EFLAL KARCA
Gözlerim açıldığında tanıdık olmayan tavanla karşı karşıya kaldım. Neredeydim ben. Burası neresi. Gözlerim etrafta dolaştı. Bir sedyenin üzerinde uzanıyordum. Karşımdaki koltukta Alparslan oturmuştu. Koca bedeni koltuğa sığmıyordu. Gözleri kapalıydı. Kolumdaki serum bitmek üzereydi. Yerimden doğrulmaya çalıştım. Kolum hafif sızlasada sıkıntı çıkmadan ayaklandım. Ses çıkarmadan yerimden kalkıp karşımdaki dolaba ilerledim. Biraz pamuk alıp kolumdaki serumu çıkardım. Arkamı dönmüştüm ki onun hemen ardımda durduğunu gördüm. Hafif irkilsemde çaktırmamaya çalışarak toparlandım.
"Ne zaman kalktın sen?"
"Yeni."
"Serumun daha bitmemişti. Neden çıkardın?"
"Gerek kalmadı. Kendimi iyi hissediyorum."
"Lâl!"
"Neredeyiz biz?"
"Hala aynı köydeyiz. Sen kendini kötü hissedince kaldık. Sağlık ocağındaki doktor ilgilendi sağolsun"
"Albaya ne dedin?"
"İşimizin biraz uzadığını."
Başımı anladım anlamında salladım. Kenarda duran çanta ve silahıma ilerledim.
"Lâl!"
Dönüp ona baktım.
"İyi misin?"
Bir şey söyleyemedim. Sadece başımı evet anlamında salladım. Yanıma gelip yerdeki bakışlarımı yüzüne çevirdi.
"Güzelim!"
Sanki bunu bekliyordum. Gözlerimde ki yaşlar yanağıma doğru süzüldü. Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. Çünkü her şeyi hatırlıyordum. Tüm yaşananları. Ona yaşattıklarımı. Başımı göğsüne koyup ağlamaya devam ettim. Kolları bedenimi buldu. Lakin benim kollarım havalanıp onu saramadı.
"Şşşşş geçti. Hepsi geçti. Bak burdayım. Kollarım seni sarıyor. Kokunu soluyorum. Korkma. Hepsi geçti."
"Özür dilerim.... Sana yaşatmaya kalktığım şey için çok özür dilerim... Beni affetme. Çünkü ben kendimi asla affetmiycem. Bu fazlaydı. Bu çok fazlaydı..."
"Bebeğim benim.... Sana kızgın yada kırgın değilim. Özür dilenecek bir şey yok. İsteyerek yapmadın. Kendinde değildin. Ben biliyorum. Sen bana kıyabilir misin hiç. Bu acıyı bana yaşatmamak için elinden geleni yaparsın. Ben biliyorum. "
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinde hüzün ve şefkat vardı. Beni anlıyor muydu. Anlıyordu. O an kendimde değildim. Ne yapmaya kalktığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama bu fazlaydı. Onun yaptığı şey bana ağır geliyor diye ona kendi acımı yaşatmaya çalışmak çok fazlaydı.
"Eve gitmek istiyorum. "
Ellerini yanağıma koyup yanaklarımdaki ıslaklığı sildi. Dudakları kıvrıldı. Başını tamam anlamında salladı. Kendi çanta ve silahını aldı. Bana doğru gelip benim sırt çantamı da aldı. Sonrasında ben önde o arkamda dışarı çıktık. Sağlık ocağının kapısında bizimkiler dağınık şekilde yerlerini almışlardı. Biz çıkınca onlarda etrafımızda toplandı. Başımı önüme eğdim. Yaptığım hareketler bana yakışmıyordu. Benim yaptıklarım bir askere yakışmıyordu.
"Kaldır başını yerden. Aklından ne geçtiğini biliyorum. Sana yakışmayan asıl başını önüne eğmek."
