155. Bölüm

155. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

KARAN KIZILTUĞ

 

Eflal hariç tüm tim harekat merkezinde toplanmıştık. Sergey denilen köpeğin kim olabileceği, nerde olabileceği , ipini kimin tutabileceği hakkında tartışıyorduk. Ahmad beyin gönderdiği bilgiler , istihbarattan aldıklarımız hepsinin üzerinden geçiyorduk. Çünkü hepimiz düşmanımızı küçümseyecek insanlar değildik. Bize öğretilen ilk şeydi sakın karşındakini hafife alma. Çünkü böylelerinin yapabileceğinin sınırı yoktu. Onların bir ahlakı, kırmızı çizgisi yoktu. Nerden bakarsak beş saattir buradaydık. Albay yeterli olacağını düşünmüş olacak ki çıkabileceğimizi söyledi. O çıkınca bizde ayaklandık. Cebimde titreyen telefonum ile elim cebime gitti ekranda gördüğüm isimle yüzümde engel olamadığım bir gülüş belirdi Mavişim arıyordu.

"Efendim güzelim."

"Müsait misin?"

"Senin için her zaman."

Telefondan tatlı kıkırtısı duyuldu.

"Akşam kaçta geleceksin diye soracaktım."

"Her zamanki saatte güzelim. Sorun yok değil mi?"

"Yok... Ben, sanırım sesini duymak istedim."

Bahanesi de en az onun kadar tatlıydı tam bir şey söyleyecektim ki kapı sesi duyuldu.

"Karan bir dakika kapı çalıyor."

Telefondan adım sesleri geldi.

"Kim o?"

Kapıya seslendi ama ses gelmedi. Acaba Telefondan ben mi duymamıştım.

"Kimsiniz?"

Ama anladığım kadarı ile o da duymamıştı.

"Güzelim kapıyı açma!"

Sert sesim ile diğerleride dikkatini bana vermişti ama o beni duymadı kapının açılma sesi duyuldu.

"Şehrazat açma!"

Lanet olsun! Adımlarım eve yöneldi karargahın çıkışına gelmiştim bile o sırada kapıda albayı da gördüm meraklı bakışları bizde durdu.

"Çocuklar hayırdır?"

Ben bir şey diyemeden Telefondan tekrar ses geldi.

"Bbaba!"

Kahretsin..... demin hızlı olan adımlarım koşmaya başladı.

"Karan ne oluyor?"

Alparslan'ın peşimden gelen sesini duydum ama duramazdım.

"BABA YA, BABA... SENİ BULAMAM MI SANDIN KALTAK."

Telefondan gelen sesler ile yüreğim sıkıştı daha hızlı koşmaya başladım. Ona vurmuş muydu. Ona vurmuştu.

"BABA YALVARIRIM BIRAK BENİ.... KARAN! KARAN YETİŞ NE OLUR."

"GELİYORUM... KORKMA GÜZELİM KORKMA....DAYAN ... YALVARIRIM DAYAN."

Allah kahretsin bu kadar uzak mıydı bu yol.

"BOŞUNA DEBELENME SENİ ELİMDEN KİMSE ALAMAZ."

"BIRAAAK.... BIRAK BENİ.... KARAN YETİŞ....."

Telefondan seslenmeyi kestim onun yerine daha hızlı koşmaya çalıştım. Dayan Mavişim Allah hakkı için dayan. Dayan geliyorum.... lojman girişine vardığımda içeriden gelen silah sesi ile adımlarım durakladı.

"Maviş...."

Allahım... allahım sana yalvarırım olmasın. Geç kalmış olmayayım. Sendeleyen adımlarım ile diğerleri bana yetişmişti silah sesi ile onlarda şoka girmişti.

"Alparslan....Alparslan Mavişim orda... karım orda... kıydılar ona Alparslan. Sevdiğime kıydılar."

"Kendine gel Karan. Durmanın sırası değil hadi."

Beni kolumdan sarstı. Haklıydı durmanın sırası değildi. Şayet onun saçının teline kıydılarsa işte o zaman asıl kıyımı ben yapacaktım. Koşar adımlarım merdivenlere ilerledi. Hayatımda bu kadar korkmadım ben. Canımı kimsenin bedenine koymamıştım ki ben. Ona bir şey olsa yaşayamazdım. Nefes alamadım, o lanet merdivenleri çıkarken nefes alamadım. Ya onun cansız bedeni ile karşılaşırsam, ya mavi denizleri andıran gözleri sonsuza dek kapanmışsa ne yapardım. Son kata geldiğimizde Eflal'in sesini işittim. Karşısındakilere onu bırakmalarını söylüyordu. Yaşıyordu.... benim Mavişim yaşıyordu. Beklemeden çıktım son basamakları hepimiz silahımızı karşımızdaki adama doğrulttuk. Bana soluk aldıran maviler yaşlarla kaplıydı. Beni görünce rahat bir nefes aldığını gördüm. Burdaydım, gelmiştim... bırakmazdım ki onu. Asla bırakmazdım.

"Karan!"

"Korkma... korkma güzelim geldim bak. Sen sakın korkma."

Mavileri gözlerimin içine baktı. Başını salladı ama korkuyordu. Yerde biri acıyla bağırıyordu kasıklarından yere kanlar akıyordu anlaşılan onu bu hale Eflal getirmişti. Babası olduğunu düşündüğüm it ise onu kendine siper etmişti. Onu elimden kimse alamayacaktı. Ölmek isteyecekti ama o bile onun için imkansız hale gelecekti. Herkes onu bırakması için bir şeyler söyledi ama dinlememişti. Ellerim titriyordu, yüzbaşı Karan KIZILTUĞ'un elleri titriyordu. Gözlerim doldu. İşte her ne olduysa o an oldu. Eflal ona doğru adım atmış adamın dikkati dağılmıştı albay ise bunu biliyor olacak ki hızla adamı kolundan vurmuştu. Hızla ona koştum. Çığlık atarak kollarıma sığındı ağlayışları dahada hızlandı. Timdekiler iki şerefsizi yerden kaldırdı. Ellerim sırtında saçlarında gezindi. Yüzümü kıvırcık saçlarına gömdüm.

"Geçti.... geçti Mavişim. Bak bitti. Burdayım bitti.... artık sana zarar veremezler. Bitti"

Elleri üzerimdeki formayı sıkı sıkıya tutuyordu. Başını göğsüme gömmüştü.

"Karan!"

"Mavişim.... ağlama ne olur. Ağlama yürek yangınım. Ağlama deniz gözlüm. "

Sussun diye söylediklerim ile daha çok ağlamaya başladı. Gözümden akan yaşlar saçlarının arasına sızdı.

"Kızım iyi misin?"

Albayın sorduğu soru ile başını göğsümden kaldırıp ona baktı. Sonrada benim bile beklemediğim bir şey yaptı, albaya sarıldı.

"Teşekkür ederim..... baba!"

İşte bu daha çok beklenmedikti. Albay söylediği ile kaskatı kesildi. Allah ondan razı olsundu. Kimsesize kimse olmak kolay değildi ve bu adam bu yaşına yaptığı mesleğin ağırlığına rağmen bunu çok iyi başarıyordu. Diğerlerini de kardeşi gibi gördüğünü söylemişti. Benim güzel karım kardeşlerime karşı kabuğunu kırıyordu. Onlar karargaha dönerken biz eve geçmiştik. Kapıyı kapatır kapatmaz kollarını boynuma sardı. Ellerimle kalçasından destek verip kucakladım. Bacaklarınıda kolları gibi bedenime sardı. Boynumda hissettiğim ıslaklıkla ağlamaya devam ettiğini anladım. Ellerim bir an olsun durmadı saçlarında sırtında dolaştı.

"Mavişim!"

Başını kaldırmadı kalbimin üzerine yasladı.

"İyi misin diye sormayacam olmadığını biliyorum. Ama ağlama diye ne yapıcağımı söyle ne olur. Ağlamana dayanamıyorum."

Bu defa kayıtsız kalmamıştı başını kaldırıp yüzüme baktı.

"Bilmiyorum... Karan çok özür dilerim ama bilmiyorum. Canım öyle acıyor ki. Sana olan sevgim bile bu acıyı dindirmiyor. "

Bedenini biraz daha kendime bastırdım.

"Üzgünüm güzelim.... ama kendi kanından olanın ihaneti çok acıtıyor. Onların sapladığı bıçağın acısı misliyle fazla yakıyor."

"Geçicek mi Karan... hep böyle acımayacak değil mi?"

"Geçmiycek Mavişim. Ama zamanla bununla yaşamayı öğreneceksin. Ve ben tüm o zamanlarda yanında olucam. Hep böyle sarıp sarmalıycam."

"Biliyor musun bu gün çok kırıldım, çok acıdım, korktum... ama çokta utandım... Öz babam beni sattı...yetmemiş şimdi tekrar karşıma gelmiş ve o yanındaki adama...."

Devamını getiremedi bunu sesli söylemek ona ağır gelmişti.

"Çok utanıyorum Karan. "

"Şşşş sakın... sakın. Bir başkasının günahını sırtlanma. Sen utanılacak bir şey yapmadın, utanması gereken onlar ama yüzleri bile kızarmaz o yüzden kendini suçlama."

Biraz geri çekilip yüzündeki yaşları sildim.

"Karan!"

"Mavişim."

"Ona ne olacak?"

Güzel sevgilim.... tüm yaptıklarına rağmen hala o şerefsizi merak ediyordu.

"Önce sorgulanacak sonrada mahkemeye gidecek. Korkma sana bir daha yaklaşamayacak."

"Karan... Ona bir şey yapma.... Gözlerindeki ateşi görüyorum. Sen yapma... Karan başkası ne yaparsa yapsın ama sen elini kirletme tamam mı?"

O iti gebertmek istiyordum bu kadın ne dediğinin farkında mıydı.

"Güzelim ben...."

"Karan... Sen yapma. Çünkü o güzel gözlerindeki karanlığı görüyorum durmayacaksın. Onun için seni kaybetmeyi göze alamam. Karan başkası isterse kemiklerini kırsın inan bana umrumda değil evet babam ama içimde Ona karşı zerre sevgi yok. Ama sen... seni kaybedemem. Sen bir şey yapma."

Bunu her ne kadar istemesem de ona söz vermek zorunda kaldım.

"Peki... sırf senin için güzelim. Yoksa o iti yaşatmazdım. "

Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm yer edindi. Eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

"Teşekkür ederim... Benden gitmediğin için."

"Asla.... senden asla gitmiycem."

Elim yanağına gitti usul usul okşadım. Güzel gözleri kapandı.

"Karan, birazcık öper misin?"

Dediği ile buna ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım. Eğilip dudaklarımızı birleştirdim yavaş yavaş öptüm. Tadını ala ala. Acele etmeden. Geri çekildiğimde uzaklaşmadı benden, anlını anlıma dayadı ellerini göğsüme koydu.

"Karan... Sen benim yaşama sebebimsin. Bunu sakın unutma olur mu."

"Sende benim Mavişim. Sen benim bu hayatta tutunduğum tek dalımsın. Bu gün o silah sesini duyunca anladım. Sen benim nefesimmişsin anladım."

Başını göğsüme koyup gözlerini kapadı.

 

Üç Gün Sonra

Üç gün olmuştu o lanet günden bu yana. Tam üç gün geçmişti ama Allah biliyor ya, yüreğim her an tetikteydi. Bedenim burada olsa da aklım evdeydi. Sanki her an bir şerefsiz çıkacak ve onu benden koparmaya çalışacakmış gibi hissediyordum. İçimdeki bu endişeyi dindirmenin bir yolu yok muydu?

O sabah karargaha geldiğimde bizimkiler, babası olacak o herifi sorgu odasına almış, sorguya başlamıştı bile. Şüphesiz ki zamanında dağdaki itlere bilgi sızdırmanın bedelini şimdi ödeyecekti. Hepimiz biliyorduk dağdakilerle işbirliği yaptığını. Şehrazat'ın ifadesi, onu yıllarca içeri tıkmaya yetecek cinstendi. Hele bu son yaptıklarıyla, bir daha gün yüzü göremeyeceği kesindi.

Sorgu odasına girdiğimde karşıma dağılmış bir yüz çıktı. Gözleri korku doluydu. Yüzümde dolaşan ifadeyi okumuştu. Kim olduğumu elbet biliyordu. Bilmemesi mümkün değildi; burada geçirdiği saatler, yüzündeki yaralar kim olduğumu anlamasını sağlamıştı.

"Komutanım, kamerayı kapatmamı ister misiniz?"

Kapıdaki asker emrimi bekliyordu. Eğer 'Kamerayı kapat, arkanı dön ve çık' desem, o adamın cesedi buradan çıkarken hiç kimse bir şey görmemiş gibi davranacaktı. Hatta bu karargahtaki herkes, bu itin leşini buradan çıkarmamı bekliyordu.

Timdeki arkadaşlarım hemen arkamda durmuş, ne yapacağımı bekliyordu. Ellerim iki yanımda yumruk olmuştu. Bu iğrenç yüzü daha fazla görmek istemiyordum.

"Ateş, bu itin sorgusu bittiyse TEM’e teslim edin. Daha fazla burayı kirletmesin."

Orada daha fazla durmadım. Arkamı dönüp dışarı çıktım. Alparslan hemen peşimden gelmişti. Böyle bir şeyi hiçbiri beklemiyordu.

"Karan, ne oldu?"

"Bir şey olduğu yok. Şehrazat'a elimi sürmeyeceğime dair söz verdim."

"Nasıl yani?"

"Şehrazat, bu herife dokunmamı istemiyor. Onu düşündüğünden değil, bana ya da mesleğime zarar vereceğinden korktuğu için. O da biliyor onu ne kadar öldürmek istediğimi. En az senin kadar o da biliyor. Ve onu geberttiğimde bana neler olacağını da... O yüzden söz verdirdi bana. 'Kim ne yaparsa yapsın, sen elini bile sürme' dedi. Ben de kabul ettim."

"Ettin mi, etmek zorunda mı kaldın?"

Ukala suratını dağıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Lanet olsun ki haklıydı. O bana öyle mahsun bakarken ona 'hayır' demek imkânsızdı. O sözü vermeyi ben istememiştim ama o deniz gözlerinin karşısında başka seçeneğim kalmamıştı.

"Siktir lan! Bana laf edeceğine kendine bak. Kadının bir sözüne tav olup kaçtın."

"Hatunundan korkmayana gavur derler, unuttun mu? Hem benim hatun seninki gibi yumuşak başlı değil, istedi mi adamın götünden kan alır."

"O konuda hemfikiriz kardeşim ama unutma, benim hatun da tatlı diliyle istediği her şeyi yaptırır."

"Kardeşim, biz yanmışız."

Dediğinde kahkahayı bastım. Çünkü haklıydı. Biz gerçekten yanmıştık; hem de cayır cayır.

O gün Şehrazat’ın babası mahkemeye çıkarılmış, verdiği ifadeler doğrultusunda on beş yıla kadar hapis istemiyle yargılanmaya başlanmıştı. Ama bu daha başlangıçtı. Mahkemeleri sürecekti ve cezası muhtemelen daha da uzayacaktı. Güzel karım üzgündü ama bir yandan içi rahattı. Bir daha o adamla yüz yüze gelmeyecek, ona zarar veremeyecekti.

Şimdi ise çardakta oturmuş sohbet ediyorduk. İlginç bir şekilde Dursun sessizdi, fazlasıyla sessiz. Yanımdaki Ateş’i dürttüm. Bakışları bana çarpınca başımla Dursun’u işaret ettim.

"Nesi var bunun?"

Bıyık altından gülüp Dursun’a baktı.

"Aşık olmuş."

"Hadi canım!"

"Vallahi abi öyle. İşin kötüsü, dün kızla buluşacaktı ama kız gelmemiş. Git sor diyorum, belki bir şey olmuştur. Gitmiyor. Burada kendi kendine oturmuş, kafasında kuruyor.

" Nasıl bir sorun olmuş olabilir ki? "

"Kızın gözleri görmüyor."

Son cümlesiyle gözlerimde hüzün belirdi. Dursun’un yeşil gözleri öylece uzaklara dalmıştı. Onun adına üzülmüştüm. Ama Ateş haklıydı. Belki bir sorun vardı, belki de kız onu istememişti. Bilmiyorduk.

Tam o sırada bir asker yanımıza yaklaştı.

"Komutanım!"

"Dinliyorum aslanım."

"Kapıda genç bir kadın var. Ne yaptıysak geri dönmedi. 'Dursun' diye birini aradığını söylüyor. Belki Dursun komutanımdır diye buraya geldik."

Sözleriyle hepimiz, özellikle Dursun, konuşan askere dönüp bakmıştık.

"İçeri alın bakalım," dedi Alparslan.

Dakikalar sonra, bir asker eşliğinde, elinde beyaz bir baston, kolu askerin kolunda genç bir kadın içeri girdi. Üzerindeki yeşil çiçekli elbisesi, alnına düşen kahkülleri ve yüzündeki tebessümle gerçekten çok tatlıydı. Dursun onu görür görmez ayağa kalktı. Ağzı balık gibi açılıp kapanıyordu.

"Merhaba," dedi kız, naif bir sesle.

"Merhaba. Kimi aramıştınız?"

"Ben... buranın kurallarını bilmiyorum. Bir arkadaşımı arıyorum. Asker. Adı Dursun. Onun bir de arkadaşı var, Devran abi... Burada görev yapıyorlar. Dün buluşacaktık ama gidemedim. Telefonu da yok. Yardımcı olurlar diye geldim."

Hepimizin gözleri Dursun’a döndü. Bu kız kesinlikle onun aradığıydı. Ama bizimki hâlâ bir kelime etmiyordu. En son dayanamayıp çerezlerden birini suratına fırlattım.

"Nehir?"

Kız adını işittiği sesi duyunca daha çok gülümsemişti.

"Dursun, sen misin?"

Kız öne doğru adım atmaya çalıştı ama basamaktan dolayı sendeledi. Dursun hemen kolundan tuttu.

"İyi misin?"

"İyiyim... Bir şey olmadı."

"Nehir, senin burada ne işin var?"

"Seni merak ettim. Dün gelemedim, yolu kaybettim. Arayamadım da. Ama seni çok merak ettim."

Dursun’un yüzünde tarifsiz bir gülümseme vardı.

"Buraya nasıl geldin?"

"Yoldakilerden rica ettim. Bir taksiye bindirdiler. Adresi verdim. Ama soyadını bilmediğim için içeri almadılar. Yine de seni görmeden gitmek istemedim."

"Bir daha böyle yapma olur mu? Burası tenha. Taksici kötü biri olsaydı..."

"Başka çarem yoktu ki. Halam çalışıyor, beni getiremezdi."

Alparslan konuşmaya dahil oldu:

"Dursun, bizi arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

Bu sözle Dursun kendine geldi. Gözleri üzerimizde gezdi.

"Nehir, bu Alparslan Karahanlı. Tim komutanımız, çok sevdiğim bir abimdir."

Nehir elini uzattı ama yönü yanlıştı. Alparslan sessizce tokalaştı. Sonra ben ve diğerleriyle tanıştı. Gülümsemesi gözlerine vuruyordu. O karanlığın içinde bile etrafına ışık saçıyordu.

Yaklaşık bir saat bizle oturup sohbet etti. Tatlı dilli, kültürlü, içten bir kızdı. Gerçekten Dursun’la birbirlerine yakışıyorlardı.

"Dursun saat kaç oldu acaba?"

"İkiye geliyor."

Bir anda ayağa kalktı ve panikle önündeki çayı Dursun’un üzerine döktü. Dursun’un yüz ifadesinden yandığı belliydi ama ses etmedi.

"Özür dilerim! Çok üzgünüm, bir şey oldu mu?"

"Yok, yok... Bana gelmedi, yere döküldü."

Hepimiz tebessüm ettik.

"Komutanım, Nehir’i evine bırakabilir miyim?"

Alparslan başıyla onayladı. İkisi yanımızdan ayrıldı.

Sonları ne olurdu bilmiyorum ama… bence güzel görünüyorlardı.

 

Bölüm : 19.05.2025 22:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 155. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

233.3k Okunma

21.38k Oy

0 Takip
162
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...