145. Bölüm

145. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARCA

 

Telsizden aldığım emir ile hızlı adımlarla onların yanına doğru inmeye başlamıştım. Uzaktan iyi olduğunu görebiliyordum, ama onu yakından görmem lazımdı. İyi olduğunu bilmem lazımdı. Yüreğim öyle bir çarpıyordu ki sanki göğüs kafesi mi parçalayıp ona doğru uçacaktı. Kısa bir süre sonra nihayet onların bulunduğu alana inebildim. Büyük konağın kapısında onlarca adam onun etrafını sarmıştı. Hepsi silahlıydı. O silahlardan birinin patlama olasılığı beni benden ediyordu. Yanlarına vardığımda gözlerim ilk mavi hareleri aradı. Nihayet aradığımı bulduğumda mavi gözleri parıldayarak bana bakıyordu. Birkaç saniye olduğum yerde duraksadım. Allah'ım çok şükür, çok şükür iyiydi. Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Beklemeden yanlarına doğru ilerledim ,bakışlarım diğer herkeste dolaştı. Çok şükür onlar da iyiydi. Yanlarına ulaştığımda üzerimde onlarca şaşkın bakış vardı. Bana neden böyle baktıkları hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gözlerimi muhatabıma çevirdim. Karşısında esas duruşa geçtim.

"Yüzbaşım"

"Gel Lâl ,Ahmad bey bizi misafir etmek istiyor."

Başımı aşağı yukarı onaylar şekilde hareket ettirdim. Eğer o kabul ettiyse zaten bana söz düşmezdi. Yaşlı adam gözlerini bana dikmiş şaşkın şekilde bakıyordu.

"Hele o iblisleri tek tek indiren bu kızcağız mıdır!"

"Öyle Ahmad bey, gördüğünüz gibi aslanın dişisi de aslan oluyor."

Söylediği ile dudaklarımda belirgin bir tebessüm oluştu. Ben onundum aslan olan oydu ve onun eşi bendim. Adamın yüzünde şaşkın bir gülümseme belirdi. Kadın olmam onun için bir rahatsızlık nedeni değildi. Hatta memnun olmuş gibiydi. Birkaç dakika içerisinde bizi konağında misafir etmiş, birçok hizmetli kadın çevremizde fır dönmüştü. Masada envayi çeşit yemek servis edilmişti. Birçok göz bizim üzerimizdeydi.

"De Haydi buyrun afiyet olsun."

"Ahmad bey bizi misafir ettiğiniz için teşekkür ederiz. Lakin biz buraya yemek yemeye gelmedik."

"Hele bir yemeğimizi yiyelim Yüzbaşı. Sonrasında senin isteklerini de konuşuruz, bizim neler yapabileceğimizi de."

Adamın kurduğu cümleler ile bende rahat bir nefes almıştım. Çok şükür ki bize yardımcı olmayı kabul etmişti. Alparslan haklıydı onların güvenini kazanmamız bizim için çok önemli istihbaratlar sağlayacaktı. Biz istediğimiz kadar buralarda devriye gezelim ,kamplar kuralım, dağlarda çatışalım yerel halkın desteği olmadan zorlanırdık. Ve bizim zorlanmamız kayıp vermemiz anlamına gelirdi. Önüme konan yemeye çatalımı batırıp küçük bir lokma da olsa ağzıma aldım. Şuan burda güvende sayılırdık. Ama yinede tetikteydim. Olsun yan yanaydık ya.Yanımdaki adamın sıcaklığı cehennemin buzlarında dahi olsa içimi ısıtmaya yetiyordu. Ağzıma aldığım yemeğin acılığı ile birdenbire öksürmeye başladım. Tanrım bu nasıl bir yemekti! Bu insanlar bu yemeği nasıl yiyordu! Çok çok acıydı. Tükürmek istesem de ayıp olur diye yapamadım. Zar zor yuttum. Alparslan öksürük sesim öyle endişeli gözleriyle bana baktı.

"Lâl! Ne oldu, iyi misin?"

Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ellerimle ağzımın içine hava vermeye çalıştım.

"Acı! Yüzbaşı....çok çok acı, ağzım yanıyor!"

Önündeki ayran bardağına elini uzatıp direkt dudaklarıma yanaştırdı. Beklemeden ve soluk almadan kana kana içtim. Tanrım dudaklarım bile yanıyordu. Elleri yanaklarımdaydı, bunca kalabalığın içerisinde bu kadar yakın olmak ne kadar doğruydu bilmiyorum ama gözlerim gözlerindeydi. Baş parmakları dudaklarımı okşadı.

"Daha iyi misin?"

Başımı aşağı yukarı salladım.

"Hıhı daha iyiyim."

Gözlerimi etrafımdaki insanlara çevirdim. Birçoğu şaşkınlıkla bize bakıyordu. Kendimi geri çekmek zorunda kaldım. O ise bariz bir şekilde sırıtıyordu. Ona doğru çekildiğimin farkındaydım. Eğer o saniye çekilmesem kalabalık umrumda olmayacaktı ve dudaklarına yapışacaktım. Önümdeki yemeği çekip onun yerine kendi tabağına başka bir yemekten koydu. Sonra da onu önüme doğru itti.

"Al bakalım, bundan ye seveceğine eminim."

Eğer o eminse mutlaka sevecektim. Beklemeden bu defa ondan yemeye başladım. Gerçekten de tadı güzeldi. Çok baharatlı bir şey değildi....Aslında ben de acıyı severdim. Acıya dayanıklı bir insandım. Lakin demin yediğim yemekte farklı bir şey vardı. Yemek borum hala yanıyordu. Alparslan ve Ahmad bey bir şeyler hakkında konuşuyordu. Üzerimde hissettiğim bakışlar ile başımı kaldırıp etrafıma baktım. Karşı masada benden birkaç yaş büyük görünen bir adam gözlerini üzerime dikmiş beni inceliyordu. Bakışlarımı kısa bir an yanımdaki adama çevirdim. Gözleri Ahmad bey de olsa da elleri yumruk halini almıştı. Sanırım o da bu bakışların farkındaydı. Eğer şu an ben müdahale etmezsem onun yapacakları bu salağın ağzının ve burnunun yer değiştirmesine, bizimde zor durumda kalmamıza neden olacaktı. Bacağımdaki silahı çıkarıp masaya bıraktım. Gözlerimi adamın gözlerine diktim kaşlarım çatıktı. Olabildiğince korkutucu ve sert bakmaya çalıştım. Eğer biraz daha böyle bakmaya devam edersen o kurşunlardan biri senin beyninde olacak geri zekalı. Bakışlarını önüne çevirdi ,sonra da yanındaki adamlarla sohbet etmeye devam etti. Ha şöyle ,adam ol. Tekrar Alparslan'a baktığımda dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Demin sıktığı yumruklar gevşemişti.

"Kızım, sen evli misin?"

Ahmad beyin yanındaki yaşlı kadının sorusuyla bakışlarım ona döndü. Meraklı ve alıcı gözlerle bana bakıyordu. Bu bakışları tanıyordum, yapma teyzem, yapma ikimizi de yakarsın. Timdekilerde endişeli şekilde bir bana bir yüzbaşıya bakıyordu.

"Evet efendim evliyim."

"Hem de askersin öyle mi! Zor olmuyor mu? Kocanı ardında bırakıp dağlarda böyle dolanmak. Kocan yaptığın işe karşı çıkmıyor mu?"

"Kocası her daim yanında olduğu için zor olmuyor. Hatta ona karşı çıkmak yerine her daim arkasında siz hiç merak etmeyin."

Alparslan'ın sert sesi ile herkesin bakışları ona döndü. Masadaki elimin üzerine elini koydu. Mesaj açık ve netti. "O benim yaklaşmayın" diyordu.

"Maşallah ,yüzbaşı evli misiniz!"

"Lâl Allah katında karım. Allah nasip ederse bir ay içerisinde de düğünümüz olacak."

"Maşallah maşallah ikiniz de mert, cesur yürekli askerlersiniz. Dilerim bir ömür mutlu olursunuz."

Gülümseyerek Ahmad beye teşekkür ettim.

"Yüzbaşı istediğiniz desteği size sağlarız. Bütün civar köylere haber salarım, kim var kim yoksa ne görür ne işitirse sana iletirim. Lakin benim de bir şartım vardır."

Alparslan'ın kaşları çatıldı. Yardım talebine karşı şart koşacağı hiçbirimizin aklına gelmemişti. Dilerim yapabileceğimiz bir şey isterdi. Çünkü devlet pazarlık yapmazdı.

"Bir ay sonraki düğününüze ben de gelmek isterim."

Dediği ile dudaklarım kıvrıldı, istediği o olsundu. Adam ikimize de bakıp tebessüm etti, sonrasında konuşmaya devam etti.

"Bugün sizler hem benim hem torunumun canını korudunuz. Allah sizden razı gelsin. Böyle güzel bir gününüzde dostunuz olarak bulunmak benim için bir onur meselesidir."

"Sizi düğünümüzde görmek bizi de çok mutlu eder. Haber vereceğimden emin olabilirsiniz."

İstediğimizi almış olmanın rahatlığı ile yemeklerimizi yemiş ,sohbet etmiştik. Hepimizin içi rahattı. İşimizi bitirdiğimizden emin olduktan sonra toparlanmaya başladık. Helikopter buraya yakın bir mesafeden bizi almaya geldi. Ahmad bey ve ailesi bizi köyün çıkışına kadar geçirmişti. İyi insanlara benziyorlardı. Helikoptere bindiğimizde ikimiz yine yan yana oturduk, bakışlarımı gözlerine çevirdim.

"Yüzbaşım!"

"Yüzbaşın sana kurban olsun."

"Çok korktum Alparslan. Orada o silahlardan biri patlayacak, sana zarar gelecek diye öyle korktum ki."

Ellerimizi birleştirdi dudaklarını saçlarımın tepesine bastırdı.

"Ben de korktum bebeğim. Ama canıma zarar gelecek diye değil, sana böyle bir acıyı tekrar yaşatabileceğim ihtimali bile yüreğimi yerinden söktü. Ama bir yandan da emindim."

Gözlerim devam et dercesine baktı.

"Şayet orada ateşlerin içinde olsaydım dahi beni oradan çekip çıkaracağından emindim. Her ne olursa olsun bana zarar gelmesine izin vermeyeceğini biliyordum." Söyledikleri ile gözümden yanağıma akan yaşa engel olamadım. Elimi avuçlayan elini çekip omuzlarıma attı, sonra da beni bağrına bastı. Başımı boynuna gömüp derin derin soluklar aldım. Allah'ım ne olur son nefesimde bile soluduğum bu koku olsun. Bunu benden alma ya Rabb'im.

Kısa bir süre sonra helikopter karargahın pistine iniş yaptı. Bizim helikopterimizle birlikte diğer iki timin helikopteri de inmişti. Yüksek ihtimalle onlar bizden daha erken gelmişlerdi. Onların gideceği yerler zaten bize destek sağlayan insanlardı. Sadece bir nevi haberdar olmaları için gönderilmişlerdi. İnsanların yanında olduğumuzu bilmeye ihtiyaçları vardı. Bunu onlara her daim hatırlatmamız gerekiyordu. Timdeki herkes tek tek helikopterden inip albayın karşısında tek sıra halinde dizildi. Hepimiz esas duruşta babamın karşısında tekmil verdik. Alparslan iki adım öne çıkıp babamın tam karşısında durdu.

"Yüzbaşı Alparslan Karahanlı Malatya. Görev başarı ile tamamlanmıştır komutanım."

Babamın dudakları kıvrıldı. Biz buraya gelmeden önce telsizden zaten her şeyin yolunda olduğunu ve geri döneceğimizi haber vermiştik. Kısacası orada ne yaptığımızdan adım adım haberdardı. Yüzünde gururlu bir gülüş pedaydı.

"Bozkurt Timi zorlu bir görevin daha üstesinden başarıyla geldiniz, sizinle gurur duyduğumu belirtmek isterim. Allah hepinizi korusun!"

Söyledikleriyle hepimiz birbirimizle gurur duymuştuk. Bana göre şüphesiz bu görevdeki en büyük başarı payı Alparslan'a aitti. Tek başına, silahsız bir şekilde onlarca adamın arasına dalmak her yiğidin harcı değildi. Benim ona karşı beslediğim duygular çok farklıydı. Güven, sevgi, aşk ve hatta hayranlık. Ona karşı duyduğum duygular hastalıklıydı. Ben hastalık derecesinde onun her şeyini ölesiye seviyordum. Herkes dağılırken o yönünü bana çevirdi, ikimiz karşı karşıyaydık. Şu an karargahta olmasak kollarına atılırdım. Mavi gözleri gülümseyerek bakıyordu gözlerimin içine. Bir renk nasıl bu kadar güzel olabilirdi ,bu kadar berrak ,saf....

"Tebrik ederim."

Yanımızdan gelen sesle ikimizin de bakışları yana döndü. Yiğit komutan! Bu adam hiç akıllanmayacak mıydı. Şu anda bile Alparslan ona öldürecekmiş gibi bakıyordu. Haftalardır bizden uzaktı muhatap olmuyordu, dersini aldığını ve uzak duracağını düşünmeye başlamıştım. Şimdi bir daha mı adım atıyordu, dilerim öyle bir şey yapmazdı. Çünkü şu an ikisinin de üzerinde üniforma vardı. Herhangi birisinden gelebilecek bir atak ikisinin de mesleğine çok büyük zararlar verirdi. "Teşekkür ederim."

Alparslan'ın sesi sertti kendini zor tuttuğu belli oluyordu.

"Sakin olun Alparslan Yüzbaşı, buraya sorun çıkarmaya gelmedim."

"Neden buradasın Yiğit!"

"Ben.... ben sadece artık anladığımı bilmenizi istedim."

Bakışları bana döndü gözlerinin beni bulması Alparslan'ı daha fazla germişti. Öne doğru bir adım atmıştı ki elim bileğine dolandı. Gözleri beni bulunca, gözlerimi kapatıp açtım.

"Son konuşmamızda seçtiğin adam bu mu diye sormuştum ya, artık onu niye seçtiğini biliyorum."

Gözleri kısa bir an tekrar Alparslan'ı sonrasında yine beni buldu.

"Bugün yaptığını ve daha önce yaşadıklarınızı artık biliyorum. Ne zorluklardan geçtiğinizi ve her şeye rağmen o savaşlardan sağ çıktığınızı. İkiniz de çok cesur askerlersiniz. Birbirinize ve milletinize ölesiye bağlısınız. Dilerim çok mutlu olursunuz."

Arkasını dönüp gidiyordu ki tekrar dönüp Alparslan'a baktı.

"Yalnız şunu belirteyim Alparslan yüzbaşım Kan Timi, Bozkurt timini geçmek için çok çalışacak. Çok emek harcayacak. Bunu öylesine söylemiyorum, haklıydın. Bizler askeriz aynı şey için savaşıyoruz. Ben ve askerlerim bu vatanı en iyi şekilde korumak için elimizden geleni yapacağız

Yani siz de çok çalışsanız iyi edersiniz."

Sonlara doğru sesi şakayla karışık çıkmıştı. Sonra da ardına dönüp gitti. Böyle bir konuşmayı ben de beklemiyordum. Bakışlarımı Alparslan'a çevirdim.

"Ne düşünüyorsun?"

"Samimi görünüyordu ,ama yine de hemen güvenmemeyi düşünüyorum. Eğer adam gibi hareket ederse bu kendi yararına olur."

"Evimize gidelim mi?"

"Gidelim canımın canı"

Yan yana karargahtan ayrılıp evimize doğru yol aldık. Şükür ki bu da bitmişti. Allah bizi zorluklardan kaza ve beladan korusundu. Şüphesiz ki şerefsizler bitmeyecekti, birini bitirsek onun yerine hemen yenisi yer alacaktı. Ama biz de bitmiyorduk. Bizi bir öldürseler bin doğuyorduk.

"Ne düşünüyorsun kurban olduğum?"

"Gelinliğimi."

Dediğim ile birkaç saniye duraksayıp yüzüme şaşkınlıkla baktı. Sonrasında dudakları açıkça bir gülüş sergiledi.

"Peki nasıl bir şey giymeyi planlıyormuş benim cennetim?"

"Emin değilim... Böyle süslü ,kocaman, up uzun duvağı ve kabarık kabarık tüylü bir şeyler düşünüyorum. Sen ne dersin?" Dediklerimle güzel gülüşü etrafta yankılandı.

"Vallahi benim sevdiğim çuval giyse yakışır derim."

"Bak sen demek öyle. Çuval giyip düğüne gelirsem görürsün ama deli yüzbaşı."

"Sen o gün ,o düğünde bana evet de de gerisinin benim için hiçbir önemi yok."

"Ama benim için var."

"Öyle mi! Peki benim güzel gelinim için önemli olan neymiş acaba."

"Acaba sevgili kocam beni balayında nereye götürecek?"

"Ben o işi çoktan hallettim."

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Gerçekten halletmiş miydi. Görevimiz gereği yurt dışı veya şehir dışına çıkamayacaktık. Yurt dışı zaten imkansız gibi bir şeydi. Şehir dışına çıkmayı ikimiz de göze alamazdık. Herhangi bir sorunda time destek sağlamamız veyahut Kuzgun ve Çakır olarak göreve çıkmamız gerekebilirdi. Bu durumda yakın bir yerlere gitmemiz gerekiyordu. Ama hallettiğini bilmiyordum.

"Ne zaman ,nerede, nereye götüreceksin beni? Nereye gideceğiz Yüzbaşı?"

Sesli bir şekilde güldü. Kolunu omzuma sarıp bedenimi göğsüne yasladı.

"Meraklı karım benim."

"Yüzbaşı yaaa ,nereye gideceğiz hadi söyle."

"Olmaz sürpriz."

"Yüzbaşı çatlarım ama bak. Daha bir ay var. Koskoca bir ay , otuz gün...."

"Kurban olduğum inadına mı yapıyorsun. Zaten o nikah tarihi veren adamı dövmediğime pişmanım. Vallahi bak yönümü oraya çeviririm haberin olsun."

"Saçmalama adamın ne suçu vardı!"

"Madem adamın suçu yoktu sen de bir ay otuz gün deyip beni daha fazla sinirlendirme. Zaten nasıl dayanacağımı bilmiyorum."

"Ay kıyamam kocama. Yüzbaşım farkındaysan zaten dayanacak bir şey yok. Biz hep yan yanayız ,hep senin kollarındayım... Hep senin karınım, hep sana aidim. Bunun için düğüne, nikaha hiçbir şeye gerek yok ki. Benim yüreğim senin için çarpıyor."

Elini yanağıma koyup okşadı.

"Bebeğim benim. Öyle elbet bizim birbirimize ait olduğumuzu bilmemiz veyahut göstermemiz için ne bir düğüne ne de başka bir şeye ihtiyacımız yok. Lakin geceleri yanımdan ayrılıp kendi evine gidiyorsun ya o bile nasıl üzüyor bilemezsin."

Gözlerim kapandı, yanağımdaki elinin avucuna dudaklarımı bastırdım.

"Ayrıca düğüne kadar bekleyeceğiz."

"Ne!"

Şaşkınlık ve panikle gözlerim açıldı. Mavi gözleri munzurlukla bana bakıyordu.

"O ne demek? Nereden çıktı böyle bir şey."

"Yürürken nasıl zorlandığını göremeyecek kadar kör değilim küçük hanım. O yüzden düğüne kadar bekleyeceğiz ve bu konu tartışmaya kapalı."

"Yaptığın haksızlık... Böyle bir şeye tek başına karar veremezsin."

"Gözümün bebeği ,sana tekrar dokunmaya başladığımdan beri kaç defa birlikte olduk saymadım. İnan bana ömrü hayatım boyunca sana dokunmayı , seni öpmeyi istiyorum. En az benim kadar beni istediğini de biliyorum. Lakin canın yanıyor. Senin canın yandıkça benim canımdan can gidiyor."

"Ama Alparslan bari birkaç gün beklesek. Bir hafta falan. Daha düğüne çok var ben özlerim seni."

"Ben özlemem mi sanıyorsun güzelim benim. Ama vücudunun toparlanmasına izin vermeliyiz. Aç ruhlarımıza bedenini kurban etmeyeceğim. Her dokunuşumda, her öpüşümde zevk almanı istiyorum. O yüzden istediğini söyleyebilir, beni istediğin kadar yoldan çıkarmaya çalışabilirsin ama olmayacak."

Sesi kesin ve netti. Ne yaparsam yapayım bana istediğimi vermeyecekti. El mahkum bende kaderime razı oldum. Aslında haklıydı günlerdir kaç defa üst üste birlikte olduğumuzu gerçekten ben de saymamıştım. Ve kabul etmek istemesem de yürürken zorlanıyordum. Evet bugün çıktığımız görev bizi çok zorlayan hareket etmemizi sağlayacak bir görev değildi. Lakin yarın öbür gün öyle bir göreve çıktığımızda hareket kabiliyetimin kısıtlı oluşu beni zora sokardı. O yüzden ona hak verip kollarımı beline sardım. İkimiz sarmaş dolaş evin içerisine girdik. Biz daha kapı zilini çalmadan annem açmıştı. Sevgi ile ikimizi de sarıp içeri davet etti. Sonrası mı. Sonrası curcuna... Çünkü biz görevdeyken annem bütün kızları eve toplamış düğün hazırlıklarına başlamıştı. Görevde olmam hiçbir şeyi değiştirmemişti. Sanki ben buradaymışım gibi biricik arkadaşlarım benim düğünümü planlamaya başlamıştı. O an sahip olduğum güzel ailenin varlığına bir kere daha şükür etmeme neden oldu. İyi ki varlardı......

Bölüm : 18.04.2025 20:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 145. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

233.29k Okunma

21.38k Oy

0 Takip
162
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...