Karan'ın dediği ile bakışlarım onların yüzünü buldu.
"Kendini şimdi iyi hissetmiyorsun diye bizden daha kötü değilsin. Kendine bu şekilde yüklenme. Buradaki hiçkimse seni yargılamaz."
Sinan gülen gözleri ile konuştu. Onu Devran takip etti.
"Sen bu hayatta tanıdığım en güçlü insansın. Bak kadın demiyorum. Senden daha güçlü birini tanımadım."
"Biz her düştüğümüzde aile olarak birbirimizi kaldıracak yine bizleriz. Bize güven. Tıpkı sana güvendiğimiz gibi. "
Diye beni kolunun altına aldı Rıdvan abi.
"Ablamsın başımın tacısın. Ama her defasında bizden böyle çekinmen kendimizi kötü hissettiriyor."
Dedi Ali. Tebessümle ona baktım.
"Çaylak haklı. Bizim kan bağına ihtiyacımız yok. Can bağımız var."
Dedi Dursun.
"Ama toparlan. Bunu kimse için değil en çok kendin için yap. Yap ki bizde kardeşimiz için böyle endişelenmeyelim. "
Son olarak Ateş konuştu. Hepsine minnetle baktım. Gözlerim sevdiğim adama kaydı. Gülen gözleri ile bana bakıyordu. Hepimizin toparlanması ile o önde biz arkasında helikopterin ineceği noktaya ilerledik. Güzel insanlar biriktirmiştim. Öyle ki onların varlığı bana güç veriyordu. Dilerim yanımdan hiç eksik olmazlardı.
********************
"Ne düşünüyorsun?"
"Bilmiyorum. O an ona böyle bir şey yapmaya çalışmak..... ben gerçekten sanki o anda kendim değildim gibi."
Görevden döndükten sonraki gün Alparslan kapıya gelip beni Suzan hanım'ın yanına getirmişti. Her ne kadar benimle gelsede bu defa kapıda beklemesini istedim. Lakin duyduklarım beni bir kere daha şoka soktu. Ben benim için geldiğini sanıyordum. Lakin biz çift seanslarına katılıyormuşuz. O gün benden sonra içeri girdiğinde benim tek hasta seanslarına girmemdense çift olarak gelmeyi teklif etmiş. Şimdi ise bir kere daha yan yana oturmuş kadının bize sorduğu soruları cevaplıyorduk.
"Peki o gün o silahı kafana dayamak nasıl hissettirdi?"
"Hiç... hiç bir şey. Son zamanlarda kafamda onlarca ses var gibi. Hepsi ayrı bir şey söylüyor. Öyleki tüm o sesleri ortak bir payda da toplamak imkansız. O an tek istediğim tüm acılara son vermekti. Ama şimdi salim kafa ile düşününce..... Bilmiyorum işte. "
Elimi yüzüme kapadım. Bu yaptığım utanç vericiydi.
"Peki Alparslan bey siz o an ne hissettiniz."
"Ben..... Ben hayatımda o kadar korktuğum biran daha yaşamadım. Bu belki size basit gelebilir. Bakın ben bir askerim ve hayatım boyunca öyle şeyler ile karşılaştım ki. Hiç biri... hiç biri kafamın içinde öyle yer edinmedi."
Bakışları beni buldu.
"Hani diyorsun ya sen beni hiç kaybetmedin bilemezsin diye.... Ben senin kanlar içindeki bedenini kucakladım. O tabutun içinden çıkardığımda cansız bedenini kucakladım. Gözlerimin önünde tenini yaktılar. Seni boğmaya kalktılar. Şeref yoksunu allahın cezası bir kadın benim yüzümden seni kırbaçladı. Ve benim elimden hiç bir şey gelmedi. Dün sevdiğim kadın kollarımdaydı. Lakin nefes almadı. Benim elimden hiç bir şey gelmedi. Belki farkında değilsin ama benimde canım yanıyor. Bunu sana nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Ama benimde canım yanıyor. Sen her göreve gittiğinde acaba iyi mi diye düşünmekten kafayı yiyiyorum. Seni özlemekten deliriyorum. Ve benim elimden başka türlüsü gelmiyor."
Dedikleri ile onun gözleri doldu. Benim gözümdeki yaşları tutabilene aşk olsundu.
"Ben. Ben çok üzgünüm. Sana böyle hissettirdiğim için çok özür dilerim."
"Eflal! Sana onsuzluğu düşün demiştim. Düşündün mü?"
"Düşündüm.... ama sadece düşüncesi bile kalbimin, aklımın ağrımasına neden oldu. Bunu düşün derken ne demek istediğinizi anladım. Artık anlıyorum."
Bakışlarım yanımdaki adama kaydı. Sonrasında tekrar Suzan hanıma baktım.
"Şeker yemeyi sevebilirim. Ama bazen kesersem yediğim zamanlara göre kendimi daha iyi hissedebilirim. Ve bunu anlamanın tek yolu denemek."
"Hayır.... hayır bu olmayacak."
Alparslan'ın çıkışı ile ikimizde ona döndük.
"Senden ayrılmam. Ölsem ayrılmam. Biz birbirimizi seviyoruz. Bunu yapamazsınız. Sizden bizi iyileştirmenizi bekliyorum. Onu benden kopmaya ikna etmenizi değil."
Hışımla ayağa kalktı. O kalkınca bizde kalktık.
"Alparslan bey. Bakın bazen...."
"Hayır. Bu saçmalığı daha fazla dinlemiycem. Onun kafasını karıştırıyorsunuz. Biz birbirimizi delice severken neden ayrılmayı deneyelim. Günlerdir kafa karışıklığı ile savaşıyor. Bana gelmekle benden gitmek arasında sıkışıp kalmış. Ben sevdiğim kadından vazgeçmem. Olmaz. Asla olmaz..."
Öfkeli gözleri doktoru buldu. Daha fazla dayanamamış olacak ki elimden tuttuğu gibi çıkışa yöneldi. Suzan hanımın ardımızdan seslenen sesini duyabiliyordum. Lakin o durmadığı için bende duramamıştım. Arabaya bindiğimizde bile hala kendini sakinleştirme çabası içerisindeydi.
"İyi misin?"
"Evet. Evet iyiyim. Sen merak etme. Ben sana başka bir doktor bulucam. Çok daha iyi bir doktor olacak. Ama benden ayrılmayı düşünme. Yalvarırım düşünme."
"Farkında değil misin. Biz zaten ayrıyız."
"Biz ayrı falan değiliz. Sadece..... sadece az biraz yaralıyız. Benim yaralarımın şifası sende. Seninkide bende. Ayrılırsak bizim yaralarımız iltihap kapar. Dahada iyileşmez."
Öyle sakin ve kendinden emin konuşuyordu ki. Sanki gerçekten yara almıştımda kırk yıllık doktordu.
"Bana güveniyor musun?"
Derin bir nefes alıp bıraktı.
"Bunu sana nasıl kanıtlayacağımı bilmiyorum. Çünkü sen gözünle göreceğin bir kanıt istiyorsun. Sözlerime kulak versen kendimden çok güvendiğimi bileceksin."
"Bende sana güveniyorum. "
Dediğim ile gülümseyerek yüzüme baktı. Sonrada önüne döndü. Araç Mardin caddelerinde ilerleyip lojmanın kapısının önünde durdu. Bakışlarım önümdeydi. O günden sonra yüzüne bakmaya utanıyordum. Ne söylerse söylesin kendimi affedemiyordum. Nasıl kendimi böyle kaybetmiştim.
"Canımın canı."
Başımı kaldıramadım. Elini çeneme koyup bakışlarımızı birleştirdi. Yanağıma doğru yol alan yaşa hakim olamadım. Bana doğru eğilip dudaklarını akan yaşa bastırdı. Geri çekilmedi. Nefesi yüzümü okşuyordu.
"Ağlama cennetim. Canımın canı. Nefesim... varoluş sebebim. "
Diğer elini yanağıma koyup usul usul okşadı.
"Ağlama ömrümün baharı. Akıttığın her yaş kendimden nefret etmeme sebep oluyor."
O öyle söyleyince hızla yüzümdeki yaşları sildim.
"Yok. Yok ağlamıyorum bak. Ben sadece.... sadece kendimi affedemiyorum.... ama sen kendini suçlama ne olur."
Dudaklarını anlıma bastırdı.
"Hadi inelim. Sende daha fazla kendini suçlama. Yaşadığımız hiç bir şey ne senin ne benim suçum. Ben bunu biliyorum. Yalvarırım sende bil."
"Tamam"
Başımı aşağı yukarı salladım. Yüzüme gülümseyerek baktı. Arabanın içinde daha fazla beklemedik. İkimizde araçtan inip kendi evlerimize dağıldık.
*****************
Şuan ne mi yapıyorduk. Alparslan hariç hepimiz Dursun'larda toplanmıştık. Kızlarda buradaydı. Tam ortamızdaki sandalyelerde ise Ali ve Fulya oturuyordu. Geçen gün beni düşürdükleri durumu unutmadım. Bu durum Karan'ın dikkatini çekmiş olacak ki hepimizi toplamıştı. Şimdi de iki elini arkasında bağlamış gözlerini onlara dikmişti. Şehrazat çaktırmamaya çalışsada kocasına hayran gözlerle bakıyordu. Timin erkekleri Ali'ye sen bittin bakışları atarken. Kızlar olarak ona acıyorduk.
"Şimdi... hanginiz başlamak ister."
"Karan abi! Biz yanlış bir şey yapmadık. Sadece.... sadece söyleyemedim işte."
"Abi bana kalsa hemen ertesi günü Alparslan komutanımın karşısına dikilirim "
"O da senin mezar taşını diker çaylak merak etme sen."
Pin pon maçı izlenmiş gibi bir onlara bir Karan'a bakıyorduk.
"Oğlum madem yediniz bir halt. Bizden neden gizliyorsunuz."
"Ali'nin bir suçu yok. O en baştan söyleyelim dedi. Ama ben çekindim."
"Bacım neyden çekindim. Komutanım öyle birimi?"
"Ya Dursun abi. Elbet abim öyle biri değil..... bizim ilişkimiz başladığında ablam uzaktaydı. Ne biliyim, o öyle acı çekerken karşısına geçip biz birbirimizi seviyoruz diye nasıl derdim."
Fulya'nın kurduğu cümle ile içim ezildi. Kendimi suçlu hissettim. Diğerleride benim bu halimi anlamış olacak ki sözü Rıdvan abi aldı.
"Bana bakın, en kısa zamanda ona herşeyi anlatıyorsunuz. Yok anlatamayız derseniz biz anlatırız. Kendisi öğrenir ise kötü olur."
Hepimizin aklından aynı şey geçiyordu. Şayet kendisi öğrenir ise onlara olan güveni sarsılırdı. Çok kızardı. Onlarla biraz daha zaman geçirdikten sonra kendi evime geçtim. Canım sıkılıyordu. Acaba yüzbaşı ne yapıyordu. Arasam ne olurdu ki. Telefonu elime almıştım ki elimde titremeye başladı. Ekranda gördüğüm
"Yüzbaşım" yazısı ile gülümsedim. Daha fazla bekletmeden açıp kulağıma dayadım.
"Şey merhaba."
"Merhaba."
"Nasılsın?"
"İyiyim. Sen?"
"Ben... Bende iyiyim...."
İkimizde konuşmadık. Telefon kulağımızda öylece duruyorduk.
"Lâl!"
"Efendim."
"Uyumayacaksan yanına gelebilir miyim?"
"Uykum yok.... Yani uyumayacam. Gel. Yani istiyorsan gel.... offf."
Kurduğum saçma cümleler ile gülüşü doldu kulağıma.
"Güzelim bence kapıyı aç."
Dediği ile bu defa gülümseyen ben oldum. Anlaşılan ilk kelimemden sonrasını dinlememiş çıkmıştı bile. Gidip kapıyı açtım. Gülen gözleri ile yüzüme baktı.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum."
"Gelsene."
Kapıdan çekilip onu içeri buyur ettim. İkimiz birlikte salona geçip oturduk. Elim ayağıma dolanıyordu. Ne yapacaktık şimdi.
"Lâl!"
"Hıı"
Yüzündeki gülüş her geçen saniye daha fazla büyüyordu.
"Ben... Ben geçen gün Yiğit ile seni duydum."
Dediği ile derince yutkundum. Acaba ne düşünüyordu.
"Ve yalan yok o piçin ağzını yüzünü dağıtmak istiyorum. "
"Bunu yapamazsın. Hem zaten ben ona gerekli cevabı verdim."
"Biliyorum. Zaten eğer hala bir şey yapmıyorsam ona haddini bilirmiş olman. Ben sadece..."
"Sen sadece?"
"Eğer sende istersen. Yani kendini kötü hissetmeyeceksen yüzükleri tekrar takmak..."
"İsterim..... Yani haklısın... Aslında benimde aklıma geldi, ama ne düşüneceğini bilemedim. Parmağımda yüzük olursa belki böyle şeyler yaşamam değil mi?"
Dediğim ile gözleri parladı adeta.
Cebinden bana ait olan yüzükleri çıkardı. Alyansım ve söz yüzüğüm. O kendi alyansını bu süre zarfında hiç çıkarmamıştı. Avcumu açıp yüzükleri vermesini bekledim. Lakin o elimi tutup ellerinin arasına aldı. Önce söz yüzüğümü sonrada alyansı parmağıma geçirdi. Sonrada elimin içine dudaklarını bastırdı. Derince yutkunma ihtiyacı hissettim.
"Bunları seni affettiğim için taktığımı düşünme ama. Ben sadece o adam benden uzak dursun diye takıyorum. Seninle alakası yok. Tamam mı?"
Başını tamam anlamında salladı. Ama yüzündeki gülüşü bu söylediğime inanmadığının en büyük göstergesiydi. Artamda duyulan telefon sesi ile ikimizinde bakışları birbirinden ayrıldı. Elini cebine atıp telefonu çıkardı.
"Emredin komutanım............ Emredersiniz."
Telefonu kapatıp tekrar cebine koydu. "Karargaha çağırıyorlar. Sen hazırlan, bende diğerlerine haber veriyim, çıkarız."
Başımı tamam anlamında salladım. Sonrada odama gidip formamı giydim. Hayırdır inşallah diyicemde. Hayırlı bir iş olsa bize gerek kalmazdı.....
Tüm tim harekat merkezinde oturmuş albaya bakıyorduk. Yanındaki askere baş işareti yapınca asker elindeki dosyaları önümüze bıraktı. Hepimiz merakla dosyaları incelemeye başladık. İlk sayfada otuzlu yaşlarda saçlarında hafif beyazlar olan esmer bir adam vardı. Arka sayfada ise adamla ilgili bir kaç bilgi.
Jalal khsan 1990 Suudi Arabistan doğumlu. Türkiye ve Dünya kamuoyunda bir çok sektörde ticaret yapıldığı düşünülüyor. Jalal isimli şahısın Emir kod adı ile terör örgütlerine para desteği sağladığı düşünülüyor. Bu güne kadar Türk silahlı kuvvetlerinin elinde hiç bir delil veyahut tanık olmaması nedeni ile göz altına dahi alınamamış. Adam sağladığı finansal destek ve rüşvet ağı yüzünden trafik cezaları için bile göz altına alınamıyor. Ne zaman bir tanık veyahut delil bulunsa bir şekilde paçayı yırtıyor. İki gün sonra Ankara'daki büyük ihaleye katılmak üzere Türkiye'ye giriş yapacak. İhaleden önceki gece evinde büyük bir parti vericek. Albay bir süre dosyaları incelememizi beklemişti.
"Sizden istediğimiz o davete gizli kimlikleriniz ile dahil olmanız. Adamın bilgisayarında istediğimiz belgeler var. İçeri sızacak kişi veyahut kişiler bu belgeleri kopyalayacak. Davet bitmeden kopyalar elimize geçerse gece bitmeden o iti kodese tıkarız. Aksi takdirde kim bilir ne zaman izine raslarız. Bu bizim için büyük bir şans."
"Komutanım içeri nasıl sızıcaz."
Alparslan'ın sözleri ile babam yüzüne gıcık bir gülümseme yerleştirdi. Eğer bu gülüşü biraz tanıdıysam onun hoşuna gitmeyecek bir şey geliyordu.
"Sen ve Eflal davete karı koca olarak gireceksiniz."
Dediği ile Alparslan'ın dudakları kıvrıldı. Lakin babam daha sözlerini bitirmedi.
"Adamın özellikle siyah saçlı ve evli kadınlara zaafı var. Kadınların evli oluşu adrenalini yükselttiği için daha çok dikkatini çekiyor."
Babamın sözlerini bitirişi ile onun gözlerinde kıskançlık ve öfke belirdi.
"Başlarım ben böyle işe. Böyle fantazi mi olur."
Ağzının içinde bir şeyler geveledi. Babamın bakışları ona dönünce çaresizce önüne döndü.
"Bizimde elimizde hazır fiziksel olarak ona uygun biri var değerlendirelim öyle değil mi."
"Olmaz."
"Anlamadım."
Babamın bakışları Alparslan'daydı.
"Komutanım Lâl olmaz. O.... o iyi değil."
Söylediği ile kaşları çatılan ben oldum.
"Ne demek bu?"
Babamda merakla bana baktı. Ben ise kırgınlıkla ona bakıyordum. Her defasında bu şekilde mi olacaktı.
"Komutanım Lâl.... fiziksel olarak olmasada mental olarak iyi değil."
"Komutanım ben kendimi iyi hissediyorum. Ve bu göreve çıkmak istiyorum. Tim komutanımızın benim hakkımda tereddütleri veyahut güvensizliği olabilir. Ama bana güvenebilirsiniz. Yüzünüzü kara çıkarmayacağım. Kaldı ki beni zorlayacak şartlar yok. Alt tarafı Adamın dikkatini çekicem o sırada arkadaşlar gerekli bilgileri alacak. Daha önce yapmadığım şey değil."
"Bunun güvenle alakası yok. Neden anlamıyorsun?"
"Ya ne ile alakası var. Yeter. Her defasında seninle aynı konu yüzünden tartışmayacağım. Ben bir askerim. Ve vatanım benden hizmet beklediğinde ne olacağı umrumda olmaz giderim."
Bakışlarımı ondan çekip babama baktım.
"Komutanım yapabileceğimi biliyorum. Emriniz nedir?"
Dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Gözlerinde gurur vardı. Beni en iyi babam bilirdi. İnat etmiştim. Ve başarmama gibi bir lüksüm yoktu.
"Hazırlan üsteğmen. Her zamankinden daha iyi görünmelisin."
Dediği ile bende gülümsedim. Alparslan'ın ise bakışları önündeydi. Acaba şuan aklından ne geçiriyordu. Bende Eflal isem bu söylediklerin için seni pişman edecektim. Kıskançlıktan çatlamaya hazır ol yüzbaşı. Zira sana acımayacağım......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.27k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |