

— Dursun'un yanındaki kız kim?

Bakışlarını kısa bir an piste çevirdi, sonra da gülerek bana döndü:

— Sanırım senin yeni eltin.

— Şaka, gerçekten mi?

— Gerçekten... Biz tanıştık, geçen askeriyeye geldi, çok tatlı bir kız, sadece.

— Sadece?

— Gözleri görmüyor.

Dediğiyle hüzünle bakmıştım, ikisine de. Karanlıkta olmasına rağmen etrafına ışık saçan kız da ,Sinan, Eylül'ün hemen dibine girmiş, kolunu iki yana açmıştı. Eylül ise cilve ile oynuyordu. Songül sırtını Ateş'in göğsüne dayamış, gülümseyerek hafif yerinde sallanarak etrafa uyum sağlıyordu. Ali, Fulya ve Devran pistin tozunu attıranlar arasındaydı. Ama beni en çok şaşırtan Devran olmuştu; bayağı iyi oynuyordu. Kantindeki er Salih, girşte sık sık karşılaştığım er Osman kan ve şafak timlerinin askerliri hepsi bir olmuş oynuyordu. Hatta Yiğit yüzbaşı bile adının Sare olduğunu bilidiğim yeni üsteğmen ile gülümseyerek alkışlıyordu. Şehrazat kalabalıktan çekiniyor olacak ki Karan ile pistin köşesine çekilmişti. Rıdvan abi kucağında Çınar, Nergis ablayla oynamaya çalışıyordu, gerçekten çok güzellerdi.

Bir süre sonra müzik durmuştu. O sırada nikah memuru salona girdi. Onu görünce nedense daha çok heyecan yaptım.

— Bebeğim, sakinleş.

Elini elimin üzerine koyup sıktı.

— Elimde değil.

— Canımın canı, biz zaten evliyiz, biliyorsun değil mi?

Gözlerimi kısarak baktım:

— Evlenmeden boşalacak ilk çift olmak istemiyorsan sus bence.

Dediğim hoşuna gitmiş olacak ki gülüşü daha çok büyüdü. Nikah memurunun oturmasıyla şahitlerimiz de yerini aldı. Alparslan'ın şahidi Karan olurken benimkisi Sinan olmuştu. Onunla yaptığımız anlaşma gereği onun şahidi de ben olacaktım. Bunun için bana bir kolide çikolata rüşvet vermişti. Çünkü Alparslan'a bir şey diyemeyen sevgili tim arkadaşlarım, benim şahidim olmak için kapışmışlardı ve kazanan Sinan olmuştu.

Yapılan kimlik onaylaması sonunda nihayet asıl soruya gelinmişti. Tabi ben heyecandan ruhumu teslim etmemek için olabildiğince çok saçma şey düşünmüştüm.

— Siz Eflal Karca, Alparslan Karahanlı'yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?

Bana yöneltilen soru ile mikrofona yaklaştım:

— Evet.

Sesimdeki coşkuya engel olamamıştım.

— Siz Alparslan Karahanlı, Eflal Karca'yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?

— EVET!

Alparslan'ın sesi benimkinin aksine fazla gür çıkmıştı ama bağırışı tüm salon tarafından coşkuyla karşılanmış, alkışlanmıştı. Kadın şahitlere de sormuş, en son:

— Sizi karı koca ilan ediyorum.

Demişti. Yüzümdeki gülüşü tarif etmenin bir yolu yoktu. Masanın altından Alparslan'ın ayağına bastım.

— Buna gerek yok, nefesim. Ne istersen benim için emirdir.

Kulağıma doğru fısıldamıştı.

— Gelini öpebilirsiniz.

Ayağa kalkıp yönümü ona döndüm. O da benim gibiydi. Eğilip dudaklarını anlıma bastırdı ama salondan hüsrana uğrayan bir nida çıktı. İkimiz de gülerek karşılık verdik. Alparslan bu defa da eğilip dudaklarımızı birleştirdi. Yaptığıyla ben utanırken o gülmüştü. Bu öpücüğü salondaki büyükler tarafından kınanırken gençler coşku ile bağırmıştı.

Nikah cüzdanını elime alıp yukarı doğru kaldırdım. Kızlar bana gülerek karşılık vermişti. Alparslan elimden tutup beni pistin önüne çekti. Ne oluyordu? Salonda ne kadar genç erkek varsa hepsi karşımda dizildi. Sanki içtima alacaktım. Alparslan elimi bırakıp karşılarına geçti, Ateş gelip karşısında durdu, sonra da bir şeyler söyledi ama ben salondaki uğultudan duyamamıştım.

Yönünü bu defa da bana çevirdi. Salon büyük bir sessizlik içindeydi. Gelip tam karşımda esas duruşa geçti.

"Tamam... bunu ben de beklemiyordum."

"Yüzbaşı Alparslan Karahanlı bir ömür emirlerinize hazırdır, komutanım!"

Ağzım balık gibi açılıp kapandı. Şimdi bu deli yüzbaşı beni komutanı olarak mı ilan etmişti? Her ne olursa olsun, söylediğim her şeyin onun için bir emir olacağını cümle aleme ilan etmişti. Eğilip karşımda diz çöktü, sonra da gelinliğimin eteğinden hafifçe kavrayıp dudaklarına bastırdı.

— Yüzbaşım...

Sesim titremişti. Dağlara, düşmanlara diz çöktürürdü ama benim önümde diz çöküyordu. Yerinden doğrulup gözlerimin içine gülümseyerek baktı. Ona doğru bir adım attım, sonra elimizi birleştirip elini kavradım. Ne yapacağımı anlamadığı için bakmakla yetindi. Eğilip elinin üzerine dudaklarımı bastırdım, sonra da anlıma koydum. O bana bu kadar saygı duyup sevgisini cümle aleme duyururken, ondan geri kalacak değildim. Yedi düvel bilsin ki benim ona olan, saygım sevgimden bile büyüktü. Doğrulduğumda yüzündeki şaşkınlık benimki ile yarışırdı ama kendini çabuk toparladı. Bu defa dudaklarını anlıma bastırdı.

— Canımın canı,

— Seni çok seviyorum, yüzbaşım.

Geri çekildiğinde bu defa elini havaya kaldırdı. Ortamda bir zeybek havası duyuldu. İki elini de havaya kaldırıp oynamaya başladığında ben de onu tek bırakmadım, kollarımı olabildiğince zarif bir şekilde kaldırıp karşısında oynadım. Allah’ım, çok yakışıklıydı, çok yetenekliydi ve bu adam benim kocamdı.

Müzik yavaş yavaş sonlara gelince, tam karşısında ellerimi yana indirdim. Bana gülümseyerek bakıyordu. Biz durunca bu defa ortamda daha hareketli bir müzik çalmaya başladı. Birçok genç kız arkamızda sıralandı, sanırım çiçeğimi atmam içindi. Alparslan kenara çekilince yönümü ona çevirdim. Arkamda coşkulu bir kalabalık vardı.

Birkaç dakikanın ardından elime tutuşturulan beyaz gül buketini—ki bu buketi kesinlikle canım kocam almıştı—arkaya doğru savurdum. Hemen arkama dönüp kimin tuttuğuna baktım ama arkadaki kızlar hüsranla bakıyorlardı. Elimin ayarı yoktu ki. En arka masada oturan Dursun, elindeki çiçeğe şaşkınlıkla bakıyordu. Buna kahkaha atmadan duramamıştım. Sanırım sıradaki kişi oydu. Elindeki çiçeğe sanki bir bombaymış gibi bakmayı kesip yanındaki kadına baktı, sonra da ona doğru eğilip bir şeyler söyledi. En son çiçeği onun elinin altına verdi. Kız buna çok sevinmişti.

— Bebeğim...

Arkamdan işittiğim ses ile bakışlarımı onlardan çekip sevdiğime çevirdim.

— Bebeğin sana ölsün.

Çalan şarkı ile bir kez daha dans etmeye başlamıştık.

— Mutlu musun?

— Soru mu bu... hayatımda bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum.

— Çok şükür.

Derin bir soluk bırakmıştı.

— Beğenmezsin, bir şeyler istediğin gibi olmaz diye çok korkuyordum. Sana hep “bana bırak” dedim. Dilerim istediğin, hayallerindeki gibidir her şey.

— Alparslan, benim tek bir hayalim vardı, o da sendin. Senin gelinin olmak.

Elini yanağıma koyup okşadı.

— Alparslan’ın gelini...

Elinin sıcaklığı sanki yanağımdan tüm bedenime nüfuz ediyordu.

— Alparslan...

— Alparslan’ın canı...

— Düğün ne zaman bitecek?

Dediğimle gülüşü büyüdü.

— Birileri fazla mı sabırsız?

— O birileri kocasına deli gibi aşık ve onu çok özlüyor, bir de çok yoruldu. Kollarına sığınıp dinlenmek istiyor.

Belimdeki kolları sıkılaştı, bedenimi hafif havalandırıp ayaklarımı kendi ayaklarının üzerine koydu. Artık ayakta durmuyordum, bedenimin tüm ağırlığını kucaklamıştı.

— Bir saate biter.

— Sonra?

Meraklı sorum ile dudakları kıvrıldı.

— Sonrasında seni kaçıracağım ve tam bir ay kimse senden haber alamayacak.

— Kaçıracağın yer çok mu gizli?

— Evet, çok gizli. Orada seni kimse bulamayacak, sadece sen ve ben.

— Peki bundan korkmalı mıyım?

— Günlerdir hasretinden kavruluyorum, yani korksan iyi olur.

Dediği ile ağzımdan bir kıkırtı kaçmıştı.

— Peki nereye kaçıracaksın, merak ediyorum.

— Hımmmm... Göl evine... Ama bu defa farklı bulabilirsin.

— Nasıl yani?

— Gidince görürsün... Sen uzaktayken birkaç küçük değişiklik yapmış olabilirim.

— Şimdi daha çok merak ettim ama.

— Benim meraklı karım...

Kollarımı boynuna sarmam ile bedenimi daha sıkı sarmıştı. Neyse ki pistte yalnız değildik de çok fazla dikkat çekmiyorduk. Hoş, çeksek de umurumda değildi. Kocamdı o, benim kapı gibi resmi nikahımız vardı. Tek sorun şu an içimi kemiren merakımdı, söylese ne olurdu sanki...

 

Bölüm : 05.06.2025 06:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 160. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

233.29k Okunma

21.38k Oy

0 Takip
162
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...