EFLAL KARCA
Görevden dönmemizin üzerinden çok bir zaman geçmemiştiki gelen emir ile kendimizi burada bulduk. Bizim için yer ,zaman, mekan fark etmiyordu zaten. Gözlerimi ne zaman kapatsam karargahta bize gösterilen fotoğraflar gözlerimin önünde beliriyordu. Onlarca çocuk. Yapılan saldırıda onlarca çocuk ölmüştü. Hepsinin yanmış cesedi, parçalanan uzuvları.... sanırım uzun, çok uzun bir süre kendime gelemeyecektim. Bu şey vahşetti. Başka açıklaması olamazdı. Alparslan hepimizin yerini aldığından emin olmaya çalışıyordu.
"Lâl, bizi koru!"
"Emredersiniz yüzbaşım."
İlk atış onundu.... sonrası toz dumandı. Bir kaç saniye içinde ortalık mahşer yerine dönmüştü. Karşımızda nasıl bir düşman vardı bilmiyorduk. Alparslan'a yapılan saldırı faili meçhul kalmıştı. Ama şundan emindim ki biri özellikle bizi hedef almıştı. Gözüme kestirdiğimi indiriyordum.
"Lâl sniper."
Telsizden duyduğum sesi ile gözlerimi tepe noktalarda gezdirdim. Bir süre sonra gözlerime değen siluet ile dudaklarım kıvrıldı. İşte ordaydı. Beklemeden nişan alıp beyninin dağılmasını sağladım.
"Hedef tamam, devam edebilirsiniz."
Onlar yavaş yavaş kamp alanına inmeye başlayınca bende uzaktan destek vermeye çabalıyordum. Burda bir kamp olduğunu ve kaçırılan sivillerin burada olduğunu Ahmad beyden gelen istihbarat ile elde etmiştik. Roket atmaya hazırlanan adamı beklemeden indirdim. O sırada onu hedef almış olan yüzbaşı duraksadı. Üzgünüm sevgilim ama daha hızlı olmalısın. Dudaklarım kıvrılmıştı. Adamların bazıları etkisiz hale getirilirken bazıları kaçmıştı. Alparslan'ın emri ile bende bulunduğum noktadan aşağıya indim. Yerde yatan her bir leşin geberdiğinden emin olmaya çalışıyorduk. Alparslan ile birlikte mağaranın içine adımlamaya başladık. Daha girişte gelen ceset kokusu ile midem kalktı. Daha girişe gelmiştik ki gördüğümüz manzara ile ikimizde durmak zorunda kaldık. Bu..... Bu nasıl..... allahım kıyamet kopsun. Yansın, yıkılsın bu dünya..... böyle bir dünyada yaşamak, bunu yapan insanlar ile aynı havayı solumak azaptı. Allahım sen bunu yapanı cehennemine bile alma...
Onlarca....Onlarca cesed vardı. Kadınlar...çocuklar.... hepsinin çıplak bedeni mağaranın tavanında bulunan kirişlere asılmıştı. Ama iple değil, onları ellerinden tahta kirişlere çivilemişlerdi. Gözlerimden akan yaşlar yere damlıyordu. Alparslan dayanamıştı. Benimde midem daha fazlasına dayanamadı. Tam bende dışarı çıkacaktım ki duyduğum inleme ile adımlarım durdu. Mağaranın içinden geliyordu. Boynumdaki bandanayı ağzımla burnuma kapadım. Çünkü koku dayanılmazdı. Hani gösterilen fotoğraflara vahşet demiştim ya, asıl vahşet burdaydı. Burası bu insanlara cehennem olmuştu. Adımlarım mağaranın içerisine ilerledi. Her adımımda koku dahada ağırlaşıyordu. Hala acı inlemeler duyuyordum. Lakin kimseyi görememiştim.
"Orda kimse var mı?"
Bir kaç adım daha attım.
"Sesimi duyan var mı? Eğer beni duyuyorsan korkma. Türk askeriyim ben. Seni kurtarmaya geldik."
Mağaranın içi karanlıktı. Elimdeki küçük fener içeriyi görmemde yetersiz kalıyordu. Mağaranın sonuna geldiğimde kaşlarım çatıldı. Burda kimse yoktu. Yan tarafta duyduğum cızırtı ile neye uğradığımı şaşırdım. Yerdeki kanlı battaniyeyi kaldırdığımda altından çıkan ses kaydedici ile gözlerim korku ile açıldı.
"Tuzak....tuzak bu."
Olabildiğince hızlı hareket etmeye çalıştım. Hem karanlık hemde etraftaki cesetler hızlı olmamı engelliyordu. Dışarıdan duyduğum bağırış ile hızımı dahada arttırdım. Alparslan'ın sesiydi. Sesini bana duyurmaya çalışıyordu. Burdan çıkmamı söylüyordu. Kahretsin ben nasıl böyle bir hata yapmıştım. Nasıl bu kadar dikkatsiz davranmıştım. Çıkışa kısa bir mesafe kala kıyamet koptu sandım. Öyle bir gümbürtü kopmuştu ki...
Mağaranın girişi kapandı. Bedenim yana doğru savruldu. Bacağımın üzerine büyük bir kaya düştü. Canım öyle bir yandı ki...tarifi imkansızdı. Her yer toz dumandı. Demin tavana asılı olan cesetler taş ve toprakların altında kalmıştı. Bedenimi koruyan ise o kirişlerden biriydi. Ölüm ile aramda sadece bir sunta parçası vardı. Çok karanlıktı. Hava yoktu. Ben burda nasıl nefes alacaktım. Karanlıktan nefret ediyordum..... hayır, ben karanlıktan korkuyordum. Nefesim kesildi sandım.
"Yüzbaşııımmm...."
Sesim kısıktı. Gözlerime dolan yaşlara engel olamadım.
"Alparslan!... yüzbaşı sesimi duyuyor musun?"
Kimse yoktu. Şüphesiz ki beni burda bırakmayacaklardı. Ama nasıl çıkaracaklar ki. Üzerime ne kadarlık bir enkaz çöktü. Ne zamana kadar burda kalıcam. Ya öldüğümü düşünürlerse...... aklıma dolan düşünce ile aldığım nefesi veremedim.
Ya onlara bir şey olduysa.....
"Yüzbaşı.... Alparslan.... yoooo yo düşünme Eflal. Düşünme.... onlar iyi. Sevdiğin iyi... o dışarı çıktı. Hayatta. "
Allahım sana yalvarıyorum. Eğer kaderimde burda can vereceksem vereyim ne gam. Ama onları alma. Allahım benim yaşadığım ömrü sevdiğime nasip et. Ben şehadete burda ereceksem ona dayanma gücü ver. Sol gözümden yanağıma bir yaş daha aktı. Karanlıktı.... çok çok karanlıktı. Aldığım nefesler ciğerlerime yetmedi. Ceset kokusu gittikçe ağırlaşıyordu. Temiz hava geçişi olmuyordu. Ve bu lanet çukurdaki hava bana uzun zaman yetmezdi. Yüzbaşı nerdesin?
Düşün Eflal... sevdiğini düşün, onun gök rengi gözlerini düşün. Mis gibi olan kokusunu düşün. En güzel anılarını hayal et. Yaşadığın güzel anıları ve belkide yaşayamadıklarını. Bebeklerinizi, onun nasıl güzel bir baba olacağını hayal et. Ne çok sever kim bilir. Ama bebeğim yinede en çok beni sever. Annesiyim ben onun değil mi. Bebeğimizde , o da en çok beni sevecek. Bana yaşayamadığım ne kadar çok sevgi varsa hepsini unutturacaklar. Evladım tıpkı babasına benzer mesela. Onun gibi mert, cesur olur. Sonra günün birinde büyür, kalbini bir başkasına kaptırır.... Bu düşünceler ile ağzımdan sesli bir hıçkırık kaçtı. Şimdi bu lanet yerde can verirsem bunların hiç biri gerçekleşmeyecek. Hayır....hayır...hayır... yüzbaşı beni burda bırakmaz. Asla bırakmaz. Ne olursa olsun bir yolunu bulur, çıkarır beni. Gözlerimi kapadım. Göz kapaklarımın altında beynimin en ücra köşesine sakladığım, kimsenin kirletmesine izin vermediğim bir anı belirdi
("Güzelim hadi inat etme. Çok seveceksin."
"Ya yüzbaşım düşerim, istemiyorum. "
"Kurban olduğum tutarım ben seni. Düşmene ne zaman izin verdim."
"Israr etme Alparslan istemiyorum işte."
Derin bir soluk bıraktı. Bizi getirdiği bir dağ evindeydik. Gecemiz koyun koyuna sevgi ile geçmişti. Şimdi ise bisiklete binmek istiyordu. Ama ben bilmediğim için istemiyorum. Tabi sevgili kocam bunu duyunca inatla bana öğretmek istemişti. Ben küçükken İbrahim babam öğretmek istemişti, ama ben dengemi sağlayamayıp düşmüştüm ve canım çok yanmıştı. Şimdi de istemiyordum işte. Bu defa önce kendisi bindi elini bana uzattı.
"Şimdi de istemiyorum demezsin herhalde. "
Dudaklarım kıvrıldı. Beni yan bir şekilde önüne oturttu.
"Hazır mısın?"
"Seninle her şeye."
Eğilip saçlarımın üzerinden öptü. Sonrada hareket etti. Bisiklet toprak yolda ilerlemeye başladığında dudaklarımda engel olamadığım bir tebessüm vardı. Çocuğumuz olunca onada öğretecekti. Ormanlık alanın tamamında gezdirmişti o gün beni.....)
Gözlerimdeki yaşlara ve içimdeki korkuya rağmen gülümsedim. Aklıma başka bir anımız geldi.
(Ormanda yere serdiğimiz kilimin üstünde uzanıyorduk. Başımı kolunun üzerine koymuştum. O ise ellerini kendi başının altına almıştı. Gök yüzünü izliyorduk.
"Canımın canı!"
"Efendim?"
"Çok sessizsin?"
"Gözlerini görmeye çalışıyorum."
Dediğimden hiçbir şey anlamadı. Hareketlenince başımı kaldırdım. Yerinden doğrulup yüzüme baktı.
"O ne demek."
Elimi kaldırıp kirpiklerini sevdim. Gözleri anında kapandı.
"Gözlerin şu gökteki maviye benziyor, ama sadece benziyor yüzbaşı. Aynısı değilmiş şimdi fark ettim. O maviye benzeyen bir renk yok. Yüzbaşım eşin benzerin yok."
"Sen eşim ol, benzerimi birlikte yapalım hatun."
Dediği ile kahkaha attım. Dudaklarımın üzerine kapanması ile beklemeden karşılık verdim. Geri çekildiğinde nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Kalbe zarardı.
"Güzel fikirmiş."
"Sen kocanı ne sandın."
Böbürlenmesi ile gözlerimi açıp yüzüne baktım. Gözlerimin içine gülümseyerek baktı. Elleri saçlarımı seviyordu. Anlını anlıma dayadı.
"Çak güzelsin be nefesim.... canımdan ötesin. Bir bakışınla ölüme götürecek kadar güzel."
"Yaşa yüzbaşı. Sen sadece yaşa..")
Yaşa sevgilim... ikimizin yerine yaşa... artık nefes almak zorlaşmaya başladı. Gözlerim kapanıyordu. Ama bilincim açıktı. Her şeyin farkında olmak insanı daha çok yoruyordu. Ölüyordum, yavaş yavaş, sancılı bir şekilde ölüyordum. Ama aklımda tek bir şey vardı, gök mavi gözler....
"Alparslan......"
Gözümden akan yaş dudaklarımı ıslattı. Ve ben göz kapaklarımı içimdeki umuda rağmen ölüme kapadım......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.3k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |