ALPARSLAN KARAHANLI
Kollarımdaki kadına biraz daha sarıldım. Onu incitmeden, canını yakmadan, uykusundan uyandırmadan sardım kollarımı. Canımın canıydı, aldığım nefesti... can neydi ki onun yanında, o bende candan öteydi. Nasıl koruyacaktım ben sevdamı. Gücüm ölüme yetmezdi ki. Gözlerim yüzünde gezindi. Başına aldığı darbeden dolayı saçlarının üzerinde küçük bir bandaj vardı. Bacağını alçıya almışlardı. Başını göğsüme koymuş uyuyordu. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.
"Ben seni nasıl koruyacam Lâl'im. Aklım, gücüm yetmiyor. Dağlarda aslan kesilen ben, deliliği ile tüm yurda nam salan ben buna bir çare bulamıyor. Sen söyle insan sevdasını nasıl korur. "
Gözümden akan yaş şakağımdan yastığa damladı. Dudaklarımı saçlarının tepesine bastırdım. Üstümdeki formayı sıkan elleri ile yüzüne baktım. Kaşları çatılmıştı. Kabus görüyordu. Elimi kaldırıp saçlarında gezdirdim.
"Lâl'im, uyan bebeğim."
Bedeni gittikçe kasılmaya başladı. Allahım yalvarırım yeter. Sana peygamberimin sesi ile sesleniyorum. Sevdiğime daha fazla acı verme. Onun canı çok yandı, daha fazla yakma. Ne olur Allah'ım bizi birbirimiz ile sınama.
"Yüzbaşıııı!"
İnleyen sesi doldu odaya. Bedenimi geri çekip onu uyandırmaya çalıştım.
"Bebeğim uyan canımın canı."
"Yüzbaşı çok, çok karanlık...."
"Nefesim.... Hadi aç gözünü."
"Alparslan!"
Yerinden sıçrayarak uyandı. Gözlerini odanın içinde gezdirdi, en son benim gözlerime dikti. Elimi yüze uzattım. Başını hemen elime yasladı kedi misali.
"Bebeğim!"
"Bebeğin ölür sana."
Bedenini hızla kollarıma sardım.
"Alparslan. "
"Emret nefesim."
"Kabuslar yine mi başlayacak."
Dediği ile bedenim kasıldı. Hayır diyemedim. Olmayacak öyle bir şey, korkma diyemedim.
"Eğer başlarsa ben hep yanında olucam. Uykularında bile bedenini böyle sarıp sarmalıycam."
"İyiki varsın. Alparslan sen benin yaşama sebebimsin. Sen olmasan ben...."
"Şşşşş sakın. Sakın öyle şeyler söyleme."
"Alparslan...."
"Bebeğiiimmm."
Saçlarına dudaklarımı bastırdım. Biraz daha sardım. Başını hafif geri çekip yüzüme baktı.
"Biraz öper misin?"
Bunu öyle bir söylüyordu ki. Sanki şuan tek ihtiyacı buydu. Dudaklarım kıvrıldı. Dudaklarımı burnunun ucuna değdirdim. Sonra yanaklarına. Dudaklarından titrek bir nefes verdi. En son dudaklarına kapandım. Dilimi yavaşça dudaklarında gezdirdim. Ağzını aralaması ile ağzına ittim. Bedenini kucağıma doğru itti. Ellerimi sırtına koyup okşamaya başladım. Geri çekildiğimde nefesi kesilmişti.
"Yüzbaşııım."
"Cennetim."
"Hani ayağım kırık ya."
Başımı evet anlamında salladım. Gözlerimde hüzün vardı.
"Bakma öyle Çakır gözlüm iyi tarafından bakıyorum ben."
Dediği ile şaşkınlık içinde yüzüne baktım.
"Bebeğim kafanı çok mu sert çarptın. Bunun iyi tarafı yok."
"Sen doğru yerden bakmıyorsun."
"Neresiymiş doğru yer."
"Ayağım kırıksa üstüne basamam. E hali ile canımda acıyamaz. Bu da demek oluyor ki istediğimiz kadar...."
Ağzım açık suratına bakıyordum. Yüzümün o halini görünce kahkaha atmaya başladı.
"Bakma öyle ciddiyim."
"O zaman sana kötü bir haberim var."
"Ne haberi?"
"Sen bu haldeyken o düşündüğün olmayacak."
Sırıtarak yüzüne baktım. Çünkü demin suratındaki eğlenen ifade şaşkınlık ile yer değiştirmişti.
"Ne demek olmayacak!"
"Bebeğim iyileşmeden olmaz."
"Senin derdin ne Yüzbaşı. Evlenmeden olmaz. İyileşmeden olmaz. Bu ne be genç kızlar gibi kendini naza çekiyorsun. Kocamıza dokunamaz hale geldik."
Ağzım açık bakıyordum. Gözlerini bana dikti.
"Sen hayırdır aslan parçası. Namusumsun oğlum. Seni ortada bırakacak değilim, kıyarım sana nikahı."
Şakalaşması ile bu defa kahkaha atan bendim. Bedenini göğsüme çekip sardım.
"Sen gülmeye devam et. Hele bir eve gidelim bakalım o iş olacak mı olmayacak mı görürüz."
Yüzüm saçlarının içindeyken gülmüştüm.
"Sevgili karım beni çok mu özlemiş."
"Çok kelimesi sana olan özlemimin yanında hiç gibi kalıyor."
"Hele sen bir iyi ol, evimize gidelim, bir çaresine bakarım."
"Söz mü?"
"Söz."
"Hadi biraz daha uyu."
Bedenini yatağa yatırıp tekrar uykuya dalması için saçlarını okşadım. Kısa bir süre sonra istediğimi almıştım. Bende beklemeden yanına uzandım. Kollarımı bedenine sarıp uykuya daldım.
KARAN KIZILTUĞ
Zorlu ve sancılı bir görev olmuştu. Ve bir tabi ilk defa düşmanımızın sesini duymuştuk. Eğer Alparslan'ı biraz tanıdıysam telsizdeki piçi diri diri yakacaktı.
"Karan!"
Güzel karımın sesi ile boş bakışlarımı ona çevirdim. Elinde ilk yardım kutusu ile salonun kapısında duruyordu.
"Mavişim?"
Küçük adımlarla gelip dizlerimin önünde yere çöktü. Bu yaptığına şaşkınlıkla baktım. Elindekini sehpaya bırakıp açtı. Pamuğa badikon döküp elimi avcunun arasına aldı. Yavaş hareketler ile üstündeki yaraları temizlemeye başladı. Öylece bakıyordum. Burnunu sesli bir şekilde çekmesi ile elimi çenesine koyup yüzünü yukarı kaldırdım. Mavileri yine dolu doluydu. Ellerimi kollarına koyup yerden kaldırdım. Bedenini kucağıma çektim.
"Deniz gözlüm, neden ağlıyorsun?"
Kollarını hemen boynuma dolayıp göğsüme sindi.
"Korktum... çok korktum. Karan Eflal'in yaşadıkları... senin yaşayabileceklerin.... Beni çok korkutuyor."
Elimi yanağına yerleştirdim.
"Üzgünüm Mavişim. Keşke sana böyle bir şey olmayacak korkma diyebilsem. Ama kaderimi bilmiyorum. Bilsem bile engelleyemem. "
"Ama kendini koruyabilirsin. Söz ver bana. Kendini koruyacaksın. Karan, söz ver..."
"Söz Mavişim. Söz güzel gözlüm. Kendimi korumak için, sana sağ salim dönmek için elimden geleni yapıcam."
Söylediklerim ile susar sanmıştım ama daha çok ağlamaya başladı. Ellerimi yanaklarına koyup akan yaşları silmeye çalıştım.
"Birde bu sene kuraklık var diyorlardı... onların benim karımın akıttığı yaşlardan haberi yok."
Dediğim ile gülüşü duyuldu. Gözündeki yaşlara inat gülümsedi.
"Mavişim biraz daha ağlarsan şehri sel basacak."
"Ya Karan ya."
"Ne Karan ya."
Gülümseyerek bağrıma bastım. Bedenini geri çekip dudaklarımızı birleştirdi. Bu yaptığına tebessüm ettim. Dudaklarını yavaş yavaş hareket ettirdi. İlkine göre biraz daha deneyim kazanmıştı. Hoş her hali beni benden ediyordu ya. Alt dudağımı ağzına alıp emmesi ile ağzımdan kaçan hırlamaya engel olamadım. Belinden kendime doğru daha fazla bastırdım.
"Karan!"
"Güzelim...."
"Acaba bu gün.... Yani biz. Biraz daha ileri..."
Dediği ile dudaklarım daha çok kıvrıldı.
"Eğer istiyorsan."
Başını aşağı yukarı salladı.
"Sen yokken bir film izledim."
Bakışlarını yana çevirdi. Her ne izlemiş ise utanmıştı.
"Bebeğim utanma benden kocanım senin."
"Kadınla , adam birlikte oluyordu ve kadın zevk alıyordu..... Ne kadar ileri gidebiliriz bilmiyorum. Ama biraz daha ilerisini istiyorum.... o gece, çok güzel hissetmiştim."
Dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.
"Sen iste... yeterki sen iste Mavişim. Ne istersen ömrüm yettiğince yoluna sericem."
Elini kaldırıp sol göğsüme koydu.
"Bir bunu istiyorum... Karan bana bir sevdan gerek, birde yaşaman. Bir beni sev, bir de yaşa başka bir şeyde gözüm yok."
Dudaklarımı boynuna bastırdım.
"Canım...... canım benim..... karım.... helalim.... benim güzel Mavişim."
Elini yanağıma koyup okşadı. Dudaklarım boynunu tavaf ediyordu. Bedenini kucaklayıp yatak odasına doğru yol aldım. Kolları boynuma sarılıyken dudaklarını boynuma bastırdı. Allahım şimdi gelde bu kadının peşinden cehenneme gitme.......
DURSUN KARA
Devran abi ile arabada eve doğru gidiyorduk. İkimizde sessizdik, çok sessiz. Eğer bu gün Eflal bacımın cansız bedenini çıkarsaydık o enkazdan şüphesiz ki hiç birimiz toparlanamazdık. Çünkü o bizim için bir arkadaştan çok öteye geçmişti. Bir çoğumuzun kardeşi, ablasıydı. Abimizin sevdiğiydi. İkiside bir diğeri olmadan yaşayamıyordu. Bunu yaşayarak öğrenmiştik.
"Ne düşünüyorsun?"
"Bacımla Alparslan komutanı.... şayet bu gün ordan... ordan... biliyorsun işte."
"Biliyorum... hiç birimiz toparlanamazdık. Ki bence Alparslan komutanımın toparlanması yinede zor olacak..... insanın sevdiğinin cansız bedenini kucaklaması ne demek bilirim....."
Sesinde insanın içini deşen bir hüzün vardı. Gözlerim kısa bir an ona kaydı.
"DURSUN DİKKAT ET.!"
Bağırışı ile hızla frene bastım. Ama önüme çıkan kişiye çarpmaktan kurtulamamıştım. Hızla araçtan aşağıya indim. Gözlerim korku ile yerde dizlerinin üzerine çökmüş kızda dolaştı.
"İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?"
Beklemeden yanına gidip karşısında diz çöktüm. Başını kaldırıpta yüzüme bakınca nefesim kesildi sandım. Kalbim çarpmayı mı bıraktı yoksa daha fazla çarpmaya mı başladı. Dünya ne güzel yermiş dedirtti bana. Elimi omzuna doğru uzattım. Gerçek miydi bu kadın. Bedenine değen parmaklarım ile kendini hızla geri çekti.
"Üzgünüm... iyi misin?"
Başını aşağı yukarı salladı. Gözlerim kahverengi saçlarında gezindi. Küçük hokka burnu, ince dudakları, açık kahve gözleri bu kız neden bu kadar güzeldi ki. Başımı hızla iki yana salladım. Kendine gel lan. Sapık mısın sen. Gözleri yüzümdeydi. Dudaklarım kıvrıldı o da beni inceliyordu. Bu hoşuma gitti.
"İyi misin bacım?"
"Eevet. Ben... kusura bakmayın."
Sesi öyle narin çıkıyordu ki. Öyle kırılgan.
"Asıl sen kusura bakma. Arkadaş önüne bakmıyordu."
"Ben iyiyim.. sorun değil."
"Hastaneye gitmek ister misin?"
Devran'ın kurduğu cümle ile gözlerim panikle bedeninde gezindi. Onu yaralamışmıydım. Allah benim belamı versindi.
"Yok gerek yok gerçekten."
Ellerini yerde gezdirdi. Ne olduğunu anlayamadım. Bir kaç saniye sonra arabanın alt kısmından bir deynek çıkardı. Gözlerim hüzünle Devran'ı buldu. Deyneğin yardımı ile ayaklanmaya çalıştı. Bu güzel gözler görmüyor muydu. Oysaki içinde ışık var gibiydi.
"Gideceğin yere kadar bıraksak."
Bu defa yüzünü bana döndü. Dudakları kıvrılmıştı.
"Zahmet etmeyin."
"Estağfurullah ne zahmeti. "
"Peki o zaman. Ben Nehir çiçekçiliğe gidecektim."
"Yolumuzun üstüymüş. Hadi gel."
Kolundan destek vererek arabanın arka koltuğuna yerleşmesinde yardımcı oldum. Sonrasında verdiği adrese doğru sürdüm arabayı. Gözlerim istemsiz olarak aynadan ona kayıyordu.
"Bacım seni daha önce buralarda görmedik yeni mi taşındınız "
"Yok hayır... Ben pek dışarı çıkamıyorum... durumumdan dolayı."
Sesi hüzün doluydu. Oysaki normalde konuşurken kuş cıvıltısına benziyordu.
"Ne varmış ki durumunda. Bence dışarı çıkabilirsin."
"Halam yalnız çıkmamı istemiyor. Haksızda değil. O çalışırken de ben evde kalıyorum."
Arabayı söylediği adreste durdurdum.
"Geldik."
"Teşekkür ederim. "
Arabadan inmişti ki bende peşinden indim.
"Adını söylemedin."
"Nehir."
"Memnun oldum. Bende Dursun, arkadaşım Devran.. acaba rahatsız olmayacaksan sana içeri kadar eşlik edebilir miyiz?"
"Olur mu ne rahatsızlığı buyrun."
O önde biz arkasında çiçekçiye ilerledik. İçersi rengarenk çiçeklerle doluydu. Kırklı yaşlarda hafif kilolu bir kadın elindeki çiçekleri yerleştirmeye çalışıyordu.
"Hala!"
"Nehir, senin burda ne işin var?"
Kadının sesi panik doluydu.
"Evde çok sıkıldım."
"Kızım ya başına bir şey gelseydi."
Gözleri bizi buldu, kendimizi tanıtma ihtiyacı hissettik.
"Şey.. yolda küçük bir kaza oldu da.. biz Nehir'e eşlik etmek istedik."
Başlarda kadının kaşları çatılsada sonlara doğru endişe ile yeğenine baktı.
"Kızım iyi misin. Bir yerine bir şey oldu mu?"
"Yok hala iyiyim... sağolsun Dursun bey ve Devran bey buraya kadar getirdi."
Kadının kuşkulu bakışları bize döndü. Ben ne diyeceğimi şaşırdım. Neyseki Devran abi burdaydı.
"Bizden size zarar gelmez."
Cebindeki askeri kimliği çıkarıp kadına gösterdi.
"Askeriz biz.... Nehir'i yalnız bırakmak istemedik."
"Teşekkür ederiz. Evden ayrılmamasını söylesemde, canı sıkılıyor haklı olarak. Ama böylede benim yüreğim ağzımda."
Masadaki kalem ve kağıda uzanıp numaramı yazdım.
"Bu benim numaram. Eğer bir şey olursa arayın lütfen. Ne gerekirse."
"Teşekkür ederiz "
Kadın tebessüm ile bize baktı. O ise yüzünde dünyalara bedel gülümseme ile öylece duruyordu. Adımlarımız kapıya gitsede ben galiba kalbimi demin orda bıraktım. Arabaya bindiğimizde bile boş boş bakıyordum.
"Abi!"
"Hııı"
"Ben galiba aşık oldum."
"Ne!"
Şaşkın sesi arabada yayıldı.
"Ne ara!"
"İki dakika önce."
"Hayırlı olsun kardeşim."
Gülerek elini omzuma vurdu.
"Abi beni ister mi ki."
"Bunu düşünmek için sencede çok erken değil mi?"
Başımı evet anlamında salladım. Acaba bir daha onu görür müyüm. İnşallah görürüm. Arabayı çalıştırıp eve gitmek için yola çıktık. Ben şimdi boku yemiştim değil mi...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.29k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |